TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SENAY MELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/3470)
|
|
Karar Tarihi: 10/10/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Halil İbrahim DURSUN
|
Başvurucu
|
:
|
Senay MELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Fethi GÜMÜŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, güvenlik güçleri içerisinde örgütlendiği ileri
sürülen bir yapı tarafından gerçekleştirilen öldürme olayı hakkında etkili bir
ceza soruşturması yürütülmemesi ve yaşamın bu yapıya karşı korunamaması
nedenleriyle yaşam hakkının; olay nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun
kapsamında yapılan müracaat sonrasında idari yargıda açılan davanın makul
sürede sonuçlandırılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının; diğer ihmal olaylarına oranla bu tarz olaylarda daha düşük
tazminata hükmedilmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava ve ceza
soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 2/6/1994 tarihinde uğradığı bir silahlı saldırı
sonucu yaşamını yitiren Ab.M. adlı kişinin eşidir.
Aynı saldırıda Ab.M.nin şoförü Me.A.
da yaşamını yitirmiştir. Başvurucu; bireysel başvuru formunda, olayın meydana
geldiği tarihte Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Şanlıurfa İl Başkanlığı
görevini yürütmekte olan eşinin devlet içinde örgütlendiği ileri sürülen
Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele (JİTEM) adlı bir yapı tarafından
öldürüldüğünü belirtmiştir.
A. Olay Hakkındaki Ceza
Soruşturması Süreci
9. Şanlıurfa'da 2/6/1994 tarihinde M. Apartmanı'nın önünde kavga
olduğunun polise bildirilmesi üzerine O.D., G.M.U. ve M.A. adlı polis memurları
olay yerine gitmiştir. Olay yerine giden polis memurları, M. Apartmanı'nın
önünde silahlı bir çatışmanın yaşanmış olduğunu görmüştür. Polis memurlarınca
hazırlanan 2/6/1996 tarihli Olay Yeri Görgü
ve Tespit Tutanağı'nda
özetle olay yerine gidildiğinde M. Apartmanı'nın bahçesinin giriş kapısının
önünde bulunan 63 .. 006 plakalı araçta mermi delikleri olduğunun görüldüğü, bu
aracın ön tarafında Me.A. adlı şahsın, apartmanın
zemin katındaki kalorifer dairesinin giriş kapısının önünde ise Ab.M. adlı şahsın yaralı olarak bulunduğu, yaralı olan bu
kişilerin ayrı ayrı araçlara bindirilerek hastaneye sevk edildiği ifade
edilmiştir. Tutanakta apartmanın bahçe kapısı ile kalorifer dairesinin giriş
kapısı önünde diğer bazı delillerin yanı sıra birçok boş mermi kovanının
bulunduğu belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca kalorifer dairesinin yanında Ab.M.ye
ait olduğu değerlendirilen siyah bir çanta içinde bir adet tabancanın bulunduğu
belirtilmiştir. Son olarak olayı 06 .. 246 plakalı B. marka beyaz bir araçta
bulunan kişilerin gerçekleştirdiği ve bu kişilerin olay yerinden kaçtığı ifade
edilmiştir.
10. Saldırıda yaralanan Ab.M. ve Me.A. kaldırıldıkları hastanede aynı gün yaşamlarını
yitirmiştir.
11. Olay hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan
soruşturma kapsamında 2/6/1994 tarihinde olay yeri incelemesi ile klasik otopsi
işlemleri gerçekleştirilmiştir.
12. Olay yeri incelemesi sırasında bulunan 7.62x39 mm çap ve
tipindeki on dört mermi kovanı ile 9x19 mm çap ve tipindeki yirmi yedi mermi
kovanı Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına
gönderilmiştir. Olay yerinde bulunan bu mermi kovalarının hangi silahtan
atıldığı tespit edilememiştir. Bunun üzerine söz konusu mermi kovanları "Silahı Tespit Edilemeyen Olaylar Arşivi"nde muhafaza altına
alınmıştır. Mermi kovanlarına ilişkin 5/6/1994 tarihli uzmanlık raporunda söz
konusu mermi kovanlarının atılmış olduğu silahların tespit edilmesi hâlinde
durumun ek uzmanlık raporu ile bildirileceği ifade edilmiştir.
13. Ayrıca soruşturma kapsamında bazı kişilerin ifadeleri
alınmıştır. Cumhuriyet savcısı, olay tarihinde bina görevlisi olan R.Y.nin ifadesini 2/6/1994 tarihinde almıştır. R.Y.
ifadesinde özetle olayı gerçekleştiren kişileri görmediğini, olaydan önce
şüpheli şahıs ya da şahıslara da rastlamadığını belirtmiştir. Cumhuriyet
savcısı, yaralı olarak hastaneye kaldırılan kişilere tıbbi müdahalede bulunan
doktorların da ifadelerini almıştır. Doktorlar, ifadelerinde yaralı olarak
hastaneye getirilen Ab.M. ve Me.A.nın
olayla ilgili olarak kendilerine bir şey söylemediğini, bu kişilerin zaten
hastaneye getirilmelerinden kısa bir süre sonra hayatlarını kaybettiğini ifade
etmişlerdir.
14. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, olayı soruşturma görev ve
yetkisinin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığında
olduğunu belirterek 30/6/1994 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Bu karar
sonrasında olay hakkındaki soruşturmayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Başsavcılığı 1994/4218 sayılı dosya üzerinden yürütmeye başlamıştır.
15. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı
11/7/1994 tarihinde olayın fail ya da faillerinin zamanaşımı süresi dolana
kadar daimî aramaya tabi tutulmasına karar vermiştir.
16. Bu tarihten sonra kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın
fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Diyarbakır
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
17. Başvurucu 13/8/1999 tarihinde vekili aracılığıyla dosyanın
bir suretini Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından
talep etmiştir. Bu talep üzerine 16/8/1999 tarihinde soruşturma evrakının bir
kısmının onaylı sureti başvurucu vekiline verilmiştir.
18. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı
18/5/2004 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı olayın fail ya da faillerinin zamanaşımı
süresi doluncaya araştırılmasını ve bu konu hakkında üç ayda bir, düzenli
olarak Başsavcılığa bilgi verilmesini ilgili kolluk makamlarından talep
etmiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı bu
kararında zamanaşımı tarihi olarak 3/6/2014 tarihini göstermiştir.
19. Daimî arama kararı uyarınca kolluk görevlilerince
düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin
tutanaklar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
20. Saldırıda ölen Ab.M.nin kardeşi
Ö.F.M., ağabeyinin çok yakın arkadaşı olan E.K.nın
olayla ilgili olarak ifadesinin alınması için 28/7/2009 tarihinde Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe sunmuştur. Bunun üzerine 7/6/2010
tarihinde tanık sıfatıyla E.K.nın ifadesi alınmıştır.
E.K. ifadesinde özetle 1993 yılında HADEP Şanlıurfa il başkanlığı görevini
yürüttüğünü, aynı Parti teşkilatında olmalarından dolayı Ab.M.yi
tanıdığını, Ab.M. öldürüldüğünde kendisinin ceza
infaz kurumunda olduğunu, söz konusu dönemlerde Parti faaliyetlerini
bırakmadıkları takdirde öldürülecekleri yönünde birçok tehdit aldıklarını ifade
etmiştir.
21. Saldırıda ölen Ab.M.nin kardeşi
Ö.F.M., 10/8/2010 tarihli bir dilekçe ile Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına
müracaat etmiş ve ağabeyinin ölümüne neden olan olayın yaşandığı tarihte
Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Şanlıurfa Valiliği görevlerinde bulunan
kişilerin söz konusu olayda sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürmüştür. Ö.F.M.,
ağabeyinin ölümünde bu kişilerin sorumluluğunun bulunduğu iddiasını 3/8/2010
tarihinde bir televizyon programında açıklamalarda bulunan A.K.ya
dayandırmıştır. Ö.F.M., emekli Korgeneral A.K.nın
anılan programda 1993-1997 yıllları arasındaki faili
meçhullerin bir devlet politikası olduğunu belirttiğini ifade etmiştir.
22. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, Ö.F.M.nin
dilekçesi üzerine yeni bir soruşturma dosyası açmış ancak 29/9/2010 tarihinde
görevsizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ise kendisine gönderilen bu
soruşturma dosyasının olay hakkındaki 1994/4218 sayılı soruşturma dosyası ile
birleştirilmesine 8/11/2010 tarihinde karar vermiştir.
23. Başvurucu 3/4/2013 tarihinde vekili aracılığıyla soruşturma
dosyasının bir suretini almıştır.
24. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, olay yerinde bulunan
mermi kovanlarının incelenmesi için Diyarbakır Kriminal
Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Bunun üzerine Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce hazırlanan
8/4/2013 tarihli ekspertiz raporunda özetle olay yerinde bulunan 7.62x39 mm çap
ve tipindeki on dört mermi kovanı ile 9x19 mm çap ve tipindeki yirmi yedi mermi
kovanının "Silahı Tespit Edilemeyen
Olaylar Arşivi"nde
kayıtlı mermi kovanları ile karşılaştırıldığı ancak soruşturma konusu olay ile
arşivdeki olaylar arasında bir irtibat kurulamadığı belirtilmiştir.
25. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2014 tarihli ve 6526
sayılı Kanun uyarınca 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu'nun 10. maddesi gereği kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet
başsavcılıklarının görevlerine son verildiği gerekçesiyle 10/3/2014 tarihinde
yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir.
26. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2014 tarihinde
Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazarak olay hakkında herhangi bir
bilgi ve belgenin tespit edilip edilmediğini sormuştur. Bunun üzerine Şanlıurfa
İl Emniyet Müdürlüğü 13/11/2014 tarihli bir yazı ile Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığına olay hakkında bilgi vermiştir. Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü bu
yazıda Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının
18/5/2004 tarihli daimî arama kararını ilgi göstererek olayın fail ya da
faillerinin araştırıldığını, bu husus ile ilgili olarak üç ayda bir Diyarbakır
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına bilgi verildiğini ancak
faillerin yakalanamaması üzerine zamanaşımı süresi olan 3/6/2014 tarihinde
aramalara son verildiğini belirtmiştir.
27. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 28/11/2014 tarihli
talimatı doğrultusunda İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
14/1/2015 tarihinde A.K. adlı emekli korgeneralin ifadesi alınmıştır. A.K.,
katıldığı bir televizyon programında terörle mücadele ile ilgili genel
değerlendirmeler yaptığını, değerlendirmelerinin özel bir olaya dair
olmadığını, kendisinin denizci olması nedeniyle herhangi bir terörle mücadele
harekatına katılmadığını belirtmiştir.
28. Başvurucunun vekili 3/2/2015 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaat ederek soruşturmanın hangi aşamada olduğunu sormuştur.
Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmanın derdest olduğunu başvurucu
vekiline bildirmiştir.
29. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, somut olayda zamanaşımı
süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle 20/7/2015
tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
B. İdari Yargı Süreci
30. Başvurucu, eşinin ölümü nedeniyle uğramış olduğu maddi ve
manevi zararların tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun uyarınca Şanlıurfa
Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) müracaat
etmiştir. Bu müracaatta başvurucunun iki çocuğu da maddi ve manevi zararlarının
tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu bu dilekçede özetle eşinin
kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısı sonucunda
öldürüldüğünü, olayın yaşandığı dönemin ülke genelinde terörün en yoğun
yaşandığı, birçok sivil vatandaşın kimliği belirsiz kişilerce öldürüldüğü bir
dönem olduğunu belirtmiş ve toplam 180.000 TL maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
31. Zarar Tespit Komisyonu 23/11/2005 tarihli ve 2005/139 sayılı
karar ile başvurucuya ve iki çocuğuna toplam 14.560 TL ödenmesine karar
vermiştir.
32. Söz konusu meblağı kabul etmeyen başvurucu 20.000 TL maddi,
30.000 TL manevi olmak üzere toplam 50.000 TL tazminatın tarafına ödenmesine
karar verilmesi istemiyle Şanlıurfa Valiliğine karşı Gaziantep İdare
Mahkemesinde 14/2/2006 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde,
eşinin kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısı sonucunda
öldürüldüğünü yinelemiş ve olay nedeniyle ciddi derecede maddi ve manevi zarara
uğradığını ifade etmiştir. Başvurucu; dava dilekçesinde, Zarar Tespit Komisyonu
kararının iptalini istemiş ve tazminat hukukunun genel ilkeleri doğrultusunda
hesaplanacak olan maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde
bulunmuştur. Ayrıca maddi tazminat miktarının belirlenmesinde somut olayın
koşullarının dikkate alınmayarak sabit bir tazminata hükmedilmesinin
hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu dava dilekçesinde son
olarak somut olayda manevi zararlarının da karşılanması gerektiğini ifade
etmiştir.
33. Gaziantep İdare Mahkemesi 20/11/2006 tarihinde davanın yetki
yönünden reddine ve dosyanın yetkili Şanlıurfa İdare Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
34. Bunun üzerine yargılamaya devam eden Şanlıurfa İdare
Mahkemesi 28/9/2007 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin
ilgili kısımları şöyledir:
"(...)
(...)
davacı vekili tarafından 5233 sayılı Yasa kapsamında eşinin kimliği belirsiz
kişiler tarafından öldürülmesi dolayısıyla uğradığı ileri sürülen maddi ve
manevi zararın tazmini istemiyle yaptığı başvuru üzerine davalı idarece gerekli
tahkikatların yapılarak davacının eşinin terör mağduru olduğunun tespit
edildiği ve anılan Yasa ve ilgili Yönetmeliğin yukarıda metnine yer verilen
hükümleri doğrultusunda (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile
çarpımı sonucunda bulunan miktarın ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında
ödeme yapılmasına karar verildiği anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka
aykırılık bulunmamıştır.
Davacının, 5233 sayılı Yasa ile sabit bir
tazminat miktarı belirlenmesinin hukukun genel ilkelerine aykırı olduğu
iddiasına gelince; davacı tarafından eşinin terör örgütü mağduru olduğundan
bahisle yapılan başvuru, 233 sayılı Yasa kapsamında yapılmış olup, davalı idare
tarafından yasa ile öngörülen miktarın ödenmesine karar verilmiş olup, davalı
idare tarafından yasa ile öngörülen hesaplama şeklinin dışına çıkılması mümkün
olmadığından davacının bu hususa ilişkin iddiası yerinde görülmemiştir."
35. Başvurucu genel olarak dava dilekçesinde belirttiği
hususları yineleyerek temyiz yoluna başvurmuştur.
36. Danıştay Onbeşinci Dairesi
17/6/2014 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
37. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/12/2014
tarihli kararıyla reddedilmiştir.
38. Bu karar 13/2/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
39. Başvurucu 25/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
40. İlgili hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu (B.
