TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÜMMÜ ÇAKIR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/18918)
|
|
Karar Tarihi: 28/11/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 17/1/2019 - 30658
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
M. Emin
ŞAHİNER
|
Başvurucu
|
:
|
Ümmü ÇAKIR
|
Vekili
|
:
|
Av. Emre
KIŞLALI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.Başvuru, sosyal güvenlik aylığının ödenmeye başlandığı
tarihten itibaren geçerli olacak şekilde iptal edilmesi ve başvurucunun geriye
dönük olarak borçlandırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Ev hanımı olan başvurucu 1962 yılında doğmuş olup Manisa’nın
Kula ilçesinde ikamet etmektedir.
9. Başvurucunun eşi İ.Ç. 2/5/1986 tarihinden itibaren Bağ-Kur sigortalısı iken 15/1/1993 tarihinde vefat
etmiştir.
10. Başvurucunun tarafına ölüm aylığı bağlanması amacıyla ölen
eşinin askerlikte geçen hizmet sürelerini borçlanma talebi Kurum tarafından
kabul edilmiştir. Buna göre başvurucu, 4/6/1985-1/5/1986 tarihleri arasında 327
gün askerlik borçlanması primi ödeyerek eşinin hizmet süresini 1080 güne
tamamlamış ve kendisine 1/5/1997 tarihinde ölüm aylığı bağlanmıştır.
11. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından 2013 yılında İ.Ç.nin dosyası üzerinde yapılmış olan incelemede 2/5/1986
ile 4/12/1986 tarihleri arasında askerlik hizmetiyle Bağ-Kur
hizmetinin çakıştığının tespit edilmesi ve çakışan 24 gün çıkarıldığında kalan
hizmet süresinin 1056 güne düşmesi nedeniyle başvurucunun ölüm aylığı iptal
edilmiş ve ödenen aylıkların iadesi istenmiştir. SGK’ya
göre 16/1/1993 tarihinde vefat eden İ.Ç.nin kalan
hizmet süresi 1080 günü doldurmadığı için ölüm aylığı bağlanması mümkün olmayıp
mevcut çakışmanın tespiti hâlinde aylıkların her zaman iptali mümkündür.
12. Başvurucu 4/7/2013 tarihinde mezkur
SGK işleminin iptali ile aylığın kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanarak
faizleriyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle SGK aleyhine Manisa
3. İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, on
altı yıl ödeme yapıldıktan sonra 2013 yılında aylığının kesildiğini belirtmiş;
müteveffa eşi İ.Ç.nin 4/6/1985 tarihinde ve gecikmeli
olarak askere gittiğini ve 4/12/1986 tarihinde terhis olduğunu açıklamıştır.
Başvurucu, 2/5/1986 tarihinde nakliyeci olarak vergi kaydı açtıran müteveffa İ.Ç.nin 729 günlük hizmetine 540 günlük askerlik
hizmetinden 351 günlük kısmı için borçlanma yapıldığını ve 1080 güne
tamamlanarak ölüm aylığı bağlandığını belirtmiş ve davalı Kurumun bu işleminin
hatalı olduğunu iddia etmiştir.
13. Mahkeme 27/3/2014 tarihinde anılan davanın kabulüne karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde;
i. Müteveffa İ.Ç.nin 4/b esnaf
sigortalılığının 2/5/1986-28/3/1987 tarihleri arasında 326 gün,
3/12/1991-29/2/1992 tarihleri arasında 88 gün ve 1/3/1992-16/1/1993 tarihleri
arasında 315 gün olduğu tespit edilerek toplam Bağ-Kur
hizmet süresinin 729 gün olduğu sonucuna varılmıştır.
ii. Davalı Kurumun primleri tahsil ederken sosyal güvenlik
görevinin gereği olan uyarma görevini zamanında yapmadığı, borçlanma karşılığı
primleri tahsil edip uzun yıllar kullandıktan sonra bağlanan ölüm aylığını Bağ-Kur kaydı ile askerlik borçlanma tarihleri aralığının
kısmen çakışması nedeniyle askerlik borçlanma süresinin çakışan bölümünü
geçersiz saydığı ve böylelikle toplam borçlanma dâhil hizmet süresinin 1080
günün altına indiğinden bahisle ölüm aylığı bağlama işlemini iptal ettiği belirtilmiştir.
iii. Bu durumun 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 2. Maddesinde ifadesi yapılan
objektif iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, başvurucunun ¾/1997
tarihinde askerlik borçlanma müracaatının kabul edilip yatırdığı 327 günlük
askerlik borçlanması bedelinin yaklaşık on altı yıl Kurum tarafından
kullanıldıktan sonra kısmen geçersiz sayılmasının iyi niyet kurallarına aykırı
olduğu ifade edilmiştir.
14. Temyiz edilen karar Yargıtay 10. Hukuk Dairesince (Daire)
22/9/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, müteveffa İ.Ç.nin
ölümünden önce ölüm aylığı tahsisinde esas alınmayan başka sigortalılık
sürelerinin varlığının araştırılması gerektiği belirtilmiştir. Daire bu
sürelerin bulunmaması durumunda ise ölüm aylığı tahsis şartlarının
gerçekleşmeyeceğini vurgulamıştır.
