TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HÜLYA DOĞAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/5613)
Karar Tarihi: 18/5/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
Hülya DOĞAN
Vekili
Av. Turan ARAS
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tanıkların sorgulanamaması, bilirkişi raporu alınması için yapılan taleplerinin gerekçesiz reddedilmesi, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve hükmün gerekçesiz olarak onanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu 10/8/2005 ile 2/10/2009 tarihleri arasında Çeşme Adliyesinde Yazı İşleri müdürü olarak görev yapmıştır. 6/2/2008 tarihinde mevcut görevlerine ilaveten İdari İşler müdürlüğü ve maaş mutemetliği işleri ile de görevlendirilmiştir.
6. Başvurucu, suçüstü ödeneğinden bilirkişi ve tanıklara ödenmesine karar verilen bir kısım paranın tahakkukunu yaparak parayı çektiği ancak hak sahiplerine ödemediği gerekçesiyle hakkında 2009 yılında soruşturma başlatılmıştır.
7. Soruşturma kapsamında İzmir Polis Krimanal Laboratuvarından alınan 5/7/2010 tarihli raporda bazı tanıklar adına atılı sahte imzalar ile başvurucunun imza yazı örneklerinin benzer ve başvurucunun eli ürünü olduğunun, bazı tanıklar adına atılan imzalarınise sahte nitelikte olduğunun tespit edildiği mütalaa olunmuştur.
8. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 3/9/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında resmî belgede sahtecilik ve zimmet suçlarından İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
9. Yargılama esnasında Adli Tıp Kurumu Fizik Adli Belge İnceleme Şubesinden alınan 12/4/2011 tarihli raporda ücret bordrolarındaki bir kısım imzanın hak sahiplerinin eli ürünü olmadığı, bir kısım imzanın tanı unsurları itibarıyla sanığın veya hak sahiplerinin eli ürünü olup olmadığı konusunda bir tespit yapılamadığı, bir kısım imzanın yazı içermediği, basit tersimli ve çizgilerden ibaret olması nedeniyle hak sahiplerinin eli ürünü olup olmadığı konusunda tespit yapılamadığı, bir kısım imzanın ise hak sahipleri olan C.K. ile İ.G.nin eli ürünü olduğu belirtilmiştir.
10 Mahkemenin 5/7/2011 tarihli ara kararı uyarınca bilirkişi heyetine dosya tevdi edilerek rapor alınması yoluna gidilmiş ve Sayıştay Emekli Uzman Denetçileri H.İ. ve B.S. ile Emekli Başmüfettiş N.Ö. tarafından oluşan bilirkişi heyeti, raporunu Mahkemeye 14/9/2011 tarihinde sunmuştur. Anılan raporda, söz konusu imzaların sanık tarafından atıldığının kuvvetle muhtemel olduğu ve eylemin zincirleme nitelikli zimmet suçunu oluşturduğumütalaa olunmuştur.
11. Başvurucu 25/8/2010 ile 7/10/2010 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır.
12. İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/12/2011 tarihli ve E.2010/296, K.2011/402 sayılı kararıyla başvurucunun müsnet suçlardan ayrı ayrı mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesi şöyledir:
"Sanık Hülya Doğan'ın yukarıda deliller kısmında gösterilen delillerden de anlaşılacağı üzere … 10/08/2005 ile 02/10/2009 tarihleri arasında kendi asli görevinin Çeşme Sulh Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürlüğü olduğu, 06/02/2008 tarihinde de kendi görevine ilaveten Çeşme C.Başsavcılığı'nca İdari İşler Müdürlüğü ve Maaş Mutemetliği işleri ile görevlendirildiği ve bu süreç zarfı içerisinde keşif veya bilirkişi incelemeleri ile tanık dinlenmelerine ilişkin tahakkuk edecek ücretler ile ilgili bordrolar hazırlayıp hak sahiplerine ödeme görevinin de bulunduğu, sanığın bu görevlendirmelerinin yasalara uygun görevlendirmeler olduğu ve fiilen de bu şekilde görevlendirildiği, ancak bu dönem zarfında dosyada müşteki olarak görünen F. H. K.nin Çeşme Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2008/298 Esas ve 2009/8 Talimat nolu dosyalarında bilirkişi olarak görev yaptığını, kendisine mahkemece 101 TL ve 106 TL olmak üzere ücret tahakkuk ettirildiğini, ancak bu paraların kendisine ödenmediğini ve bilahare öğrendiği kadarıyla kendisine ödenmiş gibi bordrolara yerine imza atıldığını belirterek şikayetçi olduğu, İzmir Kriminal Polis Laboratuarınca yaptırılan imza incelemesinde her iki bordrodaki müşteki F. H. K.nin ismi karşısında parayı almış gibi yerine imza atılmış olduğu ve bu imzalarında F. H. K.nin eli ürünü olmadığının tespit edildiği anlaşıldığından Çeşme C.Başsavcılığı tarafından sanık Hülya Doğan hakkında soruşturmaya başlanıldığı, yine dosyada tanık olarak adları geçen ve adlarına