TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYDEMİR GÜVENER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15223)
|
|
Karar Tarihi: 5/10/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Aydemir
GÜVENER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle mahkeme
kararıyla Hazine adına tescil edilen taşınmazın 17/10/1983 tarihli ve 2924
sayılı mülga Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun'un
ek 1. maddesi uyarınca bedelsiz olarak önceki malik adına tescili isteminin
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; bu sebeple açılan davanın uzun sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1934 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.
A. Başvurucunun
Taşınmazın Mülkiyetini Kaybetmesi
9. Başvurucu, 1944 yılında 14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı
mülga İskan Kanunu uyarınca bedeli karşılığında H.G. isimli şahıs adına tescil
edilen İstanbul ili Ümraniye ilçesi Cemil Meriç Mahallesi'nde kâin 112 ada 4
parsel sayılı taşınmazı 4/3/1976 tarihinde satın almıştır.
10. Hazine tarafından 7/2/1985 tarihinde taşınmazın orman
sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle Hazine adına tescili istemiyle Üsküdür 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır.
Anılan Mahkemece 17/6/1991 tarihinde verilen karar sonucu taşınmaz Hazine adına
tescil edilmiştir.
B. Başvurucu Tarafından
İdari Yargıda Açılan Birinci Dava
11. Başvurucu, dosyadan tespit edilemeyen bir tarihte Orman
Bakanlığına yaptığı başvuru ile (olay tarihinde yürürlükte bulunan) 17/10/1983
tarihli ve 2924 sayılı mülga Orman Köylülerinin Kalkındırılmalarının
Desteklenmesi Hakkında Kanun'a 28/8/1991 tarihli ve 3673 sayılı Kanun'un 7.
maddesiyle eklenen ek 1. maddeyle getirilen "Bu
Kanun kapsamına giren yerler, 2510 ve 4753 sayılı Kanunlar gereğince Hazinece
bedeli tahsil edilerek kişilere dağıtılmış ve bu kişilere hükümsüz sayılan
kayıtlar karşılığında başkaca bir yer verilmemişse, bu kişilerden ikinci defa
bedel alınmaz." biçimindeki hükümle kendisine yeni bir hak
tanındığı gerekçesine dayanarak taşınmazın adına bedelsiz olarak tescili
isteminde bulunmuştur.
12. Başvurucunun talebi 21/2/2001 tarihli işlemle 2/B şerhinin
idari yoldan kaldırılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
Bununla birlikte başvurucuya cevap verilmeden önce idari mekanizma içinde bir
rapor hazırlanmıştır. Bu raporda, başvurucunun hak iddia ettiği taşınmazın 2924
sayılı mülga Kanun'un ek 1. maddesinde belirtilen şartları haiz olduğu kanaati
ifade edilmiştir.
13. Başvurucu tarafından 12/7/2001 tarihinde idari işlemin
iptali istemiyle İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır.
Mahkemenin 30/6/2003 tarihli kararıyla talebin esasının idarece
değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle idari işlem iptal edilmiştir. Kararın
gerekçesinde, idari başvurunun taşınmaz üzerinde bulunan 2/B şerhinin
kaldırılması istemine yönelik olmayıp 2924 sayılı mülga Kanun'un ek 1.
maddesinden yararlanılması talebini içerdiği açıklanmıştır. Mahkemeye göre idare
tarafından başvurucunun talebinin nitelendirilmesinde hataya düşülmüştür.
Mahkeme, idare bünyesinde hazırlanan rapora atıfla başvurucunun ek 1. maddedeki
şartları taşıdığından ve Hazine adına tescil edilen taşınmaz yerine başka bir
taşınmaz da verilmediğinden işlemde mevzuata uygunluk bulunmadığı kanaatine
ulaşmıştır.
14. Bu karar Danıştay Sekizinci Dairesinin (Daire) 30/11/2004
tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de Dairenin 18/10/2005 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
C. Başvurucu Tarafından
İdari Yargıda Açılan İkinci Dava
15. Başvurucu 30/11/2005 tarihinde idari yargı kararının
kesinleştiğini belirtmek suretiyle 2924 sayılı mülga Kanun'un ek 1. maddesi
uyarınca taşınmazın bedelsiz olarak adına tescili istemiyle tekrar idareye
başvurmuştur.