15. Mahkeme, bozma kararına uymuş ve 24/3/2015 tarihinde davanın
reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun ölüm aylığı tahsis
tarihinde yürürlükte bulunan 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı mülga Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu’nun 41. Maddesinde ölüm aylığı tahsisi için üç tam yıl prim ödeme
şartının gerekli olduğunun açıkça belirtildiği ifade edilmiştir. Mahkeme
kararında sonuç olarak Kurumun zorunlu sigortalılık süresi ile çakışan askerlik
dönemine yönelik borçlanma işleminin iptalinin ve buna bağlı olarak tahsis
şartlarının bulunmaması nedeni ile ölüm aylığının iptali işleminin hukuka uygun
olduğuna hükmetmiştir.
16. Bu karar, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 14/9/2015 tarihli
kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 5/11/2015 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 2/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1479 sayılı mülga Kanun’un
40. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Ölüm sigortasından sağlanan yardımlar
şunlardır:
F) Eşe,… aylık bağlanması,
…”
19. 1479 sayılı mülga Kanun’un 41. Maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“a) Ölüm tarihinde en az üç tam yıl sigorta
primi ödemiş olan,
b) Malullük veya yaşlılık aylığı almakta iken
yahut yazılı olarak istekte bulunup malullük veya yaşlılık aylığı bağlanmasına
hak kazandıktan sonra ölen,
c) Bağlanmış bulunan malullük veya yaşlılık
aylıkları kesilmiş olan sigortalılardan ölen,
d) En az üç tam yıl sigorta primi ödemiş
olanlardan 39 ncu maddeye göre toptan ödeme talebinde
bulunmakla beraber, toptan ödeme yapılmadan ölen,
Sigortalının hak sahibi kimselerine aylık
bağlanır.
…”
20.1479 sayılı mülga Kanun’un ek 9. Maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(Ek: 14/3/1985 –
3165/21 md.)
(Değişik
birinci cümle: 24/7/2003-4956/36 md.) Bu Kanun ile
2926 sayılı Kanun ve bu kanunlarda değişiklik yapan kanunlara göre sigortalı
olanlar, askerlikte er olarak geçen hizmet süreleri ile yedek subay okulunda
geçen sürelerinin tamamını borçlanabilirler. Ölümü halinde sigortalı olanların
hak sahipleri de borçlanma talebinde bulunabilirler.
…”
21. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu’nun 96. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe
bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak
sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu
kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun
kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından
doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık
sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden
kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş
yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten
itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde
faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten
sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan,
itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan
alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere
göre geri alınır.
…”
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesi kapsamındaki
davalara genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan maddenin mülk
edinme hakkını korumadığı biçimindeki ilkenin,sosyal
güvenlik ödemeleri ve sosyal yardımlar yönünden de geçerli olduğunu
belirtmektedir (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, §
38). AİHM’e göre bir ekonomik menfaatin sonradan
ortadan kaldırılması, olayın somut koşulları çerçevesinde tek başına o ekonomik
menfaatin, en azından ortadan kaldırıldığı ana kadar Sözleşme’ye
ek 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesi kapsamına mülk olarak görülmesini engellemez.
Öte yandan tartışma konusu ekonomik menfaate hak kazanmanın şarta bağlandığı
durumlarda, koşulun yerine getirilmemesi sonucu kaybedilen şarta bağlı hakkın Sözleşme’yeek 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesi anlamında mülk
olarak değerlendirilmesi mümkün değildir (Moskal/Polonya, § 40).
23. AİHM; sosyal adaletin önemine dikkat çekmekle birlikte,
bunun kural olarak kamu otoritelerinin, ihmallerinden kaynaklananlar da dâhil
olmak üzere hatalı işlemlerini geri almasına engel teşkil etmeyeceğinin altını
çizmektedir. AİHM’e göre aksi karara varılması,
haksız zenginleşme yasağına aykırılık oluşturur. Bu durum aynı zamanda sosyal
güvenlik sistemine katkı payı ödeyen ve özellikle katkı payı ödedikleri hâlde
kanuni koşulları taşımamaları nedeniyle bundan yararlanamayan diğer bireylere
haksızlık oluşturur. Son olarak bu, sınırlı kamu kaynaklarının kamu yararına
uygun olmayan alanlara harcanması sonucunu doğurur. AİHM, hatanın herhangi bir
üçüncü tarafın kusuru olmaksızın kamu makamlarının kendilerinden kaynaklandığı
durumlarda başvurucuya yüklenen külfetin daha farklı bir orantılılık yaklaşımı
esas alınarak yapılması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak
başvurucunun emekli aylığından yoksun bırakılmasının sonuçlarına dikkati
çekmiş, başvurucunun yaşı, yeni bir gelir elde etme olanağının bulunmaması gibi
etkenleri de gözeterek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı
sonucuna varmıştır (Moskal/Polonya, §§ 73-76).
24. Čakarević/Hırvatistan (B. No: 48921/13, 26/4/2018)
kararına konu olayda da başvurucu 1995 yılında, çalıştığı şirketin iflas etmesi
nedeniyle işsiz kalmıştır. Başvurucu emekliliğine iki ay kaldığı için emekli
olamamış ancak kendisine bir yıl süreyle işsizlik ödeneği bağlanmıştır.
Başvurucuya bir şekilde bu bir yıla ek olarak üç yıl daha işsizlik ödeneği
ödenmesine devam edilmiştir. Başvurucu ise aynı zamanda psikiyatrik sorunları
olduğundan dolayı çalışabilecek durumda da değildir. İdare geçmişe yönelik
fazla ödemelerin faiziyle birlikte iadesini (60 civarı taksitte) istemiştir.