No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32-69); Aziz
Biter ve diğerleri (B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 21-33); 5233
sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., 12., 13.,geçici 1., geçici 4.
maddeleri; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1.
maddesinin (2) numaralı fıkrası, 12. ve 13. maddeleri.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu; eşinin faili meçhul bir cinayetle öldürüldüğünü,
bu olayın JİTEM adlı bir örgüt tarafından yapılmış olabileceğini ancak etkili
bir ceza soruşturması yürütülmediği için olayın aydınlatılamadığını
belirtmiştir. Devletin kendi yetki alanındaki kişilerin güvenliğini sağlama ve
can güvenliğini koruma yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle eşinin yaşam
hakkının ihlal edildiğini, JİTEM denilen örgütün faaliyetlerinin devlet
tarafından engellenmediğini, bu sebeple devletin ihmal ve kusurundan kaynaklı
olarak eşinin yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu eşinin
kürt kökenli bir vatandaş olması nedeniyle bu tarz
bir eyleme maruz kaldığını, yine olayın bu sebeple etkili bir şekilde
soruşturulmadığını, ceza soruşturmasının hâlen bir sonuca bağlanmamış olduğunu
ileri sürmüştür. Başvurucu bu iddialarla yaşam hakkının, adil yargılanma
hakkının, makul sürede yargılanma hakkının, etkili başvuru hakkının ve
ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, eşinin JİTEM
adlı bir örgüt tarafından öldürüldüğüne ilişkin önemli veriler olmasına rağmen
olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği için olayın
aydınlatılmadığı ve JİTEM denilen örgütün faaliyetlerinin devlet tarafından
engellenememesi nedeniyle yaşam hakkının korunamadığı iddiaları ile ilgilidir.
Başvurucu, bireysel başvuru formunda ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ise de soruşturma makamları önünde bu iddiasını dile getirdiğine
ilişkin bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine ibraz etmemiştir. Başvurucunun
adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkı kapsamında ileri sürdüğü
hususların ise yaşam hakkının usul yönüyle ilgili olduğu kanaatine varılmıştır.
Bu nedenle başvurucunun bu başlık altındaki tüm iddialarının Anayasa'nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
44. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
45. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.”
46. Başvuru konusu olayda, ölüm olayının faillerinin tespit
edilebilmesi için yetkili merciler tarafından yürütülmüş bir ceza soruşturması
süreci bulunmaktadır. Diğer yandan başvurucu, eşinin öldürülmesi nedeniyle
maddi ve manevi zarara uğradığı iddiasıyla önce Zarar Tespit Komisyonuna,
taleplerinin kabul edilmemesinin ardından ise İdare Mahkemesine başvurmuştur.
47. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvuruda
devletin etkili bir ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünü ve yaşamı koruma
yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başka bir anlatımla mevcut
başvuru, olayın aydınlatılarak faillerinin cezai yaptırımlarla hesap
vermelerinin sağlanamadığına ve yaşam hakkının korunması için gerekli adımların
atılmadığına ilişkindir.
48. Bu durum dikkate alındığında somut olayda başvurucunun temel
olarak iki ayrı şikâyetinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu şikâyetlerden
birincisi olayın faillerinin bulunması için yeterince araştırma yapılmadığı,
ikincisi ise kişinin yaşamının JİTEM adlı örgüte karşı korunamadığı hususu ile ilgilidir.
Başvurucu, başvuru formunda JİTEM denilen örgütün faaliyetlerinin devlet
tarafından engellenememesi nedeniyle yaşam hakkının korunamadığını açıkça
belirtmiştir.
49. Bu iki şikâyetin niteliği itibarıyla birbirinden farklı
olduğu açıktır. Bu farklılık, yaşam hakkı kapsamında tüketilmesi gereken uygun
başvuru yolunun hangisi olduğu konusuyla da yakından ilgilidir. Bu sebeple
mevcut başvurunun yaşam hakkı kapsamında iki farklı başlık altında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Etkili Ceza Soruşturması Yürütülmesi
Yükümlülüğü Yönünden
50. Başvurucu, eşinin JİTEM tarafından öldürülmüş olabileceğini
ancak etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği için olayın
aydınlatılamadığını ileri sürmüştür.
51. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi
açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları
tarafından yapılabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut
olayda başvurucu, ölen kişinin eşidir. Bu nedenle mevcut başvuruda başvuru
ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
52. Bununla birlikte başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi
ve bu kuralla iç içe girmiş otuz günlük başvuru süresi kuralı bakımından da
ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.
53. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
55. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
56. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun
maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel
başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının
doğal sonucudur (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
57. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
58. Tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun
şikâyetleri açısından başvurucuya makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir
çözüm sağlayabilecek nitelikteki kullanılabilir ve etkili başvuru yollarıdır.
Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir
bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun
koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde
birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama
şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele
alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların kendisinden başvuru
yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip
getirmediklerinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, §
28).
59. İhlal iddiasını değerlendirmeye ve ihlal tespiti yapıldığında
yeterli giderimi sağlamaya imkân tanıyan bir başvuru yolunun bulunmaması
hâlinde başvuru yollarının tüketilmesi kuralını uygulamak mümkün olmayacaktır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017,
§ 121). Böyle bir durumda başvurucuların ihlali öğrendikleri tarihten itibaren
otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmaları gerekmektedir.
