TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
SONGÜL AKÇA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/2401)
|
|
Karar Tarihi: 19/7/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 27/9/2018-30548
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucular
|
:
|
1. Songül
AKÇA
|
|
|
2. Gülay
TURGUT
|
|
|
3. Zehra
BAYRAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa
Metin SEZGİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu
kararına karşı yapılan itirazın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 9/2/2015 ve 6/3/2015 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2015/4234 ve 2015/4796 numaralı bireysel
başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması
nedeniyle 2015/2401 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve
incelemenin 2015/2401 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın
oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden
incelenmesine karar verilmiştir.
8. İkinci Bölüm tarafından başvurunun Genel Kurul tarafından
karara bağlanması gerekli görülmüş ve İçtüzük'ün 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvurucular, çalıştıkları işyerine ait servisle işe
gittikleri sırada meydana gelen trafik kazası neticesinde yaralanarak malul
kalmıştır.
10. Başvurucular, malul kalmaları nedeniyle uğradıkları zararın
tazmini istemiyle çalıştıkları şirket aleyhine 28/8/2001 tarihinde Bursa 2. İş
Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır.
11. İş Mahkemesinin davanın reddi yönünde verdiği kararlar
Yargıtay tarafından iki kez bozulmuştur.
12. İş Mahkemesinin bozma kararları doğrultusunda yaptığı yargılamalar
sonucundadavanın reddi yönünde verdiği kararların
Yargıtay tarafından 25/5/2010 ve 1/6/2010 tarihlerinde onanması ile birlikte
yargılamalar sona ermiştir.
13. Başvurucular; makul sürede yargılama yapılmaması,
yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması, kararın gerekçesiz olması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve ayrıca yaşam, sosyal güvenlik ve
mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarıyla Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur.
14. AİHM; makul sürede yargılanma hakkının ihlaliyle ilgili
şikâyet hususunda başvurucuların 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmesi
gerektiğine, diğer şikâyetlerin ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde
(Sözleşme) belirtilen kabul edilebilirlik koşullarının yerine getirilmediğinin
saptandığı gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
15. Başvurucular, AİHM kararı doğrultusunda Komisyona müracaat
etmiştir. Başvurucular Komisyona sundukları dilekçelerinde makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarını belirtmiş, ayrıca AİHM’e yaptıkları başvurudaki diğer ihlal iddialarına yönelik
taleplerini de yinelediklerini ifade etmiştir. Komisyon 10/7/2014 ve 15/7/2014
tarihli kararlarıyla başvuruları sonuçlandırmıştır. Komisyon, makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle başvuruculara 5.800 TL
tazminat ödenmesine karar vermiştir. Aynı kararlarda, başvurucuların diğer
şikâyetleri hakkında AİHM tarafından değişik nedenlerle kabul edilemezlik
kararı verilmiş olduğu hatırlatılarak Komisyon tarafından çözüme kavuşturulacak
bir şikâyetin bulunmadığı gerekçesiyle 6384 sayılı Kanun’un 6. maddesi
gereğince diğer talepler reddedilmiştir.
16. 10/7/2014 ve 15/7/2014 tarihli Komisyon kararlarında ayrıca
başvurucuların tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karara karşı Ankara
Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz haklarının bulunduğu
belirtilmiştir.
17. Komisyon kararı 25/9/2014 tarihinde başvurucular vekiline
tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular anılan karara karşı 10/10/2014 tarihinde Bölge
İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur.
19. Bölge İdare Mahkemesi 10/12/2014, 11/12/2014, 25/12/2014
tarihli kararlarıyla itirazları süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararların
gerekçesinde, on beş günlük itiraz süresinin Komisyon kararının tebliğ
tarihinden itibaren başladığı vurgulanmıştır. Komisyon kararının 25/9/2014
tarihinde başvuruculara tebliğ edildiği, bu itibarla en geç 9/10/2014 tarihine
kadar itiraz edilmesi gerekirken 10/10/2014 tarihinde kayda giren dilekçe ile
yapılan itirazın süresinde olmadığı belirtilmiştir.
20. Nihai kararlar 9/1/2015 ve 4/2/2015 tarihlerinde
başvuruculara tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucular 9/2/2015 ve 6/3/2015 tarihlerinde ve süresinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
birinci cümlesi şöyledir:
"Komisyon kararlarına karşı tebliğ
tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare
Mahkemesine itiraz edilebilir."
23. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Süreler, tebliğ, yayın veya ilan
tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar."
24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
39. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
" Gün ile belirlenen süreler, tebligatın
yapıldığının ertesi günü işlemeye başlar."
