TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASAN KARA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/17126)
|
|
Karar Tarihi: 27/6/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2018-30540
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hasan
KARA
|
|
|
2. Mücelle KARA
|
|
|
3. Aynur
KARA
|
|
|
4. Fatma
Ayten KARA
|
|
|
5. Mustafa
Kemal KARA
|
|
|
6. Asuman
KARA
|
Vekili
|
:
|
Av. İlter
AKSOYLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen
intihar olayı nedeniyle yaşam hakkının, bu olay üzerine açılan davada ise
bağımsız ve tarafsız mahkeme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/11/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. İlk iki başvurucunun oğlu ve diğer başvurucuların kardeşi
olan 1992 doğumlu S.K., Manisa/Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde asker
iken 24/1/2013 tarihinde ateşli silahla yaralanma sonucu yaşamını yitirmiştir.
A. S.K.nın
Askerlik Süreci ve Ölümü
9. S.K., Yenifoça 7’nci Jandarma
Komando Eğitim Alay Komutanlığı (İzmir/Foça) emrinde bir aylık asker iken
komando seçilemediği için jiletle kendisine zarar vermesi üzerine İzmir Asker
Hastanesinde muayene olmuş ve 6/6/2012 tarihinde organik olmayan psikoz tanısıyla daha ileri tetkik ve tedavi
için Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri
Polikliniğine sevk edilmiştir.
10.GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde
muayene edilen S.K.ya psikotik bozukluk
tanısıyla üç ay hava değişimi verilmiştir. 20/6/2012 tarihli bu raporda ayrıca S.K.nın bazı ilaçları
kullanmasının ve ayda bir kontrole gelmesinin uygun olduğu belirtilmiştir.
Raporun açıklamalar kısmı şöyledir:
“(...) Hastanın önceden bilinen psikiyatrik
sağlık kurul işlemi bulunmamaktadır.
Hasta unutkanlık ve dalgınlık şikâyetinin
olduğunu belirtiyor.
RUHSAL MUAYENE: Ayakta, yaşında görünümde, özbakımı azalmış, çevresine ilgisi azalmış, mizacı durgun,
mimik ve jestleri mizacına uyumlu, sosyabilitesi
çekingen, ürkek, konuşması soru cevap tarzında azalmış, ses tonu azalmış,
bilinç açık, dikkat azalmış, bellek normal, algı tabii. Yönelimi tam. Zeka klinik olarak yeterli. Yargılama bozuk. Uyku normal,
iştah normal. Fikir akış hızı ve ritmi azalmış, amacına geç varıyor. Fikir
içeriğinde askerlik sürecine yoğunlaşma ve referens
sanrılar var. Duygulanım hafif ölçüde endifere.
Davranışlarında psikomotor retardasyon,
zaman zaman ajitasyon şeklinde bozulmalar var.
Öyküsünden; hastanın sivil hayatında psikiyatrik
tanı ve tedavisinin olmadığı, lise yıllarından beri esrar kötüye kullanım
öyküsünün bulunduğu, askerlik görevine başladıktan sonra dezorganize
davranışlar, psikomotor huzursuzluk, sosyal izolasyon
tarzında şikâyetlerin ortaya çıktığı, komando seçilemediği için jiletle
kendisine zarar verdiği, işlevselliğinin azalması üzerine sevk edildiği
anlaşılmaktadır.
Kıta anket formunda: iletişimden uzak olduğu,
esrar ve hap kullandığı, kavgaya karıştığı, çelişkili ve tutarsız konuştuğu,
arkadaşlarının kendisinin arkasından konuştuğunu düşündüğü, jiletle kendisini
yaraladığı belirtilmiştir.”
11. S.K. üç aylık hava değişimi süresinin bitmesi üzerine
30/9/2012 tarihinde Manisa/Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığındaki birliğine
katılmıştır. S.K., Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığındaki birliğine
katılmasından sonra Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) takibine alınmış ve
takibe alındığı için kendisine silahlı görevler verilmemiştir.
12. S.K. 17/10/2012 tarihinde Manisa Asker Hastanesi Psikiyatri
Polikliniğinde muayene edilmiştir. Psikiyatrist E.Ö. tarafından muayene edilen S.K.ya “Depresif nöbet, tanımlanmamış.” Tanısı konulmuştur. Raporda
ayrıca S.K.nın E. 75 mg ve
Z. Adlı ilaçları kullanmasının ve bir ay sonra kontrole gelmesinin uygun olduğu
belirtilmiştir.
13. S.K. bu muayeneden altı gün sonra 23/10/2012 tarihinde
Manisa Asker Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde aynı psikiyatrist tarafından
tekrar muayene edilmiştir. Psikiyatrist E.Ö. tarafından yapılan bu muayene
neticesinde ise “Geçirilmiş uyum bozukluğu
yakınması yok, tedavi gerektirmez.” Kararı verilmiştir.
14.Bu karar üzerine 21/12/2012 tarihli Manisa İl Jandarma
Komutanlığı Emniyet Kaza Önleme Kurulu toplantısında S.K.nın RDM takibinden çıkarılmasına karar verilmiştir.
J Er S.K.ya 4/1/2013
tarihinden itibaren silahlı görevler de verilmeye başlanmıştır.
15. S.K. 24/1/2013 tarihinde doldur-boşalt istasyonuna gidip
gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra 15.00 ile 18.00 saatleri arasında nöbetçi
olduğu İlçe Jandarma Komutanlığı ön nizamiyesindeki nöbetçi kulübesine
gitmiştir. Saat 15.20 sıralarında S.K.nın
nöbetçi olduğu yerden silah sesi duyulmuş, bu sesin geldiği yere gidilmesi
üzerine S.K.nın nöbet kulübesinin içinde baş bölgesinden
vurulmuş bir vaziyette olduğu görülmüştür. Bunun üzerine S.K., olay yerine
gelen ambulansla hastaneye götürülmüş ancak kurtarılamayarak aynı gün yaşamını
yitirmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
16. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Hava Eğitim Komutanlığı Askerî
Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından olay hakkında resen bir soruşturma
başlatılmıştır. Ölüm olayının gerçekleştiği gün olay yeri incelemesi, ölü
muayene işlemi ve klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Klasik otopsi
işlemi sonucunda hazırlanan otopsi raporuna göre S.K.nın çenesinin alt orta kısmında 0.7 cm çapında
mermi çekirdeği giriş yarası, sol frontoparietal
bölge saçlı deri içinde ise 2x2 cm boyutlarında mermi çekirdeği çıkış yarası
bulunmaktadır. Otopsi raporuna göre mermi çekirdeği, çenenin alt orta kısmından
girip aşağıdan yukarıya ve önden arkaya doğru bir seyir izleyerek vücudu terk
etmiştir. Otopsi raporunda, cilt-cilt altı bulgulara göre atışın bitişik
mesafeden yapılmış olduğu ve bu atışın tek başına öldürücü nitelikte olduğu
belirtilmiştir. Otopsi raporunda ayrıca S.K.nın
idrarında esrar maddesi bulunduğu belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında yapılan
araştırmalar neticesinde olay yerinde bulunan bir adet 9x19 mm çapındaki mermi
kovanı ile mermi çekirdeğinin yine olay yerinde bulunan S.K. üzerine zimmetli
36557 seri numaralı silahla atıldığı tespit edilmiştir.