60. Başvurucuların şikâyetleri konusunda çözüm sağlayabilecek
etkili bir başvuru yolunun mevcut olması hâlinde öncelikle bireysel başvuruda
bulunmak, dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme
yükümlülüğü bulunan başvurucular, en kısa sürede yetkili makamlara
başvurmalıdırlar. Zira zaman geçtikçe delillerin kaybolma veya bozulma ihtimali
artmakta, gerçeklerin ortaya çıkması zorlaşmaktadır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, §
84).
61. Öte yandan şikâyeti yetkili makamlara iletmenin imkânsız
veya önemli ölçüde güç olduğu durumlar -ki bu durumların neler olduğu her
başvuruda olay ve olgular ile başvurucunun tutumu nazara alınarak ayrıca
değerlendirilmelidir-mevcutsa başvurucuların özen yükümlülüğünün ancak bahse
konu durumların sona ermesinden itibaren başlayacağı kabul edilmelidir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu,
§ 85).
62. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup
olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için -mutlak surette gerekli olmasa
da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu
makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile
getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
63. Diğer taraftan başvurucunun yetkili makamlara müracaat
etmesine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa,
başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl
almışsa başvurucudan soruşturmanın sonucunu beklemesini istemek makul
olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucu, gerekli özeni göstermeli ve
şikâyetini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira
soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde
anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir
(Yasin Ağca, § 121). Böyle bir
durumda başvurucu, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardığı veya
varması gerektiği andan itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda
bulunmalıdır. Doğal olarak başvurucunun etkili bir soruşturma yürütülmediğinin
ne zaman farkına varması gerektiği her davanın şartlarına bağlı olarak
değerlendirilecektir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu,
§ 87).
64. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici
gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvurucudan başvuru yollarını tüketmeden
bireysel başvuruda bulunması da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde dahi
soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucu, durumun farkına
vardığı veya varması gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda
bulunmalıdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu,
§ 88).
65. Son olarak ifade etmek gerekir ki soruşturmanın
etkisizliğinin fark edildiği veya fark edilmesi gerektiği andan itibaren süresi
içinde bireysel başvuru yapılmayıp zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin beklenmesi hâlinde
soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun zaman gerçeklerin ortaya
çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsızlaştıracaktır. Böylesi bir durumda
Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup
uymadığını inceleyemeyecek; yaşam hakkının usul boyutu yönünden yapacağı
değerlendirmede yeniden yargılamaya karar veremeyecek ve şartları gerçekleştiğinde
sadece ihlali tespit edip tazminata hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep
ve koşulları ile sorumluların tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma
yapılması ve gerektiği takdirde sorumluların caydırıcı bir ceza ile
cezalandırılmaları için yeniden yargılamaya karar verilebilmesinin benzer yaşam
hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynadığı rolün büyüklüğü tartışılmazdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu,
§ 89).
66. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre somut
olayda yaşanan elim hadiseyle ilgili olarak resen bir ceza soruşturması
başlatılmış, bu kapsamda olay yeri incelemesi ile otopsi işlemleri
gerçekleştirilmiş, olay yerinde bulunan mermi kovanlarına ilişkin uzmanlık
raporu hazırlanmış ve olayla ilgili bilgi sahibi olabilecek bazı kişilerin
ifadeleri alınmıştır. Bununla birlikte başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve
belgelere göre soruşturma makamlarınca gerçekleştirilen bu ilk işlemlerden
sonra ölen kişinin kardeşi Ö.F.M.nin Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 28/7/2009 tarihli dilekçeye kadar olayın
aydınlatılmasına ve faillerin tespitine yönelik herhangi bir soruşturma işlemi
yapılmamış, yalnızca faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk
görevlilerince belli aralıklarla tutulan ve zamanla sıradan hâle gelen tutanaklar
soruşturma evrakı arasına alınmıştır.
67. Bununla birlikte ölen kişinin kardeşi Ö.F.M.nin
girişimleriyle 28/7/2009 tarihinden sonra soruşturma kapsamında bazı kişilerin
ifadeleri alınmıştır. Ö.F.M.nin girişimlerinden sonra
ayrıca olay yerinde bulunan mermi kovanları ile ilgili olarak 8/4/2013
tarihinde Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı
Müdürlüğünce bir ekspertiz raporu hazırlanmıştır. Bu kapsamda son olarak
14/1/2015 tarihinde A.K. adlı emekli korgeneralin ifadesi alınmış, akabinde ise
zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle
20/7/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
68. Bu durumda 2009 yılından sonra soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı herhangi bir tedbirin alınıp alınmadığı ve soruşturmada ilerleme
sağlanacağına dair umut verici gelişmelerin ve gerçekçi varsayımların bulunup
bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi gerekir.
69. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde bu dönemde soruşturma
kapsamında temel olarak 7/6/2010 tarihinde tanık sıfatıyla E.K.nın
ifadesinin alındığı (bkz. § 20), olay yerinde bulunan mermi kovanlarının hangi
silahtan atıldığının tespitine yönelik olarak 8/4/2013 tarihinde bir uzmanlık
raporu hazırlandığı (bkz. § 24) ve son olarak 14/1/2015 tarihinde A.K. adlı
emekli korgeneralin ifadesinin alındığı (bkz. § 27) görülmüştür.
