TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
GARAJ DOĞA SPORLARI SAVUNMA SANAYİİ GÜVENLİK SİSTEMLERİ TURİZM TEKSTİL GIDA SANAYİ DIŞ TİCARET LTD. ŞTİ. VE SİLAH DÜNYASI SAVUNMA SANAYİ GÜVENLİK SİSTEMLERİ DANIŞMANLIK HİZMETLERİ SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/4638)
Karar Tarihi: 28/5/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Raportör
M. Emin ŞAHİNER
Başvurucular
1. Garaj Doğa Sporları Savunma Sanayii Güvenlik Sistemleri Turizm Tekstil Sanayi Dış Ticaret Ltd. Şti.
2. Silah Dünyası Savunma Sanayi Güvenlik Sistemleri Danışmanlık Hizmetleri Sanayi Ticaret Ltd. Şti.
Vekili
Av. Fatih AVŞAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yöneticileri tutuklanan şirkete kayyım atanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından sunulan görüş başvuruculara tebliğ edilmiş; başvurucular, süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu şirketler farklı sektörlere ilişkin malzeme üretimi yapan, ithalat-ihracat faaliyetinde bulunan, ülke genelinde toptan, kurumsal ve bayi kanallarıyla pazarlama yapan, çeşitli idari birimlerden alınan ruhsat ve çalışma izin belgelerine istinaden atış poligonları ve silah tamir bakım kaplama boyama atölyeleri işleten firmalardandır. Dünyadaki farklı silah markalarının yetkili teknik servis hizmetini veren başvurucular, ayrıca Makine Kimya Endüstrisi ana bayiliklerini de yürütmektedirler.
9. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca suç işlemek için örgüt kurmak, resmî belgede sahtecilik, rüşvet alıp vermek ve fuhşa teşvik etmek suçlarına ilişkin olarak yapılan bir soruşturma kapsamında başvurucu şirketlerin ortaklarından O.K. 14/12/2010, E.R.T. 20/12/2010, M.A. 14/12/2010 tarihlerinde Büyükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/515 ile 2010/472 değişik iş sayılı kararları ile tutuklanmışlardır.
10. Anılan soruşturma kapsamında Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 9/12/2010 tarihli kararı ile O.K., E.R.T. ve diğer bir kısım yetkililerin mal varlıklarına bankalar ve şirketlerdeki her türlü hesaplarına, alacaklarına ve şirketlerdeki paylarına el konulmuştur.
11. Tutuklanan kişiler hakkında Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/407 esasına kayden kamu davası açılmış olup buna ilişkin yargılama hâlen devam etmektedir. Bu arada Mahkemenin 19/8/2011 tarihli kararı ile şüpheliler tahliye edilmişlerdir.
12. Başvurucular, dosya içeriğinden tespit edilemeyen bir tarihte Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde şirketlerinin yönetimlerine kayyım atanması talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme 13/4/2012 tarihli kararı ile bu talebin reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların mal varlığına el konulmasının kayyım tayini için yeterli bir neden olmadığı, tutuklu olan ortak ve yöneticilerin de 19/8/2011 tarihinde tahliye edildikleri ve bu nedenle kayyım atanması için gerekli koşulların oluşmadığı belirtilmiştir. Bu karar temyizen Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20/5/2013 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
13. Başvurucular; şirket ortakları ve yetkili temsilcilerinin tutuklanması nedeniyle şirketlere kayyım atanması gerektiği hâlde atanmadığını, maddi imkânsızlık ve vekâleten şirketleri yönetecek kimsenin bulunamaması nedenleriyle şirketlerin aciz duruma düştüğünü ve zarar ettiklerini belirterek maddi ve manevi tazminat talebiyle Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır.
