TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HASAN KARA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/17126)
Karar Tarihi: 27/6/2018
R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2018-30540
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
Halil İbrahim DURSUN
Başvurucular
1. Hasan KARA
2. Mücelle KARA
3. Aynur KARA
4. Fatma Ayten KARA
5. Mustafa Kemal KARA
6. Asuman KARA
Vekili
Av. İlter AKSOYLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen intihar olayı nedeniyle yaşam hakkının, bu olay üzerine açılan davada ise bağımsız ve tarafsız mahkeme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/11/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İlk iki başvurucunun oğlu ve diğer başvurucuların kardeşi olan 1992 doğumlu S.K., Manisa/Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde asker iken 24/1/2013 tarihinde ateşli silahla yaralanma sonucu yaşamını yitirmiştir.
A. S.K.nın Askerlik Süreci ve Ölümü
9. S.K., Yenifoça 7’nci Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığı (İzmir/Foça) emrinde bir aylık asker iken komando seçilemediği için jiletle kendisine zarar vermesi üzerine İzmir Asker Hastanesinde muayene olmuş ve 6/6/2012 tarihinde organik olmayan psikoz tanısıyla daha ileri tetkik ve tedavi için Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiştir.
10.GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde muayene edilen S.K.ya psikotik bozukluk tanısıyla üç ay hava değişimi verilmiştir. 20/6/2012 tarihli bu raporda ayrıca S.K.nın bazı ilaçları kullanmasının ve ayda bir kontrole gelmesinin uygun olduğu belirtilmiştir. Raporun açıklamalar kısmı şöyledir:
“(...) Hastanın önceden bilinen psikiyatrik sağlık kurul işlemi bulunmamaktadır.
Hasta unutkanlık ve dalgınlık şikâyetinin olduğunu belirtiyor.
RUHSAL MUAYENE: Ayakta, yaşında görünümde, özbakımı azalmış, çevresine ilgisi azalmış, mizacı durgun, mimik ve jestleri mizacına uyumlu, sosyabilitesi çekingen, ürkek, konuşması soru cevap tarzında azalmış, ses tonu azalmış, bilinç açık, dikkat azalmış, bellek normal, algı tabii. Yönelimi tam. Zeka klinik olarak yeterli. Yargılama bozuk. Uyku normal, iştah normal. Fikir akış hızı ve ritmi azalmış, amacına geç varıyor. Fikir içeriğinde askerlik sürecine yoğunlaşma ve referens sanrılar var. Duygulanım hafif ölçüde endifere. Davranışlarında psikomotor retardasyon, zaman zaman ajitasyon şeklinde bozulmalar var.
Öyküsünden; hastanın sivil hayatında psikiyatrik tanı ve tedavisinin olmadığı, lise yıllarından beri esrar kötüye kullanım öyküsünün bulunduğu, askerlik görevine başladıktan sonra dezorganize davranışlar, psikomotor huzursuzluk, sosyal izolasyon tarzında şikâyetlerin ortaya çıktığı, komando seçilemediği için jiletle kendisine zarar verdiği, işlevselliğinin azalması üzerine sevk edildiği anlaşılmaktadır.
Kıta anket formunda: iletişimden uzak olduğu, esrar ve hap kullandığı, kavgaya karıştığı, çelişkili ve tutarsız konuştuğu, arkadaşlarının kendisinin arkasından konuştuğunu düşündüğü, jiletle kendisini yaraladığı belirtilmiştir.”
11. S.K. üç aylık hava değişimi süresinin bitmesi üzerine 30/9/2012 tarihinde Manisa/Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığındaki birliğine katılmıştır. S.K., Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığındaki birliğine katılmasından sonra Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) takibine alınmış ve takibe alındığı için kendisine silahlı görevler verilmemiştir.
12. S.K. 17/10/2012 tarihinde Manisa Asker Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde muayene edilmiştir. Psikiyatrist E.Ö. tarafından muayene edilen S.K.ya “Depresif nöbet, tanımlanmamış.” Tanısı konulmuştur. Raporda ayrıca S.K.nın E. 75 mg ve Z. Adlı ilaçları kullanmasının ve bir ay sonra kontrole gelmesinin uygun olduğu belirtilmiştir.
13. S.K. bu muayeneden altı gün sonra 23/10/2012 tarihinde Manisa Asker Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde aynı psikiyatrist tarafından tekrar muayene edilmiştir. Psikiyatrist E.Ö. tarafından yapılan bu muayene neticesinde ise “Geçirilmiş uyum bozukluğu yakınması yok, tedavi gerektirmez.” Kararı verilmiştir.
14.Bu karar üzerine 21/12/2012 tarihli Manisa İl Jandarma Komutanlığı Emniyet Kaza Önleme Kurulu toplantısında S.K.nın RDM takibinden çıkarılmasına karar verilmiştir. J Er S.K.ya 4/1/2013 tarihinden itibaren silahlı görevler de verilmeye başlanmıştır.
15. S.K. 24/1/2013 tarihinde doldur-boşalt istasyonuna gidip gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra 15.00 ile 18.00 saatleri arasında nöbetçi olduğu İlçe Jandarma Komutanlığı ön nizamiyesindeki nöbetçi kulübesine gitmiştir. Saat 15.20 sıralarında S.K.nın nöbetçi olduğu yerden silah sesi duyulmuş, bu sesin geldiği yere gidilmesi üzerine S.K.nın nöbet kulübesinin içinde baş bölgesinden vurulmuş bir vaziyette olduğu görülmüştür. Bunun üzerine S.K., olay yerine gelen ambulansla hastaneye götürülmüş ancak kurtarılamayarak aynı gün yaşamını yitirmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
16. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından olay hakkında resen bir soruşturma başlatılmıştır. Ölüm olayının gerçekleştiği gün olay yeri incelemesi, ölü muayene işlemi ve klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan otopsi raporuna göre S.K.nın çenesinin alt orta kısmında 0.7 cm çapında mermi çekirdeği giriş yarası, sol frontoparietal bölge saçlı deri içinde ise 2x2 cm boyutlarında mermi çekirdeği çıkış yarası bulunmaktadır. Otopsi raporuna göre mermi çekirdeği, çenenin alt orta kısmından girip aşağıdan yukarıya ve önden arkaya doğru bir seyir izleyerek vücudu terk etmiştir. Otopsi raporunda, cilt-cilt altı bulgulara göre atışın bitişik mesafeden yapılmış olduğu ve bu atışın tek başına öldürücü nitelikte olduğu belirtilmiştir. Otopsi raporunda ayrıca S.K.nın idrarında esrar maddesi bulunduğu belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında yapılan araştırmalar neticesinde olay yerinde bulunan bir adet 9x19 mm çapındaki mermi kovanı ile mermi çekirdeğinin yine olay yerinde bulunan S.K. üzerine zimmetli 36557 seri numaralı silahla atıldığı tespit edilmiştir.
