Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportörler
|
:
|
Sinan ARMAĞAN
|
|
|
Yücel ARSLAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Çağla AYDIN
|
|
|
2. Fatih HATAYOĞLU
|
|
|
3. Ozan ÜNER
|
|
|
4. Soner DOBRİÇ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Aylin KIRIKÇU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, üniversite kampüsünde yapılan bir anma
etkinliğinde asılan pankartlara müdahale edilmesiyle başlayan olaylar nedeniyle
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, müdahaleler sırasında kolluk
güçlerinin fiziki güç kullanmasından ve yetersiz koşullarda araç içinde
bekletilmeden dolayı kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 20/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle
şöyledir:
8. Başvurucular Çağla Aydın ve Ozan Üner 1992, Soner
Dobriç ve Fatih Hatayoğlu ise 1996 doğumludur. Ozan Üner İstanbul
Üniversitesinde, Soner Dobriç ise aynı Üniversitenin Açık Öğretim Fakültesinde
öğrencidir. Diğer başvurucular farklı üniversitelerde öğrenim görmektedir.
9. 18/5/2015 günü İstanbul Üniversitesi'nde bulunan bir
grup öğrenci İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer, Ferhat Kutlay ve Mahmut Zengin
adlı kişilerin ölümünü anmak amacıyla bir toplantı gerçekleştirmişlerdir.
Dosyaya yansıyan bilgilere göre her ay, ayın şehitleri adı altında
geçmişte güvenlik güçleri girdikleri çatışmalarda veya başka şekilde ölen ve
terör faaliyetleri içinde oldukları kamu makamlarınca değerlendirilen kişileri
anmak için toplantılar düzenlendiği anlaşılmaktadır.
10. İstanbul Üniversitesi'nin Merkez Kampüsü'ndeki havuzlu
bahçe olarak bilinen alana söz konusu teröristleri anmak amacıyla birtakım
afişler asılmış; üniversitenin özel güvenlik görevlileri söz konusu afişleri indirmek
istemişlerdir. Afişlere müdahale edilmesiyle birlikte alanda bulunan kişilerle
Üniversitenin özel güvenlik görevlileri arasında gerginlik yaşanmış; bunun
üzerine -İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Genel Sekreterliğinin yazılı
talebiyle alanda bulunan- polis güçleri olaya müdahil olmuştur.
A. Kolluk
Güçleri Tarafından Düzenlenen Tutanağa Göre Olayın Gelişimi
11. Olayın meydana geldiği gün çeşitli rütbelerdeki 29
emniyet görevlisi ve bir özel güvenlik amiri tarafından yaşananları anlatan bir
tutanak düzenlenmiştir. Düzenlenen tutanağa göre İstanbul Üniversitesi Merkez
Kampüs havuzlu bahçe olarak bilinen alanda kendilerini Demokratik
Gençlik (DEM-GENÇ) olarak adlandıran gruba mensup öğrenciler tarafından
"Hakilerle Partileştik Agitlerle Ordulaştık. Önderliğin Çizgisinde
Dem-Genç ile Özgürlüğe" yazılı ve üzerinde Abdullah Öcalan'ın (A.Ö.)
silüetinin bulunduğu pankartın asıldığı bilgisi özel güvenlik personeli
tarafından emniyet yetkililerine verilmiştir. Öğrenciler, yapılan görüşmede
özel güvenlik görevlilerine pankartı indirmeyeceklerini bildirmiş, ayrıca
güvenlik görevlilerini tehdit etmişlerdir. Öğrencilerin pankart etrafında
toplanmaya başlaması üzerine Üniversite Rektörlüğünün talebiyle Çevik Kuvvet
birimi havuzlu bahçenin olduğu alana girmiştir. Pankartı
indirmeyeceklerini yineleyen grup özel güvenlik görevlilerinin pankartı
indirmeye başlaması üzerine önceden hazırlandığı belli olan taş, sert
materyaller ve soda şişelerini Çevik Kuvvet ve özel güvenlik personeline
fırlatmaya başlamıştır. Çevik Kuvvetin grubu alandan uzaklaştırmak amacıyla
Hukuk Fakültesi girişine doğru yönlendirdiği esnada ellerindeki soda
şişeleriyle saldırmaya devam eden grup Fakültenin kapısını ve içerideki
panoların camlarını kırmış, ayrıca gaz tabancası taşıyan bir polisin gaz mühimmatını
çekerek yere dökülmesine sebep olmuşlardır.
12. Tutanakta ayrıca görevli emniyet personelinin direnen
öğrenci grubuna direnci kıracak seviyede kademeli ve orantılı şekilde güç
kullanmak suretiyle müdahale ettiği ve başvurucuların da aralarında bulunduğu
on bir kişiyi yakaladığı belirtilmektedir. Bununla birlikte olayda yerinde
asılı bulunan;
- Dem-Genç imzalı, A.Ö.nün silüetinin bulunduğu"Mayıs
Ayı Şehitlerine Sahip Çık",
-Yeni Demokratik Gençlik imzalı, İbrahim Kaypakkaya'nın
resminin bulunduğu "Gençliğin Cüreti Kaypakkaya'nın bilinciyle 18
Mayıs'ta Alanları Zapt Edelim" ve Onu Anmak Savaşmaktır"
(iki),
-Yeni Demokratik Gençlik imzalı, "İbrahim
Kaypakkaya'yı Savunmak Onurdur" ve "Emperyalist Saldırganlığa
ve Faşist Teröre Geçit Vermeyeceğiz" ibareli dört pankart muhafaza
altına alınmıştır. Yakalanan kişiler, haklarında doktor raporu aldırıldıktan
sonra Güvenlik Şube Müdürlüğüne götürülmüştür.
B. Başvurucular
Aleyhinde Yürütülen Adli Soruşturma Süreci
13. Başvurucular yakalandıktan sonra kolluk güçlerine ait
otobüsle haklarında doktor raporu düzenlenmesi amacıyla hastaneye
götürülmüştür. Başvuruculardan Fatih Hatayoğlu, ortopedi ve kulak burun boğaz
uzmanı doktorlar tarafından muayene edilmiştir. Burunda hassasiyet, sağ göz
etrafında hafif ödem şikâyeti olan başvurucu hakkında düzenlenen 18/5/2015
tarihli raporda -olay öyküsü darp ve cebir olarak belirterek- aşağıdaki
tespitlere yer verilmiştir:
"Anterior rinoskopide septal
hematom saptanmadı. Bilateral otoskopi buşon nedeniyle net değerlendirilemedi.
Orofarenks doğal izlendi. Nazal dorsum hassas ve ödemliydi krepitasyon
alınmadı. Soğuk kompres önerildi. Poliklinik kontrolü önerildi. Durumu bildirir
geçici hekim raporudur."
14. Başvurucular Soner Dobriç (S), Ozan Üner (O) ve Çağla
Aydın (Ç) hakkında Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adli Tıp Polikliniğince
18/5/2018 tarihinde düzenlenen raporlarda -olayın öyküsü ve hastanın
yakınmalarına ilişkin kısımda gözaltına alınırken polisler tarafından
darbedildikleri bilgisine yer verilmiş ayrıca- yumuşak doku yaralanmalarının
basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu saptanmıştır.
Başvurucuların haklarında düzenlenen raporlarda şu tespitlere yer verilmiştir:
(S) "Kişinin
sağ trapez kast üst kısmında 2 cm çapında kırmızı renkli ekimoz, sağ ön kol iç
kısmında 0.5 cm'lik yüzeysel sıyrık saptandı."
(O) "Kişinin
sağ omuz üzerinde 1 cm çapında kırmızı renkli ekimoz, sol omuz üzerinde 1 cm
çapında kırmızı renkli ekimoz, sağ ön kol alt kısmında 2 cm çapında kırmızı
renkli ekimoz saptandı."
(Ç) "Kişinin
sağ omuz arka kısmında 1 cm çapında kırmızı renkli ekimoz, sağ bacak arka
kısmında 2 cm çapında kırmızı renkli ekimoz saptandı."
15. Başvurucular götürüldükleri Emniyet Müdürlüğünde
susma haklarını kullanmış ve ifade vermemişlerdir.
16. Başvurucuların Emniyet Müdürlüğünde üst araması
yapılmıştır. Arama kapsamından Fatih Hatayoğlu'nun sırt çantasında sekiz adet "PARTİZAN",
"İbrahim Kaypakkaya" yazısı ve İbrahim Kaypakkaya'nın resminin
bulunduğu yaka rozeti, üzerinde "18 MAYIS 1973 Ser verip sır vermeyen
komünist önder İ. KAYPAKKAYA PARTİZAN" yazılı dört el ilanı, Ozan
Üner'in üzerinden ise üç sayfadan ibaret "Direnişin Meşalesi, Zaferin
adıdır; İbrahim Kaypakkaya" şeklinde başlayan yazı ele geçirilmiştir.
17. Gözaltına alınan başvurucular ertesi gün İstanbul
Adliyesinde avukatları hazır olduğu hâlde Cumhuriyet Savcılığında şüpheli
olarak ifade vermiştir. Savcılığın 2015/66817 numaralı soruşturma dosyasında
başvurucular Çağla Aydın, Fatih Hatayoğlu, Ozan Üner ve Soner Dobriç sırasıyla
şu şekilde ifade vermiştir:
(Ç): "Ben Bahçeşehir
Üniversitesinde okurum. 68 kuşağından devrimci İbrahim KAYPAKKAYA 'nın ölümü
ile ilgili anma proğramı yapılacağı husunda internet çağrı görünce bende anma
törenine katılmak istedim. İstanbul Üniversitesi bahçesinde bankta oturuyordum.
