İKİNCİ
BÖLÜM
KARAR
Başkan : Engin
YILDIRIM
Üyeler : Recep
KÖMÜRCÜ
Alparslan
ALTAN
Celal
Mümtaz AKINCI
Muammer
TOPAL
Raportör : Cüneyt
DURMAZ
Başvurucu : İsak
TEPE
Vekili :
Av. Hakan BAKIRCIOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun oğlunun
kaybolduktan sonra yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olaya ilişkin olarak
etkili bir soruşturma yürütülmemesi, fail veya faillerin tespiti yönünde hiçbir
çaba sarf edilmemesi ve soruşturma hakkında zamanaşımından düşme kararı
verilmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/3/2014 tarihinde
İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda süre aşımı
bulunduğu gerekçesi ile 15/5/2014 tarihinde idari yönden ret kararı verilmiş,
anılan karar 29/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
3. Başvurucu 5/6/2014 tarihinde
başvurunun idari yönden reddine ilişkin karara itiraz etmiştir.
4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca
31/12/2014 tarihinde, başvurucunun idari ret kararına karşı yaptığı itirazın
kabulüyle dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından
13/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi
için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/3/2016
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 11/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade
ediliş şekli, Bakanlık görüşü ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle
şöyledir:
9. Başvurucu İsak Tepe, oğlu Ferhat
Tepe'nin (F.T.) kaçırıldığını veya güvenlik güçleri tarafından götürüldüğünü
ileri sürerek 29/7/1993 tarihinde Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda
bulunmuş ve telefonunun dinlemeye alınmasını talep etmiştir.
10. Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı
derhâl harekete geçerek kayıp F.T.nin herhangi bir suçtan ötürü gözaltına
alınıp alınmadığı hususunun tespiti için Bitlis Emniyet Müdürlüğüne ve Jandarma
Komutanlığına müzekkereler yazmıştır.
11. Bitlis Emniyet Müdürlüğü kayıp şahsın
bulunabilmesi amacıyla 30/7/1993 tarihinde müşteki İsak Tepe ve tanık F.O.nun
3/8/1993 tarihinde de tanık polis memuru O.P.nin ifadesine başvurmuştur.
12. 4/8/1993 tarihinde, Elazığ ili
Sivrice ilçesi sınırları içinde bulunan Hazar Gölü kenarında bir ceset
bulunduğu ihbarı üzerine Cumhuriyet savcısı derhâl olay yerine gitmiş, olay
yerinde pratisyen bir doktorun katılımıyla ölü muayene ve tespit işlemleri
yapmıştır.
13. Göl kenarında bulunan cesede ait
fotoğrafların 9/8/1993 tarihinde teşhis ettirilmesi üzerine Talat Tepe, kimliği
belirsiz şahsın amcasının oğlu Ferhat Tepe olduğunu ifade etmiştir.
14. Başvurucu, Bitlis Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaatta bulunmuş ve oğlunun söz konusu bölgeye kaçırıldığı ve
tasarlanarak öldürüldüğü yönünde şikâyetçi olmuştur.
15. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı
(Cumhuriyet Başsavcılığı) kolluk marifetiyle söz konusu ölüm olayının
faillerinin araştırılması kapsamında çeşitli tarihlerde tanık ifadelerine
başvurmuştur.
16. Diyarbakır E Tipi Kapalı
Cezaevinde (Cezaevi) bulunan M.K., T.Ş. ve E.D. 16/8/1993 tarihinde yazdıkları
"Kamuoyuna Duyuru" başlıklı mektupta başvurucunun oğlu Ferhat Tepe'yi
askerî şubede gördüklerini ve işkence ile öldürüldüğünü iddia etmişlerdir.
Anılan kişiler 26/2/1996 tarihinde Cumhuriyet savcısı huzurunda verdikleri
ifadede ise "... bu mektubu kendilerinin yazmadığını, koğuş sorumlusu olan
adını İrfan olarak bildikleri kişinin yazdığını ve kendilerinin başlarını bir
şey gelmesin diye can güvenliği gerekçesiyle imzaladıklarını, Ferhat Tepe diye
bir kişiyi tanımadıkları ve nasıl öldürüldüğünü bilmediklerini..." belirtmişlerdir.
17. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı
25/8/1993 tarihinde, tanık ifadesinde geçen 21 AK … plakalı aracın ruhsat
bilgilerine ulaşmak amacıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere
yazmıştır. Yapılan araştırma sonucunda elde edilen bilgiler Elazığ Cumhuriyet
Başsavcılığına bildirilmiştir.
18. 15/11/1994 tarihinde,
soruşturmanın başladığı 4/8/1993 tarihinden itibaren yapılan tüm araştırmalara
rağmen olayın faillerine yönelik olarak kesin ve somut delil elde edilememesi
üzerine zamanaşımı süresine kadar sürekli olarak aranmaları ve
yakalandıklarında mevcutlu olarak Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına
getirilmeleri hususunda daimî arama kararı verilmiştir. Bu tarihten itibaren
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı üçer aylık periyotlarda dosyanın akıbeti
hakkında Elazığ Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü)ve Elazığ Jandarma
Komutanlığına (Jandarma Komutanlığı) çeşitli müzekkereler yazarak soruşturmanın
akıbetiyle ilgili bilgi almıştır.
