TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUHTEREM TURANTAYLAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15253)
|
|
Karar Tarihi: 9/5/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 12/6/2018-30449
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin Kuz
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin
MECEK
|
Başvurucu
|
:
|
Muhterem
TURANTAYLAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Süleyman
ETLİK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; polis memuruna yöneltilen darp, hakaret ve tehdit
suçlamaları sonucunda verilen beraat kararının ve ceza verilmesine yer
olmadığına dair kararın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal
ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Olaya İlişkin Genel
Bilgiler
9. 1980 doğumlu olan başvurucu, İstanbul'un Aksaray semtinde
lokanta işletmektedir.
10. Başvurucu 14/5/2006 tarihinde öğle vakti işyerine gelen ve
işyerinde çalan müzikten rahatsız olan dört polis memurundan birinin darp,
tehdit ve hakaretine maruz kaldığı iddiasıyla 15/5/2006 tarihinde Fatih
Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunmuştur. Polis memurunun
kullandığı motosikletin plakasına dilekçesinde yer veren başvurucu, olay
esnasında çalan müzik parçalarının da aralarında bulunduğu CD’leri dilekçe
ekinde sunmuştur.
11. Olay günü ekipte görevli polis memurları ve bu polis
memurlarının fotoğraflarını motosikletin plakasından tespit eden İstanbul
Emniyet Müdürlüğü bu bilgileri Savcılığa göndermiştir.
B. Başvurucunun Adli
Raporları
12. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 14/5/2006 ve Fatih
Adli Tıp Şube Müdürlüğünün başvurucu hakkındaki 17/5/2006 tarihli raporunda;
sağ omuzda hiperemi
(kanlanma), sağ cruristte
(bacak) hassasiyet ve hareket kısıtlılığına sebep olan travmaya bağlı yumuşak
doku lezyonlarının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikte olduğu
bildirilmiştir.
C. Müştekilerin Beyanları
13. Müşteki (başvurucu); olay günü -Yunus tabir edilen-
motosikletli ve resmî elbiseli dört polis memurunun işyerine geldiğini, yemek
yediklerini, bilgisayarda çalan, bir kısmı Kürtçe olan müzik parçalarından
rahatsızlık duyan uzun boylu, esmer polisin müzik değiştirme isteğini yerine
getirdiğini, sanatçı A.K.nın bir parçasını
çalmasından dolayı “Sen A.K.yi
nasıl dinlersin!” diye çıkıştığını, çıkarken kendilerini de dışarı
çağırdığını, “Sen nasıl Kürtçe parça
dinlersin, A.K. dinlersin!” diyerek tekme tokat kendisini darbettiğini, ayrıca hakaret ve tehdit edildiğini
söylemiştir. Başvurucu, işyerinden getirdiği tüm müzik CD’lerini Savcılığa
ibraz etmiş; Savcılık sadece olayla ilgili CD’yi incelemiş;
Kürtçe halk müziği parçaları, A.K. ve diğer bazı sanatçıların parçalarının
CD’de yer aldığını tespit etmiştir. Başvurucu 5/7/2006 tarihinde, Savcılıkta
gösterilen fotoğraflar üzerinden şüpheli Polis İ.O.D.yi
teşhis etmiştir.
14. Müşteki A.Y.; lokantada garson olarak çalıştığını, polisler
geldiğinde lokantada A.K.nın şarkılarının
çalındığını, içlerinden birinin “Gel ulan
buraya!” diye kendisini çağırdığını, müziğin değiştirilmesini
istediğini, bunu başvurucuya iletince çeşitli sanatçıların parçalarından oluşan
CD’deki müziğin az sonra değişeceğini ifade ettiğini, aynı polis tekrar
çağırdığında patronuyla (başvurucu) birlikte masalarına gittiklerini, polisin
patrona “S.. git, mekanı başına yıkarız!” diyerek
kendisine hakaret ettiğini ve kendisini tehdit ettiğini, çıkarken patronunu,
kendisini ve diğer Garson M.D.yi lokantanın önüne
çıkararak evire çevire dövdüklerini, tüfeğin dipçiğiyle başvurucuya
vurduklarını, kendisinde darp izi mevcut olmadığından rapor almadığını
belirtmiştir.
15. Müşteki M.D.; polislerin silahın dipçiğiyle patrona
vurduklarını, Garson A.Y. ile patronu dövdüklerini ancak kendisini
dövmediklerini, her üçüne de hakaret ettiklerini söylemiştir.
D. Tanık Anlatımları
16. Olay sırasında motorize ekipte görevli polis memurları E.G.,
Ü.B. ve V.K.; yemek için girdikleri lokantada rahatsız edecek şiddette müzik
çalınca Ekip Şefi Polis Memuru İ.O.D.nin (sanık)
garsona müziğin sesini kısmasını rica ettiğini ancak bu isteğin yerine
getirilmediğini, lokantadan ayrılmak üzereyken başvurucunun “İstediğim müziği çalarım, beğenmiyorsa çık git!” diye
karşılık verdiğini, hakaret, tehdit ve kavga olmadığını söylemişlerdir.
17. Lokanta müşterilerinden Ö.O.; Yunus ekibinde görevli polislerin
içeri girer girmez nezaketsiz hareketleriyle herkesin dikkatini çektiğini, üst
kata gelerek bir masayı boşalttırdıklarını, bir süre sonra çalan müziği
beğenmeyip kaba bir üslupla garsondan müziğin değiştirilmesini istediklerini,
müştekinin polislerin bulunduğu üst kata gelerek çalan müziğin yasak olmadığını
izah etme çabasındayken iri yarı polisin müştekiyi iterek sokağa çıkardığını,
müştekiye tekme ve yumruk attığını, hakaret ettiğini, polislerin “Sana ekmek yedirmeyeceğiz!” diye
müştekiyi tehdit edip gittiklerini açıklamıştır.