Polis herhangi bir uyarı yapmadan içeri doğru gelince bende etrafta kaçan
kişilerle birlikte içeri kaçtım. Polis fezlekesinin 12. Sayfasında yer alan her
iki görüntü de bana aittir. Ben olay yerine gittiğimde olay yerinde afişler
vardı. Afişleri dikkat etmedim. Ben mukavemette de bulunmadım. Polis bana
hakaret ve darp etti. Bu konuda memur suçları bürosuna gerekli müracaatımı
yapacağım"
(F): "Ben Marmara Üniversitesinde
öğrenciyim. İnternet ortamında İbrahim KAYPAKKAYA'nın ölüm yıl dönümü anma
töreni ile ilgili yazı gördüm. Kendi imkanlarımla araştırdım. İbrahim
KAYPAKKAYA 'ın 12 eylül döneminde cezaevinde işkenceden öldüğünü öğrenince
bende anma töreni katıldım. İstanbul Üniversitesi bahçesine gittim.
Ben olay yerine gittiğimde afişlerde
vardı. Anma törenine katılırken polis müdahale etti. Kaçarak okul içinde yukarı
kata çıktım. Koridor çıkmaz sokak gibiydi. Arkamsıra polis geldi, önümdeki iki
tane kıza vurup müdahale ettikten sonra ben kızları korurken polisler beni de
yakalayıp yüzüme vurdu. Ayrıca gözümdeki gözlük yere düştü. Bende
merdivenlerden yuvarlandım.
Dosya içerisinde polis fezlekesinin 8.
Sayfasında yer alan üç tane resimi bana gösterdiyseniz de gözlüğüm olmadığı
için teşhis edemiyorum. Ayrıca bu resimlerin ortadaki bölümünde de elimde soda
şişesini polise attığım şeklinde görüntü var diyorsanız da ben bunu ayırt
edemiyorum, göremiyorum. "
(O): "Sosyal medyada İbrahim
KAYPAKKAYA ve bir kısım devrimcilerin ölümünü anma töreni yapılacağı şeklinde
bilgi alınca bende bu anma törenine katılmak üzere İstanbul Üniversitesine
gittim. arkadaşlarla birlikte anma töreni düzenleyecektik. Bulunduğumuz yerin
arka planında Abdullah ÖCALAN 'ın resimin de yer aldığı afiş asılmasını dikkat
edemedim.
Sonra polis müdahale etti. Bende
panikledim. Herhangi bir uyarı yapmadan polis bizi yakalamaya çalıştı.
Ben kaçarak olay yerinden uzaklaştım.
Kantine gidip bir süre dinlendim. Tekrar fakülteden çıkarken bir kişiyi yerde
sürüklerken gördüm. Bende ona yardım ederken polis beni de gözaltına aldı ve
küfür edip şiddet uyguladı.
Polis fezlekesinin 5. , 6. ,7., 8., 9.,
10., 11. ,12. Sayfalarında yer alangörüntüler bana aittir.
Görüntülerin 5. Sayfasının birinci bölümünde
sağ elimde polise soda şişesi attığım şekilde görüntü varsa da üzerimde bulunan
soda şişesini korku ve panikle yere atmak istedim. Polise atmak
istemedim."
(S): "Ben İstanbul Üniversitesi
Açıköğretim Fakültesi Sosyal Hizmetler bölümünde okuyorum. Üniversitede rutin
ders almıyoruz. Sınavdan sınava üniversiteye gidiyorum. Olay günü de tesadüfen
üniversitedeydim. Daha doğrusu sınavlarım ile ilgili bilgi alacaktım.
Arkadaşlarımın yanına çıkmak istedim. Zira bahçeden sesler geliyordu. Seslerin
geldiği yöne doğru yöneldim. Herhangi bir dağılma ikazı ile karşılaşmadım.
Polis müdahale edip diğer kişilerle beraber beni de yakaladı.
Polis fezlekesinin 11. Sayfasının 1.
Bölümünde asılan pankartların olduğu yerde benim de resimin görüntülenmişse de
ben arkadaşlarıma bakmak için gittiğimde de tesadüfen görüntülenmiş. Ben anma
törenine katılmak için orada bulunmuyordum. Ben anma töreni ile ilgili internet
sitelerinde herhangi bir çağrıda görmedim."
18. Soruşturma kapsamında, kolluğun olaylara ilişkin
kamera kaydı izlenerek kamera kaydının çözümlemesi yapılmıştır. 18/5/2018
tarihinde altı polis memuru tarafından düzenlenen tutanakta, başvuruculardan
Ozan Üner ve Fatih Hatayoğlu'nun görevlilere soda şişesi fırlattığı, Çağla
Aydın ve Soner Üner'le birlikte eylemci grup içinde oldukları ve beraber
hareket ettikleri belirtilmiştir.
19. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık)
tarafından başvurucular, terör örgütü propagandası yapma ve kamu görevlisine
direnme suçlarından tutuklanmaları talebiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk
edilmiştir. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/5/2015 tarihli kararıyla
tutuklama talebi reddedilip yurt dışına çıkma yasağı ve haftada bir kez imza
atma yükümlülüğü getirilerek başvurucular serbest bırakılmıştır.
20. Savcılığın 23/6/2015 tarihli iddianamesiyle
başvurucuların da aralarında bulunduğu on altı şüpheli hakkında görevi
yaptırmamak için direnme, silahlı terör örgütüne üye olma, güvenlik amirinin
dağılma isteğini düzenleme kurulu üyelerinin yerine getirmemesi ve terör örgütü
propagandası yapma suçlarından kamu davası açılmıştır.
21. Yargılamanın safahatı hakkında bireysel başvuru
dosyasında bir bilgi bulunmamaktadır. UYAP üzerinden yapılan incelemede
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) yapılan yargılamaları
sonucunda başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatlerine,
Çağla Aydın ve Soner Dobriç'in görevi yaptırmamak için direnme ve güvenlik
amirinin dağılma isteğini düzenleme kurulu üyelerinin yerine getirmemesi
suçlarından beraatlerine karar verildiği görülmüştür. Tüm başvurucuların terör
örgütü propagandası yapma suçundan mahkûmiyetlerine hükmedilmiş fakat
haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Ayrıca
Fatih Hatayoğlu ve Ozan Üner'in görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah veya 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunu'nun 23.
maddesinde belirtilen aletlerle katılma suçlarından hapis cezasıyla
cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Verilen kararlar farklı tarihlerde
kesinleşmiştir.
22. Ceza Mahkemesinin 27/10/2017 tarihli kararında;
başvurucuların eylem esnasında kullandıkları "Hakilerle pratikleştik,
Agitlerle ordulaştık, Önderliğin çizgisinde DEM-GENÇ ile özgürlüğe"
afişinin içeriğinde isimleri geçen Agit, Haki, Önder ibarelerinin açılımı
ve tarihsel süreci incelenmiştir. Kararda, Haki kod ismi ile
isimlendirilen Haki Karer'in 1970'li yıllarda sol devrimci gençlik düşüncesini
benimseyerek PKK/KCK örgütüne katıldığı, örgütün kurucusu A.Ö. ve Kemal Pir ile
tanıştığı, bu şahıslarla birlikte 1976 yılında Ankara'nın Dikmen semtinde
örgütün kuruluş toplantılarına katıldığı, ilerleyen aşamalarda doğu ve
güneydoğu illerinde PKK terör örgütü adına çeşitli faaliyetlerde yer aldığı ve
18/5/1977 tarihinde Gaziantep'de "Sterka Sor" isimli
örgüt mensuplarınca öldürüldüğü ifade edilmiştir. Yine Agit kod adlı
Mahsum Korkmaz'ın PKK/KCK terör örgütünün kurucu kadrosu içinde olduğu, bu
örgütün Lübnan'da oluşturduğu ilk kampın kurucuları arasında yer aldığı, doğu
ve güneydoğu illerinde çeşitli silahlı eylemlerde bulunduğu, 28/3/1986 yılında
Gabar Dağı'nda güvenlik güçleri ile girdiği silahlı çatışmada ölü olarak ele
geçirildiği belirtilmiştir.
23. Kararda; önderlik tabiri ile de PKK/KCK terör
örgütünün kurucusu A.Ö.nün kastedildiği, aynı zamanda bu ibare ile PKK/KCK
yapılanmasının felsefi, teorik ve stratejik kuramcısı tanımlaması yapıldığı
bilgisine yer verilmiştir. DEM-GENÇ ibaresi ile 19/1/2005 tarihinde A.Ö.nün
"Gençlere selam söyleyin onlar da demokratik gençler konfederalizmini
geliştirirler eskiden Dev-Genç vardı bunlar DEM-GENÇ olabilir." şeklindeki
mesajı üzerine örgüte mensup genç kitlelerin katılımı ile PKK/KCK terör
örgütünün gençlik yapılanması olarak "Demokratik Gençlik Konfederasyonu"
adı ile örgütlenen, özellikle üniversite ve lise gençlerinin katılmasını
hedef alan, 2006 yılında meydana getirilmiş bir yapılanma olduğunun anlaşıldığı
ifade edilmiştir.