16. Talep 27/12/2005 tarihli işlemle reddedilmiştir. Cevap
yazısında, taşınmazın 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2.
maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi (2/B) kapsamında olduğu kabul edilmiş
ancak Anayasa Mahkemesinin 4/10/2002 tarihli ve 24896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 23/1/2002 tarihli ve E.2001/382,
K.2002/21 sayılı kararıyla 2/B'ye ilişkin olarak Maliye Bakanlığına yetki
tanıyan 29/6/2001 tarihli ve 4706 Kanun'un 3. maddesinin iptal edilmiş olması
nedeniyle bu konuda yasal boşluğun bulunduğu belirtilmiştir. Yazıda,
yürürlükteki yasal düzenlemelere göre Orman Bakanlığının 2/B kapsamındaki
taşınmazların mülkiyetinin devri sonucunu doğuracak tasarruflarda bulunma
yetkisinin bulunmadığı ifade edilmiştir. Yazıda sonuç olarak başvurucunun
talebinin ancak yasal düzenlemelerle karşılanabileceği vurgulanmıştır.
17. Başvurucu bu işlemin iptali ve uğradığı 350.000 TL maddi,
200.000 TL manevi zararın tazmini istemiyle 26/6/2006 tarihinde aynı Mahkemede
dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, diğer iddiaların yanında önceki
Mahkeme kararının uygulanmadığından da yakınmıştır.
18. Mahkemenin 19/11/2008 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir.
Kararın gerekçesinde, 30/6/2003 tarihli kararın taşınmazın başvurucu adına
tescil edilmesi zorunluluğu getirmeyip başvurucunun talebinin idare tarafından
değerlendirilerek bir işlem tesis edilmesi sonucunu doğurduğu açıklanmıştır.
Mahkeme daha sonra 2924 sayılı mülga Kanun'un ek 1. maddesinin
uygulanabilirliğini incelemiştir. Mahkeme bu maddenin doğrudan
uygulanabilirliğinin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Mahkemeye göre bu hüküm
ancak 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi uyarınca
orman sınırları dışına çıkarılarak hak sahiplerine verilen taşınmazlara ilişkin
bedel ödenmesi gerekip gerekmediğinin değerlendirildiği aşamada uygulanma
kabiliyetine sahip olacaktır. Bunun için de öncelikle 2/B kapsamında satış
sürecinin başlaması gerekmektedir. Gerekçenin devamında somut olayda
başvurucunun hak iddia ettiği taşınmazın bulunduğu bölgede 2924 sayılı mülga
Kanun kapsamında herhangi çalışmanın başlatılmadığının altı çizilmiştir.
Başvurucu hakkında düzenlenen raporun ileride yapılacak çalışmada dikkate
alınabileceği görüşünü açıklayan Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin 23/1/2002 tarihli
ve E.2001/382, K.2002/21 sayılı kararıyla 4706 sayılı Kanun'un 3. maddesini
iptal etmiş olması dolayısıyla 2/B ile ilgili çalışma yapma imkânı tanıyan
yasal bir düzenlemenin de bulunmadığını belirtmiştir. Bütün bunları gözeten
Mahkeme, idari işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmış ve buna bağlı
olarak da tazminat istemini reddetmiştir.
19. Karar, Dairenin 26/6/2012 tarihli kararıyla onanmış; karar
düzeltme istemi de Dairenin 14/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai
karar 19/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 12/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
"Orman sayılan yerlerden:
...
B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen
bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe,
meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep
fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak
gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile
şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,
Orman sınırları dışına çıkartılır.
Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete
ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu
müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına
çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi
yapılır."
22. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
1007. maddesi şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin
bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
B. Uluslararası Hukuk
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hem kıyılar hem de
ormanlarla ilgili kararlarında, kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla
tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının kıyı kenar çizgisi ya da orman
alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal
edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu kararlarında
çevrenin korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının
korunması arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek
karşılığı ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna
ulaşmıştır (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, § 41).
