logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Senay Melik [2.B.], B. No: 2015/3470, 10/10/2019, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SENAY MELİK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/3470)

 

Karar Tarihi: 10/10/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucu

:

Senay MELİK

Vekili

:

Av. Fethi GÜMÜŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, güvenlik güçleri içerisinde örgütlendiği ileri sürülen bir yapı tarafından gerçekleştirilen öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi ve yaşamın bu yapıya karşı korunamaması nedenleriyle yaşam hakkının; olay nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaat sonrasında idari yargıda açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; diğer ihmal olaylarına oranla bu tarz olaylarda daha düşük tazminata hükmedilmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/2/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava ve ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 2/6/1994 tarihinde uğradığı bir silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Ab.M. adlı kişinin eşidir. Aynı saldırıda Ab.M.nin şoförü Me.A. da yaşamını yitirmiştir. Başvurucu; bireysel başvuru formunda, olayın meydana geldiği tarihte Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Şanlıurfa İl Başkanlığı görevini yürütmekte olan eşinin devlet içinde örgütlendiği ileri sürülen Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele (JİTEM) adlı bir yapı tarafından öldürüldüğünü belirtmiştir.

A. Olay Hakkındaki Ceza Soruşturması Süreci

9. Şanlıurfa'da 2/6/1994 tarihinde M. Apartmanı'nın önünde kavga olduğunun polise bildirilmesi üzerine O.D., G.M.U. ve M.A. adlı polis memurları olay yerine gitmiştir. Olay yerine giden polis memurları, M. Apartmanı'nın önünde silahlı bir çatışmanın yaşanmış olduğunu görmüştür. Polis memurlarınca hazırlanan 2/6/1996 tarihli Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağı'nda özetle olay yerine gidildiğinde M. Apartmanı'nın bahçesinin giriş kapısının önünde bulunan 63 .. 006 plakalı araçta mermi delikleri olduğunun görüldüğü, bu aracın ön tarafında Me.A. adlı şahsın, apartmanın zemin katındaki kalorifer dairesinin giriş kapısının önünde ise Ab.M. adlı şahsın yaralı olarak bulunduğu, yaralı olan bu kişilerin ayrı ayrı araçlara bindirilerek hastaneye sevk edildiği ifade edilmiştir. Tutanakta apartmanın bahçe kapısı ile kalorifer dairesinin giriş kapısı önünde diğer bazı delillerin yanı sıra birçok boş mermi kovanının bulunduğu belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca kalorifer dairesinin yanında Ab.M.ye ait olduğu değerlendirilen siyah bir çanta içinde bir adet tabancanın bulunduğu belirtilmiştir. Son olarak olayı 06 .. 246 plakalı B. marka beyaz bir araçta bulunan kişilerin gerçekleştirdiği ve bu kişilerin olay yerinden kaçtığı ifade edilmiştir.

10. Saldırıda yaralanan Ab.M. ve Me.A. kaldırıldıkları hastanede aynı gün yaşamlarını yitirmiştir.

11. Olay hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 2/6/1994 tarihinde olay yeri incelemesi ile klasik otopsi işlemleri gerçekleştirilmiştir.

12. Olay yeri incelemesi sırasında bulunan 7.62x39 mm çap ve tipindeki on dört mermi kovanı ile 9x19 mm çap ve tipindeki yirmi yedi mermi kovanı Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir. Olay yerinde bulunan bu mermi kovalarının hangi silahtan atıldığı tespit edilememiştir. Bunun üzerine söz konusu mermi kovanları "Silahı Tespit Edilemeyen Olaylar Arşivi"nde muhafaza altına alınmıştır. Mermi kovanlarına ilişkin 5/6/1994 tarihli uzmanlık raporunda söz konusu mermi kovanlarının atılmış olduğu silahların tespit edilmesi hâlinde durumun ek uzmanlık raporu ile bildirileceği ifade edilmiştir.

13. Ayrıca soruşturma kapsamında bazı kişilerin ifadeleri alınmıştır. Cumhuriyet savcısı, olay tarihinde bina görevlisi olan R.Y.nin ifadesini 2/6/1994 tarihinde almıştır. R.Y. ifadesinde özetle olayı gerçekleştiren kişileri görmediğini, olaydan önce şüpheli şahıs ya da şahıslara da rastlamadığını belirtmiştir. Cumhuriyet savcısı, yaralı olarak hastaneye kaldırılan kişilere tıbbi müdahalede bulunan doktorların da ifadelerini almıştır. Doktorlar, ifadelerinde yaralı olarak hastaneye getirilen Ab.M. ve Me.A.nın olayla ilgili olarak kendilerine bir şey söylemediğini, bu kişilerin zaten hastaneye getirilmelerinden kısa bir süre sonra hayatlarını kaybettiğini ifade etmişlerdir.

14. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, olayı soruşturma görev ve yetkisinin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığında olduğunu belirterek 30/6/1994 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Bu karar sonrasında olay hakkındaki soruşturmayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 1994/4218 sayılı dosya üzerinden yürütmeye başlamıştır.

15. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 11/7/1994 tarihinde olayın fail ya da faillerinin zamanaşımı süresi dolana kadar daimî aramaya tabi tutulmasına karar vermiştir.

16. Bu tarihten sonra kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

17. Başvurucu 13/8/1999 tarihinde vekili aracılığıyla dosyanın bir suretini Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiştir. Bu talep üzerine 16/8/1999 tarihinde soruşturma evrakının bir kısmının onaylı sureti başvurucu vekiline verilmiştir.

18. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 18/5/2004 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı olayın fail ya da faillerinin zamanaşımı süresi doluncaya araştırılmasını ve bu konu hakkında üç ayda bir, düzenli olarak Başsavcılığa bilgi verilmesini ilgili kolluk makamlarından talep etmiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararında zamanaşımı tarihi olarak 3/6/2014 tarihini göstermiştir.

19. Daimî arama kararı uyarınca kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

20. Saldırıda ölen Ab.M.nin kardeşi Ö.F.M., ağabeyinin çok yakın arkadaşı olan E.K.nın olayla ilgili olarak ifadesinin alınması için 28/7/2009 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe sunmuştur. Bunun üzerine 7/6/2010 tarihinde tanık sıfatıyla E.K.nın ifadesi alınmıştır. E.K. ifadesinde özetle 1993 yılında HADEP Şanlıurfa il başkanlığı görevini yürüttüğünü, aynı Parti teşkilatında olmalarından dolayı Ab.M.yi tanıdığını, Ab.M. öldürüldüğünde kendisinin ceza infaz kurumunda olduğunu, söz konusu dönemlerde Parti faaliyetlerini bırakmadıkları takdirde öldürülecekleri yönünde birçok tehdit aldıklarını ifade etmiştir.

21. Saldırıda ölen Ab.M.nin kardeşi Ö.F.M., 10/8/2010 tarihli bir dilekçe ile Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş ve ağabeyinin ölümüne neden olan olayın yaşandığı tarihte Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Şanlıurfa Valiliği görevlerinde bulunan kişilerin söz konusu olayda sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürmüştür. Ö.F.M., ağabeyinin ölümünde bu kişilerin sorumluluğunun bulunduğu iddiasını 3/8/2010 tarihinde bir televizyon programında açıklamalarda bulunan A.K.ya dayandırmıştır. Ö.F.M., emekli Korgeneral A.K.nın anılan programda 1993-1997 yıllları arasındaki faili meçhullerin bir devlet politikası olduğunu belirttiğini ifade etmiştir.

22. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, Ö.F.M.nin dilekçesi üzerine yeni bir soruşturma dosyası açmış ancak 29/9/2010 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ise kendisine gönderilen bu soruşturma dosyasının olay hakkındaki 1994/4218 sayılı soruşturma dosyası ile birleştirilmesine 8/11/2010 tarihinde karar vermiştir.

23. Başvurucu 3/4/2013 tarihinde vekili aracılığıyla soruşturma dosyasının bir suretini almıştır.

24. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, olay yerinde bulunan mermi kovanlarının incelenmesi için Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Bunun üzerine Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce hazırlanan 8/4/2013 tarihli ekspertiz raporunda özetle olay yerinde bulunan 7.62x39 mm çap ve tipindeki on dört mermi kovanı ile 9x19 mm çap ve tipindeki yirmi yedi mermi kovanının "Silahı Tespit Edilemeyen Olaylar Arşivi"nde kayıtlı mermi kovanları ile karşılaştırıldığı ancak soruşturma konusu olay ile arşivdeki olaylar arasında bir irtibat kurulamadığı belirtilmiştir.

25. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi gereği kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine son verildiği gerekçesiyle 10/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

26. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2014 tarihinde Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazarak olay hakkında herhangi bir bilgi ve belgenin tespit edilip edilmediğini sormuştur. Bunun üzerine Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü 13/11/2014 tarihli bir yazı ile Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına olay hakkında bilgi vermiştir. Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü bu yazıda Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2004 tarihli daimî arama kararını ilgi göstererek olayın fail ya da faillerinin araştırıldığını, bu husus ile ilgili olarak üç ayda bir Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına bilgi verildiğini ancak faillerin yakalanamaması üzerine zamanaşımı süresi olan 3/6/2014 tarihinde aramalara son verildiğini belirtmiştir.

27. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 28/11/2014 tarihli talimatı doğrultusunda İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 14/1/2015 tarihinde A.K. adlı emekli korgeneralin ifadesi alınmıştır. A.K., katıldığı bir televizyon programında terörle mücadele ile ilgili genel değerlendirmeler yaptığını, değerlendirmelerinin özel bir olaya dair olmadığını, kendisinin denizci olması nedeniyle herhangi bir terörle mücadele harekatına katılmadığını belirtmiştir.

28. Başvurucunun vekili 3/2/2015 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek soruşturmanın hangi aşamada olduğunu sormuştur. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmanın derdest olduğunu başvurucu vekiline bildirmiştir.

29. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, somut olayda zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle 20/7/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

B. İdari Yargı Süreci

30. Başvurucu, eşinin ölümü nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun uyarınca Şanlıurfa Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) müracaat etmiştir. Bu müracaatta başvurucunun iki çocuğu da maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu bu dilekçede özetle eşinin kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısı sonucunda öldürüldüğünü, olayın yaşandığı dönemin ülke genelinde terörün en yoğun yaşandığı, birçok sivil vatandaşın kimliği belirsiz kişilerce öldürüldüğü bir dönem olduğunu belirtmiş ve toplam 180.000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

31. Zarar Tespit Komisyonu 23/11/2005 tarihli ve 2005/139 sayılı karar ile başvurucuya ve iki çocuğuna toplam 14.560 TL ödenmesine karar vermiştir.

32. Söz konusu meblağı kabul etmeyen başvurucu 20.000 TL maddi, 30.000 TL manevi olmak üzere toplam 50.000 TL tazminatın tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle Şanlıurfa Valiliğine karşı Gaziantep İdare Mahkemesinde 14/2/2006 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, eşinin kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısı sonucunda öldürüldüğünü yinelemiş ve olay nedeniyle ciddi derecede maddi ve manevi zarara uğradığını ifade etmiştir. Başvurucu; dava dilekçesinde, Zarar Tespit Komisyonu kararının iptalini istemiş ve tazminat hukukunun genel ilkeleri doğrultusunda hesaplanacak olan maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Ayrıca maddi tazminat miktarının belirlenmesinde somut olayın koşullarının dikkate alınmayarak sabit bir tazminata hükmedilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu dava dilekçesinde son olarak somut olayda manevi zararlarının da karşılanması gerektiğini ifade etmiştir.

33. Gaziantep İdare Mahkemesi 20/11/2006 tarihinde davanın yetki yönünden reddine ve dosyanın yetkili Şanlıurfa İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

34. Bunun üzerine yargılamaya devam eden Şanlıurfa İdare Mahkemesi 28/9/2007 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"(...)

 (...) davacı vekili tarafından 5233 sayılı Yasa kapsamında eşinin kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürülmesi dolayısıyla uğradığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle yaptığı başvuru üzerine davalı idarece gerekli tahkikatların yapılarak davacının eşinin terör mağduru olduğunun tespit edildiği ve anılan Yasa ve ilgili Yönetmeliğin yukarıda metnine yer verilen hükümleri doğrultusunda (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında ödeme yapılmasına karar verildiği anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Davacının, 5233 sayılı Yasa ile sabit bir tazminat miktarı belirlenmesinin hukukun genel ilkelerine aykırı olduğu iddiasına gelince; davacı tarafından eşinin terör örgütü mağduru olduğundan bahisle yapılan başvuru, 233 sayılı Yasa kapsamında yapılmış olup, davalı idare tarafından yasa ile öngörülen miktarın ödenmesine karar verilmiş olup, davalı idare tarafından yasa ile öngörülen hesaplama şeklinin dışına çıkılması mümkün olmadığından davacının bu hususa ilişkin iddiası yerinde görülmemiştir."

35. Başvurucu genel olarak dava dilekçesinde belirttiği hususları yineleyerek temyiz yoluna başvurmuştur.

36. Danıştay Onbeşinci Dairesi 17/6/2014 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.

37. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

38. Bu karar 13/2/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

39. Başvurucu 25/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

40. İlgili hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu (B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32-69); Aziz Biter ve diğerleri (B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 21-33); 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., 12., 13.,geçici 1., geçici 4. maddeleri; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 12. ve 13. maddeleri.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

41. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

42. Başvurucu; eşinin faili meçhul bir cinayetle öldürüldüğünü, bu olayın JİTEM adlı bir örgüt tarafından yapılmış olabileceğini ancak etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği için olayın aydınlatılamadığını belirtmiştir. Devletin kendi yetki alanındaki kişilerin güvenliğini sağlama ve can güvenliğini koruma yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle eşinin yaşam hakkının ihlal edildiğini, JİTEM denilen örgütün faaliyetlerinin devlet tarafından engellenmediğini, bu sebeple devletin ihmal ve kusurundan kaynaklı olarak eşinin yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu eşinin kürt kökenli bir vatandaş olması nedeniyle bu tarz bir eyleme maruz kaldığını, yine olayın bu sebeple etkili bir şekilde soruşturulmadığını, ceza soruşturmasının hâlen bir sonuca bağlanmamış olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu bu iddialarla yaşam hakkının, adil yargılanma hakkının, makul sürede yargılanma hakkının, etkili başvuru hakkının ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, eşinin JİTEM adlı bir örgüt tarafından öldürüldüğüne ilişkin önemli veriler olmasına rağmen olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği için olayın aydınlatılmadığı ve JİTEM denilen örgütün faaliyetlerinin devlet tarafından engellenememesi nedeniyle yaşam hakkının korunamadığı iddiaları ile ilgilidir. Başvurucu, bireysel başvuru formunda ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de soruşturma makamları önünde bu iddiasını dile getirdiğine ilişkin bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine ibraz etmemiştir. Başvurucunun adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkı kapsamında ileri sürdüğü hususların ise yaşam hakkının usul yönüyle ilgili olduğu kanaatine varılmıştır. Bu nedenle başvurucunun bu başlık altındaki tüm iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

44. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

45. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

46. Başvuru konusu olayda, ölüm olayının faillerinin tespit edilebilmesi için yetkili merciler tarafından yürütülmüş bir ceza soruşturması süreci bulunmaktadır. Diğer yandan başvurucu, eşinin öldürülmesi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığı iddiasıyla önce Zarar Tespit Komisyonuna, taleplerinin kabul edilmemesinin ardından ise İdare Mahkemesine başvurmuştur.

47. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvuruda devletin etkili bir ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünü ve yaşamı koruma yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başka bir anlatımla mevcut başvuru, olayın aydınlatılarak faillerinin cezai yaptırımlarla hesap vermelerinin sağlanamadığına ve yaşam hakkının korunması için gerekli adımların atılmadığına ilişkindir.

48. Bu durum dikkate alındığında somut olayda başvurucunun temel olarak iki ayrı şikâyetinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu şikâyetlerden birincisi olayın faillerinin bulunması için yeterince araştırma yapılmadığı, ikincisi ise kişinin yaşamının JİTEM adlı örgüte karşı korunamadığı hususu ile ilgilidir. Başvurucu, başvuru formunda JİTEM denilen örgütün faaliyetlerinin devlet tarafından engellenememesi nedeniyle yaşam hakkının korunamadığını açıkça belirtmiştir.

49. Bu iki şikâyetin niteliği itibarıyla birbirinden farklı olduğu açıktır. Bu farklılık, yaşam hakkı kapsamında tüketilmesi gereken uygun başvuru yolunun hangisi olduğu konusuyla da yakından ilgilidir. Bu sebeple mevcut başvurunun yaşam hakkı kapsamında iki farklı başlık altında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Etkili Ceza Soruşturması Yürütülmesi Yükümlülüğü Yönünden

50. Başvurucu, eşinin JİTEM tarafından öldürülmüş olabileceğini ancak etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği için olayın aydınlatılamadığını ileri sürmüştür.

51. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu, ölen kişinin eşidir. Bu nedenle mevcut başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

52. Bununla birlikte başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi ve bu kuralla iç içe girmiş otuz günlük başvuru süresi kuralı bakımından da ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.

53. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

55. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”

56. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

57. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

58. Tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun şikâyetleri açısından başvurucuya makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikteki kullanılabilir ve etkili başvuru yollarıdır. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediklerinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).

59. İhlal iddiasını değerlendirmeye ve ihlal tespiti yapıldığında yeterli giderimi sağlamaya imkân tanıyan bir başvuru yolunun bulunmaması hâlinde başvuru yollarının tüketilmesi kuralını uygulamak mümkün olmayacaktır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, § 121). Böyle bir durumda başvurucuların ihlali öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmaları gerekmektedir.

60. Başvurucuların şikâyetleri konusunda çözüm sağlayabilecek etkili bir başvuru yolunun mevcut olması hâlinde öncelikle bireysel başvuruda bulunmak, dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğü bulunan başvurucular, en kısa sürede yetkili makamlara başvurmalıdırlar. Zira zaman geçtikçe delillerin kaybolma veya bozulma ihtimali artmakta, gerçeklerin ortaya çıkması zorlaşmaktadır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 84).