AİHM ilk olarak başvurucunun hata veya hilesinin bulunmadığını ve kusurun da
idareden kaynaklandığını tespit etmiştir. Ayrıca başvurucudan sadece anaparanın
değil faizin de istendiği vurgulanmıştır. AİHM’e göre
altmış civarı taksite bağlansa da hiçbir geliri ve mal varlığı bulunmayan
başvurucu için bunun da ağır bir yük oluşturduğu belirtilmiştir. Ayrıca somut
olayda başvurucunun hastalık hâlinin ve ödenen yaşlılık aylığının çok mütevazı
olmasının hiç gözetilmediği ifade edilmiştir. AİHM, başvurucunun emekli
olmasına kısa bir süre kaldığını ancak işvereninin iflas etmesi nedeniyle bu
hakka kavuşamadığının da altını çizmiştir.AİHM
tüm bu hususları gözeterek hatalı ödenen paranın başvurucudan iadesinin
istenmesinin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Cakarevic/Hırvatistan, §§ 77-91).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 28/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; sigortalı olan eşinin vefatından sonra eşinin
askerlik dönemine ilişkin sürenin primini yatırması neticesinde kendisine 1997
yılında ölüm aylığı bağlandığını, ancak 2013 yılında yani on altı yıl sonra
Kurumun eşinin askerlik dönemi ile diğer sigortalılık döneminin çakışmasını
gerekçe göstererek ölüm aylığını iptal etmesi ve geriye dönük olarak
borçlandırması nedeniyle mağdur olduğunu belirtmiştir. Başvurucuya göre Kurum
gerek müteveffa İ.Ç.ye gerekse tarafına inceleme, denetlemevedoğru
bilgileri iletme görevini yerine getirmemiştir. Başvurucu; Kurumca kendisine
ölüm sigortasından yararlanacağı yönünde ümit verildiğini, askerlik borçlanması
tutarının herhangi bir ihtilaf söz konusu olmadan kendisinden tahsil edildiğini
ve bu şekilde yatırdığı tutarların Kurum hesaplarında nemalandığını ifade
etmiştir. Başvurucu, Kuruma müracaat sürecinde Kurumu yanıltacak herhangi bir
bilgi ya da belge ibraz etmediğini belirterek Kurumun tamamen kendi hatalı
işlemi ile ölüm aylığı tahsisi işleminden yaklaşık on altı yıl sonra ölüm
aylığının iptali ile hakkında geçmişe dönük borç tahakkuk ettirilmesinin
objektif iyi niyet kurallarına aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca,
hizmet çakışması sebebiyle iptal edilen günlerin isteğe bağlı sigortalılık süresi olarak kabul edilme imkânı
varken bu imkânın da kendisinden esirgendiğinden de yakınmıştır. Başvurucu
sonuç olarak bu gerekçelerle sosyal güvenlik hakkının ve hukuk devleti ilkesinin
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın “Mülkiyet
hakkı” kenar başlıklı 35. Maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, ölüm aylığının
baştan beri geçerli olmak üzere iptal edilmesine yönelik olduğundan tüm
şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
30. Anayasa’nın 35. Maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilmek
suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa’nın anılan maddesiyle
güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla
değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni hakların ve fikrî hakların yanı
sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri,
B. No: 2014/11441, ½/2017, § 60).
31. Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı, bireylere bir tür sosyal
güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle beraber yürürlükteki mevzuatta, önceden
prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir
ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili
mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına
giren bir menfaatinin doğduğu kabul edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, B. No:
2013/2166, 25/6/2015, § 36).
Ayrıca mülkiyet hakkının belli şartlar altında ortadan kaldırılması, onun en
azından ortadan kaldırılıncaya kadar mülk olarak
kabul edilmesine engel teşkil etmez (Bülent
Akgül, B. No: 2013/3391, 16/9/2015, § 56).
32. Somut olayda SGK tarafından başvurucuya 1997-2013 yılları
arasında 1479 sayılı mülga Kanun uyarınca ödenen ölüm aylığı iptal edilmiş ve
başvurucu geriye yönelik olarak borçlandırılmıştır. Ölüm aylığının başvurucuya
ödenmesiyle başvurucunun mevcut mal varlığı hâline geldiği tartışmasızdır. Bu
nedenle bunların ilgili mevzuatta öngörülüp öngörülmediğinin tartışılmasına
dahi girilmeksizin Anayasa’nın 35. Maddesi bağlamında mülk olduklarının kabulü,
ödenmekte olan aylıklar yönünden de meşru beklenti oluştuğunun kabulü gerekir.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
33. Anayasa’nın 35. Maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, üzerinde tasarruf etme, ürünlerinden yararlanma imkanı verir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32).
Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü
üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet
hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan
ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Ayrıca meşru beklenti teşkil eden mülk edinme
beklentilerini zedeleyici kamu işlem ve eylemleri de mülkiyet hakkına müdahale
oluşturur (Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras, B. No: 2014/11994, 9/3/2017, § 57).
34. Anayasa’nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural
ihtiva ettiği görülmektedir. Anayasa’nın 35. Maddesinin birinci fıkrasında
herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer
verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin
çerçevesi belirlenmiştir. Mülkten yoksun
bırakma ve mülkiyetin kontrolü
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma
şeklindeki müdahalede mülkiyetin kaybı söz konusudur. Mülkiyetin kullanımının
kontrolünde ise mülkiyet kaybedilmemekte ancak mülkiyet hakkının malike
tanıdığı yetkilerin kullanım biçimi toplum yararı gözetilerek belirlenmekte
veya sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale ise
genel nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin
kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her türlü müdahalenin mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele alınması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
35. Başvurucuya ödenen ölüm aylığının iptal edilmesi ve
1997-2013 yılları arasındaki dönemde yapılan ödemelerin de başvurucudan geri
istenilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Anayasa Mahkemesi daha
önce benzeri başvuruları mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne veya
düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Kuddis Büyükakıllı, B.