17. Askerî savcı, S.K.yı
vurulmuş vaziyette ilk gören J Er Ö.Ç.nin ifadesini
almıştır. Ö.Ç. ifadesinde özetle Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığı nizamiye
girişi yanında bulunan noktada nizamiye görevlisi olarak sabah 06.30’dan akşam
18.15’e kadar görev yaptığını, S.K.nın
olay günü saat 15.00’te nöbet yerine geldiğini, nöbeti devralırken kendisine “Nasılsın abi?” dediğini ve ardından nöbet
yerine gittiğini, aralarındaki mesafenin 2-3 metre olduğunu belirtmiştir. Ö.Ç.
devamında saat 15.20 sıralarında S.K.nın
bulunduğu yerden bir el silah sesi geldiğini, sesin geldiği yere dönüp
baktığında S.K.nın kanlar içinde yere düştüğünü
gördüğünü ifade etmiştir. Ö.Ç. ayrıca onun içine kapanık bir asker olduğunu da
belirtmiştir.
18. Askerî savcı, Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığında astsubay
olarak görev yapan ve can dostu sistemine göre S.K. ile ilgilenen A.D.nin ifadesini almıştır. Astsubay A.D. ifadesinde özetle
S.K.nın Turgutlu İlçe
Jandarma Komutanlığına kendi devrelerinden iki ay geç olarak 30/9/2012
tarihinde katılış yaptığını, katılış yaptığında S.K.nın
RDM takibinin olduğunu, bu takipten dolayı S.K.ya
silah vermediklerini ifade etmiştir. Astsubay A.D., S.K.nın
kendisine silah verilmemesinden rahatsızlık duyduğunu, “Komutanım bana niye silah vermiyorlar, ben silah
almak istiyorum.” Şeklinde yakınmalarının olduğunu, kendisinin de
RDM takibinin olduğunu, kurallar gereği RDM takipli askerlere silah
verilmediğini, silahın ancak asker hastanesi tarafından verilecek kurul
raporuna istinaden İl Jandarma bünyesinde oluşturulan Birlik Psikolojik Danışma
Kurulu tarafından RDM kapsamından çıkarılması kararını müteakip
verilebileceğini söylediğini belirtmiştir. Astsubay A.D., daha sonraki
görüşmelerinde de S.K.nın
sürekli olarak silah alma isteğinde bulunduğunu, onun bu taleplerini İlçe
Jandarma Komutanı’na ilettiğini, İlçe Jandarma Komutanı’nın da S.K. için “Asker hastanesine sevk edin.” Dediğini,
bunun üzerine S.K.yı hastaneye sevk ettiklerini ifade
etmiştir. Astsubay A.D., Manisa Asker Hastanesinin 17/10/2012 tarihli ilk
muayenede S.K.nın RDM takibinden çıkarılmasını uygun
görmeyip ilaç tedavisine devam etmesi yönünde karar verdiğini, Manisa Asker
Hastanesinin yaklaşık bir hafta sonraki 23/10/2012 tarihli muayenede ise “Geçirilmiş uyum bozukluğu, yakınması yok, tedavi
gerektirmez.” Şeklinde karar verdiğini, kendilerinin de bu raporu
Manisa İl Jandarma Komutanlığına gönderdiklerini, Manisa İl Jandarma
Komutanlığının ise Kasım-Aralık ayındaki heyet toplantısında S.K.yı RDM kapsamından çıkardığını belirtmiştir. Astsubay
A.D., S.K.ya bu karardan
sonra 4/1/2013 tarihinde MP-5 marka bir silah verdiklerini ve S.K.nın yaklaşık yirmi gün silahlı görevlere çıktığını
ifade etmiştir. Astsubay A.D. silah verdikten sonra S.K.yı ceza infaz kurumunda görevlendirmek
istediklerini ancak S.K.nın bu görevi istemediğini,
bunun üzerine onu gece devriyesine verdiklerini belirtmiştir.
19. Askerî savcı, Turgutlu İlçe Jandarma Komutanı Jandarma
Yüzbaşı L.T.nin ifadesini almıştır. Yüzbaşı L.T.
ifadesinde özetle;
i. S.K.nın
30/9/2012 tarihinde Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığı emrine katılış
yaptığını, standart olarak birliğe katılış yapan tüm erbaş/erlerle rütbeli
personelin görüştüğünü, askere bir can dostu tayin edildiğini, oluşturulan
gruplar içine ayrıca sorumlu rütbeli bir personelin atandığını,
ii. S.K.nın
acemi birliğindeki şahsi dosyasında yer alan bilgiler doğrultusunda 17/10/2012
tarihinde Manisa Asker Hastanesine sevk edildiğini, burada yapılan muayenede S.K.ya depresif nöbet tanısı konulduğunu, eğitim birliğinde
RDM kaydı olan S.K.ya zaten silahsız görev
verdiklerini, bu rapordan sonra uygulamanın aynı şekilde devam ettiğini,
iii. S.K.nın 17/10/2012 tarihli
muayeneden sonra tekrar psikiyatriye gitmek istediğini kendisine Astsubay A.D.nin ilettiğini, kendisinin özelikle psikiyatrik açıdan
rahatsız olduğunu belirten askerlere karşı herhangi bir sorgulama yapmadan sevk
yazılarını imzaladığını, kişinin kısa bir süre önce psikiyatriye gitmiş
olmasının buna engel olmadığını çünkü verilen ilaçların sıkıntı yaratmasının ya
da kişinin başka bir sorun yaşıyor olmasının mümkün olabileceğini, sevk
yazılarında matbu olarak “personelin silah
kullanmasında sakınca olup olmadığının bildirilmesi” ibaresinin yer
aldığını, neticede J Er S.K.nın 23/10/2012 tarihinde
Manisa Asker Hastanesinde tekrar muayene olduğunu ve hakkında “Yakınması yok, tedavi gerektirmez.” Şeklinde
rapor düzenlenmiş olduğunu,
iv. Bu rapor üzerine kendilerinin başka bir değerlendirme
yapmasının mümkün olmadığını, S.K.nın birliğe katılış
yaptığı tarihten yaşamını yitirdiği tarihe kadar uyumsuzluk gösteren, problem
yaratan ya da sorun çıkaran bir asker olmadığını, S.K. hakkında kendilerini
farklı bir düşünceye itecek ne kendisinin ne de diğer rütbeli personelin bir
gözleminin bulunduğunu, S.K.nın arkadaşları ile
uyumlu, rütbeli personel tarafından sevilen bir yapıda olduğunu, bu sebeple söz
konusu tabip raporunu irdelemelerini gerektirecek bir durumun bulunmadığını,
zaten böyle bir rapor olmasına rağmen sıkıntılı bir durum tespit edilirse
sıkıntıya vücut veren somut olaya ilişkin bir tutanak ve Kıta Anket Formu
düzenlenerek hastaneye sevk işlemlerinin yapıldığını,
v. İl Jandarma Komutanlığında her ay Emniyet Kaza Önleme Kurulu
toplantısı yapıldığını, bu toplantılarda birçok konuyla birlikte silahsız görev
yapan erbaş ve erlerin durumunun da değerlendirildiğini, bu değerlendirme
yapılırken tabip raporunun ilgili birlik komutanlarının kanaatlerinin bir bütün
olarak değerlendirildiğini, sıkıntılı bir durum yoksa askere silahlı görevler
verilebildiğini, S.K.nın da Emniyet ve Kaza Önleme
Kurulu tarafından verilen karar doğrultusunda silahla görev yapmaya
başladığını, bu göreve başladıktan sonra S.K.nın
sıkıntılı bir durumunu ne kendisinin gözlemlediğini ne de bu konuda kendisine
bir rapor verildiğini, süreç bu şekilde devam ederken S.K.nın
24/1/2013 tarihinde nizamiye girişinde nöbet esnasında ateşli silah yaralanması
sonucu yaşamını yitirdiğini,
vi. İlaç tedavisi gören askerlerin ilaçlarının ya bizzat karakol
komutanı ya da görevlendirilen başka bir personel tarafından verildiğini, S.K.nın otopsi sırasında alınan idrarında çıkan esrar
maddesinin çarşı izni sırasında temin edilmiş olabileceğini, çarşı izninden
dönen erlerin nöbetçi personel tarafından kontrol edildiğini ancak az
miktardaki esrarı bulmanın mümkün olmayabileceğini, S.K. ile ilgili olarak
sivil hayatında esrar kullandığı şeklinde bir bilginin olduğunu ancak askerlik
hizmeti esnasında esrar kullandığı yönünde tespitlerinin ya da böyle bir
ihbarın olmadığını ifade etmiştir.
