TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DERYA GÜNEYLİOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/6090)
|
|
Karar Tarihi: 17/5/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Hikmet Murat
AKKAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Derya
GÜNEYLİOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali TAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; eser sözleşmesi kapsamında yüklenici aleyhine açılan
tazminat davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmaması, yerel mahkeme
kararının gerekçesinin çelişkili olması, Yargıtay kararının gerekçe içermemesi,
temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/4/2014 tarihinde Manavgat 4. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/6/2014 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı 12/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/10/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
10/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 24/11/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu makine mühendisi olup ısıtma ve soğutma projeleri
çizmekte ve projelerin uygulanması noktasında taahhüt işlerini de yapmaktadır.
Başvurucu, Antalya-Manavgat'ta yer alan tüzel kişiliğe ait bir otelin güneş
kolektörü (güneş enerjisiyle ısıtma sistemi) yapımını üstlenmiş ve Şirketle
20/3/2008 tarihinde yazılı bir anlaşma yapmıştır. İşin teslim süresi iki aydır
ve işin tamamlanmaması hâlinde iki aylık gecikme bedeli 210.000 € olarak
belirlenmiştir.
9. Bu sözleşmeden farklı olarak sistemin su deposunun yapım işi
kapsamında on iki akümülasyon tankı için başvurucu ile M.Ç. arasında sözlü
anlaşma yapılmıştır. Yapım işi süresi içinde tamamlanmış ve başvurucu işi
kontrol ederek on iki akümülasyon tankını teslim almıştır.
10. Kısa bir süre sonra sistemin henüz deneme aşamasında olduğu
sırada su deposu ve depoların boyasındandolayı suyun rengi ve kokusunun
değiştiği anlaşılmış, Şirket bu durumu başvurucuya iletmiştir.
11. Başvurucu bunun üzerine Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesine
başvurarak delil tespiti isteminde bulunmuştur. Manavgat Sulh Hukuk
Mahkemesinin 12/6/2008 tarihli ve 2008/107 Değişik İş sayılı kararıyla sistem
su depolarının tespiti davalının gıyabında yapılmıştır. Ancak bu tespit raporu
davalıya tebliğ edilmemiştir.
12. Başvurucu bu süreçte Şirket ile ek protokol niteliğinde bir
sözleşme daha imzalamış ve sistemi yenileyerek gerekli onarımı yapmıştır.
13. 16/6/2008 tarihinde noter vasıtasıyla akümülatör tanklarının
ayıplı olduğu hususunda başvurucu tarafından davalıya hitaben bildirimde
bulunulmuş, buna karşılık davalı taraf üzerine düşen edimleri eksiksiz ve tam
olarak yaptığını bildirmiştir. Buna rağmen beğenilmeyen tankların geri alınması
ve malların iadesi davalı tarafından teklif edilmiş ve başvurucu ile davalı on
iki tank bedeli için toplamda 29.618 TL üzerinden anlaşmıştır. Daha sonra da on
iki tank, başvurucu tarafından davalıya iade edilmiştir.
14. Başvurucu; M.Ç.nin imal ettiği ayıplı mal dolayısıyla on iki
akümülasyon tankının sistemi tamamen bozduğunu, bozulmanın kendisinden
kaynaklanmadığını, gerekli tamiratın tarafından yapıldığını iddia ederek ve
eserin ayıplı olması nedeniyle M.Ç. aleyhine Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
(ticaret mahkemesi sıfatıyla) nezdinde 27/10/2008 tarihinde 250.000 TL maddi ve
10.000 TL manevi tazminat istemiyle dava açmıştır.
15. Davalı öncelikle süresi içinde yetki itirazında bulunmuş,
yetkili mahkemenin Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi olduğunu ileri sürmüştür.
Esasa ilişkin ileri sürülen iddiaları ise kabul etmemiştir.
16. Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, davalının yetki
itirazını 21/5/2009 tarihindeki celsede reddetmiş; yargılamaya devam
edilmiştir. 19/2/2010 tarihinde mahallinde yapılan keşif sonunda 3/3/2010
tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Söz konusu süreçte davacı tanıkları da
dinlenmiştir. Davalı, tespit raporuna karşı beyanında ve keşifte, inceleme
konusu yapılan tankların kendi ürettiği tanklar olmadığını dile getirmiştir.