24. Bu bilgiler çerçevesinde Ceza Mahkemesi kararında, başvurucuların
üniversite merkez kampüsü içerisine astıkları "Hakilerle partileştik,
Agitlerle ordulaştık, önderliğin çizgisinde DEM-GENÇ ile özgürlüğe"
şeklinde terör örgütü PKK/KCK'nın üniversite gençlik yapılanması imzasıyla
terör örgütünün kurucu/çekirdek kadrosu içinde yer alan Haki Karer, Mahsum
Korkmaz ve örgüt kurucusu/lideri terörist başı A.Ö.nün isimleri zikredilerek ve
özellikle "Agitlerle ordulaştık, önderliğin çizgisinde DEM-GENÇ ile
özgürlüğe" denilerek terör örgütünün silahlı mücadele biçimi ve
yönteminin meşrulaştırıldığı değerlendirilmiştir. Kararda; pankarttaki sözlerin
akademik bir bilim merkezi olması gereken ve değişik fikirlerin şiddete çağrı,
kişileri tahrik ve teşvik edici herhangi bir muhteva arz etmeden ileri
sürülebileceği platform olması gereken üniversitenin kampüsü içinde bu fikri
benimsemeyen diğer öğrencilerde saldırgan duygular oluşturacak biçimde bir
nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortama neden olacak nefret
söylemi niteliğinde olduğu ifade edilmiş ve terör örgütü propagandası yapma
suçunun yasal unsurlarının oluştuğu sonucuna ulaşılmıştır.
C. Başvurucuların
Şikâyeti Üzerine Yürütülen Soruşturma Süreci
25. Başvurucular avukatları aracılığıyla 22/5/2015
tarihinde Savcılığa Üniversite kampüsünde yaşanan olaylar sebebiyle işkence,
kötü muamele, hakaret, tehdit, basit cinsel saldırı ve görevi kötüye kullanma
suçlarından şikâyet dilekçesi vermişlerdir.
26. Şikâyet dilekçesinde özetle henüz başlamamış anma
etkinliğine kolluğun ve özel güvenlik görevlilerinin müdahale ettiği,
müdahaleler sırasında ters kelepçe takıldığı, tekme atıldığı, coplarla
vücutlarının değişik yerlerine vurulduğu, hakaret ve tehdit edildiği, Çağla
Aydın'ın kolunun sıkıldığı ve koluna tırnak batırıldığı, arama bahanesiyle el
ve bacaklarına dokunularak cinsel dokunulmazlığının ihlal edildiği,
konuldukları polis otobüsünde de darp ve cebir dâhil aynı eylemlerin devam
ettiği, götürüldükleri hastanede de polislerin hakaretlerine maruz kaldıkları,
ertesi gün ifade için adliyeye götürüldüklerinde yedinci bodrum katındaki
otoparkta araç içinde, havasız bir ortamda yorgun ve uykusuz hâlde
bekletildikleri, tuvalet dâhil temel insani ihtiyaçlarını gidermelerine imkân
tanınmadığı, aynı muamelelerin adliye içinde de tekrarlandığı ileri
sürülmüştür. Başvurucular vekili sorumluların cezalandırılmasını talep
etmiştir.
27. Şikâyet edilen gün başvurucular hakkında İstanbul
Adli Tıp Kurumundan yeniden rapor alınmıştır. Düzenlenen raporda Haseki Eğitim
ve Araştırma Hastanesinin 19/5/2015 tarihli raporunda (başvurucuların
yanlarında getirdiği) yer alan yaralanmalar belirtilmiş ve yapılan muayenelerin
sonuçlarına yer verilmiştir. Bu kapsamda başvurucu Fatih Hatayoğlu hakkında
düzenlenen raporda;
"Kişinin yapılan muayenesinde; sağ
periorbital ekimoz, burun sırtında şişlik ve ekimoz, sağ kol iç kısım alt
tarafta 12x7 cm sarı-yeşil dış kısmı mor renkte ekimoz, her iki el bileği dış
kısmında sıyrıklar, sağ omuz ön kısımda 3x2 cm sarı koyu kırmızı renkte ekimoz,
sol kol iç orta kısımda 0,5 cm çapında birkaç adet sarı-yeşil renkli ekimoz,
sol diz üstünde 4 cm çaplı sarı-yeşil renkli ekimoz, sağ ayak bileği iç kısımda
4 cm hafifkrutları dökülmüş sıyrık olduğu görüldü, sağ kalçada ağrı olduğunu
ifade etti." tespitlerine yer
verilmiştir.
Diğer başvurucular Ozan Üner, Soner Dobriç ve Çağla Aydın
hakkında sırasıyla şu muayene bulguları yer almaktadır:
(O) "Kişinin yapılan
muayenesinde; olaydan sonra Haseki E.A Hastanesine gittiğini, her iki omuzda
çıkık benzeri birşey söylendiğini ifade ettiği, sağ el bileğinin 2 cm üstünde
dışta 2x0,1 cm iyileşmiş sıyrık olduğu görüldü."
(S) "Kişinin yapılan
muayenesinde; sağ ön kol iç orta kısımda 1,5 cm kısmen krutları dökülmüş
sıyrık, her iki el bileği iç kısımlarda birkaç adet 2'şer cm lik lineer ters
kelepçelenmeye bağlı olduğunu ifade ettiği iyileşmekte olan sıyrık olduğu
görüldü, sırtta interskapuler bölgeden aşağı doğru dirsekle vurulmasına bağlı
olduğunu belirttiği yaygın ağrı tarif etti. Olay tarihinde Haseki E.A
Hastanesinde sağ omuzunda çıkık olduğunun tespit edildiğini ifade ettiği(nden),"
(Ç) "Kişinin yapılan
muayenesinde; sağ baldır arka kısımda 5x6 cm mavi-yeşil renkli ekimoz olduğu
görüldü."
28. Başvurucular müşteki sıfatıyla 15/6/2015 tarihinde
avukatlarının da katılımıyla Cumhuriyet savcısı tarafından yeniden dinlenilmiştir.
Başvurucular burada verdikleri ifadelerinde yakalanmalarıyla başlayan ve
konuldukları otobüste de devam ettiğini ileri sürdükleri hakaret, tehdit, darp,
cebir ve cinsel saldırı eylemlerini anlatmıştır. Adliyeye getirildikten sonra
bodrum katında otobüs içinde bekletildiklerini belirten başvurucular otobüste
bulunanlardan birinin (başvurucular dışında) aşağıya indirilerek polislerce
dövüldüğünü ileri sürmüştür. Ayrıca kendilerine gösterilen fotoğraflardan
iddialarına konu eylemleri gerçekleştiren bazı polis memurlarını teşhis etmiş,
bir kısmının ise kendilerine gösterilen fotoğraflarda olmadığını
söylemişlerdir.
29. Savcılık, başvurucuların da aralarında olduğu
kişileri taşıyan otobüsün Adliyeye giriş ve çıkış görüntülerini bilirkişiye
tevdi ederek rapor aldırılmasını istemiştir. 22/7/2015 tarihli raporun sonuç
kısmında; ses kaydı içermeyen yirmi iki video görüntüsünün toplam süresinin
elli dört saat olduğu, görüntülerin 19/5/2015 günü 08.00-17.00 saatleri arasını
kapsadığı, otobüsten indirilerek darbedilme şeklinde bir olaya rastlanmadığı
bildirilmiştir.
30. Soruşturma kapsamında Savcılık 1/6/2015 tarihinde
İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazarak olaylara müdahale eden, bu
nedenle tutanakta imzası bulunan yirmi dokuz emniyet görevlisi ve bir özel
güvenlik amirinin şüpheli sıfatıyla dinlemek üzere adliyede hazır
bulundurulması talimatını vermiştir. F.G. dışında çağrılanların tamamı şüpheli
sıfatıyla Cumhuriyet savcısının huzurunda ifade vermiştir.
31. Dinlenen şüphelilerin isnat edilen suçlamaları kabul
etmedikleri, kendilerine direnen müştekilere görevleri icabı gerektiği ölçüde
ve kademeli olarak zor kullandıklarını, soruşturma kapsamında bir suç
işlendiğine de şahit olmadıklarını belirttikleri görülmüştür. Şüpheli polis
memurlarından Ö.Y. ifadesinin bir bölümünde eylemcilerden birini yakaladığı
sırada fotoğraflarının çekildiğini, bunun eylemciler tarafından sosyal medyada
yayımlandığını, fiziki şiddet uygulanmadığının fotoğraflardan anlaşılacağını,
bu fotoğrafları da dosyaya ibraz edeceğini söylemiştir. Ayrıca diğer şüpheli
polis memurları S.E. ve A.T.G. ifadelerinde kendilerine gösterilen
fotoğraflardaki kişilerin Ö.Y., Zafer, Osman ve Oktay isimli kolluk görevlileri
olduğunu belirtmişlerdir.
32. Başvurucuların şikâyeti hakkında Savcılık 3/11/2015
tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili
kısmı şöyledir:
"(...)
18/05/2015 günlü olayla ilgili
Müştekiler ve diğer gösterici arkadaşları Örgütlü Suçlar Bürosunun 2015/66817
soruşturma sayılı evrakında yapılan soruşturma sonucunda Görevli Memurlara
Direnme, Silahlı Terör Örgütü Üyesi Olmak, Propagandası yapmak, Toplantı ve
Gösteri Yasasına Muhalefet suçlarından 23/06/2015 günlü iddianame ile kamu
davasının açıldığı ve İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/241 esas sayılı
dosyasında derdest bulunduğu;
Mağdurların alınan doktor raporlarında
direnme sonunda oluşabilecek Basit şekilde yaralanmış bulundukları,
Dosyada mevcut fotoğraflarda ve kamera
kayıtlarında iddiaları doğrulayacak görüntü bulunmadığı,
Müştekilerin soyut iddiaları dışında
müsnet suçların işlendiğine dair delil elde edilemediğinden;
Şüpheliler hakkında KOVUŞTURMAYA YER
OLMADIĞINA,[karar
verildi.]"
