TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
CENGİZ İNŞ. SAN.VE TİC.A.Ş. VE MİRAX TUR. İNŞ. TİC. A.Ş. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/7846)
Karar Tarihi: 26/6/2019
R.G. Tarih ve Sayı: 19/7/2019 - 30836
Başkan
:
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Recep KÖMÜRCÜ
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Volkan ÇAKMAK
Başvurucular
1. Cengiz İnş. San. ve Tic. A.Ş.
2. Mirax Tur. İnş. Tic. A.Ş.
Vekili
Av. Elif Nur ÖZYURT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, turizm alanı tahsis işlemine karşı üçüncü kişiler tarafından açılan davada usul hukuku hükümlerine, konuya ilişkin mevzuata açıkça aykırı ve keyfî karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; verilen iptal kararı sonucunda tahsise konu araziye yapılan yatırımların karşılıksız kalması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
7. Birinci Bölüm tarafından 19/2/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Antalya ili Kemer ilçesi Beldibi mevkiinde bulunan alan, Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. adına tatil köyü işletmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 7/7/1998 tarihli işlemle tahsis edilmiştir. Turizm tesisinin yatak kapasitesini artırmak amacıyla alana komşu olan arazinin de tahsisinin sağlanması için Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde başvuruda bulunulmuştur. Gerekli imar planı değişikliklerinin 3/10/2002 ve 18/11/2002 tarihlerinde gerçekleştirilmesinin ardından yeni alan tahsisi talebi kabul edilerek 17/9/2003 tarihli işlemle kesin tahsis yapılmıştır.
10. Belde sakini iki gerçek kişi, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Antalya Şubesi ve Antalya Barosu tarafından ilgili imar planı değişikliklerine, plan notlarına ve söz konusu alan tahsisi işlemine karşı 9/9/2003 tarihinde iptal davası açılmıştır.
11. Danıştay Altıncı Dairesi 19/4/2005 tarihli kararıyla her bir işleme karşı ayrı dilekçe ile dava açılması gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesini reddetmiştir.
12. Bu dilekçe ret kararının ardından imar planı değişikliği ve tahsis işlemi için ayrı davalar açılmıştır.
13. İmar planı değişikliği işlemlerine karşı açılan davayı Danıştay Altıncı Dairesi 20/3/2007 tarihli kararı ile süre aşımı yönünden reddetmiştir. Bu yargılama sürecine başvuruculardan Cengiz İnş. San. ve Tic. A.Ş. davalı idare yanında müdahil olarak katılmıştır. Ret gerekçesinde imar planı değişikliklerinin askı sürelerinin bitiminden itibaren altmış gün içinde dava açılmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca tahsis işleminin imar planlarının uygulanması niteliğinde bir işlem olduğu kabul edilse dahi tahsis işleminden de 24/4/2003 tarihinde haberdar olunması nedeniyle süre aşımına ilişkin hukuki durumun değişmediği belirtilmiştir.
14. Süre ret kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 21/10/2011 tarihli kararı ile onanmıştır.
15. Tahsis işlemine karşı açılan davayı ise Antalya 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 11/5/2006 tarihli kararıyla subjektif dava ehliyeti yönünden reddetmiştir. Bu karar Danıştay Altıncı Dairesinin 6/6/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde; dava konusu tahsis işleminin dayanağı imar planlarının iptali istemiyle de dava açmış olan davacıların tahsis işlemine karşı dava açma konusunda da kişisel, güncel ve meşru bir menfaati bulunduğu, tahsis işlemine karşı açılan davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
16. Diğer taraftan tahsise konu turizm tesisine ilişkin üst hakkı Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından 25/3/2008 tarihinde Mirax Tur. İnş.Tic. A.Ş.ye devredilmiştir.