20. Soruşturma kapsamında, Manisa Asker Hastanesinde S.K.yı muayene eden ve 17/10/2012
tarihli rapor ile 23/10/2012 tarihli raporu düzenleyen Psikiyatrist E.Ö.nün ifadesi alınmıştır. Psikiyatrist E.Ö. ifadesinde
özetle psikiyatri servisinde muayene olan ve ilaç kullanan askerlerin diğer
askerler ve komutanlar tarafından damgalanmaları nedeniyle ilaç kullanmak ve
muayeneye gelmek istemediklerini ifade etmiştir. Psikiyatrist E.Ö., S.K.nın 23/10/2012 tarihli
muayenesinde olağan dışı bir durumun dikkatini çekmediğini, S.K.nın
ilaç kullanmak ve psikiyatri polikliniğine gelmek istemediğini kendisine söylediğini,
ayrıca herhangi bir şikâyetinin olmadığını kendisine ifade ettiğini
belirtmiştir. Psikiyatrist E.Ö. S.K.nın durumunu
sosyal faktörlere bağlı olarak gelişen depresif belirtilerin olduğu uyum
bozukluğu tablosu olarak değerlendirdiğini, 23/10/2012 tarihli muayenede
hastanın şikâyetinin olmamasını, ilaç kullanmak ve psikiyatri polikliniğine
gelmek istemediğini ifade etmesini, muayene sırasında önemli bir bulgu
olmamasını ve Kıta Anket Formu’nda önemli bir konunun
bulunmamasını dikkate alarak sosyal faktörlerin bu tabloda düzelme için çok ani
ve iyileştirici bir etkisinin olduğunu değerlendirdiğini ve bu şekilde bir
rapor düzenlediğini ifade etmiştir.
21. Askerî savcı, ölüm olayı sonrasında S.K.nın naaşını memleketine
götüren ve burada ailesiyle görüşen Astsubay M.A.E.nin
ifadesini almıştır. Astsubay M.A.E. ifadesinde özetle cenazeyi Kahramanmaraş’ın
Pazarcık ilçesine götürdüğünü ve daha sonra S.K.nın evinin önünde kurulan taziye çadırına
geçtiğini, S.K.nın annesi başvurucu Mücelle Kara’nın burada kendisine “Olaydan bir gün önce [S.K.] kız kardeşini telefonla arayarak konuşmuşlar. [S.K.] kız kardeşine ben bu askerliği yapmayacağım, kendimi
vuracağım süresiz izine geleceğim gibi şeyler söylemiş kızım da beni aradı. Ben
de sabah saat 08:00 gibi [S.K.yı] aradım oradaki askerlere [S.K.nın] rüyalarıma
girdiğini [S.K.nın] asker arkadaşları ve komutanları ile arasında
herhangi bir sıkıntısının olup olmadığının oradaki askerlere sordum. (...) Ben
sabah saat 08:00’da aradığımda oradaki askerlere beni komutanlarınızla
görüştürün [S.K.nın] silahını alsınlar diyemedim. O anda herhalde nutkum
tutuldu yavrumun ölmesine ben sebep oldum.” Şeklinde sözler
söylediğini ifade etmiştir. Astsubay M.A.E. ayrıca S.K.nın sessiz, sakin ve sevilen bir asker olduğunu
belirtmiştir.
22. Askerî savcı, S.K.nın
babası başvurucu Hasan Kara’nın da ifadesini almıştır. Hasan Kara ifadesinde
özetle oğluyla askerlik görevini yaptığı usta birliğinde hemen hemen her gün
görüştüğünü, en son onunla olaydan bir gün önce saat 16.00 sıralarında
telefonla görüştüğünü, bu görüşmenin toplam on dakika kadar sürdüğünü, bu
görüşmede oğlunun izinde olan Kahramanmaraşlı bir arkadaşıyla kendisine telefon
göndermesini istediğini belirtmiştir. Hasan Kara, bu görüşmeden sonra gece saat
00.00 sıralarında kızının mesaj attığını, mesajda “Baba [S.K.nın] canı mı sıkkın bir onu arayın.” Dediğini,
bunun üzerine kızını aradığını, kızının “Baba
beni [S.K.] aradı ve bana ‘Abla
ben izine geleceğim sen de eve gel, orada görüşelim.’ Dedi. Sıkıntısı mı var, [S.K.yı] bir arayın.” Diye de eklediğini ifade etmiştir. Hasan Kara,
bu görüşmenin hemen akabinde oğlunu defalarca aradığını fakat oğluna ulaşamadığını,
eşinin de aynı anda askeriyenin santralini arayarak bir görevli ile
görüştüğünü, santral görevlisi tarafından kendisine S.K.nın uyuduğunun söylendiğini belirtmiştir. Hasan
Kara ayrıca oğlunun askerlik öncesinde herhangi bir sıkıntısının olmadığını,
askerlik süresince yaptığı görüşmelerde de oğlunun herhangi bir huzursuzluğunun
bulunduğu veya sıkıntısının olduğu yönünde kendisine bir şey söylemediğini
fakat oğlunun acemilik döneminde psikolojik bunalım geçirmiş olması nedeniyle
İstanbul GATA’ya gönderildiğini ve yaklaşık yirmi gün orada tedavi gördüğünü,
tedaviden sonra oğluna üç ay hava değişimi verildiğini ifade etmiştir. Hasan
Kara; oğlu ile üç aylık hava değişimi süresince herhangi bir sıkıntı
yaşamadıklarını, zaten kendisine hastaneden tedavi amaçlı iki hap verildiğini,
oğlunun bu süre içinde hapları düzenli olarak kullandığını belirtmiştir. Hasan
Kara son olarak oğlunun intihar etmediğini düşündüğünü, oğlunun bu şekilde
davranacak bir insan olmadığını, olayın kaza sonucu meydana geldiğini ve oğlunun
şehit olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir.