No: 2014/3941, 5/10/2017, § 45; Fatma Ülker
Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018, § 46). Somut olayda da aynı
ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
36. Anayasa’nın 13. Maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
37. Anayasa’nın 35. Maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 13. Maddesi uyarınca temel
hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına
yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna
dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek
yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve
Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
38. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
39. Başvurucuya 1997 yılından itibaren ödenen sosyal güvenlik
aylığının ödenmeye başlandığı tarihten geçerli olacak şekilde iptal edilmesi ve
başvurucunun geriye dönük olarak borçlandırılması işlemlerinin dayanağı olay
tarihinde yürürlükte bulunan 1479 sayılı mülga Kanun’un olay tarihinde
yürürlükte bulunan 41. Maddesi olarak gösterilmiştir.
40. 1479 sayılı mülga Kanun’un mezkûr 41. Maddesinde ölüm aylığı
tahsisi için üç tam yıl prim ödeme şartının gerekli olduğu hususu düzenlenmiştir.
Buna göre derece mahkemeleri hizmet süresi 1080 günü doldurmamış bir kişiye
ölüm aylığı bağlanmasının mümkün olmadığını belirtmişlerdir. Dolayısıyla anılan
hükmün, 1997-2013 yılları arasındaki döneme ilişkin ödenen ölüm aylığının
başvurucudan geri istenilmesi ve ileriye yönelik ödemenin de durdurulması
biçimindeki müdahaleye yeterli düzeyde kanuni dayanak oluşturduğu sonucuna
ulaşılmaktadır. Diğer taraftan, yersiz ödenen sosyal güvenlik ödemelerinin geri
alınmasına ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. Maddesinde düzenleme
bulunduğu görülmekle birlikte söz konusu hükümlerin başvuru öncesi yapılan
yargılama sırasında derece mahkemelerince dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte somut olayın özelliklerini dikkate alan Anayasa Mahkemesi
kanunun yorumlanmasının sonuçlarını ölçülülük bağlamında değerlendirmeyi uygun
görmüştür.
ii. Meşru Amaç
41. Anayasa’nın 13. Ve 35. Maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına
imkân vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
42. Hizmet süresini doldurmamış bir kişiye ölüm aylığı
bağlanmamasının temelinde yatan amaç, sosyal güvenlik sisteminin korunması ve
devamlılığının sağlanmasıdır. Bu amacın kamu yararına dönük olduğu açıktır.
43. Sosyal adaletin gereği olarak idarenin tesis ettiği hatalı
işlemi somut olayın koşullarına göre geri alabileceği veya belli durumlarda
kaldırabileceği hususunda kuşku yoktur. Bu tespit hatalı idari işlemden
kaynaklanan sosyal güvenlik ödemeleri için de geçerlidir. Aksi durum kişilerin
sebepsiz zenginleşmesine yol açabileceği gibi sosyal güvenlik fonlarına katkıda
bulundukları hâlde kanunlardaki koşulları sağlamadıkları gerekçesiyle
ödemelerden mahrum kalan kimseler yönünden adil olmayan sonuçlar doğurabilir.
Bu durum, sınırlı kamu kaynaklarının uygun olmayan yöntemlerle dağıtımına cevaz
verilmesi anlamına gelebileceğinden kamu yararı ile örtüşmez (Tevfik Baltacı, § 74).Dolayısıyla
1080 günlük hizmet süresinin tamamlanması koşulunun sağlanmadığı gerekçesiyle
başvurucuya 1997-2013 yılları arasındaki döneme ilişkin ödenen ölüm aylığının
kendisinden geri istenilmesinin ve ileriye yönelik ödemenin de durdurulmasının
kamu yararı amacına dayandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin meşru bir
amacının bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
44. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
45. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
46. Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Anayasa’nın 13. Ve
35. Maddelerine göre ölçülü olabilmesi için her şeyden önce bu tedbirin
öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması zorunludur.
Diğer taraftan müdahalede bulunulurken takip edilen kamu yararı amacını
gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Bu alanda hangi
araçların tercih edileceği ise öncelikli olarak daha isabetli karar verebilecek
konumda olan ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu nedenle hangi aracın
tercih edileceğinin belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir
yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak
idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın
müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması
durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması
mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen
aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde
oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (benzer yöndeki kararlar için bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763,
24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu,
B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67).
47. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (bkz. Arif Güven, B.
No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
48. Orantılılık ilkesi değerlendirilirken dikkate alınması
gereken hususlardan biri de kamu makamlarının tutum ve davranışlarıdır. Bu
bağlamda idarenin iyi yönetim
ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetim ilkesi, kamu yararı kapsamında
bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle
ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir. Bu bağlamda
idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri
gerekir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi
A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, ½/2018, § 100; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No:
2013/711, ¾/2014, § 68).
49.
İdarenin hatalı işleminden kaynaklanan mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
ölçülü olup olmadığının tespitinde; idarenin hatalı işlemi karşısındaki
tutumunun yanında, işlemin fark edilmesinde geçen süre, hatalı işlem nedeniyle
ödenen paranın tahsil edilmesindeki yöntem, alacağa kanuni faiz gibi
yaptırımların öngörülüp öngörülmediği önem arz etmektedir (Tevfik Baltacı, B. No: 2013/8074,
9/3/2016, § 71).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
50. Somut olayda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri yönünden
tartışılmayı gerektirir bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde durulması
gereken müdahalenin orantılı olup olmadığıdır. Bu itibarla uygulanan tedbirle
başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti
gerekmektedir.