17. Askerî savcı, S.K.yı vurulmuş vaziyette ilk gören J Er Ö.Ç.nin ifadesini almıştır. Ö.Ç. ifadesinde özetle Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığı nizamiye girişi yanında bulunan noktada nizamiye görevlisi olarak sabah 06.30’dan akşam 18.15’e kadar görev yaptığını, S.K.nın olay günü saat 15.00’te nöbet yerine geldiğini, nöbeti devralırken kendisine “Nasılsın abi?” dediğini ve ardından nöbet yerine gittiğini, aralarındaki mesafenin 2-3 metre olduğunu belirtmiştir. Ö.Ç. devamında saat 15.20 sıralarında S.K.nın bulunduğu yerden bir el silah sesi geldiğini, sesin geldiği yere dönüp baktığında S.K.nın kanlar içinde yere düştüğünü gördüğünü ifade etmiştir. Ö.Ç. ayrıca onun içine kapanık bir asker olduğunu da belirtmiştir.
18. Askerî savcı, Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığında astsubay olarak görev yapan ve can dostu sistemine göre S.K. ile ilgilenen A.D.nin ifadesini almıştır. Astsubay A.D. ifadesinde özetle S.K.nın Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığına kendi devrelerinden iki ay geç olarak 30/9/2012 tarihinde katılış yaptığını, katılış yaptığında S.K.nın RDM takibinin olduğunu, bu takipten dolayı S.K.ya silah vermediklerini ifade etmiştir. Astsubay A.D., S.K.nın kendisine silah verilmemesinden rahatsızlık duyduğunu, “Komutanım bana niye silah vermiyorlar, ben silah almak istiyorum.” Şeklinde yakınmalarının olduğunu, kendisinin de RDM takibinin olduğunu, kurallar gereği RDM takipli askerlere silah verilmediğini, silahın ancak asker hastanesi tarafından verilecek kurul raporuna istinaden İl Jandarma bünyesinde oluşturulan Birlik Psikolojik Danışma Kurulu tarafından RDM kapsamından çıkarılması kararını müteakip verilebileceğini söylediğini belirtmiştir. Astsubay A.D., daha sonraki görüşmelerinde de S.K.nın sürekli olarak silah alma isteğinde bulunduğunu, onun bu taleplerini İlçe Jandarma Komutanı’na ilettiğini, İlçe Jandarma Komutanı’nın da S.K. için “Asker hastanesine sevk edin.” Dediğini, bunun üzerine S.K.yı hastaneye sevk ettiklerini ifade etmiştir. Astsubay A.D., Manisa Asker Hastanesinin 17/10/2012 tarihli ilk muayenede S.K.nın RDM takibinden çıkarılmasını uygun görmeyip ilaç tedavisine devam etmesi yönünde karar verdiğini, Manisa Asker Hastanesinin yaklaşık bir hafta sonraki 23/10/2012 tarihli muayenede ise “Geçirilmiş uyum bozukluğu, yakınması yok, tedavi gerektirmez.” Şeklinde karar verdiğini, kendilerinin de bu raporu Manisa İl Jandarma Komutanlığına gönderdiklerini, Manisa İl Jandarma Komutanlığının ise Kasım-Aralık ayındaki heyet toplantısında S.K.yı RDM kapsamından çıkardığını belirtmiştir. Astsubay A.D., S.K.ya bu karardan sonra 4/1/2013 tarihinde MP-5 marka bir silah verdiklerini ve S.K.nın yaklaşık yirmi gün silahlı görevlere çıktığını ifade etmiştir. Astsubay A.D. silah verdikten sonra S.K.yı ceza infaz kurumunda görevlendirmek istediklerini ancak S.K.nın bu görevi istemediğini, bunun üzerine onu gece devriyesine verdiklerini belirtmiştir.
19. Askerî savcı, Turgutlu İlçe Jandarma Komutanı Jandarma Yüzbaşı L.T.nin ifadesini almıştır. Yüzbaşı L.T. ifadesinde özetle;
i. S.K.nın 30/9/2012 tarihinde Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığı emrine katılış yaptığını, standart olarak birliğe katılış yapan tüm erbaş/erlerle rütbeli personelin görüştüğünü, askere bir can dostu tayin edildiğini, oluşturulan gruplar içine ayrıca sorumlu rütbeli bir personelin atandığını,
ii. S.K.nın acemi birliğindeki şahsi dosyasında yer alan bilgiler doğrultusunda 17/10/2012 tarihinde Manisa Asker Hastanesine sevk edildiğini, burada yapılan muayenede S.K.ya depresif nöbet tanısı konulduğunu, eğitim birliğinde RDM kaydı olan S.K.ya zaten silahsız görev verdiklerini, bu rapordan sonra uygulamanın aynı şekilde devam ettiğini,
iii. S.K.nın 17/10/2012 tarihli muayeneden sonra tekrar psikiyatriye gitmek istediğini kendisine Astsubay A.D.nin ilettiğini, kendisinin özelikle psikiyatrik açıdan rahatsız olduğunu belirten askerlere karşı herhangi bir sorgulama yapmadan sevk yazılarını imzaladığını, kişinin kısa bir süre önce psikiyatriye gitmiş olmasının buna engel olmadığını çünkü verilen ilaçların sıkıntı yaratmasının ya da kişinin başka bir sorun yaşıyor olmasının mümkün olabileceğini, sevk yazılarında matbu olarak “personelin silah kullanmasında sakınca olup olmadığının bildirilmesi” ibaresinin yer aldığını, neticede J Er S.K.nın 23/10/2012 tarihinde Manisa Asker Hastanesinde tekrar muayene olduğunu ve hakkında “Yakınması yok, tedavi gerektirmez.” Şeklinde rapor düzenlenmiş olduğunu,
iv. Bu rapor üzerine kendilerinin başka bir değerlendirme yapmasının mümkün olmadığını, S.K.nın birliğe katılış yaptığı tarihten yaşamını yitirdiği tarihe kadar uyumsuzluk gösteren, problem yaratan ya da sorun çıkaran bir asker olmadığını, S.K. hakkında kendilerini farklı bir düşünceye itecek ne kendisinin ne de diğer rütbeli personelin bir gözleminin bulunduğunu, S.K.nın arkadaşları ile uyumlu, rütbeli personel tarafından sevilen bir yapıda olduğunu, bu sebeple söz konusu tabip raporunu irdelemelerini gerektirecek bir durumun bulunmadığını, zaten böyle bir rapor olmasına rağmen sıkıntılı bir durum tespit edilirse sıkıntıya vücut veren somut olaya ilişkin bir tutanak ve Kıta Anket Formu düzenlenerek hastaneye sevk işlemlerinin yapıldığını,
