TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BÜLENT ŞAKAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/1517)
|
|
Karar Tarihi: 30/6/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Okan
TAŞDELEN
|
Basvurucu
|
:
|
Bülent ŞAKAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat
SADAK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve kanunda öngörülen azami
süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; daha önce örgüt
üyeliğinden mahkȗmiyet hükmünün bulunması
nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının;
gözaltında müdafi atanmaması, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan
ifadelerin hükme esas alınması, sunulan delillerin dikkate alınmaması, eksik
soruşturma yapılması, hakimin reddi talebinin reddi kararı tebliğ edilmeksizin
yargılamanın sürdürülmesi nedenleriyle müdafi yardımından faydalanma hakkıyla
bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının; yargılamanın uzun
sürede sonuçlandırılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/2/2014 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 11/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru
hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Hizbullah terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen soruşturma
kapsamında 30/1/2000 tarihinde başvurucu hakkında gıyabi tutuklama kararı
verilmiştir.
9. Başvurucu 2/12/2001 tarihinde gözaltına alındığını
belirtmiştir.
10. Başvurucu 16/12/2001 tarihinde müdafii
olmaksızın kollukta verdiği ifadesinde örgüte öz geçmiş verdiğini, Bursa'da
diğer bir kişiye bağlı faaliyet gösterdiğini, İ.E.nin
M.S.yi sorgulanmak üzere M.C.K.nın
evine getirmesini istediğini, bir gün öncesinde şahsın kaldığı dedesinin evine
telefon açarak ertesi gün buluşmaları gerektiğini söylediğini, akşam namazından
sonra eve getirdiğini, M.C.K. ve O.E.yle birlikte
bayıltmaya çalışmalarına rağmen M.S.nin direndiğini,
bunun üzerine O.E.nin piknik tüpüyle şahsın başının
arkasına vurduğunu ve M.S.nin bu şekilde öldüğünü
söylemiştir. Başvurucu ayrıca üç gün sonra İ.E.nin
talimatı doğrultusunda yatsı namazının ardından R.Y.nin
minübüsü ile eve döndüklerini, M.C.K. ile kendisinin
cesedi halılara sararak minibüse koyduklarını ve bazı eşyaları da
yüklediklerini, R.Y.ye bu olaydan kimseye bahsetmemesini söylediğini, bir
köprüyü geçtikten sonra cesedi dere kenarına, eşyaları ise bir tarla içine
attıklarını, olay sonrasında şehirden ayrıldığını belirtmiştir.
11. Başvurucuya 16/12/2001 tarihinde yer gösterme ve 17/12/2001
tarihinde teşhis işlemi yaptırılmıştır.
12. Başvurucu hakkındaki gıyabi tutuklama kararı 17/12/2001
tarihinde vicahiye çevrilmiştir.
13. Başvurucu 25/12/2001 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği
ifadesinde ise kollukta yaptırılan işlemlerin zora dayalı gerçekleştirildiğini,
terör örgütüne öz geçmiş vermediğini, M.S.nin
öldürülmesine katılmadığını ileri sürmüştür.
14. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı
9/1/2002 tarihinde, başvurucu hakkında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı cebren
kaldırmaya teşebbüs etme suçundan, sanıklar O.E. ve M.C.K. hakkında bu suça
iştirakten dolayı ve diğer beş sanık hakkında ise farklı suçlardan iddianame
düzenlemiştir.
15. Sanık O.E. hakkında 16/8/2002 tarihinde gıyabi tutuklama
kararı verilmiştir. O.E., 11/10/2002 ve 12/10/2002 tarihlerinde kollukta
verdiği ifadelerinde Hizbullah terör örgütü içinde faaliyet gösterdiğini, M.S.nin öldürülmesi eyleminde kendisinin, başvurucunun ve
M. isimli kişinin yer aldığını, başvurucunun maktulü akşam ezanından sonraki
bir vakitte eve getirdiğini, örgütün talimatı doğrultusunda şahsı etkisiz hâle
getirmeye çalıştıklarını, direnmesi nedeniyle bayıltmak için yerdeki maktulün
başına bir kez vurduğunu söylemiştir.