51. Olayda başvurucu, ölen eşi İ.Ç.nin
sigortalı hizmetleri nedeniyle ölüm aylığı bağlanması amacıyla eşinin
askerlikte geçen hizmet sürelerinin borçlanması için ¾/1997 tarihinde SGK’ya müracaat etmiştir. Başvurucunun anılan talebi
Kurumca kabul edilip 4/6/1985-1/5/1986 tarihleri arasındaki 327 gün askerlik
borçlanması gözetilerek 1/5/1997 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanmıştır.
Başvurucu bu şekilde eşinin hizmet süresini 1080 güne tamamlayacak kadar askerlik
borçlanması yaparak prim ödemiş ve kendisine 1080 gün üzerinden ölüm aylığı
tahsis edilmiştir. SGK tarafından 2013 yılında İ.Ç.nin
dosyası üzerinde yapılmış olan incelemede 2/5/1986 ila 4/12/1986 tarihleri
arasında askerlik hizmetiyle Bağ-Kur hizmetinin
çakıştığının tespit edilmesi ve çakışan süre çıkarıldığında kalan toplam hizmet
süresinin 1056 güne düşmesi nedeniyle başvurucunun ölüm aylığı iptal edilmiş ve
başvurucu geriye yönelik olarak borçlandırılmıştır.
52. Bu bağlamda ilk olarak ölüm aylığının bağlanması yönündeki
işlemin tamamen idarenin tasarrufu ve
gözetimi altında gerçekleştirildiğine dikkati çekmek gerekir. Somut
olayda başvurucunun talebi üzerine ölüm aylığı koşullarının gerçekleşip
gerçekleşmediğini değerlendiren idarenin
bildirimi üzerine başvurucu tarafından eşinin askerlikte geçen
hizmet süreleri üzerinden borçlandırma işlemi gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla
idarenin başvurucuya ölüm aylığı bağlanması için gerekli olan asgari koşulları
taşıyıp taşımadığı hususunu dikkat ve titizlikle araştırarak aylık bağlanması
için gerekli şartlardan olan hizmet süresinin 1080 günün altında olup
olmadığını tespit ederek talebi değerlendirmesi beklenir. Ancak olayda bu
olağan beklentinin yerine gelmesini teminen Kurumca
yerine getirilmesi gereken inceleme, denetim ve hak sahiplerine doğru bilgiyi
verilmesi yükümlülüğü yerine getirilmemiş ve şartların yerine getirildiğinden
bahisle başvurucudan askerlik borçlanması tutarının tahsili yoluna gidilmiştir.
53. İdare, söz konusu denetim ve inceleme görevini yerine
getirmediği gibi başvurucuya izafe edilemeyen kendi kusuru sonucu oluşan
işlemindeki hata unsurunu on altı yıl sonra fark ederek anılan işlemin iptali
yoluna gitmiştir. Dolayısıyla olayda başvurucunun idareyi yanıltmaya yönelik
hileli bir işleminin bulunmadığı ve başvurucunun bir kusurunun da olmadığı
açıktır. Buna göre başvurucuya ölüm aylığını alma koşullarını taşıdığı inancı
verilerek askerlik borçlanmasının yaptırılması ve sonucunda süre şartının tam
olarak yerine getirilmediğinden bahisle bağlanan ölüm aylığının iptalinde
kusurun bütünüyle idareye ait olduğu anlaşılmaktadır.
54. Diğer taraftan başvurucuya ödenen ölüm aylığının yersiz
olduğunun tespit edilmesinde geçen yaklaşık on altı yıllık süre oldukça
uzundur. Bu süre boyunca hatalı işlemin varlığının tespit edilebilmesini temin
edecek ve başvurucuya ödenmeye devam edilen ölüm aylığının kesilmesi sonucunu
doğuracak gerek Kurum içi gerekse Kurum dışı bir denetim faaliyetinin ya hiç ya
da yeterli düzeyde gerçekleştirilmediği anlaşılmaktadır.
55. Ayrıca ev hanımı olan başvurucunun elli altı yaşında olduğu
ve bağlanan ölüm aylığı dışında başkaca bir gelirinin de bulunmadığı dikkate
alınmalıdır. Bunun yanında söz konusu aylığın kesilmesinin gerekçesinin prim
ödemelerinde bir çakışma olduğu anlaşılmakla birlikte netice olarak
başvurucunun prim ödemesinde bulunduğu, üstelik çakışan günler düştükten sonra
kalan eksik gün sayısının da yalnızca yirmi dört gün olduğu görülmektedir. Buna
göre başvurucu sadece çakışan günler çıkarıldıktan sonra yirmi dört günlük prim
gün sayısının eksik olduğu gerekçesiyle aylıktan mahrum kalmaktadır. Hâlbuki
başvurucu idarenin talebi üzerine bu eksik gün sayısı yönünden de on altı yıl
önce prim de ödemiştir.
56. Bunun yanında idare tarafından aylığı iptal edilen ve geri
ödeme talebinde bulunulan başvurucunun kalan gün sayısını borçlanma imkânının
da olmadığı görülmektedir. Buna göre başvurucu kalan gün sayısını borçlanarak
yeniden aylık alamayacağı gibi yaşı itibarıyla yeniden sigortalı olabilme
imkânı da oldukça güçleşmiştir. Ayrıca ilgili mevzuatta yer alan zamanaşımı
gibi hükümler de dikkate alındığında idareye güvenerek askerlik borçlanması
yapan başvurucunun, ölen eşinin hizmet sürelerinin tespiti için hukuk yollarına
başvurabilmesi de etkin bir yol olarak görülemez.