17. Daha sonra Mahkeme 9/11/2010 tarihli ve E.2008/685,
K.2010/811 sayılı kararla davalının ilk başta yaptığı yetki itirazını kabul
etmiş ve şu gerekçeyle yetkisizlik kararı vermiştir:
"... Her
ne kadar davacı taraf mahkememizin yetkili olduğu sözleşmenin ifa edileceği
yerin Manavgat Adli Yargı alanı içerisinde kaldığını belirtmiş, mahkememizce
14/04/2009 tarihli ara karar uyarınca yetki itirazı reddedilmiş ise de;
ilerleyen aşamalarda toplanan deliller çerçevesinde dinlenen tanık beyanları
göz önünde bulundurularak davacı tarafın yetkili olduğumuz yönündeki iddiasının
müvekkili ile dava dışı üçüncü kişi arasındaki sözleşmede yetkili mahkemenin
Manavgat Adli Yargı Mahkemelerinin görevli olduğu yönündeki hükme dayandığı
davalı tarafın bu sözleşmede imzasının bulunmadığı, taraflar arasındaki
sözleşmeye konu sistemin kurulma işleminin davacı tarafa ait bulunduğu bu
hususun teslim tutanağı ve diğer davalı tarafça ibraz edilen belgelerle
doğrulandığı, bu haliyle davaya bakma görevinin Antalya Asliye Ticaret
Mahkemesinin görevi kapsamında bulunduğu anlaşılmakla mahkememizin yetkisizliği
yönünde aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir."
18. Başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 15. Hukuk
Dairesi 19/7/2011 tarihinde hükmü onamıştır. Bunun üzerine başvurucunun talebi
doğrultusunda dava dosyası, Antalya 4. Asliye Ticaret Mahkemesine
gönderilmiştir.
19. Antalya 4. Asliye Ticaret Mahkemesi ise 5/4/2012 tarihli ve
E.2011/408; K.2012/80 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi
özetle şöyledir:
"Dava; iş sahibi davacı tarafından,
davalı yüklenici aleyhine açılan tazminat davası niteliğindedir. Davada
yüklenici davalı tarafından imal edilip, davacı iş sahibine teslim olunan 12
adet akümülasyon tankının ayıplı olması sebebiyle gerçekleşen davacı zararının
tahsili istenmektedir. Taraflar arasında 12 adet akümülasyon tankının imal
edilmesine ilişkin sözlü bir anlaşmanın varlığı ihtilafsız olup, yine sözü
edilen tankların davacı iş sahibine teslim edildiği, ayrıca teslimden sonra
eserin kullanılmaya başlanılmasından sonra görülen şikayetler üzerine davacı iş
sahibi tarafından davalıya süresinde ayıp ihbarının yapıldığı da
çekişmesizdir.(...) Zaten davacı taraf dava dilekçesinde ödemiş olduğu bedelden
dolayı bir talepte bulunmamış, eserin ayıplı olması nedeniyle uğramış olduğu
maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle eldeki davayı açmıştır.
Söz konusu olayda da sözleşme konusu tankların
davacıya teslim edildiği, teslimden sonra görülen şikayetler üzerine, durumun
davalı yükleniciye süresinde bildirildiği, bu konuda davacı iş sahibi tarafından
tespit yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak davalı taraf tüm aşamalarda gerek
tespit dosyasında tespit yaptırılan tankların kendi ürettikleri tanklar
olmadığının, gerekse de keşifte inceleme konusu yapılan tankların kendilerince
yapılan tanklar olmadığını, bunların yani keşifte incelenen su tanklarının
davacı tarafından dava dışı otele yapılmış olan tanklar olduğunu belirterek,
tüm bu belirlemelere karşı çıkmıştır. Keşifte dinlenen makine mühendisi
bilirkişi de, keşif sonucu vermiş olduğu 03/03/2010 tarihli raporunda, bu
hususa dikkat çekerek dava konusu edilen akümülasyon tanklarının hiçbirinin
keşif mahallinde olmadığını belirleyerek sistem hakkında mali analizi raporunu
teknik projeler üzerinden hesaplama yoluyla rapor sunmuştur. Dosyada davacının dayanmış
olduğu Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/107 D.İş sayılı tespit raporunun
da davalı yükleniciye tebliğ edilmediği ve yargılama aşamasında davalı
vekilinin aynı gerekçelerle aldırılan rapora itiraz ettiği anlaşılmaktadır.
