TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
EROL AKSOY BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/13350)
Karar Tarihi: 17/4/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör
Özgür DUMAN
Başvurucu
Erol AKSOY
Vekilleri
Av. Ahmet MUTLU
Av. Fatma KARA ODABAŞI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru bir bankaya el konulması sürecinde yapılan protokole uyulmadığı gerekçesine dayalı olarak başvurucunun mal varlığı hakkında haciz ve satış işlemleri yürütülmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/8/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. 2015/13350 numaralı bireysel başvuru ile farklı tarihlerde yapılan 2015/13657 ve 2016/9457 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2015/13350 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
9. Denizli'de 1927 yılında kurulan İktisat Bankası A.Ş. (Banka) 1984 yılında başvurucu ve ailesi tarafından satın alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 15/3/2001 tarihinde bu Bankanın yönetimi ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şu tespitlere yer verilmiştir:
i. Banka kaynaklarının, Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarlarının oluşturduğu sermaye grubuna aktarıldığı belirtilmiştir.
ii. Ayrıca Banka zararının özkaynakları aşarak yabancı kaynaklara sirayet ettirildiği vurgulanmıştır.
iii. Son olarak Bankanın mali bünyesindeki zafiyetin, taahhütlerini karşılayamayacak boyutlara ulaştığına ve faaliyetine bu haliyle devamının mevduat sahiplerinin haklarını ve mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşürdüğüne işaret edilmiştir.
10. TMSF Fon Kurulunun 23/3/2006 tarihli kararı doğrultusunda başvurucunun grup şirketleri ile 9/5/2006 tarihinde Borç Tasfiye Protokolü (Protokol) düzenlenmiştir. Bu Protokol'ü başvurucu da bizzat borçlu sıfatıyla imzalamıştır. Protokol'e göre 31/10/2005 tarihi itibarıyla Fon bankalarına olan 1.035.325.865 Amerikan doları (dolar) nakdi ve 12.932.875 dolar gayrinakdi grup borcunun on iki yılda ödenmesi öngörülmüştür. Protokol'ün "Açılmış dava ve takipler" kenar başlıklı 8. maddesinde, borçlular tarafından Protokol hükümlerine uyulduğu sürece daha önce açılan takiplerin işlemde kalmasını sağlamak amacıyla usuli işlemler dışında başkaca bir işlem yapılmayacağı hükmüne yer verilmiştir. Protokol'ün 9. maddesinde ise temerrüt koşullarına yer verilmiştir. Yine Protokol'ün 14. maddesinde de şu hükme yer verilmiştir: "Protokol'ün hiçbir hükmü borcun yenilenmesi (tecdidi) ... anlamında yorumlanamaz."
11. Fon Kurulu 3/4/2008 tarihinde söz konusu Protokol'ün kamu alacaklarının tahsili açısından ileriye yönelik olarak ilave bir yarar sağlamayacağını tespit ederek Protokol'ün temerrüde ilişkin hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Fon Kurulu bu kapsamda Erol Aksoy Grubuna dâhil tüm gerçek ve tüzel kişi borçlular hakkında yasal takip işlemlerine ve borçlu gruba ait ticari ve iktisadi bütünlük kapsamına alanına varlıkların satışına devam edilmesine karar vermiştir. Kararda, borçlu grubun Protokol'de belirtilen 31/3/2007, 30/6/2007 ve 30/9/2007 tarihlerine ait 40.000.000 dolar tutarındaki taksitlerin 33.416.303 dolar tutarındaki kısmının hâlen ödenmediği belirtilmiştir. Ayrıca Protokol'de yer alan çok sayıda taahhüt ve edimlerinin yerine getirilmediği vurgulanmıştır.
B. İstanbul 6. İdare Mahkemesinde Görülen Dava Süreci
12. TMSF başvurucunun hissedarı olduğu S.T. Pazarlama Turizm Otelcilik İnşaat ve Ticaret A.Ş.nin mülkiyetinde bulunan İzmir'in Menderes ilçesine bağlı Görece köyünde bulunan 1515, 1782 ve 1784 parsel sayılı taşınmazların satışının yapılmasına karar vermiş ve 14/10/2008 tarihinde de ihale işlemleri yapılmıştır.