61. Öte yandan şikâyeti yetkili makamlara iletmenin imkânsız veya önemli ölçüde güç olduğu durumlar -ki bu durumların neler olduğu her başvuruda olay ve olgular ile başvurucunun tutumu nazara alınarak ayrıca değerlendirilmelidir-mevcutsa başvurucuların özen yükümlülüğünün ancak bahse konu durumların sona ermesinden itibaren başlayacağı kabul edilmelidir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 85).

62. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için -mutlak surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).

63. Diğer taraftan başvurucunun yetkili makamlara müracaat etmesine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa, başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa başvurucudan soruşturmanın sonucunu beklemesini istemek makul olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucu, gerekli özeni göstermeli ve şikâyetini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir (Yasin Ağca, § 121). Böyle bir durumda başvurucu, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardığı veya varması gerektiği andan itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmalıdır. Doğal olarak başvurucunun etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ne zaman farkına varması gerektiği her davanın şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 87).

64. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvurucudan başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunması da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde dahi soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucu, durumun farkına vardığı veya varması gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmalıdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 88).

65. Son olarak ifade etmek gerekir ki soruşturmanın etkisizliğinin fark edildiği veya fark edilmesi gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuru yapılmayıp zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesinin beklenmesi hâlinde soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun zaman gerçeklerin ortaya çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsızlaştıracaktır. Böylesi bir durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam hakkının usul boyutu yönünden yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya karar veremeyecek ve şartları gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip tazminata hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep ve koşulları ile sorumluların tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma yapılması ve gerektiği takdirde sorumluların caydırıcı bir ceza ile cezalandırılmaları için yeniden yargılamaya karar verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynadığı rolün büyüklüğü tartışılmazdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 89).

66. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre somut olayda yaşanan elim hadiseyle ilgili olarak resen bir ceza soruşturması başlatılmış, bu kapsamda olay yeri incelemesi ile otopsi işlemleri gerçekleştirilmiş, olay yerinde bulunan mermi kovanlarına ilişkin uzmanlık raporu hazırlanmış ve olayla ilgili bilgi sahibi olabilecek bazı kişilerin ifadeleri alınmıştır. Bununla birlikte başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre soruşturma makamlarınca gerçekleştirilen bu ilk işlemlerden sonra ölen kişinin kardeşi Ö.F.M.nin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 28/7/2009 tarihli dilekçeye kadar olayın aydınlatılmasına ve faillerin tespitine yönelik herhangi bir soruşturma işlemi yapılmamış, yalnızca faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince belli aralıklarla tutulan ve zamanla sıradan hâle gelen tutanaklar soruşturma evrakı arasına alınmıştır.

67. Bununla birlikte ölen kişinin kardeşi Ö.F.M.nin girişimleriyle 28/7/2009 tarihinden sonra soruşturma kapsamında bazı kişilerin ifadeleri alınmıştır. Ö.F.M.nin girişimlerinden sonra ayrıca olay yerinde bulunan mermi kovanları ile ilgili olarak 8/4/2013 tarihinde Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce bir ekspertiz raporu hazırlanmıştır. Bu kapsamda son olarak 14/1/2015 tarihinde A.K. adlı emekli korgeneralin ifadesi alınmış, akabinde ise zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle 20/7/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

68. Bu durumda 2009 yılından sonra soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı herhangi bir tedbirin alınıp alınmadığı ve soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici gelişmelerin ve gerçekçi varsayımların bulunup bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi gerekir.

69. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde bu dönemde soruşturma kapsamında temel olarak 7/6/2010 tarihinde tanık sıfatıyla E.K.nın ifadesinin alındığı (bkz. § 20), olay yerinde bulunan mermi kovanlarının hangi silahtan atıldığının tespitine yönelik olarak 8/4/2013 tarihinde bir uzmanlık raporu hazırlandığı (bkz. § 24) ve son olarak 14/1/2015 tarihinde A.K. adlı emekli korgeneralin ifadesinin alındığı (bkz. § 27) görülmüştür.

70. Somut olayda, soruşturma kapsamında 2009 yılından sonra yapılan bu araştırmaların ölüm olayını çevreleyen koşulların ve faillerin tespitine imkân verecek nitelikte olmadığı değerlendirilmiştir. Zira;

- Soruşturma makamları, E.K.nın 7/6/2010 tarihli ifadesinden sonra kapsamlı bir araştırma içine girmemiştir.