14. Mahkeme 22/11/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; şirket ortağı ve yöneticisi konumunda olan davacılarla ilgili kamu davasının hâlen Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmekte olup elkoymanın haksız olup olmadığı konusundaki değerlendirmenin ancak bu dosyada esas karar ile birlikte yapılması gerektiğine işaret edilmiştir. Şirketlerin kayyım atanmaması nedeniyle değer kaybına uğradığı iddiasını da değerlendiren Mahkeme, yöneticilerin 19/8/2011 tarihinde tahliye edildikleri, şirketlerin vekâlet verilmesi yoluyla yönetilmesinde herhangi bir yasal sakınca bulunmadığı gibi doğrudan doğruya şirketlerin acze düşmesiyle kayyım atanmaması arasında nedensellik bağı da kurulamayacağı hususlarına değinmiştir. Mahkemeye göre kayyım atanması ile ilgili açılan davanın da koşulları oluşmadığından bahisle Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesince reddedilmiş olduğu dikkate alınmalıdır. Mahkeme, soruşturma aşamasında tarafların talebinin olmadığını gözeterek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde yazılı elkoyma gerekçesine dayanan tazminat talebinin de bu aşamada koşulları oluşmadığı sonucuna varmıştır.
15. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 12. Ceza Dairesince 30/6/2014 tarihinde onanmıştır.
16. Nihai karar, başvurucuların vekiline 27/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucular 27/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
18. 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkeme, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabilir. Atama kararında, yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim organının yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık payları veya menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiği açıkça belirtilir. Kayyım tayinine ilişkin karar, ticaret sicili gazetesinde ve diğer uygun vasıtalarla ilan olunur.
......
(4) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir.
a) Türk Ceza Kanununda yer alan,
1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80),
2. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
3. Parada sahtecilik (madde 197),
4. Fuhuş (madde 227),
5. Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (madde 228),
6. Zimmet (madde 247),
7. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282),
8. Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315),
9. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337),
Suçları,
b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları,
c) Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,
d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar,
e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
..."
19. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
...
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
20. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 427. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Vesayet makamı, yönetimi kimseye ait olmayan mallar için gereken önlemleri alır ve özellikle aşağıdaki hâllerde bir yönetim kayyımı atar:
4. Bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka yoldan sağlanamamışsa,
21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 40. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar.
Temsilci, hukuki işlemi yaparken bu sıfatını bildirmezse, hukuki işlemin sonuçları kendisine ait olur. Ancak, karşı taraf bir temsil ilişkisinin varlığını durumdan çıkarıyor veya çıkarması gerekiyor ya da hukuki işlemi temsilci veya temsil olunandan biri ile yapması farksız ise, hukuki işlemin sonuçları doğrudan doğruya temsil olunana ait olur.
22. 6098 sayılı Kanun'un 502. maddesi şöyledir:
"Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir."
23. 6098 sayılı Kanun'un 503. maddesi şöyledir:
"Kendisine bir işin görülmesi önerilen kişi, bu işi görme konusunda resmî sıfata sahipse veya işin yapılması mesleğinin gereği ise ya da bu gibi işleri kabul edeceğini duyurmuşsa, bu öneri onun tarafından hemen reddedilmedikçe, vekâlet sözleşmesi kurulmuş sayılır."
24. 3/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Ticaret Kanunu'nun 235. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Haklı sebeplerin varlığı hâlinde temsil yetkisi, bir ortağın başvurusu üzerine, mahkemece kaldırılabilir. Gecikmesinde tehlike bulunan hâllerde mahkeme temsil yetkisini ihtiyati tedbir olarak kaldırıp bu yetkiyi bir kayyıma verebilir. Kayyımın atanmasını, görevlerini, mahkemece verilen temsil yetkisini ve bunların sınırlarını, mahkeme resen tescil ve ilan ettirir.
2. Yargıtay İçtihadı
25. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 23/11/2012 tarihli ve 2010/15040, K.2012/19028 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava, anonim şirkete kayyım atanmasına ilişkin olup; mahkemece, davalı şirket yöneticilerine isnat edilen suçlamaların TCK’nun 257. maddesinde düzenlenen görevi ihmal suçundan kaynaklandığı, bu suçun CMK’nun 133. maddesinde düzenlenen katalog suçlar arasında yer almadığı, davalı şirkete kayyım tayinini gerektirir zorunluluk bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, davacı taraf davalı şirket yönetim kurulu üyeleri hakkında Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü müfettişleri tarafından rapor hazırlandığını, sonrasında haklarında Cumhuriyet Savcılığına şikayette bulunulduğunu, yönetim kurulu üyelerinin şirketi daha fazla zarara sokmalarının önlenmesi için kayyım atanmasını talep ederek işbu davayı açmıştır. Mahkemenin gerekçesinde belirttiği Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 133. maddesi, suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi durumunda soruşturma ve kovuşturma sürecinde kayyım atanmasına ilişkin olup, anılan düzenlemenin dava konusu olaya tatbiki mümkün değildir.