33. Başvurucu vekili kovuşturmaya yer olmadığına dair
karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle şüphelilerin tutulan
tutanaklarla ve birbirleriyle çelişen, suçtan kurtulamaya yönelik beyanlarına
haksız şekilde itibar edildiğini, kullanılan gücün mutlak ve zorunlu olduğunu
ortaya koyan bir delil bulunmamasına rağmen nedensizce bu şekilde kabulde
bulunulduğunu, soruşturmada adları geçen ve teşhis edilen iki polis memurunun
ifadelerinin alınmadığını, doktor raporlarıyla ağırlığı ortaya konan
yaralanmalar konusunda tarafsız bir şekilde ve titizlikle soruşturma
yürütülmediğini, sonuçta sorumluların aklandığını ileri sürmüştür.
34. Başvurucu vekilinin itirazını inceleyen İstanbul 4.
Sulh Ceza Hâkimliği 10/12/2015 tarihli kararıyla -verilen kararın usul ve
yasaya uygun olduğu gerekçesiyle- itirazı kesin olarak reddetmiştir. Kesinleşen
karar 21/12/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.
35. Başvurucular 20/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
36. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu'nun olay tarihinde yürürlükte olan 22., 23. ve 24.maddeleri
şöyledir:
"Yasak yerler
Madde 22 - Genel yollar ile parklarda,
mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde
ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde
toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri
düzenlenemez.
Genel meydanlardaki toplantılarda,
halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve
kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur.
Kanuna aykırı toplantı ve gösteri
yürüyüşleri
Madde 23 -...
b) Ateşli silahlar veya patlayıcı
maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik
çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı,
aşındırıcı, yaralayıcı eczalar ... taşınarak ...
Yapılan toplantılar veya gösteri
yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.
Toplantı veya gösteri yürüyüşünün
dağıtılması
Madde 24 - Kanuna uygun olarak başlayan
bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen
kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna
aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü haline dönüşürse:
a) Hükümet komiseri toplantı veya
gösteri yürüyüşünün sona erdiğini bizzat veya düzenleme kurulu aracılığı ile
topluluğa ilan eder ve durumu en seri vasıta ile mahallin en büyük mülki
amirine bildirir.
b) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı
veya acele hallerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle,
mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine
gönderir.
Bu amir, topluluğa Kanuna uyularak
dağılmalarını, dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar eder. Topluluk
dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır. Bu gelişmeler hükümet komiserince
tutanaklarla tespit edilerek en kısa zamanda mahallin en büyük mülki amirine
tevdi edilir.
(a) ve (b) bentlerindeki durumlarda
güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya mukavemet veya korudukları
yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın
zor kullanılır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü
madde (b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla
katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik kuvvetlerince uzaklaştırılarak
toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir. Ancak, bunların sayıları ve
davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü Kanuna aykırı addedilerek
dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah,
araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve
uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle
yükümlüdür.
Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin
Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları,
olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber,
mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik
kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak
dağıtılıcakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak
dağıtılır."
37. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve
Salâhiyet Kanunu'nun 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Zor ve silah kullanma
Madde 16 - Polis, görevini yaparken
direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde
zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında,
direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek
şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî
şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen
kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop,
basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri
ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere
direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı
yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak,
ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
…"
38. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"
kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
"(1)
Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini
veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar
vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin
araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî
kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri
toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla
yükümlüdür."
B. Uluslararası Hukuk
1. Kötü Muamele
Yasağı Yönünden
a. Uluslararası Mevzuat
39. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
"İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Hiç
kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi
tutulamaz."
40. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:
"Hiç
kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya
da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası
olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."
b. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
41. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin
3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik
toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize
suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin -mağdurların
davranışlarından bağımsız olarak- işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin
15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde
dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa
[BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No:
26772/95, 6/4/2000, § 119).
42. AİHM bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında
veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleri görevlileriyle karşı karşıya
kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada- kişinin davranışları kesinlikle
gerektirmediği hâlde kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu
zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin 3. maddesi tarafından güvence altına
alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini hatırlatmaktadır (Bouyid/Belçika [BD],
B. No: 23380/09,28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91,
4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011 §
106).
43. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele
olduğunun söylenebilmesi için eylemin asgari ağırlık eşiğini aşması
beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan
Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD],
B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık,
B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara
muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96,
21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, §
53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana
gelip gelmediğinin tespiti de (Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması
gereken diğer faktördür.
44. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir
ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde
soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, §
131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in
içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın
bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların
titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan,
B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No:
44093/98, 26/10/2004, § 55).
45. Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü sadece esasa
ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin
yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp
etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis
veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele
yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve
mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet
görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve
diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya,
§§ 131-136).
46. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05 ve 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).
2. Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı Yönünden
a. Uluslararası
Mevzuat
47. Sözleşme'nin 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Madde 11 - Toplantı ve dernek
kurma özgürlüğü
1. Herkes barışçıl olarak toplanma ...
hakkına sahiptir...
2. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen
ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması,
kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar
dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk
kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını
kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.”
b. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Uygulaması
48. AİHM Sözleşme'nin 11. maddesinde düzenlenen barışçıl
toplanma özgürlüğünün geniş anlamda örgütlenmeyi, yürüyüş veya gösteriye
katılmayı (Irkçılığa ve Faşizme Karşı Hristiyanlar/Birleşik Krallık, B.
No: 8440/78, 16/7/1980), hareketsiz toplanmaları ve oturma eylemlerini (G./Almanya,
B. No: 13079/87, 6/3/1989), resmî veya gayriresmî özel veya herkese açık
organizasyonları kapsadığını kabul etmektedir.
49. Sözleşme'nin 11. maddesi barışçıl toplanmaları
koruma altına almaktadır. 11. maddenin kapsamının bu temel sınırlaması, şiddet
kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterileri
barışçıl toplanma kavramı dışında bırakmaktadır (Stankov ve Birleşik
Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B. No: 29221/95 ve 29225/95,
2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan,
B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99).
50. AİHM, 11. maddede korunan haklara keyfî müdahalenin
engellenmesi için taraf devletlerin negatif yükümlülüğünün olduğunu
belirtmiştir (Wilson, Gazeteciler Ulusal Birliği ve diğerleri/Birleşik
Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96, 30678/96, 2/7/2002, § 41). Bu müdahale
etmeme yükümlülüğünün istisnası 11. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen
sınırlama sebepleridir.
51. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir
bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı
veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri
açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ezelin/Fransa, B. No:
11800/85, 26/4/1991, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı
olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya
yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (Oya Ataman/Türkiye, §
39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın
akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol
açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini
haklı gösteremez (Ashughyan/Ermenistan, B. No: 33268/03, 17/7/2008, §
90; Berladir ve diğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk
ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29).
52. Diğer taraftan toplantı hakkındaki sınırlama
kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki
bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya
kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa, §
39).
53. AİHM, gösterileri engellemek amacıyla güvenlik
güçleri tarafından yapılan sert müdahalenin şeklinin, kullanılan araçların ve
bu müdahalenin orantılılığının barışçıl gösterilere meşru olarak katılmak
isteyenler üzerinde caydırıcı etki doğuracağını belirtmiştir (Süleyman
Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37273/10 vd., 24/5/2016, § 116).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
54. Mahkemenin 9/7/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele
Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
55. Başvurucular, düzenlenen anma etkinliğine yapılan
müdahale sırasında yere yatırılıp kendilerine ters kelepçe takıldığını,
vücutlarının farklı bölgelerine tekme atıldığını ve copla vurulduğunu, keyfî
şekilde darbedildiklerini, hakarete uğradıklarını, tehdit edildiklerini, Çağla
Aydın'ın ayrıca cinsel tacize uğradığını, konuldukları polis otobüsünde de
hakaret ve tehditlerin devam ettiğini ve sırayla coplandıklarını, hakaretlerin
doktor raporu için götürüldükleri hastanede de devam ettiğini belirtmişlerdir.
Başvurucular ayrıca ifade için götürüldükleri adliyenin yedinci bodrum katında
araç içinde yemek, su ve tuvalet dâhil temel insani ihtiyaçlarını
karşılanmasına izin verilmeksizin altı buçuk saat kadar havasız ortamda yorgun
ve uykusuz hâlde bekletildiklerini ifade etmişlerdir. Başvurucular, yaşananlar
sebebiyle şikâyetçi olduklarını fakat yürütülen soruşturmada kamu görevlisi
olan şüphelilerin çelişkili, suçtan kurtulmaya dönük, korumacı ve abartılı
beyanlarına itibar edildiğini, yaralanmaların doktor raporlarında da belirtilen
ağırlığına rağmen kullanılan gücün orantılı kabul edildiğini söylemiş; tarafsız
ve titiz şekilde yapılmayan soruşturmada teşhis edilen iki şüphelinin tanık
olarak dahi dinlemeden gerekçesiz karar verildiğini dile getirmişlerdir.
Başvurucular şikâyetçi oldukları soruşturmada verilen karar nedeniyle etkili
başvuru, gerekçeli karar ve adil yargılanma hakları ile hak arama hürriyetinin
ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
57. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması
gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da
insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama
sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür
muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması
yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.
58. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu
yasağın ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran
iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir
soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.
59. Somut olayda başvurucular anma etkinliğine yapılan
müdahale sırasında ve sonrasında kolluğun kendilerini hakaret, darp ve tehdit
ettiklerini, Çağla Aydın'ın cinsel saldırıya uğradığını, ayrıca insani olmayan
koşullarda otobüste bekletildiklerini iddia etmişlerdir. Başvurucuların
vücutlarında meydana gelen yaralanmaların kolluk müdahalesi ile oluştuğu,
soruşturmayı yürüten Savcılık tarafından da kabul edilmiş fakat bunların
direnme sonucu meydana geldiği söylenmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararda, başvurucuların direnmeleri ile kolluk müdahalesi arasında neden-sonuç
ilişkisinden bahsedilmiş ise de açık bir şekilde orantılılık değerlendirmesi
yapılmamış; olay net bir şekilde ortaya konmamıştır. Dolayısıyla orantılılık
koşulunun söz konusu olay bağlamında gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmek
için dosyada yeterli veri bulunmamaktadır. Bu nedenle yaralanma olgusuna
ilişkin yapılacak inceleme başvuru dosyasının muhteviyatı nedeniyle kötü
muamele yasağının usul boyutuyla sınırlı kalacaktır. Bunun dışında
başvurucuların cinsel saldırı, hakaret ve tehdit suçlarına yönelik ve yine
Çevik Kuvvet otobüsünde bekletildikleri iddiaları başvuruya konu olayın kendine
özgü koşulları ve dosyadaki sınırlı deliller nedeniyle hakkın usul boyutu
yönüyle değerlendirilecektir.
60. Bununla birlikte başvurucuların adli makamların
şikâyetler hakkında gerekli araştırmaları yapmadığı ve verilen kararların
gerekçesiz olduğu yönünde ve adil yargılanma hakkı ile bağlantılı olarak ileri
sürdüğü iddialar kötü muamele yasağının usul boyutuna ilişkin olduğundan bu
yasak kapsamında inceleme konusu yapılacaktır. Öte yandan başvurucuların
iddialarıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle etkili
başvuru haklarının ihlal edildiğinden ayrıca şikâyetçi oldukları
anlaşılmaktadır. Başvurucuların kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası
bakımından dayandığı gerekçeler ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği
iddiası kapsamında ileri sürdükleri iddialar karşılaştırıldığında somut
başvurunun etkili başvuru hakkı yönünden Anayasa Mahkemesince ayrıca
incelenmesi gereken herhangi bir özel sorun ihtiva etmediği görülmektedir. Bu
nedenle başvurucuların etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiaları
incelenmemiştir.
i. Genel
İlkeler
61. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu
usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı
olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir
soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir
şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının
karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için
hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 110).
62. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili
resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz
hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan
yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri
mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).
63. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın
somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin
süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık
durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç
dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun
olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83).
64. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi
ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap
vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların
kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler
hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli
bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları
mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği
anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).
65. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir
şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Bu kapsamda yetkililer diğer
deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi
incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için
alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 114).
66. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek
başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması
da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun
yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet
yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler
bulunduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın
derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve
süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan,
§ 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
67. Yukarıda belirtilen ilke kararlarında da vurgulandığı
üzere Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği soruşturma, kural olarak olayın
gerçekleştiği koşulların belirlenmesini sağlayacak nitelikte olmalı; ayrıca
soruşturmada olay ve olgular ciddiyetle öğrenilmeye çalışılmalı ve soruşturmayı
sonlandırmak için aceleci bir tavırla temelden yoksun sonuçlara
dayanılmamalıdır.
68. Somut olayda, başvurucuların kolluk müdahalesiyle
yaralanmalarına ilişkin iddialar konusunda Haseki Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde sağlık raporları düzenlenmiştir. Raporlar kolluğun müdahalesiyle
aynı gün düzenlenmiş, olayın öyküsü ve hastanın yakınmaları bölümü polislerce
gerçekleştirilen darp ve cebir olarak belirtilmiştir. Buna göre kamu
makamlarının kötü muamele iddiasını söz konusu sağlık raporlarının düzenlendiği
18/5/2015 tarihinde ilk kez öğrendiği kabul edilmelidir. Buna rağmen Savcılığın
adli soruşturmayı başvurucular vekilinin şikâyet dilekçesi verdiği 22/5/2015
tarihinde başlattığı görülmektedir. Dolayısıyla dört günlük bir gecikme de olsa
soruşturmada derhâl başlatılma ilkesine uygun hareket edildiği
söylenemeyecektir.
69. Şikâyetten sonra Savcılık yeniden başvurucular
hakkında Adli Tıp Kurumundan rapor aldırmış ve başvurucular bu kez bizzat
dinlenmiştir. Buna ilaveten Savcılık, olaya ilişkin olarak düzenlenen tutanakta
imzası olan kamu görevlilerini şüpheli olarak çağırıp ifadelerini almıştır.
70. "Olay ve Olgular" kısmında
zikredilen adli muayene raporlarında yer alan yaralanma bulguların
başvurucuların darp iddialarını destekler mahiyette olduğu görülmektedir. Keza
kötü muamelenin fiziki bulguları bakımından doktor raporları anahtar role
sahiptir. Bu aşamadan sonra adli mercilere düşen görev, başvuruculardaki
yaraların nedeni hakkında makul bir açıklama getirmektir.
71. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin
incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup
icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı
mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi
olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini
koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin
yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme
ve Türkiye'nin taraf olduğu buna ek protokoller kapsamında bulunanlarla
sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça
ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer
taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen
normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı
tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 96).
72. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim
şeklini anlayabilmek ve tüm yönleriyle aydınlatılması noktasında soruşturma
makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir
şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekmektedir (Rıfat
Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68).
73. İnsan onurunu zedeleyen kötü muamele iddialarında soruşturmalar,
benzer olayların tekrar yaşanmasını önlemeyi sağlayacak şekilde kapsamlı,
dikkatli ve duyarlı bir şekilde yürütülmeli; ayrıca sorumluların tespiti
bakımından yapılması gerekli işlemlerde noksanlık bulunmamalıdır (Tuna
Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/01/2018, § 74).
74. Başvurucuların dosyaya ibraz ettiği adli raporlar
iddiaların soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte tartışılabilir
olduğunu göstermektedir. O hâlde üzerinde durulması gereken en önemli nokta,
kolluğun müdahalesinin gerekli ve orantılı olup olmadığı ve başvurucuların
maruz kaldığı muamelenin kötü muamele yasağının asgari eşiğini geçip
geçmediğidir. Başvuruculardaki yaraların güvenlik güçlerinin müdahalesi ile
gerçekleştiği kovuşturmasızlık kararında kabul edildiğinden bu konuda herhangi
bir tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla güç kullanımının kaçınılmaz hâle
geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına
aittir.
75. Olaya ilişkin tutanakta Üniversitede görevli güvenlik
personelinin -yasa dışı buldukları- bazı pankartları indirmeleri konusunda
göstericileri ikna etmeye çalıştıkları fakat bu konuda başarısız olmaları
üzerine görevlilerin bunları kaldırmaya başladığı belirtilmiştir. Yazılan
müzekkere sonucunda bir örneği getirtilen soruşturma dosyasındaki kamera
görüntülerinde ve kolluk tarafından tutulan tutanaktan bu konuda sesli bir
ihtar yapıldığı anlaşılamamakla birlikte görüntülerde bu sırada alanda toplanan
grubun görevlilere bazı cisimler attığı yer almaktadır. Bu aşamaya kadar olan
kısımda toplantının barışçıl olup olmadığı değerlendirmesi bu hak yönünden
yapılacak incelemede ele alınacak olmakla birlikte bu aşamadan -yani birtakım
cisimler atılmasından- sonra anma etkinliği şeklindeki toplantının barışçıl
olarak seyrettiğinden söz edilmeyeceğini belirtmek gerekir. Bu cisimlerin
atılması üzerine polislerin bu kişilerin bulunduğu alana müdahale amacıyla
yöneldiği, sonrasında bu kişilerin koşarak oradan uzaklaştığı görülmektedir.
Başvurucular aleyhinde yürütülen soruşturma kapsamında kamera görüntülerinin
çözümü yapılmış ve bir örneği başvuru konusu soruşturma dosyasına eklenmiştir.
Söz konusu kamera kayıtlarının çözümüne ilişkin tutanakta başvuruculardan Fatih
Hatayoğlu ve Ozan Üner'in alanda bulunan görevlilere soda şişesi fırlattığı
tespiti bulunmaktadır. Ayrıca diğer başvurucuların da alanda bulunan kişilerle
birlikte hareket ettiği belirtilmiştir. Bu tespitlerden ayrılmayı gerektirecek
farklı bir veri bulunmadığı gibi başvurucular da bunun aksini ortaya koyan bir
bulgudan bahsetmemiştir.
76. Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler kapsamında
gösteriye müdahalenin gerekliliği değerlendirilirken gözetilmesi gereken en
önemli husus gösterinin barışçıl olup olmadığının tespitidir. Öte yandan
barışçıl olarak başlamış bir toplantının aynı yönde devam edip etmediği de önem
taşımaktadır. Gösterinin barışçıl olup olmadığı hususu kötü muamele yasağı
kapsamında güvenlik güçlerinin müdahalesinin gerekliliği için önemli bir kriter
olmakla beraber barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında
bir eylem olup olmadığı açısından da gözetilmesi gereken bir husustur.