v. İl Jandarma Komutanlığında her ay Emniyet Kaza Önleme Kurulu toplantısı yapıldığını, bu toplantılarda birçok konuyla birlikte silahsız görev yapan erbaş ve erlerin durumunun da değerlendirildiğini, bu değerlendirme yapılırken tabip raporunun ilgili birlik komutanlarının kanaatlerinin bir bütün olarak değerlendirildiğini, sıkıntılı bir durum yoksa askere silahlı görevler verilebildiğini, S.K.nın da Emniyet ve Kaza Önleme Kurulu tarafından verilen karar doğrultusunda silahla görev yapmaya başladığını, bu göreve başladıktan sonra S.K.nın sıkıntılı bir durumunu ne kendisinin gözlemlediğini ne de bu konuda kendisine bir rapor verildiğini, süreç bu şekilde devam ederken S.K.nın 24/1/2013 tarihinde nizamiye girişinde nöbet esnasında ateşli silah yaralanması sonucu yaşamını yitirdiğini,
vi. İlaç tedavisi gören askerlerin ilaçlarının ya bizzat karakol komutanı ya da görevlendirilen başka bir personel tarafından verildiğini, S.K.nın otopsi sırasında alınan idrarında çıkan esrar maddesinin çarşı izni sırasında temin edilmiş olabileceğini, çarşı izninden dönen erlerin nöbetçi personel tarafından kontrol edildiğini ancak az miktardaki esrarı bulmanın mümkün olmayabileceğini, S.K. ile ilgili olarak sivil hayatında esrar kullandığı şeklinde bir bilginin olduğunu ancak askerlik hizmeti esnasında esrar kullandığı yönünde tespitlerinin ya da böyle bir ihbarın olmadığını ifade etmiştir.
20. Soruşturma kapsamında, Manisa Asker Hastanesinde S.K.yı muayene eden ve 17/10/2012 tarihli rapor ile 23/10/2012 tarihli raporu düzenleyen Psikiyatrist E.Ö.nün ifadesi alınmıştır. Psikiyatrist E.Ö. ifadesinde özetle psikiyatri servisinde muayene olan ve ilaç kullanan askerlerin diğer askerler ve komutanlar tarafından damgalanmaları nedeniyle ilaç kullanmak ve muayeneye gelmek istemediklerini ifade etmiştir. Psikiyatrist E.Ö., S.K.nın 23/10/2012 tarihli muayenesinde olağan dışı bir durumun dikkatini çekmediğini, S.K.nın ilaç kullanmak ve psikiyatri polikliniğine gelmek istemediğini kendisine söylediğini, ayrıca herhangi bir şikâyetinin olmadığını kendisine ifade ettiğini belirtmiştir. Psikiyatrist E.Ö. S.K.nın durumunu sosyal faktörlere bağlı olarak gelişen depresif belirtilerin olduğu uyum bozukluğu tablosu olarak değerlendirdiğini, 23/10/2012 tarihli muayenede hastanın şikâyetinin olmamasını, ilaç kullanmak ve psikiyatri polikliniğine gelmek istemediğini ifade etmesini, muayene sırasında önemli bir bulgu olmamasını ve Kıta Anket Formu’nda önemli bir konunun bulunmamasını dikkate alarak sosyal faktörlerin bu tabloda düzelme için çok ani ve iyileştirici bir etkisinin olduğunu değerlendirdiğini ve bu şekilde bir rapor düzenlediğini ifade etmiştir.
21. Askerî savcı, ölüm olayı sonrasında S.K.nın naaşını memleketine götüren ve burada ailesiyle görüşen Astsubay M.A.E.nin ifadesini almıştır. Astsubay M.A.E. ifadesinde özetle cenazeyi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesine götürdüğünü ve daha sonra S.K.nın evinin önünde kurulan taziye çadırına geçtiğini, S.K.nın annesi başvurucu Mücelle Kara’nın burada kendisine “Olaydan bir gün önce [S.K.] kız kardeşini telefonla arayarak konuşmuşlar. [S.K.] kız kardeşine ben bu askerliği yapmayacağım, kendimi vuracağım süresiz izine geleceğim gibi şeyler söylemiş kızım da beni aradı. Ben de sabah saat 08:00 gibi [S.K.yı] aradım oradaki askerlere [S.K.nın] rüyalarıma girdiğini [S.K.nın] asker arkadaşları ve komutanları ile arasında herhangi bir sıkıntısının olup olmadığının oradaki askerlere sordum. (...) Ben sabah saat 08:00’da aradığımda oradaki askerlere beni komutanlarınızla görüştürün [S.K.nın] silahını alsınlar diyemedim. O anda herhalde nutkum tutuldu yavrumun ölmesine ben sebep oldum.” Şeklinde sözler söylediğini ifade etmiştir. Astsubay M.A.E. ayrıca S.K.nın sessiz, sakin ve sevilen bir asker olduğunu belirtmiştir.
22. Askerî savcı, S.K.nın babası başvurucu Hasan Kara’nın da ifadesini almıştır. Hasan Kara ifadesinde özetle oğluyla askerlik görevini yaptığı usta birliğinde hemen hemen her gün görüştüğünü, en son onunla olaydan bir gün önce saat 16.00 sıralarında telefonla görüştüğünü, bu görüşmenin toplam on dakika kadar sürdüğünü, bu görüşmede oğlunun izinde olan Kahramanmaraşlı bir arkadaşıyla kendisine telefon göndermesini istediğini belirtmiştir. Hasan Kara, bu görüşmeden sonra gece saat 00.00 sıralarında kızının mesaj attığını, mesajda “Baba [S.K.nın] canı mı sıkkın bir onu arayın.” Dediğini, bunun üzerine kızını aradığını, kızının “Baba beni [S.K.] aradı ve bana ‘Abla ben izine geleceğim sen de eve gel, orada görüşelim.’ Dedi. Sıkıntısı mı var, [S.K.yı] bir arayın.” Diye de eklediğini ifade etmiştir. Hasan Kara, bu görüşmenin hemen akabinde oğlunu defalarca aradığını fakat oğluna ulaşamadığını, eşinin de aynı anda askeriyenin santralini arayarak bir görevli ile görüştüğünü, santral görevlisi tarafından kendisine S.K.nın uyuduğunun söylendiğini belirtmiştir. Hasan Kara ayrıca oğlunun askerlik öncesinde herhangi bir sıkıntısının olmadığını, askerlik süresince yaptığı görüşmelerde de oğlunun herhangi bir huzursuzluğunun bulunduğu veya sıkıntısının olduğu yönünde kendisine bir şey söylemediğini fakat oğlunun acemilik döneminde psikolojik bunalım geçirmiş olması nedeniyle İstanbul GATA’ya gönderildiğini ve yaklaşık yirmi gün orada tedavi gördüğünü, tedaviden sonra oğluna üç ay hava değişimi verildiğini ifade etmiştir. Hasan Kara; oğlu ile üç aylık hava değişimi süresince herhangi bir sıkıntı yaşamadıklarını, zaten kendisine hastaneden tedavi amaçlı iki hap verildiğini, oğlunun bu süre içinde hapları düzenli olarak kullandığını belirtmiştir. Hasan Kara son olarak oğlunun intihar etmediğini düşündüğünü, oğlunun bu şekilde davranacak bir insan olmadığını, olayın kaza sonucu meydana geldiğini ve oğlunun şehit olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir.