16. Başvurucu 8/5/2002 tarihli duruşmada sunduğu dilekçesinde
üzerine atılı suçları işlemediğini, Hizbullah üyesi olmadığını, kolluktaki
ifadesini işkence altında verdiğini, iddianamede bahsi geçen ve dosyada
beyanları bulunan kişilerin arkadaşları olduğunu fakat örgüt bağlantılarının
bulunmadığını belirtmiştir.
17. Sanık O.E. 29/1/2003 tarihli duruşmada sunduğu yazılı
savunmasında gözaltına alındığı İstanbul'da ve getirildiği Bursa'da uykusuz
bırakıldığını, tazyikli suya ve elektriğe maruz bırakıldığını, hayalarının
sıkıldığını, ıssız bir ormana götürülüp öldürülmekle tehdit edildiğini,
işkenceyi iz bırakmayacak biçimde yaptıklarını, korkuyla önüne konan evrakları
imzaladığını, tutanaklardaki birçok kişiyi tanımadığını, bazılarının ise
komşuları olduğunu iddia etmiştir.
18. Başvurucu hakkındaki yargılamanın sonraki aşamalarda
(kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli)
E.2004/173 sayısına kaydedildiği anlaşılmaktadır.
19. Mahkeme 4/4/2008 tarihli ve E.2004/173, K.2008/75 sayılı
kararıyla dosyanın M.S. isimli kişinin öldürülmesine ilişkin İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesinin E.2003/112 sayılı dosyasıyla resen birleştirilmesine karar
vermiştir.
20. Yargıtayın dosyaların
birleştirilmesinin uygun olmadığına ilişkin kararının ardından dava, İstanbul 14.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/308 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
21. Yargılama esnasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2000/112 sayılı dosyasında bulunan evraklar da incelenmiştir. Anılan
Mahkemedeki yargılamada ifade veren bazı kişilerin beyanları ile alınan otopsi
raporunda belirtilen hususlar özetle aşağıdaki gibidir:
i. R.D. (27/1/2000
Tarihli Kolluk İfadesi): R.Y.nin kendisine, başvurucu
ve diğer bir kişinin battaniyeye sarılı bir erkek cesedini kendi minibüsüne
yüklediklerini söylediğini, üst sorumlusundan aldığı talimat doğrultusunda R.Y.yiolaydan kimseye bahsetmemesi hususunda uyardığını
söylemiştir.
ii. R.Y. (27/1/2000
Tarihli Kolluk İfadesi): Hizbullah terör örgütü içinde yer aldığını, 1998 yılı
Şubat ayının 21 veya 22'si gecesi başvurucunun diğer bir kişiyle birlikte
battaniyeye sarılı durumdaki bir erkek cesedini kullandığı minibüse
koyduklarını, bir köprü üzerinde cesedi indirdiklerini ve bir süre sonra
döndüklerini, eşyaları yaklaşık bir kilometre sonra yol üzerindeki tarlaya
attıklarını, bir gün sonra olayı R.D.ye anlattığında bu işin örgüte ait
olduğunu ve konudan kimseye bahsetmemesini söylediğini belirtmiştir.
iii. İ.E. (27/1/2000
Tarihli Kolluk İfadesi): Örgütün Bursa il sorumlusu olan kişinin talimatı üzerine
başvurucunun M.S.yi Salı günü M.C.K.nın
evine getirdiğini, burada bayıltıcı sprey koklatarak ve sırtına vurarak etkisiz
hâle getirdiklerini ve ellerini ayaklarını bağladıklarını, başvurucuya, M.C.K.ya ve O. isimli kişiye evden ayrılmalarını
söylediğini, Çarşamba ilâ Pazar günleri arasında Ö. ve İ. kod adlı kişilerin M.S.yi sorguladığını ve bazen darbettiklerini,
Pazar günü İ. adlı kişinin piknik tüpüyle şahsın başına vurduğunu, öldüğünün
anlaşılmasının ardından başvurucunun getirdiği R.Y.ye ait minibüse battaniyeye
sarılı cesedi halıfleksle birlikte yerleştirdiklerini
ve bazı eşyaları da koyduğunu, ertesi gün başvurucunun cesedi bir dereye
attıklarını kendisine söylediğini belirtmiştir.