57. İfade edildiği üzere ölçülülük bağlamında iyi yönetim
ilkesi; mülkiyet hakkı kapsamında yapılan incelemelerde hususi bir öneme
sahiptir. Bu çerçevede kamu otoritelerinden beklenen sosyal güvenlik hakkından
doğan ödemeler gibi bireylerin hayatlarını devam ettirmesi bakımından büyük
öneme sahip konularda azami özenin gösterilmesidir (bkz. §§ 49, 50). Anayasa
Mahkemesi daha önce kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve tutarlı
olarak hareket etme sorumluluğu ile başvurucunun tutum ve davranışlarını
gözeterek benzeri başvuruları incelemiştir. Suzi
Alyüz (B. No: 2013/679, 20/4/2016) kararında başvurucuya yaklaşık
sekiz buçuk yıl boyunca yapılan yaşlılık aylığı ödemelerinin, geçmişte yapılan
usulsüz prim girişleri nedeniyle kanuni faizi ile birlikte iadesinin
istenmesinin başvurucunun ağır kusuru nedeniyle ölçülü bir müdahale olduğu
sonucuna varılmıştır (Suzi Alyüz, §§
45-63). Uğur Ziyaretli
(B. No: 2014/5724, 15/2/2017) kararında ise başvurucunun emekliye ayrıldıktan
sonra tekrar çalışmaya başlaması üzerine yersiz olarak ödenen yaşlılık
aylıklarının, başvurucunun ve idarenin müterafik
kusurlarına rağmen ana paranın çok üzerinde bir miktarda faizle geri
istenildiği olayda, bütün külfetin başvurucuya yükletilmesi nedeniyle ölçüsüz
bir müdahale olduğu değerlendirilerek faiz talebi yönünden mülkiyet hakkının
ihlaline karar verilmiştir (Uğur Ziyaretli, §§ 69-78).
58. Başvuruya konu olayda ise söz konusu başvurulardan farklı
olarak başvurucuya atfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve bütünüyle idarenin
gözetimi ve denetimi altında gerçekleştirilen bir idari işlemden makul
görülemeyecek bir süre sonunda geri dönülmesinin söz konusu olduğu
anlaşılmaktadır. Buna göre somut olayda idare tarafından ölüm aylığı
ödemelerinin yersiz olduğu yönündeki hatalı işlemin ancak yaklaşık on altı yıl
sonra tespit edilebildiği, kamu kurumlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve
tutarlı olarak hareket etme sorumluluğunda başarısız olduğu anlaşılmıştır.
Başvurucunun yaşlılık aylığının kesilmesi ve ödenen aylıkların kendisinden geri
istenilmesinin kendisine önemli bir külfet yüklediği ortadadır. Kaldı ki bu
kadar uzun bir süre sonra yaşlılık aylığının iptal edilerek yapılan ödemelerin
geri istenilmesi hukuk güvenliği ilkesini de zedelemektedir.
59. Sonuç olarak idarenin hatalı işlemlerinden kaynaklanan
müdahalelerin sonuçlarını gidermek kamu makamlarının yükümlülüğündedir.
İdarenin hatalı işlemlerinden doğan yükün bütünüyle kişiler üzerinde
bırakılması mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılar. Somut olayda
idarece başvurucu nezdinde ölüm aylığına müstahak olduğu inancı uyandırılarak
askerlik borçlanmasının yaptırılması ve on altı yıl sonra tesis edilen yeni bir
işlemle önceki hesaplamada hata yapılmış olduğu gerekçesiyle başvurucuya 1997
yılından itibaren ödenen sosyal güvenlik aylığının ödenmeye başlandığı tarihten
itibaren geçerli olacak şekilde iptal edilmesi ve başvurucunun geriye dönük
olarak borçlandırılması sonucu başvurucu 1997-2003 yılları arasındaki döneme
ilişkin iadesi istenilen ölüm aylıklarından mahrum kalmıştır. Üstelik
başvurucunun yaşı, başkaca herhangi bir gelirinin bulunmaması ve aradan geçen
bu süre sebebiyle yeni bir sigortalılık talebinde bulunma imkânının önemli
ölçüde kısıtlanmış olması da dikkate alınmalıdır. Son olarak hatanın yalnızca
prim gün sayısının çakışmasından kaynaklandığı, eksik kalan prim gün sayısının
ise oldukça az olduğu, başvurucunun üstelik zamanında bu gün
sayısı üzerinden prim de ödemiş olduğu ve başvurucuya ödenen yaşlılık aylığının
da mütevazı sayılabileceği gözetilmelidir.
60. Bütün bu hususlar dikkate alındığında başvurucunun, idarenin
kusurundan dolayı ölüm aylığından yoksun bırakılmasının somut olayın özel
koşulları altında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, bu
sebeple müdahalenin içerdiği kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet
hakkının korunması arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu
sonucuna ulaşılmaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
63. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
64. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
65. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine
hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek
işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili
mercilere gönderir (Mehmet Doğan, §
56).
66. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §
58).
68. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda
6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa
Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere
hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu
yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal
tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın
bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.
