TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NEVZAT ÇETİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15248)
|
|
Karar Tarihi: 16/2/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe
GÜLTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Nevzat ÇETİN
|
Vekili
|
:
|
Av. İhsan
ASLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa
itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının; özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul
sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 19/3/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve 23/3/2008
tarihinde tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga 250.
madde ile görevli) 7/7/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında,
"Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kamu görevlisini kasten
öldürme ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla
kamu davası açılmıştır. Dava, (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK
mülga 250. madde ile görevli) E.2008/390 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
9. Başvurucu hakkında, "terör örgütüne üye olma"
suçunu işlediği iddiasıyla açılan ve yargılaması (kapatılan) Diyarbakır 5. Ağır
Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli) E.2008/347 sayılı
dosyasında devam eden kamu davası, 30/10/2008 tarihli karar ile (kapatılan)
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli)
E.2008/390 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya E.2008/390 sayılı
dava dosyası üzerinden devam edilmiştir.
10. Başvurucu hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
(CMK mülga 250. madde ile görevli) 19/8/2010 tarihli iddianamesi ile "kamu
görevlisini kasten öldürmeye teşebbüs" suçunu işlediği iddiasıyla kamu
davası açılmış, bu dava da (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin
(CMK mülga 250. madde ile görevli) 3/9/2010 tarihli kararı ile Mahkemenin
E.2008/390 sayılı dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya E.2008/390 sayılı
dava dosyası üzerinden devam edilmiştir.
11. Mahkeme, 27/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun; Devletin
birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan bir kez ağırlaştırılmış müebbet
hapis, kamu görevlisini kasten öldürme suçundan iki kez müebbet hapis, kamu
görevlisini kasten öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 10 yıl 10 ay hapis, kamu
görevlisini kasten öldürmeye teşebbüs suçundan bir kez 16 yıl 8 ay hapis, 6136
sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 562 TL adli para
cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir.
12. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 11/6/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Mahkemenin 16/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
14. Başvurucu; hakkında yürütülen yargılamada kanuni tutukluluk
süresinin aşıldığını, tutukluluğa itiraz yolunu etkin olarak kullanamadığını
belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
15. Bireysel başvuruların 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler ya da yurt
dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013,
§§ 18, 19).
16. Kişi, serbest bırakılmadan yargılandığı davada ilk derece
mahkemesinin kararıyla mahkûm olmuşsa mahkûmiyet tarihi itibarıyla kişinin
tutukluluk hâli sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru
incelemesi açısından tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi
arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla
isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği
kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya
para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç
şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hâli sona ermektedir.
Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim
gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gerekse Yargıtay mahkûmiyet kararı
sonrası tutulma hâlini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece
mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın söz konusu mahkûmiyet kararından
sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 5.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca mahkûmiyet sonrası tutma olarak
değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 33).
17. Bir suç isnadına bağlı olarak tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez
yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 66)
18. Bu kapsamda bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma durumunda, yapılacak bireysel başvurunun
ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her
aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında,
nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi
içinde yapılması gerekir. AİHM de mahkûmiyet kararından itibaren altı ay içinde
yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun süresinde
olmadığını belirtmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atalay Öztürk/Türkiye (k.k.),
B. No: 54890/09, 7/1/2014, §§ 37-41).
19. Başvurucu hakkında yürütülen yargılamada, (kapatılan)
Diyarbakır6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli)
27/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiş; temyiz
üzerine hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/6/2014 tarihli ilamıyla
onanmıştır.
20. Buna göre İlk Derece Mahkemesinin 27/11/2012 tarihli
mahkûmiyet ve tutukluluğun devamı kararı ile başvurucunun tutukluluk hâli sona
ermiştir. Bu karar başvurucu vekiline aynı tarihte tefhim edilmiş olup
başvurucu, anılan karara karşı itiraz kanun yoluna başvurduğuna dair bilgi veya
belge de sunmamıştır. Bu belirlemeler karşısında tutuklulukla ilgili
şikâyetleri içeren bireysel başvurunun İlk Derece Mahkemesinin nihai kararını
verdiği 27/11/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken
10/9/2014 tarihinde yapılması nedeniyle başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna
varılmıştır.
21. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Kanuni Hâkim Güvencesi İlkesinin İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu, özel yetkili mahkemede yargılanması sebebiyle
kanuni hâkim güvencesinin gözetilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
23. Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkının bir
unsuru olarak yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini
isteme hakkından açıkça söz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla
beraber (AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin
yasayla kurulması gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir
hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin
kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim
güvencesinin değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır.
24. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri
ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal düzenleme ile ve dava konusu olay
ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi
kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak
bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele
alınmaktadır (AYM, E.2002/170, K.2004/54,5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166,
20/11/2008).
25. Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi
içinde yer alan konuların belirlenmesini değil her bir mahkemenin kuruluşu ve
yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin
organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev
ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya
koymaktadır (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 80).
26. Başvuruya konu olayda, başvurucunun sanık olarak
yargılandığı kamu davası, ilgili kanun hükümleri çerçevesinde kurulmuş olan
mahkemelerde yine daha önceden belirlenmiş usul kurallarına göre yürütülmüş ve
sonuçlandırılmıştır. Bu nedenle kanuni hâkim güvencesi ilkesine ilişkin açık ve
görünür bir ihlal bulunmamaktadır.
27. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
28. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
30. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken, sürenin
başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı
gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak
ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden
davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili
kararını verdiği tarih esas alınır (B.E.,
B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34)
31. Somut olayda başvurucu 19/3/2008 tarihinde gözaltına alınmış
ve 23/3/2008 tarihinde tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
(CMK mülga 250. madde ile görevli) 7/7/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucu
hakkında, "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kamu görevlisini
kasten öldürme ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediği
iddiasıyla kamu davası açılmış, dava, (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli) E.2008/390 sayılı dosyasına
kaydedilmiştir. Başvurucu hakkında, "terör örgütüne üye olma ve kamu
görevlisini kasten öldürmeye teşebbüs" suçlarından açılan davalar,
Mahkemenin E.2008/390 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya
E.2008/390 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Mahkemece 27/11/2012
tarihli karar ile başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiş, karar Yargıtay 9.
Ceza Dairesinin 11/6/2014 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.
32. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 19/3/2008 tarihi ile
suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği 11/6/2014 tarihi arasında geçen
süre yaklaşık 6 yıl 3 aydır.
33. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin
olarak mutlak bir süreye göre değerlendirme yapılmamakta, her davanın
özelliğine göre makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenmektedir. Davanın
karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların
yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın
süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
34. Yargılamanın karmaşıklığını değerlendirirken davanın hem
hukuki hem de maddi açıdan bütün yönleri ele alınmalı; davanın konusunun
karmaşıklığı, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, delillerin toplanmasında
karşılaşılan engel, maddi olayların karmaşıklığı, sanıkların ya da isnat edilen
suçların veya tanıkların sayısı, davanın uluslararası unsurları, bilirkişi
deliline ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi gibi birçok unsur incelenmelidir.
Davanın taraflarının ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumları
açısından ise ceza davalarında sanık, adli makamlarla aktif bir iş birliği
yapmak zorunda olmadığı gibi hukuk sisteminin sunduğu savunma imkânlarını
kullandığı için de kusurlu bulunamaz. Diğer taraftan devlet, kendi idari ve
yargısal organlarına yüklenebilecek gecikmelerden sorumludur (Murat Öztürk, B. No: 2014/2454, 4/11/2014,
§§ 52, 53).
35. Somut olayda 19/3/2008 tarihinde gözaltına alınarak
23/3/2008 tarihinde tutuklanan başvurucu hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığının (CMK mülga 250. madde ile görevli) 7/7/2008 tarihli iddianamesi
ile Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kamu görevlisini kasten
öldürme ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla kamu
davası açılmıştır. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde
ile görevli) E.2008/390 sayılı dosyasına kaydedilen dava ile başvurucu hakkında
terör örgütüne üye olma ve kamu görevlisini kasten öldürmeye teşebbüs
suçlarından açılan iki kamu davası birleştirilmiştir. Yargılamaya başlayan
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince davanın tensip zaptının düzenlenmesinden
sonra ortalama ikişer aylık aralıklarla toplam yirmi altı duruşma yapıldığı,
sanığın savunması ile dört tanık ve dokuz müştekinin beyanlarının alındığı,
30/10/2008 ve 3/9/2010 tarihlerinde iki farklı dava dosyasının bu dava dosyası
ile birleştirildiği, yargılama süresince dosyanın incelemeye alındığı herhangi
bir duruşmanın olmadığı belirlenmiştir. Mahkemece; başvurucunun terör örgütünün
yapılanmasına ilişkin kapsamlı anlatımları ile savunması, kamu görevlilerinin
öldürülmesi ve kamu görevlilerini öldürmeye teşebbüs olaylarına ilişkin
bilirkişi raporları, arama ve el koyma, ölü muayene ve otopsi ile olay
tutanakları da dikkate alınarak 27/11/2012 tarihli karar ile başvurucunun;
Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan bir kez ağırlaştırılmış
müebbet hapis, kamu görevlisini kasten öldürme suçundan iki kez müebbet hapis,
kamu görevlisini kasten öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 10 yıl 10 ay hapis,
kamu görevlisini kasten öldürmeye teşebbüs suçundan bir kez 16 yıl 8 ay hapis,
6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 562 TL adli para
cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği tespit edilmiştir. Temyiz üzerine
kararın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/6/2014 tarihli ilamıyla onanarak
kesinleştiği anlaşılmıştır.
36. Sonuç olarak soruşturma ve yargılama safhalarıyla temyiz
süreci birlikte değerlendirildiğinde, yargılama faaliyetlerinde hareketsiz
kalınan bir dönemin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun
olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür.
37. Yargılama süresinin makul olup olmadığının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gereken
davadaki sanık, müşteki ve tanık sayıları, dosyada birleştirme kararı verilip
verilmediği, davanın karmaşıklığı, atılı suçların vasıf ve mahiyeti, söz konusu
suçlar için öngörülen cezaların miktarı, maddi olayların karmaşıklığı ve yazılı
delillerin hacmi gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut
başvuru bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kanuni hâkim güvencesi ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
16/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.