25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 92. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
" Süreler gün olarak belirlenmiş ise
tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil
saatinde biter."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 19/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular, geçirdikleri iş kazasından dolayı uğradıkları
zararın tazmini istemiyle açtıkları davanın makul kabul edilemeyecek kadar uzun
sürdüğünü belirtmektedir. Başvurucular ayrıca söz konusu davalarda yargılamanın
sonucuna etki edecek deliller toplanmadan ve hükme esas alınan delillerin
geçersizliğiyle ilgili iddialar dikkate alınmadan eksik inceleme ve hatalı
değerlendirmeye istinaden verilen kararların adil olmadığından şikâyet etmekte,
uğradıkları tüm hak ihlallerinin giderimi için başvurdukları Komisyondan da
tatmin edici bir sonuç elde edemediklerini ifade etmektedir. Bu bağlamda
başvurucular, Komisyon kararına karşı yaptıkları itirazın süre aşımından
reddedilmesinin de adil olmadığını belirtmektedir. Başvuruculara göre sürelere
ilişkin genel esasların düzenlendiği 2577 sayılı Kanun'un 8. maddesi ile 6100
sayılı Kanun'un 92. maddesi uyarınca tebliğ gününün hesaba katılmaması ve
sürelerin tebliği izleyen günden itibaren başlatılması gerektiğinden bu şekilde
yapılacak hesaplamaya göre itirazları süresindedir. Başvurucular yukarıda
belirttikleri nedenlerle yaşam, mülkiyet, sosyal güvenlik ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
28. Anayasa’nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların yukarıda yer verilen
şikâyetlerinin özü, geçirdikleri iş kazası ve bununla ilgili olarak açtıkları
dava nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri hak ihlallerinin giderimi için
başvurdukları Komisyon kararına karşı yaptıkları itirazın süre aşımından
reddedilmesi nedeniyle Komisyon kararının esasının incelenememesidir. Bu
itibarla belirtilen ihlal iddiaları, adil yargılanma hakkının güvencelerinden
biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede,
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
32. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
33. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
34. Somut olayda idari karara karşı yapılan itirazın süre
aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle
başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu
görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
35. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
36. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir
sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
37. Başvurucuların Komisyon kararına karşı yaptıkları itirazın
süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Bölge İdare Mahkemesi kararının
itirazın tebliğ tarihinden itibaren
on beş gün içinde yapılabileceğine ilişkin 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin
(3) numaralı fıkrasına dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda
başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının
mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
38. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (Daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54, 55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)
Genel İlkeler
39. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
40. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava
açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir
ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede
zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresininmakul
olup olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği,
davanın konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup
olmadığı gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır.
Öngörülen sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına,
gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle
orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673,
25/7/2017, § 65).
41. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye
erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban, § 66).
Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu
yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel
başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin
belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi
tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin
yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında
incelemektir (Ahmet Yıldırım, B.
No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46).
42. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun
hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı
şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı
ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin
sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını
zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik
ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin
kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye
erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 67).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
43. Somut olayda başvurucuların itiraza konu ettikleri işlemler
10/7/2014 ve 15/7/2014 tarihli Komisyon kararlarıdır. Söz konusu kararların
25/9/2014 tarihinde başvuruculara usulüne uygun olarak tebliğ edildiği
hususunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilafın itiraz başvuru
süresinin başlangıcı olarak hangi tarihin (tebliğ tarihi/tebliğ tarihini izleyen
gün) kabul edileceği noktasından kaynaklandığı görülmektedir.
44. Bölge İdare Mahkemesi idari işlemin tebliğ edildiği günü de
sayarak on beş günlük itiraz süresini hesaplamıştır. Buna göre işlemin tebliğ
edildiği tarih de sayıldığında 10/10/2014 tarihinde gerçekleştirilen itirazın
on altıncı günde yapıldığı ve süresinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bölge
İdare Mahkemesi bu uygulamasını 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (3) numaralı
fıkrasına dayandırmıştır. Anılan fıkrada, Komisyon kararlarına karşı itiraz
süresinin tebliğ tarihinden itibaren
on beş gün olduğu hükme bağlanmıştır.
45. Başvurucular ise itiraz süresinin Komisyon kararının tebliğ
tarihini izleyen gün olan 26/9/2014 tarihinden başladığını ileri sürmekte; bu
iddialarını 2577 sayılı Kanun'un sürelerle ilgili genel esasların düzenlendiği
8. maddesinde ve 6100 sayılı Kanun'un 92. maddesinde yer verilen, sürelerin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren
başlayacağı yönündeki kurala dayandırmaktadır. Başvuruculara göre tebliği izleyen
günden itibaren on beşinci günde yaptıkları itirazsüresindedir.
