TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALPER CAN AYKAÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/16563)
|
|
Karar Tarihi: 23/6/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Alper Can AYKAÇ
|
|
|
2. Muhip HİLOOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Ayşegül KUMAŞ
|
|
|
3. Ayşegül KUMAŞ
|
|
|
4. Mehtap KOÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Alper Can AYKAÇ
|
|
|
5. Ebru AK
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Ayşegül KUMAŞ
|
|
|
Av. Alper Can AYKAÇ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; Gezi Parkı gösterileri olarak bilinen
toplumsal olaya kolluk güçlerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana
gelmesi ve bu olaya yönelik şikayetlerin soruşturmasının etkili yürütülmemesi
nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. 2015/16563, 2015/16565, 2015/16567, 2015/16569,
2015/16570 numaralı başvurular 15/10/2015 tarihinde; 2016/14099 numaralı
başvuru 1/8/2016 tarihinde; 2020/9199 numaralı başvuru 28/12/2016 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Başvuruların aynı olaya ilişkin olması nedeniyle
aralarında fiilî bağlantı bulunduğu değerlendirilerek başvuruların
birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Komisyonca birleştirilen başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük)
71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu
alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden
incelenmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvuruculardan 1983 doğumlu Alper Can Aykaç ve 1988
doğumlu Ayşegül Kumaş avukattır. 1984 doğumlu başvurucu Muhip Hilooğlu ve 1982
doğumlu başvurucu Mehtap Koç öğrenci olduklarını beyan etmiştir. 1986 doğumlu
başvurucu Ebru Ak ise mesleğini açıklamamıştır.
10. Başvurucular 31/5/2013 tarihinde Gezi Parkı olayları
olarak bilinen, Türkiye geneline yansıyan kitlesel gösterinin Eskişehir'de
gerçekleştiren kısmına katılmışlardır. 31/5/2013 günü akşamından 1/6/2013 günü
sabahına kadar yapılan gösterilere kolluk güçleri bedensel kuvvet kullanmak ve
toplumsal müdahale aracı (TOMA) vasıtasıyla su ve gaz sıkmak suretiyle müdahale
etmiştir.
11. Başvurucuların ortak anlatımlarına göre
göstericilerden kimse direnmemesine rağmen toplamda 176 kişi gerekmediği hâlde
şiddet görerek kolluk memurları tarafından yakalanmıştır. Başvurucular 30-40
kez -kimisi 20-30 kez olarak ifade etmektedir- copla darbedilmiş, yüzleri hedef
alınarak kendilerine biber gazı içerikli sprey sıkılmış, hakaret içerikli sözlü
şiddete maruz kalmışlardır. Başvurucu Muhip Hilooğlu ayrıca gözaltına alınarak
tutulduğu polis otobüsünde kafasına ve kulak kısmına copla darbe alarak
yaralanmıştır. Başvurucular Alper Can Aykaç ve Ayşegül Kumaş gözaltına
alınmamıştır.
12. Kolluk tarafından düzenlenen Olay Tutanağı'na göre
31/5/2013 günü saat 18.00'de Hopa olaylarının yıldönümü nedeniyle
toplanan bir kısım siyasi parti ve sivil toplum kuruluşunun yaklaşık 250 üyesi
sloganlar eşliğinde yürüyüş yapmış, ardından gerçekleştirilen basın açıklaması
sonrası saat 18.50 civarında Gezi Parkı'nın yıkılmasını protesto etmek amacıyla
bekleyen kalabalık grupla birleşerek toplamda ortalama 1.500 kişiye ulaşmıştır.
(Daha sonra bu grubun farklı bölgelere (sokaklara) farklı çoğunlukta ayrıldığı
anlaşılmıştır.)
-19. 00-21.45 saatleri arasında slogan atarak gösteri
yürüyüşü yapan bu gruptan bir kısım göstericinin tramvay ve karayolu trafiğini
aksatması üzerine saat 22.00'de kolluk güçleri tarafından önlerine barikat
kurularak grubun en sonundan duyulabilecek şekilde dağılmaları hususunda gruba
yedi sekiz kez uyarı yapılmıştır. Ancak grup bir siyasi partinin (iktidar
partisinin) il binasına yürümek istedikleri konusunda ısrar etmiş, yanlarında
bulunan içi dolu-boş şişe ve taşları barikatta bulunan kolluk görevlilerine
atmış, bunun üzerine gruba kademeli olarak TOMA vasıtasıyla su ve gaz sıkılmak
suretiyle müdahale edilmiştir. Bu sırada yakalanan birkaç gösterici daha sonra
Savcılık talimatı doğrultusunda adli muayene raporu alındıktan sonra serbest
bırakılmıştır (İsimleri yazılı bu göstericiler arasında başvurucular
bulunmamaktadır).