23. Soruşturma kapsamında, S.K.nın annesi Mücelle Kara’nın olay günü telefonla konuştuğu J Er M.K.nın da ifadesi alınmıştır. M.K. ifadesinde özetle olayın gerçekleştiği günün sabahında S.K.nın annesinin santrali arayarak oğlu ile görüşmek istediğini söylediğini, kendisinin de ona telefonu kapatıp beş dakika sonra aramasını, S.K.yı çağıracağını söylediğini, daha sonra S.K.yı çağırmak için yukarı çıkıp S.K.ya “Annen arıyor, 5 dakika sonra seni tekrar arayacak.” Dediğini, S.K.nın da “Ben onu sonra ararım.” Deyip tekrar uyumaya devam ettiğini, bunun üzerine aşağıya inip S.K.nın annesine “Teyze şu an [S.K.] istirahatte, seni sonra arayacakmış.” Dediğini ve telefonu kapattığını ifade etmiştir. M.K. ayrıca S.K.nın sessiz ve sakin biri olduğunu ifade etmiştir.
24. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan diğer kişiler de genel olarak S.K.nın içine kapanık ve sessiz bir asker olduğunu, arkadaşlarıyla herhangi bir probleminin bulunmadığını ifade etmişlerdir.
25.Askerî Savcılık 21/6/2013 tarihinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığına müzekkere yazarak kişinin ölüm sebebinin belirlenmesi ve kişinin gördüğü psikiyatrik tedavilerde tıbbi açıdan bir kusur ya da ihmal bulunup bulunmadığının tespit edilmesi talebinde bulunmuştur.
26. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu, olay hakkındaki adli ve tıbbi evrakı dikkate alarak 17/7/2013 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda; kişinin ateşli silah mermi çekirdeği yaralanması dışında başka bir travmatik tesirle öldüğünün delillerinin bulunmadığı, idrarında esrar maddesi bulunan kişinin zehirlenerek öldüğünün delillerinin de bulunmadığı, kişinin ölümünün ateşli silah mermi yaralanmasına bağlı beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Raporda, S.K.ya altı gün arayla iki farkla rapor verilmesi hususu ile ilgili olarak ise “Kişinin antisosyal kişilik özellikleri, esrar kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan psikotik süreçlerin arasında depresif yakınmaları saptayıp tedavisinin başlaması hekimin özeninin ve dikkatinin göstergesi olduğu, 1 hafta sonraki kararının değiştirilmesi ise hastanın özgüven eksikliğinin giderilmesi bakımından sosyal müdahale olarak tedavinin parçası olarak kabul edildiği, intiharın ön görülemez bir “belirti” olduğu, herhangi bir insanda herhangi bir zamanda ortaya çıkabileceği de dikkate alındığında; İzmir Askeri Hastanesi, Haydarpaşa GATA Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Manisa Askeri Hastanesinde psikiyatri bölümlerinde kişinin takip ve tedavilerinde bulunan hekimlere atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur.” Şeklinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu raporda, Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. N.K. dâhil toplam yedi kişinin imzası bulunmaktadır.
27. Başvurucular, psikiyatrik rahatsızlıklarla ilgili hususlarda yetkili Adli Tıp Kurumu Kurulunun 4. İhtisas Kurulu olduğunu, bu sebeple somut olayda Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan rapor alınması gerektiğini ancak Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulundan rapor alındığını belirterek rapora itiraz etmişlerdir.
28. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek S.K.nın ölümünde herhangi bir kişiye atfı kabil kusur ve ihmal bulunmadığı, ölümün intihar sonucu meydana geldiği kanaatine varmış; 2/7/2014 tarihli karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık, gerek S.K.nın arkadaşlarının gerekse aile fertlerinin beyanlarında S.K.nın RDM takibinden çıkarılmasının ve S.K.ya silah verilmesinin yerinde olmadığına işaret edecek, dış dünyaya yansıyan herhangi bir sorunlu hâl, hareket ve davranıştan bahsedilmediğinden birlik komutanlarının bu süreçte bir ihmali ve yanlış değerlendirmesinin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Askerî Savcılık ayrıca ölümlü olaylarda Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun görevli olduğunu, konu ile ilgili olarak başka bir uzmanlık alanının bilgisi gerekiyorsa ilgili uzmanlık alanından bir bilirkişinin de görüşünün alındığını, somut olayda da Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. N.K.nın toplantıya katılarak görüşünün alındığını dikkate alarak başvurucuların bilirkişi raporuna yönelik itirazlarını yerinde görmemiştir.
29. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ege Ordusu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 25/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
C. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci
30. Başvurucular, maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 29/4/2013 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına (İdare) müracaat etmiş; İdare, dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir.
31. Başvurucular, zımni ret üzerine 3/9/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) idare aleyhine tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle yakınları S.K.nın sivil yaşantısında herhangi bir psikolojik sorun yaşamadığını ve bu kapsamda bir tedavi görmediğini, yakınlarının askerlik görevini ifa ettiği sırada psikolojik yönden rahatsızlandığını, bu durumun komutanlar tarafından da bilindiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular 17/10/2012 tarihli raporda yakınlarına ilaç tedavisi önerilmesine rağmen bundan altı gün sonraki 23/10/2012 tarihli raporda “Tedavi gerektirmez.” Şeklinde rapor tanzim edilmesinin görevli komutanlar ile tabibin ihmalini ortaya koyduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular, yakınlarına gerçek mermi ve silah verilerek nöbet tutturulmasının İdarenin kusurunu daha da artırdığını, ayrıca yakınlarının ilaçlarını alıp almadığının kontrol edilmediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, somut olayda hem askere alım işlemleri sırasındaki muayenelerin hem de askerlik hizmeti sırasındaki muyene ve kontrollerin yetersiz olduğunu iddia etmişlerdir.