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin temel amacının, bir kişiyi mülkiyet dokunulmazlığına devlet tarafından haksız bir şekilde müdahale edilmesine karşı korumak olduğunu belirtmektedir. Ancak Sözleşme’nin 1. maddesi gereğince her bir sözleşmeci taraf kendi yetki alanı içerisinde bulunan herkesin, Sözleşme’de açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacaktır. Bu genel ödevin ifası, Sözleşme tarafından güvence altına alınmış olan hakların fiilî kullanımını sağlamaya yönelik pozitif yükümlülükler içerebilir. 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi bağlamında, bu pozitif yükümlülükler devletin mülkiyet hakkını korumak için gerekli tedbirleri almasını gerektirebilir (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143).
28. AİHM ayrıca mülkiyet hakkı kapsamında pozitif yükümlülükler bakımından öncelikler ve kaynaklar konusunda yapılması gereken işlemler ve tedbirler ile ilgili seçenekleri değerlendirmenin kamu otoritelerine ait olduğunu, bu seçenekler değerlendirilmeden devlete olanaksız ya da çok ağır bir yük yüklenmemesi gerektiğini, büyük kaynak ihtiyacı gerektiren tedbirler bakımından zorlu toplumsal ve teknik alanlarda devletin geniş bir takdir hakkına sahip olduğunu belirtmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 107).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 28/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucular, tüzel kişilik olarak gerekli organlardan yoksun kaldıkları gibi mal varlıklarına da el konulduğu için maddi imkânsızlıktan dolayı vekaleten yönetime herhangi birisini bulamadıklarından yakınmaktadırlar. Başvurucular; yönetim boşluğu nedeniyle gerekli tedbirlerin alınamaması sonucu ödemelerini yapamadıklarını, haklarında çok sayıda icra takibi bulunduğunu, şirket yönetimine kayyım atanması zorunlu iken idarece bu yükümlülüğün yerine getirilmediğini, tutuklu oldukları ceza infaz kurumundan bu husustaki taleplerinin de sonuçsuz kaldığını ve kayyım ataması yapılmaması nedeniyle zarara uğradıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca açmış oldukları tazminat davasına ilişkin olarak yargı organlarının mevzuatı eksik ve hatalı değerlendirerek karar verdiklerini iddia etmişlerdir. Başvurucular maddi varlıklarının kamu makamlarınca korunmadığını belirterek sonuç olarak Anayasa'nın 17., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen ilke ve hakların ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
31. Bakanlık görüşünde, kayyım tayini için mevzuatça bazı şartların varlığının arandığını ve ancak bu şartların gerçekleşmesi durumunda kayyım atanabilmesinin söz konusu olabileceği belirtilmiştir. Bakanlığa göre anılan şartlar gerçekleşmiş olsa dahi mahkeme kayyım atamak zorunda değildir. Bakanlık, bu gerçeklikten hareketle kayyım atanması tedbirinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun Mahkemenin takdirinde olduğunu ifade etmiştir. Bakanlığa göre şirket yetkililerinin tutuklu kaldıkları sürede başka kişilere vekâlet vererek faaliyetlerini sürdürebilmeleri imkân dâhilindedir. Bakanlık ayrıca tutuklu bulunan şirket yetkililerin tahliye edilmelerinden sonra şirket faaliyetlerini takip edebilmelerinin de mümkün olduğunu belirtmiştir.
32. Başvurucular ise cevap dilekçesinde; başvuru formundaki iddiaları kısmen tekrarlayarak dava konusu zararın şirket yetkililerinin tutuklanıp şirketlere kayyım atanmadığı ara dönemde meydana geldiğini, şirketlerdeki yetkililerinin tümünün tutuklanması ve mal varlıklarına el konulması nedeniyle vekâleten de olsa şirketleri yönetecek kimseyi bulamadıklarını ifade etmişlerdir.