-Aynı gece saat 22.00'de 600-700 kişiden oluşan grubun
diğer kısmına farklı bir yerde (Salana Köprüsü üzerinde) kolluk güçleri
tarafından müdahalede bulunulmuştur. Ancak müdahaleye rağmen grubun
dağılmayarak bulunduğu yerden geri dönmesi üzerine, tramvay ve kara yolu
trafiğini aksatması nedeniyle saat 00.00'da dağılması hususunda birden fazla
kez gruba uyarıda bulunulmuştur. Uyarılara rağmen dağılmayan gruptaki kişiler
yanlarında bulunan şişe ve taşları kolluk görevlilerine atmışlardır. Bu
kişilere TOMA vasıtasıyla su ve gaz sıkılmak suretiyle müdahale edilmiş ise de
küçük gruplar hâlinde kaçan bu kişilerden bir kısmı yoldaki çöp konteynırlarını
dağıtmış, çiçek saksılarını ve bankları barikat hâline getirmiş, tretuvar
taşlarını parçalayıp kolluk memurlarına atmıştır. Saat 01.00'de tekrar
toplanmaya başlayan grup üyeleri yoldaki eşyaları ateşe vererek yolu araç ve
yayalara kapatmıştır. Bu sırada on kolluk memuru atılan taş ve diğer cisimlerle
vücutlarının değişik yerlerinden yaralanmıştır. Saat 04.30'a kadar kolluk
güçleri geri çekilerek beklemeye başlamış, dağılan küçük grupların tekrar bir
araya gelerek toplanması ve bir siyasi partinin il binasına yönelmesi üzerine
saat 06.00'da gruba müdahale etmiş ve orantılı güç kullanmak suretiyle yaklaşık
176 kişiyi yakalamıştır (Başvuruculardan Muhip Hilooğlu, Mehtap Koç ve Ebru Ak
yakalanan bu grup içinde bulunmaktadır).
A. Başvurucular
Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturma Süreci
13. Başvurucuların tamamı hakkında Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığınca (Savcılık) 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçunu işledikleri iddiasıyla soruşturma
açılmış, yapılan soruşturma sonunda aynı suç isnadıyla ceza davası açılmıştır.
14. Eskişehir 5. Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi)
tarafından yapılan yargılama sonunda 14/11/2014 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) 10. ve 11. maddeleri gereğince üzerilerine atılı suçun
unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucuların beraatine karar
verilmiştir. Ceza Mahkemesince ayrıca başvurucuların savunma ve iddiaları
dikkate alınarak zor kullanma yetkisinin aşılması ve işkence suçu yönünden
soruşturma yapılması için Savcılığa bildirimde bulunulmasına karar verilmiştir.
Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Mevcut olayımızda da soruşturma
dosyası kapsamında yapılan tespitlerde, sanıkların birebir aşırıya kaçan şiddet
eylemlerine katıldıklarına dair somut tespit bulunmadığı yönünde yukarıda
yaptığımız değerlendirmeler ışığında; sanıkların sırf gösteriye katılmak
veyahut pasif olarak da olsa şiddet hareketlerini içerir mahallerde
bulunduğunun tespiti, mahkememizce bireyin toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkını
ortadan kaldırmayacağı kabul edilmiş ve sanıkların gösteri ve yürüyüşe
katılımlarının Sözleşme'nin 10 ve 11. maddesinde koruma altına alınan ifade
özgürlüğü, toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkını ortaya koyduğu ve bu haliyle
eylemlerin suç teşkil etmediği kanaatine varılmış ve sanıkların beraatine karar
verilerek..."
15. Ceza Mahkemesi kararı temyiz edilmiş olup inceleme
tarihi itibarıyla Yargıtayda temyiz aşamasında olduğundan henüz
kesinleşmemiştir.
B. Sağlık
Raporları
16. Başvurucu Alper Can Aykaç hakkında düzenlenen
raporlar:
- Eskişehir Devlet Hastanesi (Devlet Hastanesi) Beyin
Cerrahi Bölümüne ait 6/6/2013 tarihli raporda, sağ maxiller bölgede künt
travmaya bağlı ödem ve yüzeysel erozyon, ensede sağ ve sol kol ve ön kolda, sol
lomber bölgede ve her iki bacakta künt travmaya bağlı ekimotik lezyonlar
saptanmış; horizontal nistagmusun mevcut olduğu açıklanarak kommosyo
selebrinin (beyin sarsıntısı) kayıtlı olduğuna yer verilmiştir.
- Eskişehir Adli Tıp Kurumu (ATK) Şube Müdürlüğü
tarafından düzenlenen 29/4/2014 tarihli raporda; Devlet Hastanesince tespit
edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir
duruma neden olmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte
olmadığı ve vücuduna acı verecek nitelikte olduğu belirtilmiştir.
17. Başvurucu Ebru Ak hakkında düzenlenen raporlar:
- ATK tarafından yapılan 4/6/2013 tarihli muayene sonrası
düzenlenen raporda, başvurucunun sol el bileğinde yumuşak doku travmasına bağlı
10x10 cm şişlik, kafasında sağ parietal bölgede 5x5 cm şişlik, sol kol
dış kısımda 25x20 cm alanda ekimoz, ensede 5x5 cm ekimoz, sağ
omuzda 5x5 cm, sırtta sağ tarafta 5x5 cm ekimoz, sol ayak bileğinde
15x10 cm alanda şişlik ve morluk tespit edilmiş; tespit edilen bulgulara göre
başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı
ancak vücudunun tamamında 20 cm üzeri yumuşak doku yaralanması saptandığından
basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte debulunmadığıyönünde görüş
bildirilmiştir.
- ATK tarafından düzenlenen 9/5/2014 tarihli raporda,
başvurucunun sol el ve sol ayak bileğinde lif kopması şüphesi bulunduğundan
ortopedi uzmanı tarafından muayenesi gerektiği belirtilmiştir.
18. Başvurucu Mehtap Koç hakkında düzenlenen
raporlar:
- Devlet Hastanesinin Ortopedi Bölümüne ait 5/6/2013
tarihli raporda, başvurucunun sağ kolunda hematom, sağ elinin üçüncü
parmağında yumuşak doku travması tespit edilmiş olup kırık bulunmadığına yer
verilmiştir.