23. Soruşturma kapsamında, S.K.nın annesi Mücelle Kara’nın
olay günü telefonla konuştuğu J Er M.K.nın da ifadesi
alınmıştır. M.K. ifadesinde özetle olayın gerçekleştiği günün sabahında S.K.nın annesinin santrali arayarak oğlu ile görüşmek
istediğini söylediğini, kendisinin de ona telefonu kapatıp beş dakika sonra
aramasını, S.K.yı çağıracağını söylediğini, daha
sonra S.K.yı çağırmak için yukarı çıkıp S.K.ya “Annen arıyor, 5
dakika sonra seni tekrar arayacak.” Dediğini, S.K.nın
da “Ben onu sonra ararım.” Deyip
tekrar uyumaya devam ettiğini, bunun üzerine aşağıya inip S.K.nın
annesine “Teyze şu an [S.K.] istirahatte, seni sonra arayacakmış.” Dediğini
ve telefonu kapattığını ifade etmiştir. M.K. ayrıca S.K.nın sessiz ve sakin biri olduğunu ifade etmiştir.
24. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan diğer kişiler de genel
olarak S.K.nın içine kapanık
ve sessiz bir asker olduğunu, arkadaşlarıyla herhangi bir probleminin
bulunmadığını ifade etmişlerdir.
25.Askerî Savcılık 21/6/2013 tarihinde Adli Tıp Kurumu
Başkanlığına müzekkere yazarak kişinin ölüm sebebinin belirlenmesi ve kişinin
gördüğü psikiyatrik tedavilerde tıbbi açıdan bir kusur ya da ihmal bulunup
bulunmadığının tespit edilmesi talebinde bulunmuştur.
26. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu, olay hakkındaki adli ve
tıbbi evrakı dikkate alarak 17/7/2013 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda;
kişinin ateşli silah mermi çekirdeği yaralanması dışında başka bir travmatik tesirle öldüğünün delillerinin bulunmadığı,
idrarında esrar maddesi bulunan kişinin zehirlenerek öldüğünün delillerinin de
bulunmadığı, kişinin ölümünün ateşli silah mermi yaralanmasına bağlı beyin
kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana
geldiği belirtilmiştir. Raporda, S.K.ya altı gün
arayla iki farkla rapor verilmesi hususu ile ilgili olarak ise “Kişinin antisosyal
kişilik özellikleri, esrar kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan psikotik süreçlerin arasında depresif yakınmaları saptayıp
tedavisinin başlaması hekimin özeninin ve dikkatinin göstergesi olduğu, 1 hafta
sonraki kararının değiştirilmesi ise hastanın özgüven eksikliğinin giderilmesi
bakımından sosyal müdahale olarak tedavinin parçası olarak kabul edildiği,
intiharın ön görülemez bir “belirti” olduğu, herhangi bir insanda herhangi bir
zamanda ortaya çıkabileceği de dikkate alındığında; İzmir Askeri Hastanesi,
Haydarpaşa GATA Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Manisa Askeri Hastanesinde
psikiyatri bölümlerinde kişinin takip ve tedavilerinde bulunan hekimlere atfı
kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur.” Şeklinde
değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu raporda, Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. N.K.
dâhil toplam yedi kişinin imzası bulunmaktadır.
27. Başvurucular, psikiyatrik rahatsızlıklarla ilgili hususlarda
yetkili Adli Tıp Kurumu Kurulunun 4. İhtisas Kurulu olduğunu, bu sebeple somut
olayda Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan rapor alınması gerektiğini ancak
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulundan rapor alındığını belirterek rapora itiraz
etmişlerdir.
28. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm bu
verileri değerlendirerek S.K.nın
ölümünde herhangi bir kişiye atfı kabil kusur ve ihmal bulunmadığı, ölümün
intihar sonucu meydana geldiği kanaatine varmış; 2/7/2014 tarihli karar ile
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık, gerek S.K.nın arkadaşlarının gerekse
aile fertlerinin beyanlarında S.K.nın RDM takibinden
çıkarılmasının ve S.K.ya silah verilmesinin yerinde
olmadığına işaret edecek, dış dünyaya yansıyan herhangi bir sorunlu hâl, hareket
ve davranıştan bahsedilmediğinden birlik komutanlarının bu süreçte bir ihmali
ve yanlış değerlendirmesinin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Askerî Savcılık
ayrıca ölümlü olaylarda Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun görevli olduğunu,
konu ile ilgili olarak başka bir uzmanlık alanının bilgisi gerekiyorsa ilgili
uzmanlık alanından bir bilirkişinin de görüşünün alındığını, somut olayda da
Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. N.K.nın
toplantıya katılarak görüşünün alındığını dikkate alarak başvurucuların
bilirkişi raporuna yönelik itirazlarını yerinde görmemiştir.
29. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Kara Kuvvetleri
Komutanlığı Ege Ordusu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme)
25/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
C. Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci
30. Başvurucular, maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle
29/4/2013 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına (İdare) müracaat etmiş; İdare,
dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir.
31. Başvurucular, zımni ret üzerine 3/9/2013 tarihinde Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) idare aleyhine tam yargı davası açmıştır.
Başvurucular dava dilekçesinde özetle yakınları S.K.nın sivil yaşantısında herhangi bir psikolojik
sorun yaşamadığını ve bu kapsamda bir tedavi görmediğini, yakınlarının askerlik
görevini ifa ettiği sırada psikolojik yönden rahatsızlandığını, bu durumun
komutanlar tarafından da bilindiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular 17/10/2012
tarihli raporda yakınlarına ilaç tedavisi önerilmesine rağmen bundan altı gün
sonraki 23/10/2012 tarihli raporda “Tedavi
gerektirmez.” Şeklinde rapor tanzim edilmesinin görevli komutanlar
ile tabibin ihmalini ortaya koyduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular, yakınlarına
gerçek mermi ve silah verilerek nöbet tutturulmasının İdarenin kusurunu daha da
artırdığını, ayrıca yakınlarının ilaçlarını alıp almadığının kontrol
edilmediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, somut olayda hem askere alım
işlemleri sırasındaki muayenelerin hem de askerlik hizmeti sırasındaki muyene ve kontrollerin yetersiz olduğunu iddia etmişlerdir.
