TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADİL ERHAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/6888)
|
|
Karar Tarihi: 19/2/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Adil
ERHAN
|
|
|
2. Cevahir
ERHAN
|
|
|
3. Evin
ERHAN
|
|
|
4. Hamza
ERHAN
|
|
|
5. Nezahat ERHAN
|
|
|
6. Zeynep
ERHAN
|
|
|
7. Züleyha
ERHAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Bayram
BAYKAL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari yargıda açılan tam yargı davasının süre
aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası
içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların yakını 1979 doğumlu M.E., 22/9/2007 tarihinde
ikamet ettiği evden çıkmış, 23/9/2007 günü saat 12.00 sıralarında Yüksekova-Dağlıca
kara yoluna yakın bir yerde ölü olarak bulunmuştur. Aynı gün yapılan otopsi
işlemi sonucunda M.E.nin ensesinden ve başından giren
mermi çekirdeklerinin oluşturduğu harabiyet nedeniyle
yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır.
9. Olay hakkında Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
yürütülen soruşturma kapsamında M.E.nin terör örgütü
PKK tarafından öldürüldüğüne işaret eden önemli veriler elde edilmiştir.
Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı, elde ettiği bu verileri değerlendirerek
olayı soruşturma yetkisinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun mülga 250. maddesi gereğince Van Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu
sonucuna ulaşmış ve soruşturma evrakını Van Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararında diğer bazı
delillerin yanı sıra PKK terör örgütünün yayın organlarında M.E.nin
JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) elemanı olduğu gerekçesiyle PKK
tarafından öldürüldüğü yönünde yapılmış haberlere dayanmıştır.
10. Bu karar üzerine Van Cumhuriyet Başsavcılığı 7/7/2008
tarihinde, Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı emrinde görevli E.Ş.nin
ifadesini almıştır. E.Ş. bu ifadesinde M.E.nin
kayıtlı haber elemanı olarak kullanıldığını belirtmiştir. Başvuru formu ve
eklerinde, terör örgütü tarafından başvuruculara gönderildiği anlaşılan ve
başvurucuların yakınının devlet adına çalıştığı için terör örgütü tarafından
öldürüldüğünü ifade eden 2008 yılında hazırlanmış bir yazı da bulunmaktadır.
11. Başvurucular olay hakkındaki ceza soruşturmasında daimî
arama kararı verilerek fail ya da faillerin bulunmasına çalışıldığını,
soruşturmanın devam ettiğini ifade etmişlerdir.
12. Başvurucular; yakınları M.E.nin
devlet adına çalışması nedeniyle PKK tarafından öldürüldüğünü, bu sebeple somut
olayda idarenin kusursuz sorumluluğunun bulunduğunun açık olduğunu ileri
sürerek 25/1/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay
nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
13. İçişleri Bakanlığı 4/2/2010 tarihinde başvurucuların dilekçe
ve eklerini gereği için Hakkâri Valiliğine göndermiştir. Hakkâri Valiliği Zarar
Tespit Komisyonu 18/2/2010 tarihinde başvurucuların dilekçeleri hakkında
kendilerince yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığına karar vermiştir.
14. Başvurucular, bunun üzerine Van 1. İdare Mahkemesinde dava
açmış ve toplam 280.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular dava
dilekçesinde özetle devletin stratejik bir coğrafyada çalışan yakınlarının can
güvenliğini sağlamak için gerekli özen ve dikkati göstermediğini, ölüm olayında
idarenin kusurunun bulunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular, devletin somut
olayda kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince de sorumlu olduğunu iddia
etmişlerdir.
15. Van 1. İdare Mahkemesi 8/10/2010 tarihinde davanın süre
aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
Olayda, 22.09.2007 tarihinde davacılar yakını [M.E.nin] yasadışı terör
örgütü mensupları tarafından, Devlet adına çalışan birisi olarak bilinmesi
nedeniyle öldürüldüğünden bahisle zarara uğradıklarını ileri süren davacıların,
olayın meydana geldiği 22.09.2007 tarihinden çok sonra 25.01.2010 tarihinde
İçişleri Bakanlığı'na başvurdukları anlaşılmış olup, davacıların yakınlarının
terör örgütü mensupları tarafından öldürüldüğünü öğrendikleri 22.09.2007
tarihinden itibaren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde
bahsi geçen 1 yıllık süre içerisinde idareye başvurarak başvurunun kısmen ya da
tamamen reddi üzerine dava açmaları gerekirken, bu gereğe uyulmadığı, ayrıca
5233 sayılı Yasa uyarınca Hakkkari Valiliği Zarar
Tespit Komisyonu'na herhangi bir başvuru yapılmadığı anlaşılmış olup sözkonusu süreleri geçirdikten sonra 25.01.2010 tarihinde
yapılan başvurunun reddi üzerine 08.04.2010 tarihinde açılan bu davada süre
aşımı bulunduğundan işin esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır."