19. Bakanlık görüşünde de belirtildiği
üzere başvurucu 4/5/1995 tarihinde somut başvurudaki şikâyetlerle Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuş, AİHM 9/5/2003 tarihinde başvuru hakkında
karar vermiştir (Tepe/Türkiye, B. No: 27244/95, 9/5/2003).
20. AİHM anılan kararında ulusal
makamların, başvuranın oğlunun ölümüyle ilgili olarak etkili ve yeterli bir
soruşturma yürütmedikleri gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme/AİHS) 2. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiş, başvuran
lehine 14.500 avro manevi tazminat ve 14.500 avro yargılama giderine
hükmetmiştir.
21. Anılan AİHM kararında yaşam
hakkının esası hakkında yapılan incelemede, AİHS’in 2. maddesi kapsamında
yapılacak incelemelerde, ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için “makul şüphenin
ötesinde” kanıtlamanın gerekli olduğu; devletin maddi bir yükümlülük olan
öldürmeme yükümlülüğünün ihlalinden sorumlu tutulmasının mümkün olabilmesi için
kayıp olan ve sonrasında öldüğü anlaşılan bir kişinin devlet görevlileri
tarafından gözaltına alınmış olduğunun makul kuşkuya yer bırakmayacak şekilde
kanıtlanmış olması ve kişinin öldüğüne dair somut unsurlara dayanan yeterli
emarelerin bulunması gerektiği,kararın önceki bölümlerinde başvuranın ve
Hükûmetin olayın gelişimine ilişkin iddiaları hakkında Mahkemenin kendi yaptığı
değerlendirmelere dayalı olarak somut olay hakkında Mahkemenin elde ettiği
bulgular dikkate alındığında başvuranın iddialarının yeterince kanıtlanamadığı,
bu çerçevede başvuranın yakınının kaçırıldığına ve öldürüldüğüne dair görgü
tanığının bulunmadığı, kendisinin Diyarbakır Cezaevinde tutuklu bulunduğunun da
kesin olarak tespit edilemediği, eldeki verilerin -somut olayda başvuranın
yakınının- makul şüphenin ötesinde bir devlet görevlisi ya da devlet adına
hareket eden kişiler tarafından kaçırıldığı ve öldürüldüğü sonucuna
ulaşılmasını sağlayacak yeterlilikte olmadığı ve AİHS’in 2. maddesinin ihlal
edilmediği ifade edilmiştir.
22. Anılan kararda, yaşam hakkının
usul yükümlülüğü açısından yapılan incelemede soruşturmanın yürütülmesinde
dikkat çekici eksiklikler bulunduğu; bu çerçevede kolluk görevlileri ile
soruşturmada görev alan savcılar arasında koordinasyon eksikliği bulunduğu,
savcıların başvuranın ileri sürdüğü hususlarda soruşturmanın genişletilmesi
konusunda adım atmadığı, olası tanıkları belirleme konusunda resen harekete
geçmedikleri, bu hususa örnek olarak polis yetkililerinden veya diğer güvenlik
güçlerinden ifade alınması yoluna başvurulmadığı, kaçırılma olayında kamu
gücünü kullanan kişilerin rol almış olabileceği ihtimalinin dikkate alınmadığı,
ölümde bölgedeki gazetecileri hedef alan kişilerin rollerinin olup olmadığı
açısından da soruşturmanın genişletilmediği, başvuranın F.T.yi Diyarbakır
Cezaevinde gördüğünü beyan ettiklerini ileri sürdüğü M.K., T.Ş. ve E.D.nin
ifadelerinin (başvurunun Hükûmete bildirilmesinden sonra) ancak 26/2/1996
tarihinde alındığı, benzer şekilde beyanları olduğu ileri sürülen Ö.A., B.E. ve
M.Y. isimli kişilerin beyanlarının ise hiç alınmadığı, son olarak da ölenin
cesedi üzerinde adli tıp uzmanının katılımıyla ayrıntılı bir otopsi işlemi
yapılmaksızın sadece pratisyen bir doktorun katılımı ile ölü muayenesi işlemi
gerçekleştirildiği tespitleri yapılmıştır.
23. AİHM kararı sonrasında, Adalet
Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 4/10/2004
tarihli yazısı ile Cumhuriyet Başsavcılığından“(Dışişleri Bakanlığının
28/9/2004 tarihli yazısı ile)… başvuru konusu olayla ilgili soruşturmada
kararda belirtilen soruşturma eksikliklerinin giderilip giderilmediği ve AİHM
kararının 179. ve 180. paragraflarında adı geçen tanıkların dinlenip
dinlenmediğinin ele alınacağı ifade edilerek belirtilen hususlarda bilgi
istenil(diği), … verilecek cevaba esas olmak üzere, adı geçen tanıkların
beyanlarının alınıp alınmadığının bildirilmesi” talep edilmiştir.
24. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına
sunulan Cumhuriyet savcısının imzaladığı 21/10/2004 tarihli ve Hazırlık No:
1993/3117 yazıda:
“İlgi sayılı yazınız ile gönderilen
Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü'nün
04.10.2004 tarih ve 067789 sayılı yazısında sorulan Elazığ Cumhuriyet
Başsavcılığımızın 1993/3117 hazırlık sırasında kayıtlı hazırlık evrakının
incelenmesinde, Özgür Gündem gazetesi muhabirlerinden Ferhat Tepe'nin Elazığ
Hazar gölünde ölü olarak bulunmasına ilişkin soruşturma dosyasında Ferhat
Tepe'nin Diyarbakır ilinde güvenlik güçleri tarafından sorguya alındığı işkence
yapılarak sorgulandığı “Kamuoyuna” başlıklı (Ö.A.) imzalı tarihi bulunmayan,
“Kamuoyuna” başlıklı 16.08.1993 tarihli M.K., T.Ş., E.D. imzalı, “Kamuoyuna”
başlıklı 10.08.1993 tarihli (B. E., M.Y.) imzalı yazılarla iddia edilmiş ise
de, yazılı bildirilerde ismi geçen (T.Ş., M.K ve E.D.’n)in olaya ilişkin alınan
beyanlarında altında kendi imzaları olan belge içeriğinin doğru olmadığı,
belirtilen tarihlerde sorguya alındıklarını ve tutuklandıklarını sorguda Ferhat
Tepe'yi gördüklerini belirtilen yazı içeriğinin doğru olmadığını yazıda
belgenin cezaevinde hazırlanmış olarak kendilerine getirildiğini içeriğini
bilmeden imzaladıklarını beyan ettikleri, ayrıca Ferhat Tepe'yi sorguda
görmediklerini beyan ettikleri, tanıkların bu anlatımı otopsi tutanağı ile de
uyumlu olduğu otopsi tutanağında şahıs üzerinde işkenceye ilişkin herhangi bir
darp cebir izinin bulunmadığı belirtildiği, bunun cesedin fotoğrafını çekmek
suretiyle de tespit edildiğinden, “Kamuoyuna” başlıklı 10.08.1993 tarihli
yazıyı imzalayan tanıklar (B.E., M.Y.)'nin beyanları propaganda amaçlı yukarıda
belirtilen belge gibi şahıslara cezaevine imzalatılan belge olduğu düşünüldüğünde
ifadelerine başvurulmamıştır. Bu nedenle bu tanıkların dosyada beyanı
bulunmamaktadır. Ayrıca (Ö.A.)’nın Diyarbakır Hazro ilçesinde meydana gelen
olaylara ilişkin ifadeleri alınan tanıklar (T.Ş., M.K ve E.D.nin)
yargılandıkları dosyaya ilişkin gözaltına alınmadığından bu tanığın da
ifadesine başvurulmamıştır.
Olay tarihinde Tatvan 6. Tugay
Komutanı General (K.T.nin) ölen şahsı kaçırdığı iddia edilmiş ise de, dosyanın
incelenmesinde ölen Ferhat Tepe'nin güvenlik güçleri tarafından gözaltına
alındığına ya da kaçırıldığına dair, ayrıca ölenin işkence sonucu öldüğüne dair
hiçbir somut delil bulunmadığından General (K.T.nin) ifadesinin alınmasına
gerek duyulmamıştır.”
25. Yukarıda yer verilen yazışma
dışında soruşturma kapsamında verilen daimî arama kararı gereği, Jandarma
Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğü belirli aralıklarla düzenledikleri araştırma
tutanaklarını Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuşlardır. Anılan tutanaklarda genel
olarak olayla ilgili bilgi ve görgü sahibi bulunmadığı, olay hakkında herhangi
bir ihbar gelmediği, fail veya faillerin tespitine yönelik araştırmaların devam
ettiği ifade edilmekte olup soruşturma açısından kayda değer bir gelişme
bulunmamaktadır.
26. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı
24/9/2013 tarihinde, başvurucunun oğlunun kaçırılarak öldürüldüğü yönündeki
şikâyeti sonucunda başlayan soruşturma kapsamında yapılan tüm araştırmalar
neticesinde herhangi bir faile ulaşılamadığı, söz konusu soruşturmaya konu
tasarlayarak adam öldürme suçunun suç tarihi itibarıyla 1/3/1926 tarihli ve 765
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 450. maddesi kapsamında olduğu ve bu suçun
zamanaşımının aynı Kanun’un 102/1 maddesi uyarınca yirmi yıl olduğu ve bu
sürenin de 4/8/2013 tarihinde dolduğu gerekçesiyle zamanaşımı sebebiyle
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
27. Başvurucu, vekili aracılığıyla söz
konusu kovuşturmaya yer olmadığı kararına 11/10/2013 tarihinde itiraz etmiştir.
Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2013 tarihinde verdiği kararda “…kararın,
dosya kapsamına, toplanan delillere uygun olduğu, kararda usul ve yasaya aykırı
bir durum olmadığı…” gerekçesiyle söz konusu itirazı reddetmiştir.
28. Başvurucu anılan kararı 18/3/2014
tarihinde öğrendiğini belirtmekte olup 20/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
29. 765 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Kanunda başka türlü yazılmış olan
ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır
hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
… geçmesiyle ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci
babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed yahud muvakkat
ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava
müruru zamanı yoktur.”
30. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar
başlıklı 67. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(2) Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan
birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli
veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame
düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3) Dava zamanaşımı
kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını
kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme
nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
(4) Kesilme halinde,
zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en
fazla yarısına kadar uzar.”
31. Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun soruşturma usul ve esaslarına ilişkin 18/10/2011 tarihli
Genelge'sinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin
soruşturulmasında,
...
g) Soruşturma evraklarının ilgili
Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece
soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile
yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da
tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip
edilmesi,”
32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar”
kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı,
soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması
hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören
ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir.
Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
33. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet
savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014
tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören,
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten
itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı
çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine
itiraz edebilir.”
34. 5271 sayılı Kanun’un “İtirazın
Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma
yapılması” kenar başlıklı 270. maddesi şöyledir:
“(1) İtirazı inceleyen merci, yazı
ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa
bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde
bunların yapılmasını da emredebilir.
(2) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca
yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu
görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç
gün içinde görüşünü bildirebilir.”
35. 5271 sayılı Kanun’un “Karar”
kenar başlıklı 271. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı haller
saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapmaksızın karar verilir. Ancak,
gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.
(2) İtiraz yerinde görülürse merci,
aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.
(3) Karar mümkün olan en kısa sürede
verilir.
(4) Merciin, itiraz üzerine
verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama
kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 16/6/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucu, oğlunun "Özgür
Gündem" adlı gazetenin muhabirliğini yaparken Bitlis ilinden Elazığ iline
kaçırılıp burada suda boğularak öldürüldüğünü, bu olay öncesinde de oğlu gibi
Kürt kökenli olduğunu bildiği çok sayıda kişiye yönelik faili meçhul cinayet
işlendiğini, Cumhuriyet Başsavcılığınca eyleme ilişkin olarak etkili bir
soruşturma yapılmadığını, yaşam hakkına ilişkin soruşturmalarda dava zamanaşımı
nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmemesi gerekirken ve kamuoyuna
yansımış benzeri pek çok olayda böyle bir tutum sergilenmemişken somut olayda
dava zamanaşımının gerçekleştiği gerekçe gösterilerek kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiğini, bu şekilde oğlunu öldüren fail veya faillere ulaşılamadığını
belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan ayrımcılık yasağı, 36. ve 40.
maddelerinde tanımlanan adil yargılanma, etkili başvuru ve17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılması ile tazminata karar
verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
38. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına
alınan diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu
değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
39. Bakanlık görüşünde, “mağdur”
statüsü hakkında Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihadına yer verilerek somut
başvuruda başvurucu İsak Tepe'nin 4/5/1995 tarihinde aynı şikâyetlerle AİHM'e
başvurduğu ve bu başvurusu sonucunda 9/5/2003 tarihinde AİHM'in ulusal
makamların, başvuranın oğlunun ölümüyle ilgili olarak etkili ve yeterli bir
soruşturma yürütmedikleri gerekçesiyle Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal
edildiğine, başvuranın oğlunun öldürülmesine neden olan olayların Sözleşme’nin
13. maddesinin gerektirdiği şekilde etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle
de Sözleşme’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine karar verdiği; başvuran lehine
14.500 avro manevi tazminat ve 14.500 avro yargılama giderine hükmettiği,
bununla birlikte karar sonrası soruşturma sürecinin devam ettiği, bu itibarla
başvurucunun şikâyetinin kabul edilebilirliğinin incelenmesinde mağdur sıfatının
bulunup bulunmadığına dair özellikle yukarıda belirtilen AİHM kararı ve diğer
hususların da inceleme sırasında gözönünde bulundurulması konusunda takdirin
Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
40. AİHM yukarıda yer verilen
kararında Ferhat Tepe’nin ölümünden sorumlu olabilecek kişilerin tespitine
yönelik etkili bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle yaşam hakkının usul
boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu kararın gereğini yerine getirmek
Sözleşme'ye göre taraf devletin ödevidir. AİHS’in “Kararların bağlayıcılığı
ve infazı” başlıklı 46. maddesi uyarınca taraf devletlerin AİHM’in
kesinleşmiş kararlarına uyma yükümlülüğü bulunduğu, Mahkemenin kesinleşen
kararlarının infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderildiği,
Bakanlar Komitesinin bir yüksek Sözleşmeci tarafın, taraf olduğu bir davada
verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde olması hâlinde
ilgili tarafa ihtarda bulunduktan sonra bu devletin aynı maddenin 1. fıkrasında
öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini mahkemeye intikal ettirme
yetkisine sahip olduğu ve mahkemenin 1. fıkranın ihlal edildiğini tespit etmesi
durumunda alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesine
gönderebileceği dikkate alındığında (Rahil Dink ve diğerleri, B. No:
2012/848, 17/7/2014, § 115) Ferhat Tepe ile ilgili verilmiş olan karara uygun
davranılıp davranılmadığının Bakanlar Komitesince denetlenmesi gerektiği
açıktır.