18. Lokanta Aşçısı H.E.; mutfakta çalıştığı sırada duyduğu
gürültü üzerine dışarı çıktığında yüzünü seçemediği bir polisin müştekiye
küfrettiğini, “Burada ekmek yedirmeyeceğiz!”
dediğini ancak yaralama anını görmediğini söylemiştir.
19. Lokanta Bulaşıkçısı D.A. soruşturmada; bulaşık yıkarken
dışardan gelen bağırtılar üzerine çıktığında bir polisin müştekilerin üçünü
birden tekme tokat dövdüğünü ve onlara hakaret ettiğini ifade etmiştir. Bu
tanık kovuşturma safhasında polisin sadece başvurucuyu dövdüğünü söylemiştir.
20. Başvurucunun amcasının oğlu R.T.; lokantanın kasasında
başvurucuya yardım ederken üniformalı polis memurlarının geldiğini, yemek alıp
üst kata çıktıktan sonra garsonlardan birinin yanına gelerek polisin müziği
değiştirmesini talep ettiğini söyleyince bu isteği yerine getirdiğini, kısa bir
süre sonra garsonun tekrar yanına geldiği sırada polislerden birinin müştekiye
ve iki garsona hakaret ettiğini, onları dövdüğünü söylemiştir. Tanık, fotoğraf
üzerinden şüpheli İ.O.D.yi teşhis etmiştir. Tanık,
duruşma sırasında polisin sadece başvurucuyu darbettiğini
açıklamıştır.
E. Sanık Savunması
21. Sanık İ.O.D.; öğle yemeği için girdikleri lokantada gerek
müşterilerin gerekse çalışanların kendilerine yadırgayıcı gözle baktıklarını,
yüksek sesli müziğin kısılmasını rica ettiklerini, müziğin kasadan
ayarlandığını söyleyen garson yanlarından ayrılınca sesin daha da arttığını,
işyeri sahibi olduğunu düşündüğü kişiye yaptıklarının hatalı olduğunu
söylemelerinden sonra “Beğenmezseniz çekin
gidin!” şeklinde kendilerine cevap verildiğini, hakaret, tehdit ve
kavga olmadığını belirtmiştir.
F. Şüpheli Hakkında
Yapılan Disiplin Soruşturması, Açılan Dava ve Verilen Kararlar
22. İstanbul İl Polis Disiplin Kurulunca 3/11/2006 tarihinde,
polisler hakkında müştekinin beyanı dışında delil bulunmadığından ceza
verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
23. Şüpheli İ.O.D. hakkında müştekilerin üçüne karşı hakaret ve
basit yaralama, başvurucuya karşı ayrıca tehdit suçundan 24/5/2007 tarihinde
kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:
“…
Müşteki Muhterem Turantaylak’ın
alınan Adli Tıp raporunda mevcut yaralanmasının yaşamsal tehlike oluşturmadığı ve
basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirlenmiş,
diğer şikâyetçilerde ise iz bırakan yaralanma oluşmadığı belirlenmiş, bu
sebeple TCK 86/2. maddesi çerçevesinde değerlendirilmiştir.
…
Şüpheli görevli ile beraber görev yapan ve
tanık olarak ifadesi alınan sair emniyet görevlileri şüphelinin beyanını
doğrular mahiyette beyanda bulunmuşlar, lokanta çalışanları ile müşteriler
şikayetçilerin beyanını doğrular ifade vermişlerdir. Bu durumda iddia ile
konusunun tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde CMK 170/2. maddesinde
belirtildiği gibi iddianame düzenlemek için gerekli olan yeterli şüpheyi
oluşturduğu kanaatine varılmıştır.
…”
24. Fatih 2. Sulh Ceza Mahkemesi 2/12/2008 tarihinde sanığın
başvurucuya yönelen yaralama fiilinde kusuru bulunmadığından ceza verilmesine
yer olmadığına, diğer suçlardan ise delil yetersizliğinden beraatine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
“…
Mağdurun doktor raporunda ise sadece omuzda hiperemi, ayakta hareket kısıtlılığı olduğu ifade edilmiş,
başkaca darp cebir izinin bulunmadığı görülmüştür.
Tanık [D.A.] beyanında, müştekinin patronu olduğu, olay anında
patronlarına ana avrat küfür edilip, "sana burada ekmek
yedirmeyeceğim" diyerek tehdit edildiği ve tekme tokat dövüldüğü ifade
edilmiştir.
Diğer tanık [H.E.]nin de müştekinin yanında çalışanı olduğu anlaşılmakla
birlikte bu tanık da küfür ve tehdidi tekrarlamış, ancak vururken görmediğini
beyan etmiştir.
Tanık [R.T.]nin de mağdurun amcasının oğlu olduğu anlaşılmakla
birlikte o da beyanında mağdurun tekme tokat dövüldüğünü, küfür ve tehdit
edildiğini beyan etmiştir.
…
Ayrıca İstanbul Valiliği İl Polis Disiplin
Kumlunun 03/11/2006 tarih 3244 nolu kararında
sanıklar hakkında yapılan disiplin soruşturması neticesinde sanıklara ceza
tayinine mahal olmadığına dair karar verildiği görülmüştür.
Mahkemece yapılan yargılama neticesinde,
dinlenen tanık beyanları, doktor raporu ve tüm deliller incelendiğinde, sanık
hakkında kasten yaralama suçundan dava açılmış ise de, rapora göre omuzda
sadece hiperemi olduğu dikkate alındığında ve vücutta
başkaca darp cebir izi de bulunmadığından mağdurun yanında çalışan birtakım
tanıkların, müştekinin tekme tokat dövüldüğüne dair beyanları ise mahkemece dikkate
alınmamıştır.
Kaldı ki tekme tokat dövülen birinin vücudunda
çok sayıda morluk, darp ve cebir izi bulunması gerektiği de nazara alınmalıdır.