17. Bozma hükmüne uyan Mahkeme 29/7/2011 tarihli kararıyla dava konusu tahsis işlemini iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, öncelikle tahsis işlemlerinin 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'na dayanılarak çıkarılan ve 31/3/1983 tarihli ve 18031 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yapıldığı belirtilmiş; Yönetmelik uyarınca tahsis işlemlerinin ilan yapılarak başvuru toplanması suretiyle gerçekleştirilmesi gerektiği, ilana çıkılmadan tahsis yapılması durumunun istisnai olduğu ve bu istisna hâllerinin de Yönetmelik'in 11. maddesinde sayma suretiyle gösterildiği vurgulanmıştır. Uyuşmazlık konusu tahsis işleminin ilana çıkılmadan yapılmasına karşın Yönetmelik'in 11. maddesinde sayılan hâllerden birinin somut olayda var olmadığını tespit eden Mahkeme, ilansız tahsis koşulları oluşmamasına karşın ilana çıkılmadan tesis edilen tahsis işleminde hukuka uyarlık bulunmadığını tespit etmek suretiyle iptal gerekçesini oluşturmuştur. Bu yargılama sürecine de başvurucular idare yanında müdahil olarak katılmışlardır.
18. Danıştay Ondördüncü Dairesi iptal hükmünü 30/5/2013 tarihli kararıyla onamıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 17/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
19. Başvurucular, nihai kararın 9/4/2015 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. İşlem tarihinde yürürlükte bulunan Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik'in 10. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Turizm alan ve merkezleri içinde, imar planları ile turizme ayrılmış yerlerde bulunan ve Bakanlık tasarrufuna alınmış olan kamu arazilerinden yatırımcılara tahsisi uygun görülenlerin, yeri, imar durumu, özellikleri, altyapı durumu, ve krokileri, tahsis için son başvuru tarihi de belirtilerek, Bakanlıkça yapılacak ilan ile müteşebbislere duyurulur."
21. Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik'in 11. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
" Ayrıca, kamu mülkiyetindeki;
a) Küçük ölçekli planlardan büyük ölçekli planlara geçişte ölçeğin gerektirdiği farklılıklardan doğan ilave bitişik alanlar,
b) Arazideki çeşitli kısıtlılık nedeniyle (Topoğrafik durum, zemin yapısı, bitki örtüsü gibi) Turizm Yatırım ve İşletmeleri Nitelikleri Yönetmeliği gereğince inşa edilecek tesis türünün ve sınıfının gerektirdiği koşulların sağlanamaması halinde, hasıl olan olumsuzluğun giderilmesine imkan verecek ilave bitişik alanlar,
c) Uygulama imar planının yapımı aşamasında, geçirilen kıyı kenar çizgisi nedeni ile küçülen imar parselinin ilanda belirtilen yatak kapasitesi ve büyüklüğe çıkartılması için gerekli ilave bitişik alanlar,
d) İmar parseli bütünlüğünün oluşturulması ve Uygulama İmar Planlarında öngörülen kapasitenin elde edilebilmesi bakımından imar parseli içinde kalan Orman ve Hazineye ait kadastrol parseller,
Yönetmeliğin 10 uncu maddesi 1 inci paragrafındaki ilan şartı aranmaksızın, tahsise ilişkin diğer hususların da sağlanması halinde Bakanlıkça imar parseli içinde kalan mülk sahibine (imar parseli tescil edilmeden hisseli parsel teşekkül ettirilmemek kaydı ile) tahsis edilebilir."
22. 21/7/2006 tarihli ve 26235 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik, Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik'i ilga etmiş olup günümüz itibarıyla yürürlüktedir. Bu yeni Yönetmelik'in 9. maddesi ile 2012 yılında değiştirilen 12. maddesinin ilgili kısımları sırasıyla şöyledir:
" Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezleri içinde ve dışında, imar planları ile turizme ayrılmış yerlerde bulunan ve Bakanlık tasarrufuna alınmış olan kamu arazilerinden girişimcilere tahsisi uygun görülenlerin yeri, imar durumu, özellikleri, altyapı durumu, krokileri, yatırımın tamamlanma süresi ve tahsis için son başvuru tarihi de belirtilerek Bakanlıkça yapılacak ilan ile girişimcilere duyurulur.
...