- Olay yerinde bulunan mermi kovanlarının hangi silahtan atıldığının tespitine yönelik olarak 5/6/1994 tarihinde bir uzmanlık raporu hazırlanmıştır. Anılan raporda, olay yerinde bulunan mermi kovanlarının hangi silahtan atıldığının tespit edilemediği ve bu mermi kovanlarının Silahı Tespit Edilemeyen Olaylar Arşivinde muhafaza altına alındığı belirtilmiştir (bkz. § 12). Olay yerinde bulunan mermi kovanlarının arşiv kaydına alınarak alıkonulması, arşivde kayıtlı kovanlar ile incelenen kovanlar arasında irtibat bulunmadığına ancak inceleme tarihinden sonra arşive kaydedilecek kovan ve silahlarla da karşılaştırma yapılacağına işaret etmektedir. Nitekim 5/6/1994 tarihli uzmanlık raporunda, mermi kovanlarının atılmış olduğu silahların tespit edilmesi hâlinde durumun ek uzmanlık raporu ile bildirileceği ifade edilmiştir (bkz. § 12). Bu sebeple Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğününün 8/4/2013 tarihli uzmanlık raporunun yeni bir araştırma ve soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir gelişme olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.

- Soruşturma kapsamında 4/1/2015 tarihinde ifadesi alınan emekli korgeneralin ise somut olaya ilişkin herhangi bir bilgisinin olmadığı (bkz. § 27) anlaşılmaktadır. Bu kişinin katıldığı bir televizyon programında terörle mücadeleye ilişkin genel değerlendirmeler yaptığı, denizci olan bu kişinin somut olaya ilişkin bir bilgisinin bulunmadığı en başından beri açıktır. Dolayısıyla bu kişinin ifadesinin alınması da soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir gelişme olarak nitelendirilemez.

71. Somut olayda, daimî arama kararı uyarınca yapılan araştırmalara 3/6/2014 tarihinden itibaren son verildiğini de belirtmek gerekir. Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 13/11/2014 tarihli yazıda olayın fail ya da faillerin yakalanamaması üzerine zamanaşımı süresi olan 3/6/2014 tarihinden itibaren aramalara son verildiği belirtilmiştir (bkz. § 26).

72. Başvurucunun bu süreçte soruşturma dosyasının bir nüshasının tarafına verilmesi talebi dışında soruşturma makamlarından herhangi bir talepte bulunmadığını ayrıca vurgulamak gerekir.

73. Tüm bunlar dikkate alındığında 25/2/2015 tarihinde yapılan başvurunun -yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda- süresinde yapılmış bir başvuru olarak kabul edilemeyeceği değerlendirilmiştir.

74. Olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediği için olayın faillerinin bulunamadığı yönündeki şikâyet açısından 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen tazminat yolunun makul bir başarı ve çözüm yolu sunabilecek etkili başvuru yolu olduğu söylenemeyeceğinden somut olayda anılan tazminat yolunun sonucunun beklenmesinin bireysel başvuru süresi üzerinde herhangi bir etkisinin bulunmadığı ayrıca vurgulanmalıdır (5233 sayılı Kanun'da öngörülen tazminat yolunun kasıtlı öldürme olaylarının faillerinin tespiti açısından etkili bir yol olmadığı hususundaki ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Özeyir Kocakaya, B. No: 2014/1457, 14/11/2018).

75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yaşamı Koruma Yükümlülüğü Yönünden

76. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne alacağı ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka aykırı olarak öldürmememe yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün maddi boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu) (Aziz Biter ve diğerleri, § 58).

77. Bir bireysel başvuruda yaşam hakkının uygulanabilir olabilmesi, başka deyişle başvurunun Anayasa Mahkemesince yaşam hakkı kapsamında incelenebilmesi için devletin değinilen bu yükümlülüklerinden en az birinin ihlal edildiğinin ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu iddialar öldürmeme yükümlülüğünde hukuka aykırı veya keyfî öldürülmeye, yaşamı koruma yükümlülüğünde gerekli yasal düzenlemeler ile bu yasaların uygulanmasını sağlayacak etkili bir mekanizma oluşturulması gerektiği hâlde oluşturulmamasına ve/veya somut olayda olduğu gibi yaşamı korumak için yeterli düzeyde önleyici idari tedbirler alınması gerektiği hâlde alınmamasına, usul yükümlülüğünde ise etkili bir soruşturma yapılması gerekirken yapılmamasına ilişkin olabilecektir. Görüldüğü üzere yaşam hakkının ihlal edildiği yolundaki bir iddia devletin somut olayda yapmaması gerekenleri yaptığı, yapmasını gerekenleri ise yapmadığı şeklinde ileri sürülmektedir. Bu itibarla bir bireysel başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir incelemenin ancak yetkili makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusu olabileceği ifade edilmelidir. Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam hakkından incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, § 59).