Ayrıca yine mağdurun yanında çalışan veya
mağdurlarla akrabalığı olan tanıklar tarafından, sanığın onu tehdit ettiği,
küfrettiği ileri sürülmüş ise de mağdura yakınlıkları nedeni ile tek başına
hükme esas olamayacağı kanaatine varılmıştır.
Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 28/09/2006 tarih
5888 Esas - 15560 Karar nolu ilamında da belirtildiği
üzere akrabalık vs. sebebiyle tarafsız olamayacakları anlaşılan tanıkların
beyanlarının tek başına yeterli olmadığı ifade edilmiştir.
Dinlenen diğer [polis memuru] tanıklar [V.K., E.G. ve Ü.B.] ise sanığın atılı suçları işlemediğini ifade
etmişlerdir.
Mahkemece yapılan yargılama, tanık beyanları,
doktor raporu ve toplanan tüm delillerde, sanığın mağdurla yaptığı tartışma
anında omzundan tutmuş olabileceği, bu sırada raporda hiperemi
oluştuğu kanaatine varılmakla, atılı suçun CMK 223/3-c maddesi kapsamında
kaldığı kanaatiyle yaralama suçundan sanığa ceza verilmesine yer olmadığına,
diğer suçlar yönünden ise aleyhe somut ve tarafsız delil bulunmadığından kuşku
sanık lehine yorumlanır ilkesi de gözönüne alınarak
sanığın hakaret ve tehdit suçlarından da beraatine
dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”
25. Başvurucunun temyizi üzerine hüküm, Yargıtay 4. Ceza
Dairesinin 5/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 25.,
27., 86., 106. ve 125. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
“Meşru
savunma ve zorunluluk hali
Madde 25- (1) Gerek kendisine ve gerek
başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak
olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı
biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
...
Sınırın aşılması
Madde 27- …
(2)
Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya
telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.
Kasten yaralama
Madde 86 - …
(2)
Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört
aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3)
Kasten yaralama suçunun;
…
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi
nedeniyle,
…
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın,
verilecek ceza yarı oranında artırılır.
Tehdit
Madde 106 - (1) Bir başkasını, kendisinin veya
yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı
gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara
uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun
şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
…
Hakaret
Madde 125 - (1) Bir kimseye onur, şeref ve
saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden
veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi,
üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır…
(4)
Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
…”
27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
217., 223. ve 230. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
“Delilleri
takdir yetkisi
Madde 217 - (1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya
getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller
hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2)
Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat
edilebilir.
Duruşmanın sona ermesi ve hüküm
Madde 223 –…
(2)
Beraat kararı;
…
e) Yüklenen suçun sanık tarafından
işlendiğinin sabit olmaması,
Hallerinde verilir.
(3)
Sanık hakkında;
…
c) Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve
telaş nedeniyle aşılması,
…
Hallerinde, kusurunun bulunmaması dolayısıyla
ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir.
…
Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken
hususlar
Madde 230 – ...
(2)
Beraat hükmünün gerekçesinde, 223 üncü maddenin ikinci fıkrasında belirtilen
hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(3)
Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223 üncü maddenin
üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının
gösterilmesi gerekir.
…”
28. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu’nun 1. ve ek 4. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
"Madde 1 – Polis, asayişi amme, şahıs,
tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını
muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder.
…
Ek Madde 4 – (Ek: 16/6/1985 - 3233/7 md.)
Polis, görevli bulunduğu mülki sınırlar
içinde, hizmet branşı, yeri ve zamanına bakılmaksızın, bir suçla
karşılaştığında suça el koymak, önlemek, sanık ve suç delillerini tesbit, muhafaza ve yetkili zabıtaya teslim etmekle görevli
ve yetkilidir.
…”
29. Meşru savunmada sınırın
aşılmasının uygulama koşulları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
31/10/2017 tarihli ve E.2017/1-841, K.2017/440 sayılı kararında şöyle
açıklanmıştır:
“…
5237 sayılı TCK'nun
25/1. maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan
meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç
olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul
edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte
gerçekleşmesi gerekmektedir.
1- Saldırıya ilişkin şartlar:
a) Bir saldırı bulunmalıdır.
b) Bu saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir
hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait
olması arasında fark yoktur.
d) Saldırı ile savunma eş zamanlı
bulunmalıdır.
2- Savunmaya ilişkin şartlar:
a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile
kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi
için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.
b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
c) Saldırı ile savunma arasında oran
bulunmalıdır.
Savunmanın, meşru savunma şartlarının
bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi
nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda,
"sınırın aşılması" söz konusu olabilmektedir.
Sınırın aşılması 5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinde … düzenlenmiştir.
…
5237 sayılı TCK’nun
27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru
savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna
göre bu hükmün uygulanabilmesi için;
1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın
bulunması,
2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
3- Savunmaya ilişkin şartlardan
"ölçülülük ya da orantılılık" şartının, savunma lehine ihlal edilmesi
suretiyle sınırın aşılması,
4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir
heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi
halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nun
223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz
kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla
davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından,
meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir.
Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü
psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle,
"heyecan, korku veya telaşa" kapılarak meşru müdafaada sınırlarını
aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin
yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır
aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka
bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu
tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik
söz konusu olabilecektir.
…”
B. Uluslararası Hukuk
30. 10/8/1988 tarihli ve 19895 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 10/12/1984 tarihli Birleşmiş Milletler (BM)
İşkenceye ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya
Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Madde
1 - 1. “İşkence” terimi, bir şahsa veya bir üçüncü şahsa … veya ayrım gözeten
herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket
eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatiyle uygulanan fiziki
veya manevi ağır acı veya ıstırap veren bir fiil anlamına gelir…”
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi
şöyledir:
“Madde
3- İşkence yasağı
Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da
aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3.
maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların
en temel değeri olduğunu vurgulamış ve terörizmle ya da organize suçla mücadele
gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız
olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men
ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde
belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir
istisnaya yer vermediği de içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §
119).
