TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MÜMİN CANKURT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/15333)
|
|
Karar Tarihi: 22/11/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan
SEVTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Mümin
CANKURT
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdulvehap Ender EKENLEROĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; zimmet suçundan dolayı açılan davada, ayrıca resmî
belgede sahtecilik suçundan da hüküm kurulması nedeniyle aynı suçtan iki defa
yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği
ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
6. Başvurucu Bandırma Sahil Sağlık Denetleme Merkezinde sağlık
memuru olarak çalışmaktadır.
7. Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2001 tarihli
iddianamesi ile gemilerin denetimi işleminde düzenlenen tahsilat makbuzlarının
asıllarına yazılan meblağın dip koçanlarında daha az miktar olarak yazıldığı,
bazen de bu şekilde yazılan makbuzların asıl ve dip koçanlarının farklı
şahıslarca imzalanmak suretiyle aradaki farkın mal edinildiği iddiasıyla
başvurucunun da aralarında bulunduğu şahıslar hakkında basit zimmet suçundan
cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.
8. Bandırma Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 11/11/2004 tarihli
kararı ile başvurucunun suçunu ikrar ettiği, kamu davası açılmadan önce zimmete
konu edilen miktarı ödediği ve suça konu eylemin ancak daire dışında yapılacak
araştırma sonucu tespit edilebilecek nitelikte olduğu gerekçeleriyle
"nitelikli zimmet" suçundan 7 yıl 9 ay 10 gün ağır hapis cezası
ve3.611.608.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
9. Bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesi (Daire)
10/10/2006 tarihli kararında belirttiği "...sanıkların
mahkumiyetlerine dair hükümlerin; sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunun 7. maddesinde “zaman bakımından uygulama”, 5252 sayılı Türk Ceza
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddesinde ise, “lehe
olan hükümlerin uygulanmasında usul” kurallarının düzenlenmesi, ayrıca 5252
sayılı Kanunun 12. maddesi ile 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlükten
kaldırılması, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve bu Kanunların hükümden
sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunması karşısında; 5237 sayılı
Kanunun 7. ve 5252 sayılı Kanunun 9. maddeleri uyarınca, sanıkların hukuki
durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun hükümleri de nazara alınarak
yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması..."gerekçeyle
hükmü bozmuştur.
10. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde Mahkeme
23/5/2008 tarihli kararı ile başvurucunun lehine olduğu kabul edilen 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu uyarınca "nitelikli zimmet"
suçundan 2 yıl 7 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
11. Sanıklar müdafii ve katılan
vekilinin temyizi üzerine anılan karar Dairenin 9/3/2009 tarihli kararı ile
oluşturulacak bilirkişi heyetinden her bir sanığın müştereken ve ayrı ayrı
sorumlu tutuldukları makbuzlardaki zimmet miktarlarını açıklayıcı rapor
alınarak sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesi ayrıca suça konu
makbuzların aldatma yeteneği bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişi incelemesi
yaptırıldıktan sonra 5237 sayılı Kanun'un 212. maddesi gereğince sanıkların
eylemlerinin sahtecilik suçu yönünden de değerlendirilmesi suretiyle lehe
Kanun'un tespiti gerektiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
12. Bozma sonrası yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi
heyeti raporuna göre belgelerin aldatma kabiliyeti olduğunun ortaya çıkması
üzerine Mahkeme, 5237 sayılı Kanun'un 212. maddesi uyarınca başvurucu hakkında
sahtecilik suçundan değerlendirme yapılmak üzere Bandırma Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
13. Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı 13/8/2012 tarihli
iddianamesi ile "...gemilerin sağlık
denetimi işlemine esas olmak üzere 3 nüsha halinde tahsilat makbuzları
düzenledikleri, bazen tahsilat makbuzlarının asıllarına yazdıkları meblağlardan
daha az miktarda dip koçanlarına yazmak suretiyle bazen de asıl ve dip
koçanlara farklı yazılan tahsilat makbuzunun aslını koruma memuru imzalamış ise
de dip koçanının veznedar ve sağlık memurunun imzalanması suretiyle
zimmetlerine para geçirdikleri..." iddiasıyla "resmî
belgede sahtecilik" suçundan şüphelilerin cezalandırılması istemiyle kamu
davası açmıştır.