13. Başvurucu iptal istemiyle 15/12/2008 tarihinde İstanbul 6. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 6/5/2009 tarihinde dava konusu taşınmazların satışa çıkarılması işleminin mi yoksa yapılan ihale işleminin mi iptalinin istenildiğinin belirli olmadığı gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir.
14. Başvurucu 10/7/2009 tarihinde yeniden dava dilekçesi vermiştir. Dava dilekçesinde taşınmazların satışa çıkarılması kararı ile satış işleminin iptali istenilmiştir. Mahkeme 28/7/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 3/4/2008 tarihli Fon Kurulu kararının 19/6/2008 tarihinde tebliğ edildiği, buna karşın davanın ise 15/12/2008 tarihinde açıldığı belirtilerek davanın bu kısmının süre aşımı yönünden incelenmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Mahkeme diğer yandan idareye devredilen bankalardan kullanılan ve vadesinde ödenmeyen kredilerin bu bankaların devriyle birlikte kamu alacağı niteliği kazanacağını, bu sebeple davalı idarenin bu alacakları 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil yetkisinin olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre tahsil edilemeyen kamu alacağının başvurucunun hissedarı olduğu şirketin mülkiyetinde bulunan taşınmazların satışının yapılması işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
15. Temyiz edilen karar Danıştay Onüçüncü Dairesince 10/6/2011 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kararda isabet görülmediği, bu gerekçeye göre satış işlemleri yönünden de ayrıca bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
16. Mahkeme 30/1/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu 3/4/2008 tarihli Fon Kurulu kararının kesinleşen kamu alacağının tahsili amacıyla imzalanan Protokol'e davacının uymaması sonucu tesis edildiği, dolayısıyla bu işlem yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca bozma öncesi verilen kararda belirtilen gerekçeleri yineleyerek kamu alacağının tahsili amacıyla taşınmazların satışı işlemlerinin yapılması yönünden de hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
17. Temyiz edilen karar Daire tarafından 22/4/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairece 4/6/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 7/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 6/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. İstanbul 1. İdare Mahkemesinde Görülen Dava Süreci
19. Başvurucu 9/5/2006 tarihli Protokol'e konu alacağın 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edilemeyeceğini belirterek buna göre başlatılan takiplerin durdurulması için 17/12/2010 tarihinde TMSF'den talepte bulunmuştur. Başvurucunun talebine süresinde cevap verilmemiştir.
20. Başvurucu bu idari işleme karşı İstanbul 1. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 3/10/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun Protokol'den kaynaklanan edimlerini yerine getirmediği hususunun İstanbul 6. İdare Mahkemesinin kesinleşen kararı ile sabit olduğuna vurgu yapılmıştır. Mahkeme bu sebeple davalı TMSF tarafından tahsil edilmesi gereken alacakların bankacılık mevzuatındaki ilgili hükümlere göre 6183 sayılı Kanun uyarınca tahsil edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca borcun yenilendiği, bu yüzden kamu borcu bulunmayıp sözleşmeye dayalı yeni bir borcun mevcut olduğu yönündeki itiraza ise söz konusu Protokol'de borcun yenilendiğine dair herhangi bir ibareye yer verilmemiş olduğu için itibar edilemeyeceğini açıklamıştır. Kararda borcun bir şekilde tahsil edilebilmesi için taraflarca akdedilen ve aslında borcun ödenmesi için başvurucuya belirli imkânlar tanıyan protokolün imzalanmasının borcun kamu borcu niteliğini değiştirmeyeceği vurgulanmıştır.
21. Temyiz edilen karar Daire tarafından 13/5/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairece 4/6/2015 tarihinde reddedilmiştir.
22. Nihai karar başvurucu vekiline 9/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu 10/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
D. İstanbul 9. İdare Mahkemesinde Görülen Dava Süreci
24. Başvurucu grup şirketlerine el konulmasına ilişkin bütün işlemlerin iptali istemiyle 18/11/2008 tarihinde TMSF aleyhine İstanbul 9. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
25. Mahkeme iptali istenen idari işlemlerin açık bir şekilde belirtilmesi gerektiğine vurgu yaparak 8/1/2009 tarihinde dava dilekçesinin reddine karar vermiştir.