32. Davalı İdare ise başvurucuların yakını S.K.nın intihar ettiğinin soruşturma dosyasında bulunan bilgi ve belgelerden anlaşıldığını, yasal dayanaktan yoksun davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
33. AYİM İkinci Dairesi 21/1/2015 tarihli karar ile başvurucuların dilekçelerini, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak oyçokluğuyla davanın reddine karar vermiştir. AYİM kararının ilgili kısmı şöyledir:
“(...) [S.K.nin] ailevi, kişisel veya yalnızca kendisince bilinebilecek başka nedenlerden dolayı kapıldığı ani bunalım sonucu ateşli silahla intihar ettiği, olayda kendisine kusur izafe edilebilecek başkaca bir personel bulunmadığı (kötü muamele veya hakarete uğradığına dair bir emare de bulunmadığı), olayla ilgili yapılan adli soruşturma neticesinde de tespit edildiği üzere, müteveffanın tamamen kendi iradesi ile ölümü olayında zararlı sonucu doğuran eylem ile hizmet arasında illiyet bağının bulunmadığı, davacılar vekilinin de intihar olayına ilişkin olarak davalı idarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğunu doğuracak herhangi bir somut delili ortaya koyamadığı, davalı idareye yüklenebilecek bir nedensellik bağının mevcut olmadığı, davalı idarenin herhangi bir hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluk şartlarının mevcut olmadığı değerlendirilerek, dava konusu olayda idareye yüklenebilecek hukuki bir sorumluluğun bulunmadığı, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde davacıların maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.”
34. Karara katılmayan iki üye ise S.K.nın acemi birliğinden hatta sivil hayatından beri süregelen bir psikiyatrik rahatsızlığının bulunduğunu, soruşturma kapsamında alınan ifadelere göre S.K.nın içine kapanık, çevresiyle fazla iletişim kurmayan bir yapıya sahip olduğunu, öncesinde RDM takibinde olan S.K.nın ısrarlı talepleri sonucu Manisa Asker Hastanesine sevk edildiğini ve Manisa Asker Hastanesinin bir hafta arayla iki farklı rapor düzenlediğini ve bu farklılığın izah edilmemesinin çelişki olduğunu, bu hâliyle S.K.nın ısrarlı talebine dayanılarak iyi niyetle rapor düzenlendiğinin anlaşıldığını ancak bunun hizmete uyarlı olmadığını, davalı idarenin bu şekilde davranmakla S.K.nın intihar etmesine katkıda bulunduğunu belirterek davanın kısmen kabul edilmesi gerektiğini, bu sebeple karara katılmadıklarını ifade etmiştir.
35. Başvurucular genel olarak dava dilekçesinde belirttikleri hususları yineleyerek karar düzeltme isteminde bulunmuş ve eksik inceleme sonucu kurulan hükmün kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
36. Başvurucuların karar düzeltme talebi, AYİM İkinci Dairesinin 16/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
37. Anılan kararın 9/10//2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmesiyle 9/11/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
38. 14/4/1982 tarihli ve 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanunu’nun “Görev” kenar başlıklı 2. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Adlî Tıp Kurumunun görevleri şunlardır:
F) Mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklar ile Kurumun uygun gördüğü alanlarda kamu kurum ve kuruluşları tarafından gönderilen adlî tıpla ilgili konularda bilimsel ve teknik görüş bildirmek,
(...)”
39. 2659 sayılı Kanun’un “Adlî Tıp İhtisas Kurulları” kenar başlıklı 7. Maddesinin olayların meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan şekliyle ilgili kısmı şöyledir:
“Adli Tıp Kurumunda altı ihtisas kurulu bulunur. Aşağıdaki ihtisas kurulları, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile;
a) Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu birer;
- Tıbbi patoloji,
- İç Hastalıkları,
- Kardiyoloji,
- Genel Cerrahi,
- Beyin ve Sinir Cerrahisi,
- Anesteziyoloji ve Reanimasyon,
- Kadın Hastalıkları ve Doğum,
- Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları,
(...)
d) Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulu;
- Ruh Sağlığı ve Hastalıkları için iki,
- Çocuk psikiyatrisi için bir,
- Nöroloji için bir,
Uzmanlarından oluşur.
40. 2659 sayılı Kanun’un “Adlî Tıp Kurumunda bilirkişi dinlenmesi ve toplantılara katılma” kenar başlıklı 24. Maddesi şöyledir:
“I- Adlî Tıp Üst Kurulları ve adlî tıp ihtisas kurulları ile adlî tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak Adlî Tıp Kurumunda bulunmayan tıp ve diğer uzmanlık dallarında Adlî Tıp Kurumu dışından uzmanların bilirkişi olarak davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler oy hakları olmamakla beraber görüşlerini bir raporla Adlî Tıp Üst Kurulları, adlî tıp ihtisas kurulu veya adlî tıp ihtisas dairesi başkanlığına bildirirler.
Bilirkişilere yönetmelikteki esaslara göre Adlî Tıp Üst Kurulları, adlî tıp ihtisas kurulu ve adlî tıp ihtisas dairesi başkanlığınca yaptıkları çalışmaya uygun ücret takdir olunur.
II- a) Adlî Tıp Üst Kurulları, adlî tıp ihtisas kurulları ile adlî tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak kendi kurul veya dairelerinde bulunmayan, Adlî Tıp Kurumundaki diğer kurul veya dairelerde bulunan uzmanların davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler, o olayla ilgili toplantıya katılır ve oy kullanırlar.”
41. İlgili hukuk için ayrıca bkz. Kumrişan Akkuş ve Sefer Akkuş, B. No: 2014/14672, ½/2017, §§ 45-56.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
43. Başvurucular; zorunlu askerlik hizmetini ifa eden yakınlarının ateşli silah yaralanması sonucu yaşamını yitirdiğini, olay hakkında açtıkları tam yargı davasının meydana gelen ölüm olayının intihar olduğu gerekçesiyle verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına dayanılarak reddedildiğini belirtmişlerdir.