46. 2577 sayılı Kanun'un 8. maddesinde, sürelerin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren
işlemeye başlayacağı hükme bağlanmaktadır. Benzer hükümler 5271 ve 6100 sayılı Kanunlar'da da yer almaktadır. Derece mahkemesinin tebliğ tarihinden itibaren ile tebliğ tarihini izleyen günden itibaren
lafızları arasında bir ayrım yapması ve bu iki kavrama farklı anlamlar
yüklemesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak derece mahkemeleri dava açma süresine
ilişkin hukuk kurallarını yorumlarken tüm hukuk sistemini bir bütün olarak gözönünde bulundurmak ve başvurucuların mahkemeye erişim
haklarını aşırı kısıtlayacak biçimde katı ve şekilci yorumlardan kaçınmak
durumundadır. Özellikle muğlak ve yorumu gerektiren ifadelerin başvurucular
açısından -hukuk sistemi bir bütün olarak dikkate alındığında- öngörülemez
biçimde yorumlanması başvuruculara aşırı bir külfet yüklenmesi ve mahkemeye
erişim hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir.
47. Hukuk sistemimizdeki hukuk ve ceza yargılamaları ile idari
yargılamaya ilişkin temel yargılama usulü kanunlarında (2577, 5271 ve 6100
sayılı Kanunlar) yargı mercileri nezdinde gerçekleştirilecek her türlü yargı
işlemlerinde uygulanacak sürelerin hesaplanmasında tebligatın yapıldığı tarihin
dikkate alınmamasının ve sürenin tebliği izleyen günden itibaren
başlatılmasının genel bir yargılama usulü kuralı olarak benimsendiği
anlaşılmaktadır. Öte yandan her üç yargı kolundaki içtihadın ve uygulamanın da
mevzuattaki bu düzenlemeye uygun ve onunla aynı yönde yerleştiği görülmektedir.
48. Bölge İdare Mahkemesinin 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında yer alan
"tebliğ tarihinden itibaren" ibaresini, işlemin tebliğ
edildiği tarihi de kapsayacak biçimde yorumlamasının ve bu suretle itiraz
süresinin hesabında işlemin tebliğ edildiği tarihin de sayılmasının yukarıda
değinilen temel kanunlar ve bu kanunlar çerçevesinde şekillenen uygulamayla
uyumlu olmadığı açıktır. Şüphesiz ki Bölge İdare Mahkemesinin bu yorumunun
keyfî olduğu öne sürülemez. Ancak anılan hükmün diğer temel usul kanunları ve
bunlara ilişkin uygulamayla tezat oluşturan bu şekildeki yorumunun başvurucular
açısından öngörülebilir olmadığı da aşikârdır. Kuralda, itiraz süresinin
hesabında idari işlemin tebliğ edildiği günün de sayılacağı yolunda bir
açıklığın bulunmadığı hususu da gözetildiğinde başvurucuların bu hükme, temel
usul kanunlarında yer verilen düzenlemedeki anlamı yüklemeleri ve işlemin
tebliğ edildiği tarihin itiraz süresinin hesabında dikkate alınmayacağı yolunda
beklentiye girmiş olmaları başvurucular açısından temelsiz bir yaklaşım olarak
görülemez.
49. Sonuç olarak 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında yer alan "tebliğ tarihinden
itibaren" ibaresinin temel usul kanunlarına ilişkin yerleşmiş
uygulamalardan farklı olarak kararın tebliğ edildiği tarihin de itiraz
süresinin hesabında dikkate alınacak şekilde yorumlanmasının -Komisyon
kararının tebliğ edildiği tarihin de itiraz süresinin hesabında dikkate alınacağı
yolunda açık bir hükmün bulunmadığı da gözetildiğinde- aşırı katı ve şekilci
olduğu değerlendirilmiştir. Bu durumda itiraz süresi öngörülmesiyle amaçlanan
kamusal yarar ile başvurucuların mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki
bireysel menfaat arasındaki dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu ve derece
mahkemesinin öngörülemez yorumu nedeniyle itiraz hakkından mahrum kalan
başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmaktadır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
52. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
53. Mehmet Doğan
kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin
ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet
Doğan, §§ 57, 58).
54. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi
amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak
yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın
kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin
gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını
tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek
üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet
Doğan, § 59).
55. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradıkları maddi ve manevi zararların tazminine karar
verilmesi talebinde bulunmuştur.
56. Anayasa Mahkemesi 6384 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının öngörülemez bir şekilde yorumlanarak başvurucuların
itirazlarının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
57.
Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre
yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Bölge İdare Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
58. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 680,70 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.660,70 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için Ankara Bölge İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE (Karar,Ankara
Bölge İdare Mahkemesi 3. Kurulunun10/12/2014 tarihli ve E.2014/1039, 2014/1248
sayılı; 11/12/2014 tarihli ve E.2014/1054, K.2014/1263 sayılı; 25/12/2014
tarihli ve E.2014/1058, K.2014/1279 sayılı kararlarıyla ilgilidir.),
D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
E. 680,70 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.660,70 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
19/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.