33. AİHM, bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha
genel anlamda kolluk kuvvetleri görevlileriyle karşı karşıya kaldığında
-örneğin tutuklandığı sırada kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği
hâlde- kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve
kural olarak Sözleşme’nin 3. maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın
ihlalini teşkil ettiğini belirtmektedir (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09,28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, §
38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B.
No: 294/08, 4/10/2011, § 106).
34. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu
söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık
eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02,
6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010,
§§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No:
13134/87, 25/3/1993, § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin
amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000,
§ 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004,
§ 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği anda meydana
gelip gelmediğinin tespiti de (Selmouni/Fransa,
§ 104) dikkate alınması gereken diğer faktördür.
35. Asgari ciddiyet seviyesine ulaşan kötü muamele, genellikle
fiilen mevcut olan cismani bir yaralanmayı veya yoğun fiziksel ya da zihinsel
acıyı içerir. Öte yandan bunların söz konusu olmadığı hâlde dahi muamelenin
bireyi aşağılayan veya küçük düşüren, insan onurunu zedeleyen veya insanda
korku, endişe veya aşağılık duygusu uyandıran nitelikte kişinin fiziksel ve
duygusal direncini kıracak kabiliyette olması hâlinde muamele aşağılayıcı
olarak nitelenebilir ve Sözleşme' nin 3. maddesinde
düzenlenen yasağın kapsamına girebilir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki mağdurun
başkalarının gözünde değil kendi gözünde küçük düşürülmüş olması bile yeterli
olabilir (Bouyid/Belçika, § 87). Anılan kararda AİHM,
polisin gözaltında attığı tek tokatın asgari eşiği
geçtiğini değerlendirmiştir.
36. Özgürlüğünden yoksun bırakılmış veya daha genel olarak yasa
uygulayan memurlar ile karşı karşıya kalmış bir kişi söz konusu olduğunda kendi
tutumu nedeniyle kesin olarak gerekli hâle gelmemiş fiziki kuvvete her başvuru,
insan onurunu zedeler ve kural olarak 3. maddede öngörülen hakkın ihlalini
teşkil eder (Bouyid/Belçika, § 88; Turan Çakır/Belçika, B. No: 44256/06, 10/3/2009, § 57).
37. Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin
olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp
etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis
veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele
yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve
mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacaktır ve bazı durumlarda
devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, §
102; Labita/İtalya, §§ 131-136).
38. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul
şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma
yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye,
B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in
içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın
bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların
titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye,
B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
39. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05,
45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 9/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
41. Kürt kökenli olduğunu söyleyen başvurucu;
i. Sahibi olduğu lokantada Kürtçe müzik çaldığı sırada müşteri
olarak gelen polis memurunun, kendisinin Diyarbakırlı olduğunu öğrenince
ayrımcılık güdüsüyle hakaret, tehdit ve darp eylemlerini gerçekleştirdiğini,
hekim raporu ve tanık beyanları olduğu hâlde yine ayrımcı saikle
yargısal mercilerce korunarak polis memuru hakkında beraat ve ceza verilmesine
yer olmadığına karar verildiğini,
ii. Şüphelinin yanında bulunan diğer üç polis memuru arkadaşının
olayı önleme sorumluluklarını yerine getirmediğini,
iii. İşyeri yakınlarında kamera görüntüsü olup olmadığının araştırılmadığını,
iv. Raporda yer verilen sol omuzdaki hiperemi bulgusu kararda
değerlendirilirken ayağındaki hareket kısıtlılığının gözardı
edildiğini,
v. Salt akraba ya da işvereni olduğundan hareketle kendi
tanıklarının anlatımlarına değer atfedilmediğini, öte yandan lokanta müşterisi
bağımsız tanık Ö.O.nun söylemlerinin dikkate
alınmadığını, sanığın mesai arkadaşı üç polis memuru tanığın beyanlarına
üstünlük tanındığını,
vi. İdarenin cezasızlıkla sonuçlanan disiplin soruşturması
kararının hükme esas alındığını,
vii. Derece mahkemeleri kararlarının gerekçesinin yetersiz
olduğunu,
viii. Tanıklardan bir kısmının ve sanığın ifadelerinin istinabe
yöntemiyle alındığı duruşma günlerinden haberdar edilmediğini, bu yüzden bu
kişilere soru yöneltemediğini,
ix. 5271 sayılı Kanun’daki kısıtlayıcı düzenlemeden ötürü
katılan taraf sıfatıyla Yargıtayda duruşmalı inceleme
hakkının tanınmadığını,
x. Yargılamanın oldukça uzun sürede bitirildiğini,
xi. Mevzuatta etnik farklılıkların korunmasını temin edecek
düzenleme bulunmadığını belirterek kötü muamele ve bununla bağlantılı biçimde
ayrımcılık yasağının, kişi hürriyeti ve güvenliği ile etkili başvuru hakkının,
adil yargılanma hakkı kapsamında kalan silahların eşitliği ilkesi, duruşmalı
inceleme, makul sürede yargılanma ve gerekçeli karar haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
42. Bakanlık görüşünde, incelemede dikkate alınması gereken ve
kötü muamele yasağını ilgilendiren AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarında yer
alan ilkelere işaret edilmesinin ardından başvuru konusu olay ve yargılama
safhası özetlenmekle yetinilerek kabul edilebilirlik ya da esasa yönelik bir
görüş bildirilmemiştir.
43. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine
benzer mahiyette cevap vermiştir.
B. Değerlendirme
1. Uygulanabilirlik Yönünden
44. Anayasa’nın 17. ve 5. maddelerinin ilgili kısımları
şöyledir:
“Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı
Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
…
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.