32. Davalı İdare ise başvurucuların yakını S.K.nın intihar ettiğinin soruşturma dosyasında bulunan
bilgi ve belgelerden anlaşıldığını, yasal dayanaktan yoksun davanın
reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
33. AYİM İkinci Dairesi 21/1/2015 tarihli karar ile
başvurucuların dilekçelerini, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza
soruşturmasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak oyçokluğuyla davanın
reddine karar vermiştir. AYİM kararının ilgili kısmı şöyledir:
“(...) [S.K.nin] ailevi, kişisel
veya yalnızca kendisince bilinebilecek başka nedenlerden dolayı kapıldığı ani
bunalım sonucu ateşli silahla intihar ettiği, olayda kendisine kusur izafe
edilebilecek başkaca bir personel bulunmadığı (kötü muamele veya hakarete
uğradığına dair bir emare de bulunmadığı), olayla ilgili yapılan adli
soruşturma neticesinde de tespit edildiği üzere, müteveffanın tamamen kendi
iradesi ile ölümü olayında zararlı sonucu doğuran eylem ile hizmet arasında
illiyet bağının bulunmadığı, davacılar vekilinin de intihar olayına ilişkin
olarak davalı idarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğunu doğuracak herhangi
bir somut delili ortaya koyamadığı, davalı idareye yüklenebilecek bir
nedensellik bağının mevcut olmadığı, davalı idarenin herhangi bir hizmet
kusurunun ya da kusursuz sorumluluk şartlarının mevcut olmadığı
değerlendirilerek, dava konusu olayda idareye yüklenebilecek hukuki bir
sorumluluğun bulunmadığı, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde
davacıların maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi
gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.”
34. Karara katılmayan iki üye ise S.K.nın
acemi birliğinden hatta sivil hayatından beri süregelen bir psikiyatrik
rahatsızlığının bulunduğunu, soruşturma kapsamında alınan ifadelere göre S.K.nın içine kapanık, çevresiyle fazla iletişim kurmayan
bir yapıya sahip olduğunu, öncesinde RDM takibinde olan S.K.nın
ısrarlı talepleri sonucu Manisa Asker Hastanesine sevk edildiğini ve Manisa
Asker Hastanesinin bir hafta arayla iki farklı rapor düzenlediğini ve bu
farklılığın izah edilmemesinin çelişki olduğunu, bu hâliyle S.K.nın
ısrarlı talebine dayanılarak iyi niyetle rapor düzenlendiğinin anlaşıldığını
ancak bunun hizmete uyarlı olmadığını, davalı idarenin bu şekilde davranmakla S.K.nın intihar etmesine katkıda bulunduğunu belirterek
davanın kısmen kabul edilmesi gerektiğini, bu sebeple karara katılmadıklarını
ifade etmiştir.
35. Başvurucular genel olarak dava dilekçesinde belirttikleri
hususları yineleyerek karar düzeltme isteminde bulunmuş ve eksik inceleme
sonucu kurulan hükmün kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesi talebinde
bulunmuşlardır.
36. Başvurucuların karar düzeltme talebi, AYİM İkinci Dairesinin
16/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
37. Anılan kararın 9/10//2015 tarihinde başvurucuların vekiline
tebliğ edilmesiyle 9/11/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
38. 14/4/1982 tarihli ve 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanunu’nun “Görev” kenar başlıklı 2. Maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Adlî Tıp Kurumunun görevleri şunlardır:
F) Mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklar ile Kurumun uygun gördüğü
alanlarda kamu kurum ve kuruluşları tarafından gönderilen adlî tıpla ilgili
konularda bilimsel ve teknik görüş bildirmek,
(...)”
39. 2659 sayılı Kanun’un “Adlî
Tıp İhtisas Kurulları” kenar başlıklı 7. Maddesinin olayların
meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan şekliyle ilgili kısmı şöyledir:
“Adli Tıp Kurumunda altı ihtisas kurulu
bulunur. Aşağıdaki ihtisas kurulları, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye
ile;
a) Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu birer;
- Tıbbi patoloji,
- İç Hastalıkları,
- Kardiyoloji,
- Genel Cerrahi,
- Beyin ve Sinir Cerrahisi,
- Anesteziyoloji ve Reanimasyon,
- Kadın Hastalıkları ve Doğum,
- Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları,
(...)
d) Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulu;
- Ruh Sağlığı ve Hastalıkları için iki,
- Çocuk psikiyatrisi için bir,
- Nöroloji için bir,
(...)
Uzmanlarından oluşur.
(...)”
40. 2659 sayılı Kanun’un “Adlî
Tıp Kurumunda bilirkişi dinlenmesi ve toplantılara katılma” kenar
başlıklı 24. Maddesi şöyledir:
“I- Adlî Tıp Üst Kurulları ve adlî tıp ihtisas
kurulları ile adlî tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak
Adlî Tıp Kurumunda bulunmayan tıp ve diğer uzmanlık dallarında Adlî Tıp Kurumu
dışından uzmanların bilirkişi olarak davet edilmesine karar verebilirler. Uzman
kişiler oy hakları olmamakla beraber görüşlerini bir raporla Adlî Tıp Üst
Kurulları, adlî tıp ihtisas kurulu veya adlî tıp ihtisas dairesi başkanlığına
bildirirler.
Bilirkişilere yönetmelikteki esaslara göre
Adlî Tıp Üst Kurulları, adlî tıp ihtisas kurulu ve adlî tıp ihtisas dairesi
başkanlığınca yaptıkları çalışmaya uygun ücret takdir olunur.
II- a) Adlî Tıp Üst Kurulları, adlî tıp
ihtisas kurulları ile adlî tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla
ilgili olarak kendi kurul veya dairelerinde bulunmayan, Adlî Tıp Kurumundaki
diğer kurul veya dairelerde bulunan uzmanların davet edilmesine karar
verebilirler. Uzman kişiler, o olayla ilgili toplantıya katılır ve oy
kullanırlar.”
41. İlgili hukuk için ayrıca bkz. Kumrişan Akkuş ve Sefer Akkuş, B.
No: 2014/14672, ½/2017, §§ 45-56.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
43. Başvurucular; zorunlu askerlik hizmetini ifa eden
yakınlarının ateşli silah yaralanması sonucu yaşamını yitirdiğini, olay
hakkında açtıkları tam yargı davasının meydana gelen ölüm olayının intihar
olduğu gerekçesiyle verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına dayanılarak
reddedildiğini belirtmişlerdir.
44. Başvurucular, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın
İdarenin kusurlu olmadığı ve tazmin yükümlülüğünün bulunmadığı sonucunu doğurmadığını
ifade etmişlerdir. Başvurucular, yakınları S.K.nın askerliğe elverişliği
olmadığının askere gitmeden önce veya askerliğinin ilk dönemlerinde tespit
edilmesi mümkün iken yetkili makamların hmali
davranışları ve askere alma sisteminin iyi kurulmamış olması nedenleriyle
tespit edilemediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, S.K.nın psikolojik rahatsızlığının üstlerince
bilinmesine rağmen bu konuda gerekli tedbirlerin alınmadığını ve hiç ihtiyaç
yokken S.K.ya silahlı nöbet tutturulduğunu iddia
etmişlerdir. Başvurucular ayrıca yakınlarının tedavisinin gerektiği gibi
yaptırılmadığını ileri sürmüşlerdir.