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile 34. maddesinin kesiştiği bu
alanın belirlenmesi önemlidir (Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172,
12/6/2018, §65).
77. Özel güvenlik görevlilerin alanda bulunan bazı
pankartları indirmeye başlamasıyla birlikte düzenlenen etkinliğe kamu makamları
tarafından bir müdahalede bulunulduğu kabul edilmelidir. Bunun yanında
başvurucuların da aralarında olduğu eylemcilere yönelik fiziki müdahalenin kamu
görevlilerine birtakım cisimler atılması sonrasında gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucuların da aralarında olduğu bu kişilere
kolluk güçlerinin yakalamak amacıyla bir müdahalede bulunması olağan
karşılanmakla birlikte tartışma konusu yapılması gereken, yakalama sırasında ve
sonrasındaki hareketlerin başvurucuların hareketlerine göre orantılı olup
olmadığıdır. Kovuşturmasızlık kararında başvurucuların eylemleri konusunda bir
değerlendirme ve kişiselleştirme yapılmadan sonuca ulaşıldığı görülmektedir.
İncelenen kamera kayıtlarında ve diğer belgelerde, başvurucuların adli muayene
raporlarındaki bulguların ne şekilde oluştuğu ve polis memurlarının kendilerine
müdahalesi sırasında takındıkları tutumu belirleyebilecek nesnel bir delil unsuru
bulunmamaktadır.
78. Çok sayıda kişinin dâhil olduğu gösterilerde şiddet
kullanarak gösterinin barışçıl mahiyetini zedeleyen eylemcilerin tamamının
güvenlik görevlilerince yakalanarak haklarında soruşturma yapılması arzu edilen
bir durum olmakla beraber gerçekçi bir beklenti değildir.Bununla birlikte bir
ya da birkaç kişinin adının geçtiği olaylardan farklı olarak geniş katılımlı
gösterilerde her bir failin tek tek eyleminin aydınlatılmasının güçlüğü,
soruşturma organının bu konuda hiçbir girişimde bulunmamasını haklı göstermez (Ali
Ulvi Altunelli, § 73). Somut olayda etkinliğin başlarında yapılan müdahale
esnasında alanda bulunan eylemcilerin sayısının otuzu geçmediği görülmektedir.
Bununla birlikte başvuruculara yapılan fiziki müdahalenin etkinlik alanının
dışında olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvuruculardan bir kısmının
kolluğa bazı cisimler atmak suretiyle saldırı gerçekleştirdiği kabul edilse
dahi toplantı alanı dışındaki yakalama esnasında başvurucuların şiddet içeren
eylemlere karıştığına dair bir tespitin var olup olmadığı önem kazanmaktadır.
Yakalama anına ilişkin müdahale görüntüleri olmadığı düşünüldüğünde başkaca
delillere ulaşma imkânının olup olmadığı sorgulanmalıdır. Bu anlamda
başvurucuların beyanlarının önemli olduğu ortadadır. Başvurucuların müşteki
sıfatıyla verdikleri ifadelerine bakıldığında Ozan Üner'e, kendisini
darbettiğini iddia ettiği polis memurlarını göstermesi amacıyla teşhis işlemi
yaptırılmamış, Çağla Aydın'a darp iddialarının faili olmayan kişilerin yer
aldığı üç fotoğraf gösterilmiş, yine Soner Dobriç'in yaptırılan teşhis
işleminde kendisine vuranların bu fotoğraflarda olmadığını belirttiği
anlaşılmıştır. Bu durumda müdahalede görevli olan kolluk görevlilerin tamamının
yer aldığı fotoğrafların her bir başvurucuya gösterilmek suretiyle iddiaların
somutlaştırıldığından ve ortaya çıkan duruma göre de delil elde edilmeye
çalışılması yoluna gidildiğinden söz etmek mümkün görünmemektedir. Kaldı ki
başvurucu Fatih Hatayoğlu'nun fotoğraflardan teşhis ettiği, şüphelilerden S.E.
ve A.T.G.nin adlarının Osman ve Oktay olduğunu belirttiği polis memurları
şüpheli veya tanık olarak da dinlenilmemiştir. Ayrıca şüpheli Ö.Y.nin beyanında
geçen fotoğrafların dosyaya getirtilerek değerlendirme konusu yapılmadığı
görülmektedir.
79. Öte yandan başvurucular yakalanmaları sonrasında da
darp eylemlerinin devam ettiğini iddia etmişlerdir. Yakalanıp kelepçelenen
başvuruculara bu aşamadan sonra yapılacak fiziki müdahaleler konusunda
orantılılıktan söz edilemez. Bununla birlikte tek başına başvuruculara ait
doktor raporlarına bakılarak hangi yaralanmaların yakalama esnasında,
hangilerinin sonrasında gerçekleşmiş olabileceğini söylemek dosyadaki verilerle
mümkün görünmemektedir. Bu nedenle başvuruculara bu konudaki iddialarını
ayrıntılı şekilde sorup vücutlarının hangi bölgelerine, ne şekilde darbe
aldıklarını açıklattırarak bunların doktor raporundaki tespitlerle uyumlu olup
olmadığının değerlendirilmesi, uyumlu olmadığı takdirde taraflardan bunun
izahının istenmesi sonrasında bir sonuca ulaşılması sağlıklı yürütülmesi
gereken bir soruşturmanın gereğidir. Somut olaya ilişkin verilen kararda ise
başvuruculardaki yaralanmaların basit nitelikte olduğu ve direnme sonucunda
oluştuğu belirtilmekle birlikte ne yaralanmaların hangi aşamada gerçekleştiğine
yönelik bir belirleme yapılmış ne de yakalanma sırasında oluştuğu kabul
edildiği taktirde orantılılık konusunda bir açıklamaya yer verilmiştir.
80. Başvurucular darbedilme iddialarının yanında ifade
vermek için getirildikleri adliyede araç içinde temel insani ihtiyaçları
karşılanmaksızın yaklaşık altı buçuk saat bekletildiklerini de ileri
sürmüşlerdir. Başvuruculara göre bu sırada aracın içi havasız, kendileri de
yorgun ve uykusuzdur. Başvurucuların araç içinde bekletildikleri soyut bir
iddiadan ibaret olmayıp soruşturma dosyasında bulunan, adliyeye ait kamera
görüntüleriyle ortaya konmuştur. Başvurucuların araç içinde bekletilmelerini
haklı kılan bir sebep olmadıkça iddia edilen süre zarfında yemek, su ve tuvalet
ihtiyaçları karşılanmaksızın tutulmanın belli bir ağırlık eşiğini aşarak kötü
muamele teşkil edebilecek boyuta ulaştığını söylemek mümkündür. Bu iddia
başvurucular vekilinin şikâyet dilekçesinde açık şekilde dile getirilmiş iken
başvurucuların ifadelerinin alınması sırasında ayrıntılı şekilde bu husus
kendilerine sorulmamış, sadece araçta bekletildikleri şeklinde sınırlı beyanla
yetinilmiştir. Diğer taraftan o sırada görevli olan kamu görevlilerinin tespiti
yoluna gidilip iddiaların doğru olup olmadığı konusunda tanık veya şüpheli
sıfatıyla bu kişilerin ifadeleri alınmamıştır.
81. Belirtilenler ışığında başvurucuların yakalama
sırasında ve sonrasında kamu görevlileri tarafından darbedilmeleri ve araç
içinde uygunsuz şekilde uzun süre bekletilmeleriyle ilgili olarak ileri
sürdükleri iddialar kapsamında sorumluların tespiti ve delillerin toplanması
için yeterli bir soruşturma yapıldığından söz etmek mümkün değildir.
82. Son olarak başvurucuların olaylar sırasında hakaret
ve tehdit edildikleri, ayrıca başvurucu Çağla Aydın'ın cinsel saldırıya
uğradığı yönündeki iddiaları hakkında da bir değerlendirme yapmak gerekir.
Yaşanan sürecin bütünlüğü içinde söz konusu isnatların kötü muamele için
gerekli olan asgari eşiği aştığı şüphesizdir. Başvurucular yakalanmaları
sırasında ve sonrasında kamu görevlileri tarafından hakarete uğradıklarını ve
tehdit edildiklerini, Çağla Aydın'ın ise koluna ve bacağına dokunulmak ve
cinsel içerikli sözler söylenmek suretiyle cinsel saldırıya uğradığını
başvurucu vekili aracılığıyla Savcılığa verdikleri şikâyet dilekçesinde dile
getirmişlerdir. Öte yandan Savcılığın 2015/66817 numaralı soruşturma dosyasında
şüpheli sıfatıyla aldığı ifadelere bakıldığında Çağla Aydın ve Ozan Üner
kolluğun kendilerine hakaret ettiğini iddia etmiş, diğer başvurucular ise darba
uğradıkları dışında bir iddia ileri sürmemişlerdir (bkz. § 17). Başvurucuların
19/5/2015 tarihli ifadeleri sırasında iki avukatla temsil edildikleri
görülmüştür.
83. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı
varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde
kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama
sorununu ele almaktadır. Burada kötü muameleye maruz kalması nedeniyle mağdur
olduğunu ileri süren kişilerin -ispat külfetinin devlete geçtiği durumlar
istisna olmak üzere- kötü muamele yasağı kapsamına giren ağırlıkta bir muamele
görmüş olabileceklerini gösteren emare ve delil sunmaları gerektiğini belirtmek
gerekir (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).