26. Başvurucu bu defa 18/3/2009 tarihinde yeniden dilekçe vererek grup şirketlerine el konulmasına ilişkin 18/9/2008 tarihli Fon Kurulu kararının iptalini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; Fon Kurulu kararının kendisine tebliğ edilmediği, Protokol'e uygun ödeme tekliflerinin TMSF tarafından reddedildiği ve Protokol hükümlerinin kendisi tarafından yerine getirildiği hâlde temerrüde düşmesinin sağlandığı iddialarına yer verilmiştir.
27. Mahkeme 6/10/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davada İstanbul 6. İdare Mahkemesi tarafından anılan işlem açısından davanın süre yönünden reddine karar verildiği belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca grubun temerrüde düşmesi nedeniyle kamu alacağının tahsilinin etkin bir şekilde sağlanabilmesi bakımından, başvurucunun şirketler grubuna dâhil 36 şirketinin yönetiminin devir alınmasına ilişkin işlemde kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
28. Temyiz edilen hüküm Daire tarafından 27/12/2011 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, İstanbul 6. İdare Mahkemesinin süre aşımı yönünden verdiği kararın temyiz üzerine bozulmuş olması gerekçe gösterilmiştir. TMSF tarafından yapılan karar düzeltme istemi Dairenin 4/7/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
29. Bozma kararına uyan Mahkeme 30/9/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme davaya konu Fon Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davada İstanbul 6. İdare Mahkemesinin süre aşımı yönünden verdiği kararın bozulması üzerine yapılan yargılamada sonuç olarak davanın reddine karar verildiğine dikkati çekmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun Fon Kurulu kararının iptaline ilişkin olarak açtığı dava reddedildiğinden grubun temerrüde düşmesi nedeniyle kamu alacağının tahsilinin etkin bir şekilde sağlanabilmesi bakımından başvurucunun şirketler grubunda yer alan şirketlerin yönetiminin devralınmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
30. Başvurucunun temyiz ettiği karar Daire tarafından 4/6/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 16/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
31. Nihai karar başvurucu vekiline 18/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
32. Başvurucu 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
33. 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun 15. maddesinin (7) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
"a) Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi halinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın; hisseleri kısmen veya tamamen kendisine intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin, bu bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran tüzel kişi ortaklarının, gerçek ve tüzel kişi ortaklarının yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulundurdukları şirketlerin ortaklarının, bu şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç, ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir...
b) Hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının veya yöneticilerinin, yönetim kurulu, kredi komiteleri, şubeler, diğer yetkili ve görevliler aracılığıyla veya sair suretlerle banka kaynaklarını ve varlıklarını doğrudan veya üçüncü kişilere rehnetmek, teminat göstermek, ekonomik gücü olmayan kişilere kredi vermek, karşılığında kredi temin etmek amacıyla kredi kullandırmak, yurt içi veya yurt dışı banka ve malî kuruluşlar nezdinde depo veya sair adlarla hesap açtırmak veya bu hesapları teminat göstermek ve sair şekillerde kullanmak suretiyle veya başkaca dolanlı işlemlerle edindikleri veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, mal, her türlü hak ve alacakların temininde kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan alacak Fon alacağı sayılır. Bu alacaklar hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Fon, bu para, mal, her türlü hak ve alacaklara ihtiyati haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve bunlardan değeri Fon tarafından belirlenemeyenleri 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 72 nci maddesine göre kurulan takdir komisyonlarının Fon tarafından belirlenecek kurum ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları da dikkate alarak tespit edeceği değeri üzerinden, alacağına ve/veya bu bankaların Fon tarafından devralınan zararlarına mahsuben devralmaya yetkilidir..."
34. 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun geçici 11. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunun yayımı tarihinden önce, 26.12.2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18 inci maddeleri, ek 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ncı maddeleri ile geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir."
35. 6183 sayılı Kanun'un 74. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Haczedilen her türlü mallar satılarak paraya çevrilir."
36. 6183 sayılı Kanun'un 90. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Gayrimenkuller, satış komisyonlarınca açık artırma ile satılır."