16. Başvurucular, açtıkları davanın süre aşımından
reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, bir yıllık sürenin eylemin idariliğinin ortaya konulmasından sonra işlemesi
gerektiğini belirterek kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucular temyiz
dilekçesinde özetle eylemin idariliğinin ortaya
çıktığı tarih olarak 22/9/2007 (M.E.nin ölüm tarihi)
tarihinin esas alınmasının hatalı olduğunu, somut olayda eylemin idariliğinin yakınları M.E.nin
ölümünün güvenlik güçlerinin zaafiyetinden
kaynaklanıp kaynaklanmadığına göre belirlenebileceğini, eylemin idariliğinin olay hakkındaki ceza soruşturması sonucunda
verilen kararın kesinleşmesiyle ortaya çıkacağını, olay hakkındaki ceza soruşturması
derdest olduğundan tazminat talebi yönünden başlamış bir süreden bahsetmenin
mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca dava dilekçesinde
belirttikleri hususları yinelemişlerdir.
17. Danıştay Onuncu Dairesi 21/1/2015 tarihinde ilk derece
mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
18. Bu karar 25/3/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir. Başvurucular 17/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. İlgili hukuk için bkz. Hasan
Oğuz ve diğerleri, B. No: 2015/2700, 7/2/2018, §§ 21-26.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 19/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
21. Başvurucular, yakınları M.E.nin
devletin istihbari faaliyetlerine destek olması
nedeniyle öldürüldüğünü, bu nitelikteki işleri yapan kişilerin yaşamlarının
korunmasının hukuk devletinin bir gereği olduğunu, somut olayda yakınlarının
yaşamının korunamaması nedeniyle devletin pozitif yükümlülüklerini yerine
getiremediğinin açık olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca açtıkları
tam yargı davasının Anayasa'nın 125. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi
gerekirken 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında değerlendirilerek süre aşımından
reddedilmesinin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.
Başvurucular bu iddialarla Anayasa'nın 2., 5. ve 17. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
22. Başvurucular bireysel başvuru formunda ayrıca olay
hakkındaki ceza soruşturmasının hâlihazırda devam etmesi ve oldukça uzun bir
süre geçmesine rağmen olayın faillerinin bulunamaması nedenleriyle Anayasa'nın
10., 11., 19., 36., 138., 139., 140., 141. ve 142. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş iseler de eksiklik bildirimi üzerine Anayasa
Mahkemesine sundukları 13/11/2015 tarihli dilekçede ceza soruşturmasına ilişkin
yargısal süreç ile ilgili şikâyetlerinin devam etmediğini, başvurularının konusunun
tazminat taleplerinin reddedilmesi ve bunun Danıştay tarafından onanması ile
ilgili olduğunu belirtmişlerdir.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucular bireysel başvuru
formunda, hem tazminat davasının süre aşımından reddedilmesinden hem de ölüm
olayından oldukça uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen olayın faillerinin
tespit edilememiş olmasından şikâyet etmişlerdir. Bununla birlikte başvurucular
13/11/2015 tarihli dilekçelerinde, ceza soruşturmasına ilişkin yargısal süreç
ile ilgili şikâyetlerini devam ettirmediklerini açıkça ifade etmişlerdir. Bu
durumda başvurucuların şikâyetlerinin özünün derece mahkemelerince verilen süre
aşımı kararı nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenememesiyle ilgili olduğu
anlaşılmaktadır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası incelenmediğinden M.E.nin yaşamının korunamadığı yönündeki iddiaların
incelenmesi mümkün olmamıştır. Bu itibarla başvurucuların tüm ihlal iddiaları
adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmiştir.
24. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
1. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
25. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede,
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye
erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
26. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
27. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
28. Somut olayda maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan
davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi
nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin
bulunduğu görülmektedir.
2. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
29. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
31. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
a. Kanunilik
32. Başvuruya konu olayda derece mahkemelerinin 6/1/1982 tarihli
ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesine dayanarak
başvurucuların açtığı davanın süre aşımından reddine karar verdiği
görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
b. Meşru Amaç
33. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54, 55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
c. Ölçülülük
i. Genel İlkeler
34. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
35. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten
kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka
açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması
nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını
kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
36. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve
somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin
bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız
kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
37. Başvurucular, dava açma süresinin başlangıç tarihi olarak
ölüm olayının gerçekleştiği tarihin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını
ihlal ettiğinden şikâyet etmektedirler.
38. Anayasa Mahkemesince daha önce benzer nitelikteki
başvurularda da belirtildiği üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın
tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü
tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari
eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da arasındaki
illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği
durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul
edilmektedir (aynı yönde karar için bkz. Hasan
Oğuz ve diğerleri, § 48).