Aşağıda belirtilen niteliklerdeki kamu taşınmazları; Bakanlıktan belgeli özel mülkiyete veya tahsisli yatırımlara, bu Yönetmeliğin 9 uncu maddesindeki duyuru şartı aranmaksızın, tahsise ilişkin diğer hususların da sağlanması ve hisseli parsel teşekkül ettirilmemek şartı ile ek alan olarak tahsis edilebilir:
b) İnşa edilecek tesis türünün ve sınıfının gerektirdiği şartların sağlanamaması halinde meydana gelen olumsuzluğun giderilmesine imkan verilecek ilave bitişik alanlar,
c) Aynı imar adası içerisinde yer alan, imar planları ile turizm kullanımına ayrılmış olan, ana alandaki tesisin niteliğini arttırmaya yönelik ilave bitişik alanlar,
ç) İmar parseli bütünlüğünün oluşturulması ve uygulama imar planlarında öngörülen kapasitenin elde edilebilmesi bakımından, imar parseli içinde kalan alanlar,
d) Tahsis yapıldığı tarihte denizle bağlantısı olan tahsisli alanlar ile aynı durumdaki özel mülklerle deniz arasında kıyı kenar çizgisinin sonradan değişmesi nedeniyle yeni oluşan alanlar,
e) Tahsisli ana parsele veya özel mülke proje bütünlüğü olan ve birlikte kullanılması zorunluluğu bulunan alanlar."
23. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. İdari dava türleri şunlardır:
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları "
B. Uluslararası Hukuk
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir"
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 26/6/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
26. Başvurucular; davanın süre ve ehliyet koşulu yönünden usul hükümleri uyarınca reddi gerekirken esasa geçilmesinin açık takdir hatası olduğunu, ilana çıkılmadan tahsis yapılması koşullarının somut olayda mevcut olmasına karşın Mahkemece keyfî karar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
27. Bakanlık görüş yazısında; öncelikle yargı mercilerinin kararlarından örnekler vererek iptal davası açılabilmesi için meşru, kişisel ve güncel menfaat koşulunun gerçekleşmesi gerektiğini ifade etmiş ve çevrenin korunması gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyetinin geniş yorumlandığını, özellikle yörede ikamet eden vatandaşların dava açma ehliyetlerinin bulunduğunun kabul edildiğini belirtmiştir. Görüş yazısında, baroların hukukun üstünlüğünü savunma görevinin avukatlık mesleğinin geliştirilmesi ile sınırlı olduğu ve avukatların ortak menfaatlerini ilgilendirmeyen konularda baroların dava açma ehliyetinin bulunmadığı ifade edilerek bu husustaki Danıştay kararlarına vurgu yapılmıştır. Ayrıca, odalar gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kendi görev alanlarını ilgilendiren çevre, imar planı gibi konularda dava açma ehliyetine sahip olmalarının, kuruluş kanunlarında yer alan ve görev alanları ile ilgili konularda dava açmalarına olanak veren düzenlemelere dayandığı vurgulanmıştır. Bakanlık bu bağlamda işlemin anılan kuruluşların tüzel kişilikleriyle doğrudan ilgili olup olmadığının ve görevleri çerçevesinde temsil ettikleri meslek ve bu mesleğe mensup kişilerin menfaatleriyle ilişkili bulunup bulunmadığının irdelenerek bir değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğunu bildirmiştir.
28. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, dava açan üç grubun da işlemin iptalinde meşru kişisel güncel menfaatinin bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, dava konusu işlemin Antalya Barosu ile TMMOB Mimarlar Odası Antalya Şubesinin görev alanını ve üyelerini/meslek mensuplarını ilgilendirmediğini, ek alan tahsisi ile tesisin daha verimli ve kamu yararına uygun kullanılacak olması nedeniyle ilan şartı aranmaksızın tahsis imkanı koşullarının somut olayda gerçekleştiğini, ancak derece mahkemesinin bu durumu görmezden gelerek keyfi karar verdiğini belirtmişlerdir.