B. Uluslararası Hukuk
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bankalara el konulması ile bağlantılı şikâyetleri, bankaya el konulmasını kimi durumlarda mülkiyetten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi ülkedeki bankacılık sektörünü kontrol etmek amacına yönelik bir tedbir niteliğinde olduğu gerekçesiyle mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Reisner/Türkiye, B. No: 46815/09, 21/7/2015, § 47; Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 146, 147). Bununla birlikte AİHM'e göre söz konusu müdahale Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde belirtilen genel ilke ışığında yorumlanmalıdır. Buna göre müdahalenin hukuka uygun olup olmadığı, kamu yararına dayalı meşru bir amacının olup olmadığı ve başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin taşıdığı meşru amacın dayandığı kamu yararı arasında adil bir denge sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir (Reisner/Türkiye, § 47).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 17/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
42. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
43. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
44. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
46 Başvurucunun iddiaları özetle şöyledir:
i. Başvurucu öncelikle temerrüde düşmediğini, aksine TMSF'nin alacaklı temerrüdüne düştüğünü belirtmiştir. Başvurucu buna karşın ilk taksit ve peşinat ödemelerini yaptığını ve daha önce açtığı davalardan da feragat ettiğini, Protokol ile kararlaştırılan diğer ödemelerin yapılabilmesi için uluslararası bir kredi kuruluşu ile anlaşma sağladığını, ancak yaptığı tekliflere TMSF tarafından bir cevap verilmediğini, yapılan başka bir teklifin de yine TMSF tarafından haksız yere reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucuya göre bu durum Fonun edim yükümlülüğünü yerine getirmediğini ve Protokol hükümlerinin yerine getirilmesine engel olduğunu göstermektedir.
ii. Başvurucu Protokol hükümlerine göre satışları yapabilmek için öncelikle şirketlerin kendisine devredilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Başvurucu buna rağmen söz konusu şirketlerin kendisine devredilmediğinden yakınmıştır. Başvurucu şirketlerin kendisi tarafından işletilerek değerinin arttırılması ve bu süreçte paraya çevrilerek kamu borcunun ödenmesi amaçlandığına göre söz konusu şirketlerin devri sağlanmadan borcun ödenmesinin beklenemeyeceğini ifade etmiştir.
iii. Başvurucu kesinleşmiş bir kamu alacağı bulunmadığı hâlde açtığı davanın buna dayalı olarak gerekçesiz bir biçimde reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu bu çerçevede İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan davanın bekletici mesele yapılmamasını da eleştirmiştir. Başvurucu uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine tabi bir sözleşme uyuşmazlığı olduğunun Yargıtay 11. Hukuk Dairesince belirlendiğine vurgu yapmıştır.
iv. Başvurucu bu bağlamda ayrıca TMSF ile imzalanan Borç Tasfiye Protokolü'nün borcun niteliğini değiştirdiğini, bu Protokol'ün bir sulh sözleşmesi niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Buna göre söz konusu Protokol'ün imzalanmasıyla hukuken borcun yenilendiği ve Fon alacağının artık sözleşmeden doğan bir borç hâline geldiği ifade edilmiştir. Başvurucu Protokol'de yer alan ve Protokol'ün hiçbir hükmünün tecdit (yenileme) olarak nitelendirilemeyeceğine ilişkin hükmün Protokol hükümleri bir bütün olarak gözönünde bulundurulduğunda hukuken geçersiz olduğunu belirtmiştir.
v. Başvurucu Protokol konusu borçların artık bir sözleşme borcu hâline geldiği için 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre değil 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümleri uyarınca takip edilebileceğini vurgulamıştır.
iv. Başvurucu ayrıca bilirkişi incelemesi yapılmaksızın başvurucunun temerrüde düştüğünün kabul edilemeyeceğini, bunun ilgili usul kurallarına aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca henüz kesinleşmemiş yargı kararına dayalı olarak davasının reddedilmesinden yakınmıştır.