B. Değerlendirme
33. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, Anayasa'nın 17. ve 36., 40. maddelerinde yer alan ilke ve hakların ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak başvurucuların bir ceza soruşturmasında yöneticilerinin tutuklanması sonrası şirkete kayyım atanmaması nedeniyle maddi varlıklarının korunmadığı yönündeki temel şikâyetlerinin özü itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucuların bütün şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
36. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Sermaye şirketlerinin ortaklık paylarının Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülk olduğunda kuşku bulunmamaktadır (Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 84). Bu bağlamda somut olayda yöneticileri tutuklu olduğu için kayyım ya da benzeri yetkilere sahip birisi tarafından idare edilmeyen şirketlerin zarara uğradığı iddiasında bulunan başvurucular yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında korunmaya değer ekonomik bir menfaatin mevcut olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
37. Anayasa'nın 35. maddesi, özü itibarıyla mülkiyet hakkına devlet tarafından yapılan müdahalelere karşı bireyi korumayı amaçlamaktadır. Somut olayda ise devletin mülkiyet hakkına negatif anlamda doğrudan bir müdahalesi söz konusu değildir. Buna göre mülkiyet hakkının korunması çerçevesinde şirkete kayyım atanmaması yönündeki şikâyetin devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelemesi gerekir.
a. Genel İlkeler
38. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
39. Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Pozitif yükümlülükler mutlak olmayıp bunların ne tür koruyucu ve düzeltici edimleri kapsadığı ve bu edimlerin derecesi, her somut olayın kendi koşulları içinde belirlenebilir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda TemizlikHizmetleri A.Ş.,§ 46).
40. Koruma yükümlülüğünün kapsamı somut olayın öznel ve nesnel koşulları çerçevesinde belirlenmesi gerekmekle birlikte bunun devlete, idare aygıtının insan ve mali kaynaklarıyla karşılamasına imkân bulunmayan birtakım ödevler yüklediği biçiminde anlaşılması mümkün değildir. Bu bağlamda koruma yükümlülüğü, kamunun insan ve mali kaynaklarından soyut bir biçimde her türlü müdahalenin önlenmesi gerektiği şeklinde yorumlanamaz (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., § 47). Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olur (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., § 48).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Somut olayda başvurucular; ortaklarının ve yöneticilerinin tutuklu olması nedeniyle şirketlerde oluşan yönetim boşluğu sonucu gerekli ekonomik tedbir ve kararların alınamadığını, taraflarına ait ödemelerin yapılamadığını, haklarında çok sayıda icra takibi bulunduğunu, idarece kendilerine kayyım atanmaması nedeniyle zarara uğradıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular, tüzel kişiliklerine yönelik kamu makamlarının müdahalesi sonucu taşınır ya da taşınmazlarının parasal değerlerini diledikleri gibi kullanamadıklarına, faaliyetlerine ve çalışma koşullarına sınırlama getirildiğine, tasfiyeye tabi tutulduklarına veya alacak ya da borçlanma imkânlarının sınırlandırıldığına ilişkin bir şikâyette bulunmamışlardır. Başvurucuların şikâyeti esas itibarıyla bir devlet kurumu olan yargı organlarınca şirket ortak ve yöneticilerinin tutuklanması nedeniyle şirket karar organlarında bir yönetim boşluğu oluşmasına karşın bu boşluğu kaldırma amacını matuf yine idari ya da yargı kurumlarınca taraflarına bir kayyım atanmamış ve bu nedenle acze düşülmüş olmasına yöneliktir.
42. Başvurucuların uygulanmasını talep ettiği fakat kabul edilmeyen kayyım atanması tedbiri, 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesi kapsamında uygulama alanı bulan bir tedbir türüdür. Bu maddenin birinci fıkrasında; suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması hâlinde soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkemenin şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabileceği hüküm altına alınmıştır. Maddenin dördüncü fıkrasında da kayyım atanması öngörülen suçlar gösterilmiştir.