39. Başvuru konusu olayda başvurucuların yakını M.E.nin 23/9/2007 tarihinde Yüksekova-Dağlıca kara yoluna
yakın bir yerde ölü olarak bulunması üzerine olayın faillerinin bulunması
amacıyla resen bir ceza soruşturması başlatılmış ve bu soruşturma kapsamında M.E.nin terör örgütü PKK tarafından öldürüldüğüne işaret
eden önemli veriler elde edilmiştir. Başvurucular, olayın fail ya da
faillerinin bulunması amacıyla resen başlatılan ceza soruşturması devam ederken
söz konusu olay nedeniyle uğramış oldukları zararların tazmin edilmesi
istemiyle 25/1/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat etmişler;
taleplerinin reddedilmesi üzerine Van 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası
açmışlardır. Van 1. İdare Mahkemesi ise idari eylemler için öngörülen bir yılık
süre içinde idareye başvuru yapılmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımından
reddine karar vermiştir. Van 1. İdare Mahkemesi 2577 sayılı Kanun'un 13.
maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden (22/9/2007)
başlatmıştır.
40. Yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında 2577 sayılı
Kanun'un 13. maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin başlangıcı olarak ölüm
tarihinin esas alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucular, derece mahkemelerine
sundukları dilekçelerde hem hizmet kusuru ilkesine hem de kusursuz sorumluluk
ilkesine dayanarak zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
Başvurucular, hizmet kusuru ile ilgili olarak stratejik bir coğrafyada devlet
adına çalışan yakınlarının yaşamının korunması gerektiğini ancak somut olayda
bunun başarılamadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, hizmet kusuruna
ilişkin olarak bu iddia dışında kamu makamlarına atfedilebilir somut bir
kusurdan ve eksiklikten bahsetmemişlerdir. Başvurucular, bireysel başvuru
formunda yakınları M.E.nin devlet adına çalışan bir
kişi olduğunu bilmedikleri ya da bu durumu daha sonra öğrendikleri yönünde bir
beyanda bulunmamışlardır. Başka bir anlatımla başvurucular, yakınlarının devlet
adına çalışan bir kişi olduğunu ve bu sebeple terör örgütü PKK tarafından
tehdit edildiğini bir yıllık dava açma süresinden sonra öğrendikleri yönünde
bir beyanda bulunmamışlardır. Bu durumda derece mahkemelerinin 2577 sayılı
Kanun'un 13. maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden
başlatmalarının somut olayın koşulları bağlamında makul olmadığı söylenemez.
41. Bu aşamada ayrıca olay hakkındaki ceza soruşturmasına değinmek
gerekir. Çünkü bazı durumlarda idarenin hizmet kusurunun varlığı olay
hakkındaki ceza soruşturması kapsamında yapılan araştırmalar neticesinde ortaya
çıkabilir.
42. Olay hakkındaki ceza soruşturması bu kapsamda incelendiğinde
başvurucuların yakınının ölü olarak bulunmasından hemen sonra olay yeri
incelemesi ile ölü muayene ve otopsi işlemlerinin gerçekleştirildiği, ayrıca
olay hakkında bilgisi olabilecek bazı kişilerin ifadelerinin alındığı
görülmüştür. Yapılan bu araştırmalar neticesinde olayın terör örgütü PKK
tarafından gerçekleştirildiğine işaret eden önemli veriler elde edilmesi
üzerine soruşturma makamlarının tamamen olayın fail ya da faillerinin
yakalanmasına odaklandığı, kamu görevlilerinin ihmaline ilişkin herhangi bir araştırma
yapmadığı anlaşılmıştır. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucuların
da kamu görevlilerin ihmallerinin araştırılması için soruşturma makamlarına bir
talepte bulunmadıkları görülmüştür. Bu durumda söz konusu soruşturma sonucunda
idarenin hizmet kusurunun bulunduğuna işaret eden bilgilerin ortaya
çıkarılmasının mümkün olabileceğini kabul etmek oldukça güçtür. Başka bir
deyişle eylemin idariliğinin anılan ceza soruşturması
sonucunda ortaya çıkmasını beklemek somut olayın koşulları bağlamında makul
gözükmemektedir. Nitekim başvurucular da olayın fail ya da faillerinin
araştırılmasına ilişkin olarak yürütülen bu soruşturma sonucunda idarenin
hizmet kusurunun nasıl ortaya çıkarılabileceği hususunda ikna edici açıklamada
bulunmamışlardır.
43. Başvuruya konu olay Anayasa Mahkemesinin mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine hükmettiği Şeyma
Kayaoğlu (B. No: 2014/5491, 5/7/2017), Mehmet Menendiz ve diğerleri (B. No: 2014/5235, 6/7/2017), Hasan Oğuz ve diğerleri (B. No: 2015/2700,
7/2/2018) başvurularından bu yönüyle farklılaşmaktadır. Mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine hükmedilen söz konusu kararlarda, ölüm olayının
nedeninin tam olarak bilinmemesi ve/veya olay hakkındaki ceza soruşturmasında
kamu görevlilerinin ihmalinin araştırılması söz konusu iken; başvuruya konu
olay hakkında yürütülen ceza soruşturması olayın fail ya da faillerinin
yakalanmasına ilişkin olup kamu görevlilerinin ihmalinin araştırılması ile
ilgili değildir.
44. Tüm bunlar dikkate alındığında somut olayda dava açma
süresinin ölüm tarihinden başlatılmasının başvurucuların mahkemeye erişim
hakkını aşırı derecede güçleştiren bir yorum olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
19/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.