47. Başvurucu sonuç olarak adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
48. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun bankanın yönetimine ve denetimine el konulması sonrası düzenlenen protokol çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesine dayalı olarak kamu alacaklarının tahsili usulüne göre şirketlerine ait mal varlığının satışına yönelik işlemler esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirmektedir. Bu doğrultuda başvurucunun belirttiği yargılamaya ilişkin şikâyetlerin mülkiyet hakkının usul boyutu yönünden değerlendirilebileceği gözetildiğinde başvurucunun söz konusu şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
51. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvurucunun hissedarı ve hâkim ortağı olduğu şirketler grubu ile TMSF arasında 9/5/2006 tarihli Protokol imzalanmıştır. Bu Protokol hükümleri uyarınca yükümlülüklerin yerine getirilmediği gerekçesiyle Fon Kurulu tarafından 3/4/2008 tarihinde Protokol'ün temerrüde ilişkin hükümlerinin yerine getirilmesine ve bu çerçevede 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre borçlu şirketler grubuna ait varlıkların satışına karar verilmiştir. Başvurucu da gerek bu karara gerekse de karar uyarınca şirketler grubuna ait üç taşınmazın satışına yönelik olarak çeşitli davalar açmış, bu davalar sonrasında bireysel başvuruda bulunmuştur. Buna göre başvurucunun anılan şirketler grubunun hâkim ortağı olduğu, söz konusu Protokol'de bizzat borçlu sıfatıyla imzasının bulunduğu, bu davaların başvurucu tarafından açıldığı dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla başvurucunun gerek bizzat borçlu sıfatıyla imzaladığı Protokol nedeniyle sorumlu tutulduğu mal varlığı yönünden gerekse de hâkim ortağı olduğu şirket payları sebebiyle şirket mal varlığı yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında korunması gereken bir menfaatinin olduğu açıktır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
52. Başvuruya konu olayda başvurucunun ve başvurucunun hâkim ortağı olduğu şirketler grubunun TMSF ile imzalanan Protokol hükümlerinin gereğini yerine getirmediği tespit edildiği için 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip işlemlerine başlanmıştır. Bu takip işlemleri sürecinde şirketler grubuna ait ticari ve iktisadi bütünlük kapsamına alınan varlıkların satış işlemlerine devam etme kararı alınmıştır. Başvurucunun ve hâkim ortağı olduğu grup şirketlerinin mal varlığı hakkında takip işlemleri yürütülerek satış işlemleri yapılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.
53. Kamu alacaklarının tahsilini ve bunların ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalenin, takip ettiği amaç dikkate alındığında mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
54. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
55. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1). Kanunilik
56. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
57. Başvurucu müdahalenin kanuni bir dayanağı olmadığını öne sürmektedir. Başvurucu bu bağlamda özellikle TMSF ile imzalanan Protokol ile birlikte borcun niteliğinin değiştiğini, bu Protokol'ün bir sulh sözleşmesi niteliğinde olduğunu ve borcun yenilenmesi sonucunu doğurduğunu belirterek özel hukuk hükümlerinin uygulanması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Başvurucu buna göre kamu alacaklarının tahsili hakkındaki 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip ve satış işlemlerinin yapılamayacağını savunmaktadır.
58. Başvurucu bu iddialarını derece mahkemeleri önünde de dile getirmiştir. İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 3/10/2013 tarihli kararında, borcun yenilenmesinden söz edebilmek için tarafların bu yöndeki iradesinin açıkça ortaya konması gerektiği, ancak olayda ise Protokol'de böyle bir hükme yer verilmediği belirtilmiştir. Mahkemeye göre taraflarca akdedilen ve aslında borcun ödenmesi için belirli imkânlar tanıyan Protokol'ün imzalanması borcun kamu borcu niteliğini değiştirmemektedir. Danıştay Dairesi de hükmü onamak suretiyle bu yorumu benimsemiştir. Bunun yanında derece mahkemeleri 5411 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinin birinci fıkrası ile atıfta bulunduğu 4389 sayılı mülga Kanun'un 15. maddesinin (7) numaralı fıkrasındaki düzenlemelere işaret etmişlerdir. Buna göre anılan kanun hükümleri uyarınca söz konusu borcun kamu borcu niteliğinde olduğu ve 6183 sayılı Kanun'a göre takip ve satış işlemlerinin yapılabileceği tespit edilmiştir.
59. Taraflar arasındaki Protokol'ün 9. maddesinde, bu protokoldeki hiçbir hükmün borcun yenilenmesi anlamında yorumlanamayacağı yönünde bir maddeye yer verildiği başvurucu tarafından da kabul edilmektedir. Dolayısıyla derece mahkemelerinin kararlarının keyfî veya öngörülemez olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu durumda ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir olduğunda kuşku bulunmayan 5411 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinin birinci fıkrası ile atıfta bulunduğu 4389 sayılı mülga Kanun'un 15. maddesinin (7) numaralı fıkrası ve 6183 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olan müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu sonucuna varılmıştır.