44. Başvurucular, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın İdarenin kusurlu olmadığı ve tazmin yükümlülüğünün bulunmadığı sonucunu doğurmadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular, yakınları S.K.nın askerliğe elverişliği olmadığının askere gitmeden önce veya askerliğinin ilk dönemlerinde tespit edilmesi mümkün iken yetkili makamların hmali davranışları ve askere alma sisteminin iyi kurulmamış olması nedenleriyle tespit edilemediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, S.K.nın psikolojik rahatsızlığının üstlerince bilinmesine rağmen bu konuda gerekli tedbirlerin alınmadığını ve hiç ihtiyaç yokken S.K.ya silahlı nöbet tutturulduğunu iddia etmişlerdir. Başvurucular ayrıca yakınlarının tedavisinin gerektiği gibi yaptırılmadığını ileri sürmüşlerdir.
45. Başvurucular, devletin askere sevk işlemlerinden önce yükümlülerin askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti için etkili bir tıbbi kontrol mekanizması kurması ve makul sayılabilecek tüm tıbbi muayene ve tetkikleri gerçekleştirmesi gerektiğini ancak Türkiye’de son yoklama muayenelerinin son derece yüzeysel olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, yakınlarının daha önceden de var olan psikolojik sorunlarının ve esrar kullanmasının askere alındıktan ancak bir ay sonra tespit edilebildiğini, devletin askere alımlarda uyguladığı sağlık tarama sisteminin yaşam hakkını koruma bakımından yetersiz olduğunu belirtmişlerdir.
46. Başvurucular; devletin yükümlülerin askere alınmasından sonra da yaşam hakkını koruma bakımından yükümlülüklerinin bulunduğunu, askerlik hizmeti sırasında psikolojik sorunların ortaya çıkmasını önleyecek düzenli ve periyodik bir muayene sisteminin kurulması gerektiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular; yakınlarının askerlik hizmetini ifa ettiği sırada psikolojik yönden rahatsızlandığını, yakınlarının psikolojik durumunun birlik komutanlarınca bilindiğini, buna rağmen gerçek mermi ve silah verilerek nöbet tutturulduğunu, ilaçlarını alıp almadığının kontrol edilmesi gerekirken bunun yapılmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular 17/10/2012 tarihli raporda ilaç tedavisi önerilmesine ve bir ay sonra kontrole gelmesi gerektiği belirtilmesine rağmen yakınlarının bu rapordan altı gün sonra tekrar hastaneye sevk edilmesinin ve bu defa “Tedavi gerektirmez” şeklinde rapor düzenlenmesinin gerek birlik komutanlarının gerekse görevli tabibin ihmalini ortaya koyduğunu ifade etmişlerdir.
47. Başvurucular; davanın reddine dayanak yapılan ceza soruşturması sırasında alınan bilirkişi raporunun da akla, mantığa ve tıp bilimine aykırı olduğunu, raporun açıkça meslektaş dayanışması saikiyle hazırlanmış olduğunu, kaldı ki anılan raporun Adli Tıp Kurumunun psikiyatrik rahatsızlıklarla ilgili raporları hazırlayan 4. İhtisas Kurulunca hazırlanması gerekirken 1. İhtisas Kurulunca hazırlandığını, branş itibarıyla ilgisiz kişilerin raporu hazırladığını, heyette bir psikiyatri uzmanının bulunmasının ise yeterli olmadığını ileri sürmüşlerdir.
48. Başvurucular, ayrıca yakınlarının desteğinden yoksun kalmaları nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirtmişlerdir.
2. Değerlendirme
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, AYİM kararından sonra bireysel başvuru yapmış olup olay hakkında yürütülen ceza soruşturması ile ilgili olarak herhangi bir iddia ve itiraz ileri sürmemişlerdir. Başvurucular, AYİM kararından sonra yaptıkları bireysel başvuruda temel olarak yakınları S.K.nın yaşamının yetkili makamlarca korunamadığını ve bu konuda etkili bir yargısal korumadan yararlanamadıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu sebeple başvurucuların bu başlık altındaki tüm iddialarının Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
50. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
51. Anayasa’nın 5. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
53. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
54. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. Maddesi, devlete elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
55. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askerî mercilerin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük; yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74).
56. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Devlet, askerlik görevini zorunlu kıldığı için özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli; psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde, askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmasını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir komuta zinciri içinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi,askerlik öncesinde ve sırasında kişilere gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, §§ 75, 76).
57. Kişilerin yaşamının korunması için yeterli yasal ve idari bir çerçevenin oluşturulması yükümlülüğü, askerlik hizmetini ifa eden kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
58. Somut olayda başvurucular, yakınlarının üçüncü kişi ya da kişilerce kasıtlı bir şekilde öldürüldüğü yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir. Bu durumda başvuru konusu olay açısından yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde devletin S.K.nın yaşamını kendi eylemine karşı koruma yükümlülüğünün olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu bağlamda öncelikli olarak askerî yetkililerin S.K.nın intihar etme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konulması, böyle bir durum söz konusu ise yetkileri çerçevesinde kendilerinden makul olarak beklenebilecek tedbirleri alıp almadıklarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
59. S.K.nın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan, 24/11/1986 tarihli ve 19291 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 86/11092 sayılı mülga Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 5. Maddesinde; askerlik çağına giren yükümlülerin askere alınmadan önce sağlık muayenesinden geçirileceği, bu muayene sırasında yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızasının bulunup bulunmadığına ve muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınmasının olup olmadığına ilişkin yazılı beyanının alınacağı belirtilmiştir. Aynı Yönetmelik’in S.K.nın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 10. Maddesinde ise sağlık kontrolleri neticesinde askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen yükümlülerin askere alınmayacağı belirtilmiş; sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son yoklamaya tabi yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma kararı, sevke tabi olanlar hakkında ise sevk tehiri kararı verileceği ifade edilmiştir.
60. Başvurucular; askere sevk işlemlerinden önce yapılan tıbbi muayene ve kontrollerin son derece yüzeysel olduğunu, devletin askere alımlarda uyguladığı sağlık tarama sisteminin yaşam hakkını koruma bakımından yetersiz olduğunu ileri sürmekle birlikte askere sevk işlemlerinden önce yakınlarına uygulanan tıbbi muayeneye ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine sunmamışlardır. Kaldı ki başvurucular gerek AYİM’e sundukları dava dilekçesinde gerekse AYİM kararına karşı başvurdukları karar düzeltme yolunda yakınları S.K.nın sivil yaşantısında herhangi bir psikolojik sorun yaşamadığını ve bu kapsamda bir tedavi görmediğini, yakınlarının askerlik görevini ifa ettiği sırada psikolojik yönden rahatsızlandığını ifade etmişlerdir (bkz. §§ 31, 35). Başvurucuların herhangi bir somut iddiası olmaması nedeniyle derece mahkemesi de askerlik öncesine ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır.