14. Mahkeme 25/9/2012 tarihli kararında başvurucunun
yargılandığı "nitelikli zimmet" ve "resmî belgede
sahtecilik" suçlarına ilişkin her iki dava arasında hukuki ve fiili irtibat
bulunması nedeniyle davaların birleştirilmelerine karar vermiştir.
15. Birleştirme kararı sonrasında Mahkeme 23/11/2012 tarihli
kararı ile başvurucunun suçunu ikrar ettiği, kamu davası açılmadan önce zimmete
konu edilen miktarı ödediği ve suça konu eylemin ancak daire dışında yapılacak
araştırma sonucu tespit edilebilecek nitelikte olduğu gerekçeleriyle
"nitelikli zimmet" suçundan 2 yıl 7 ay 7 gün, "resmî belgede
sahtecilik" suçundan ise 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezaları ile cezalandırılmasına
karar vermiştir. Mahkeme ayrıca kararının gerekçesinde başvurucu lehine olan
cezanın belirlenmesinde lehe kanun uygulaması yönünden değerlendirme
yapıldığını belirtmiştir. Buna göre başvurucuya eylemi uyarınca; 1/3/1926
tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu hükümlerince "nitelikli
zimmet" suçundan netice olarak 7 yıl 9 ay 10 gün hapis ve adli para
cezası; 5237 sayılı Kanun hükümlerine göre ise "nitelikli zimmet" ve
"resmî belgede sahtecilik" suçlarından toplamda 5 yıl 8 ay 22 gün
hapis cezası verilmesi gerekeceğinden, suç tarihinde yürürlükte olan Kanun
yerine sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun'un başvurucunun lehine olduğu
açıklanmıştır.
16. Anılan kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Dairenin
22/4/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.
17. Başvurucu vekili kararı 11/8/2014 tarihinde öğrendiğini
bildirmekte olup 26/8/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 765 sayılı mülga Kanun'un 202. maddesi şöyledir:
"Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan
veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine
geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı
yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen
zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir.
Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini
aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette
bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan
aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır
para cezası verilir.
Zararın, kovuşturma yapılmadan önce tamamiyle ödenmiş olması halinde yukarıdaki fıkralarda
yazılı cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte biri
indirilir.
Meydana gelen zararın ödenmemesi halinde
mahkemece ödettirilmesine re'sen hükmolunur.
Bu fiiller kamu bankaları aleyhine işlenmiş
ise faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır."
19. 5237 sayılı Kanun’un204. maddesi şöyledir:
"(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak
düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren
veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu
resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını
aldatacak şekilde değiştiren,
gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu
görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği
sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde,
verilecek ceza yarısı oranında artırılır."
20. 5237 sayılı Kanun’un 247. maddesinin ilgili kısmı şu
şekildedir:
"(1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve
gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren
kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını
sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı
oranında artırılır."
21. 5237 sayılı Kanun’un "Zaman
bakımından uygulama" kenar başlıklı 7. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) İşlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza
verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren
kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve
hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri
hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.
(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur."
22. 5237 sayılı Kanun’un "Bileşik
suç" kenar başlıklı 42. maddesi şu şekildedir:
"Biri diğerinin unsurunu
veya ağırlaştırıcı nedenini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça
bileşik suç denir. Bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz."
23. 5237 sayılı Kanun’un "İçtima"
kenar başlıklı 212. maddesi şöyledir:
"Sahte resmi veya özel
belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem
sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur."
24. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şu şekildedir:
"(1) Mevzuatta,
yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.
(2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk
Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış
olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer
almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
maddelerine yapılmış sayılır."
25. 5252 sayılı Kanun’un "Lehe
olan hükümlerin uygulanmasında usul" kenar başlıklı 9.
maddesinin (3) numaralı fıkrası şu şekildedir:
"(3) Lehe olan hüküm,
önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya
çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir."
26. 5252 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(b) bendi şöyledir:
"(1) Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla,
...
b)
1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu bütün ek ve değişiklikleri ile
birlikte, yürürlükten kaldırılmıştır."
27. 5252 sayılı Kanun’un 13. maddesi şu şekildedir:
"(1) Bu Kanunun,
a)
"İnfazın ertelenmesi veya durdurulması" başlıklı 10 uncu maddesi
hükmü yayımı tarihinde,
b)Diğer hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinde,
yürürlüğe girer."
28. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
"Hükmün konusu ve suçu değerlendirmede
mahkemenin yetkisi " kenar başlıklı 225. maddesi şöyledir:
(1) Hüküm, ancak iddianamede unsurları
gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.
(2) Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia
ve savunmalarla bağlı değildir.
29. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2006 tarihli ve
E.2006/5-182, K.2006/182 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...5237 ve 5252 sayılı
Kanunların yukarıda zikredilen madde ve ilgili fıkraları esas alındığında lehe
yasanın tesbiti açısından, olaya ilişkin olarak 5237
sayılı Kanunda esas alınması gereken iki hüküm bulunmaktadır. Birincisi zimmet
suçuna ilişkin 247. madde, diğeri ise sahtecilik suçları yönünden içtimayı düzenleyen 212. maddedir.
...
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 212.
maddesinin gerekçesinde: “Madde metninde, sahte resmi veya özel belgenin bir
başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de
ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı kabul edilmiştir. Örneğin,
sahte belgenin kullanılması sureti ile bir kimse aldatılarak bir yarar elde
edilmiş olabilir. Bu durumda, hem dolandırıcılık hem de resmi veya özel belgede
sahtecilik suçlarına ait cezaların içtima suretiyle verilmesi gerekecektir.
Keza, sahte belge düzenlemek suretiyle zimmetin gizlenmeye çalışılması hâlinde,
hem zimmet suçundan hem de resmi belgede sahtecilik suçundan dolayı ayrı ayrı
cezaya hükmolunacaktır.” denilmektedir.
Buna göre; Mahkemece 5252 sayılı Türk Ceza
Kanununun Yürürlük Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun, Lehe olan hükümlerin
uygulanmasında usul başlıklı 9. maddesinin 3. fıkrası nazara alındığında,
sonraki kanun olan 5237 sayılı Kanunun 212. maddesi delaletiyle sahtecilik
suçunun da lehe olan hükmün tesbitinde esas alınması
gerektiği sonucuna varılmaktadır.
...
Nitekim, lehe yasanın tespiti açısından bu
ölçütlere yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve uygulamalar, öğreti ve
yargısal kararlara konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi halen
geçerliliğini koruyan 23.02.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararında, “Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa
hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan,
ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar
belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı,” şeklinde, lehe
yasanın tespitinde başvurulacak yöntem anahatlarıyla
belirtilmiştir.
....
Yürürlük yasaları, suç tarihinde yürürlükte
bulunan yasa ile sonradan kabul olunan yasalar arasındaki uyum sorunlarını
gidermek için kabul olunan geçici yasalar olup, 5252 sayılı Yasa da, 765 ve
5237 sayılı Yasalar arasındaki uyumu sağlayabilmek için kabul edilmiş bulunan,
geçici, süreli ve özel bir Yasa’dır. O halde, uyuşmazlık öncelikle, amacı, 5237
sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe konulmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek,
kapsamı ise, diğer yasalarda 765 sayılı Türk Ceza Yasasına yapılan yollamalar,
5237 sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kaldırılan
hükümler ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının uygulanması için diğer Yasalarda
yapılan değişiklikler, bu yasanın yürürlüğe girmesinden önce işlenmiş suçlar
hakkında ne surette hüküm kurulacağı ve kesinleşmiş cezaların nasıl infaz
edileceğine ilişkin hükümleri içeren 5252 sayılı Yasa hükümleri kapsamında
değerlendirilmelidir.
...
Bu açıklamalar ışığında somut olay
değerlendirildiğinde; ... köy muhtarı olan sanığın, satılan veya kiralanan
arsalardan ve kantardan elde edilen gelirler için makbuz kesmediği, bir kısım
köy gelir ve gider makbuzlarının alt ve üst nüshalarına farklı rakamlar yazarak
ve bir kısım makbuzlara da eksik miktar yazarak aradaki farkı zimmetine
geçirdiği, diğer eylemlerin ise bu suç içinde eridiği” iddiasıyla, TCY.nın 202/1, 80, 202/4, 219/son ve 33. maddeleri uyarıca
cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış, mahkemece, sanığın köylülerden
tahsil ettiği paraların bir kısmı için hiç makbuz düzenlemediği, bir kısmı için
eksik makbuz düzenlediği, bir kısmı için ise makbuzların alt ve üst nüshalarını
farklı düzenleyerek, düşük düzenlenmiş olan alt nüshalarını defterlere işlemek suretiyle
toplam 588.410.000 lirayı zimmetine geçirdiği, zimmetin basit bir inceleme ile
ortaya çıkarılmasının mümkün olduğu ve dolayısıyla eylemin basit zimmet suçunu
oluşturduğu kabul edilerek, 765 sayılı TCY’nın 202/1,
80, 202/3 ve 59. maddeleri uyarınca 3 yıl 10 ay 20 gün ağır hapis ve
326.894.444. lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ve aynı Yasanın
219/son maddesi uyarınca sürekli olarak memuriyetten yasaklanmasına karar
verilmiş verilen bu hüküm, Yargıtay incelemesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Görüldüğü gibi sanığın sabit kabul edilen
eylemi, makbuzların alt ve üst nüshalarının farklı yazılması veya eksik
yazılması suretiyle aradaki farkın zimmete geçirilmesi eylemidir, 765 sayılı TCY’nın 78. maddesindeki düzenleme uyarınca, zimmet suçunun
unsurlarını oluşturan sahte belge düzenleme suçu, 5237 sayılı yeni yasa
döneminde 212. maddesindeki düzenleme uyarınca ayrıca cezalandırılabilen bir
fiil haline dönüşmüştür. Anılan maddede “Sahte resmî veya özel belgenin bir
başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de
ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.” hükmü ile bu husus açıkça
belirtilmiştir. Yasa koyucu diğer bazı suçlar yönünden de 765 sayılı Yasa
dönemindeki mürekkep (bileşik) suç uygulamasından vazgeçmiş, bu kapsamda, TCY’nın 125 ve 146 maddesinde düzenlen suçların,
karşılığını oluşturan, 5237 sayılı Yasanın 302 ve 309. maddelerinde, “Bu suçun
işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde ayrıca bu suçlardan dolayı
ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.” düzenlemesi ile bu iradesini açıkça
ortaya koymuştur. 5237 sayılı Yasanın 42, 43 ve 44. maddelerindeki suçların
içtimaı ile ilgili istisnai düzenlemeler hariç, yeni yasa döneminde her fiil
bağımsız bir suç oluşturmakta ve ayrıca cezalandırılmaktadır.
İnceleme konusu somut olayda, sabit kabul
edilen eylem, alt ve üst nüshaları farklı veya eksik düzenlenen makbuzlarda,
aradaki farkın zimmete geçirilmesidir. Zimmet suçunda kullanılan bu belgelerin,
sahtecilik suçunu oluşturup, oluşturmadığı, 5237 sayılı Yasanın 212 ve 5252
sayılı Yasanın 9/3. maddelerindeki açık düzenleme uyarınca mahkemesince
değerlendirilmelidir. Yerel Mahkemece sahtecilik suçu yönünden herhangi bir
değerlendirme yapılmaksızın, önceki hükümdeki uygulama maddelerinin karşılaştırılması
ile yetinilmiştir. Bu uygulama, 5252 sayılı Yasanın “Lehe olan hüküm, önceki ve
sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan
sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” kuralına
aykırıdır, bu nedenle Yerel Mahkemece, sahtecilik suçu yönünden de
değerlendirme yapılmak suretiyle, sahtecilik suçunun oluştuğunun kabulü
halinde, lehe yasa karşılaştırmasına sahtecilik suçuna ilişkin uygulamanın da
katılması, bu suçun oluşmadığının saptanması halinde ise salt zimmet suçu ile
ilgili uygulamaların karşılaştırılması suretiyle, lehe yasanın saptanması
gerekmektedir.
..."
30. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28/6/2011 tarihli ve
E.2011/5-74, K.2011/147 sayılı kararının ilgili bölümü şu şekildedir:
"...Ceza Yasalarının
zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar 01 Haziran 2005 tarihinde
yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı TCY’nın 2.
maddesi ile, aynı tarihte yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın
7. maddesi benzer biçimde düzenlenmiştir. 5237 sayılı Yasanın 7. maddesinin 2.