iv. Yusuf S. (25/2/1998
Tarihli Kolluk İfadesi): 17/2/1998 günü torunu olan M.S.nin
saat 18.00 gibi yemeği yedikten sonra kendisini o gün arayan kişiyle buluşmaya
gideceğini söylediğini ve bir daha geri gelmediğini belirtmiştir.
v. Adli Tıp Kurumu Bursa
Grup Başkanlığının 11/5/1998 Tarihli Otopsi Raporu: M.S.nin
künt kafa travmasına bağlı şuur kaybı, gıda aspirasyonuna bağlı
mekanik asfiksi sonucu hayatını
kaybettiği, ölümün cesedin bulunduğu 23/2/1998 tarihinden yetmiş iki saat önce
gerçekleştiği sonucuna ulaşılmıştır.
22. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki 17/2/2012 tarihli
duruşmada daha önceki aşamalarda verilen Savcılık mütalaasına karşı başvurucu müdafiine savunmasını hazırlamak için süre verilmiş ve bir
sonraki duruşmaya gelmesi gerektiği hususu ihtar edilmiştir. Başvurucu;
kollukta işkence gördüğünü, cezaevine girdiğinde görevlilerin kendisini adli
tıpa sevk ettiğini, bir gardiyanın % 50 işkence gördüğüne dair rapor
verildiğini ve raporun dosyaya konduğunu söylediğini, Mahkeme tarafından
sorulduğunda cezaevinin orada kalmadığı şeklinde cevap verdiğini ileri
sürmüştür.
23. Başvurucu müdafii 4/5/2012 tarihli
duruşmaya mazeret bildirerek katılmamıştır. Mahkeme, mazeretin reddine ve
gelecek celsede hazır bulunması gerektiğine dair ihtaratlı
davetiye yapılmasına karar vermiştir. Aynı duruşmada, başvurucunun Hizbullah
terör örgütü üyeliğinden mahkȗmiyetine ilişkin
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararı da okunmuştur.
24. Başvurucunun hâkimin reddi talebinde bulunması üzerine
dosyayı inceleyen İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi 8/6/2012 tarihinde talebin
reddine karar vermiştir. Bu kararın tebliğ alınmasında imtina edilmiştir.
25. Başvurucu müdafiinin hüküm
duruşmasına katılmayacağını telefonla beyan ettiği ve Mahkeme kalemi tarafından
bu hususta tutanak düzenlendiği anlaşılmaktadır.
26. Mahkeme, başvurucu müdafiinin
11/6/2012 tarihli duruşmaya gelmemesi üzerine zorunlu müdafiin
duruşmada bulunması gerekiyor ise de bu kuralın usul hukukunda verilen hak ve
yetkilerin kötüye kullanılması olduğunu ve nihai kararın verilmesini engelleme
hakkı tanımayacağını belirterek yargılamaya devam etmiştir. Mahkeme, tutanak
uyarınca müdafiin hâkimin redditalebinin
reddine ilişkin kararı tebliğ almadığı ve mazeretsiz olarak duruşmaya iştirak
etmediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmasına ve disiplin soruşturması
için bildirim yapılmasına karar vermiştir. Son savunması sorulan başvurucu, bir
önceki celsede hazır olmadığından karar verileceğini bilmediğini söylemiş ve
savunmasını hazırlamak için süre talep etmiştir.