(2). Meşru Amaç
60. Kamu borçlarının ödenmesi için gerekli tedbirlerin alınması ve bu kapsamda gerekli ve uygun araçların seçilmesinde kanun koyucunun geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu bağlamda kişilerin kamuya olan borçlarının tahsili için mal varlığının haczedilerek satış işlemlerinin yapılmasında kamu yararına dayalı meşru bir amacın olduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İlyas Yılmaz, B. No: 2015/1927, 22/3/2018, § 61).
(3). Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
61. Son olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.
62. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
63. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
64. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
65. Somut olayda kamu borcunun tahsili amacıyla takip işlemlerinin yapılarak taşınmazların satılmasının ulaşılmak istenen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli ve bu amaç doğrultusunda gerekli olduğu tartışmasızdır. Ancak bunun yanında müdahalenin orantılı olup olmadığı da tartışılmalıdır.
66. Bu bağlamda ilk olarak mülkiyet hakkının gerektirdiği usul güvencelerinin yerine getirilip getirilmediği incelenmelidir. Başvurucu derece mahkemelerinin kararlarının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi -kural olarak- yargı kararlarının hukuka aykırı olup olmadığını denetlemek değildir. Buna göre açıkça keyfî olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece ilgili hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesi görevi derece mahkemelerine aittir.
67. Her ne kadar başvurucu temerrüde düşmediğini, aksine idarenin temerrüde düştüğünü belirtmekte ise de Fon Kurulu tarafından verilen 18/9/2008 tarihli kararda başvurucunun 9/5/2006 tarihli Protokol gereği ödemesi gereken üç adet taksit tutarının tamamını yerine getirmediği gerekçesine dayalı olarak temerrüt hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Protokol hükümlerinin gereği olarak söz konusu taksit tutarlarını zamanında yatırdığına dair herhangi bir bilgi veya belge sunamadığı gibi esas itibarıyla bu hükümlerin gereğinin yerine getirilmesi için yaptığı yeni tekliflerin kabul edilmediğinden yakınmaktadır. Ancak idarenin bu yeni teklifleri kabul etme zorunluluğu olduğunu gösterir herhangi bir olguya ise dayanılmamıştır. Başvurucu bunun yanında şirketlerin yönetiminin devri hâlinde ancak Protokol hükümlerine göre borcun ödenebileceğini ifade etmişse de idarenin Protokol çerçevesinde böyle bir yükümlülüğü olduğunu açık olarak gösterememiştir.
68. Başvurucu söz konusu kararların yeterli bir gerekçe içermediğinden yakınmış ise de sonuca etkili olabilecek hangi iddia ve itirazının makul bir biçimde karşılanmadığını somut bir biçimde gösterememiştir. Nitekim derece mahkemelerinin kararlarında makul ve yeterli gerekçelerin mevcut olduğu görülmektedir.
69. Başvurucu ayrıca temerrüde düşüp düşmediğinin hesap gerektirdiğini, bunun ise ancak bilirkişi marifetiyle açıklığa kavuşturulabileceğini vurgulamıştır. Bununla birlikte temerrüt olgusunun somut olay bağlamında hesaplama yapılmasını gerektirmediği, hâkimin hukuk bilgisiyle çözülebilecek konularda da bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek bulunmadığı dikkate alınmalıdır.
70. Başvuruya konu olayda da başvurucu iddia ve itirazlarını vekili aracılığıyla derece mahkemeleri önünde dile getirebilmiş ve delillerini sunabilme olanağı bulabilmiştir. Derece mahkemeleri de bu iddia ve itirazları ilgili hukuk kuralları doğrultusunda yorumlamışlar ve yukarıda da değinildiği üzere müdahalenin kanuni bir dayanağı bulunduğunu keyfî olmayacak bir şekilde belirlemişlerdir (bkz. §§ 57-59).
71. Nihayet başvurucunun idare tarafından kamu alacağının tahsili çerçevesinde alacak miktarını aşan şekilde haciz veya satış işlemleri yapıldığı yönünde bir şikâyeti ise bulunmamaktadır. Dolayısıyla koruduğu hukuki menfaat olan alacak miktarına göre satış işlemlerini de içeren takip sürecine ilişkin müdahalenin orantısız olduğu ortaya konulamamıştır.
72. Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı ile karşılaştırıldığında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği anlaşılmıştır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil denge bozulmamış olup müdahale ölçülüdür.
73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.