- ATK tarafından düzenlenen 18/6/2013 tarihli raporda;
Devlet Hastanesince tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının
yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, basit tıbbi müdahaleyle
giderilebilecek hafiflikte olduğu bilgisi yer almaktadır.
19. Başvurucu Ayşegül Kumaş hakkında düzenlenen rapor:
-4/6/2013 tarihli ATK tarafından düzenlenen raporda,
başvurucunun yapılan muayenesinde burun kökünden sağ üst göz kapağına doğru
uzanan 5x2 cm ekimoz-sıyrık, sağ dirsek dış yanda 7x5 cm ekimoz,
sağ el bileği sırtında 3x5 cm ödem ve kırmızı renkte ekimoz, sağ diz dışi
yanda 1x1 cm ekimoz, sağ omuz başında subjektif ağrı, sağ ayak bileği
dış yanda 5x5 cm ekimoz ve hafif şişlik bulunduğu, tespit edilen
bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma
neden olmadığı ancak basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte
debulunmadığı tespiti yapılmıştır.
20. Başvurucu Muhip Hilooğlu hakkında düzenlenen rapor:
- ATK tarafından düzenlenen 4/6/2013 tarihli raporda;
başvurucunun yapılan muayenesinde sağ kulak kepçesi arka kesimde -okunabildiği
kadarıyla- sütüre raddi yara ve kulak kepçesi arka kesimde, saçlı deride
3x1 cm ekimoz, sağ el bileği sırtında 5x2 cm sıyrık ve ekimoz,
sırt alt sağ yanda subjektif ağrı şikâyetinin bulunduğu, bu bulgulara göre
başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı
ve basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte olduğu tespiti
yapılmıştır.
C. Kolluk
Görevlileri Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci
21. Başvurucular 3/6/2013 tarihinde kolluk görevlileri,
doktorlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işkence suçunun işlendiği
iddiasıyla Savcılığa şikâyette bulunmuşlardır.
22. Savcılık tarafından, olay yerinde görevli olan kolluk
memurlarının isimlerini gösterir görev listeleri farklı kolluk birimlerinden
temin edilmiştir.
23. Başvurucular, farklı tarihli dilekçeleriyle
kendilerine sözlü ve fiilî şiddette bulunan kolluk görevlileri ile olaya tanık
olan görevlileri kask numaralarından tespit ettiklerini belirtip teşhis
edebileceklerini ileri sürerek bu kişilerin kimliklerini soruşturma makamına
bildirmişlerdir.
24. Kimlikleri bildirilen otuz kolluk görevlisi şüpheli
sıfatıyla Savcılıkça dinlenmiştir. Şüpheli polisler genel olarak üzerilerine
atılı suçlamayı kabul etmemiş, olay yerinde -bazısı başvurucuların
yaralandıklarını beyan ettikleri yerden farklı bir sokakta- görevli olduklarını
ancak başvurucuları darbetmediklerini ifade etmişlerdir. Şüpheli polislerin
çoğu soruşturma makamlarına bildirilen kask numaralarının kendilerine ait
olduğunu kabul etmiş; bir kısmı olay günü kasklarını kullanmadığını, ayrıca cop
veya benzeri bir alet taşımadığını belirtmiştir.
25. Tanıklar P.C., T.A. ve S.G., müdahale esnasında darp
olayını görmediklerini ifade etmiştir. Polis memuru olarak olayları kameraya
kaydeden tanık S.G., yaralı kimseyi görmediğini, hareket hâlinde olunması
nedeniyle sağlıklı görüntü kaydedemediğini, bir kadın göstericinin koşarken
düşmesi nedeniyle ambulans çağrıldığını belirtmiştir. Buna karşın P.C. ve T.A.,
gözaltı nedeniyle polis aracında beklendiği esnada başvurucu Ebru Ak'a yönelik
hakaret ve kötü muamelede bulunulduğunu ancak bu eylemi gerçekleştiren polis
memurunu teşhis edemeyeceklerini beyan etmiştir.
26. Olay yerini gösteren güvenlik kamera görüntüleri
bilirkişi aracılığıyla incelenmiştir. Toplam iki görüntüyü -ki bu görüntülerden
biri başvurucular tarafından soruşturma dosyasına sunulmuştur- inceleyen
bilirkişi tarafından düzenlenen 4/12/2014 tarihli rapora görüntüler fotoğraf
hâline getirilmek suretiyle eklenmiştir. Bilirkişi raporunun sonuç kısmı şöyledir:
"...güvenlik kameragörüntü
kayıtlarıiçerisindenşüphelişahıslaraaitgörüntülerin tespiti ve iyileştirilmesi
için görüntü büyütme işi, filtreleme ve onarma, renk ve parlaklık değerlerinin
düzenlenmesi işlemlerinin uygulandığı, neticeten olayların meydana geldiğiyerdekiibraz
edilen kameragörüntülerinden gösterici grup ile polisin karşılaştığı anda
arbede yaşandığı, ancak kameraya olan uzaklık ve kamera çözünürlüğünün düşük
olması gibi nedenlerden dolayıkimin kime vurduğunun çıplak gözle tespitinin
mümkün olmadığı, göz altına alınma işlemi sırasında her hangi bir darp olayına
rastlanılmadığının görüldüğü..."
27. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonunda
2/6/2015 tarihinde şüpheli polis memurları ile üç doktor hakkında kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"Müşteki şüpheliler ve
müştekilerin suç tarihinde gösteriler sırasında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde
görevli polis memurları tarafından süpürme hareketi ve sonrasında orantısız güç
kullanılarak darp edildikleri anlaşılmışsa da atılı suçu işleyen
şüphelilerinsomut olarak tespit edilemediği, müşteki şüpheliler ve müştekilerin
her ne kadar kendilerine yapılan darp eyleminin işkence suçunu oluşturduğunu
ifadelerinde beyan etmişlerse dekimliği belirsiz şüpheliler tarafından müşteki
şüpheliler ve müştekilere yönelik sistematik olarak ve belli bir süreç
içerisinde eylemde bulunulduğuna yönelik delil elde edilemediği, işkence
suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı, dosya kapsamına göre müşteki şüpheliler
ve müştekilerin darp edilmesi olayının kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama eylemini oluşturduğu, bu yönde
kimliği belirsiz şüpheliler yönünden soruşturmanın devam ettiği, bu nedenle
şüpheliler ve kimliği belirsiz şüpheliler hakkında işkence suçu yönünden soyut
iddia dışında kamu davasının açılmasınıgerektirir delil elde edilemediği,
Müşteki şüpheliler ve müştekilerin
haklarında soruşturma yürütülen şüpheliler tarafından darp edildiklerine dair
müşteki şüpheliler ve müştekilerin soyut iddiaları dışında kamu davasının
açılmasını gerektirir delil elde edilemediği,
Müşteki şüpheliler ve müştekilerin soyut
iddiaları dışında hakaret, tehdit, cinsel taciz, mala zarar verme ve
görevikötüye kullanma-görevi ihmal suçlarının işlendiğine dair kamu davasının
açılmasını gerektirir delil elde edilemediği,
Şüphelilerin savunmalarında suçlamaları
kabul etmedikleri, müşteki şüpheliler ve müştekilerle karşı karşıya
gelmediklerini, kendilerini darp edilirken görmediklerini beyan ettikleri, tüm
soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla,
İşkence suçunun unsurları itibariyle
oluşmaması, müşteki şüphelilerin kamu görevlisine hakaret suçunu, şüphelilerin
müşteki şüpheliler ve müştekilere karşı üzerlerine atılı darp, hakaret, tehdit,
cinsel taciz, mala zarar verme, görevi kötüye kullanma, görevi ihmal suçlarını
işlediklerine dair soyut iddia dışında atılı suçlardan kamu davası açma
şüphesini gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte delil elde edilemediğinden, müşteki
şüpheliler ve diğer tüm şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına
yer olmadığına ..."
28. Savcılık kararına başvurucular tarafından yapılan
itiraz, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu
gerekçesiyle 7/9/2015 tarihinde Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından
reddedilmiştir.
29. Savcılıkça 17/9/2015 tarihinde soruşturmada
başvurucuların yaralanmasına neden olan sorumlu kolluk görevlilerinin daimî
olarak aranmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"... Suçun şüphelisi
(şüphelileri) tüm aramalara rağmen kimlikleri ve açık adresleri tespit
edilemediği ve yakalanamadığından soruşturma evrakının daimi aramaya alınmasına
karar verilmiştir.
1) Şüpheli veya şüphelilerin gösterilen
zamanaşımı tarihine kadar aranması,
2) Bulunduklarında savunmalarının
alınması, nüfus cüzdan örneklerinin eklenerek hazırlanacak soruşturma evrakının
mevcutlu, ikmalen Başsavcılığımıza gönderilmesi,
3) Bulunamadıkları taktirde, yapılan
araştırma sonucunun altışar aylık dönemlerde bildirilmesi,
4) Evrakın, şüphelilerin açık
kimliklerinin tespit edildiği veya savunmalarının alındığı veya zamanaşımı
süresi dolduğunda Başsavcılığımıza gönderilmesi... "
30. Başvurucular, bu sürece ilişkin olarak 15/10/2015
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
D. Başvurucular
Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu tarafından Açılan Tam Yargı Davaları Süreci
31. Başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu 2/6/2014
tarihinde Eskişehir Valiliği (Valilik) vasıtasıyla İçişler Bakanlığından (İdare)
maddi ve manevi zararların karşılanması talebinde bulunmuşlardır. Başvurucu
Muhip Hilooğlu'nun talebi İdare tarafından reddedilmiş, başvurucu Ayşegül
Kumaş'ın talebine ise yasal süresi içinde yanıt verilmemiştir.
32. Başvurucular İdare aleyhine 30/9/2014 tarihinde
Eskişehir 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmışlardır.
33. İdare Mahkemesi yargılama sonunda başvurucuların
maddi tazminat istemlerinin reddine, manevi tazminat istemlerinin kabulüne
karar vererek başvurucu Muhip Hilooğlu'na 5.000 TL, başvurucu Ayşegül Kumaş'a
10.000 TL manevi tazminat verilmesine hükmetmiştir. Kararların gerekçesi benzer
olup ilgili kısımları şöyledir:
"...Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığı'nca verilen 02/06/2015 tarihli, 2013/15211 sayılı 'Kamu Adına
Kovuşturma Yapılmasına Gerek Olmadığına' dair karardaki 'müştekilerin suç
tarihinde gösteriler sırasında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis
memurları tarafından süpürme hareketi ve sonrasında orantısız güç kullanılarak
darp edildikleri anlaşılmışsa da' şeklindeki tespit karşısında, davacı
tarafından emniyet güçlerine ve dolayısıyla davalı idareye isnat edilen eylemde
yukarıda belirtilen asgari ağırlık seviyesinin aşıldığı, olay nedeniyle
tazminat ödenmesini gerektirecek nitelikte davacıya yönelik orantısız güç
kullanma şeklinde bir eylemin bulunduğu ve bu eylemden kaynaklanan zararların
personeline atfı kabil hizmet kusuru nedeniyle idarece tazmin edilmesi
gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Kolluk görevlilerin orantısız güç
kullanımı sonucu zarar gören davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin
değerlendirilmesine gelince,
Davacı tarafından olay nedeniyle iş ve
gücünden yoksun kalması sonucu oluşan maddi zararlarının tespit edilerek
tazminen davalı idare tarafından ödenmesine karar verilmesi istenilmekte ise
de; [...] Mahkememizce
yapılan ara kararlara rağmen davacı tarafından dosyaya dahil edilen herhangi
bir bilgi ve belge de bulunmadığı görülmekle, maddi zarar iddiasını
kanıtlayamayan davacının olaydan kaynaklı maddi tazminat talebi yerinde
görülmemiştir.