27. (Kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde
ile görevli) 11/6/2012 tarihli ve E.2008/308, K.2012/131 sayılı kararı ile
başvurucunun anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçundan
mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, birbirinden çok farklı tarihlerde alınan
ifadelerinde başvurucunun, diğer sanık O.E.nin ve
başka dosyanın sanıkları R.Y., R.D. ve İ.E.nin
öldürme ve cesedin taşınması olayına dair tutarlı ifade verdiklerine dikkat
çekmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112
sayılı dosyasında yargılanan İ.E. ile başvuruya konu dosyanın sanıklarının ifadeleri
arasında maktülün öldürülüş anına dair çelişki
bulunduğunu kabul etmiştir. Mahkeme bununla birlikte başvurucu ile diğer sanık O.E.nin ifadelerinin birbiriyle uyumlu olduğunu, diğer
dosya sanığı R.Y.nin ifadesinin, maktülün
dedesinin ifadesinin ve otopsi raporunun başvurucunun beyanlarını destekler
mahiyette olduğunu belirterek başvurucunun ve O.E.nin
kollukta verdikleri ifadelerini esas almıştır.
28. Mahkeme, dosya içindeki adli raporlarda kötü muamele
iddialarını destekleyen bir bulgu bulunmadığını ve sanıkların iddialarının
soyut kaldığını değerlendirmiş; sanıkların suçtan kurtulmak için böyle bir
savunma yaptıkları sonucuna ulaşmıştır.
29. Başvurucu, diğer hususların yanısıra,
öldürme olayına ilişkin Mahkemelerin çelişkili kabullerinin olduğunu, talebine
rağmen gözaltında müdafi atanmadığını, müdafi yokluğunda ve işkence altında
verilen kolluk ifadelerine dayanıldığını, işkence iddialarına ilişkin
kurumlarla yapılan yazışmalardan bir sonuç elde edilemediğini, Bursa'da tutuklu
kaldığı tüm cezaevlerinden sorularak bu raporların temin edilmesi gerektiğini,
daha erken tarihlerde yazışma yapılsaydı ilgili kayıtlara ulaşılabileceğini,
örgüt üyeliği suçundan başka bir mahkeme tarafından mahkȗm
edildiğinden mevcut yargılamanın mükerrer olduğunu, Mahkemenin hâkimin reddine
ilişkin kararı tebliğ etmeksizin yargılamaya devam ettiğini belirterek kararı
temyiz etmiştir.
30. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 18/12/2013 tarihli veE.2013/7008,
K.2013/14931 sayılı ilâmıyla kararı düzelterek onamıştır. Yargıtay, suçların
mahiyetleri gereği başvurucunun ayrıca silahlı terör örgütüne üyelikten de mahkȗm edilemeyeceği gerekçesiyle Van 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin hükmettiği cezanın mahsup edilmesine hükmetmiştir. Yargıtay ilâmı
18/12/2013 tarihinde tefhim edilmiştir.
31. Başvurucu, nihai karardan 5/2/2014 tarihinde haberdar
olduğunu belirtmiştir. Dosya içinde başvurucunun daha erken bir tarihte kararı
öğrendiğini gösteren bir belgeye rastlanmamıştır.
32. Başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
33. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
"İfade alma ve sorguda yasak usuller"
kenar başlıklı 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Müdafi hazır
bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya
sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 30/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu, yaklaşık on üç yıl tutuklu kaldığını ve azami
tutukluluk süresinin aşıldığını, gözaltındayken müdafi atanmadığını, kendisinin
ve diğer kişilerin kollukta müdafileri olmadan ve işkenceye dayalı verdikleri
ifadelere istinaden hakkında mahkȗmiyet kararı
verildiğini, zamanında araştırma yapılmaması nedeniyle işkenceyi kanıtlayacak
kayıtlara ulaşılamadığını, Mahkemenin maddi gerçekliği değil suçluluğunu
ispatlamayı amaçladığını, sunduğu delillerin dikkate alınmadığını ve
soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin reddedildiğini, hâkimin reddi
talebinin reddine ilişkin kararın tebliğ edilmesini beklemeksizin Mahkemenin
yargılamaya devam ettiğini, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin örgüt üyeliğinden mahkȗmiyetine hükmetmesi nedeniyle somut başvuruya
konu yargılamanın mükerrer olduğunu, hakkındaki davanın uzun sürdüğünü ve bu
hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurduğunu belirterek hukuk
güvenliği ilkesinin, masumiyet karinesini, savunma ve makul sürede yargılanma
hakkını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının, suç ve cezaların
kanuniliği ilkesinin, aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama
yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca son duruşmada yasa
hükümlerine aykırı biçimde müdafi bulundurulmadığını ve M.S.nin
öldürülmesine dair Mahkemelerin çelişkili kararlar verdiğini belirtmiştir.
36. Başvurucu, bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesine ve
200.000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun tutukluluğuna yönelik
iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı; gözaltında kendisine müdafi
atanmadığına, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan ifadelere dayalı
cezalandırılmasına karar verildiği, delillerinin dikkate alınmadığı ve
soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin kabul edilmediği, hâkimin reddi
talebinin reddine ilişkin karar tebliğ edilmeksizin yargılamaya devam edildiği
yönündeki iddialarının müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı
biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkı; yargılamanın uzun sürdüğü
hususundaki iddiasının makul sürede yargılanma hakkı; örgüt üyeliği nedeniyle
iki farklı mahkemede yargılanıp mahkȗm
edildiğine ilişkin iddiasının aynı suçtan iki kez yargılanmama ve
cezalandırılmama hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, azami tutukluluk süresinin aşıldığını ve
tutukluluğunun uzun sürdüğünü ileri sürmüştür.
39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 18).
40. Somut olayda başvurucunun bir suç isnadına bağlı
tutukluluğunun 23/9/2012 tarihinden önce İlk Derece Mahkemesinin karar verdiği
11/6/2012 tarihinde sona erdiği anlaşılmıştır (bkz. § 27).
41. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Aynı Suçtan İki Kez
Yargılanmama ve Cezalandırılmama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu, hâlihazırda başka bir mahkemece örgüt üyeliğinden
suçlu bulunduğunu ve somut başvuruya konu yargılamanın mükerrer olduğunu ileri
sürmüştür.
43. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
"Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ..."
44. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir."
45. Belirtilen hükümlere göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir
bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal
edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı
sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) veya Türkiye'nin taraf olduğu
ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
46. Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol"ün 4. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Hiç kimse bir devletin
ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkûm
edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi
altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkûm
edilemez."
47. Aynı suçtan iki kez yargılanmama veya cezalandırılmama
ilkesi, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin bir gereği
olması dolayısıyla bu hakkın anayasal korumadan faydalanacağı düşünülebilir (ABP Gıda San. Tur. ve Tic. Ltd. Şti., B.
No: 2014/72, 25/3/2015, § 20). Bununla birlikte belirtilen ilkeyi özel olarak
koruyan ek 7 No.lu Protokol'e Türkiye henüz taraf değildir. Bu itibarla
başvurucunun hak iddiasının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının
haricinde kaldığı anlaşılmaktadır.
48. Öte yandan ek Protokol'e taraf olmayan devletlere karşı
yapılan bazı başvurularda "ne bis in idem" ya da "non bis in idem"
ilkesi Sözleşme'yle korunan haklar bağlamında da
ileri sürülmüştür.
49. AİHM, bahse konu ilkenin münhasıran Sözleşme'ye
ek 7 No.lu Protokol'ün 4. maddesinde korunduğunu ve Sözleşme'de
yer alan diğer maddelerin aynı suçtan iki kez yargılanmama ya da
cezalandırılmama şeklinde bir hak bahşetmediğini belirterek bu tür şikâyetlerin
konu bakımından yetkisinin haricinde kaldığına hükmetmiştir (S./Almanya, B. No: 8945/80, 13/12/1983, s.
43, 47; Ponsetti ve Chesnel/Fransa
(k.k.), B. No: 36855/97, 41731/98, 14/9/1999; Öngün/Türkiye (k.k.),
B. No: 15737/02, 10/10/2006; Ruotsalainen/Finlandiya,
B. No: 13079/03, 16/6/2009, § 59).
50. Dolayısıyla başvurucunun aynı suçtan iki kez yargılandığı
yönündeki iddiasının adil yargılanma hakkı altında incelenmesi de mümkün
değildir. Aksi bir yaklaşım belirtilen ilkenin Sözleşme'yle
teminat altına alınanlardan farklı bir hak olarak ek 7 No.lu Protokol içinde
düzenlenmesiyle ve anılan Protokol'e taraf olmamak suretiyle ortaya konulan
iradeyle bağdaşmaz (İffet İnci Gültekin,
B. No: 2013/9585, 9/3/2016, § 45).
51. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddiasının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
52. Başvurucu, mahkȗmiyetiyle
sonuçlanan yargılama esnasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi
yardımından faydalanma bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının
ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Başvurucu, yargılama süresinin uzunluğu hususunda AİHM'e başvuru yaptığını belirtmiştir. Bununla birlikte, AİHM'in resmî arama motoru olan HUDOC'ta
yapılan araştırmada başvurucu adına verilmiş bir karara ya da görüş için tebliğ
edilmiş bir belgeye rastlanmamıştır. Bu itibarla başvurucunun mağdur sıfatını
kaybedip kaybettiğine ilişkin bir değerlendirme yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
54. Sonuç olarak açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Müdafi Yardımından
Faydalanma Hakkıyla Bağlantılı Biçimde Hakkaniyete Uygun Yargılama Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
55. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra gözaltında tutulduğu
sürede kendisine bir müdafi atanmadığını ve müdafi yokluğunda alınan ifadelerin
hükme esas alındığını belirterek müdafi yardımından faydalanma hakkıyla
bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
56. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi
çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
57. Sözleşme'nin "Adil
yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (c) bendi şöyledir:
"3. Bir suç ile itham
edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
...
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak
için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek."
58. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6.
maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar
ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil
bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık
soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir
yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme'nin 6. maddesi
hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara
uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı
fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre
Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak,
birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının
unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye
[BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).
59. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen
herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili
bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri
olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, §
34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008,
§ 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın
etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).
60. Şüpheliye, kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından
itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları
yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine
sahip olması bakımından gereklidir. Her davanın kendine özgü koşulları
çerçevesinde zorunlu sebepler ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir ise
de bu hâllerde dahi suç şüphesi altındaki kişinin savunma hakkına telafisi
mümkün olmayacak şekilde zarar verilmemesi gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §
118).
61. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir avukat yardımından
yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde
edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele
alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması
aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle
geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda
bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı
bir avukatın yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir. Müdafiden yararlanma
hakkı esasen kamu makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve
zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat
etmeye çalışmasını öngörmektedir (Salduz/Türkiye,
§ 54).
62. Avukattan yararlanma hakkı esasen iddia makamının, sanığın
arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri
kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006,
§ 100; Kolu/Türkiye, B. No:
35822/97, 2/8/2005, § 51; Salduz/Türkiye [BD], § 54). Bir yargılamanın
kendini suçlamama imtiyazının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden
birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında avukat erişiminin sağlanıp
sağlanmadığıdır (Jalloh/Almanya, § 101). AİHM, bu bağlamda
tutuklunun avukat yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma
olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta
ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması
gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye [BD], § 54).
63. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir
ve etkili" olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları
ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis
tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye
sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu
sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi
ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına
alınan haklarına zarar vermemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis
soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak
sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).
64. Somut olayda, başvurucu 2/12/2001 ile 17/12/2001 tarihleri
arasında gözaltında kalmıştır (bkz. §§ 9, 12).
65. Başvurucunun gözaltında tutulduğu dönemde, devlet güvenlik
mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından
yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabilmekteydi. Anılan
tarihlerde, ilgili mevzuatta bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar için
normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânı tanınmamıştır. Bu itibarla,
başvurucunun gözaltı süresince müdafi yardımından faydalandırılmamasının
mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır (Sami Özbil, §
71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 144).
Gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlanmasına olanak tanımayan bir
düzenlemeye dayanan uygulamanın müdafi yardımından yararlanma hakkıyla
bağdaşmayacağı açıktır.
66. Başvurucunun iddialarının bir kısmı müdafi yokluğunda
kollukta verilen ifadelerinin hükme esas alındığına ilişkindir.
67. Başvurucu, müdafi yardımından yararlanmadığı kolluk
aşamasında alınan ifadesinde Hizbullah terör örgütü içindeki konumuna ve bu
kapsamda M.S.nin öldürülmesi eylemine katıldığına
dair beyanlarda bulunmuştur. Bu süre içinde başvurucuya yer gösterme ve teşhis
işlemleri de yaptırılmıştır (bkz. §§ 10, 11). Bununla birlikte Cumhuriyet
savcısına verdiği ifadesinde ve Mahkeme önünde kolluktaki beyanlarını kabul
etmemiştir (bkz. §§ 13, 16). Başvurucuyla birlikte aynı davada yargılanan O.E.
de kolluk aşamasında başvurucunun ve kendisinin M.S.nin
öldürülmesi eylemine iştirak ettiğini belirtmiş fakat yargılama aşamasında bu
beyanlarını reddetmiştir (bkz. §§ 15, 17).
68. Başvurucunun mahkȗmiyetine
hükmedilirken İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/112 sayılı dosyasında
yargılanan R.D., R.Y. ve İ.E. isimli kişilerin beyanlarına da dayanıldığı fakat
bu ifadelerin de 2000 yılında kollukta verilen ifadeler olduğu görülmektedir
(bkz. § 21). Mahkeme kararında, bu kişilerin kollukta müdafi yardımından
faydalanıp faydalanmadıklarına veya yargılama aşamasında bu ifadelerini kabul
edip etmediklerine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
69. Yukarıda değinilen kolluk ifadeleri dışında otopsi raporu
ile maktülün dedesinin ifadesi de karara esas
alınmıştır (bkz. § 27). Ancak başvurucuyu öldürme olayıyla ilişkilendirilmesi
bakımından bu delillerin müdafi olmaksızın kollukta alınan beyanların kararın
verilmesinde oynadığı esaslı rolü geçersiz hâle getirdiği söylenemez. Öte
yandan 5271 sayılı Kanun'un 148. maddesi uyarınca bu beyanların hâkim veya
mahkeme huzurunda doğrulanıp doğrulanmadığına ve kabul edilmeyen beyanlar
yönünden maddenin (4) numaralı fıkrasındaki kısıtlamanın neden uygulanmadığına
ilişkin yapılmış bir değerlendirme de bulunmamaktadır
70. Bu itibarla müdafi yokluğunda verildiği anlaşılan kolluk
ifadelerinin başvurucunun mahkûmiyetine gerekçe gösterilmesinin bir bütün
olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği açıktır. Ulaşılan
sonuç doğrultusunda, işkence altında alınan ifadelere hükümde dayanıldığı da
dahil olmak üzere başvurucunun bu başlık altında ileri sürdüğü diğer iddiaların
incelenmesine gerek görülmemiştir.
71. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılama hakkının müdafi yardımından
faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
72. Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun bir sürede
sonuçlandırıldığını ileri sürmüştür.
73. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesi
de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
74. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
75. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan,
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
76. Somut başvuruya konu yargılama başvurucunun gözaltına
alındığı 2/12/2001 ile Yargıtayın onama ilamının
verildiği 18/12/2013 tarihi arasında sürmüş yani 12 yıl 16 günde
sonuçlanmıştır.
77. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E., B. No:
2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan,
§§ 24-40).
78. Başvuruya konu ceza davasının görece olarak karmaşık bir
nitelik taşıdığı söylenebilirse de 12 yılı aşan yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
79. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
80. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
81. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
82. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde
hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
83. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde
hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
84. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi
yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma ve
yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi haklarının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK250. madde ile görevli) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
H. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından
başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN
MUAFTUTULMASINA 30/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.