70. Somut olayda, soruşturma kapsamında 2009 yılından sonra
yapılan bu araştırmaların ölüm olayını çevreleyen koşulların ve faillerin
tespitine imkân verecek nitelikte olmadığı değerlendirilmiştir. Zira;
- Soruşturma makamları, E.K.nın
7/6/2010 tarihli ifadesinden sonra kapsamlı bir araştırma içine girmemiştir.
- Olay yerinde bulunan mermi kovanlarının hangi silahtan
atıldığının tespitine yönelik olarak 5/6/1994 tarihinde bir uzmanlık raporu
hazırlanmıştır. Anılan raporda, olay yerinde bulunan mermi kovanlarının hangi
silahtan atıldığının tespit edilemediği ve bu mermi kovanlarının Silahı Tespit Edilemeyen Olaylar Arşivinde
muhafaza altına alındığı belirtilmiştir (bkz. § 12). Olay yerinde bulunan mermi
kovanlarının arşiv kaydına alınarak alıkonulması, arşivde kayıtlı kovanlar ile
incelenen kovanlar arasında irtibat bulunmadığına ancak inceleme tarihinden
sonra arşive kaydedilecek kovan ve silahlarla da karşılaştırma yapılacağına
işaret etmektedir. Nitekim 5/6/1994 tarihli uzmanlık raporunda, mermi
kovanlarının atılmış olduğu silahların tespit edilmesi hâlinde durumun ek
uzmanlık raporu ile bildirileceği ifade edilmiştir (bkz. § 12). Bu sebeple
Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğününün 8/4/2013 tarihli uzmanlık raporunun yeni bir
araştırma ve soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir gelişme
olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
- Soruşturma kapsamında 4/1/2015 tarihinde ifadesi alınan emekli
korgeneralin ise somut olaya ilişkin herhangi bir bilgisinin olmadığı (bkz. §
27) anlaşılmaktadır. Bu kişinin katıldığı bir televizyon programında terörle
mücadeleye ilişkin genel değerlendirmeler yaptığı, denizci olan bu kişinin
somut olaya ilişkin bir bilgisinin bulunmadığı en başından beri açıktır.
Dolayısıyla bu kişinin ifadesinin alınması da soruşturmada ilerleme
sağlanacağına dair umut verici bir gelişme olarak nitelendirilemez.
71. Somut olayda, daimî arama kararı uyarınca yapılan araştırmalara
3/6/2014 tarihinden itibaren son verildiğini de belirtmek gerekir. Şanlıurfa İl
Emniyet Müdürlüğü tarafından Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen
13/11/2014 tarihli yazıda olayın fail ya da faillerin yakalanamaması üzerine
zamanaşımı süresi olan 3/6/2014 tarihinden itibaren aramalara son verildiği
belirtilmiştir (bkz. § 26).
72. Başvurucunun bu süreçte soruşturma dosyasının bir nüshasının
tarafına verilmesi talebi dışında soruşturma makamlarından herhangi bir talepte
bulunmadığını ayrıca vurgulamak gerekir.
73. Tüm bunlar dikkate alındığında 25/2/2015 tarihinde yapılan
başvurunun -yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda- süresinde yapılmış bir
başvuru olarak kabul edilemeyeceği değerlendirilmiştir.
74. Olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediği için
olayın faillerinin bulunamadığı yönündeki şikâyet açısından 5233 sayılı Kanun
kapsamında öngörülen tazminat yolunun makul bir başarı ve çözüm yolu
sunabilecek etkili başvuru yolu olduğu söylenemeyeceğinden somut olayda anılan
tazminat yolunun sonucunun beklenmesinin bireysel başvuru süresi üzerinde
herhangi bir etkisinin bulunmadığı ayrıca vurgulanmalıdır (5233 sayılı Kanun'da
öngörülen tazminat yolunun kasıtlı öldürme olaylarının faillerinin tespiti
açısından etkili bir yol olmadığı hususundaki ayrıntılı değerlendirmeler için
bkz. Özeyir Kocakaya, B.
No: 2014/1457, 14/11/2018).
75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Yaşamı Koruma
Yükümlülüğü Yönünden
76. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek
devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin
ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne
alacağı ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka
aykırı olarak öldürmememe yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü
tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif
yükümlülüğün maddi boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili
soruşturma yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu) (Aziz Biter ve diğerleri, § 58).
77. Bir bireysel başvuruda yaşam hakkının uygulanabilir
olabilmesi, başka deyişle başvurunun Anayasa Mahkemesince yaşam hakkı
kapsamında incelenebilmesi için devletin değinilen bu yükümlülüklerinden en az
birinin ihlal edildiğinin ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu iddialar öldürmeme
yükümlülüğünde hukuka aykırı veya keyfî öldürülmeye, yaşamı koruma
yükümlülüğünde gerekli yasal düzenlemeler ile bu yasaların uygulanmasını
sağlayacak etkili bir mekanizma oluşturulması gerektiği hâlde oluşturulmamasına
ve/veya somut olayda olduğu gibi yaşamı korumak için yeterli düzeyde önleyici
idari tedbirler alınması gerektiği hâlde alınmamasına, usul yükümlülüğünde ise
etkili bir soruşturma yapılması gerekirken yapılmamasına ilişkin olabilecektir.