…
Devletin temel amaç ve görevleri
Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri …
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
45. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da
kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye
tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
47. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden
olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı
gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
48. Kötü muamele oluşturan her eylemin aynı zamanda bireylerin
fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğüne zarar vererek özel hayatına da menfi
yansıması olacaktır. İşkence ve kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı
hakkının bir parçası olarak fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması hakkının
Anayasa’nın aynı maddesinde yer verilmesi de bunu göstermektedir (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526,
24/01/2018, § 51).
49. Bununla birlikte bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları
dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel
ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır.
Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana
gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
50. Polis, 2559 sayılı Kanun’un ek 4. maddesine göre bulunduğu
mülki sınırlar içinde hizmet branşına ve zamanına bakılmaksızın daima görevli
kabul edilmektedir. Bu düzenlemeye göre diğer kamu görevlilerinden ayrı olarak
polisin kamu görevlisi sıfatının zaman ve mekân açısından daha kapsamlı olduğu
görülmektedir. Görevli oldukları mahalde öğle vakti yemek için girdikleri
lokantanın sahibiyle tartışan polisin -kamu görevlisi sıfatının yaşandığı öne
sürülen kavganın başlangıcına doğrudan etkisi bulunmasa bile- resmî üniformalı
olması ve 2559 sayılı Kanun'un 1. maddesi uyarınca halkın can ve mal
güvenliğini koruma yükümlülüğü de dikkate alındığında olaya gösterilen tepki
anında bu sıfatlarının tesir etmediğini söylemek mümkün olmamıştır.
51. Kaldı ki aynı zamanda devletin sokaktaki yüzünü temsil eden
ve bireylerle ilişki kurma konusunda özel eğitime tabi tutulan kolluğun insan
ilişkilerinde profesyonel davranarak daha sabırlı ve hoşgörülü bir tutum
takınması icap etmektedir.
52. Özgürlüğünden mahrum olan kişinin kendi davranışından veya
tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe
polisin şiddet kullanmasının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki
yasağı ihlal edeceği yönündeki Anayasa Mahkemesi içtihatlarının (Cezmi Demir ve diğerleri, § 92) devletin
doğrudan gözetim ve denetiminde bulunmayan kişiler yönünden de -özel bir durum
bulunmadıkça- geçerli olmadığının söylenmesi için bir neden yoktur.
53. Başvurucunun iddiasına göre olay anlık gelişmemiştir.
Lokantaya yemek için gelen polis memurları ile başvurucu arasında o sırada
çalan müzik nedeniyle tartışma yaşanmıştır. Polisin o sırada “Size burada ekmek yedirmeyeceğim!” diyerek
tehdit, hakaret ve darp iddiaları birlikte düşünüldüğünde olayın başvurucunun
işyerinde bulunan müşterilerin önünde başlayarak daha aleni bir şekilde caddeye
de sarkması ve başvurucunun onurunu zedeleyici niteliğinin yoğunlaşmasından
ötürü kötü muamele yasağının asgari eşiğinin aşılarak insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele boyutuna ulaştığı kabul edilerek bu doğrultuda inceleme
yapılmasına karar verilmiştir.
54. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, kötü
muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında incelenecektir
(Benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Tuna
Ayçiçek, § 53).
55. Özgürlüğünden mahrum bırakıldığını gösteren hiçbir olgu ve
anlatıma yer verilmeyen başvuruda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
56. Başvurucunun gerek suç ihbarı dilekçesi gerekse ifadeleri,
etnik kökeni hakkında şüpheliden sadır olan bir beyan ve yargısal makamların
etnik saikle tarafgir hareket ettiklerini ortaya
koyan bir iddia barındırmamaktadır. Bireysel başvuru formunda da yaralanmasının
ve bundan dolayı açılan davada polis memurunun cezalandırılmamasının arka
planında etnik bir kaynağın bulunduğunu destekleyici bir argüman
bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucu, işyerinde Kürtçe müzik çaldığı için polisin
şiddetine maruz kaldığını öne sürmekte ise de olayın salt çalınan müziğin
Kürtçe olmasından duyulan rahatsızlıktan neşet ettiğinin kabulüne imkân tanıyan
bilgi ve belge dosyada bulunmadığından ayrımcılık yasağı yönünden ayrıca
inceleme yapılmasına lüzum görülmemiştir.
57. Sonuç itibarıyla başvurucunun anılan iddialarının tümü
-yaralamanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek olması da dikkate
alındığında- insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında
değerlendirilmiştir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
58. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
59. Anayasa Mahkemesi genel olarak kötü muamele yasağına ilişkin
şikâyetlerde -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak-
maddi ve usule ilişkin boyutları ayrı başlıklarda incelemektedir. Ancak kamu
görevlisinin cebir, tehdit ve hakaret fiillerine dayalı kötü muamele
iddialarının -özellikle cezasızlıkla sonuçlanan bu dosyada- maddi ve usul
boyutunda yapılacak incelemenin sonuçları arasındaki etkileşim ve kesişim
noktalarının yoğunluğundan ötürü tüm ihlal iddiaları aynı başlık altında
incelenmiştir. Keza yasağın maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği etkili bir
soruşturma yapılıp yapılmadığına bağlı olarak değişecektir.
a. Genel İlkeler
60. Devletin bireylere karşı kötü muamelede bulunmama negatif
yükümlülüğünün bulunduğu uygulanabilirlik kısmında açıklanmıştır (bkz. § 47).
61. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası, mağdurların
eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü
muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda
bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz.
Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik,
sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin
verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren
felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun
herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya
menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 104).
62. Kötü muamele yasağı kapsamında devletin pozitif
yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu çerçevede bireyin bir
devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini
ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir
iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5.
maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında devlet, sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî
bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu soruşturmanın temel amacı, söz konusu
saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve
faillerin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, olanaklı olmazsa kötü muamele
yasağı sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve kötü muamele
faillerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kişilerin haklarını istismar
etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve
diğerleri, §§ 110, 111).
63. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle
birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu
bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir.
İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan
şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt
yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş
birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin
süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
64. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların hesap vermesini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen
değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü
tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm
yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi
yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 77).
65. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek
için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma, bağımsız bir
şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay
ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da
kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdırlar. Bu kapsamda yetkililerce soruşturma konusu olayın gerektirdiği
tanık ifadelerinin alınması ve bilirkişi incelemeleri gibi söz konusu olaylarla
ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması, kötü
muamelenin gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
66. Ceza soruşturmasının etkinliğini sağlayacak hususlardan biri
de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu
denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda mağdurun meşru menfaatlerini
korumak için gerekli olduğu ölçüde sürece katılması sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).
67. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince
süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın
ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi
yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun
üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha
gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme
sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 119).
68. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde
Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir
soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi
olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin
yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir.
Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi,
Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna
ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır.
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da
masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan
derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen
normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden
ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
69. Başvurucu özetle bir polis memurunun karıştığı yaralama,
hakaret ve tehdit olayına ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmadan
yargılamanın cezasızlıkla sonuçlandığını, sanığın yanında bulunan diğer polis
memurlarının da önleme yükümlülüklerini yerine getirmediğini ileri sürmüştür.
70. Kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutuna yönelik
iddiaların aynı başlık altında incelenmesine karar verilmesinden ötürü (bkz. §
59) Anayasa Mahkemesince, bu dosyada kovuşturma neticesinde verilen hükmü
doğuran ve yasağın maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin çözümlenmesinde
en önemli etken olan etkili soruşturma yükümlülüğüne özgü iddiaların öncelikle
ele alınması şeklinde bir inceleme metodu benimsenmiştir.
71. Anayasa Mahkemesinin soruşturma ve kovuşturma makamları
tarafından verilen kararları maddi vakıa yönünden inceleyerek, bu mercilerin
yaptıkları değerlendirmenin yerine kendisininkini ikame ederek cezai sorumluluk
bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevinin
bulunmadığı, anılan mercilerin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına
rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin
tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerektiği genel
ilkeler kısmında açıklanmıştır.
72. Anayasa Mahkemesi bu tür durumlarda yetkili mercilerin
değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin ikna edici bilgi
veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir. Bu konuda
yapılacak değerlendirmede somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiği ve nasıl
bir seyir izlediği de bir bütün olarak gözönünde
bulundurulmalıdır (Cemil Danışman,
B. No: 2013/6319, 16/7/2014, §§ 57, 58).
73. Bireyler için en kutsal değer olan insan onurunu zedeleyen kötü muamele
iddialarında soruşturmalar; benzer olayların tekrar yaşanmasını önlemeyi
sağlayacak şekilde kapsamlı, dikkatli ve duyarlı bir biçimde yürütülmeli ve
ayrıca sorumluların tespiti bakımından yapılması gerekli işlemlerde noksanlık
bulunmamalıdır (Tuna Ayçiçek, §
74).
74. Etkili soruşturma konusunda ise öncelikle soruşturmaya
başlandığı anda başvurucunun iddialarının savunulabilir olup olmadığı ve buna
göre soruşturmanın seyrinin uygun bir şekilde yönlendirilip yönlendirilmediği
tespit edilmelidir.
75. Polis memurlarından İ.O.D.nin
yemeği müteakiben başvurucuya ait lokantayı terk ederken dışarıda başvurucuyla
işyerinde çalan müzik -başvurucuya göre müziğin Kürtçe olması, sanığa göreyse
müzik sesinin yüksek olması- yüzünden tartıştıkları sırada başvurucunun adli
muayene raporunda belirtildiği üzere basit tıbbi müdahaleyle giderilecek
şekilde yaralandığı konusunda bir belirsizlik bulunmamaktadır. Kötü muamele
vakalarında fiziki bulgular bakımından doktor raporlarının anahtar role sahip
olduğunun altı çizilmelidir.
76. Başvurucunun iddialarının karine hâline dönüşmesine yol
açacak nitelikte olan adli muayene raporundaki bulgular bunların savunulabilir
düzeyde olduğunu sergilemektedir. Savcılık tarafından kamu davasının açılmış
olması da bu durumun göstergesidir. Bu aşamadan sonra kovuşturma organına düşen
görev, başvurucudaki yaranın nedeni hakkında makul bir açıklama getirmektir.
77. Delillerin toplanmasındaki noksanlık bakımından işyeri
yakınlarında olaya ilişkin güvenlik kamerası görüntüsü araştırması
yapılmadığından başka bir iddia içermeyen başvuru, daha ziyade mevcut
kanıtların yorumlanmasında bazı noktalarda yapılan hata ve ihmallere
hasredilmiştir. Bunların merkezinde bazı tanık beyanlarına itibar edilmemesi ve
adli muayene raporundaki bulguların eksik ve hatalı değerlendirilmesi yer
almaktadır.
78. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki
inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar,
ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri
dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği
bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler
listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No:
2013/4668, 16/9/2015, § 68).
79. Soruşturma ve kovuşturma tekelini elinde bulunduran adli
mercilerin kötü muamele yasağının mahiyetiyle bağdaşan ve beklentileri
karşılayabilecek ölçüde delil toplaması icap etmektedir. Yargılamanın sonucuna
uzanan geçiş noktalarını doğrudan etkileyen delilerin toplanmasında gösterilen
hassasiyet, aslında zihinsel bir ürün olan yorum farklılıkları ve
belirsizliklerin azaltılmasını sağlamak bakımından da önemlidir.