84. Başvurucuların söz konusu iddiaları kapsamında
yapılan soruşturmada herhangi bir delile ulaşılamadığından kovuşturmaya yer
olmadığı kararı verilmiştir. Soruşturma dosyasında başvurucuların iddialarının
gerçekliğini ortaya koyan bir veri bulunmadığı gibi başvurucular tarafından
soruşturmadaki bir eksikliğe işaret edilmiş de değildir. Şikâyet dilekçesinde
ve şikâyet sonrasında ikinci savcılık beyanlarında iddialarını açık şekilde
dile getiren başvurucuların -cinsel istismar gibi infiale neden olabilecek
ağırlıktaki bir suça rağmen- daha önce bunları neden ifade etmediklerinin haklı
bir gerekçesi gözükmemektedir. Avukatları hazır olduğu hâlde adli makamlar
önünde iddialarını açık bir şekilde dile getirmeyen başvurucular hakkında
soruşturmada ulaşılan sonucun hukuka aykırı olduğundan söz etmek mümkün
değildir. Bu nedenlerle kamu görevlileri tarafından darp edilme ve polis
aracında tutma iddialarıyla sınırlı olarak etkili soruşturma yapma
yükümlülüğüne aykırı davranıldığını kabul etmek gerekir.
85. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların kolluk
tarafından darbedildikleri ve ifade vermek için araç içinde uygunsuz koşullarda
uzun süre bekletildikleri iddiaları konusunda etkili bir soruşturma
yapılmamasından dolayı Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
B. Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
86. Başvurucular, düzenlenen anma etkinliği henüz
başlamadan bir pankart nedeniyle ihtar yapılmaksızın güvenlik güçlerinin
kendilerine ve alanda bulunanlara müdahale ederek kendilerini gözaltına
almaları sebebiyle Anayasa'nın 26. ve 34. maddelerinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir. Başvurucular söz konusu pankartın kimin tarafından asıldığını
bilmediklerini ve içeriğinin de suç oluşturmadığını ifade etmişlerdir.
2. Değerlendirme
87. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes,
önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı
ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın
ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve
kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
88. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucuların
şikâyetlerinin özünün toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
kullanılmasına ilişkin olması nedeniyle iddiaların bir bütün olarak Anayasa'nın
34. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
89. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Müdahalenin
Varlığı
90. Başvurucuların katılmış oldukları bir toplantıda
kolluk görevlileri tarafından bazı pankartların indirilmesinin ve sonrasında
toplantının dağıtılarak gözaltına alınmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
ii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
91. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel
hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...
demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
92. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme,
Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi
gerekir.
(1) Kanunilik
93. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama
ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
(2) Meşru Amaç
94. Başvuruculara toplantı sırasında müdahale edilmesinin
Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu
düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir
amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel
İlkeler
(i) Demokratik
Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
95. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin
gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez
açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun
en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini
birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını
korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade
etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama
imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı
düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır
(Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz
Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve
diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve
diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B.
No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).
96. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir.
Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının
varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda
ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik
ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve
diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri,
B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247,
4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her
türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifade edilebilmesine
bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
(ii)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine
Uygun Olması
97. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No:
2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447,
16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §
51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan
Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48; ifade özgürlüğü
bağlamında Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49,
50) olması gerekir.
98. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve
saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi
için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır.
Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini
barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır.
Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle
değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı
özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı kişilere
sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya
düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla
toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde
ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, §
37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah
Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl
amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni
açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin
sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan,
§ 36; Osman Erbil, § 54).
99. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin
demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun,
müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması
sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken
sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun
davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya
derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan,
§ 53).
100. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir
bütün halinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında, toplantı
veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları
diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri,
§ 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut
olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak
olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin
müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve
diğerleri, § 145).
(iii) Terör Propagandası ve Şiddete Teşvik
101. Anayasa Mahkemesi daha önce Zübeyde Füsun Üstel
ve diğerleri ([GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 115-118) kararında
terör örgütünün propagandasını yapmak suçunun Türk hukukundaki görünümüne
ilişkin bazı tespitlerde bulunmuş, söz konusu suç çok sayıda ve her türde
ifadeyi kapsayacak şekilde geniş yorumlanabilecek bir fiil olmaktan çıkarılması
amacıyla terör örgütünün şiddet ve tehdit yöntemlerini meşru gösterme veya övme
ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik etme şeklinde tanımlanmıştır. Yine
Yargıtay da Türk hukukunda terör ile bağlantılı her tür düşünce açıklamasının
değil yalnızca terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini
meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde
propagandasının yapılmasının suç olarak kabul edildiğini pek çok kez ifade
etmiştir (aynı kararda bkz. §§ 25, 26; Meki Katar, [GK], B. No: 2015/4916,
3/10/2019, § 51; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019,
§ 64).
102. Terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren
yöntemlerine başvurmayı teşvik etme, terör suçlarının işlenmesine kışkırtmak
niyetiyle terör suçlarının işlenmesini savunarak bir veya birden fazla suçun
işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılmasıdır. Terör
örgütünün propagandası suçunda örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren
yöntemlerini belirli bir yoğunlukta savunarak başkalarınca aynı davranışın
gerçekleştirilmesi amaç edinilmektedir (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri,
§ 119; Meki Katar, § 52; Sırrı Süreyya Önder, § 63).
103. Bu bağlamda propaganda suçunun soyut tehlike suçu
olarak kabul edilmesi başta ifade özgürlüğü olmak üzere anayasal hak ve
özgürlükler üzerinde bir baskı oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu sebeple
Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunun yüzüncü maddesinde
ifade edildiği gibi bir propaganda faaliyetinin cezalandırılabilmesi için
olayın somut koşullarında belirli oranda tehlikeye neden olduğunun gösterilmesi
uygun olacaktır (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 84; Ayşe Çelik, B.
No: 2017/36722, 9/5/2019, § 47; Meki Katar, § 53; Sırrı
Süreyya Önder, § 64; Baver Mızrak, B. No: 2015/19280, 9/1/2020, §
47).
104. Şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadelerin yer
almadığı ve terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan düşünce
açıklamaları sırf terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri,
siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşlerine benzerlik
gösterdiğinden bahisle terörizmin propagandası olarak kabul edilemez. Toplumsal
ve siyasal ortama veya sosyoekonomik dengesizliklere, etnik sorunlara, ülke
nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine veya ülke yönetim
biçiminin eleştirisine yönelik düşüncelerin -Anayasa Mahkemesinin daha önce
ifade ettiği gibi devlet yetkilileri veya toplumun önemli bir bölümü için
rahatsız edici olsa bile (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 95)- açıklanması, yayılması, aktif, sistemli ve inandırıcı bir
şekilde başkalarına aşılanması, telkin ve tavsiye edilmesi ifade özgürlüğünün
koruması altındadır (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 80; Ayşe
Çelik, § 44; Meki Katar, § 54). Bununla birlikte terörün başta ifade
özgürlüğü olmak üzere demokratik toplumun tüm değerlerine düşman olduğu açık
olup terörizmi, terörü ve şiddeti meşrulaştıran, öven ya da bunlara teşvik eden
sözler ise ifade özgürlüğü kapsamında görülemez (Zübeyde Füsun Üstel ve
diğerleri, § 79; Ayşe Çelik, § 43).
105. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi, ifade özgürlüğünün
özel bir biçimi olan toplantı hakkının kullanımı sırasında kullanılan ifadeler
ile asılan pankartlardaki resim ve sözler, toplantının barışçıl özelliğinin
değerlendirirken toplantıya müdahalenin demokratik toplumda gerekliliği
hususunda etkili unsurlar olarak dikkate alacaktır.
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
106. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, terör örgütü
liderinin silüeti ile bir takım sloganlar yazılı pankartlar asan üniversite
öğrencileri tarafından kampüs içindeki toplantı sırasında bir terör örgütünün
eylemlerinin birincil dereceden sorumlusu olan kurucu lideri ile diğer
kurucularının övülmesi ve desteklenmesinin terör suçunun işlenmesine tahrik
veya teşvik niteliğinde kabul edilip edilmeyeceği, buna bağlı olarak da
Üniversitenin özel güvenlik görevlileri ile polisin pankartları indirmeleri ve
sonrasında toplantıyı dağıtarak gözaltına alma şeklindeki müdahalenin toplantı
hakkı yönünden demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığıdır.
107. Dosya kapsamında yer alan kamera kayıtları ve
tutanaklara göre, kendilerini Dem-Genç olarak adlandıran gruba mensup
öğrenciler Üniversite kampüsündeki havuzlu bahçe olarak bilinen alanda toplanmış;
İbrahim Kaypakkaya, Hakkı Karer, Ferhat Kutlay ve Mahmut Zengin adlı terör
örgütü üyelerinin ölümünü anmak amacıyla bir toplantı yapmak istemişlerdir. Söz
konusu alana Dem-Genç imzalı, A.Ö.nün silüetinin bulunduğu, "Mayıs Ayı
Şehitlerine Sahip Çık", Yeni Demokratik Gençlik imzalı, İbrahim
Kaypakkaya'nın resminin bulunduğu, "Gençliğin Cüreti Kaypakkaya'nın
bilinciyle 18 Mayıs'ta Alanları Zapt Edelim" ve Onu Anmak
Savaşmaktır" (iki), Yeni Demokratik Gençlik imzalı, "İbrahim
Kaypakkaya'yı Savunmak Onurdur" ve "Emperyalist Saldırganlığa
ve Faşist Teröre Geçit Vermeyeceğiz" ibareli dört pankart asılmıştır.