2. Değerlendirme
a. Mağdur Sıfatı Yönünden
29. Başvurucular, uyuşmazlığın davacı ya da davalı sıfatıyla tarafı olmayıp yargılama sürecine davalı yanında ferî müdahil sıfatıyla katıldıklarından sürece ilişkin ihlal iddialarının öncelikle kişi bakımından yetki kriteri bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
30. Anayasa'nın 36. maddesi şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği açıkça belirlenmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "... adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin Türkiye'nin taraf olduğu Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirleneceğine karar vermiştir (birçok karar arasından bkz. Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
32. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
33. Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında yer alan adil yargılanma hakkı, diğer güvencelerden farklı olarak birçok hak ve ilkeyi bünyesinde barındıran, gelişime açık bir haktır. Bu hak ilgili fıkrada yazılmayan ancak hakkaniyete uygun bir yargılama için olmazsa olmaz niteliği haiz güvencelerin maddeye eklenmesine olanak sağlamaktadır.
34. Anayasa Mahkemesi, bireylere üçüncü kişiler tarafından açılmış ve sonucundan etkilenecekleri davalara, iddia ve savunmalarını ileri sürerek menfaatlerini korumak amacıyla katılma olanağının sağlanmasını adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı bağlamında değerlendirilmesi gereken güvencelerden biri olarak ele almaktadır. Mahkeme, söz konusu katılımın sağlanmasını bireylerin sonuca etkili iddialarının, savunmalarının, delillerinin sunulması ve buna mukabil yargı mercilerinin de bu hususları irdelemesi, karşılaması bağlamında gerekçeli karar hakkı, silahların eşitliği ilkesi ve savunma hakkı ile örtüşen, bu hakları sağlayan bir gereklilik olarak nitelemektedir(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Sema Calgav ve Oya Yamak, B. No: 2015/13950, 24/5/2018, § 45;Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 44; Mehmet Ali Bedir ve Tevfik Günay, B. No:2013/4073, 21/1/2016, § 35).
35. Adil yargılanma hakkının yargılamanın bütününe ilişkin güvenceler sağlayan bir hak olduğu dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkının sürece ilişkin diğer güvencelere ulaşmak adına ilk basamağı teşkil ettiği açıktır. Zira yargılama aşamasına yönelik güvencelere sahip olabilmek için önce yargılama sürecine erişimin sağlanması şarttır. İlgili kişilerin davaya katılımın sağlanmasının gerekçeli karar hakkı, silahların eşitliği ilkesi, savunma hakkı gibi güvencelerle örtüşen, bu güvencelerin gerçekleşmesini sağlayan bir gereklilik olduğu ve yargılama sürecine dair güvencelerin ihlalinin müdahili de etkileyeceği dikkate alındığında müdahilin adil yargılanma hakkının sürece dair diğer güvencelerinden faydalandırılmayacağı veya bu güvencelere ilişkin şikâyette bulunamayacağı söylenemez. Aksi yaklaşımın sonuca etkili iddialarda bulunulabilmesi, savunma yapılabilmesi, delil ileri sürülebilmesi adına sağlanan erişimin etkinliğini zedeleyeceği, anlamsız ve içerikten yoksun kılacağı ve bunun yanında bireysel başvurunun temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla da bağdaşmayacağı açıktır.
36. Bu belirlemeler ışığında davanın sonucundan etkileneceği öngörülerek yargılama sürecine müdahil olarak dâhil edilen başvurucuların adil yargılanma hakkına yönelik ihlal iddiaları bakımından mağdur statüsünün bulunduğu ve başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkiye ilişkin kabul edilebilirlik kriterini sağladığı sonucuna ulaşılmıştır.
b. Diğer Kabul Edilebilirlik Kriterleri Yönünden
37. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
38. Yargılama sürecinde Mahkeme ilk olarak davayı subjektif dava ehliyeti yönünden reddetmiş ise de Danıştay Altıncı Dairesinin davayı açanların tahsis kararına karşı dava açmakta menfaatlerinin bulunduğu yönündeki bozma ilamı üzerine işin esasına geçilmiştir. Mahkeme bu noktada işlem ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre ilansız tahsis koşulları oluşmamasına karşın ilana çıkılmadan tesis edilen ek tahsis işleminde hukuka uyarlık bulunmadığını tespit ederek iptal kararı vermiştir (bkz. § 17). Kanun yolu mercii tarafından da derece mahkemesinin kararının uygun bulunduğu görülmüştür.
