TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RABİA ERSOY BAŞVURUSU (3)
|
(Başvuru Numarası: 2014/634)
|
|
Karar Tarihi: 22/6/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucu
|
:
|
Rabia ERSOY
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hisse senedi
satın almak üzere Kaldera Holding A.Ş. yetkililerine
ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle
22/5/2008 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı davanın hukuka aykırı
olarak reddedildiğini, Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu ve
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama
yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 30/12/2013
tarihinde Hannover Başkonsolosluğu vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Başvurucu, bireysel başvuru
harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım
isteminde bulunmuş, Bölüm tarafından 13/5/2014 tarihinde, adli yardım talebinin
kabulüne karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından
15/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığının 15/7/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu,
12/12/2014 tarihinde beyanlarını sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türkiye’de
faaliyet gösteren Kaldera Holding A.Ş.
yetkililerinden 2000 yılında satın aldığı hisse senedi bedelini ve şirket
tarafından vaat edilen kar payını geri alamaması
üzerine kanunların verdiği denetim yetkisini kullanmamak suretiyle sorumlu
olduklarından bahisle Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Sermaye Piyasası Kurulu
aleyhine 3.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi zararının ödenmesi istemiyle
22/5/2008 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
9. Ankara 8. İdare Mahkemesi,
25/1/2010 tarihli ve E.2008/825, K.2010/57 sayılı kararıyla, “merkezi Konya'da bulunan Kaldera
Holding isimli şirketin izinsiz halka arz faaliyetinde bulunduğu, yasadışı
yollardan döviz bazında paralar topladığı, davalı idarelerin ise şirket ve
şirket yöneticileri hakkında denetim yetkilerini kullanmamaları sebebiyle
zarara uğradığı iddia edilmekte ise de; adı geçen şirketin kayıt yükümlülüğünü
yerine getirmeden sermaye artırımı yaptığı veya paylarını çoğunluğu yurt
dışında bulunan vatandaşlara hukuksal geçerliliği olmayan belgeler karşılığında
sattıkları ve karşılığında yüksek bir getiri vaat ettiklerinin belirlendiği,
davalı idarece bu konuda yapılan araştırmalar sonucu tasarruf sahiplerinin
şirket yöneticilerine güveni ve vaat edilen yüksek kar payları nedeniyle bu
yatırımları yaptıkları, ancak şirketlerin verimsiz çalıştığı ve kar
edemedikleri, söz konusu şirketin faaliyetleri ile ilgili olarak 28/7/1981
tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu hükümlerine tabi Sermaye
Piyasası Kurulunun gözetim ve denetim sorumluluğu bulunduğu görülmekle
birlikte, Sermaye Piyasası Kanunu'nda kişisel mali yatırım zararlarının idarece
ya da kamu kaynaklarından karşılanmasını gerektiren bir hükme yer verilmediği,
öte yandan davalı idarece olayın öğrenilmesinden sonra kamuoyu bilgilendirme
toplantıları yapıldığı, dava konusu şirket için suç duyurusunda bulunulduğu,
idarenin koşullarının gerekleri ve olanaklarına göre Kanun'da verilen görevleri
yerine getirdiği, buna göre başvurucunun uğradığı zararla davalı idarenin
herhangi bir eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı”
gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
10. Temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 1/6/2011 tarihli ve E.2010/4050,
K.2011/2580 sayılı ilâmıyla; 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesinin birinci
fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirinin bulunmadığı belirtilerek İlk
Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır.
11. Başvurucunun karar düzeltme
istemi aynı Dairenin 13/6/2013 tarihli ve E.2012/49, K.2013/1831 sayılı
ilâmıyla; 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde yazılan karar düzeltme
nedenlerinden hiçbirinin bulunmadığı belirtilerek reddedilmiştir.