78. Somut olayda başvurucu, JİTEM denilen örgütün faaliyetlerinin devlet tarafından engellenememesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini, eşinin yaşamının devletin ihmal ve kusurundan kaynaklı olarak korunamadığını ileri sürmüştür. Başka bir anlatımla başvurucu somut olayda devletin kusura dayalı sorumluluğunun bulunduğunu iddia etmiştir.

79. Bu durumda başvurucunun bireysel başvuru yapmadan önce tükettiği tazminat yolunun (5233 sayılı Kanun uyarınca kurulan mekanizma) yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğini en azından özü itibarıyla tespit edebilme potansiyeline sahip olup olmadığının başvuru yollarının tüketilmesi kuralı bakımından incelenmesi gerekmektedir.

80. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

81. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

82. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

83. Diğer taraftan tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olmalıdır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).

84. Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın mağdur olduğu artık ileri sürülemeyecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 83).

85. Mağduriyetin giderilmesi, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların devam edip etmediğine bağlıdır. Başvurucuya sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84).

86. Somut olayda devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında yaşamı korumak için makul ölçüler çerçevesinde idari tedbirler alınması gerekliliği ileri sürülmüştür. Başvurucu, bu bağlamda devletin yaşamı korumak için yapması gerekenleri yapmadığını iddia etmiştir.

87. 5233 sayılı Kanun'un öngördüğü tazminat yolunda doğrudan kusursuz sorumluluğa ilişkin bir değerlendirme yapılmakta, bu sorumluluk bağlamında terör ve terörle mücadele kapsamında meydana gelen bazı maddi zararların giderilmesi amacı güdülmektedir. Başka bir anlatımla bu başvuru yolunda sadece belirli koşullarda gerçekleşen -terör eylemi veya terörle mücadele kapsamındaki eylemle arasında bir nedensellik bağı kurulabilen- birtakım maddi zararlara ilişkin bir çözüm yolu sunulmaktadır. Dolayısıyla söz konusu başvuru yolu, bu konudaki yerleşik içtihada göre belirli bir konuya özgülenmiş somut başvuruda ileri sürüldüğü gibi idarenin yapması gerekenleri yapmadığı iddiasının (kusur sorumluluğu) değerlendirilmediği bir tazminat yoludur (Aziz Biter ve diğerleri, § 74).

88. Somut olayda başvurucu, kendi insiyatifiyle bu yola başvurmuş; maddi ve manevi zararlarının giderimi için bu konudaki genel hükümlere göre yetkili makamlara başvurmayı ve bunun üzerine tam yargı davası açmayı ise tercih etmemiştir. Aynı zamanda genel hükümlere göre başvurulabilecek tam yargı davası yolunun somut olayın kendine özgü koşullarına göre şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte olmadığını da iddia etmemiştir.

89. Bu durumda başvurucu her ne kadar devletin korumaya ilişkin pozitif yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürerek yaşam hakkı kapsamında bir başvuru yapmış ise de Anayasa Mahkemesinden önce başvurulan tazminat yolunun, ihlali en azından özü itibarıyla tespit edilebilecek nitelikte bir başvuru yolu olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, başvurucunun söz konusu şikâyetleri açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.

90. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

91. Başvurucu; dava, temyiz ve karar düzeltme aşamalarındaki taleplerinin derece mahkemelerince dikkate alınmadığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında açılan davalarda Danıştayın onama mercii gibi hareket ettiğini belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, manevi tazminat taleplerinin tazminat hukukun genel prensipleri çerçevesinde kabulüne karar verilmesi gerekirken 5233 sayılı Kanun'un dar bir çerçevede yorumlanması nedeniyle reddedildiğini, kendisine sadece cüzi bir miktar maddi tazminat önerildiğini, bu durumun yasal hükümlere tamamen aykırı olduğunu belirtmiştir.

b. Değerlendirme

92. Yukarıda da belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu başlık altındaki ihlal iddialarının gerekçeli karar kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

93. Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 25).

94. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 67).

95. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya Ltd. Şti, § 48).

96. 5233 sayılı Kanun'un öngördüğü tazminat yolunda belirli koşullarda gerçekleşen -terör eylemi veya terörle mücadele kapsamındaki eylemle arasında bir nedensellik bağı kurulabilen- maddi zararlara ilişkin bir çözüm yolu sunulmaktadır (Aziz Biter ve diğerleri, § 74).