Anayasa Mahkemesi toplantı hakkına müdahalenin gerekliliği hususunu
değerlendirirken pankartlardaki ifadeleri terörizm olgusu ile birlikte ele
alacaktır (attıkları sloganlar ile terör örgütünün destekçisi olduğunu açıkça
ifade eden kişilerin şiddet hareketlerini yöntem olarak benimseyen örgütün
destekçisi veya üyesi olduklarını belli edecek şekilde davrandıklarının kabulü
yönündeki karar için bkz. Ferhat Üstündağ, § 67).
108. Terörizm olgusu insanlık tarihi kadar eskidir ve
bugün ulusal sınırları aşarak toplum ve devlet hayatının üzerinde sosyal ve
ekonomik bakımdan büyük çapta tahribatlara sebep olmaktadır. Herhangi bir amaca
ulaşmak için propagandaya yönelik, ses getirici eylemlerle insanların
öldürülmesi, topluma korku ve dehşet salınması olan terör; bireylerin temel hak
ve özgürlüklerini ve özellikle temel bir hak olan yaşam hakkını ciddi bir
şekilde tehdit etmektedir (Meki Katar, § 59).
109. Türk hukukunda terör ile bağlantılı her tür düşünce
açıklaması değil yalnızca terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren
yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik
edecek şekilde propagandanın yapılması suç olarak kabul edildiğinden (bkz. §
101) düşünce açıklamalarının kişileri terör örgütlerinin cebir, şiddet ve
tehdit yöntemlerini kullanmaya sevk edecek derecede kin ve düşmanlık içerip
içermediği irdelenmelidir. Anayasa Mahkemesine göre doğası veya içeriği gereği
devlete zarar vermek veya toplumu sindirmek için ağır şiddet suçlarını işlemeye
hazır bulunan insanları bilinçlendirmeye veya cesaretlendirmeye olanak
sağlayan, bu suçların işlenme riskini artıran düşünce açıklamaları
saldırganlığa yöneltecek seviyede tehlikelidir (bu konuda dikkate alınması
gereken unsurlar için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 119; Ayşe
Çelik, § 56; Sırrı Süreyya Önder, § 63).
110. Bu bağlamda bir terör örgütünün siyasi veya sosyal
etkinliğini artırmak, sesinin kitlelere duyurulmasını sağlamak, örgütün başa
çıkılması imkânsız bir güç olduğu ve amacına ulaşabileceği kanaatini toplum
üzerinde oluşturmak, örgütün mücadelesine karşı olan kişi ve kuruluşları
ortadan kaldırmak, sindirmek, halkın örgüte sempatisini artırmak ve giderek
aktif desteğini sağlamak amacıyla yapılan düşünce açıklamaları terörizmin
propagandası olarak kabul edilebilir.
111. Terörizm doğrudan doğruya fiilin doğurduğu kısa
vadeli sonuçlar itibarıyla değil ama fiilin yarattığı etki itibarıyla
karakteristik bir nitelik kazanır. Bu sebeple terör eylemlerine başvuran diğer
kişi veya örgütler gibi PKK da anlamlı semboller üzerinden propaganda yapar.
Semboller belli bir algı ve duygu yaratmak, bir anlam ve çağrışım sağlamak,
dikkat çekmek, akılda kalmak, etkilemek ve yön vermek, farklılaşmak, fark
edilmek ya da fark edilmemek, tutum ve davranışları yönlendirmek için
kullanılabilir. PKK terör örgütü gibi şiddeti yöntem olarak benimsemiş ve terör
eylemlerini sürdürmekte olan bir örgütle ilişkilendirilmiş sembollerin
sergilenmesi o terör örgütünün fikirleriyle özdeşleştirilebilir. Bundan dolayı
bir terör örgütüne özgü sembollerin kullanılmasıyla örgütün yalnızca siyasi
idealleri ya da hedeflerinin desteklendiği, buna karşın aynı terör örgütünün
yöntem olarak şiddeti benimsemiş olmasının meşru görülmediğinin söylenmesi
güçtür (Ferhat Üstündağ, § 69).
112. PKK son kırk yılda Türkiye’nin her bölgesinde
yaşanan ve yaşanmakta olan ağır şiddet hareketlerinin failidir. Somut olayda
pankartlarda kod isimleri kullanılan kişiler (bkz. § 107) örgütün kurucu
kadrosunda yer almakta olup A.Ö. ile birlikte terör örgütünün benimsediği
şiddet yöntemleri ile isimleri özdeşleşen kişilerdir. Eldeki başvuruya konu
olayda başvurucuların katıldığı toplantının dağıtılmasına neden olan eylemler,
terör örgütü lideri ile örgütün diğer bazı kurucularının övülmesine ilişkin
pankartların ve silüetin asılmasıdır. Öncelikle başvurucuların katıldığı anma
sırasında -doğrudan PKK'nın adı anılmasa bile- isimleri terör örgütünün
benimsediği şiddet yöntemleri ile özdeşleşen kişileri anmak ve bu kişileri
toplumda tanıtmak, bunların ölümlerini kutsamak, kullandıkları şiddeti
haklılaştırmak ve bu şiddetin devam etmesi için kişileri ikna etmek amacının ön
planda olduğu görülmektedir.
113. Eylemin gerçekleştirildiği ortama gelince bahse konu
silüet ve pankartlar Üniversite kampüsü içinde öğrencilerin bulunduğu bir
ortamda asılmıştır. Üniversite bahçesinde pankartlardaki yazılar ve silüet de
dikkate alındığında bunların asılmasının bazı koşullarda hem sempati duyan hem
de karşıt görüşlü öğrencilerin saldırganlık, öldürme ya da yok etme
içgüdülerinin harekete geçmesine yol açabileceği değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla somut olayda bir terör örgütünün kullandığı yöntemlerin başkaları
tarafından teşvik edici olarak kabul edilme tehlikesi ortaya çıkmıştır.
Bu çerçevede hem ifadelerin içeriği hem de kullanıldığı ortam dikkate
alındığında isimleri birer sembol hâline getirilmiş olan PKK terör örgütü
kurucularının övülmesi ve yüceltilmesinin somut olayın koşullarında PKK'nın
yarattığı şiddetin övülmesi ve terörizme destek anlamına geldiği, kışkırtıcı ve
şiddete başvurmayı cesaretlendirici nitelik arz ettiği, tüm bu sebeplerle de
silüet ve pankartlardaki ifadelerin şiddet kullanımına dolaylı teşvik
olarak nitelendirilmesinin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki
değerlendirmelerle karşılaştırmak için bkz. Ayşe Çelik, § 57; Sırrı
Süreyya Önder, §§ 79-80; Baver Mızrak, § 52).
114. Sonuç olarak somut olayda kullanılan ifadeler bir
terör örgütünün eylemlerini onaylayarak kamuoyu önünde ona sahip çıkmak, anılan
örgütün işlediği cürümleri iyi görmek ve dolayısıyla desteklemek niteliğinde
kabul edilmelidir. Bu kişiler bir terör örgütünün toplumsal bilinirliğinin ve
kabul edilebilirliğinin artırılmasına, eylemlerinin meşru gösterilmesine,
toplantı ve gösteri hakkının tanıdığı imkânlar kullanılarak güvenlik güçlerine
ve devletin diğer kurumlarına karşı sürekli bir çatışma siyasetinin yöntem
olarak benimsenmesine hizmet etmiştir. Dolayısıyla başvuruya konu toplantının barışçıl
toplantı kavramı kapsamında değerlendirilmesi mümkün gözükmemektedir (benzer
değerlendirmeler için bkz. Ferhat Üstündağ, § 70).
115. Yukarıdaki bilgiler dikkate alındığında
başvurucuların katıldığı anma toplantısında pankartların indirilerek toplantıya
bu şekilde müdahale edilmesinin -devletin farklı çıkarları dengelerken sahip
oldukları takdir payı da gözetildiğinde-zorunlu toplumsal bir ihtiyaca
karşılık geldiği ve pankartların indirilmesini haklı göstermek için ortaya
konulan gerekçenin ilgili ve yeterli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
116. Öte yandan şiddeti bir mücadele biçimi olarak
benimseyen söz konusu örgütün kurucularının yüceltilmesinin önlenmesindeki
kamusal yararın başvurucuların bu toplantıyı yapmalarındaki bireysel yarara
üstün geldiği açıktır. Başlangıcından itibaren barışçıl toplantı olarak
nitelendirilmeyecek etkinliğin Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen korumadan
faydalanabilmesi söz konusu değildir (Ferhat Üstündağ, § 54).
Dolayısıyla etkinliğin dağıtılması sırasında ve sonrasında gerçekleştirilen
fiziki ve adli müdahaleler sebebiyle başvurucuların toplantı hakkının ihlal
edildiğini söyleyebilmek mümkün gözükmemektedir.
117. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun olduğu ve Anayasa'nın 34. maddesinin ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
118. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
119. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
120. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına karar
verilmesi talebinde bulunmuştur.
121. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
122. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen
kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır. İhlalin yargısal bir karara varmak için gerekli olan deliller
toplanmadan Savcılıkça verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
123. Kötü muamele yasağının usul boyutuna ilişkin ihlalin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
124. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç
ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Kamu görevlileri tarafından darp edilme ve uygun
olmayan koşullarda araç içinde bekletilme yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu
itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Diğer iddialar yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
3. Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağı ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Verilen karar 2015/68416 numaralı
soruşturma dosyasıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 9/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.