41. Somut olayda yaşam hakkının usul
boyutuna ilişkin AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olmasına rağmen
Anayasa Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için
başvurucunun mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması gerekir (Rahil
Dink ve diğerleri, § 116). Ferhat Tepe’nin ölümüne ilişkin soruşturma
dosyasının baştan itibaren açık olduğu, sorumluların tespitine yönelik
incelemenin AİHM kararı sonrasında da devam ettiği görülmektedir. Bu durumda
AİHM’in ihlal kararı ve buna istinaden ödenen tazminat ile başvurucuların
mağdur sıfatının sona erdiği söylenemez. Anayasa Mahkemesinin, özellikle
AİHM’in kararı üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ferhat Tepe’nin
ölümünden sorumlu olan kişileri belirleme ve bu eylemleri yaptırım altına alma
amacıyla etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini incelemesi gerekir.
42. Anılan AİHM kararında yaşam
hakkının esası hakkında bir ihlal kararı verilmediği için başvurucunun bu
konudaki mağdur statüsü hakkında bu kararın esas alınarak bir inceleme
yapılması gerekmediği açıktır. Bununla birlikte yaşam hakkının esası hakkında
Anayasa Mahkemesinin, AİHM’in yaşam hakkının esası hakkında verdiği karar ile
etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği yönündeki kararı sonrasında
yürütülen soruşturma işlemleri sonucunda-varsa- elde edilen yeni bilgileri
dikkate alarak yaşam hakkının esasının ihlal edilip edilmediğini yeniden
değerlendirmesi mümkündür.
43. Kabul edilebilirlik incelemesi
açısından son olarak ifade edilmesi gerekir ki 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır.
Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka
yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan
yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucu, öldürüldüğü
ileri sürülen kişinin babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir
eksiklik bulunmamaktadır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucunun
Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddialarının 6216 sayılı
Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı tespit edilmiş
olup başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Yaşamı Koruma ve Öldürmeme
Yükümlüğü Hakkında İnceleme
i. Bakanlık Görüşü
45. Bakanlık görüşünde, başvurucunun
iddialarına ilişkin olarak öncelikle Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarına
göndermelerde bulunularak yetkililerin sorumluluğu altında bulunduğu sırada
yaşamı kendi eylemlerinden dolayı risk altında olan bireyi korumak amacıyla
gerekli tüm önleyici tedbirleri almaları hususunda devletlerin pozitif
yükümlülülüğü bulunduğu ancak Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında yetkililerin
pozitif yükümlülüklerinin mutlak/koşulsuz olmadığı, yaşam hakkına yönelik
varsayılan her tehdidin yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya
zorlamayacağı, özel önlemler alma yönünde bir görevin sadece yetkililerin
yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da
bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede
hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkacağı, devletin Sözleşme’den
kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediğine inanılması için yeterli
esaslı unsurların ortaya konup konmadığının Mahkemenin kendisine sunulan
belgelerin ve gerektiği takdirde kendisinin elde ettiği belgelerin ışığı
altında incelemek suretiyle tespit etmesi gerektiği,Mahkemenin öncelikle
şikâyet edilen olaylar sırasında mevcut olan duruma atıfta bulunması gerektiği
hâlde devamında ortaya çıkan bilgileri dikkate almasının engellenmediği, AİHM'e
göre yeterli derecede güçlü, açık ve tutarlı çıkarımların veya aksi iddia
edilmemiş tahminlerin mevcudiyeti, gerekli delil standardına ulaşmada yardımcı
dahi olsa bunların kanıtsal değerinin eldeki davanın şartları ve Sözleşmeci
devlete yapılan suçlamanın ciddiyeti ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği
öncelikle ifade edilmiştir.
46. Görüşün devamında somut başvuru
açısından başvurucunun 4/5/1995 tarihinde aynı şikâyetlerle AİHM'e yapmış
olduğu başvuru sonucunda 9/5/2003 tarihinde AİHM'in, başvurucunun iddia ettiği
gibi yalnızca devlet görevlilerinin eylemlerini değil aynı zamanda dava
koşullarını dikkate alarak yaşam hakkından mahrum etme fiilini en titiz bir
biçimde incelediği ve Sözleşme'nin benimsediği delil standardının “makul
şüphenin ötesinde” olması ve bu tür bir kanıtın yeterince güçlü, açık ve uyumlu
çıkarımlara veya olaylara ilişkin çürütülmemiş varsayımlara dayanması
gerektiğini belirterek başvuranın iddialarını yeterince kanıtlayamadığı
gerekçesiyle Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edilmesinin söz konusu olmadığına
karar verdiği bilgisine yer verilmiştir.
ii. Genel İlkeler
47. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve
manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez
ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların ve diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§§ 50, 51).
48. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği
temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi, devlete elindeki tüm
imkânları kullanarak yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için yeterli yasal
ve idari bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu çerçevenin gereği gibi
uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 52).
49. Kamu görevlilerinin güç kullanması
sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının da şüphesiz devletin sahip
olduğu "hiçbir bireyin yaşamına son vermeme" negatif yükümlülüğü
kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde
öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını
içermektedir (Birsen Gülünay, B. No: 2013/2640, 21/4/2016, § 60; Cemil
Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, 44).
50. Bu çerçevede bir kişinin güvenlik
güçleri tarafından gözaltına alındığının, tutuklandığının veya bu güçlerin
kontrolü altında bulunan bir yerde bulunduğunun tereddütsüz olarak kabul
edilmesi gereken koşullarda devlet, bu kişilerin yaşamlarının ve vücut
bütünlüklerinin korunmasından sorumlu olduğu gibi bu arada meydana geldiği
ileri sürülen ölüm veya kaybolma olaylarının nasıl gerçekleştiği hususunda
makul bir açıklama getirme yükümlülüğü altındadır (Birsen Gülünay, §
64).
51. Bu konulardaki iddialar, uygun
delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek
için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki
bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti
hâlinde yaşam hakkı ihlalinden veya bir kötü muamelenin varlığından
bahsedilebilir (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, 92, C.D.,
B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).
iii. İlkelerin Somut Olaya
Uygulanması
52. AİHM 2005 yılında verdiği kararında,
somut olay hakkında hâlihazırdaki bulguları dikkate alarak başvuranın
iddialarının yeterince kanıtlanamadığı; bu çerçevede başvurucunun yakının
kaçırıldığına ve öldürüldüğüne dair görgü tanığının bulunmadığı, kendisinin
Diyarbakır Cezaevinde tutuklu bulunduğunun da kesin olarak tespit edilemediği,
eldeki verilerin, somut olayda başvuranın yakınının makul şüphenin ötesinde bir
devlet görevlisi ya da devlet adına hareket eden kişiler tarafından kaçırıldığı
ve öldürüldüğü sonucuna ulaşılmasını sağlayacak yeterlilikte olmadığı ve
AİHS’in 2. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır.
53. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin
AİHM’in verdiği karar sonrasında yürütülen soruşturma işlemleri sonucunda varsa
elde edilen bulgulara göre bu konuda yeniden bir inceleme yaparak bir sonuca
ulaşması gerekmektedir. AİHM kararı sonrası yürütülen ve aşağıda değerlendirme
konusu yapılan soruşturma işlemlerine bakıldığında AİHM’in inceleme konusu
yaptığı bilgi ve belgelerin ötesinde yeni bir veriye ulaşılamadığı, başvurucunun
da başvuru dilekçesinde yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine yönelik
yeni bir iddiada bulunmadığı anlaşılmaktadır.
54. Olay hakkında yürütülen
soruşturmanın etkililiği ile de bağlantılı olmak üzere somut olayda Anayasa
Mahkemesi açısından başvurucunun yakınının kamu görevlileri tarafından ya da
kamu görevlilerinin suç ortaklığı yapması sonucu gözaltına alındığı ve
öldürüldüğü yönünde bir inceleme yapılmasını gerektirecek (makul şüphenin
ötesinde) bir tespitte bulunulması mümkün görünmemektedir.
55. Açıklanan nedenlerle yaşam
hakkının esasının ihlal edilmediğine hükmedilmesi, somut olay açısından
incelemenin doğrudan olay hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olup olmadığı
hususunda yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
b. Yaşam Hakkının Usul Boyutu
Hakkında İnceleme
i. Bakanlığın Görüşü
56. Bakanlık görüşünde, başvurucuların
iddialarına ilişkin olarak öncelikle Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları
uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili
olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan
ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız
olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için soruşturmanın
yeterli ölçüde açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların
belirlenmesine ve gerekirse cezalandırılmasına imkân verecek nitelikte olması
gerektiği ifade edilmiştir.
57. Bakanlık görüşünde, yine Mahkeme
kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil bu sonucu
doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut
olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul
önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit
edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar
verebileceği belirtilmiştir.