12. Karar, başvurucuya
10/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu, 30/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
14. 2499 sayılı Kanun’un “Cezai Sorumluluk” kenar başlıklı 47.
maddesinin (A) bendi şöyledir:
“(Değişik:
23/1/2008-5728/372 md.) Diğer kanunlara göre daha ağır bir cezayı gerektiren bir suç
oluşturmadığı takdirde;
1. Sermaye piyasası
araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri
kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye
piyasasında işlem yapanlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak şekilde mameleki
yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek, içerden öğrenenlerin
ticaretidir. Bu fiili işleyen 11 inci madde kapsamındaki ihraççılarla, sermaye
piyasası kurumlarının veya bunlara bağlı veya bunlara hâkim işletmelerin
yönetim kurulu başkan ve üyeleri, yöneticileri, denetçileri, diğer personeli ve
bunların dışında meslekleri veya görevlerini ifa etmeleri sırasında bilgi
sahibi olabilecek durumda olanlarla, bunlarla temasları nedeniyle doğrudan veya
dolaylı olarak bilgi sahibi olabilecek durumdaki kişiler,
2. Yapay olarak,
sermaye piyasası araçlarının, arz ve talebini etkilemek, aktif bir piyasanın
varlığı izlenimini uyandırmak, fiyatlarını aynı seviyede tutmak, arttırmak veya
azaltmak amacıyla alım ve satımını yapan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin
yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler,
3. Sermaye piyasası
araçlarının değerini etkileyebilecek, yalan, yanlış, yanıltıcı, mesnetsiz bilgi
veren, haber yayan, yorum yapan ya da açıklamakla yükümlü oldukları bilgileri
açıklamayan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte
hareket edenler,
4. 4
üncü maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına aykırı hareket edenlerle,
sermaye piyasasında izinsiz olarak faaliyette bulunan veya yetki belgeleri
iptal olunduğu veya faaliyetleri geçici olarak durdurulduğu halde ticaret
unvanlarında, ilan veya reklamlarında sermaye piyasasında faaliyette
bulundukları intibaını yaratacak kelime veya ibare kullanan veya faaliyetlerine
devam eden gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri,
5. Sermaye piyasası
kurumlarına, bu Kanunun 13/A ve 13/B maddeleri kapsamındaki teminat
sorumlularına ve 38/B ve 38/C maddeleri kapsamındaki fon kuruluna; sermaye
piyasası faaliyetleri sebebiyle veya emanetçi sıfatıyla veya idare etmek için
veya teminat olarak veyahut her ne nam altında olursa olsun, kayden veya fiziken tevdi veya
teslim edilen sermaye piyasası araçları, nakit ve diğer her türlü kıymeti
kendisinin veya başkasının menfaatine satan veya rehneden
veya her ne şekilde olursa olsun kullanan, gizleyen yahut inkâr eyleyen veyahut
bu amaca ulaşmak ya da bu fiillerini gizlemek için bilgisayar ortamında
tutulanlar dahil kayıtları tahvil ve tağyir eden ilgili gerçek kişilerle tüzel
kişilerin yetkilileri,
6. Bu Kanunun 15 inci
maddesinin son fıkrasında belirtilen işlemlerde bulunarak kârı veya mal varlığı
azaltılan tüzel kişilerin yetkilileri ve bunların fiillerine iştirak edenler,
7. Karşılıksız olarak
sermaye piyasası araçlarının geri alım taahhüdü ile satımını yapan ilgili gerçek
kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri,
her
bir alt bent kapsamına giren fiillerden dolayı iki yıldan beş yıla kadar hapis
ve beşbin günden onbin güne
kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.”
15. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası,
49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi (bkz. Melik Uzun, B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§
10-13).
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 22/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 30/12/2013 tarih ve 2014/634
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, yurt dışında çok
zor şartlar altında çalışarak özveri ile biriktirdiği tasarruflarını Türkiye’de
faaliyet gösteren bir anonim şirketten hisse senedi satın almak suretiyle
değerlendirdiğini, ancak izinsiz halka arz faaliyetinde bulunduğunu tespit
ettiği bu şirketten daha sonra parasını geri alamadığını, anılan şirketin kayıt
dışı yaptığı işlerle ilgili zamanında gerekli önlem ve tedbirleri almamak ve
denetim görevini yerine getirmemek suretiyle sorumluluğu bulunduğundan bahisle
uğradığı zararın tazmini istemiyle Sermaye Piyasası Kurulu aleyhine 22/5/2008
tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı
olarak reddedildiğini, yargılama aşamasında çeşitli usulsüzlüklerin ve keyfi
uygulamaların olduğunu, Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu, yargılamanın
makul sürede sonuçlanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve adli yardım talep etmiştir.