Görüldüğü üzere yaşam hakkının ihlal edildiği yolundaki bir iddia devletin
somut olayda yapmaması gerekenleri yaptığı, yapmasını gerekenleri ise yapmadığı
şeklinde ileri sürülmektedir. Bu itibarla bir bireysel başvurunun yaşam hakkı
kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam hakkının koruma
alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden eylemsizlikleri ile
bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka bir anlatımla yaşam
hakkı kapsamında yapılacak bir incelemenin ancak yetkili makamların kusura dayalı
sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusu olabileceği ifade
edilmelidir. Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu
olunduğunun ileri sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan
gerekçelerle yaşam hakkından incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, § 59).
78. Somut olayda başvurucu, JİTEM denilen örgütün
faaliyetlerinin devlet tarafından engellenememesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal
edildiğini, eşinin yaşamının devletin ihmal ve kusurundan kaynaklı olarak
korunamadığını ileri sürmüştür. Başka bir anlatımla başvurucu somut olayda
devletin kusura dayalı sorumluluğunun bulunduğunu iddia etmiştir.
79. Bu durumda başvurucunun bireysel başvuru yapmadan önce
tükettiği tazminat yolunun (5233 sayılı Kanun uyarınca kurulan mekanizma)
yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğini en azından özü itibarıyla tespit
edebilme potansiyeline sahip olup olmadığının başvuru yollarının tüketilmesi
kuralı bakımından incelenmesi gerekmektedir.
80. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
81. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
82. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
83. Diğer taraftan tüketilmesi gereken başvuru yolları,
başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir
çözüm sağlayabilecek nitelikte olmalıdır (S.S.A.,
B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
84. Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece
mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve
yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın mağdur olduğu artık ileri
sürülemeyecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 83).
85. Mağduriyetin giderilmesi, özellikle ihlal edildiği ileri
sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın
ardından ilgili açısından uğradığı zararların devam edip etmediğine bağlıdır.
Başvurucuya sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz
konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde
bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda
verilebilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,
§ 84).
86. Somut olayda devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında yaşamı
korumak için makul ölçüler çerçevesinde idari tedbirler alınması gerekliliği
ileri sürülmüştür. Başvurucu, bu bağlamda devletin yaşamı korumak için yapması
gerekenleri yapmadığını iddia etmiştir.
87. 5233 sayılı Kanun'un öngördüğü tazminat yolunda doğrudan
kusursuz sorumluluğa ilişkin bir değerlendirme yapılmakta, bu sorumluluk
bağlamında terör ve terörle mücadele kapsamında meydana gelen bazı maddi
zararların giderilmesi amacı güdülmektedir. Başka bir anlatımla bu başvuru
yolunda sadece belirli koşullarda gerçekleşen -terör eylemi veya terörle
mücadele kapsamındaki eylemle arasında bir nedensellik bağı kurulabilen-
birtakım maddi zararlara ilişkin bir çözüm yolu sunulmaktadır. Dolayısıyla söz
konusu başvuru yolu, bu konudaki yerleşik içtihada göre belirli bir konuya
özgülenmiş somut başvuruda ileri sürüldüğü gibi idarenin yapması gerekenleri
yapmadığı iddiasının (kusur sorumluluğu) değerlendirilmediği bir tazminat
yoludur (Aziz Biter ve diğerleri,
§ 74).
88. Somut olayda başvurucu, kendi insiyatifiyle
bu yola başvurmuş; maddi ve manevi zararlarının giderimi için bu konudaki genel
hükümlere göre yetkili makamlara başvurmayı ve bunun üzerine tam yargı davası
açmayı ise tercih etmemiştir. Aynı zamanda genel hükümlere göre
başvurulabilecek tam yargı davası yolunun somut olayın kendine özgü koşullarına
göre şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte
olmadığını da iddia etmemiştir.
89. Bu durumda başvurucu her ne kadar devletin korumaya ilişkin
pozitif yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürerek yaşam hakkı kapsamında bir
başvuru yapmış ise de Anayasa Mahkemesinden önce başvurulan tazminat yolunun,
ihlali en azından özü itibarıyla tespit edilebilecek nitelikte bir başvuru yolu
olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, başvurucunun söz konusu şikâyetleri
açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
90. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
91. Başvurucu; dava, temyiz ve karar düzeltme aşamalarındaki
taleplerinin derece mahkemelerince dikkate alınmadığını, 5233 sayılı Kanun
kapsamında açılan davalarda Danıştayın onama mercii
gibi hareket ettiğini belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Başvurucu, manevi tazminat taleplerinin tazminat hukukun genel
prensipleri çerçevesinde kabulüne karar verilmesi gerekirken 5233 sayılı
Kanun'un dar bir çerçevede yorumlanması nedeniyle reddedildiğini, kendisine
sadece cüzi bir miktar maddi tazminat önerildiğini, bu durumun yasal hükümlere
tamamen aykırı olduğunu belirtmiştir.
b. Değerlendirme
92. Yukarıda da belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu başlık altındaki ihlal
iddialarının gerekçeli karar kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
93. Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biridir (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Limitet Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 25).
94. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma
olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem
tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi
hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz
hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar
açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir
Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §
67).
95. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu
mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın
ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu
tür kararların ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul
edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda üst dereceli mahkeme
tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir
(Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya Ltd. Şti,
§ 48).
96. 5233 sayılı Kanun'un öngördüğü tazminat yolunda belirli
koşullarda gerçekleşen -terör eylemi veya terörle mücadele kapsamındaki eylemle
arasında bir nedensellik bağı kurulabilen- maddi zararlara ilişkin bir çözüm
yolu sunulmaktadır (Aziz Biter ve diğerleri,
§ 74).
97. 5233 sayılı Kanun, manevi zararların karşılanmasını
öngörmemekle birlikte genel hükümlere göre açılacak tam yargı davasında manevi
tazminat istenmesini de engellememektedir. Bir başka ifadeyle kişiler manevi
tazminat taleplerini 5233 sayılı Kanun kapsamında değil 5233 sayılı Kanun'dan
bağımsız olarak tazminat hukukunun genel prensiplerine göre açacakları
davalarda dile getirebilirler.
98. Bu durumda başvurucuların idare mahkemelerinde açtıkları
davaların niteliği ve tazminata ilişkin taleplerini dile getiriliş biçimleri
özel önem taşır. Bir başka deyişle davanın 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun ilgili maddelerinde belirtilen usullere göre
mi yoksa 5233 sayılı Kanun'a göre mi açıldığı son derece önemlidir.
99. Somut olayda başvurucu, Zarar Tespit Komisyonuna
başvurusunda 5233 sayılı Kanun'a dayanmış; bu Kanun gereği maddi ve manevi
zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu akabinde idari
yargıda açtığı davada da taleplerini genel olarak 5233 sayılı Kanun'a
dayandırmıştır. Başvurucu, derece mahkemelerine sunduğu dilekçelerde davanın
2577 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine göre açıldığı yönünde açık bir beyanda
bulunmamıştır.
100. Başvurucunun sunduğu dilekçeleri dikkate alan Şanlıurfa
İdare Mahkemesi, maddi zararın 5233 sayılı Kanun'da ve ilgili yönetmelikte
öngörülen hesaplama yöntemine göre belirlendiğini belirterek dava konusu işlemde
bu yönden bir hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Şanlıurfa İdare
Mahkemesi akabinde başvurucunun manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetini
incelemiş ve başvurucu tarafından yapılan başvurunun 5233 sayılı Kanun
kapsamında yapılmış bir başvuru olduğuna vurgu yaparak idarenin bu Kanun'da
öngörülen hesaplama şeklinin dışına çıkmasının mümkün olmadığını ifade
etmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi bu gerekçelerle davanın reddine karar
vermiştir. Karar, hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin
denetiminden geçerek kesinleşmiştir.
101. Somut olayda başvurucunun Zarar Tespit Komisyonuna
müracaatının ardından açtığı davasını 5233 sayılı Kanun'a dayandırdığı ve genel
hükümlere göre tam yargı davası açmadığı anlaşıldığından söz konusu davanın
anılan gerekçeyle reddedilmesinde gerekçeli karar hakkı yönünden bir ihlal
olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
102. Başvurucu ayrıca maddi zararının daha yüksek olduğunu iddia
etmiş ise de bu iddialarına ilişkin değerlendirmede bulunan derece mahkemesinin
kararlarında keyfî bir değerlendirmede bulunduğunu söylemeyi mümkün kılan bir
durum belirlenememiştir.
103. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
104. Başvurucu; açtığı tazminat davasının on yıl kadar bir süre
devam ettiğini belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
b. Değerlendirme
105. Bu başlık altında ileri sürülen iddianın makul sürede
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
106. 6216 sayılı Kanun'un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
107. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu
Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu
ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin
bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
108. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 35, 36).
109. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
110. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Ayrımcılık Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
111. Başvurucu, idarenin ihmalinden kaynaklı diğer bazı
olaylarda oldukça yüksek miktarda tazminata hükmedilmesine rağmen kendi
bölgelerinde yaşanan olaylarda daha düşük miktarda tazminata hükmedildiğini
belirterek ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
112. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ikincil nitelikte bir kanun yolu olup bu yola
başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
113. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır.
114. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun
temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda
sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip
edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,
16/4/2013, § 32).
115. Başvuru formu ve eklerinde, başvurucunun ayrımcılık yasağının
ihlal edildiği yönündeki bir iddiayı derece mahkemeleri önünde ileri sürdüğüne
ilişkin bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Anılan ihlal iddialarının derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmeksizin bireysel başvuruya konu yapıldığı
anlaşılmıştır.
116. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine
ilişkin iddianın süre aşımı
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.