58. Bakanlık görüşünde, somut olayla
ilgili AİHM kararı öncesi yürütülen soruşturma işlemlerine ve AİHM’in
başvurucunun oğlunun ölümüyle ilgili olarak etkili ve yeterli bir soruşturma
yürütülmediği gerekçesiyle Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin
kararına yer verildikten sonra AİHM’in ihlal kararı sonrasında da sorumluların
tespit edilemediği, zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiği, bu itibarla başvurucunun soruşturmanın etkili
yapılmadığına dair şikâyetlerinin incelenmesi sırasında bu hususların da
Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulduğu ifade edilmiştir.
ii. Genel İlkeler
59. Anayasa'nın 17. maddesinde
düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu
pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu,yaşanan ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan
etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve
diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94). Bu yükümlülük sadece bir kamu
görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından
geçerli değildir. Devletin -doğal olmayan her ölüm olayında kendisi, öldürmeme
ya da yaşamı koruma yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün
sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma
yapmamış olması, soruşturma yükümlülüğünün ihlalini doğurabilir. Zira bu tür
olaylarda etkili bir soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını korumak için ihdas
edilen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasının güvencesini
oluşturmaktadır (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §§ 25, 26).
60. Yürütülen ceza soruşturmalarının
amacı yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde
Anayasa'nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç
nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları
mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği
anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
61. Soruşturmanın etkililik ve
yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve
ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün
delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya
sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili
soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 57). Bu kapsamda yetkililerce tanıklarının ifadelerinin
alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor
hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla
ilgili kanıtların elde edilmesi için soruşturma konusu olayın gerektirdiği
mümkün olan tüm tedbirlerin alınması, ölümün gerçekleşme sebebinin objektif
analizinin yapılması, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde
edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması
ve soruşturma sonucunda verilen kararın, yaşam hakkına yönelik bir müdahale
varsa bu müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan
ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi
gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99; Turan Uytun ve Kevzer Uytun,
B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73).
62. Yürütülecek ceza soruşturmalarının
etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap
verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine
açık olmasıdır. Buna ek olarak her olayda ölen kişinin yakınlarının meşru
menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları
sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
63. Kamu otoritelerinin güç kullanımı
sonucu ortaya çıktığı ileri sürülen ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların bu
konuda gerçekleşebilecek suistimallerin önüne geçilmesini sağlayacak şekilde
kapsamlı, dikkatli ve tarafsız şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu tür
olaylara ilişkin soruşturmalarda aranılan bağımsızlık, sadece hiyerarşik ve
kurumsal bağımsızlığı ifade etmemekte olup soruşturmanın fiilen de bağımsız
olarak yürütülmesini gerektirmektedir (Cemil Danışman, 96).
64. Yürütülecek soruşturmalarda, makul
bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur.
Bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan
unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve soruşturmanın
devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri yaşanan
olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun
üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü
gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi
açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359,
10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29).
65. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan
en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü
koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde
ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle
soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari
soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün
değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, §
68).
66. Gerçekleşen bir ölüm olayına
ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir.
Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek
ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması
noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması
gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini
incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2782, 11/3/2015, § 68).
73. Yine bu kapsamda
değerlendirilebilecek şekilde Cumhuriyet Başsavcılığının Bakanlığa sunulan 2004
tarihli yazısında, sadece K.T.nin ifadesinin alınmama gerekçesi olarak “Ferhat
Tepe'nin güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındığına ya da kaçırıldığına …
dair hiçbir somut delil bulunmadığı” gerekçesine yer verildiği
görülmektedir. AİHM tarafından olayın kamu görevlileri ile ilgisi olup olmadığı
açısından kritik öneme sahip olduğu değerlendirilen bir kişinin beyanının yine
olayın kamu görevlileri ile bir ilgisinin bulunmadığı kabulü ile
reddedilmesinin yeterli bir gerekçe olarak değerlendirilebilmesi mümkün
değildir.
74. Başvuru konusu olaydaki gibi bir
olayın nasıl gerçekleştiğine ve faillerinin kimler olduğuna dair çok fazla
somut bilginin bulunmadığı durumlarda şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da
duyması olası kişilerin, yine bu çerçevede olaylara karışmış olduğu ileri
sürülen kişilerin hiç sorgulanmaması ya da çok geç sorgulanması yürütülen
soruşturmanın ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır (Yavuz
Durmuş ve diğerleri,§ 61).
75. Soruşturma sürecinde 2004 yılı
itibarıyla olayın kamu görevlileri ile bir ilgisi bulunmadığı yönünde bir
kabulün bulunduğu ancak olayın başka bir şekilde gerçekleşmiş olabileceğini
ortaya koyabilecek şekilde soruşturmanın herhangi bir şekilde genişletilmemiş
olduğu da görülmektedir.
76. Yukarıda değinilen hususların yanı
sıra kolluk birimleri veya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayı
aydınlatmaya yönelik bir işlem yapıldığına dair -soruşturma dosyasında yer
verilen/nihai kararda değerlendirilen- bir bilgi veya belgenin de bulunmadığı
görülmektedir.