fıkrası uyarınca; “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan
yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun
uygulanır ve infaz olunur” Bu ilkeye göre; sonradan yürürlüğe giren yasanın,
bir fiili suç olmaktan çıkarması, suçun unsurlarında veya diğer
cezalandırılabilme şartlarında, bu suçtan dolayı mahkûmiyetin yasal
neticelerinde, ceza ve hatta güvenlik tedbirlerinde değişiklik yapması ve bu
değişikliğin failin lehine sonuç vermesi durumunda, yürürlüğe girdiği tarihten
önce işlenen suçlar hakkında da uygulanması gerekecektir. Bu değişiklik,
kesinleşmiş ancak infazı henüz tamamlanmamış hükümler ile infazı tamamlanmış
hükümler bakımından da sözkonusudur. Sonradan
yürürlüğe giren yasanın önceki suç bakımından doğurduğu lehe sonuç bir mahkeme
kararı ile saptanmalıdır. Hiç kuşkusuz bu belirleme, ister evrak üzerinde
inceleme suretiyle yapılsın, ister duruşma açılarak gerçekleştirilsin, her
halde bir davayı ve yargılama faaliyetini gerekli kılar. 5252 sayılı Türk Ceza
Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın 9. maddesinin 3.
fıkrasında öngörülen yönteme göre, lehe olan hüküm; “önceki ve sonraki
kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların
birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir”..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 22/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu, sahtecilik suçuna yönelik eylemin iddianamede
açık bir şekilde belirtilmemesinden dolayı Dairenin 9/3/2009 tarihli bozma
kararının dava konusu olmayan bir nedene dayandığından hakkındaki zimmet suçuna
ilişkin mahkûmiyet hükmünün kesinleştiğini ve aynı suç nedeniyle ikinci kere
yargılanarak sahtecilik suçundan mahkûmiyet hükmü kurulduğunu iddia etmiştir.
Başvurucu bunun yanında hileli davranışlar kapsamında
sahteciliğin bir yandan unsur kabul edilerek eylemi nitelikli zimmet olarak
vasıflandırdıktan sonra bu kez eylemin bağımsızlığını koruduğundan bahisle
ayrıca sahtecilik suçundan da hüküm kurularak aynı suçtan iki defa yargılanmama
ve cezalandırılmama hakkının ihlal edildiğini bildirmiştir. Diğer yandan
başvurucu, kanun koyucunun zimmet suçunun esaslı unsuru olarak kabul ettiği
hileli davranışlar kavramının nelerden ibaret olduğunu saymayarak belirsizlik
yarattığını ve bu durumun açık ve öngörülebilir olmadığını belirtmiştir. Ayrıca
suçu işlediği zaman yürürlükte bulunan Kanun'da yer almayan ancak sonradan
yürürlüğe giren Kanun'da yer alan aleyhe bir ceza maddesine göre suç tarihinden
on bir yıl sonra iddianame düzenlenip kamu davası açılarak mahkûmiyet kararı
verilmesi suretiyle suçta ve cezada kanunilik ilkesi ile adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki tavsifi ile bağlı değildir (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, hem zimmet hem
de sahtecilik suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi suretiyle hukuka aykırı
olarak aynı suçtan iki kez yargılanarak cezalandırıldığını ileri sürmüştür.
Başvurucunun iddiasının aksine başvurucuya mükerrer bir şekilde aynı suçtan iki
defa yargılama yapılıp ceza verilmediği, bir başka ifade ile kesin hükümle
mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı yeniden yargılanması veya
mahkûm edilmesi durumunun söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun
şikâyetinin özü, suç tarihinde kanunun suç saymadığı bir eylemden dolayı
sonradan yürürlüğe giren kanunun uygulanması sonucunda cezalandırıldığına
ilişkin olduğu, bu nedenle başvurucunun bütün ihlal iddialarının suçta ve ceza
kanunilik ilkesinin ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
34. Suç ve cezada kanunilik, ceza hukuku kurallarına ve bu
kuralların uygulanmasına ilişkin Anayasa'nın 38. ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 7. maddesinde güvence altına alınmış temel bir
ilkedir.
35. Anayasa'nın "Suç ve
cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
"Kimse, işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz;
kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır
bir ceza verilemez."
36. Sözleşme'nin "Kanunsuz
ceza olmaz" kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"1. Hiç kimse, işlendiği
zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya
ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada
uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
37. Suç ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu
unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin
düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra suç ve cezaların
belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önemi haiz olup bu kapsamda kişilerin
kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir
şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte buna ek olarak suçlanan
kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması
sağlanmaktadır (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).
38. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme
yetkisinin keyfî ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi,
kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu
doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin,
bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni
düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde
çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye
dayanmaksızın düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza
hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da kanunlarda belirlenen suç ve
cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (Karlis A.Ş., § 33).
39. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre
yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya
ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu birtakım
güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya
hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi
müdahale yetkisini doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır.
Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını
düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar (Karlis A.Ş., § 34).
40. Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında "Kimse, ... kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz" denilerek "suçta kanunilik", üçüncü fıkrasında
da "ceza ve ceza yerine geçen güvenlik
tedbirleri ancak kanunla konulur" denilerek "cezada kanunilik"
ilkeleri güvence altına alınmıştır. Anayasa'da öngörülen "suç ve cezada
kanunilik" ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne
çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır.
Anayasa'nın 38. maddesine paralel olarak 5237 sayılı Kanun'un 2. maddesinde de
düzenlenen ilke, yasaklanan eylemlerin ve bu yasak eylemlere verilecek
cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesini,
kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olmasını gerektirmektedir.
Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle
temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır (AYM,
E.2010/69, K.2011/116, 7/7/2011; Karlis A.Ş., § 35).
41. Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 225. maddesine göre “Hüküm,
ancak iddianamede gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkındadır.” Hükmün
konusu iddianamede gösterilen sevk maddesi değil, fiildir. Mahkemenin fiili
nitelendirme özgürlüğü kapsamında, iddianamede unsurları gösterilen suça
ilişkin nitelendirmeyi yaparken Cumhuriyet savcısının vasıflandırmasıyla
(hukuki nitelendirmesiyle), başka bir deyişle “fiilin nitelendirilmesinde iddia
ve savunmalarla” bağlı değildir.
42. Somut olayda başvurucu hakkındaki iddianamede gösterilen
"makbuzların alt ve üst nüshalarının
farklı yazılması bazen de bu şekilde yazılan makbuzların alt ve üst
nüshalarının farklı şahıslarca imzalanması suretiyle aradaki farkın zimmete
geçirilmesi" (bkz. § 7) eylemi, hükmün konusunu teşkil
etmektedir.
43. Suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı mülga Kanun
uyarınca sahte belge düzenleme suçunun bileşik suç uygulaması ile zimmet
suçunun unsurunu oluştururken sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun'un
genel hükümleri arasında yer alan 42. maddesindeki düzenlemenin aksine, 212.
maddesindeki özel hüküm uyarınca bileşik suç uygulamasından vazgeçilerek her
fiil ayrı bir bağımsız suç olarak düzenlenmiştir. Bir başka anlatımla, önceki
kanun döneminde bulunmayan, sahte belgenin bir başka suçun işlenmesinde
kullanılması halinde, sonradan yürürlüğe giren Kanun ile hem sahtecilik hem de
ilgili suçtan dolayı cezaya hükmolunacağına ilişkin yeni bir düzenleme
getirilmiştir.
44. Mahkeme, lehe kanunun değerlendirilmesine ilişkin 5252
sayılı Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ifade edilen yönteme
göre, sahtecilik suçu yönünden değerlendirme yapılması ve bunun da lehe
Kanun'un belirlenmesi açısından dikkate alınması zorunluluğuna işaret eden
Daire bozma kararı (bkz. § 11) doğrultusunda yaptığı inceleme ile sonradan yürürlüğe
giren 5237 sayılı Kanun'un başvurucunun lehine olduğunu belirlemiştir (bkz. §
15).
45. Bu çerçevede söz konusu yargılamada lehe/aleyhe kanun
hükümlerinin yorumu, maddi vakıaların değerlendirilmesi, hükmün konusunu teşkil
eden başvurucunun eylemine uyan suçun tespitinde takdir, esasen derece
mahkemelerine aittir. Somut olayda Mahkemenin lehe kanunun tespitine yönelik
yorumu ve uygulaması; tutarlı, makul ve öngörülebilirdir. Bu kapsamda
başvurucunun kanunilik, açıklık ve belirlilik ilkesine aykırı bir düzenlemeye
dayalı olarak veya keyfî bir şekilde cezalandırıldığından söz edilemez.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına
ilişkin görünür bir ihlal bulunmadığından başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 22/11/2017
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.