69. Ancak ilgili Mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesi gerekebilir.
Bu bağlamda idarece öncelikle yapması gereken şey Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin ihlaline yol açan idari eylem
veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek
için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine getirilmeyen
yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule ilişkin işlemin hak
ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk
defa) yapılması icap etmektedir.
70. Başvurucu; yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi,
ölüm aylığının kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanarak faizleri ile
birlikte ödenmesi taleplerinde bulunmuştur.
71. Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sonucunda başvurucunun
sigortalı olan eşinin vefatından sonra eşinin askerlik dönemine ilişkin sürenin
primini yatırması neticesinde kendisine 1997 yılından itibaren ödenen sosyal
güvenlik aylığının ödenmeye başlandığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde
iptal edilmesi ve başvurucunun geriye dönük olarak borçlandırılması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İptal işlemi idare
tarafından yapıldığına göre ihlalin kaynağı idari bir işlemdir.
72. Bununla birlikte başvuru öncesinde başvurucu tarafından
işlemin iptal edilmesi için dava açılmış, derece mahkemelerince davanın reddine
karar verilmesi ihlalin giderilmemesine yol açmıştır. Dolayısıyla yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden
yargılama ise 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece
mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme
kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar
verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama
yapılmak üzere Manisa 3. İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
73. Ayrıca benzeri ihlallere yol açılmaması bakımından kararın
bir örneğinin de bilgi edinilmesi için ilgili idareye gönderilmesi gerekir.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNEM. Emin KUZ’un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Mülkiyet hakkının ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere kararın Manisa 3. İş Mahkemesine
(E.2014/449, K.2015/115) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin Sosyal Güvenlik Kurumuna
GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
28/11/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Ölüm aylığının iptal edilmesi ve daha önce ödenen aylıkların,
aylığın bağlandığı tarihten geçerli olmak üzere geri istenmesi sebebiyle
başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinde, başvurucuya ölüm aylığı bağlanmasının
idarenin hatalı işlemlerinden kaynaklandığı, bütünüyle idarenin gözetimi ve
denetimi altında gerçekleştirilen bir idarî işlemden makul sayılamayacak bir
süre sonunda geri dönülmesinin ve hatalı işlemden dönülürken ilgili kanun
hükümlerinin dikkate alınmamasının mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz
kıldığı belirtilerek anılan hakkın ihlal edildiği belirtilmiştir (§§ 59-62).
Kararda da belirtildiği üzere AİHM, sosyal adaletin, ilke olarak
kamu makamlarının -kendi ihmallerinden kaynaklansa bile- hatalı işlemlerini
geri almalarına engel teşkil etmeyeceğini, aksi takdirde sosyal güvenlik
sistemine katkı payı ödeyen ve ödemeye devam ettikleri hâlde kanunî şartları
taşımamaları nedeniyle bundan yararlanamayan bireylere haksızlık yapılacağını
ve bununsınırlı kamu kaynaklarının kamu yararına
aykırı şekilde harcanması sonucu doğuracağını belirterek, hatanın diğer tarafın
kusuru olmaksızın kamu makamlarının kendilerinden kaynaklandığı durumlarda
başvurucuya yüklenen külfetin daha farklı bir orantılılık yaklaşımı esas
alınarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (§ 24).
AİHM’in konuya ilişkin kararlarında
belirlediği bu ilkeleri de gözönünde bulunduran
Mahkememize göre, idarenin tesis ettiği hatalı işlemi -sosyal güvenlik
ödemeleri de dahil olmak üzere- somut olayın şartlarına göre geri alabileceği
veya belli durumlarda kaldırabileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Aksinin
kabulü kişilerin sebepsiz zenginleşmesine yol açabileceği gibi sosyal güvenlik
fonlarına katkıda bulundukları hâlde kanunlardaki şartları sağlamadıkları
gerekçesiyle ödemelerden mahrum kalan kişiler yönünden adil olmayan sonuçlar
doğurabilecek ve sınırlı kamu kaynaklarının uygun olmayan usullerle
dağıtılmasına cevaz verilmesi anlamına gelebileceği için kamu yararı ile örtüşmeyecektir
(Tevfik Baltacı, B. No:2013/8074, 9/3/2016, § 74).
Bu nedenlerle, idarece hatalı olarak ödendiği belirlenen
yaşlılık aylıkları anapara tutarının ilgilisinden istenebileceği Mahkememizce
de kabul edilmektedir (Kuddis Büyükakıllı,
B.No.2014/3941, 5/10/2017, § 74; Suzi Alyüz, B.No: 2013/679, 20/4/2016, § 59).
Somut olayda Bağ-Kur sigortalısı olan
eşi 15/1/1993 tarihinde vefat eden başvurucunun 1997 yılında Kuruma müracaat
ederek eşinin 327 gün askerlik süresi için borçlanma yaptığı ve 1/5/1997 tarihinde
kendisine ölüm aylığı bağlandığı; ancak 2013yılında yapılan incelemede,
borçlanılan askerlik süresinin yaklaşık yedi aylık kısmının Bağ-Kur
hizmeti ile çakışması ve toplam hizmet süresinin yeterli olmadığının
anlaşılması nedeniyle ölüm aylığının iptal edilerek ödenen aylıkların geri
istendiği anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi benzer başvurularda, idarenin hatalı işleminden
kaynaklanan mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığının
tespitinde idarenin hatalı işlemi karşısındaki tutumunun yanında işlemin fark
edilmesinde geçen süre, hatalı işlem nedeniyle ödenen paranın tahsil
edilmesindeki usul ve alacağa kanunî faiz uygulanıp uygulanmadığı gibi
hususların önemli olduğunu belirterek, özellikle anaparanın yanında kanunî
faizin de istenmesi hâlinde ihlal sonucuna ulaşmaktadır (Tevfik Baltacı, §§ 71,
79-80; Kuddis Büyükakıllı,
§§ 74-76; Fatma Ülker Akkaya, B.No: 2014/12979,
22/2/2018, §§52, 59-60).