77. Anayasa Mahkemesi tarafından
incelenen bir soruşturma sürecinde çok uzun süre önce daimî arama kararı
verilmesi ve buna bağlı olarak kolluk birimleri ile rutin yazışmaların
yapılması, inceleme konusu yapılan olayın koşullarına bağlı olarak tek başına
soruşturmanın gerekli özen ve hızda yapılmadığının tespit edilebilmesi
açısından yeterli değildir (İsmail Yıldırım ve diğerleri, B. No: 2013/9332,
20/4/2016, § 74). Ancak somut olayda Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı
tarafından yapılan bildirimlerde somut bir işleme yer verilmeksizin sadece
soruşturma işlemlerine devam edildiğinin bildirildiği, Cumhuriyet
Başsavcılığının soruşturmanın genişletilmesi konusunda herhangi somut bir
talimat vermemiş olduğu görülmektedir. Bu durumda AİHM tarafından tespit edilen
ve başvurucu tarafından ileri sürülen hususlarda Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından bir soruşturma işlemi yürütülmediği gibi Cumhuriyet Başsavcılığının
resen takdir edeceği bir yönde olayın aydınlatılması için herhangi bir
soruşturma işlemi de yürütülmediği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Somut
soruşturmanın koşullarında Cumhuriyet Başsavcılığının rutin yazışmalar dışında
hareketsiz kalması, olayın gerçekleşme şekli ve elde edilen delillere bağlı
olarak kaçınılmaz bir durum olduğu değerlendirmesi yapılmasını mümkün
kılmamaktadır.
78. Diğer yandan AİHM kararında yer
verilen tespitler açısından bir işlem yürütülmemesi, başvurucunun da soruşturmaya
ilişkin bu yöndeki taleplerinin soruşturma makamlarınca karşılanmamış olması,
niçin bu yönde bir işlem yürütülmediğinin açıklanmaması ve yine başvurucuların
bu yönde itirazları bulunmasına rağmen itiraz merciinin kararında bu iddiaların
ayrıca karşılanmamış olması birlikte dikkate alındığında fiilen soruşturmanın
ve sonuçlarının kamu denetimine açıklığının, bu kapsamda ölen kişinin
yakınının, meşru menfaatini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde
katılması gerekliliğinin temin edildiğinden söz edebilmek de mümkün değildir.
79. Faili meçhul ölümlere ilişkin
yapılan başvurularda etkili soruşturma
yükümlülüğü kapsamında ölenin, başvurucuların iddia ettiği
gibi kamu görevlileri veya belirli bir üçüncü kişi tarafından öldürüldüğü
sonucuna -her koşulda ve yapılması gereken her şeyin yapılmış olmasına rağmen-
mutlaka ulaşılması gerektiği elbette söylenemeyecektir. Böyle bir gerekliliğin
devletin ölüm olaylarına ilişkin usul yükümlülüğü kapsamında olduğu ileri
sürülemez (Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 65, Fahriye Erkek ve
diğerleri, § 66).
80. Fakat başvuru konusu olay
açısından yukarıda yer verilen tespitler birlikte değerlendirildiğinde
soruşturma kapsamında ölüm olayının nedenini aydınlatmak için gerekli adımların
zamanında atıldığının söylenemeyeceği, AİHM kararında da bu yönde tespitler bulunmasına
rağmen sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması
konusunda gerekli özenin gösterilmediği, soruşturmanın çok uzun bir süre sonuca
götürecek hiçbir işlem yürütülmeksizin rutin yazışmalarla sürüncemede
bırakıldığı, bu durumun daha da ötesinde herhangi bir kesin sonuca ulaşılmasını
ortadan kaldıracak bir şekilde zamanaşımı nedeniyle dosya hakkında kovuşturmaya
yer olmadığı (KYO) kararı verilmesi ile soruşturma sürecinin Anayasa’nın 17.
maddesinin gerektirdiği yeterlilik ve hızda bir inceleme içermediği sonucuna
ulaşılmıştır.
81. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının gerektirdiği etkili
soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi
Yönünden
82. 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şu şekildedir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari
eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
83. Başvurucu, ihlalin tespit
edilerek soruşturmanın yeniden açılmasını ve 100.000 TL manevi tazminat
ödenmesini talep etmiştir.
84. Başvuruda, yaşam hakkının
gerektirdiği etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar
verilmiştir.Bu durumda kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesi
uyarınca ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma
yapılmak üzere Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi
gerekmektedir. Bununla birlikte başvuruya konu olaya ilişkin olarak zamanaşımı
süresinin dolması nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer
olmadığı kararı verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kararı (bkz. §
24) ile Anayasa Mahkemesinin olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin elinde
bulunan bilgiler dikkate alındığında zamanaşımına uğradığı anlaşılan başvuru
konusu olay hakkında yeniden soruşturma açılması için kararın bir örneğinin
ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi imkânı bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
85. Somut olayda yeniden soruşturma
açılması imkânı olmadığı da dikkate alınarak
başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek
ölçüdeki manevi zararları karşılığında başvurucuya net 25.000 TL manevi
tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
86. Başvurucu, yargılama giderleri ve
avukatlık ücretinin tarafına ödenmesini talep etmiştir. Dosyadaki belgelerden
tespit edilen harç ve vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Yaşam hakkının esasının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
2. Yaşam hakkı kapsamında etkili
soruşturma yürütme yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 25.000 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Elazığ Cumhuriyet
Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
16/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.