97. 5233 sayılı Kanun, manevi zararların karşılanmasını öngörmemekle birlikte genel hükümlere göre açılacak tam yargı davasında manevi tazminat istenmesini de engellememektedir. Bir başka ifadeyle kişiler manevi tazminat taleplerini 5233 sayılı Kanun kapsamında değil 5233 sayılı Kanun'dan bağımsız olarak tazminat hukukunun genel prensiplerine göre açacakları davalarda dile getirebilirler.

98. Bu durumda başvurucuların idare mahkemelerinde açtıkları davaların niteliği ve tazminata ilişkin taleplerini dile getiriliş biçimleri özel önem taşır. Bir başka deyişle davanın 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun ilgili maddelerinde belirtilen usullere göre mi yoksa 5233 sayılı Kanun'a göre mi açıldığı son derece önemlidir.

99. Somut olayda başvurucu, Zarar Tespit Komisyonuna başvurusunda 5233 sayılı Kanun'a dayanmış; bu Kanun gereği maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu akabinde idari yargıda açtığı davada da taleplerini genel olarak 5233 sayılı Kanun'a dayandırmıştır. Başvurucu, derece mahkemelerine sunduğu dilekçelerde davanın 2577 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine göre açıldığı yönünde açık bir beyanda bulunmamıştır.

100. Başvurucunun sunduğu dilekçeleri dikkate alan Şanlıurfa İdare Mahkemesi, maddi zararın 5233 sayılı Kanun'da ve ilgili yönetmelikte öngörülen hesaplama yöntemine göre belirlendiğini belirterek dava konusu işlemde bu yönden bir hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi akabinde başvurucunun manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetini incelemiş ve başvurucu tarafından yapılan başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılmış bir başvuru olduğuna vurgu yaparak idarenin bu Kanun'da öngörülen hesaplama şeklinin dışına çıkmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi bu gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir. Karar, hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleşmiştir.

101. Somut olayda başvurucunun Zarar Tespit Komisyonuna müracaatının ardından açtığı davasını 5233 sayılı Kanun'a dayandırdığı ve genel hükümlere göre tam yargı davası açmadığı anlaşıldığından söz konusu davanın anılan gerekçeyle reddedilmesinde gerekçeli karar hakkı yönünden bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.

102. Başvurucu ayrıca maddi zararının daha yüksek olduğunu iddia etmiş ise de bu iddialarına ilişkin değerlendirmede bulunan derece mahkemesinin kararlarında keyfî bir değerlendirmede bulunduğunu söylemeyi mümkün kılan bir durum belirlenememiştir.

103. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

104. Başvurucu; açtığı tazminat davasının on yıl kadar bir süre devam ettiğini belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

105. Bu başlık altında ileri sürülen iddianın makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

106. 6216 sayılı Kanun'un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

107. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, § 26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.

108. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

109. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

110. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

111. Başvurucu, idarenin ihmalinden kaynaklı diğer bazı olaylarda oldukça yüksek miktarda tazminata hükmedilmesine rağmen kendi bölgelerinde yaşanan olaylarda daha düşük miktarda tazminata hükmedildiğini belirterek ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

112. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ikincil nitelikte bir kanun yolu olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

113. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.

114. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 16/4/2013, § 32).

115. Başvuru formu ve eklerinde, başvurucunun ayrımcılık yasağının ihlal edildiği yönündeki bir iddiayı derece mahkemeleri önünde ileri sürdüğüne ilişkin bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Anılan ihlal iddialarının derece mahkemeleri önünde ileri sürülmeksizin bireysel başvuruya konu yapıldığı anlaşılmıştır.

116. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Senay Melik [2.B.], B. No: 2015/3470, 10/10/2019, § …)
   
Başvuru Adı SENAY MELİK
Başvuru No 2015/3470
Başvuru Tarihi 25/2/2015
Karar Tarihi 10/10/2019

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, güvenlik güçleri içerisinde örgütlendiği ileri sürülen bir yapı tarafından gerçekleştirilen öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi ve yaşamın bu yapıya karşı korunamaması nedenleriyle yaşam hakkının; olay nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaat sonrasında idari yargıda açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; diğer ihmal olaylarına oranla bu tarz olaylarda daha düşük tazminata hükmedilmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Güvenlik güçlerinin ölümcül güç kullanması Süre Aşımı
Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Gerekçeli karar hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Makul sürede yargılanma hakkı (idare) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 765 Türk Ceza Kanunu 102
5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 6
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 12
2
1
3713 Terörle Mücadele Kanunu 4
3
geçici 4
5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun geçici 4
geçici 1
13
12
8
7
4
765 Türk Ceza Kanunu 104
5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 2
1
6087 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu geçici 4
5237 Türk Ceza Kanunu 173
172
302
81
67
66
7
765 Türk Ceza Kanunu 450
448
125
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 13
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi