TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
BÜLENT ŞAKAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/1517)
Karar Tarihi: 30/6/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Okan TAŞDELEN
Basvurucu
Bülent ŞAKAR
Vekili
Av. Murat SADAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; daha önce örgüt üyeliğinden mahkȗmiyet hükmünün bulunması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının; gözaltında müdafi atanmaması, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan ifadelerin hükme esas alınması, sunulan delillerin dikkate alınmaması, eksik soruşturma yapılması, hakimin reddi talebinin reddi kararı tebliğ edilmeksizin yargılamanın sürdürülmesi nedenleriyle müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının; yargılamanın uzun sürede sonuçlandırılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/2/2014 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 11/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Hizbullah terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen soruşturma kapsamında 30/1/2000 tarihinde başvurucu hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmiştir.
9. Başvurucu 2/12/2001 tarihinde gözaltına alındığını belirtmiştir.
10. Başvurucu 16/12/2001 tarihinde müdafii olmaksızın kollukta verdiği ifadesinde örgüte öz geçmiş verdiğini, Bursa'da diğer bir kişiye bağlı faaliyet gösterdiğini, İ.E.nin M.S.yi sorgulanmak üzere M.C.K.nın evine getirmesini istediğini, bir gün öncesinde şahsın kaldığı dedesinin evine telefon açarak ertesi gün buluşmaları gerektiğini söylediğini, akşam namazından sonra eve getirdiğini, M.C.K. ve O.E.yle birlikte bayıltmaya çalışmalarına rağmen M.S.nin direndiğini, bunun üzerine O.E.nin piknik tüpüyle şahsın başının arkasına vurduğunu ve M.S.nin bu şekilde öldüğünü söylemiştir. Başvurucu ayrıca üç gün sonra İ.E.nin talimatı doğrultusunda yatsı namazının ardından R.Y.nin minübüsü ile eve döndüklerini, M.C.K. ile kendisinin cesedi halılara sararak minibüse koyduklarını ve bazı eşyaları da yüklediklerini, R.Y.ye bu olaydan kimseye bahsetmemesini söylediğini, bir köprüyü geçtikten sonra cesedi dere kenarına, eşyaları ise bir tarla içine attıklarını, olay sonrasında şehirden ayrıldığını belirtmiştir.
11. Başvurucuya 16/12/2001 tarihinde yer gösterme ve 17/12/2001 tarihinde teşhis işlemi yaptırılmıştır.
12. Başvurucu hakkındaki gıyabi tutuklama kararı 17/12/2001 tarihinde vicahiye çevrilmiştir.
13. Başvurucu 25/12/2001 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise kollukta yaptırılan işlemlerin zora dayalı gerçekleştirildiğini, terör örgütüne öz geçmiş vermediğini, M.S.nin öldürülmesine katılmadığını ileri sürmüştür.
14. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 9/1/2002 tarihinde, başvurucu hakkında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı cebren kaldırmaya teşebbüs etme suçundan, sanıklar O.E. ve M.C.K. hakkında bu suça iştirakten dolayı ve diğer beş sanık hakkında ise farklı suçlardan iddianame düzenlemiştir.
15. Sanık O.E. hakkında 16/8/2002 tarihinde gıyabi tutuklama kararı verilmiştir. O.E., 11/10/2002 ve 12/10/2002 tarihlerinde kollukta verdiği ifadelerinde Hizbullah terör örgütü içinde faaliyet gösterdiğini, M.S.nin öldürülmesi eyleminde kendisinin, başvurucunun ve M. isimli kişinin yer aldığını, başvurucunun maktulü akşam ezanından sonraki bir vakitte eve getirdiğini, örgütün talimatı doğrultusunda şahsı etkisiz hâle getirmeye çalıştıklarını, direnmesi nedeniyle bayıltmak için yerdeki maktulün başına bir kez vurduğunu söylemiştir.
16. Başvurucu 8/5/2002 tarihli duruşmada sunduğu dilekçesinde üzerine atılı suçları işlemediğini, Hizbullah üyesi olmadığını, kolluktaki ifadesini işkence altında verdiğini, iddianamede bahsi geçen ve dosyada beyanları bulunan kişilerin arkadaşları olduğunu fakat örgüt bağlantılarının bulunmadığını belirtmiştir.
