TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RANA DEMİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/3146)
|
|
Karar Tarihi: 11/9/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Sinan ARMAĞAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Rana DEMİR
|
|
|
2. Batuhan Ali DEMİR
|
|
|
3. Ahmet DEMİR
|
Vekillleri
|
:
|
Av. Altan BALANTEKİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; doğum sırasında tıbbi ihmal sonucu çocukta kalıcı
bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkının, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Batuhan Ali Demir, diğer başvurucular olan
Rana Demir ve Ahmet Demir'in oğludur. Başvurucu Rana Demir, doğum sancılarının
başlaması üzerine 20/5/2005 tarihinde ağrı şikâyetiyle Hacettepe Üniversitesi
Hastanesine başvurmuştur. Başvurucunun hastane yatışı sağlanarak tetkikleri
yapılmıştır. Doğum öncesi fetal ultrasonografi yöntemiyle yapılan ölçümde
bebeğin ağırlığı 4.200 g olarak belirlenmiştir. Doğum aynı gün saat 16.45'te
normal doğum yöntemiyle gerçekleşmiştir. Başvurucu Batuhan Ali Demir, 4.740 g
ağırlığında dünyaya gelmiştir.
9. Doğum sonrasında bebeğin muayenesinde sağ kolda mororefleksinin
olmadığının pediatri ve ortopedi bölümleri tarafından değerlendirilmesi
sebebiyle başvurucuların takibi yapılmış ve 27/5/2005 tarihinde anne ve bebek
taburcu edilmiştir.
10. Başvurucuların sunduğu belgelerden açık ve ayrıntılı olarak
anlaşılamamakla birlikte bebeğin tedavisinin bir kısmı aynı hastanede devam
etmiştir.
11. Başvurucu Batuhan Ali Demir hakkında Hacettepe Üniversitesi
İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi tarafından 26/12/2005 tarihinde bir sağlık
raporu düzenlenmiştir. Özel eğitim amacıyla düzenlenen ve kontrol süresinin iki
yıl olarak belirtildiği söz konusu raporda sağ koldaki fonksiyon kaybının %20
olarak tespit edildiği görülmüştür.
12. Başvurucular, bebeğin doğumu sırasında vücut ağırlığının
hatalı belirlenip sezaryen yerine normal doğum yolunun tercih edildiğini ve
doğum anında yeterli ekipman kullanılmayıp doğuma katılan sağlık personelinin
yanlış ve ihmal içeren davranışı nedeniyle sağ kolda arızaya sebep olduğunu
belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Ankara 4.
İdare Mahkemesine (Mahkeme) 8/2/2008 tarihinde tam yargı davası açmışlardır.
Başvurucular dava dilekçesinde özetle doğum öncesi kontrol ve muayenelerin
yapıldığı hastanede normalden büyük bir bebek dünyaya geleceğinin bilinmesine
rağmen sezaryen yerine normal doğum yaptırılması ve doğum esnasında vakum
cihazı kullanılmaması nedenleriyle bebeğin sağ kolunda kalıcı olarak sakatlığa
sebep olan idarenin kusurlu davrandığını iddia etmişlerdir.
13. Çocuğun sağ kolunun sakat kalmasında davalı idarenin
kusurunun bulunup bulunmadığı, kusur varsa oranının belirlenmesi amacıyla
yargılama sırasında Mahkeme tarafından Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor
alınmıştır. Mahkemece -ATK'nın talebi üzerine- doğum
öncesinde hastanede yapılan muayene ve kontrol sonuçları da ATK'ya
gönderilmiştir. ATK 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 23/12/2009 tarihli
raporda;
- Birinci doğumu normal yolla yapan ve doğum öncesi bakılan fetal ultrasonografide tahmini doğum ağırlığı 4.200 g
olarak belirlenen gebenin normal (vajinal) doğuma bırakılma kararının tıbben
uygun olduğu,
- Travayda
(doğum sancıları başlamış hâlde) olan gebede doğum ağırlığı tahmini
yapılamayabileceği,
- Omuz distosisinin
(omuz takılması) normal doğumlarda bir komplikasyon olarak ortaya çıkabileceği,
- Bebekte ortaya çıkan brakial plexus zedelenmesinin doğumun bir
komplikasyonu olarak meydan geldiği,
- İdarenin tıbbi işlemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu
tespitlerine yer verilmiştir.
