TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HAŞİM AKSOY VE ABİDİN AKSOY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7355)
|
|
Karar Tarihi: 29/9/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur
ODUNCU
|
Başvurucular
|
:
|
1. Haşim
AKSOY
|
|
|
2. Abidin
AKSOY
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim
BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurular, terör örgütü üyeleri tarafından amcalarının
öldürülmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun
kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkı ve
mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 27/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucular adli yardım isteminde bulunmuş, Birinci ve
İkinci Bölüm Komisyonlarınca adli yardım taleplerinin kabulüne karar
verilmiştir.
4. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif
tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Anayasa Mahkemesi tarafından 2014/7380 başvuru numaralı
dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/7355 numaralı bireysel
başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/7355 numaralı bireysel
başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve 2014/7380 numaralı bireysel başvuru
dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, terör örgütü mensupları tarafından amcaları
S.A. ve A.A.nın 16/9/1994
tarihinde öldürüldüğünü beyan etmişler ve bu özel durumlarından kaynaklanan
güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia
etmişlerdir.
9. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının
karşılanması talebiyle ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde Batman
Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır.
10. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen
Komisyon kararıyla terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması
talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca
Sason ilçesi Kaleyolu köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve
saldırı olmadığından, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi oranda bir
nüfus yaşadığından bahisle taleplerin reddine karar verilmiştir.
11. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında
belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli
tablonun F satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ileKaleyolu köyünün Merkez, Şeyhan, Sarıgan,
Yamanlı mezralarından oluştuğu,Batman İl Jandarma
Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Şeyhan, Sarıgan, Yamanlı mezralarının 1993 ile 2000 tarihleri
arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği; 1987 ile 2000 yılları
arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ve
gönüllü köy korucusu görevlendirildiği, köyde koruculuk sisteminin bulunduğu,
korucu aileleri haricinde köyde 39 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990
yılında 758, 1997 yılında 505, 2000 yılında 590 kişi olduğu; 1990 ile 2000
yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı ancak evrakların imha edilmek
üzere SEKA’ya gönderildiği, Sason İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün yazısında
Kaleyolu köyündeki ilköğretim okulunun eğitim ve öğretime açık olduğunun
belirtildiği, Kaleyolu köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa
köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen
boşaltılmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik
kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da
saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine
hükmedilmiştir.
12. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında
gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi
ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen
temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir.
13. Başvurucular tarafından yapılan karar düzeltme istemi, ekli
tablonun H satırında belirtilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci
Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir.
14. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara
8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucular 27/5/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli
ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 29/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
18. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları talebin
ve akabinde açtıkları davanın reddedildiğini, idarenin köy halkına “Köy
korucusu ol yahut köyü terk et.” şeklinde
yaptığı baskı ve zorlamanın Mahkemece dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar
tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik nedeniyle köyün boşaltılmış olduğunu
belirten belgeler dikkate alınmaksızın ve terör örgütü mensuplarınca
amcalarının öldürülmesine dair özel durumları dikkate alınmadan köyün tamamen
boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve şahıslarına yönelik bir terör tehdidi ya
da saldırısının bulunmamasına dayanılarak sundukları belgelerin
değerlendirilmediğini, idare tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını
ve bu belgeler tebliğ edilmemek suretiyle kendilerine savunma yapma imkânı
tanınmadan haklarında verilen kararın adil olmadığını belirtmişlerdir.
19. Başvurucular ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sundukları belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere
dayalı olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde
çelişkili ve gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, aynı
yerleşim yerinden önceki bir tarihte başvuruda bulunanlar hakkında Komisyonun
tazminat ödenmesi yönünde karar verdiği hâlde yargı mercilerince bu kararlar
konusunda araştırma ve inceleme yapılmayarak davalarının reddine karar
verildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen
şahıslarına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz
kaldıklarını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine
getirmemesi sonucu mülkiyet haklarından yoksun kaldıklarını ve Derece
Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin
edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yer almayan bir nedene dayanılarak Komisyon
ve yargı makamlarınca taleplerinin reddedildiğini, ayrıca yaptıkları başvurular
hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek
Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler ve maddi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
20. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucular,
5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtıkları
davaların reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125.
ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16).Başvurucuların ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar
altında incelenmiştir:
1. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları giderim
taleplerinin mukim oldukları köyün tamamen boşaltılmamış olduğu gerekçesiyle
reddedildiğini ancak aynı yerleşim yerinden önceki bir tarihte başvuruda
bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde karar verdiğini ve
yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma ve inceleme yapılmayarak
davalarının reddine hükmedildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir sebep
bulunmamasına rağmen tazminat ödenmemesi yönünde kararlar alındığını belirterek
Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
22. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014,
§§ 43-48; Cahit Tekin, B. No:
2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
23. Somut başvurular açısından yapıldığı iddia edilen
ayrımcılığın hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı,
belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt
sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
25. Başvurucular, idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemelerin tarafsız olmadığını iddia
etmişlerdir.
26. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
§§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
27. Somut başvurular açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tarafsız mahkemede
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucular sundukları bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemeleri tarafından davalarının reddine
karar verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların
eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından, başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
31. Somut başvurularda yukarıda değinilen ilkeler ışığında
yapılan incelemelerde başvurucuların usule ilişkin bir imkândan mahrum
bırakılmadığı ve başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir
yön de bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucuların çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucular, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmişlerdir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin derece mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği, bu nedenlerle başvuruların bu kısmının
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna
varılmıştır (Mesude Yaşar, §§
79-82; Cahit Tekin, §§ 75-77).