17. Sanık O.E. 29/1/2003 tarihli duruşmada sunduğu yazılı savunmasında gözaltına alındığı İstanbul'da ve getirildiği Bursa'da uykusuz bırakıldığını, tazyikli suya ve elektriğe maruz bırakıldığını, hayalarının sıkıldığını, ıssız bir ormana götürülüp öldürülmekle tehdit edildiğini, işkenceyi iz bırakmayacak biçimde yaptıklarını, korkuyla önüne konan evrakları imzaladığını, tutanaklardaki birçok kişiyi tanımadığını, bazılarının ise komşuları olduğunu iddia etmiştir.
18. Başvurucu hakkındaki yargılamanın sonraki aşamalarda (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) E.2004/173 sayısına kaydedildiği anlaşılmaktadır.
19. Mahkeme 4/4/2008 tarihli ve E.2004/173, K.2008/75 sayılı kararıyla dosyanın M.S. isimli kişinin öldürülmesine ilişkin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/112 sayılı dosyasıyla resen birleştirilmesine karar vermiştir.
20. Yargıtayın dosyaların birleştirilmesinin uygun olmadığına ilişkin kararının ardından dava, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/308 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
21. Yargılama esnasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112 sayılı dosyasında bulunan evraklar da incelenmiştir. Anılan Mahkemedeki yargılamada ifade veren bazı kişilerin beyanları ile alınan otopsi raporunda belirtilen hususlar özetle aşağıdaki gibidir:
i. R.D. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): R.Y.nin kendisine, başvurucu ve diğer bir kişinin battaniyeye sarılı bir erkek cesedini kendi minibüsüne yüklediklerini söylediğini, üst sorumlusundan aldığı talimat doğrultusunda R.Y.yiolaydan kimseye bahsetmemesi hususunda uyardığını söylemiştir.
ii. R.Y. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): Hizbullah terör örgütü içinde yer aldığını, 1998 yılı Şubat ayının 21 veya 22'si gecesi başvurucunun diğer bir kişiyle birlikte battaniyeye sarılı durumdaki bir erkek cesedini kullandığı minibüse koyduklarını, bir köprü üzerinde cesedi indirdiklerini ve bir süre sonra döndüklerini, eşyaları yaklaşık bir kilometre sonra yol üzerindeki tarlaya attıklarını, bir gün sonra olayı R.D.ye anlattığında bu işin örgüte ait olduğunu ve konudan kimseye bahsetmemesini söylediğini belirtmiştir.
iii. İ.E. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): Örgütün Bursa il sorumlusu olan kişinin talimatı üzerine başvurucunun M.S.yi Salı günü M.C.K.nın evine getirdiğini, burada bayıltıcı sprey koklatarak ve sırtına vurarak etkisiz hâle getirdiklerini ve ellerini ayaklarını bağladıklarını, başvurucuya, M.C.K.ya ve O. isimli kişiye evden ayrılmalarını söylediğini, Çarşamba ilâ Pazar günleri arasında Ö. ve İ. kod adlı kişilerin M.S.yi sorguladığını ve bazen darbettiklerini, Pazar günü İ. adlı kişinin piknik tüpüyle şahsın başına vurduğunu, öldüğünün anlaşılmasının ardından başvurucunun getirdiği R.Y.ye ait minibüse battaniyeye sarılı cesedi halıfleksle birlikte yerleştirdiklerini ve bazı eşyaları da koyduğunu, ertesi gün başvurucunun cesedi bir dereye attıklarını kendisine söylediğini belirtmiştir.
iv. Yusuf S. (25/2/1998 Tarihli Kolluk İfadesi): 17/2/1998 günü torunu olan M.S.nin saat 18.00 gibi yemeği yedikten sonra kendisini o gün arayan kişiyle buluşmaya gideceğini söylediğini ve bir daha geri gelmediğini belirtmiştir.
v. Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığının 11/5/1998 Tarihli Otopsi Raporu: M.S.nin künt kafa travmasına bağlı şuur kaybı, gıda aspirasyonuna bağlı mekanik asfiksi sonucu hayatını kaybettiği, ölümün cesedin bulunduğu 23/2/1998 tarihinden yetmiş iki saat önce gerçekleştiği sonucuna ulaşılmıştır.
22. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki 17/2/2012 tarihli duruşmada daha önceki aşamalarda verilen Savcılık mütalaasına karşı başvurucu müdafiine savunmasını hazırlamak için süre verilmiş ve bir sonraki duruşmaya gelmesi gerektiği hususu ihtar edilmiştir. Başvurucu; kollukta işkence gördüğünü, cezaevine girdiğinde görevlilerin kendisini adli tıpa sevk ettiğini, bir gardiyanın % 50 işkence gördüğüne dair rapor verildiğini ve raporun dosyaya konduğunu söylediğini, Mahkeme tarafından sorulduğunda cezaevinin orada kalmadığı şeklinde cevap verdiğini ileri sürmüştür.
23. Başvurucu müdafii 4/5/2012 tarihli duruşmaya mazeret bildirerek katılmamıştır. Mahkeme, mazeretin reddine ve gelecek celsede hazır bulunması gerektiğine dair ihtaratlı davetiye yapılmasına karar vermiştir. Aynı duruşmada, başvurucunun Hizbullah terör örgütü üyeliğinden mahkȗmiyetine ilişkin Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararı da okunmuştur.
24. Başvurucunun hâkimin reddi talebinde bulunması üzerine dosyayı inceleyen İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi 8/6/2012 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Bu kararın tebliğ alınmasında imtina edilmiştir.
25. Başvurucu müdafiinin hüküm duruşmasına katılmayacağını telefonla beyan ettiği ve Mahkeme kalemi tarafından bu hususta tutanak düzenlendiği anlaşılmaktadır.
26. Mahkeme, başvurucu müdafiinin 11/6/2012 tarihli duruşmaya gelmemesi üzerine zorunlu müdafiin duruşmada bulunması gerekiyor ise de bu kuralın usul hukukunda verilen hak ve yetkilerin kötüye kullanılması olduğunu ve nihai kararın verilmesini engelleme hakkı tanımayacağını belirterek yargılamaya devam etmiştir. Mahkeme, tutanak uyarınca müdafiin hâkimin redditalebinin reddine ilişkin kararı tebliğ almadığı ve mazeretsiz olarak duruşmaya iştirak etmediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmasına ve disiplin soruşturması için bildirim yapılmasına karar vermiştir. Son savunması sorulan başvurucu, bir önceki celsede hazır olmadığından karar verileceğini bilmediğini söylemiş ve savunmasını hazırlamak için süre talep etmiştir.
27. (Kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 11/6/2012 tarihli ve E.2008/308, K.2012/131 sayılı kararı ile başvurucunun anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, birbirinden çok farklı tarihlerde alınan ifadelerinde başvurucunun, diğer sanık O.E.nin ve başka dosyanın sanıkları R.Y., R.D. ve İ.E.nin öldürme ve cesedin taşınması olayına dair tutarlı ifade verdiklerine dikkat çekmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112 sayılı dosyasında yargılanan İ.E. ile başvuruya konu dosyanın sanıklarının ifadeleri arasında maktülün öldürülüş anına dair çelişki bulunduğunu kabul etmiştir. Mahkeme bununla birlikte başvurucu ile diğer sanık O.E.nin ifadelerinin birbiriyle uyumlu olduğunu, diğer dosya sanığı R.Y.nin ifadesinin, maktülün dedesinin ifadesinin ve otopsi raporunun başvurucunun beyanlarını destekler mahiyette olduğunu belirterek başvurucunun ve O.E.nin kollukta verdikleri ifadelerini esas almıştır.
28. Mahkeme, dosya içindeki adli raporlarda kötü muamele iddialarını destekleyen bir bulgu bulunmadığını ve sanıkların iddialarının soyut kaldığını değerlendirmiş; sanıkların suçtan kurtulmak için böyle bir savunma yaptıkları sonucuna ulaşmıştır.