39. Gerek yargılama sürecinde esas alınacak usul hükümlerinin gerekse olaya uygulanacak maddi hukuk kurallarının ve delillerin yorumlanması, yukarıda anılan ilkeler (bkz. § 37) uyarınca uyuşmazlığı çözmekle görevli mahkemenin takdirinde olup bireysel başvuruda değerlendirmeye konu edilemez. Mahkeme dava ön şartı olan subjektif dava ehliyetine ilişkin yorumunu/gerekçesini Danıştay Dairesinin bozma kararına uyarak belirlemiştir. İşin esası yönünden de, teknik bir konu olarak ifade edilebilecek bir hususta ilgili Yönetmelik hükümleri çerçevesinde ilan şartı aranmaksızın tahsis koşullarının somut olayda gerçekleşmediği kanaatine varmıştır. Bu kanaat mahkemenin takdirinde olan bir husustur. Ayrıca "İlgili Hukuk" kısmında belirtildiği üzere (bkz. § 22) Yönetmelik'in ilansız tahsis koşulları iptal kararından sonra 2012 yılında yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile yatırımcı lehine olacak ve başvurucuların da kendi tesisleri için ileri sürdükleri argümanları kapsayacak şekilde ana tesisin niteliğini artırmaya yönelik ilave bitişik alanlar için ilansız tahsis imkanı getirilmiştir. Bu bağlamda bozma kararına uyarak işin esasına geçen Mahkemenin işlem tarihinde ve iptal hükmü verilirken yürürlükte olan mevzuat ile somut olay koşullarına ilişkin yorumunun/değerlendirmesinin bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir duruma sebebiyet verdiği söylenemeyecektir.
40. Buna göre başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup kararda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ve Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamışlardır.
B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucular tahsis işleminin yaklaşık on yıl sonra iptal edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, tahsis işlemine güvenilerek yapılan yatırımların karşılıksız kaldığını, turizm tesisinin devredildiğini, ancak tahsisin kalkması nedeniyle zarara uğradıklarını belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
43. Bakanlık görüş yazısında mülkiyet hakkı ihlali iddiasına ilişkin olarak bir değerlendirmede bulunmamıştır.
44. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, gerçekleştirilen büyük yatırımlar ile geri döndürülemez yapıların ortaya çıktığını ve idareye duyulan güvenin karşılıksız kaldığını belirterek derece mahkemesinin verdiği keyfi karar neticesinde mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetinin özü, tahsis işleminin yargı kararı ile iptal edilmesi sonucu yapılan yatırımların karşılığının alınamaması nedeniyle zarara uğranıldığı iddiasına ilişkindir. Başvurucular müdahil oldukları iptal davasına ilişkin yargı sürecini zarara uğramış olmaları temelinde bireysel başvuruya konu ettiklerinden ihlal iddiaları mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
46. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
47. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).
48. Başvuru konusu olayda, yargı kararı ile ek tahsis işleminin iptal edilmesi nedeniyle yapılan yatırımların karşılıksız kalması sonucu zarara uğranıldığı iddia edilmiştir.
49. Somut olayda başvurucu Şirketin daha sonra yargı kararı ile iptal edilen ek tahsis kararına güvenerek otel inşa etmek için harcamada bulunduğu, yatırım yaptığı ve bir süre ticari faaliyette bulunduğu, akabinde de oteli bedeli karşılığında diğer başvurucuya devrettiği açık olduğundan başvurucular tarafından yapılan yatırımın, masrafların ekonomik bir değerinin olduğu ve bu ekonomik değerin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
50. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
51. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. İddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda bireysel başvuru yoluna başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17, 18).