24. AİHM, bir başvurucunun tazminat ödenmeksizin taşınmazının
elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin iddiasına
ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kasım 2009 tarihinde daha önceki
içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM'in bu
konudaki içtihatlarına dayanarak tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan
kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların
tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine
hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli,
niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate
alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru
yolunun düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve AİHS'e
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini
uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın
kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini
belirterek iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul
edilemez olduğuna hükmetmiştir (Altunay/Türkiye (k.k.),
B. No: 42936/07, 17/4/2012, §§ 36-38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 5/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu 4/3/1976 yılında satın aldığı ancak Üsküdar 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/6/1991 tarihli kararıyla orman sınırları içinde
kaldığı gerekçesiyle Hazine adına tescil edilen taşınmazın mülkiyetini,3673
sayılı Kanun'la 2924 sayılı mülga Kanun'a eklenen ek 1. maddeyle yeniden
kazanma imkânı doğduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, bu hüküm uyarınca
taşınmazın bedelsiz olarak iadesi yolunda yapılan idari başvurunun reddi
üzerine açılan davada lehine iptal kararı verildiği hâlde bunun
uygulanmadığından yakınmıştır. Bedeli karşılığında satın alınan taşınmaza
devlet tarafından bedeli ödenmeksizin el konulduğunu hatırlatan başvurucu,
Mahkeme kararının uygulanmaması üzerine açılan ikinci davanın reddedilerek ek
1. maddeyle getirilen taşınmazı geri alma hakkından mahrum bırakıldığını
belirtmiştir.
2. Değerlendirme
27. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda
bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi
koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
28. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
29. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir
(AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
30. Olayda başvurucuya ait taşınmazın orman sınırları içinde
kaldığı gerekçesiyle tapusu iptal edilerek taşınmaz Hazine adına tescil
edilmiştir. Tapulu taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi mülkiyet hakkına
müdahale teşkil etmekte olup mülkten yoksun bırakma niteliğindedir.
31. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması
gerekir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin
tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm
yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
32. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin
çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169.
maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek
bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin
geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Dolayısıyla başvurucunun taşınmazının
Hazine adına tescili suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni
dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan ormanların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararı bulunduğu tartışmasızdır
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
33. Başvurucunun orman vasfı taşıdığı anlaşılan tapulu taşınmazı
Hazine adına tescil edilmek suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale, kanuna
uygun ve meşru bir amaç taşımakta ise de taşınmazın bedelinin ödenmemesi
başvurucuya ağır ve katlanılamaz bir külfet yüklemektedir. Ormanların
korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul
denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla
telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin
Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).
34. Bununla birlikte 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca müdahaleyle başvuruculara yüklenen külfetin
telafisine yönelik olarak varsa kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.
35. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi tapu sicilinin
tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın
doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına
almıştır. Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına
dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun,
kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden
de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye
Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41-42;
Hatice Avcı ve diğerleri, B. No:
2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76). Buna göre tapu ve kadastro işlemleri nedeniyle
zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince zararlarının
tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi
gereğince on yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adli yargıda dava
açabilirler (Nazmiye Akman, §
27).
36. Somut olayda başvurucunun 4721 sayılı Kanun’un 1007.
maddesine dayanarak tazminat davası açtığına dair herhangi bir bilgi veya
belgenin bireysel başvuru dosyasına sunulmadığı görülmektedir. Bu anlamda adil
dengenin sağlanmasında etkili olduğu tespit edilen yargısal yollara
başvurulmadığından başvuru yollarının usulünce tüketildiği söylenemez.
37. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının
yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel
başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, yargılamanın dokuz yıl sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 45, 47).
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
42. Anılan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yedi yıl on bir
ay devam eden yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
44. Başvurucu, lehine olan ilk mahkeme kararının uygulanmaması
nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının; sürekli dava açmak mecburiyetinde
bırakılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; tazminat talebinin Mahkemece
reddedilmesi nedeniyle etkili başvuru hakkının; aynı yerde bulunan diğer
taşınmaz maliklerine ilişkin benzer bir sürecin işlememesi nedeniyle eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini öne sürmektedir.
45. Somut olayda başvurunun özgürlük ve güvenlik hakkı, özel
yaşama saygı hakkı ve etkili başvuru hakkıyla ilgisi tespit edilmediğinden bu
haklar yönünden bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
46. Öte yandan ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için
başvurucunun kendisi ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile
kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu
farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil,
cinsel yönelim ve benzeri ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekmekte olup somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki
iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme
yapılmamıştır.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
47. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
48. Başvurucu 294.250.000 avro maddi ve 190.150.000 avro manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
49. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik
kararı verildiğinden buna yönelik tazminat isteminin reddi gerekir.
50. Başvuruda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
51. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 8.400 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun diğer iddialarının incelenmesine GEREK
OLMADIĞINA,
D. Başvurucuya net 8.400 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE;
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin İstanbul 3. İdare Mahkemesine
(E.2006/2061) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
5/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.