45. Başvurucular, devletin askere sevk işlemlerinden önce
yükümlülerin askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti için etkili bir tıbbi
kontrol mekanizması kurması ve makul sayılabilecek tüm tıbbi muayene ve
tetkikleri gerçekleştirmesi gerektiğini ancak Türkiye’de son yoklama
muayenelerinin son derece yüzeysel olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular,
yakınlarının daha önceden de var olan psikolojik sorunlarının ve esrar
kullanmasının askere alındıktan ancak bir ay sonra tespit edilebildiğini,
devletin askere alımlarda uyguladığı sağlık tarama sisteminin yaşam hakkını
koruma bakımından yetersiz olduğunu belirtmişlerdir.
46. Başvurucular; devletin yükümlülerin askere alınmasından
sonra da yaşam hakkını koruma bakımından yükümlülüklerinin bulunduğunu,
askerlik hizmeti sırasında psikolojik sorunların ortaya çıkmasını önleyecek
düzenli ve periyodik bir muayene sisteminin kurulması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Başvurucular; yakınlarının askerlik hizmetini ifa ettiği sırada psikolojik
yönden rahatsızlandığını, yakınlarının psikolojik durumunun birlik
komutanlarınca bilindiğini, buna rağmen gerçek mermi ve silah verilerek nöbet
tutturulduğunu, ilaçlarını alıp almadığının kontrol edilmesi gerekirken bunun
yapılmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular 17/10/2012 tarihli raporda ilaç
tedavisi önerilmesine ve bir ay sonra kontrole gelmesi gerektiği belirtilmesine
rağmen yakınlarının bu rapordan altı gün sonra tekrar hastaneye sevk
edilmesinin ve bu defa “Tedavi gerektirmez” şeklinde
rapor düzenlenmesinin gerek birlik komutanlarının gerekse görevli tabibin
ihmalini ortaya koyduğunu ifade etmişlerdir.
47. Başvurucular; davanın reddine dayanak yapılan ceza soruşturması
sırasında alınan bilirkişi raporunun da akla, mantığa ve tıp bilimine aykırı
olduğunu, raporun açıkça meslektaş dayanışması saikiyle
hazırlanmış olduğunu, kaldı ki anılan raporun Adli Tıp Kurumunun psikiyatrik
rahatsızlıklarla ilgili raporları hazırlayan 4. İhtisas Kurulunca hazırlanması
gerekirken 1. İhtisas Kurulunca hazırlandığını, branş itibarıyla ilgisiz
kişilerin raporu hazırladığını, heyette bir psikiyatri uzmanının bulunmasının
ise yeterli olmadığını ileri sürmüşlerdir.
48. Başvurucular, ayrıca yakınlarının desteğinden yoksun
kalmaları nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirtmişlerdir.
2. Değerlendirme
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, AYİM kararından sonra bireysel
başvuru yapmış olup olay hakkında yürütülen ceza soruşturması ile ilgili olarak
herhangi bir iddia ve itiraz ileri sürmemişlerdir. Başvurucular, AYİM
kararından sonra yaptıkları bireysel başvuruda temel olarak yakınları S.K.nın yaşamının yetkili
makamlarca korunamadığını ve bu konuda etkili bir yargısal korumadan
yararlanamadıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu sebeple başvurucuların bu başlık
altındaki tüm iddialarının Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
50. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. Maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
51. Anayasa’nın 5. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
53. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif
bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını
gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
54. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif
yükümlülükleri açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin
sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın
17. Maddesi, devlete elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş
yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği
gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
55. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de
geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askerî mercilerin kendi
kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk
olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit
etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul
ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden
beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekir. Ancak özellikle insan
davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar
değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate
alınarak pozitif yükümlülük; yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde
yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede,
basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî
yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 74).
56. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve
etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine
uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin bulunması
gerekmektedir. Devlet, askerlik görevini zorunlu kıldığı için özellikle
silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli; psikolojik
sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun tedbirlerin
alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde, askerlik
yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin
etkin bir şekilde korunmasını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir
komuta zinciri içinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve
hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir. Bu
çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi,askerlik öncesinde ve
sırasında kişilere gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem
taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri,
§§ 75, 76).
57. Kişilerin yaşamının korunması için yeterli yasal ve idari
bir çerçevenin oluşturulması yükümlülüğü, askerlik hizmetini ifa eden kişilerin
yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
58. Somut olayda başvurucular, yakınlarının üçüncü kişi ya da
kişilerce kasıtlı bir şekilde öldürüldüğü yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir.
Bu durumda başvuru konusu olay açısından yukarıda yer verilen ilkeler
çerçevesinde devletin S.K.nın
yaşamını kendi eylemine karşı koruma yükümlülüğünün olup olmadığının tespiti
gerekmektedir. Bu bağlamda öncelikli olarak askerî yetkililerin S.K.nın intihar etme riskini bilip
bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konulması,
böyle bir durum söz konusu ise yetkileri çerçevesinde kendilerinden makul
olarak beklenebilecek tedbirleri alıp almadıklarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
59. S.K.nın askere alındığı tarihte
yürürlükte bulunan, 24/11/1986 tarihli ve 19291 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 86/11092 sayılı mülga Türk Silahlı
Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 5. Maddesinde; askerlik
çağına giren yükümlülerin askere alınmadan önce sağlık muayenesinden
geçirileceği, bu muayene sırasında yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık
veya arızasının bulunup bulunmadığına ve muayene sırasında herhangi bir sağlık
yakınmasının olup olmadığına ilişkin yazılı beyanının alınacağı belirtilmiştir.
Aynı Yönetmelik’in S.K.nın
askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 10. Maddesinde ise sağlık
kontrolleri neticesinde askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen yükümlülerin
askere alınmayacağı belirtilmiş; sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son
yoklamaya tabi yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma kararı, sevke tabi
olanlar hakkında ise sevk tehiri kararı verileceği ifade edilmiştir.
60. Başvurucular; askere sevk işlemlerinden önce yapılan tıbbi
muayene ve kontrollerin son derece yüzeysel olduğunu, devletin askere alımlarda
uyguladığı sağlık tarama sisteminin yaşam hakkını koruma bakımından yetersiz
olduğunu ileri sürmekle birlikte askere sevk işlemlerinden önce yakınlarına
uygulanan tıbbi muayeneye ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa
Mahkemesine sunmamışlardır. Kaldı ki başvurucular gerek AYİM’e
sundukları dava dilekçesinde gerekse AYİM kararına karşı başvurdukları karar
düzeltme yolunda yakınları S.K.nın
sivil yaşantısında herhangi bir psikolojik sorun yaşamadığını ve bu kapsamda
bir tedavi görmediğini, yakınlarının askerlik görevini ifa ettiği sırada
psikolojik yönden rahatsızlandığını ifade etmişlerdir (bkz. §§ 31, 35).
Başvurucuların herhangi bir somut iddiası olmaması nedeniyle derece mahkemesi
de askerlik öncesine ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır.
61. Bu durumda somut olayda incelenmesi gereken asıl sürecin
askerlik dönemi olduğu anlaşılmaktadır.