52. Somut olayda başvurucular, tahsis işleminin üçüncü kişiler tarafından açılan dava sonucu iptal edilmesi ile sonuçlanan ve müdahil olarak yer aldıkları yargılama sürecini temel alarak mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
53. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir" denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Bu maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41). Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
54. Somut olayda zarara uğranıldığı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası Kültür ve Turizm Bakanlığının hukuka aykırı olduğu yargı kararı ile ortaya konulan işlemi nedeniyle yapılan tahsisin geçersiz hâle gelmesinden, bir başka ifadeyle ilgili Bakanlığın hukuka aykırı işleminden doğmaktadır. Öz olarak başvurucular idarenin hukuka aykırı işlemine güvenerek yaptıkları yatırımlar nedeniyle zarara uğramıştır.
55. İlgili hukuk kısmında yapılan alıntılardan da anlaşıldığı üzere pozitif hukukumuzun idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemleri nedeniyle uğranılan zararın tazmini için etkin hukuki yolları temin ettiği açıktır. Bu bağlamda başvurucuların mülkiyet hakkının etkin şekilde korunması bakımından yargı kararıyla hukuka aykırı olarak tesis edildiği saptanan tahsis işlemini yapan idareye karşı, tahsis işlemine güvenerek yaptıkları yatırımların karşılıksız kalması gibi nedenlerle uğradıklarını ileri sürdükleri zarar için tazminat davası açarak idare hukuku araçlarından yararlanması mümkündür.
56. Buna karşın başvurucular bu yargısal yola başvurduğuna dair herhangi bir somut bilgi veya belge sunamamıştır. Başvurucular mülkiyet hakkı ihlali iddiasında bulundukları bu başvuruyu, tahsis işleminin iptali için üçüncü kişiler tarafından açılan davaya ilişkin süreci temel alarak gerçekleştirmiştir. Bu durumda mülkiyet hakkının korunması bağlamında hukuk sisteminde mevcut etkili hak arama yollarının tüketildiğinin kabulü mümkün değildir.
57. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR ve Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 26/6/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu tüzel kişinin açmış olduğu davada aşağıda açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği görülmektedir:
1) Yargılamada Usuli Müktesep Hak İlkesi İhlâl Edilmiştir:
Bir Danıştay içtihadı, Usuli Müktesep Hak Konusunda uygulamaya açıklık getirici mahiyettedir: “… Doktrinde, usuli müktesep hak, ilk derece mahkemesinin doğru bularak uyduğu bozma kararına; temyiz merciinin de ilk bozma kararı ile benimsediği esaslara aykırı şekilde karar verememesi şeklinde tanımlanmaktadır. Bozma kararına uyularak yeniden verilen kararlara karşı yapılan temyiz başvurularında temyiz mercii, ancak bozma kararının gereklerine uygun karar verilip verilmediğini inceleyebilir. Tersine bir kabul, temyiz merciinin görüş değiştirmesi, yapının değişmesi ya da başka nedenlere bağlı olarak yargılama sürecinin tamamlanmasını engeller. Esasen temyiz merciinin bozma kararına uyulması; dava hakkında taraflardan biri lehine ve diğeri aleyhine hüküm kurulmasını da gerektirmektedir. Bu ilke, yargılamada istikrarın sağlanması ve yargı kararlarına güvenin sarsılmasını önlemek amacından doğmuştur. İdari yargılama hukukunda bu konuda açık bir düzenleme aranmasına gerek bulunmadığı gibi usuli kazanılmış hak müessesinin, usul hukukunun temel esaslarından biri olması nedeniyle idari yargılama hukukunda da geçerli olduğu yadsınamaz…”(Dnş. VDDK’nun 16.9.2015 tarih ve E.2015/730, K.2015/624 sayılı kararı.)
