logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ahmet Hüsrev Altan [GK], B. No: 2016/23668, 3/5/2019, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

AHMET HÜSREV ALTAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/23668)

 

Karar Tarihi: 3/5/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 26/6/2019-30813

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Hüseyin TURAN

Başvurucu

:

Ahmet Hüsrev ALTAN

Vekili

:

Av. Veysel OK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/11/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine iletmiştir.

7. Birinci Bölüm tarafından 4/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, kamuoyunca tanınan bir gazeteci ve yazardır.

10. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

11. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).

12. Bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan on yedi şüpheli hakkında FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır.

13. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan soruşturma kapsamında 9/9/2016 tarihinde, başvurucunun konutunda ve aracında terör örgütüyle bağını ortaya çıkaracak delillerle suç konusu olabilecek diğer eşyalara el konulması amacıyla arama yapılmasına karar verilmesini talep etmiş ve bu talep, İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir.

14. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/9/2016 tarihinde, başvurucunun yakalanması ve otuz günü geçmemek üzere gözaltına alınması için (22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) 6. Maddesinin (l) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca) İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılı talimat vermiştir. Talimatın gerekçesi şöyledir:

Ülkemizde gerçekleşen FETÖ/PDY mensubu bir kısım şahıslarca darbe girişiminde bulunulması olaylarından bir gün önce, 14 Temmuz 2016 günü www.youtube.com isimli sosyal paylaşım sitesi üzerinden canlı yayın yapan Can Erzincan Tv isimli kanalda şüpheliler A.N.I. ve M.H.A. nın hazırlayıp sundukları ‘Özgür Düşünce’ isimli programa katılan [başvurucu] ile birlikte darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulundukları, bu söylemler kapsamında Türkiye Cumhuriyetini ve Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettikleri, darbenin gerçekleşeceğini beyan ettikleri, darbe girişimini terör örgütünce fikir ve eylem birliği içerisinde olmadan bilmelerinin ve bunu bir gün önce kamuoyu algısını şekillendirecek biçimde beyan etmelerinin mümkün olmayacağı, hiçbir demokratik düzende darbe girişimini desteklemenin veya darbeyle seçilmiş hükumeti tehdit etmenin basın veya ifade hürriyetiyle açıklanamayacağı, bu şekilde darbe girişiminde bulunan terör örgütü mensubu bir kısım asker şahıslarla birlikte iştirak halinde atılı suçları işledikleri [anlaşılmıştır.]

15. Başvurucu, bu karara istinaden 10/9/2016 tarihinde saat 08.45’te, konutunda gözaltına alınmıştır.

16. Başvurucunun konutunda ve aracında yapılan aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanmamıştır.

17. Başvurucu 10/9/2016 tarihinde, soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilerek sorgulanmaya başlanmış ancak Cumhuriyet savcısı huzurunda ifade vereceğini beyan etmesi üzerine ifadesi alınamamıştır. Başvurucu 21/9/2016 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur.

18. Başvurucu, ifadesi alınmak üzere 21/9/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlar açıklanmıştır. İfadesine esas olmak üzere başvurucuya darbe girişiminde bulunan FEFÖ/PDY mensubu askerlerden tanıdığı ve irtibat hâlinde olduğu kimsenin bulunup bulunmadığı, 14/7/2016 tarihinde yayımlanan televizyon programındaki konuşmasında sarf ettiği, Cumhurbaşkanı’nın darbe zeminini hazırladığı ve çok kısa sürede yönetimden gideceği yolundaki sözleri hangi amaçla söylediği, darbe girişiminden önceden haberdar olup olmadığı, 12/5/2016 tarihinde yayımlanan “Mutlak Güç”, 27/6/2016 tarihinde yayımlanan “Ezip Geçmek” ve 10/7/2016 tarihinde yayımlanan Montezuma başlıklı köşe yazılarına ilişkin açıklamalarının ne olduğu, kurucusu ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinde yayımlanan yazı ve haberlere kim ya da kimler tarafından karar verildiğive gazetenin kim tarafından finanse edildiği, sahte delillerle oluşturulduğu belirtilen Balyoz soruşturmalarının başlamasına neden olan haberlerin ilk olarak Taraf gazetesinde neden yayımlandığı, 3/3/2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklı köşe yazısına ilişkin açıklamasının ne olduğu ve 2008 yılında Taraf gazetesinde yer alan “Paşasının Başbakanı” manşeti ile ne anlatmak istediği şeklinde Başsavcılık tarafından sorular yöneltilmiştir.

19. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesinde isnat edilen suçlamaları kabul etmemiş ve sorulan sorulara karşı özetle aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur:

“… İrtibat halinde olduğum darbe girişimine iştirak eden personel bulunmamaktadır …

… Can Erzincan TVD smart platformu üzerinden yayın yapıyordu. Kamuoyunda Balyoz adıyla bilinen davada henüz kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmamaktadır. Dava bir darbe planının bulunduğu iddiasıyla İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcı vekili … tarafından …temyiz edilmiştir. … Görüldüğü gibi Balyozun bir darbe palanı olduğunu söyleyenin sadece ben olmadığım iktidar partisi yetkililerinin ve Cumhurbaşkanı’nın söylediği açıktır. [Burada bir kısım siyasetçilerin Balyoz darbe planının gerçek olduğuna ilişkin beyanlarına atıfta bulunulmuştur.] Eğer Balyoz darbe planının gerçekliğine inanmak suç ise adını saydığım siyasi yetkililerin suç işlediklerini kabul etmek gerekir …

 [‘Mutlak güç’, ‘Ezip geçmek’ ve ‘Montezuma başlıklı yazılarına ilişkin olarak] … Cumhurbaşkanı’nı … eleştirmenin darbecilikle ne tür ilişkisi olduğunu ne hukuki ne de mantıki bir zeminde anlayabilmiş değilim … Recep Tayyip Erdoğan bir siyasetçidir. Seçimle gelmiştir. Demokratik seçimle görevinden ayrılacaktır. Bunu söylemek, kendisini eleştirmek, bir yazar ve vatandaş olarak benim hakkım ve görevimdir. Eğer biz siyasetçileri eleştirmeyi darbecilikle suçlamaya başlar isek bu ülkedeki fikir özgürlüğünü yok eder … Benim bu yazılardan talebim Cumhurbaşkanı’nın anayasada tarif edilen görev tanımı içerisinde kalması, anayasanın dışına çıkmaması, anayasal yetkilerinin dışında yetki kullanmaması ve anayasaya saygılı bir Cumhurbaşkanı olarak görev yapmasıdır. Anayasayı savunarak nasıl darbeci olunabilir? … Bu yazılara baktığınızda anayasa, hukuk ve demokrasi savunması dışında hiç bir fikre rastlayamazsınız. Bu bir suç değildir …

 [Balyoz Darbe Planı’na ilişkin haberlerin ilk olarak 20/1/2010 tarihinde başvurucunun kurucusu olduğu Taraf Gazetesinde yayımlanan haberler üzerine başlamasıyla ilgili olarak] … 2012 senesinde Taraf gazetesinden ayrıldım. Yani KHK ile kapatıldığında gazeteyle bir ilişiğim kalmamıştır. Gazetenin finansesi benim bildiğim kadarıyla sahibi B.A. tarafından sağlanmıştır. Her gazetede olduğu gibi gazetenin birinci sayfasında çıkacak haberlere yazı işleri kendi arasında tartışarak karar verir. Son kararı da genel yayın müdürü verir. Gazetenin FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisakı yoktu. Ben gazeteyi yönetirkenböyle bir örgütte bulunmamakta idi …

2010 tarihinde (böyle bir örgütün) bulunmadığını ifade etmek isterim … Ayrıca Balyoz darbe planıyla ilgili dijital dokümanlar konusunda uzman değilim. Ancak darbe planın ayrıntısıyla anlatıldığı, kaç kişinin tevkif edileceği, hangi stadyumlara kapatılacağı gibi ayrıntıların yer aldığı ve siyasi parti liderlerinin derhal toparlanması gerektiğini söyleyen seminere katılan generallerin konuşmalara ilişkin ses kayıtları gerçektir. Zaten bu husus kendileri tarafından kabul edilmiştir. Ben de bu tapeleri dinleyince darbe girişiminin gerçek olduğuna inandım. Yine Balyoz davasına ilişkin mahkumiyet hükmü veren mahkemenin Taraf gazetesinden çıkan belgelere göre değil Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan çıkan belgelere göre karar verdiğini görürsünüz …