tanık veya bilirkişi olarak ücret tahakkuk ettirilen İ. G., E. S., , M. K., F. K., F. D., C. D., S. A., A. F. Ö. veR. M.nin, dosyada mevcut 23/02/2009, 09/03/2009, 03/06/2009, 19/02/2009 ve 18/05/2009 tarihli bordrolarda isimlerinin karşılarında bulunan imza sütunlarında atılmış görünen imzaların bu şahısların elinden çıkmadığının ve bu şahıslara ait olmadığının mahkememizce yapılan yargılama sırasında adli tıp fizik ihtisas dairesinden alınan rapor ile belirlendiği, mahkememizce tanık sıfatıyla dinlenen bu şahısların müşteki F. H. K.nin imzalarının kendisine ait olmadığını ve kendisine 101 ve 106 TL şeklinde ödemeler yapılmadığını beyan ettiği, yine tanık A. F. Ö., İ. G., F. D., A. C. T., E. S., F. K., Ö. Ö. ve E. O. da mahkememizdeki beyanlarında bordolardaki imzaların kendilerine ait olmadıklarını ve kendilerine bir ödeme yapılmadığını beyan ettikleri anlaşılmış, soruşturma aşamasında C.Savcılığınca yaptırılan imza incelemesi sonucu alınan ekspertiz raporlarının da bu yönde olduğu ve adı geçen kişilerin paraları almış gibi gösterilerek isimlerinin karşısına imza atılmış ve paraların ödenmiş gibi gösterildiği, belirtilen dönem içerisinde sanık Hülya Doğan'ın yazı işleri müdürü olduğu ve mutemet olarak da görevlendirildiği, olaydan kendisinin sorumlu olduğu, bir kısım adı geçen şahıslara para ödenmiş gibi gösterilip, ödenmemesinin sanık Hülya Doğan yönünden zimmet suçunu oluşturduğu gibi ayrıca bordrolara bu şahıslar yerine imza atılması suretiyle resmi belgeler olan bordrolarda da sahtecilik yapıldığı ve sanığın ayrıca resmi belgede sahtecilik suçunu müteselsilen işlediği, gerek zimmet gerekse resmi belgede sahtecilik suçlarının farklı tarihlerde ve farklı bordrolarda yapılması nedeniyle teselsül şeklinde işlendiği anlaşılmıştır. Bir kısım bordrolarda ise mahkememizde yapılan yargılama sırasında adli tıp kurumundan alınan imza incelemesine ilişkin rapora göre özellikle hak sahiplerinden …. isimlerinin karşısında atılan imzaların yazı içermeyen, basit tersimli ve çizgilerden ibaret olması nedeniyle aidiyetinin tespit edilemediği ancak mahkememizdeki oluşan kanaate göre bu imza gibi atılmış çizgilerinde bu şahıslar tarafından atılmadığı, zira kendileri paraları almış olsalar kendi gerçek imzalarını atmaları gerektiği, çizgi veya karalama şeklinde basit tersimli imza kullanmalarının bir mantığı bulunmadığı, bir kısım hak sahiplerinin örneğin R. M., S. A gibi şahısların birden fazla bordroda adlarının geçtiği, bir kısım bordrolarda yukarıda belirtildiği gibi tamamen sahte imza bulunduğu, bir kısmında da imza atılmış gibi basit tersimli çizgi ve yazıların bulunduğu, soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporlarının da bu hususları doğruladığı ve mahkememizce yaptırılan bilirkişi incelemesinden de anlaşılacağı üzere toplam 1086 TL paranın müteselsilen sanık tarafından zimmete geçirildiği ve sanığın suçlarının sübuta erdiği anlaşılmış, sanık her ne kadar aşamalardaki savunmalarında kendisinin böyle bir paraya ihtiyacının bulunmadığını, kendisinden önceki müdürden teslim aldığında herhangi bir yazılı belgeyle devir almadığını, kasada ne kadar para olduğunu da kontrol etmediğini, zaman zaman adliyede şoför olarak çalışan R. A. isimli görevli vasıtasıyla bankadan bu paraların çekildiğini ve adlarına para tahakkuk eden kişileri çağırıp ödemeleri yaptıklarını, bir kısım hak sahiplerinin bordrolardaki imzalarının neden kendilerine ait olmadığını bilemediğini, kendisine yüklenen suçları işlemediğini beyan etmiş ise de, dosyada toplanan tüm delillerin müşteki ve tanık beyanlarının net olduğu, sanığın savunmalarının doğrulanmadığını, …, yine memur olan sanığın birden çok bordroya ödenmiş gibi imza atmak suretiyle resmi belgede sahtecilik yaptığı ve müteselsilen resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği anlaşıldığından sübuta eren bu eylemi nedeniyle cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir…”
13. Başvurucunun temyizi üzerine resmi belgede sahtecilik suçundan verilen karar, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 11/2/2014 tarihli ve E.2012/14274, K.2014/1270 sayılı ilâmıyla düzeltilerek onandığından aynı tarihte kesinleşmiş, zimmet suçundan verilen karar ise suçun niteliğinde yanılgıya düşüldüğünden bahisle bozulmuş ve dava dosyası ilgili mahkemesine gönderilmiştir. Diğer suçun bozma sonrasındaki yargılaması aynı Mahkemenin 2014/186 esasın kayıtlı olarak yürütülmektedir.