a) Başvurunun somutunda; bir kısım davacılar tarafından bazı imar plânı değişikliklerin iptali istemiyle açılan davada Danıştay 6. D.’nin 20.3.2007 tarih ve E.2005/4598, K. 2007/1824 sayılı kararıyla, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; ancak aynı kararda ilk derece mahkemesi olarak Dairenin görevinde olmayan “tahsis” işlemiyle ilgili olarak da “… Anılan uyuşmazlık konusu taşınmazın Kültür Ve Turizm Bakanlığı’nca C.İ.T.A.Ş’ne tahsisine ilişkin işlemin dava konusu imar plânlarının uygulaması niteliğinde bir işlem olduğunun kabulü halinde dahi Antalya Baro Başkanlığı’nın Kültür Ve Turizm Bakanlığına başvuruda bulunduğu 24.4.3003 tarihinde anılan tahsis işleminden haberdar olduğu dikkate alındığında da davada süre aşımı olduğu açıktır…”şeklinde bir ek gerekçe serdedilmiştir.
b) Aynı davacılarca başvurucu şirkete yapılan “turizm alanı tahsisi” işlemine karşı ilk derece mahkemesine açılan davada Antalya 1. İdare Mahkemesi’nin 11.5.2006 tarih ve E. 2005/1165, K.2006/652 sayılı kararıyla, davacıların dava açma ehliyetlerinin olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; bu kararın temyizi üzerine ise Danıştay 6. Dairesinin 6.6.2008 tarih ve E.2006/5389, K.2008/3736 sayılı kararıyla, davacıların bu davayı açmakta kişisel, güncel ve meşru bir menfaatleri bulunduğu belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiş, ancak hükmün gerekçesine “… İdare Mahkemesince imar plânlarına karşı açılan Dairemizin E.2005/4598 sayılı esasına kayıtlı dava da göz önünde bulundurulmak suretiyle tahsis işlemine karşı açılan bu davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerektiğinden…” şeklinde bir uyarı dercedilmiştir. Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce bu bozma ilâmına uyulmuş, 29.7.2011 tarih ve E.2011/216, K.2011/1031 sayılı kararla dava konusu tahsis işleminin iptaline karar verilmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine, bu kararın doğal temyiz mercii olan Danıştay 6. Dairesi yerine 14. Daire tarafından temyiz incelemesi yapılmış ve “… Mahkeme kararı ve dayandığı gerekçe, hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına…” şeklindeki gerekçeyle hüküm onanmıştır.
Öte yandan, Danıştay 6. Dairesi’nin temyiz edilen 20.3.2007 tarih ve E.2005/4598, K.2007/1824 sayılı “Davanın süreaşımı nedeniyle reddine” dair kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 21.10.2011 tarih ve E.2008/742, K.2011/915 sayılı kararıyla oybirliğiyle onanmıştır.
c) Yukarıdaki yargılama safahatından da açıkça görüleceği üzere, Danıştay 6. Dairesi’nin 6.6.2008 tarihli “Bozma” kararında açıkça, aynı dairede derdest olan (20.3.2007 tarihinde verilen ve temyiz nedeniyle Dnş. İDDK’da beklemekte olan süreaşımı nedeniyle red kararı) E.2005/4598 sayılı dava içeriğinin göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiş olmasına, Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce bu bozma ilâmına uyulmasına karar verildiğine göre; daha sonra Danıştay İDDK’nun 21.10.2011 tarihli onama kararı da dikkate alındığında, “tahsis” işlemine karşı açılan davada da “süreaşımı” olduğu olgusu, başvurucu tüzel kişi yönünden de “bir usuli müktesep hak” haline gelmiştir. Yukarıda işaret edilen Danıştay VDDK.nun açık içtihadı karşısında maddi hukuki gerçek bu şekilde olmasına karşın, ilk derece mahkemesi bozma ilâmına uyduğu halde, bozma ilâmındaki vecibeye uymamış (imar plânlarına karşı açılan davada Dairenin, aynı zamanda tahsis işlemi yönünden de davada süre aşımı olduğu saptaması), verdiği iptal kararı da bu kez başka Daireye gittiğinden, o Dairece de bu hususa dikkat edilmeden onama kararı verilmiştir. Dolayısiyle, her iki derece yargı yerlerince usuli müktesep hak ilkesine riayet edilmediğinden, başvurucunun adil yargılanma hakkı ihlâl edilmiştir.