B. Değerlendirme
18. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, 22/5/2008 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde
açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini, yargılama
aşamasında çeşitli usulsüzlüklerin ve keyfi uygulamaların olduğunu belirterek,
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi kendisi yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı
iddiası kapsamında incelenmiştir. Başvurucunun Danıştay kararlarının gerekçesiz
olduğuna yönelik ihlal iddiası ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
19. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
20. 6216
sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
21. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
22. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun
esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz.
Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve
sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve
bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri
ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
23. Başvurucu, yurt dışında çok
zor şartlar altında çalışarak özveri ile biriktirdiği tasarruflarını Türkiye’de
faaliyet gösteren bir anonim şirketten hisse senedi satın almak suretiyle
değerlendirdiğini, ancak izinsiz halka arz faaliyetinde bulunduğunu tespit
ettiği bu şirketten daha sonra parasını geri alamadığını, anılan şirketin kayıt
dışı yaptığı işlerle ilgili zamanında gerekli önlem ve tedbirleri almamak ve
denetim görevini yerine getirmemek suretiyle sorumluluğu bulunduğundan bahisle
uğradığı zararın tazmini istemiyle 22/5/2008 tarihinde Ankara 8. İdare
Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini,
yargılama aşamasında çeşitli usulsüzlüklerin ve keyfi uygulamaların olduğunu
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, Türkiye’de faaliyet gösteren Kaldera
Holding A.Ş. yetkililerinden 2000 yılında satın aldığı hisse senedi bedelini ve
şirket tarafından vaat edilen kar payını geri alamaması üzerine kanunların
verdiği denetim yetkisini kullanmamak suretiyle sorumlu olduklarından bahisle
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Sermaye Piyasası Kurulu aleyhine 22/5/2008
tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, Mahkemece,
Sermaye Piyasası Kanunu'nda kişisel mali yatırım zararlarının İdarece ya da
kamu kaynaklarından karşılanmasını gerektiren bir hükme yer verilmediği, davalı
İdarece olayın öğrenilmesinden sonra kamuoyu bilgilendirme toplantıları
yapıldığı, dava konusu şirket için suç duyurusunda bulunulduğu, İdarenin
koşullarının gerekleri ve olanaklarına göre Kanun'da verilen görevleri yerine
getirdiği, buna göre başvurucunun uğradığı zararla davalı idarenin herhangi bir
eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 1/6/2011 tarihli ilâmıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi aynı
Dairenin 3/6/2013tarihli ilâmıyla reddedilmiştir.
25. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında
isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
26. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
27. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
28. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
29. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır(Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
30. Temyiz mercilerinin
kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin
yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı
gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir.
Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş
ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını
ya da bozduğunu göstermesidir(Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 57).
31. Başvurucu, Mahkemece verilen
davanın reddine ilişkin kararın temyizi üzerine Danıştay tarafından gerekçesiz
şekilde onandığını ve karar düzeltme istemlerinin gerekçe gösterilmeksizin
reddedildiğini ileri sürmüştür.
32. Somut olayda, başvurucunun
açtığı davada Mahkemece, başvurucunun iddiaları, davalıların savunması
değerlendirilmiş, başvurucunun uğradığı zararla davalı İdarenin herhangi bir
eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı, gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir (bkz. § 9). Kararın temyizi üzerine Danıştay Onüçüncü Dairesince, Mahkemece verilen kararın gerekçesine
atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm onanmış ve karar düzeltme
istemi aynı Daire tarafından reddedilmiştir (bkz. §§ 10-11). Dolayısıyla Danıştay
kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
33. Açıklanan nedenlerle;
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan,
başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Süresinin Makul Olmadığı İddiası
34. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
35. Başvurucu, hisse senedi
satın almak maksadıyla Kaldera Holding A.Ş.
yetkililerine ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini
istemiyle Sermaye Piyasası Kurulu aleyhine 22/5/2008 tarihinde Ankara 8. İdare
Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında yargılamanın makul sürede
sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun 12/5/2014 tarihinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu
Başkanlığına başvuruda bulunduğu belirtilerek, söz konusu başvurunun,
başvurucunun mağdur statüsüne olası etkisinin değerlendirilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
37. Adalet Bakanlığı görüşüne
karşı başvurucu, başvuru formunda belirttiği hususları tekrar etmiştir.
38. Adalet Bakanlığı İnsan
Hakları Tazminat Komisyonu
Başkanlığının, 15/12/2014 tarihli kararıyla; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) tarafından ele alınan şikayet hakkında 30/5/2013 tarihli tek yargıçlı
oturumda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 34. ve 35.
maddelerinde düzenlenen kabul edilebilirlik koşullarını karşılamadığı
gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez bulunduğu, başvurucunun AİHM’e yaptığı
77168/12 numaralı başvurusunda Komisyonu işaret eden kabul edilemezlik kararı
verilmediği gerekçesiyle başvurucunun talebinin reddine karar verilmiştir.
39. Başvurucunun, tarafı olduğu
hukuki uyuşmazlığa ilişkin yargılama süresinin makul olmadığı hususundaki ihlal
iddiası nedeniyle Komisyona başvurduğu anlaşılmış olmakla birlikte, söz konusu
ihlal iddiası açısından ihlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmasına yönelik bir
karar verilmediği anlaşıldığından başvurucunun mağdur statüsünün devam
ettiğinin kabul edilmesi gerekir.
40. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38–39).
41. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
42. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, Kaldera Holding A.Ş.’nin
faaliyetleri sonucunda uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini istemiyle
22/5/2008 tarihinde Sermaye Piyasası Kurulu aleyhine Ankara 8. İdare
Mahkemesinde açılan tam yargı davası olduğu görülmekle, somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku yoktur (Selahattin Akyıl, B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
43. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarihtir. Somut başvuru açısından bu tarih, 22/5/2008 tarihidir.
44. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri, B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut
başvuru açısından bu tarih, Danıştay Onüçüncü Dairesi
tarafından karar düzeltme isteminin reddedildiği 3/6/2013 tarihidir.
45. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, Türkiye’de faaliyet gösteren Kaldera
Holding A.Ş.’nin faaliyetleri sonucunda uğranıldığı
iddia edilen zararın tazmini istemiyle 22/5/2008 tarihinde Sermaye Piyasası
Kurulu aleyhine Ankara 8. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasında;
Mahkemenin, 25/1/2010 tarihli kararıyla, davalı
İdarenin koşulların gerekleri ve olanaklarına göre Kanun'da verilen görevleri
yerine getirdiği, başvurucunun uğradığı zararla davalı İdarenin herhangi bir
eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verildiği, temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 1/6/2011 tarihli ilâmıyla hükmün onandığı, karar düzeltme isteminin
aynı Dairenin 3/6/2013 tarihli ilâmıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.
46. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 15).
47. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup,
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz
önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde
karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
48. Başvuruya konu davaya bir
bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, yargılamaya ilişkin üç yılı aşkın
bir sürenin temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçtiği ve söz konusu beş
yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
50. Başvurucu, başvuru konusu
yaptığı yargılamada hatalı hüküm kurulması ve yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğinin tespit edilmesini ve yeniden yargılama yapılmasını talep etmiştir.
51. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi
yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği
belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
53. Başvuru konusu olayda, başvurucunun makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte,
başvuruya konu olan yargılama sürecinin kesinleşerek sona erdiği dikkate
alındığında, başvurucunun da tazminat talebi bulunmaması nedeniyle ihlalin
tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir
husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
54. Başvurucu tarafından
yargılama gideri yapılmadığı, başvurucunun adli yardım talebinin kabul edildiği ve
ihlal kararı verildiği için yargılama giderlerinin Maliye Hazinesi üzerinde
bırakılmasına karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan
yoksun olması" ,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması”
Nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun diğer taleplerinin reddine,
C. Yargılama giderlerinin Maliye Hazinesi üzerinde bırakılmasına,
22/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.