Davacı tarafından olayla nedeniyle talep
edilen manevi tazminatla ilgili olarak,
Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve
iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik
haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı
ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı
ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama
sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.
Manevi tazminat, kişinin malvarlığında
meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi
değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan
kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın
başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi
tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat,
olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar.
Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak
şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği
takdir edilecek manevi tazminat miktarının, idarenin hizmet kusurunun
ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade
ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda
cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.
Bu bağlamda davaya konu olay
değerlendirildiğinde, kolluk görevlilerince uygulanan orantısız güç nedeniyle
elem ve ızdıraba uğrayan davacının, [...] manevi zararlarına karşılık olarak takdir edilen [...]
TL manevi tazminatın, olayda kusuru bulunan personeli istihdam eden davalı
idare tarafından davacıya ödenmesinin hukuken makul ve kabul edilebilir olduğu
sonucuna ulaşılmıştır."
34. Başvurucular ve İdare kararlara itiraz etmiştir.
Eskişehir Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 12/5/2016 tarihinde
İdarenin itirazlarını kabul ederek kararların bozulmasına ve davaların reddine
karar vermiştir. Kararların gerekçeleri benzer olup ilgili kısımları şöyledir:
"Bakılan davada, davacı
tarafından kolluk görevlilerinin Eskişehir İli'ndeki 'Gezi Parkı Eylemi'ne
müdahalesi esnasında orantısız güç kullanılarak yaralanmasına sebebiyet
verildiği iddia edilerek bu çerçevede yapılan incelemede [...] eylemin
yaklaşık 12 saat olmak kaydıyla uzun bir süre devam ettiği, sokak ve caddelerin
eylemciler tarafından barikatlar kurularak kapatıldığı, devlet ve şahıs
mallarına zarar verildiği (cadde ve sokak tretuvarlarının kırılması, kamu ve
özel şahıslara ait araç, işyeri ve ikametlere zarar verme), eyleme müdahale
etmeye çalışan kolluk görevlilerine göstericiler tarafından direnç gösterildiği
dikkate alındığında, kolluk görevlilerince eyleme müdahale etme, göstericilerin
dağıtılması ve göz altına alınmasına ilişkin olarak mevzuatta öngörülen zor
kullanma yetkisinin kullanımına dair şartların oluştuğu, dosyadaki bilgi ve
belgelere göre gözaltına alma prosedürünün usulüne uygun icra edildiği,
dolayısıyla hürriyeti tahdit durumunun oluşmadığı gibi, eylemcilere yönelik
kolluk görevlilerince yakalama, göz altına alma ve göz altı sırasında işkence
yapıldığına dair bir verinin de bulunmadığı, eyleme katılan gruba yönelik
olarak kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin doğrudan davacıya yönelik
olmadığı, davacının iddia ettiği yaralanması olayının; 31.05.2013 tarihi saat
19.00 sıralarında başlayıp 01.06.2013 tarihi saat 06.30 sıralarına kadar devam
eden eylemin sonlandırılmasına ilişkin kolluk görevlilerince defalarca yapılan
ikazlara rağmen dağılmayan grup üyelerine yönelik olarak eylemin başlamasından
yaklaşık 12 saat sonra yapılan müdahalenin istenmeyen sonucu niteliğinde
olabilmesi mümkün ise de; bu müdahale sırasında ortaya çıkacak her istenmeyen
sonucun idarenin tazmin sorumluluğunu doğurmasının da mümkün olmadığı, başka
bir ifadeyle istenmeyen sonucun asgari ağırlık seviyesine ulaşması gerektiği,
göreceli nitelikte bulunan bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının her olayın
kendi şartları dahilinde müdahaleye maruz kalanın cinsiyeti, yaşı, sağlık
durumu, müdahalenin amacı gibi unsurların değerlendirilmesi suretiyle
saptanabileceği, davacı tarafından emniyet güçlerine ve dolayısıyla davalı
idareye isnat edilen eylemde yukarıda belirtilen asgari ağırlık seviyesinin aşıldığı
yönünde her hangi bir tespit bulunmadığından olay nedeniyle tazminat ödenmesini
gerektirecek nitelikte doğrudan davacıya yönelik orantısız güç kullanma
şeklinde bir eylemin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu durumda davalı idarenin tazmin sorumluluğunu
gerektiren unsurları taşımayan olayla ilgili olarak davacının manevi tazminat
isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır."