14. Onama kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Suçun TCK'nın 53/1-a maddesindeki yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesine rağmen sanık hakkında aynı Yasanın 53/5. madde ve fıkrası gereğince cezanın infazından sonra başlamak üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, katılan vekili ve sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın düzeltilmesi mümkün bulunduğundan aynı Yasanın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak, mahkemenin alt sınırdan ceza tayinine yönelik takdiri de nazara alınarakhüküm fıkrasına "Sanığın, ayrıca cezanın infazından sonra işlemek üzere, TCK'nın 53/5. maddesi uyarınca 1 yıl 6 ay 22 gün süre ile aynı Kanunun 53/1-a maddesindeki hak ve yetkileri kullanmaktan yasaklanmasına," ibaresinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,…”
15. Başvurucu, onama kararından 8/4/2014 tarihinde bilgi sahibi olmuştur.
16. Bireysel başvuru, 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
IV.İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu; resmî belgede sahtecilik suçundan yargılandığı davadahazırlayanların uzmanlıkları dikkate alındığında suçun sübutunun değerlendirmesi yönünden diğerine göre üstün değerde tutulması gereken Adli Tıp Kurumu raporu yerine soruşturma aşamasında Emniyet Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından dosyaya sunulan rapora itibar ederek Mahkemenin hüküm kurduğunu, tanık beyanlarındaki çelişkiler giderilmeden "şüpheden sanık yararlanır" ilkesine ve "masumiyet karinesine" aykırı olarak beraat yerine mahkûmiyetine karar verildiğini, doğrudan soru sorma hakkı kullandırılmadan dinlenen tanıkların beyanlarının hükme esas alındığını, tanık R.A.nın imza örneklerinin, sahte olduğu iddia olunan belgelerdeki imzalarla mukayese edilmesi için bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmasına rağmen Mahkemece bu taleplerin gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini, ayrıca Yargıtayın herhangi bir gerekçeye yer vermeksizin hükmü onadığını, bu nedenlerle Anayasa'nın 19., 36., 38. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 19., 38. ve 40. maddelerinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de bu iddiaların özü, beyanları hükme esas tanıkların sorgulanmadığına, birtakım taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğine, Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğuna ve kararın adil olmadığına ilişkindir. Bu sebeplerle başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1.TanıkSorgulama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucu; yargılandığı davada tanıklara doğrudan soru sorma hakkından yararlandırılmadığını, bu şekilde dinlenen tanıkların beyanlarının hükme esas alındığını, böylelikle silahların eşitliği ilkesi ihlal edilerek mahkûmiyetine karar verildiğini iddia etmiştir.
22. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “tanık sorgulama hakkı”yla ilgili ilkeleri belirlemiştir. Buna göre bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirme, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı vardır. Sanığın; hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru yöneltebilmesi, onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu sınama imkânına sahip olması adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte bir mahkûmiyet -sadece veya belirleyici ölçüde- sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Anayasa'nın 36. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, §§ 34-56; Az. M., B. No: 2013/560, 16/4/2015, §§ 46-67; Levent Yanlık, B.No: 2013/1189, 18/11/2015, §§ 67-77).
23. Somut olayda beyanları hükme esas alınan tanıklar A.F.Ö., İ.G., F.D., A.C.T., E.S., F.K., Ö.Ö., R.A. ve E.O.nun olayla ilgili bilgi ve görgüleri asıl Mahkemede başvurucu ve müdafiinin hazır oldukları duruşmalarda dinlenmiş; başvurucu ve müdafiinden tanık beyanlarına karşı diyecekleri sorulmuştur. Diğer bir ifadeyle başvurucu ve müdafii, hükme esas alınan tanık beyanlarına itiraz etme ve onları sorgulama imkânlarından yararlanmıştır.