2) Derece Mahkemeleri Kararları Gerekçeli Karar Hakkının İhlâline Yol Açmıştır:
a) Antalya 1. İdare Mahkemesi’nin 29.7.2011 tarihli iptal kararının incelenmesinde; davacı tüzel kişiye Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yapılan “tahsis” in Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmeliğin 11/b maddesinde belirtilen “ ilansız tahsis” istisnasına girdiği, gerekçeli biçimde iddia edilip savunulmasına karşın, gerekçeli kararda 2634 sayılı kanun ile anılan Yönetmelik hükümlerinin sayılmasıyla yetinildiği ve“… dava konusu taşınmazın komşu parseli durumunda olan ve daha önce tahsisi yapılan 197, 589 m² lik 113 ada 1 parseldeki C.İ.T.A.Ş.’ye dava konusu 52.600 m² lik taşınmazın ilan yapılmadan ve teklifler kabul edilmeden doğrudan tahsisine ilişkin işlemde Yönetmeliğin 11. maddesinde öngörülen istisnai koşulun mevcut olmadığı görülmektedir…” şeklinde bir gerekçeye yer verildiği anlaşılmaktaysa da; işlem (tahsis) tarihinde yürürlükte olan (31.3.1983 tarihli ve 83/6285 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen) anılan Yönetmeliğin “Taleplerin Değerlendirilmesi” başlıklı 11 nci maddesinde “ilan şartı aranmaksızın” tahsis yapılabilecek dört durum (a-d) bentleri halinde sayıldığına ve başvurucu bunlardan ”Arazideki çeşitli kısıtlık nedeniyle (Topoğrafik durum, zemin yapın, bitki örtüsü gibi) Turizm Yatırım Ve İşletmeleri Nitelikleri Yönetmeliği gereğince inşa edilecek tesis türünün ve sınıfının gerektirdiği koşulların sağlanamaması halinde, hasıl olan olumsuzluğun giderilmesine imkân verecek bitişik alanlar” şeklindeki (b) bendinde öngörülen şartları sağladığını iddia ettiğine göre, bu iddiasının gerekçeli kararda irdelenmesi ve ne şekilde bu şartı sağlamadığının ortaya konması gerekli bulunmaktadır. Oysa gerekçeli kararda böyle bir irdeleme yapılıp davanın esasına müessir iddialar karşılanmadığı gibi, Yönetmeliğin 11 nci maddesinde dört bent (a-d) halinde sayılan hallerin hiçbirine ne suretle girilmediği konusunda bir tartışmaya da yer verilmemiştir. Sadece “Yönetmeliğin 11 nci maddesinde belirtilen istisnalar söz konusu değildir” denilmesi, esaslı iddianın karşılanmaması nedeniyle “gerekçeli karar hakkının” ihlâli sonucuna yol açmıştır. Aynı şekilde bu kararı onayan Danıştay 14. Dairesinin kararı da matbu (formül) bir onama olduğundan; her iki derece mahkemesi yönünden bu hakkın ihlâlinin sözkonusu olduğu görülmektedir.
b) “Tahsis” işleminin iptali davası esas itibariyle tahsise konu arazinin, anılan Yönetmeliğin 11 nci maddesinde dört bend (a-d) halinde sayılan şartları haiz olup olmadığının, bu meyanda “bitişik olan” halinin sözkonusu bulunup bulunmadığının tespitini zorunlu kılmaktadır. Bu husus ise ya mahallinde mahkemece keşif yapılmasını ya da bir bilirkişi heyeti marifetiyle her iki alanın (önceden tahsisli alan ile ek tahsisli alanın) anılan Yönetmelikteki koşulları taşıyıp taşımadığının tespitini zorunlu kılmaktadır. Oysa ilk derece Mahkemesi gerekçeli kararının incelenmesinde bu yönde bir tespite gidilmeden sonuca gidildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda anılan gerekçenin aynı zamanda “takdir zaafı” ihtiva ettiği ve bu yönü itibariyle de derece mahkemesi kararlarının gerekçeli karar hakkının ihlâline yol açtığı anlaşılmaktadır.
3) Açıklanan nedenlerle; başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği sonuç ve kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz
Üye