80. Ne var ki etkili soruşturma, tarafların tüm taleplerinin
karşılanacağı anlamına gelmemektedir. Savcılık ve mahkemelerin bu konuda geniş
bir özerkliğe sahip olması, hangi delillerin kötü muamele vakasını
aydınlatacağı hususunda da bizzat kendilerinin karar verebilmesini
gerektirmektedir. Aksinin kabulü maddi gerçeğin aranmasının icra tarzı olan
yargısal sürece ve dolaylı olarak da sonucuna yapılmış bir sınırlandırma
anlamına gelebilir. Maddi gerçeği anlamlandırmada kanıt unsuru olarak katkısı
bulunmayan ya da oldukça kısıtlı bulunan noktalarda bazı delillerin toplanıp
toplanmamasında yargı mercilerinin bir ölçüye kadar takdir yetkisinin bulunması
başlı başına soruşturmanın etkisiz icra edildiği anlamına gelmemektedir.
81. Olayın üzerinden sekiz yıl geçtikten sonra yapılan
başvuruda, kamera görüntüsü araştırması yapılmadığı öne sürülmüştür. Başvurucu;
bu konuda Anayasa Mahkemesince değerlendirme yapılması için gerekli olan,
işyerini herhangi bir noktadan gören kamera olduğu hususunda bir açıklamada
bulunmamıştır. Öte yandan 2006 yılında işyerleri ve mobese
kameralarının bugünkü kadar yaygın olmadığı da gözden uzak tutulmamalıdır.
82. Diğer taraftan istinabe suretiyle dinlenen tanıkların ve
sanığın beyanlarına başvurulduğu duruşma günlerinden haberdar edilmediği,
ayrıca Yargıtayda duruşmalı inceleme hakkı
tanınmadığı iddia edilmişse de bu şekilde alınan tanık beyanları ve sanık
savunması duruşmada okunmuş; başvurucu ve vekili kendilerine tanınan itiraz
hakkını kullanmamıştır. Bunun yanı sıra ilk derece mahkemesindeki yargılama
duruşmalı olarak yapılmıştır. Başvurucu, temyiz incelemesi duruşmalı yapılmış
olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi iddiaları ileri süreceğine
ilişkin olarak herhangi bir açıklamada da bulunmamıştır.
83. Başvurucu, kararın gerekçesinin yetersizliğinden ve
mahkemeyi bağlamamasına karşın disiplin soruşturması sonucunun dayanak
alınmasından da şikâyetçidir.
84. Disiplin soruşturmasında yapılan değerlendirmelerin
mahkemeleri bağlamadığı konusunda bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak
soruşturmadakine benzer ya da aynı sonuca ulaşılmasının ihtimal dâhilinde
olması, tek başına gerekçeli karar hakkının ve mahkemelerin bağımsızlığı
ilkesinin zedelendiğini söyleyebilmek için yeterli değildir.
85. Başvurunun merkezinde yer alan asıl mesele, derece
mahkemelerinin delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda kamu görevlisinin
kötü muamele oluşturan eyleminin cezasız kalmasıdır. Başvurucu bir taraftan
güvenilir olmadıkları noktasında bir emare yokken salt akraba ya da işvereni
olduğundan hareketle iddia tanıklarının anlatımlarına değer atfedilmediğini,
öte yandan bu eğilimle paradoksal olarak müşteri olan bağımsız tanık Ö.O.nun söylemleri dikkate alınmazken sanığın meslektaşı ve
mesai arkadaşı üç polis memuru tanığın beyanlarına üstünlük tanındığını
belirtmektedir. Ayrıca adli muayene raporunda yer alan hipereminin
hatalı değerlendirilmesi şöyle dursun bacağındaki hassasiyetin dikkate
alınmadığını ifade etmiştir.
86. İddia tanıklarının anlatımlarının birbiriyle çelişmesi,
omuzdaki hiperemi dışında başvurucunun vücudunda darp
ve cebir izinin bulunmaması, başvurucuyla aynı işyerinde çalışmalarına gönderme
yapılarak bazı tanık beyanlarının kuşkulu bulunması, tekme tokat dövüldüğünü
söyleyen müştekinin vücudunda olması beklenen çok sayıda morluk, darp ve cebir
izi bulunmamasına dayanılarak mahkemece ceza verilmesine yer olmadığına ve beraate karar verildiği anlaşılmaktadır.
87. Bireysel başvuru incelemesinin amacını aşacak şekilde
delillerin değerlendirilmesinde hata olduğu yönünde bir tespit yapılmasının
Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığının vurgulanmasında fayda bulunmaktadır.
Soruşturma ve/veya kovuşturmanın etkililiğinden söz edilebilmesi için dosya
kapsamında yer alan tüm bulguları kapsayıcı, nesnel ve tarafsız analize göre
neticeye ulaşılmasına dayalı bir zincir kurulmalıdır. Öyle ki bu halkalardan
birindeki noksanlık, bütünü de etkileyecektir (Tuna
Ayçiçek, § 91).
88. Delillerin yorumlanmasındaki bazı başarısızlıklar, aslında
bunların kavranması ve bağdaştırılmasındaki yanlışlıkların bir ürünüdür.
Yukarıdaki açıklamaların aksine katı bir denetime tabi tutulma neticesinde
ortaya çıkan bu süreçteki belirgin olmayan bazı yorum farklılıkları üzerinden
ihlal kararları verilmesi, uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü sonuç
yükümlülüğüne dönüştürme riskini de beraberinde getirir. Ne var ki aynı tanık
beyanları ve aynı adli rapordaki tespitlerin anlamlandırılmasında mahkemenin ve
tarafların izlediği yönteme bağlı olarak farklı sonuçlara varılması mümkün olsa
da bunlar objektif bulgulardaki içerikle açıkça çelişmemelidir.
89. Başvurucunun adli raporunda omzundaki hiperemi
dışında bir bulgu yer almadığı vurgulanarak -müştekinin tekme tokat dövüldüğü
yönündeki- başvurucunun işyerinde çalışan tanık beyanları dikkate alınmamış ise
de aynı raporda başvurucunun sağ bacağındaki hareket kısıtlılığı bulgusu
konusunda bir değerlendirme yapılmamıştır.