62. Bu incelemeye geçmeden önce başvurucuların Adli Tıp Kurumu
1. İhtisas Kurulu raporuna yönelik iddialarına değinmek gerekir. Başvurucular
davanın reddine dayanak yapılan bilirkişi raporunun akla, mantığa ve tıp
bilimine aykırı olduğunu, raporun branş itibarıyla ilgisiz kişilerce
hazırlandığını iler sürmüş ise de başvuru formu ve eklerinde, psikiyatri
alanında uzman bir profesörün de katılımıyla hazırlanan Adli Tıp Kurumu
raporunun objektifliğinin ve/veya yeterliğinin sorgulanmasına neden olabilecek
herhangi bir husus tespit edilememiştir. Başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi
ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
varsayıma dayalı olarak fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi de değildir.
Dolayısıyla Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporunda belirtilen kanaatlere
göre değerlendirmelerde bulunmanın somut olayda herhangi bir sakıncasının
olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
63. Başvurucuların yakını S.K, Yenifoça
7’nci Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığı (İzmir/Foça) emrinde bir aylık
asker iken komando seçilemediği için jiletle kendisine zarar vermiştir. Bunun
üzerine İzmir Asker Hastanesinde muayene olan S.K., 6/6/2012 tarihinde organik olmayan psikoz tanısıyla daha
ileri tetkik ve tedavi için GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri
Polikliniğine sevk edilmiştir. GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri
Polikliniğinde muayene edilen S.K.ya 20/6/2012 tarihinde psikotik bozukluk tanısıyla üç ay hava değişimi raporu verilmiştir.
Bu hususlar dikkate alındığında S.K.nın
askerliğinin ilk dönemlerinde kendisine zarar verme eğiliminin olduğu ve bu
durumun yetkili makamlarca da bilindiği açıktır.
64. Üç aylık hava değişimi süresinin bitmesi üzerine 30/9/2012
tarihinde Manisa/Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığındaki birliğine katılan
S.K., RDM takibine alınmış ve takibe alındığı için kendisine silahlı görevler
verilmemiştir. Manisa Asker Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde görevli
Psikiyatrist E.Ö. tarafından 17/10/2012 tarihinde muayene edilen S.K.ya “Depresif nöbet, tanımlanmamış.” Tanısı konularakilaç tedavisi
önerilmesine rağmen aynı psikiyatrist tarafından 23/10/2012 tarihinde yapılan muayenede”Geçirilmiş uyum bozukluğu yakınması yok tedavi gerektirmez.”
Şeklinde değerlendirmeler yapılarak herhangi bir ilaç tedavisi önerilmemiştir.
Psikiyatrist E.Ö., ceza soruşturması kapsamında alınan ifadesinde sosyal
faktörlerin iyileştirici etkisinin olduğunu gözönünde
bulundurarak ilaç tedavisinden vazgeçtiğini belirtmiştir. Benzer şekilde Adli
Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu, bir hafta sonraki karar değişikliğini”(...) hastanın özgüven eksikliğinin giderilmesi bakımından
sosyal müdahale olarak tedavinin parçası (...)” olarak
değerlendirmiştir. Bu durumda, 23/10/2012 tarihli muayenede S.K.nın yaşadığı psikolojik sorunların geçtiği yönünde
bir tespitte bulunulmadığına, bu muayene neticesinde sosyal faktörlerin
iyileştirici etkisine vurgu yapılarak sadece ilaç tedavisinden vazgeçildiğine
hatta 23/10/2012 tarihli ikinci muayene sonucunda verilen kararın Adli Tıp
Kurumu 1. İhtisas Kurulunca tedavinin bir parçası olarak değerlendirildiğine
özellikle vurgu yapmak gerekir.
65. Yukarıdaki tespitler dikkate alındığında S.K.nın askerî yetkililerinin dikkatini çekebilecek
derecede kendisine zarar verme eğilimi gösterdiği değerlendirilmektedir.
Nitekim askerî yetkililer kendisine zarar verebileceği düşüncesiyle 23/10/2012
tarihli muayeneden sonra da S.K.ya
belli bir dönem silah vermemişlerdir. Dolayısıyla somut olayda S.K.nın kendisine zarar verme
riskinin bulunduğunun askerî yetkililerce bilindiğinin, en azından bilinmesi
gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
66. Bu durumda somut olayın koşulları çerçevesinde S.K.nın sağlığının korunması ve
kendisine zarar vermemesi açısından önleyici bazı tedbirlerin alınması
gerektiği açıktır. Dolayısıyla başvuru formu ve eklerinin bu kapsamda
incelenmesi gerekir.
67. Bu kapsamda öncelikle daha önceden kendisine zarar verici
eylemlerde bulunan ve psikolojik rahatsızlığının bulunduğu sağlık kurumlarınca
da tespit edilen bir kişiye silah verilmesinin bazı durumlarda oldukça
sakıncalı sonuçlara yol açabileceği belirtilmelidir.
68. Somut olayda 23/10/2012 tarihli muayeneden sonra belli bir
dönem gözlemlenen ve bu gözlem neticesinde RDM takibinden çıkarılan S.K.,
kendisine silah verilmesinden yirmi gün sonra tek başına nöbet tuttuğu sırada
üzerine zimmetli silahlaintihar ederek yaşamını
yitirmiştir.
69. İntihar olayından önce kendisine zarar verici eylemlerde
bulunmuş ve psikotik
bozukluk tanısıyla üç ay hava değişimi raporu verilerek evine
gönderilmiş olan S.K.nın üç
aylık hava değişimi süresinin bitmesi üzerine askerlik hizmetine tekrar
başlamasından sonra kısa sayılabilecek bir süre içinde RDM takibinden
çıkarılarak silahlı bir şekilde tek başına nöbet tutmayla görevlendirilmesi
somut olayın koşulları bağlamında makul görünmemektedir.
70. Başvuru formu ve eklerinde, S.K.nın 23/10/2012 tarihli muayeneden sonra kontrol
amaçlı olarak tekrar hastaneye götürüldüğüne ve muayene edildiğine ilişkin bir
bilgi ve belge de bulunmamaktadır. 23/10/2012 tarihli muayenede Psikiyatrist
E.Ö. tarafından yapılan değerlendirmenin Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca
sosyal bir müdahale ve tedavinin bir parçası olarak kabul edildiği gözönünde bulundurulduğunda S.K.nın bu tarihten sonra hastaneye kontrol amaçlı
olarak hiç götürülmemesi S.K.nın yaşamının korunması
için alınması gereken tedbirler yönünden önemli bir eksiklik olarak göze
çarpmaktadır.
71. Başvuru konusu olayda S.K.nın 23/10/2012 tarihinden sonra hastaneye
götürülerek muayene ettirilmesi ve S.K.ya silahlı
nöbet görevi verilmemesi yetkililerden beklenebilecek makul tedbirlerdir. S.K.nın yaşamının korunması için
alınması gereken bu tedbirler, yetkili makamlara aşırı bir yük de
yüklememektedir.