14. Mahkeme 30/9/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, ATK raporuna atıf yapılarak doğum sırasında çocuğun sağ
kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı
belirtilmiştir.
15. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin (Daire) 31/1/2014 tarihli ilamıyla, yerel mahkeme kararının
gerekçelerinde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek maddi ve
manevi tazminat yönünden onanmış; davacılar aleyhine nisbi
vekâlet ücretine hükmedilmesi sebebiyle vekâlet ücreti yönünden karar
bozulmuştur.
16. Başvurucuların onama kararına karşı karar düzeltme talepleri
ise Dairece 23/12/2014 tarihinde reddedilmiştir.
17. Nihai karar 6/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 20/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"İdari
dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil,
sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
..."
20. 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri
yazılı bildirim üzerine veya başka süretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilme-sini
istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu
konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış
gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren,
dava süresi içinde dava açılabilir.”
21. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
24. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, §
90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 49).
25. AİHM'e göre taraf devletler,
uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında
doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici
tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden
bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya
çıkması durumunda ilgili devlet, hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu
tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye
(k.k.),
B. No: 28870/05, 25/5/2010).
26. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 11/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
28. Başvurucular; doğum öncesinde yapılan kontrolde bebeğin
ağırlığının 4.200 g olarak ölçüldüğünü, suni sancı verilmek suretiyle normal
doğum yönteminin izlendiğini hâlbuki ağırlık ölçümünde olağan hata payının çok
üstüne çıkıldığını ve ağırlığın yanlış hesaplandığını ileri sürmüşlerdir. Bu
yüzden daha az riskli sezaryen yerine normal doğum şeklinin tercih edildiğini
belirten başvurucular, doğum sırasında vakum dahi kullanılmadan el ile müdahale
yapılması nedeniyle bebeğin sağ kolundaki sinirlerin zedelendiğini ve sağ
koldaki hareket kısıtlılığının doktor raporuyla sabit olduğunu iddia
etmişlerdir. Ayrıca başvurucular açtıkları davada alınan bilirkişi raporunun
hatalı ve bilirkişi heyetinin yetkisiz olduğunu, bebeğin ağırlığının yanlış
ölçülmesinde bir kusur olup olmadığı konusunda görüş bildirebilecek olan
radyoloji uzmanı bir doktorun bilirkişi heyetinde yer almadığını, normal doğum
kararının uygun olduğunu ve doğum ağırlığının tahmin edilemeyeceğini belirten
bilirkişi raporunun yapılan ölçümdeki hata payının çok fazla olduğunu ve ortaya
çıkan sonucun bu yanlışla başladığını görmezden geldiğini ifade etmişlerdir.
Başvurucular, yeniden bilirkişi raporu alınması gerekmesine rağmen bu rapora
dayanılarak maddi ve manevi tazminat istemlerinin yetersiz gerekçeyle
reddedilmesi nedeniyle hukuki dinlenilme ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
29. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
30. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler."
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
32. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
33. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
34. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
36. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
37. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
38. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk,§ 51).
39. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
40. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının da makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine
getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin
yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede
derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet,
yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak
ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Yasin Çıldır, B. No:
2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli,
B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
41. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015
§ 44).
42. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
43. Başvurucuların ileri sürdüğü iddiaların temelinde doğum
öncesinde hastanenin takibinde bulunmalarına rağmen bebeğin doğum ağırlığının
yanlış hesaplanması ve bunun sonucunda doğum yönteminin hatalı belirlenmesi,
ayrıca doğum sırasında ortaya çıkan soruna yanlış müdahale edilmesi
yatmaktadır.