61. Bu durumda somut olayda incelenmesi gereken asıl sürecin askerlik dönemi olduğu anlaşılmaktadır.
62. Bu incelemeye geçmeden önce başvurucuların Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporuna yönelik iddialarına değinmek gerekir. Başvurucular davanın reddine dayanak yapılan bilirkişi raporunun akla, mantığa ve tıp bilimine aykırı olduğunu, raporun branş itibarıyla ilgisiz kişilerce hazırlandığını iler sürmüş ise de başvuru formu ve eklerinde, psikiyatri alanında uzman bir profesörün de katılımıyla hazırlanan Adli Tıp Kurumu raporunun objektifliğinin ve/veya yeterliğinin sorgulanmasına neden olabilecek herhangi bir husus tespit edilememiştir. Başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında varsayıma dayalı olarak fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi de değildir. Dolayısıyla Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporunda belirtilen kanaatlere göre değerlendirmelerde bulunmanın somut olayda herhangi bir sakıncasının olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
63. Başvurucuların yakını S.K, Yenifoça 7’nci Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığı (İzmir/Foça) emrinde bir aylık asker iken komando seçilemediği için jiletle kendisine zarar vermiştir. Bunun üzerine İzmir Asker Hastanesinde muayene olan S.K., 6/6/2012 tarihinde organik olmayan psikoz tanısıyla daha ileri tetkik ve tedavi için GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiştir. GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde muayene edilen S.K.ya 20/6/2012 tarihinde psikotik bozukluk tanısıyla üç ay hava değişimi raporu verilmiştir. Bu hususlar dikkate alındığında S.K.nın askerliğinin ilk dönemlerinde kendisine zarar verme eğiliminin olduğu ve bu durumun yetkili makamlarca da bilindiği açıktır.
64. Üç aylık hava değişimi süresinin bitmesi üzerine 30/9/2012 tarihinde Manisa/Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığındaki birliğine katılan S.K., RDM takibine alınmış ve takibe alındığı için kendisine silahlı görevler verilmemiştir. Manisa Asker Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde görevli Psikiyatrist E.Ö. tarafından 17/10/2012 tarihinde muayene edilen S.K.ya “Depresif nöbet, tanımlanmamış.” Tanısı konularakilaç tedavisi önerilmesine rağmen aynı psikiyatrist tarafından 23/10/2012 tarihinde yapılan muayenede”Geçirilmiş uyum bozukluğu yakınması yok tedavi gerektirmez.” Şeklinde değerlendirmeler yapılarak herhangi bir ilaç tedavisi önerilmemiştir. Psikiyatrist E.Ö., ceza soruşturması kapsamında alınan ifadesinde sosyal faktörlerin iyileştirici etkisinin olduğunu gözönünde bulundurarak ilaç tedavisinden vazgeçtiğini belirtmiştir. Benzer şekilde Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu, bir hafta sonraki karar değişikliğini”(...) hastanın özgüven eksikliğinin giderilmesi bakımından sosyal müdahale olarak tedavinin parçası (...)” olarak değerlendirmiştir. Bu durumda, 23/10/2012 tarihli muayenede S.K.nın yaşadığı psikolojik sorunların geçtiği yönünde bir tespitte bulunulmadığına, bu muayene neticesinde sosyal faktörlerin iyileştirici etkisine vurgu yapılarak sadece ilaç tedavisinden vazgeçildiğine hatta 23/10/2012 tarihli ikinci muayene sonucunda verilen kararın Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca tedavinin bir parçası olarak değerlendirildiğine özellikle vurgu yapmak gerekir.
65. Yukarıdaki tespitler dikkate alındığında S.K.nın askerî yetkililerinin dikkatini çekebilecek derecede kendisine zarar verme eğilimi gösterdiği değerlendirilmektedir. Nitekim askerî yetkililer kendisine zarar verebileceği düşüncesiyle 23/10/2012 tarihli muayeneden sonra da S.K.ya belli bir dönem silah vermemişlerdir. Dolayısıyla somut olayda S.K.nın kendisine zarar verme riskinin bulunduğunun askerî yetkililerce bilindiğinin, en azından bilinmesi gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
66. Bu durumda somut olayın koşulları çerçevesinde S.K.nın sağlığının korunması ve kendisine zarar vermemesi açısından önleyici bazı tedbirlerin alınması gerektiği açıktır. Dolayısıyla başvuru formu ve eklerinin bu kapsamda incelenmesi gerekir.
67. Bu kapsamda öncelikle daha önceden kendisine zarar verici eylemlerde bulunan ve psikolojik rahatsızlığının bulunduğu sağlık kurumlarınca da tespit edilen bir kişiye silah verilmesinin bazı durumlarda oldukça sakıncalı sonuçlara yol açabileceği belirtilmelidir.
68. Somut olayda 23/10/2012 tarihli muayeneden sonra belli bir dönem gözlemlenen ve bu gözlem neticesinde RDM takibinden çıkarılan S.K., kendisine silah verilmesinden yirmi gün sonra tek başına nöbet tuttuğu sırada üzerine zimmetli silahlaintihar ederek yaşamını yitirmiştir.
69. İntihar olayından önce kendisine zarar verici eylemlerde bulunmuş ve psikotik bozukluk tanısıyla üç ay hava değişimi raporu verilerek evine gönderilmiş olan S.K.nın üç aylık hava değişimi süresinin bitmesi üzerine askerlik hizmetine tekrar başlamasından sonra kısa sayılabilecek bir süre içinde RDM takibinden çıkarılarak silahlı bir şekilde tek başına nöbet tutmayla görevlendirilmesi somut olayın koşulları bağlamında makul görünmemektedir.
70. Başvuru formu ve eklerinde, S.K.nın 23/10/2012 tarihli muayeneden sonra kontrol amaçlı olarak tekrar hastaneye götürüldüğüne ve muayene edildiğine ilişkin bir bilgi ve belge de bulunmamaktadır. 23/10/2012 tarihli muayenede Psikiyatrist E.Ö. tarafından yapılan değerlendirmenin Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca sosyal bir müdahale ve tedavinin bir parçası olarak kabul edildiği gözönünde bulundurulduğunda S.K.nın bu tarihten sonra hastaneye kontrol amaçlı olarak hiç götürülmemesi S.K.nın yaşamının korunması için alınması gereken tedbirler yönünden önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.
71. Başvuru konusu olayda S.K.nın 23/10/2012 tarihinden sonra hastaneye götürülerek muayene ettirilmesi ve S.K.ya silahlı nöbet görevi verilmemesi yetkililerden beklenebilecek makul tedbirlerdir. S.K.nın yaşamının korunması için alınması gereken bu tedbirler, yetkili makamlara aşırı bir yük de yüklememektedir.