Ayıp ihbarının süresinde yapıldığının kabulü
halinde dahi, sözleşme konusu iş ya da eserdeki ayıpların derecesi ile mahkeme
tarafından BK'nun 360.maddesinde yazılı hakların kullandırılmasına yönelik
değerlendirme ve takdirin yapılabilmesi için sözleşme konusu iş ya da eser üzerinde
uzman bilirkişi aracılığıyla inceleme yaptırılıp ve bundan sonra ayıp sebebiyle
bir zarar gerçekleşmiş ise tutarının belirlenmesi zorunludur. Oysa dava konusu
olayda gerek tespit dosyasında, gerekse keşif sonucu düzenlenenraporda yasal
koşullara uygun bir inceleme yapılamamıştır. Davacı tarafça bu husus, yani
eserin ayıplı olduğu yasal deliller ile kanıtlanamamıştır. Yine eserdeki ayıbın
yasal koşullarına uygun olarak yapılacak inceleme ile belirleme imkanı da
mevcut duruma göre mümkün bulunmamaktadır.
Tüm bu açıklanan nedenlerle ve dosya kapsamına
göre; ispat edilemeyen davanın reddine karar vermek gerekmiş..."
20.Başvurucu murafaalı olarak süresi içinde temyiz talebinde
bulunmuştur.
21. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay 15. Hukuk Dairesi
26/9/2013 tarihli ve E.2012/6038, K.2013/5224 sayılı ilamı ile "... Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı
delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin
takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan bütün temyiz
itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA"karar
vermiştir.
22. Başvurucu süresi içinde karar düzeltme talebinde bulunmuş,
temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması gerektiğini ve diğer
iddialarını tekrar etmiştir.
23. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 12/3/2014 tarihli ve E.2013/6914,
K.2014/1735 sayılı kararla karar düzeltme istemini reddetmiştir. Red gerekçesi
şöyledir:
"Yargıtay ilâmında
belirtilen gerektirici nedenler karşısında ve özellikle, UYAP üzerinden
gönderilen temyiz dilekçesinde duruşma pulu olmadığı gibi, 19.07.2012 tarihli
dosya gönderme formunda temyiz duruşma giderinin ekli olduğuna dair açıklama
bulunmadığından temyiz incelemesinin duruşmasız yapılmasında usule aykırılık
bulunmamasına göre HUMK’nın 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birisine
uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE..."
24. Anılan ilam 2/4/2014 tarihinde öğrenilmiş, başvurucu
30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
25. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun
360. maddesi şöyledir:
“Yapılan şey iş sahibinin kullanamıyacağı ve nısfet kaidesine göre
kabule icbar edilemiyeceği derecede kusurlu veya mukavele şartlarına muhalif
olursa, iş sahibi, o şeyi kabulden imtina edebilir; bu hususta mütaahhidin
taksiri bulunursa zarar ve ziyan da isteyebilir.
İşin kusurlu olması veya mukaveleye muhalif
bulunması yukarıki derecede ehemmiyeti haiz değil ise iş sahibi, işin
kıymetinin noksanı nispetinde fiatı tenzil ve eğer o işin ıslahı büyük bir
masrafı mucip değil ise mütaahhidi tamire mecbur edebilir. Bu hususta
mütaahhidin taksiri varsa iş sahibi zarar ve ziyan da istiyebilir.
Yapılan şey iş sahibinin arsası üzerine
yapılmış olup da mahiyeti itibariyle refi ve kal'ı fazla bir zararı mucip ise
iş sahibi, ancak ikinci fıkra mucibince muamele yapar.”
26. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 190. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen
vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”
27. 6100 sayılı Kanun’un 31/3/2011 tarihli ve 6217 sayılı
Kanun’un 30. maddesi ile değiştirilen geçici 3. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004
tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmi Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar,
1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına
devam olunur.”