43. Öncelikle kayyım atanması, 5271 sayılı Kanun'da bir ceza hukuku aracı olarak düzenlenmiş olup suç isnadı kapsamında uygulanan geçici bir koruma tedbiri mahiyetindedir. Anılan tedbir yalnızca 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen katalog suçlar bakımından uygulama alanı bulabilecek ve bu tedbire başvurucuların yargılanan ortak ve yetkilileri hakkında yargılamanın sonunda suçlu bulunmaları hâlinde uygulama alanı bulacak muhtemel bir müsaderenin gerçekleştirilebilmesini temin amacıyla gerek duyulması hâlinde başvurulabilecektir (Benzer yönde bkz. Hamdi Akın İpek, § 87). Bu durumda ceza soruşturmasının daha etkin işleyebilmesi için tesis edilmiş bir koruma tedbiri olarak kayyım atanmasının, özel hukuk alanında bir şirketin acze düşmesini engelleme ve varlığını devam ettirme amacını matuf olarak kullanılması mezkûr tedbir kurumunun varlık sebebine uygun düşmemektedir. Diğer bir deyişle başvurucunun uygulanmasını talep ettiği ceza hukuku araçlarından biri olan kayyım atanması yönündeki tedbir ancak muhtemel bir müsaderenin önlenmesi amacıyla uygulanmaktadır. Buna göre söz konusu tedbirin başvurucunun yakındığı durum bakımından uygulama alanı bulamayacağı ve bunu tespit eden yargısal kararların da keyfi olmadıkları açıktır.
44. Bununla birlikte şirketlerde çeşitli gerekçelerle geçici olarak yönetim boşluğu oluşması durumlarının gözetilerek bir hukuki mekanizmanın oluşturulmaması veya böyle bir mekanizmanın etkin bir şekilde işletilmemesi de pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği sonucunu doğurabilir. Ancak 6098 sayılı Kanun'da yer alan temsile ilişkin hükümler 4721 sayılı Kanun'un 427. maddesinde bulunan kayyım atanmasına ilişkin hüküm ve 6102 sayılı Kanun'da yer alan kayyım atanmasına yönelik hükümler belirtilen hukuki mekanizmaların mevcut olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle başvurucuların ortakları ve yetkilileri tutuklu olmuş olsalar dahi 6102 sayılı Kanun ile 6098 sayılı Kanun'da öngörülen başka yollarla dahi şirketlerin idaresi hukuki imkân dâhilindedir. Bu kapsamda başvurucu şirketlerin vekâlet ya da temsil yetkisi vermek suretiyle yönetilmesinde herhangi kanuni bir engel bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle belirli bir dönem tutuklu bulunan ortak ve yetkililerin gerek tutukluluk hâllerinin devamı sırasında gerekse tahliye işlemlerinin ardından başvurucu şirketlerin etkili bir şekilde yönetilmelerini teminen bunlara herhangi bir kayyımın göreceği eş değer vazifeyi ifa edecek bir vekil atamalarının ya da temsilci görevlendirmelerinin önünde kendilerine engel teşkil edecek ekonomik bir kısıt ya da hukuki bir imkânsızlık bulunmamaktadır.
45. Diğer taraftan şirketin veya başvurucuların mal varlığı yönünden ceza soruşturması ve kovuşturması kapsamında uygulanan el koyma tedbirleri bakımından uğranılan zararların 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında giderilebilmesine imkân tanıyan bir başvuru yolu da mevcuttur. Başvurucular ise mezkûr mekanizmalara başvurduklarına veya bunların etkili bir şekilde işletilmediğine dair bir şikâyette bulunmamışlardır. Dolayısıyla bu hukuki mekanizmaların varlığı da dikkate alındığında sadece ceza yargılamasının etkin şekilde işletilmesi için öngörülen bir geçici koruma tedbirinin uygulanmamış olması ve bunun için tazminata hükmedilmemesi pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği anlamına gelmemektedir.
46. Başvuru konusu olay bakımından devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında başvurucuların etkin ve acze düşmeden ekonomik faaliyet gösterebilmeleri için temsil ve vekâlet gibi kurumların varlığı nedeniyle yeterli güvencelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ceza hukuku araçlarından biri olan kayyım atanmasının ise ancak suçların soruşturulması ve kovuşturulması çerçevesinde maddî gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için uygulanabileceği açıktır. Şirketlerin yönetim boşluğuna düşmesinin önlenmesi bakımından çeşitli özel hukuk araçlarının öngörüldüğü dikkate alındığında kamu makamlarına önemli ölçüde maddi ve insani kaynak gerektiren zorlu ekonomik ve hukuki boyutları bulunan ayrıca bir yükümlülüğün yüklenemeyeceği kabul edilmelidir. Sonuç olarak başvurucunun ceza soruşturması ve kovuşturması kapsamında kayyım atanmamasına ilişkin şikâyeti bakımından Anayasa'nın 35. maddesinin böyle bir güvence içermediği anlaşılmakla mülkiyet hakkının ihlal edilmediği kanaatine varılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.