35. Somut başvuruların incelenmesinde başvurucuların
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında
Derece Mahkemelerince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup
olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler
kapsamında değerlendirildiği, başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
11), İlk Derece Mahkemelerince oluşturulan kararlar ve gerekçelerinin hukuka
uygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek (bkz.
§§ 12, 13) kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucuların hakkaniyete
uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının değerlendirilmesi
hususu dışında gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları
hakkında farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurucuların gerekçeli karar
haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdükleri
giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
38. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40. Somut davalara bir bütün olarak bakıldığında Komisyona
başvuru tarihleri (bkz. ekli tablonun C satırı)ile nihai karar tarihleri (bkz.
ekli tablonun H satırı) arasında geçen ve ekli tablonun I satırında her bir
başvuru için ayrı ayrı toplam süreleri belirtilen yargılama sürelerinde,
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden ve başvurular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir
yön de bulunmadığından yargılama sürelerinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurucuların makul sürede yargılanma
haklarına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvuruların
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
başvuruların, amcaları S.A. ve A.A.nın
16/9/1994 tarihinde terör örgütü mensuplarınca öldürülmesi noktasındaki özel
durumları dikkate alınmaksızın mukim oldukları köyün tamamen boşaltılmamış
olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle Mahkemece reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma haklarının
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
43. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası
içermesi, bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas
yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
44. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
bulundukları yerleri kendi istekleriyle terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
45. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını zorunlu
görerek ve güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış
olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını
sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan hareket ederek
5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine yasal olanak
bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude
Yaşar, §§ 89, 90; Cahit Tekin,
§§ 84, 85).
46. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya
özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
47. Başvurucuların; amcaları olduklarını iddia ettikleri
kişilerin terör örgütünce öldürüldüğü, bu nedenle güvenlik kaygısıyla köylerini
terk ettikleri, bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdükleri ve belirtilen vakıaya ilişkin
tutanaklar ile soruşturma evraklarını Derece Mahkemelerine ibraz ederek
yerleşim yerlerini terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile
terk ettikleri noktasındaki özel durumlarının dikkate alınmasını talep
ettikleri anlaşılmaktadır.
48. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21).
49. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
50. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabul edilmesi için yaşanan olay
sonucunda duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise sebebiyle
kendisinde oluşan algı, bu algının meydana gelmesine temel teşkil eden özel bağ
ve algının yoğunluğu konusunda açıklamada ve kanıtlamada bulunması
gerekmektedir (Sahibe Çelik ve Necla Çelik,
B. No: 2013/4899, 20/1/2016, § 48).
51. Bu çerçevede aralarında kan hısımlığı ilişkisi bulunduğu
beyan edilen kişilerin öldürülmesi iddiaları hakkında başvurucuların bu kişiler
ile aralarındaki hısımlık ilişkisine değinmekle yetindikleri, aralarındaki
ilişkide şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge
sunmadıkları gibi herhangi bir beyanda da bulunmadıkları, amcalarının başına
geldiği iddia edilen olay neticesinde başvurucularda oluşan algı, bu algının
oluşmasına temel teşkil eden özel nedenler ve algının yoğunluğu konusunda
yeterince açıklıkta beyanlarının bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu tespit
karşısında başvurucuların taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilebilmesinin terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle yerleşim yerlerini terk edip etmedikleri
noktasında nesnel ölçütten farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesini
gerektirecek boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvuruların
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
53. Başvurucular ayrıca idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
iddia etmektedir.
54. Başvuru formları incelendiğinde başvurucuların Anayasa’nın
35. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdükleri bölümde, 5233 sayılı Kanun
kapsamında tanzim edilen belgelerde maddi zararlarının mevcut olduğu iddia
edilmiş; idari yargı makamlarının tazminat başvurusuna ilişkin söz konusu
düzenlemeleri dar ve aleyhe yorumlayarak Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal
edildiği ileri sürülmüştür.
55. Başvurucular tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddialarının yargılamanın sonucuna dayandırıldığı, yargılama
sürecine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirmeler neticesinde
başvurucuların delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve
yargılamaya etkin olarak katılma imkânlarının elinden alındığına dair bir bulgu
da saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin Derece Mahkemelerince
adil yargılanma hakkının gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit
edilmiş olduğundan mülkiyet haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiaların
ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No: 2013/2263, 26/6/2014, § 43).
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adli yardım talebinin kabulü ile muaf tutulan yargılama
giderlerinin tahsilinin, başvurucuların mağduriyetine neden olmayacağı
anlaşıldığından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
339. maddesi uyarınca tamamen muafiyetin koşulları oluşmadığından 206,10 TL
harçtan ibaret yargılama giderinin başvuruculardan AYRI AYRI TAHSİLİNE
29/9/2016tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
|
Sıra
|
1
|
2
|
A
|
Başvuru
Numarası
|
2014/7355
|
2014/7380
|
B
|
Başvurucu
ve
T.C.
Kimlik No
|
Haşim
Aksoy
|
Abidin
Aksoy
|
C
|
Komisyona Başvuru Tarihi ve Dosya Kayıt
Numarası
|
13/9/2007
13.363
|
3/7/2006
10.276
|
D
|
Komisyon Karar Tarihi ve Numarası
|
21/1/2011
2011/1-579
|
21/1/2011
2011/1-582
|
E
|
Dava
Tarihi
|
26/5/2011
|
26/5/2011
|
F
|
Yerel Mahkeme
Karar Tarihi
|
5/4/2012
|
15/2/2012
|
G
|
Temyiz Yolu Karar Tarihi
|
31/01/2013
|
31/1/2013
|
H
|
Karar Düzeltme Yolu Karar Tarihi
|
12/11/2013
|
12/11/2013
|
I
|
İdari ve Yargısal Süreçte Geçen
Toplam Süre
|
6 yıl
1 ay
|
7 yıl
4 ay
|