28. 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı 16. maddesiyle
değiştirilmeden önceki 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun 438. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Yargıtay temyiz
incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel
kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya
ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri
ikiyüzmilyon lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz
dilekçesi veya cevap dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca
bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile
duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse
bu süreye bakılmaz. Tebligat
gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz."
29. 6100 sayılı Kanun'un 369. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"(2) Yargıtay temyiz incelemesini dosya
üzerinde yapar. Ancak, tüzel kişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının
iptaline, evlenmenin butlanına veya iptaline, boşanma veya ayrılığa, velayete,
soybağına ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri altmışbin Türk
Lirasını aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz veya cevap
dilekçesinde duruşma yapılmasını talep etmiş ise Yargıtayca bir gün belli
edilerek taraflara usulen davetiye gönderilir. Tebliğ tarihi ile duruşma günü
arasında en az iki hafta bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye
bakılmaz. Tebligat gideri
verilmemişse duruşma talebi dikkate alınmaz. Duruşma giderinin eksik ödenmiş
olduğu anlaşılırsa, dairenin başkanı tarafından verilecek bir haftalık kesin
süre içinde tamamlanması, aksi hâlde duruşma talebinden vazgeçilmiş sayılacağı,
duruşma isteyene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde giderler
tamamlanmadığı takdirde, Yargıtay incelemesini dosya üzerinde yapar."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 17/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu; eser sözleşmesi kapsamında yüklenici aleyhine
açtığı tazminat davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını, yerel
Mahkeme kararındaki gerekçenin çelişkili olduğunu, Yargıtay kararının
gerekçesiz olduğunu ve tehir-i icra taleplerine karşılık verilmediğini, temyiz
incelemesinin duruşmalı yapılmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
yargılamanın yenilenmesini yahut tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu; ilamda dava konusu depoların ayıplı olduğu ve
ayıp ihbarının süresinde yapıldığının kabul edildiğini, gerekçenin devamında ise
ayıbın ve ihbarının süresinde yapılmadığının söylendiğini, sonucunda da ayıp
ihbarının süresinde yapılsa bile mahkemece yerinde keşifle bir değerlendirme
yapılması gerekeceğinden bahsedildiğini belirtmiş ve bu sebeple gerekçeli
kararın anlaşılmaz ve çelişkili olduğunu, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bunun yanında temyiz itirazlarının ve
dava dosyasının incelenmeden hükmün onandığını, tehir-i icra taleplerine cevap
verilmediğini, Yargıtay kararının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
33. Bakanlıkça bu başlık altında Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına atfen görüş sunulmamıştır.
34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
35. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her
türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı
organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak
da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle
güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
biridir. Bu bağlamda bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak
yazılmasını ifade eden Anayasa’nın 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin
kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
37. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi, adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma
hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi
ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013,§ 38). Ayrıca hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli
karar hakkı Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrasında yer verilen “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.” hükmüyle mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük
olarak düzenlenmiştir.
38. Gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine
göre değişebilir. Bununla birlikte ileri sürülen iddialardan biri kabul
edildiğinde iddiaların davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise mahkeme bu
hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorundadır (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56). Gerekçenin
ayrıntısı davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına
dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin özet de olsa bulunmasının zorunlu
olduğu açıktır (Vesim Parlak, B.
No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
39. Bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve
savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde
anlaşılmamalıdır. Bununla birlikte, başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt
verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış
olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Ayrıca kanun yolu mahkemelerince
verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği
şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür
kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul
edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olupbu husus AİHM içtihadında da üst
dereceli mahkeme tarafından benimseme yöntemiyle önceki mahkeme kararının
gerekçesinin özümsenmesi şeklinde yorumlanmaktadır (Ruiz Torija/İspanya, B. No: 18390/91, 09/12/1994, § 29, 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91,
09/12/1994, § 28; Georgiadis/Yunanistan,
B. No: 21522/93, 29/05/1997, § 40-43;H.A.L./Finlandiya,
B. No: 38267/97, 27/01/2004, §50, 51;X/Yunanistan,
B. No: 8769/79, 16/07/1981; Les Travaux Du
Midi/Fransa, B. No: 12275/86, 02/07/1991).
40. Başvurucu; kararın kendi içinde çelişkili olduğunu, Mahkeme
tarafından ayıp ihbarının süresinde yapıldığı kabul edilmesine rağmen
gerekçenin devamında ayıbın ve ihbarın süresinde yapılmadığını iddia ederek
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
41. Başvurucunun şikâyet ettiği Mahkeme gerekçesinde,
başvurucunun dava sürecinde dile getirdiği ve davanın sonucunu etkileyecek bir
argümanın cevapsız bırakılmadığı ya da Mahkemenin ulaştığı sonucu tamamen
anlaşılmaz kılacak çelişkiler bulunmadığı açıktır.Nitekim Mahkeme, savunmanın
görüşüne değer vererek davayı ispat edilemediği için reddetmiştir. Bu kapsamda
ayıbın süresinde giderilmediği gerekçede belirtilmediği gibi davanın
reddedilmesinin de bu konuyla bir ilgisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Mahkemece
verilen kararın gerekçesine bakıldığında başvurucunun iddia ettiği şekilde
karar verilmediği anlaşılmaktadır.
42. Başvurucu; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin başka
herhangi bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında da bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit
edilmemiştir.
43. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
44. Başvurucu ayrıca Yargıtay kararında gerekçe bulunmadığını
ileri sürmektedir.
45. Temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması
zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı
fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla
kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus temyiz merciinin bir
şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece
mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
46. Somut olayda Mahkeme,ispat edilemeyen davanın reddine karar
vermiştir. Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf
yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm onanmıştır (bkz. § 21).
Dolayısıyla Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
47. Açıklanan nedenlerle Yargıtayın gerekçesine ilişkin bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu yönü itibarıyla da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.Temyiz İncelemesi Sırasında Duruşma
Yapılmadığına İlişkin İddia
48. Başvurucu; temyiz dilekçesinde duruşma talep ettiklerini
belirttiğini, müddeabih yüksek olduğundan talep edilmesi hâlinde temyiz
aşamasının duruşmalı yapılmasının zorunlu olduğunu, Yargıtayın duruşma yapmadan
karar verdiğini, karar düzeltme aşamasında bu hususu belirttiklerini,
Yargıtayın Kanun'a aykırı bir şekilde talebini reddettiğini, harç ve masraf
eksikliğinin ilgili tarafa muhtıra çıkartılarak tamamlattırılması gerektiğini
ileri sürmüştür.
49. Bakanlık, başvurucunun iddiası kabul edilse dahi eksik
masrafın tamamlanabilmesi için tebligat masraflarının yatırılmasının zorunlu
olduğunu belirtmiştir. Ayrıca temyiz incelemesinin duruşmalı olarak
yapılmamasının tek başına adil yargılama hakkını ihlal etmeyeceğini ileri
sürmüştür.
50. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı cevabında "100 TL
temyiz posta masrafı" olarak istenen meblağı yatırdığını, Yargıtayın
istediği kadarını tebligat gideri olarak kullanabileceğini, temyiz dilekçesinde
bu durumu belirttiğini, uygulamadan farklı bir prosedür işlediğini ileri sürmüştür.
51. Başvurucunun söz konusu iddiası, yargılama sürecinde temyiz
aşamasında sözlü beyanda bulunmasına imkân tanınmamış olmasına yönelik
olduğundan ilgili iddianın aleni yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
52. 6216 sayılıKanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
53. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının
salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
54. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa'nın 141. maddesinde
düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın
açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak
yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada
keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme
araçlarından birisini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın
duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma
haklarının güvencesini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka
duruşmalı yapılması gerektiği anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine
uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı
yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara
bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece
mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun
yolu incelemesinin tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan
sonra dosya üzerinden yapılması halinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz
edilemez (Nevruz Bozkurt, B. No:
2013/664, 17/9/2013, § 32).
55. Temyiz yolu, ilk derece mahkemesi kararlarına karşı
başvurulabilen, ilk derece mahkemeleri önüne taşınmış vakaların bu mahkemelerce
usulüne uygun olarak incelenip incelenmediğinin ve özellikle ilgili vakalara
kanunların doğru uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiği olağan kanun
yoludur. 1086 sayılı mülga Kanun'un ilgili hükümleri de temyiz yoluna
müracaatlarda kural olarak incelemenin dosya üzerinden yapılacağını, istisnai
durumlarda ise duruşmalı olarak incelemenin zorunlu bir usul olduğunu kurala
bağlamıştır.