44. Omuzdaki kalıcı arazın dosyaya yansıyan bilgilere ve
bilirkişi raporundaki tespitlere göre doğum yönteminden kaynaklandığı açık
olduğundan üzerinde durulması gereken ilk husus, doğum yöntemi tercihini
belirleyen sebeplerde tıbbi bir hata yapılıp yapılmadığı ve yapılmışsa bunun hizmet
kusuru sayılıp sayılamayacağıdır.
45. Somut olayda bebeğin doğum ağırlığına ilişkin yapılan ölçüm
(bkz. § 8) normal doğum yönteminin tercih edilmesine neden olan unsurlardan
biridir. Başvurucular, bebeğin doğum ağırlığı doğru hesaplansaydı sezaryen
doğum yönetimini tercih edebileceklerini ileri sürmüş iseler de tıbbi kurallar
ve uygulamalar konusunda uzman olan ATK, doğum sancıları başlamış gebede -somut
olayda başvurucu annede- bebeğin doğum ağırlığının tahmin edilemeyebileceğini
söyleyerek mevcut ağırlık ölçümünün tıbbi bir hata olarak
değerlendirilemeyeceğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte ATK'nın
hazırladığı bilirkişi raporunda bebeğin doğum ağırlığı yanında başvurucu
annenin daha önce de normal doğum yöntemiyle bir bebek dünyaya getirdiği ve
doğumun gerçekleştiği gün hastaneye müracaat eden annede doğum eyleminin
başladığı hususlarına vurgu yapılarak fetal ultrasonografide 4.200 g olarak tahmin edilen ölçüm
sonrasında normal doğum yönteminin tercih edilmesinin tıbben uygun olduğu
tespit edilmiştir.
46. Doğum ağırlığı ölçümünde ve ölçüm sonucuna göre de normal
doğum yönteminin tercih edilmesinde tıbbi bir hatadan bahsedilemeyeceğini
belirten ATK, doğum esnasında bebeğin omzunun takılmasının ve omuz sinirlerinin
zedelenmesinin normal doğumun bir komplikasyonu olduğunu saptamıştır.
47. Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık
personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların
meydana gelme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun öncelikle
belirtilmesi gerekir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi işleminin anormal
ve öngörülemez sonuçları, tıbbi işlemlerin risklerinden kaynaklanmaktadır (Eliçe Aydın ve diğerleri, B. No: 2015/5228,
20/3/2019, § 53).
48. Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası
sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve
ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli,
mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin gerçekleşmesini
önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir.
Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde
davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya
tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri, § 54).
49. Doğum anında omuz takılmasına ilişkin müdahalenin hatalı
olduğunu, vakumla müdahale edilmesi gerektiğini ileri süren başvurucuların söz
konusu iddialarının herhangi bir bilimsel eser veya uzman görüşü çerçevesinde
temellendirilmediği görülmektedir. Bununla birlikte ATK raporunda, doğum
sırasında omuz takılması komplikasyonun nasıl geliştiği ve buna ne şekilde
müdahale edildiği hastanenin evrakları doğrultusunda incelenmiş ve meydana
gelen omuz takılmasına ilişin olarak yapılan işlemlerde tıp kurallarına göre
bir hata olmadığı ifade edilmiştir. Dolayısıyla doğum öncesinde başvurucu
annenin hastanede yaptırdığı kontrol ve tetkikler de incelenerek (bkz. § 13)
tıbbi uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi raporuyla
belirlendiği ve söz konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak idarenin
kusurlu olmadığının tespit edildiği gözönünde
bulundurulduğunda başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların ilgili ve
yeterli bir gerekçeyle karşılandığı görülmektedir. Bu durumda uyuşmazlığın
çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17.
maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut
olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine
getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
51. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
1. Başvurucuların İddiaları
52. Başvurucular, davanın açıldığı 8/2/2008 tarihinden karar
düzeltme talebinin reddedildiği 23/12/2014 tarihine kadar yargılamanın sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
53. 1/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
54. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
55. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
56. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
57. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve
geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.