29. Başvurucu, diğer hususların yanısıra, öldürme olayına ilişkin Mahkemelerin çelişkili kabullerinin olduğunu, talebine rağmen gözaltında müdafi atanmadığını, müdafi yokluğunda ve işkence altında verilen kolluk ifadelerine dayanıldığını, işkence iddialarına ilişkin kurumlarla yapılan yazışmalardan bir sonuç elde edilemediğini, Bursa'da tutuklu kaldığı tüm cezaevlerinden sorularak bu raporların temin edilmesi gerektiğini, daha erken tarihlerde yazışma yapılsaydı ilgili kayıtlara ulaşılabileceğini, örgüt üyeliği suçundan başka bir mahkeme tarafından mahkȗm edildiğinden mevcut yargılamanın mükerrer olduğunu, Mahkemenin hâkimin reddine ilişkin kararı tebliğ etmeksizin yargılamaya devam ettiğini belirterek kararı temyiz etmiştir.
30. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 18/12/2013 tarihli veE.2013/7008, K.2013/14931 sayılı ilâmıyla kararı düzelterek onamıştır. Yargıtay, suçların mahiyetleri gereği başvurucunun ayrıca silahlı terör örgütüne üyelikten de mahkȗm edilemeyeceği gerekçesiyle Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin hükmettiği cezanın mahsup edilmesine hükmetmiştir. Yargıtay ilâmı 18/12/2013 tarihinde tefhim edilmiştir.
31. Başvurucu, nihai karardan 5/2/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Dosya içinde başvurucunun daha erken bir tarihte kararı öğrendiğini gösteren bir belgeye rastlanmamıştır.
32. Başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
33. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 30/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu, yaklaşık on üç yıl tutuklu kaldığını ve azami tutukluluk süresinin aşıldığını, gözaltındayken müdafi atanmadığını, kendisinin ve diğer kişilerin kollukta müdafileri olmadan ve işkenceye dayalı verdikleri ifadelere istinaden hakkında mahkȗmiyet kararı verildiğini, zamanında araştırma yapılmaması nedeniyle işkenceyi kanıtlayacak kayıtlara ulaşılamadığını, Mahkemenin maddi gerçekliği değil suçluluğunu ispatlamayı amaçladığını, sunduğu delillerin dikkate alınmadığını ve soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin reddedildiğini, hâkimin reddi talebinin reddine ilişkin kararın tebliğ edilmesini beklemeksizin Mahkemenin yargılamaya devam ettiğini, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin örgüt üyeliğinden mahkȗmiyetine hükmetmesi nedeniyle somut başvuruya konu yargılamanın mükerrer olduğunu, hakkındaki davanın uzun sürdüğünü ve bu hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurduğunu belirterek hukuk güvenliği ilkesinin, masumiyet karinesini, savunma ve makul sürede yargılanma hakkını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının, suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca son duruşmada yasa hükümlerine aykırı biçimde müdafi bulundurulmadığını ve M.S.nin öldürülmesine dair Mahkemelerin çelişkili kararlar verdiğini belirtmiştir.
36. Başvurucu, bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesine ve 200.000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun tutukluluğuna yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı; gözaltında kendisine müdafi atanmadığına, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan ifadelere dayalı cezalandırılmasına karar verildiği, delillerinin dikkate alınmadığı ve soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin kabul edilmediği, hâkimin reddi talebinin reddine ilişkin karar tebliğ edilmeksizin yargılamaya devam edildiği yönündeki iddialarının müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkı; yargılamanın uzun sürdüğü hususundaki iddiasının makul sürede yargılanma hakkı; örgüt üyeliği nedeniyle iki farklı mahkemede yargılanıp mahkȗm edildiğine ilişkin iddiasının aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, azami tutukluluk süresinin aşıldığını ve tutukluluğunun uzun sürdüğünü ileri sürmüştür.
39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
40. Somut olayda başvurucunun bir suç isnadına bağlı tutukluluğunun 23/9/2012 tarihinden önce İlk Derece Mahkemesinin karar verdiği 11/6/2012 tarihinde sona erdiği anlaşılmıştır (bkz. § 27).
41. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Aynı Suçtan İki Kez Yargılanmama ve Cezalandırılmama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu, hâlihazırda başka bir mahkemece örgüt üyeliğinden suçlu bulunduğunu ve somut başvuruya konu yargılamanın mükerrer olduğunu ileri sürmüştür.
43. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ..."
44. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
45. Belirtilen hükümlere göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) veya Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
46. Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol"ün 4. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkûm edilemez."
47. Aynı suçtan iki kez yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olması dolayısıyla bu hakkın anayasal korumadan faydalanacağı düşünülebilir (ABP Gıda San. Tur. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/72, 25/3/2015, § 20). Bununla birlikte belirtilen ilkeyi özel olarak koruyan ek 7 No.lu Protokol'e Türkiye henüz taraf değildir. Bu itibarla başvurucunun hak iddiasının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının haricinde kaldığı anlaşılmaktadır.
48. Öte yandan ek Protokol'e taraf olmayan devletlere karşı yapılan bazı başvurularda "ne bis in idem" ya da "non bis in idem" ilkesi Sözleşme'yle korunan haklar bağlamında da ileri sürülmüştür.
49. AİHM, bahse konu ilkenin münhasıran Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 4. maddesinde korunduğunu ve Sözleşme'de yer alan diğer maddelerin aynı suçtan iki kez yargılanmama ya da cezalandırılmama şeklinde bir hak bahşetmediğini belirterek bu tür şikâyetlerin konu bakımından yetkisinin haricinde kaldığına hükmetmiştir (S./Almanya, B. No: 8945/80, 13/12/1983, s. 43, 47; Ponsetti ve Chesnel/Fransa (k.k.), B. No: 36855/97, 41731/98, 14/9/1999; Öngün/Türkiye (k.k.), B. No: 15737/02, 10/10/2006; Ruotsalainen/Finlandiya, B. No: 13079/03, 16/6/2009, § 59).
50. Dolayısıyla başvurucunun aynı suçtan iki kez yargılandığı yönündeki iddiasının adil yargılanma hakkı altında incelenmesi de mümkün değildir. Aksi bir yaklaşım belirtilen ilkenin Sözleşme'yle teminat altına alınanlardan farklı bir hak olarak ek 7 No.lu Protokol içinde düzenlenmesiyle ve anılan Protokol'e taraf olmamak suretiyle ortaya konulan iradeyle bağdaşmaz (İffet İnci Gültekin, B. No: 2013/9585, 9/3/2016, § 45).
51. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddiasının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
52. Başvurucu, mahkȗmiyetiyle sonuçlanan yargılama esnasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından faydalanma bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Başvurucu, yargılama süresinin uzunluğu hususunda AİHM'e başvuru yaptığını belirtmiştir. Bununla birlikte, AİHM'in resmî arama motoru olan HUDOC'ta yapılan araştırmada başvurucu adına verilmiş bir karara ya da görüş için tebliğ edilmiş bir belgeye rastlanmamıştır. Bu itibarla başvurucunun mağdur sıfatını kaybedip kaybettiğine ilişkin bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
54. Sonuç olarak açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkıyla Bağlantılı Biçimde Hakkaniyete Uygun Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
55. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra gözaltında tutulduğu sürede kendisine bir müdafi atanmadığını ve müdafi yokluğunda alınan ifadelerin hükme esas alındığını belirterek müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
56. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
57. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:
"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
...
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek."
58. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme'nin 6. maddesi hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).
59. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).
60. Şüpheliye, kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Her davanın kendine özgü koşulları çerçevesinde zorunlu sebepler ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir ise de bu hâllerde dahi suç şüphesi altındaki kişinin savunma hakkına telafisi mümkün olmayacak şekilde zarar verilmemesi gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, § 118).
61. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir avukat yardımından yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı bir avukatın yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir. Müdafiden yararlanma hakkı esasen kamu makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Salduz/Türkiye, § 54).
62. Avukattan yararlanma hakkı esasen iddia makamının, sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Kolu/Türkiye, B. No: 35822/97, 2/8/2005, § 51; Salduz/Türkiye [BD], § 54). Bir yargılamanın kendini suçlamama imtiyazının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında avukat erişiminin sağlanıp sağlanmadığıdır (Jalloh/Almanya, § 101). AİHM, bu bağlamda tutuklunun avukat yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye [BD], § 54).
63. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).
64. Somut olayda, başvurucu 2/12/2001 ile 17/12/2001 tarihleri arasında gözaltında kalmıştır (bkz. §§ 9, 12).
65. Başvurucunun gözaltında tutulduğu dönemde, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabilmekteydi. Anılan tarihlerde, ilgili mevzuatta bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar için normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânı tanınmamıştır. Bu itibarla, başvurucunun gözaltı süresince müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır (Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 144). Gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlanmasına olanak tanımayan bir düzenlemeye dayanan uygulamanın müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağdaşmayacağı açıktır.
66. Başvurucunun iddialarının bir kısmı müdafi yokluğunda kollukta verilen ifadelerinin hükme esas alındığına ilişkindir.
67. Başvurucu, müdafi yardımından yararlanmadığı kolluk aşamasında alınan ifadesinde Hizbullah terör örgütü içindeki konumuna ve bu kapsamda M.S.nin öldürülmesi eylemine katıldığına dair beyanlarda bulunmuştur. Bu süre içinde başvurucuya yer gösterme ve teşhis işlemleri de yaptırılmıştır (bkz. §§ 10, 11). Bununla birlikte Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ve Mahkeme önünde kolluktaki beyanlarını kabul etmemiştir (bkz. §§ 13, 16). Başvurucuyla birlikte aynı davada yargılanan O.E. de kolluk aşamasında başvurucunun ve kendisinin M.S.nin öldürülmesi eylemine iştirak ettiğini belirtmiş fakat yargılama aşamasında bu beyanlarını reddetmiştir (bkz. §§ 15, 17).
68. Başvurucunun mahkȗmiyetine hükmedilirken İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/112 sayılı dosyasında yargılanan R.D., R.Y. ve İ.E. isimli kişilerin beyanlarına da dayanıldığı fakat bu ifadelerin de 2000 yılında kollukta verilen ifadeler olduğu görülmektedir (bkz. § 21). Mahkeme kararında, bu kişilerin kollukta müdafi yardımından faydalanıp faydalanmadıklarına veya yargılama aşamasında bu ifadelerini kabul edip etmediklerine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
69. Yukarıda değinilen kolluk ifadeleri dışında otopsi raporu ile maktülün dedesinin ifadesi de karara esas alınmıştır (bkz. § 27). Ancak başvurucuyu öldürme olayıyla ilişkilendirilmesi bakımından bu delillerin müdafi olmaksızın kollukta alınan beyanların kararın verilmesinde oynadığı esaslı rolü geçersiz hâle getirdiği söylenemez. Öte yandan 5271 sayılı Kanun'un 148. maddesi uyarınca bu beyanların hâkim veya mahkeme huzurunda doğrulanıp doğrulanmadığına ve kabul edilmeyen beyanlar yönünden maddenin (4) numaralı fıkrasındaki kısıtlamanın neden uygulanmadığına ilişkin yapılmış bir değerlendirme de bulunmamaktadır
70. Bu itibarla müdafi yokluğunda verildiği anlaşılan kolluk ifadelerinin başvurucunun mahkûmiyetine gerekçe gösterilmesinin bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği açıktır. Ulaşılan sonuç doğrultusunda, işkence altında alınan ifadelere hükümde dayanıldığı da dahil olmak üzere başvurucunun bu başlık altında ileri sürdüğü diğer iddiaların incelenmesine gerek görülmemiştir.
71. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılama hakkının müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
72. Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun bir sürede sonuçlandırıldığını ileri sürmüştür.
73. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesi de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
74. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
75. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
76. Somut başvuruya konu yargılama başvurucunun gözaltına alındığı 2/12/2001 ile Yargıtayın onama ilamının verildiği 18/12/2013 tarihi arasında sürmüş yani 12 yıl 16 günde sonuçlanmıştır.
77. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
78. Başvuruya konu ceza davasının görece olarak karmaşık bir nitelik taşıdığı söylenebilirse de 12 yılı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
79. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
80. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
81. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.
82. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
83. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
84. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma ve yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK250. madde ile görevli) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
H. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından
başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAFTUTULMASINA 30/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.