56. 1086 sayılı mülga Kanun'un temyiz yoluna ilişkin hükümleri
incelendiğinde tarafların sınırlı olarak sayılan hâllerde temyiz incelemesinin
duruşmalı olarak yapılmasını talep edebileceklerinin, talep üzerine Yargıtayın
duruşma için belirleyeceği günü taraflara tebliğ edeceğinin, belirlenen günde
Yargıtayın tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve eğer taraflardan
hiçbiri gelmemiş ise dosya üzerinden inceleme yapabileceğinin hüküm altına
alındığı görülmektedir. Bunun yanında usul kanunlarında yer alan hükümler
doğrultusunda tebligat giderinin hiç yatırılmamış olması duruşma yapabilmenin
önünde bir engel teşkil etmektedir.
57. Bu açıdan somut olay değerlendirildiğinde başvurucu temyiz
masrafları kapsamında tebligat giderinin yatırılmış olduğunu kabul etmek
gerektiğini ileri sürse de bu husus karar düzeltme dilekçesinde belirtilmediği
gibi Yargıtayın başvurucunun talebini kabul etmeme sebebi farklı bir gerekçeye
dayandırılmıştır. Bu kapsamda Yargıtayın konuya ilişkin karar düzeltme
aşamasındaki gerekçesi dikkate alındığında Kanun'un emredici hükümlerinin
uygulandığı, bariz takdir hatası veya açık keyfîliğin bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucu, başvuru formu ve eklerinde "temyiz
posta masrafı" adı altında yatırılan tutara ilişkin belgeyi de tevsik
etmemiştir.
58. Açıklanan nedenlerle yargılamanın bütünü gözönüne
alındığında açık ve görünür bir ihlal bulunmadığından başvurunun bu kısmının da
açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
59. Başvurucu
ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
60. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
61. Başvurucu 27/10/2008 tarihinde davalı M.Ç.ye açtığı tazminat
davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek tazminat talep
etmiştir.
62. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz,
B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ile AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara
Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa'nın 141. maddesinin de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 38, 39).
63. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41-45).
64. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu tazminat davasında, 1086 sayılı mülga
Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut
yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğunda kuşku yoktur (Güher Ergun ve
diğerleri, § 49).
65. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olup somut başvuru açısından bu tarih
27/10/2008'dir.
66. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı
bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı başvurunun karara
bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve
diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
67. Başvuruya konu olan ve 27/10/2008 tarihinde açılan davada
davalı cevap dilekçesinde ve ilk celsede yetki itirazını ileri sürmüş, yetki
itirazı Mahkeme tarafından ilk başta kabul edilmemiş, bu süreçte keşif
yapılmış, tanıklar dinlenmiş, Mahkeme aradan iki yıl geçtikten sonra yetki
itirazını yukarıda yer alan gerekçelerle kabul etmiştir (bkz. § 17). Başvurucu
bunun üzerine Yargıtaya başvurmuş ve kararın onanmasına müteakiben dava
23/11/2011 tarihinden itibaren Antalya Asliye Ticaret Mahkemesinde devam
etmiştir. Antalya Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen dava sonunda verilen
karar Yargıtayca onanmış, başvurucunun karar düzeltme istemi 12/3/2014
tarihinde reddedilmiştir.
68. 6100 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin dikkate alınmadığı gözönünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir(Güher Ergun ve diğerleri, §§ 34-64).
69. Başvuruya konu davadaki taraf sayısı ve davanın mahiyeti
nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın
karmaşık olmadığını ortaya koymakta olup somut başvuruda davanın ikame edildiği
tarihten itibaren iki yıl sonra yetkisizlik kararı verilmesi nedeniyle 6100
sayılı Kanun hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru
açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve 5
yıl 4 ay 15 günde tamamlanan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
70. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
71. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
72. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
73. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenecek bir
tutarda tazminat verilmesini talep etmiştir.
74.Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık beş
yıldır devam eden yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Temyiz incelemesi sırasında duruşma yapılmadığına ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 4.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/5/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.