90. Gerek kendi içinde tanıkların ifadelerinde gerek mağdur ve
tanık beyanları arasında maddi olaylara ilişkin bağdaştırılması güç bazı
farklılıkların bulunması, iddia ve savunmaların güvenilirliğinin duruma uygun
bir şekilde sınanmasını ve olayı çevreleyen tüm koşulların diğer delillerle de
teyit edilmesini gerektirmektedir.
91. Mahkemece akrabalık vb. nedenlerle tarafsız olamayacağı
değerlendirilen tanıkların beyanlarının tek başına hükme esas alınamayacağını
gösteren bir Yargıtay kararına atfen başvurucunun yanında çalışan tanıkların
ifadesine itibar edilmediği açıklanmıştır. Öte yandan şüphelinin mesai arkadaşı
üç polis memurunun -hangi gerekçeyle nesnel oldukları ortaya konulmayan-
ifadelerine mahkemece itibar edilmiştir. Başvurucunun işyerinde çalışan
kişilerin anlatımlarının -hangi mülahazaya dayanıldığı açıklanmadan- tarafsız
olamayacağı değerlendirilmişken aynı durumun geçerli olduğu sanığın mesai
arkadaşı diğer üç polis memurunun ifadelerine hiçbir açıklama yapılmadan
geçerlilik tanınması -kötü muamele eyleminin özel bir amaçla bilerek örtbas
edildiği manasına gelmemekle birlikte- maddi gerçeğe ulaşılmasında sınırlayıcı
bir etki ve ulaşılan sonucun tutarlılığına gölge düşüren bir unsur olarak
değerlendirilmiştir.
92. İlk derece mahkemesinin bu metotla ulaştığı yargıya göre
ilgili hukuk kısmında belirtilen 5237 sayılı Kanun'un 25. ve 27. maddeleri ile
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında şartları gösterilen meşru savunmada sınırın aşılması
müessesesi -uygulanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ekseninde hiçbir
tartışma yapılmadan- tatbik edilmiştir. Özellikle meşru savunma için gerekli
olan ve somut olayda başvurucudan kaynaklanması gereken haksız bir saldırının
bulunduğunu sergileyen bir açıklama yapılmamıştır. Adli raporlarla karine
hâline gelen kötü muamele eyleminde, mevzuattaki somutlaştırılmaya da muhtaç
olan meşru savunmayla ilgili düzenlemeler, şüphelinin mesai arkadaşları olan
polis memuru tanıkların beyanlarına bir neden gösterilmeden üstünlük tanınmak
suretiyle, kötü muameleden sorumlu olduğu tespit edilen kamu görevlisinin hesap
vermesini önleyici sonuç doğuracak şekilde ve etkisiz biçimde uygulanmıştır.
93. Etkili soruşturma bakımından son olarak soruşturmanın makul
süratte tamamlanması gerekliliğine uyulup uyulmadığı ele alınacaktır. 14/5/2006
tarihinde vuku bulan olayla ilgili soruşturmada 24/5/2007 tarihinde kamu davası
açılmıştır. Olayın üstünden yaklaşık bir buçuk yıl geçince 2/12/2008 tarihinde
kovuşturma cezasızlıkla sonuçlanmıştır. 5/6/2014 tarihinde yapılan temyiz
incelemesiyle kesinleşen olay sekiz yıldan fazla bir sürede neticeye
bağlanmıştır.
94. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi
kriterler dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm
arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutum ve
usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur bulunmayan
sekiz yıllık yargı süresinin makul olmayan bir gecikme teşkil ettiği sonucuna
varılmıştır.
95. Usul yükümlülüğüne ilişkin olarak yapılan bu tespitlerden
sonra insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu içinde yer
alan devletin negatif yükümlülüğü ile önleme yükümlülüğünün ihlal edildiği
iddialarına sıra gelmiştir.
96. Etkili soruşturma yükümlülüğünün incelendiği kısımda yapılan
detaylı izahattan anlaşılacağı üzere başvurucunun maruz kaldığı kötü muamele
vakasında hiçbir gereklilik bulunmadığı hâlde polis memurunun başvurucuya karşı
şiddet kullandığı anlaşıldığından aynı zamanda devletin negatif yükümlülüğünün
de ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
97. Başvurucu, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının
maddi boyutu açısından olay anında sanığın yanında bulunan ve önleme
sorumluluklarını yerine getirmeyen diğer üç polis memurunun da yargılanması
gerekirken dosyada tanık sıfatıyla yer almalarının önleme yükümlülüğünü ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
98. Devletin insan haklarının garantörü olmasından kaynaklanan
koruma yükümlülüğü, bu konuda hem hukuki hem de fiilî tedbirler almasını
gerektirmektedir. Ancak aniden gelişen ve başvurucunun iddiasına göre sadece
omuz ve bacak bölgesine isabetle neticelenen fiilî taarruzun diğer polis
memurlarının müdahalesini gerektirecek mahiyette uzun sürdüğüne dair bir kanıt
unsurunun bulunmadığı görüldüğünden koruma yükümlülüğünün ihlal edilmediği
sonucuna varılmıştır.
99. Sonuç olarak polis memurunun yargılandığı davada başvurucuya
karşı kötü muamele oluşturan bazı eylemlerin cezasızlıkla sonuçlanmasından
dolayı insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif
yükümlülük- ve etkili soruşturma usul boyutunun ihlal edildiği neticesine
ulaşılmıştır.
100. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
4. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
101. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
102. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi, 15.000 TL maddi ve
15.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
103. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının
maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
104. 14/5/2006 tarihinde gerçekleşen başvuru konusu olayın
üzerinden yaklaşık on iki yıllık süre geçtiğinden yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar görülmemiştir.
105. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya talebiyle bağlı kalınarak net 15.000 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
106. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
107. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.