35. Bölge İdare Mahkemesi kararı başvurucu Muhip
Hilooğlu'na 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu sürece ilişkin
olarak 1/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
36. Başvurucu Ayşegül Kumaş'ın Bölge İdare Mahkemesi
kararına karşı karar düzeltme talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari
Dava Dairesi tarafından 21/10/2016 tarihinde reddedilmiştir. Karar 28/11/2016
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu sürece ilişkin olarak
28/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
37. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No:
2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172,
12/6/2018, §§ 23-27, 29-45; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015,
§§ 28-30.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
38. Mahkemenin 23/6/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım
Talebi Yönünden
39. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No:
2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini
önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun
olduğu anlaşılan başvurucular Muhip Hilooğlu ve Mehtap Koç'un açıkça dayanaktan
yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. İnsan
Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
40. Başvurucular, Gezi Parkı olaylarında Türkiye
genelinde birçok göstericinin kolluk güçlerinin orantısız müdahalesiyle
karşılaşarak sistemli şekilde işkence gördüğünü belirtmiş; kendilerinin de
kolluk güçlerine direnmemelerine rağmen copla darbedildiğini, sözlü şiddete
maruz kaldıklarını, yüzlerine biber gazı spreyi sıkıldığını ifade etmişlerdir.
Başvurucular, alınan sağlık raporlarıyla yaralandıkları hususu sabit olmasına
ve olay yerinde bulunan memurların bir kısmı tespit edilmesine rağmen ceza
davası açılması yerine kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar
verilerek etkisiz bir soruşturma yürütüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Olay yerinde
görevli olan kolluk amirlerinin isimlerini belirterek bu kişilerin olay
yerindeki kolluk memurlarını teşhis edebilecekken beyanlarının dahi alınmadığını
iddia eden başvurucular; kask numaraları belirlenen memurların üzerilerine
atılı suçlamayı kabul etmemelerinin dava açmamak için yeterli kabul edildiğini,
bilirkişi incelemesinin yeterli yapılmadığını, ayrıca kolluk memurlarının yanı
sıra doktorlar ve savcılar hakkında da şikâyette bulunmalarına rağmen bu yönde
soruşturma yapılmadığını iddia etmişlerdir. Bu nedenlerle kötü muamele yasağı,
ayrımcılık yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Başvurucuların adil yargılanma hakkı, ayrımcılık yasağı,
etkili başvuru hakkı ile bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddiaların
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında kaldığı değerlendirilmiş ve
inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
b. İncelemenin
Kapsamı
42. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet
yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz."
43. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır."
44. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul
boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif
yükümlülüğü bireyleri işkenceye, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye ya da
cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem
bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir
soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu
(soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi
boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif
yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır
(Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet
Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas,
B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
45. Bu doğrultuda kural olarak başvurucuların kolluk
görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiaları, devletin negatif yükümlülüğü
kapsamında kaldığından kötü muamele yasağının maddi boyutu altında
incelenmelidir. Başvurucuların söz konusu eylemler nedeniyle Savcılıkça yapılan
ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanan soruşturmanın etkisiz
olduğu yönündeki şikâyetleri ise kötü muamele yasağının usul boyutu
çerçevesinde incelenmelidir.
46. Öte yandan başvurucular önleyici yükümlülüğe ilişkin
olarak başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir şikâyette bulunmadıkları gibi
Anayasa Mahkemesinin önünde de önleyici yükümlülüğün ihlal edildiğine ilişkin
kesin bir bilgi veya belge yoktur. Bu nedenle anılan yükümlülük açısından bir
inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
c. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
47. Savcılıkça (ek) kovuşturma yapılmaması ve daimî arama
kararları verilmesi üzerine soruşturmada ilerleme kaydedilmeyeceğini ileri
süren başvurucular, yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Esas
Yönünden
i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel
ilkeler
49. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması
amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı,
kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi
tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 80).
50. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 81).
51. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın
5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması
beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut
iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken
ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 95).
52. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın
somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin
süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık
durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç
dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun
olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83).
53. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi
üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade
edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen
ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda
bir muamele işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
kavramları ile tanımlanabilmektedir (bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi
için bkz. Tahir Canan, §§ 22-24; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 76-80; Cezmi Demir ve diğerleri, §§
84-91).
54. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek
şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi
iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler
ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak
tanımlanabilir. Uygulanan bu muamele eziyetten farklı olarak kişide
bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir
etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
55. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin
kapsamında olduğunun belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel
koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya
kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin
belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin
kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli
olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp
yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin
kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 90).
56. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir
yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür
bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir.
Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce
başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak
Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk
ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).
57. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik
güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri, § 82).
58. Anayasa Mahkemesi Erdal İmrek (B. No:
2015/4206, 17/7/2019) kararında, gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin
gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla
birlikte kolluk güçleri tarafından kordon altına alınan sokakta yirmi gazeteci
arasında bulunanbaşvurucunun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde
yaralanmasının nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme
yükümlülüğünün devlete ait olduğunu ortaya koymuş ve makul açıklamanın
yapılmadığı sonucuna ulaşarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının
ihlal edildiğine karar vermiştir.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
59. Başvurucular 31/5/2013 tarihinde Eskişehir'de
gerçekleştirilen, Gezi Parkı olayları olarak bilinen gösterilere katılmışlardır.
Kolluk güçlerinin yapılan gösteriye müdahalesi neticesinde başvurucular
yakalanmış, Alper Can Aykaç ve Ayşegül Kumaş dışında kalan başvurucular
gözaltına alınmıştır. Başvurucuların tamamı, müdahale ve yakalama esnasında
aşırı güç kullanımı nedeniyle yaralandığını ifade ederek olaydan hemen sonra
Savcılığa şikâyette bulunmuştur.