72. Tüm bu koşullar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda S.K.nın yaşamının korunması için
gerekli olan makul tedbirlerin alındığının söylenemeyeceği sonucuna
varılmıştır.
73. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
74. Başvurucular ayrıca bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yargılama yapılmadığını, AYİM’in yapısı itibarıyla
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığını ileri sürmüşlerdir.
75. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken
belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve
görevleri Anayasa ve ilgili kanunda hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı,
kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline
ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı
görülmektedir (Yaşasın Aslan, B.
No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerin en fazla
dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında Disiplin
Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri boyunca idari veya askerî
yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları bu subayların
idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Yaşasın Aslan, § 30).
76. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
78. Başvurucular, yaşam hakkının ihlalinin tespiti ile yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular tazminattalebinde bulunmamışlardır.
79. Somut olayda, yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
80. Yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere yetkili idari yargı merciine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin
başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE M. Emin KUZ’un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa’nın
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. Maddesinin
birinci fıkrasının € bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış
olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- YETKİLİ İDARİ YARGI MERCİİNE
GÖNDERİLMESİNE (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin E.2015/1357
sayılı dosyası),
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/6/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen intihar
nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinde, intihar olayından önce kendisine zarar
verici eylemlerde bulunmuş ve "psikotik
bozukluk" tanısıyla üç ay hava değişimi verilerek evine gönderilmiş olan
kişinin bu sürenin bitmesinden ve askerlik hizmetine tekrar başlamasından kısa
bir süre sonra silahlı nöbet görevine verilmesinin makul görünmediği ve bu
kişinin yaşamının korunması için makul tedbirlerin alındığının söylenemeyeceği
belirtilmektedir (§§ 69-72).
Önceki kararlarımızda olduğu gibi bu kararda da vurgulanan genel
ilkeler çerçevesinde Devletin, başvurucuların yakını olan ve zorunlu askerlik
hizmeti sırasında intihar ettiği belirtilen kişinin yaşamını kendi eylemine
karşı koruma yükümlülüğünün olup olmadığının tespiti ve bu bağlamda askerî
yetkililerin sözü edilen kişinin intihar etme riskini bilip bilmediklerinin
veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konulması, böyle bir durum söz
konusu ise yetkileri çerçevesinde kendilerinden makul olarak beklenebilecek
tedbirleri alıp almadıklarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Başvurucular yakınlarının askerlik öncesinde herhangi bir
psikolojik sorun yaşamadığını, bu kapsamda bir tedavi görmediğini ve askerlik
görevi sırasında rahatsızlandığını belirttiklerinden, incelenmesi gereken asıl
sürecin askerlik dönemi olduğu anlaşılmaktadır (§§ 60-61).
Yapılan incelemede; başvurucuların yakınının yaklaşık bir aylık
asker iken komando seçilemediği için jiletle kendisine zarar vermesi üzerine
önce İzmir Asker Hastanesine, sonra da GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesine sevk
edilerek muayene ve tedavi olduğu, ardından "psikotik
bozukluk" teşhisiyle hava değişimi verildiği, ilaç tedavisinin de devam
ettiği üç aylık hava değişimi süresinin sonunda Birliğine katılan anılan
kişiye, Birliğine katılmasından yaklaşık iki hafta, ilk muayenesinden ise
yaklaşık dört ay sonra "Depresif nöbet, tanımlanmamış" teşhisiyle
ilaç kullanmaya devam etmesi yönünde rapor verildiği, bu muayeneden altı gün
sonra ise aynı hastanenin psikiyatri polikliniğinde aynı psikiyatrist
tarafından yapılan muayene sonucunda "Geçirilmiş uyum bozukluğu, yakınması
yok, tedavi gerektirmez" kararı verildiği görülmektedir (§§ 9-13).
Bu karardan yaklaşık iki ay sonra, ilgilinin Birliğine
katılmasından sonra hakkında alınan ve kendisine silahlı görev verilmesini
engelleyen Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) takibinden çıkarılmasına karar
verildiği, bu karardan iki hafta sonra silahlı görevler de verildiği
anlaşılmaktadır.
Olayla ilgili ceza soruşturması kapsamında alınan ifadelerden,
başvurucuların yakınının kendisine silahlı görevler verilmemesinden rahatsızlık
duyduğu ve bunu üstlerine ilettiği, ayrıca bir aylık kontrol tarihi gelmeden tekrar
muayene talebinde bulunduğu, yetkililerin muayeneye sevk etmemenin kişi
hakkında olumsuz sonuçlar doğurabileceği değerlendirmesiyle sevk kararı aldığı
ve muayene neticesinde hakkında tedavi gerekmediği yönünde rapor düzenlendiği
dikkate alındığında, raporu veren psikiyatristin bu gibi durumlarda sosyal
faktörlerin iyileştirici etkisinin olduğunu gözönünde
bulundurarak tedavi gerekmediği kararı verdiğine ilişkin açıklamalarının,
süresinden önce hastaneye sevk kararının ve ikinci raporun açıkça keyfi olduğundan
söz edilemeyeceği değerlendirilmektedir.
Nitekim Adli Tıp Kurumundan alınan bilirkişi raporunda da, tedavinin sona erdirilmesi hastanın özgüven
noksanlığının giderilmesi bakımından isabetli bulunarak ilgili psikiyatriste
bir kusur atfedilmemiştir.
Ayrıca, askerî yetkililerin; söz konusu rapordan hemen sonra bu
kişiye silahlı görev vermedikleri ve belli bir süre (yaklaşık iki buçuk ay)
daha gözlemledikleri, davranışlarında herhangi bir anormallik görmemeleri
üzerine silahlı görevler vermeye başladıkları gözönünde
bulundurulduğunda, gördüğü tedaviden sonra gerçek intihar riski olarak kabul
edilebilecek anormal bir davranış sergilemeyen mezkûr kişinin intihar etme
riskini bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılmasının mümkün
olmadığı düşünülmektedir.
Diğer taraftan, çoğunluğun ihlal gerekçesinde söz konusu kişinin
son muayeneden sonra kontrol amacıyla tekrar hastaneye götürülmemesinin
ilgilinin yaşamının korunması için alınması gereken tedbirler yönünden önemli
bir noksanlık olduğu belirtilmekte ise de (§ 70), ilgilinin son muayenesinde
verilen raporda tedavisinin gerekmediğinin belirtilmesi karşısında böyle bir
sevke gerek görülmemesinin bir noksanlık olarak değerlendirilemeyeceği
düşünülmektedir.
Dolayısıyla askerî yetkililerin, eğitim birliğinde psikolojik
sorunlar yaşayan ve tedaviden sonra intihar riski olarak kabul edilebilecek bir
davranış göstermeyen kişinin intihar etme riskini bildikleri veya bilmeleri
gerektiği sonucuna ulaşılmasının mümkün olmadığı, aksinin kabulünün yaşam hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülükler bakımından askerî makamlara aşırı bir yük
yüklemek anlamına geleceği değerlendirilmektedir.
Bu sebeplerle, yaşam hakkının ihlal edilmediği düşüncesiyle
çoğunluğun ihlal kararına katılmıyorum.