Çoğunluğun, başvuru konusu müdahalenin ihlal oluşturup
oluşturmadığına ilişkin incelemesinde, hizmet süresini doldurmamış bir kişiye
ölüm aylığı bağlanmamasının temelinde, sosyal güvenlik sisteminin korunması ve
devamlılığının sağlanması amacının yattığı ve bu amacın kamu yararına dönük
olduğunun açık olduğu belirtilerek müdahalenin meşru amacının bulunduğu kabul
edilmekte (§ 43); yersiz yapılan sosyal güvenlik ödemelerinin geri alınmasına
ilişkin olarak 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinde yer verilen hükümlerin derece
mahkemelerince dikkate alınmaması ise ölçülülük bağlamında değerlendirilerek
ihlal sonucuna ulaşılmaktadır (§§ 41, 59-62).
5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanun
kapsamındaki ödemelerin Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanması hâlinde,
hatalı işlemin tespit edildiği tarihten geriye doğru en fazla beş yıllık sürede
(hatta ilgilinin kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğan ödemeler için bile
geriye doğru en fazla on yıllık sürede) yapılan ödemeler toplamının geri
alınacağının öngörülmesine rağmen, somut olayda aylığın bağlandığı 1997
yılından, hatalı ödemenin tespit edildiği 2013 yılına kadar onaltı
yıllık ölüm aylıkları toplamının geri istendiği anlaşılmaktadır. Müdahalenin
kanunilik unsuru ile birlikte değerlendirilen ölçülülük incelemesinde bu açıdan
ihlal sonucuna katılmak mümkün olsa da, çoğunluk
tarafından yapılan değerlendirme sonucunda ölüm aylığının kesilmesi ve son beş
yılda yapılan ödemelerle ilgili olarak da ihlal sonucuna varıldığı
görülmektedir.
Başka bir ifadeyle, çoğunluğun kararında, önceki kararlarımızdan
farklı olarak, başvurucuya, ölüm aylığı bağlanması için Kanunda aranan asgari
hizmet süresini (askerlik borçlanması ile de) tamamlayamadan ölen eşinden
dolayı bağlanan aylığın iptal edilemeyeceği ve son beş yıllık ölüm aylığı
ödemelerinin de geri istenemeyeceği ifade edilmektedir.
Çoğunluk bu sonuca ulaşırken, idarenin hatalı işleminden dolayı
ölüm aylığından yoksun bırakılan başvurucuya somut olayın özel şartlarında
şahsî olarak aşırı bir külfet yüklendiğini ve müdahalenin içerdiği kamu yararı
amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengenin
başvurucu aleyhine bozulduğunu belirtmektedir.
Kuşkusuz somut olayda müdahalenin orantılı olup olmadığı
incelenirken idarenin, hatalı işlemini onaltı yıl
sonra belirleyebildiğinin ve yersiz ödemeleri aylığın bağlandığı tarihten
itibaren geri istediğinin dikkate alınması isabetlidir.
Ancak orantılılık incelemesinde AİHM'in
ve Mahkememizin sosyal adalet, sebepsiz zenginleşme ve sosyal güvenlik
sistemine katkıda bulunanlar açısından vurguladığı ilkeler de gözönünde bulundurulmalıdır. Bu çerçevede, başvurucunun eşi
bakımından Kanunda öngörülen en az üç tam yıl sigorta primi ödemiş olma şartının
(askerlik süresine ilişkin borçlanma da dahil olmak üzere) gerçekleşmediği,
buna rağmen başvurucuya oldukça genç yaşta sosyal güvenlik aylığı bağlandığı ve
onaltı yıl boyunca ödendiği, Kanunda öngörülen
şartların bulunmamasına rağmen söz konusu aylık bağlama işlemi iptal edilmezse
-başvurucunun aylığın kesildiği tarihteki yaşı da dikkate alındığında- daha
uzun yıllar ölüm aylığı ödenmesinin gerekeceği, böyle bir kabulün de sosyal
güvenlik sisteminin korunmasındaki kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet
hakkının korunması arasındaki adil dengenin sağlanması bakımından uygun
olmadığı belirtilmelidir. Esasen kararda da belirtildiği üzere 5510 sayılı
Kanunun 96. maddesindeki düzenlemelerin ölçülülük incelemesinde dikkate
alınmasının sebebi de bu olmalıdır.
Çoğunluğun yaptığı ölçülülük değerlendirmesinin ve ulaştığı
sonucun, AİHM’in konuya ilişkin kararlarında
belirlediği ve Mahkememizin de benimseyerek kararlarında vurguladığı ilkelerle
bağdaşmadığı açıktır.
Bu itibarla başvurucuya ödenen ölüm aylıklarından, hatalı
işlemin tespit edildiği tarihten geriye doğru en fazla beş yıllık süreye
ilişkin olanların geri istenebileceği, daha önceki yıllara ait ödemelerin
istenemeyeceği, ölüm aylığı bağlanmasının şartları bulunmadığından aylığın
iptal edilmesinin de kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının
korunması arasındaki adil dengeyi bozmadığı düşüncesiyle, çoğunluğun kararına
katılmıyorum.
Üye
M. Emin KUZ