60. Başvurucular hakkında alınan ATK raporlarına göre
Mehtap Koç dışındaki başvurucuların tamamı baş ve vücutlarının değişik
bölgelerinden farklı boyutlarda morluk, çürük, sıyrık, şişlik şeklinde iz
bırakacak şekilde yaralanmış; başvurucu Mehtap Koç ise sadece kol ve elinden
yaralanmıştır. Öte yandan başvuruculardan Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve
Ebru Ak basit tıbbi müdahaleyle giderilmeyecek ölçüde yaralanmıştır. Alper Can
Aykaç'ın ayrıca beyin sarsıntısı geçirdiği, Ebru Ak ve Ayşegül Kumaş'ın da
vücutlarında yaygın olarak geniş (7x5, 20x25, 10x10 cm) ekimoz ve şişlik
bulunduğu saptanmıştır.
61. Soruşturma makamınca alınan bilirkişi raporunda,
başvurucuların da aralarında bulunduğu bir grubun kolluk güçleri ile
karşılaştığında aralarında arbede yaşandığı tespit edilmiş, görüntü kalitesinin
elverişsiz olması nedeniyle görüntülerden tam olarak kimin kime vurduğu
anlaşılamamıştır.
62. Savcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer
olmadığına yönelik kararda kolluk görevlilerinin başvuruculara yönelik
orantısız güç kullanıldığı tespit edilmiş ancak eylemlerin sistematik
olarak ve belli bir süre devam etmemesi nedeniyle işkence suçunun oluşmadığı
değerlendirilmiştir. Ayrıca kasten yaralama suçu bakımından sorumlu kolluk
görevlilerinin tespit edilemediği belirtilerek soruşturma kapatılmamış,
şüpheliler tespit edilene kadar daimî olarak aranmalarına karar verilmiştir.
63. Başvurucuların katıldığı protesto gösterilerine
kolluk görevlileri tarafından güç kullanılmak suretiyle yapılan müdahale
neticesinde başvurucuların yaralandığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
Kolluk tarafından düzenlenen Olay Yeri Tutanağında ve Savcılık kararında
başvuruculara güç kullanıldığı kabul edilmiştir. Bu durumda güç kullanımının
kaçınılmaz hâle geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama
yükümlülüğü kamu makamlarına aittir.
64. Somut olayda başvurucuların bizzat şiddete başvurduğu
veya kolluk güçlerine direndiğine dair tutanak veya görüntü bulunmamaktadır. Bu
husus Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamaya da yansımış, başvurucular hakkında
beraat kararı verilme gerekçesini oluşturmuştur. Diğer taraftan kullanılan
gücün gerekli olduğu sonucuna ulaşmayı sağlayacak bir delil soruşturma veya başvuru
dosyasına yansımamıştır. Dolayısıyla başvuruculara yönelik güç kullanılmasının
kaçınılmaz hâle geldiği yönünde tespit yapmak bu aşamada olanaklı değildir.
65. Kaldı ki güç kullanımının gerekli olduğu kabul edilse
dahi başvurucuların tamamına kullanılan gücün orantısız olduğu Savcılıkça
yapılan soruşturma sonunda da tespit edilmiştir. Başvurucuların yaralandığını
gösteren adli muayene ve bilirkişi raporları ile başvurucuların süreçteki
tutumları dikkate alınarak Savcılıkça ulaşılan sonuçtan farklı bir değerlendirme
yapılması mümkün görünmemektedir.
66. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından
gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu
kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde -özellikle
başvurucuların yaralanma biçimleri nazara alındığında- eylemin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkün
görülmüştür.
67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. İnsan
Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
(1) Genel
ilkeler
68. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları
altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 110).
69. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili
resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî
dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
70. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi
ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç
yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan
burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza
kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
71. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir
şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay
ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da
kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak,
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 116).
72. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde
edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması
gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).
73. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının-
özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için
ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir.
Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda
yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde
genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak
sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü
hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem
Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 34).
74. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan
husus -sonuçta alınan kararın (somut olayda daimî arama) niteliğinin ne
olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki
diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı
eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü
verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip
gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, § 86).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
75. Başvurucular katıldıkları gösteride direnmedikleri
hâlde kolluk görevlileri tarafından başlarına ve vücutlarına copla vurulmak,
yüzlerine biber gazı spreyi sıkılmak üzere yaralandıklarını ifade ederek kolluk
görevlilerinden şikâyetçi olmuşlardır. Başvuruculara ait ATK raporları
başvurucuların beyanlarını doğrular nitelikte tespitler içermektedir.
76. Devletin kötü muamele iddialarını soruşturma
yükümlülüğü, bireylerin savunulabilir iddialarının bulunmasına bağlıdır.
İddianın savunulabilir olması ise ancak makul delillerle desteklenmesiyle
mümkündür. Bu kapsamda başvurucular, katıldıkları bir protesto gösterisinde
kolluk görevlilerinin eylemleriyle yaralandıklarını iddia etmiş ve iddialarını
ATK raporlarıyla desteklemişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların savunabilir
iddialarının bulunması nedeniyle soruşturma makamlarından etkili bir soruşturma
yürütülmesi yönünde meşru bir beklentileri bulunmaktadır.
77. Savcılıkça, başvurucular tarafından bildirilen kask
numaraları ile farklı kolluk birimlerinden edinilen görev listelerine göre
kimlikleri tespit edilen yaklaşık otuz kolluk görevlisi şüpheli olarak
dinlenilmiştir. Şüpheli polislerin çoğu, kask numaralarının kendilerine ait
olduğunu ve olay yerinde bulunduklarını ifade etmiş ancak suçlamaları kabul
etmemiştir. Şüpheli polislerin beyanları yeterli görülmek suretiyle Savcılık
kararına esas alınarak haklarında ceza davası açılmamıştır.