72. Tüm bu koşullar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda S.K.nın yaşamının korunması için gerekli olan makul tedbirlerin alındığının söylenemeyeceği sonucuna varılmıştır.
73. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
74. Başvurucular ayrıca bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılama yapılmadığını, AYİM’in yapısı itibarıyla bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığını ileri sürmüşlerdir.
75. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili kanunda hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri boyunca idari veya askerî yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları bu subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Yaşasın Aslan, § 30).
76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
78. Başvurucular, yaşam hakkının ihlalinin tespiti ile yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular tazminattalebinde bulunmamışlardır.
79. Somut olayda, yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80. Yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere yetkili idari yargı merciine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE M. Emin KUZ’un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa’nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. Maddesinin birinci fıkrasının € bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- YETKİLİ İDARİ YARGI MERCİİNE GÖNDERİLMESİNE (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin E.2015/1357 sayılı dosyası),
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/6/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen intihar nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinde, intihar olayından önce kendisine zarar verici eylemlerde bulunmuş ve "psikotik bozukluk" tanısıyla üç ay hava değişimi verilerek evine gönderilmiş olan kişinin bu sürenin bitmesinden ve askerlik hizmetine tekrar başlamasından kısa bir süre sonra silahlı nöbet görevine verilmesinin makul görünmediği ve bu kişinin yaşamının korunması için makul tedbirlerin alındığının söylenemeyeceği belirtilmektedir (§§ 69-72).
Önceki kararlarımızda olduğu gibi bu kararda da vurgulanan genel ilkeler çerçevesinde Devletin, başvurucuların yakını olan ve zorunlu askerlik hizmeti sırasında intihar ettiği belirtilen kişinin yaşamını kendi eylemine karşı koruma yükümlülüğünün olup olmadığının tespiti ve bu bağlamda askerî yetkililerin sözü edilen kişinin intihar etme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konulması, böyle bir durum söz konusu ise yetkileri çerçevesinde kendilerinden makul olarak beklenebilecek tedbirleri alıp almadıklarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Başvurucular yakınlarının askerlik öncesinde herhangi bir psikolojik sorun yaşamadığını, bu kapsamda bir tedavi görmediğini ve askerlik görevi sırasında rahatsızlandığını belirttiklerinden, incelenmesi gereken asıl sürecin askerlik dönemi olduğu anlaşılmaktadır (§§ 60-61).
Yapılan incelemede; başvurucuların yakınının yaklaşık bir aylık asker iken komando seçilemediği için jiletle kendisine zarar vermesi üzerine önce İzmir Asker Hastanesine, sonra da GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesine sevk edilerek muayene ve tedavi olduğu, ardından "psikotik bozukluk" teşhisiyle hava değişimi verildiği, ilaç tedavisinin de devam ettiği üç aylık hava değişimi süresinin sonunda Birliğine katılan anılan kişiye, Birliğine katılmasından yaklaşık iki hafta, ilk muayenesinden ise yaklaşık dört ay sonra "Depresif nöbet, tanımlanmamış" teşhisiyle ilaç kullanmaya devam etmesi yönünde rapor verildiği, bu muayeneden altı gün sonra ise aynı hastanenin psikiyatri polikliniğinde aynı psikiyatrist tarafından yapılan muayene sonucunda "Geçirilmiş uyum bozukluğu, yakınması yok, tedavi gerektirmez" kararı verildiği görülmektedir (§§ 9-13).
Bu karardan yaklaşık iki ay sonra, ilgilinin Birliğine katılmasından sonra hakkında alınan ve kendisine silahlı görev verilmesini engelleyen Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) takibinden çıkarılmasına karar verildiği, bu karardan iki hafta sonra silahlı görevler de verildiği anlaşılmaktadır.
Olayla ilgili ceza soruşturması kapsamında alınan ifadelerden, başvurucuların yakınının kendisine silahlı görevler verilmemesinden rahatsızlık duyduğu ve bunu üstlerine ilettiği, ayrıca bir aylık kontrol tarihi gelmeden tekrar muayene talebinde bulunduğu, yetkililerin muayeneye sevk etmemenin kişi hakkında olumsuz sonuçlar doğurabileceği değerlendirmesiyle sevk kararı aldığı ve muayene neticesinde hakkında tedavi gerekmediği yönünde rapor düzenlendiği dikkate alındığında, raporu veren psikiyatristin bu gibi durumlarda sosyal faktörlerin iyileştirici etkisinin olduğunu gözönünde bulundurarak tedavi gerekmediği kararı verdiğine ilişkin açıklamalarının, süresinden önce hastaneye sevk kararının ve ikinci raporun açıkça keyfi olduğundan söz edilemeyeceği değerlendirilmektedir.
Nitekim Adli Tıp Kurumundan alınan bilirkişi raporunda da, tedavinin sona erdirilmesi hastanın özgüven noksanlığının giderilmesi bakımından isabetli bulunarak ilgili psikiyatriste bir kusur atfedilmemiştir.
Ayrıca, askerî yetkililerin; söz konusu rapordan hemen sonra bu kişiye silahlı görev vermedikleri ve belli bir süre (yaklaşık iki buçuk ay) daha gözlemledikleri, davranışlarında herhangi bir anormallik görmemeleri üzerine silahlı görevler vermeye başladıkları gözönünde bulundurulduğunda, gördüğü tedaviden sonra gerçek intihar riski olarak kabul edilebilecek anormal bir davranış sergilemeyen mezkûr kişinin intihar etme riskini bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılmasının mümkün olmadığı düşünülmektedir.
Diğer taraftan, çoğunluğun ihlal gerekçesinde söz konusu kişinin son muayeneden sonra kontrol amacıyla tekrar hastaneye götürülmemesinin ilgilinin yaşamının korunması için alınması gereken tedbirler yönünden önemli bir noksanlık olduğu belirtilmekte ise de (§ 70), ilgilinin son muayenesinde verilen raporda tedavisinin gerekmediğinin belirtilmesi karşısında böyle bir sevke gerek görülmemesinin bir noksanlık olarak değerlendirilemeyeceği düşünülmektedir.
Dolayısıyla askerî yetkililerin, eğitim birliğinde psikolojik sorunlar yaşayan ve tedaviden sonra intihar riski olarak kabul edilebilecek bir davranış göstermeyen kişinin intihar etme riskini bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılmasının mümkün olmadığı, aksinin kabulünün yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler bakımından askerî makamlara aşırı bir yük yüklemek anlamına geleceği değerlendirilmektedir.
Bu sebeplerle, yaşam hakkının ihlal edilmediği düşüncesiyle çoğunluğun ihlal kararına katılmıyorum.
Üye