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun yargılandığı davada aleyhinde beyanda bulunan tanıkları sorguya çekme hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Bilirkişi İncelemesi Yaptırılması Talebinin Gerekçesiz Reddedildiğine İlişkin İddia
26. Başvurucu; tanık R.A.nın imza örneklerinin alınarak sahte olduğu iddia olunan belgelerdeki imzalarla mukayese edilmesi hususunda bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmasına rağmen Mahkemece bu taleplerinin gerekçesiz bir şekilde kabul edilmediğini iddia etmiştir.
27. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara, tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması, bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
28. Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Anayasa Mahkemesinin görevi delillerin sunulması da dâhil olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir. Kural olarak hâkim ya da mahkeme, Kanun’da sayılan durumlar haricinde bilirkişi incelemesi yaptırmak zorunda olmadığı gibi hâkim ya da mahkeme bilirkişilerce hazırlanan raporlarla da bağlı değildir(Yahya Murat Demirel ve Hüsnü Barbaros Olcay, B. No: 2013/7996, 17/2/2016, § 54).
29. Yargılama sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35). Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
30. İlk Derece Mahkemesi, yargılamanın 1/11/2011 tarihli celsesinde dosyadaki mevcut delilleri dikkate alarak sanık ve müdafiinin tanık R.A. yönünden de rapor aldırılması taleplerinin reddine karar vermiştir.Celsenin ilgili kısmı şöyledir:
“…31/10/2011 havale tarihli dilekçesinde adli tıp kurumu raporunun istenmeyen yönlerde düzenlendiği şeklinde beyanlarının bulunduğu bordrolardaki imzaların R. A. yönünden de rapor aldırılmasının talep edildiği anlaşıldı.
Sanık Hülya Doğan’dan avukatının talebi hususunda diyecekleri soruldu, ben de talebi yineliyorum R. A. yönünden de rapor aldırılsın, dedi.
Yeniden rapor aldırılması (R. A.) yönünden sanık müdafinin talebi hususunda iddia makamından soruldu; incelenen bilirkişi raporları çerçevesinde başsavcılığımız tarafından tüm belirsizlikler sanık lehine yorumlanarak sadece kriminal inceleme raporlarına göre sanığın eli ürünü olan ödemelere ilişkin olarak talepte başsavcılığımız tarafından bulunulacağından sanık avukatı tarafından dile getirilen ek inceleme raporunun bizim açımızdan yargılamaya yenilik getirmeyeceğinden reddi talep olunur, dedi.
ARA KARAR, Dosyamızdaki mevcut deliller dikkate alınarak sanık ve müdafiinin R. A. yönünden de rapor aldırılması talebinin reddine karar verildi, anlatıldı, açık yargılamaya devam olundu….”
31. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, soruşturma aşamasında düzenlenen bilirkişi raporunu değerlendirmeye esas almıştır. İncelenen dosya kapsamından savunma makamının dosyada yer alan bilirkişi raporlarını inceleme, reddetme, bu raporlara itiraz etme ve Derece Mahkemesinden yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etme imkânı bulamadığına dair bir bulguya rastlanamamıştır.
32. Soruşturma evresinde Emniyet Genel Müdürlüğü İzmir Kriminal Polis Laboratuvarından ekspertiz raporu talep edildiği ve gereğinin yapıldığı, İlk Derece Mahkemesince Adli Tıp Kurumundan da rapor alındığı, bu sebeplerle sanığın (başvurucunun) ve müdafiinin tanık R.A. yönünden de imza incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebinin dosyadaki mevcut deliller dikkate alınarak ret edilmesine ilişkin kararın yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilmediği ve gerekçeden yoksun olduğu söylenemez.
33. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar çerçevesinde bir temel hak ihlalinin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Yargıtay Onama Kararının Gerekçesiz Olduğuna İlişkin İddia
34. Başvurucu, Yargıtayın hükmü gerekçesiz olarak onadığını ileri sürmüştür.
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
37. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23)
38. Kanun yolu mercilerince onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri gerekçeler kabul edilmiş olacağından anılan kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek bulunmamaktadır (İbrahim Ataş, § 25). Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu yöndedir (Van de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
39. Başvuru konusu olayda İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesi somut olayla bağlantı kurularak açıklanmış (bkz. § 12), temyiz mercii tarafından da İlk Derece Mahkemesinin kararı hukuka aykırı bulunmayarak temyiz talepleri gerekçeleri ile reddedilmiştir. Dolayısıyla Derece Mahkemelerinin kararlarında yer verilen gerekçenin yetersiz veya keyfî olduğu söylenemez.
40. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Yargılamanın Sonucuna İlişkin İddialar
41. Başvurucunun diğer iddialarının Derece Mahkemelerinin delilleri değerlendirme ve yorumlarında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir.
42. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
43. Gerekçeli kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (bkz. § 12; gerekçeli karar, s. 6-12). Mahkemenin ve Yargıtayın kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum tespit edilememiştir.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
18/5/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.