78. Başvurucuların tanık olarak bildirdikleri olay
yerinde görevli diğer kolluk memurları ile amirlerinin bilgisine ise
başvurulmamıştır. Bilirkişi raporunda kolluk görevlileri ile başvurucular
arasında çıkan arbede esnasında olay yerinde bulunan görevlilerin şüpheli veya
tanık sıfatıyla kimliklerinin belirlenmesi yönünde herhangi bir işlem
yapılmamıştır. Olay Tutanağı'nda, dinlenilen şüpheli polisler dışında görevli
olan memurların açık kimlik bilgileri bulunmasına karşın beyanı alınmayan bu
görevlilerin beyanlarının alınmama sebebi başvuru dosyasından
anlaşılamamaktadır.
79. Savcılığın sonuç olarak başvuruculara karşı orantısız
güç kullanımını kabul etmesine rağmen yedi yılı aşkın süredir sorumluluğu bulunan
tek bir şüpheliyi dahi tespit edememesi veya en azından bu yönde bir delile
ulaşamaması dikkate değerdir. Ayrıca son beş yıldır soruşturmanın daimî aramada
beklediği ve bu süre içinde işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada
uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır. Kamera
aracılığıyla kayıt altına alınan toplumsal bir olaya müdahale esnasında
başvurucuları yaraladıkları değerlendirilen kolluk görevlilerinin makul
sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin
dahi tespit edilememesinin soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi
yükümlülüğüne aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
80. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin
ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi
konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği
söylenemeyecektir.
81. Öte yandan başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip
Hilooğlu tarafından açılan tam yargı davalarında Bölge İdare Mahkemesi,
başvurucuların yaralanmasına rağmen kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin
asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı yönünde bir tespit bulunmaması nedeniyle
orantısız güç kullanılması şeklinde bir eylemin mevcut olmadığını
değerlendirilerek İdarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna
ulaşmıştır. Kötü muamele yasağının maddi boyutu yönünden yukarıda yapılan
değerlendirmeler kapsamında özellikle başvuruculara yönelik kullanılan gücün
kaçınılmaz ve orantılı olduğu hususunun kamu makamlarınca ortaya konamaması,
aksine soruşturma makamınca orantısız güç kullanıldığının kabulü karşısında
devletin kötü muamele yasağı kapsamındaki maddi yükümlülüğünün ihlal edilmesi
sonucunu doğurmuştur. Bu yönüyle Bölge İdare Mahkemesince kullanılan gücün
orantılılığına ilişkin yapılan değerlendirmeler ve ulaşılan sonucun
başvurucuların tazminat haklarından mahrum bırakılması nedeniyle usul
yükümlülüğü yönünden sorun oluşturduğu açıktır.
82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
83. Başvurucular, Ceza Mahkemesi kararıyla beraat
ettiklerini belirterek gerekmediği hâlde kolluk tarafından aşırı güç
kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
84. Somut olayda, kolluk görevlilerinin göstericileri güç
kullanarak dağıtmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale
teşkil ettiği hususunda tereddüt bulunmasa da somut başvurudaki temel meselenin
kolluk görevlilerinin gösteriyi dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele
yasağını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi olduğu değerlendirilmektedir.
85. Bu durumda, kötü muamele yasağına ilişkin olarak
yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
D. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
87. Başvurucular, ihlalin tespiti ile yeniden soruşturma
yapılması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
88. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
89. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
90. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
91. Başvuruda, güvenlik güçleri tarafından orantısız güç
kullanılması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi
boyutuyla, buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi
boyutuna yönelik ihlalin kolluk görevlilerinin eyleminden, kötü muamele
yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin ise öncelikle Cumhuriyet
Başsavcılığının işlemlerinden ve Bölge İdare Mahkemesinin kararından
kaynaklandığı anlaşılmıştır.
92. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden
soruşturma, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu
kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa
Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
92. Öte yandan somut olayda insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğinin tespit
edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz
kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde
ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara
ayrı ayrı net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
93. Ayrıca, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının
maddi boyutunun ihlal edildiğinin tespit edilmesi nedeniyle başvuruculara
manevi tazminat ödenmesine karar verildiği dikkate alınarak Eskişehir Bölge
İdare Mahkemesince yargılamanın yenilenmesinde hukuki yarar bulunmadığı
değerlendirilmiştir.
94. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harcın
başvurucular Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve Ebru Ak'a ayrı ayrı ödenmesi ile
3.000 TL vekâlet ücretinin Alper Can Aykaç, Muhip Hilooğlu ve Ebru
Ak'amüştereken, 3.000 TL vekâlet ücretinin Ayşegül Kumaş ve Mehtap Koç'a
müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucular Muhip Hilooğlu ve Mehtap Koç'un adli
yardım taleplerinin KABULÜNE,
B. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul
boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvuruculara ayrı ayrı net 30.000 TL manevi tazminat
ÖDENMESİNE,
F. 226,90 TL harcın başvurucular Alper Can Aykaç, Ayşegül
Kumaş ve Ebru Ak'a AYRI AYRI, 3.000 TL vekâlet ücretinin Alper Can Aykaç, Muhip
Hilooğlu ve Ebru Ak'aMÜŞTEREKEN,3.000 TL vekâlet ücretinin Ayşegül Kumaş ve
Mehtap Koç'a MÜŞTEREKEN ödenmesine karar verilmesi gerekir
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 23/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.