 [‘Ben buradayım benimle konuşun’ başlıklı yazısına ilişkin olarak] Söz konusu söylemim doğrudur … Ses kayıtlarına dayanarak planın gerçek olduğuna inandım. Söylemimin dayanağı budur. Yaklaşık 35 yıllık yazarım bütün yazı hayatım boyunca darbelere, darbecilere ve askeri vesayete karşı çıktım. Bundan dolayı yüzlerce defa yargılandım. Darbelerde insanların çektiği acıları bildiğim için herhangi bir darbecilik faaliyeti gördüğümde bunu açığa çıkarmanın sadece bir gazetecilik değil aynı zamanda insanlık görevi olduğuna inanırım.Balyozun belgelerini de bu nedenle yayınladım …

 [‘Paşasının başbakanı’ yazısına ilişkin olarak] … Biz o zaman bir baskınla ilgili belgeler yayınladık ve askerlerin iyi korunmadığını söyledik. Bunun üzerine Genel Kurmay Başkanı bir savaş gemisinin üstünde kuvvet komutanlarıyla birlikte çıkarak gazetemizi tehdit etmiştir … Gerçekleri açıklamasını istedik. İ.B. [Genel Kurmay Başkanı] gerçekleri açıklamadı ama Başbakan ona bu tartışmada destek oldu. Bu kadar hayati bir konuda askerlerin hayatı söz konusu iken gerçekleri açıklayan gazetecileri değil de gerçekleri saklayan bir generali koruması üzerine … yazıyı yazdık.”

20. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte “terör örgütünün amaç ve ideolojileri doğrultusunda süreklilik ve çeşitlilik arz eden faaliyetlerde bulunarak terör örgütünün darbe girişimine bürokrasi ve medya unsurları içerisindeki sivil ve asker örgüt ve yönetici ve üyeleriyle iştirak halinde katılarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işledi[ği] gerekçesiyle tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.

21. Tutuklama talep yazısında, öncelikle FETÖ/PDY’ye ilişkin genel bilgilere ve bu örgütün medyadaki yapılanmasına ilişkin açıklamalara yer verilmiş; akabinde başvurucuya isnat edilen suçlamalarla ilgili değerlendirmeler yapılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce Can Erzincan TV’de yayımlanan programdaki konuşmasına, (Başvurucunun bu konuşmada -kumpas olduğu anlaşılan- Balyoz soruşturmasınıaklamaya çalıştığı, bu olaya ilişkin devletin güvenliğiyle ilgili gizli belgeleri temin etme suçundan tutuklu bulunan bir gazetecinin gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklandığını söyleyerek Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığını iddia ettiği ve yapılacağını bildiği darbe girişimine ilişkin olarak kamuoyunda altyapı oluşturmaya çalıştığı iddia edilmiştir.) “Mutlak Korku”, “Ezip Geçmek” ve Montezuma başlıklı köşe yazılarına (Başvurucunun bu yazılarında Cumhurbaşkanı’na sürekli olarak diktatör yakıştırması yaptığı ve onun ülke yönetiminden gitmesi için kısa bir süre kaldığı şeklinde söylemlerde bulunarak toplumu FETÖ/PDY tarafından planlanan darbe girişimine hazırladığı ileri sürülmüştür.), genel yayın yönetmenliğini yürüttüğü dönemde Taraf gazetesinde Balyoz darbe planıyla ilgili yayımlanan başlıklar üzerine başlayan Balyoz soruşturmasına (20/1/2010 tarihinde Balyoz darbe planına ilişkin haberlerin ilk olarak künye bilgilerine göre kurucusunun başvurucu olduğu belirtilen Taraf gazetesinde yayımlandığı ve bu yayınla başlayan Balyoz soruşturmasıyla TSK içindeki FETÖ/PDY mensubu olmayan subayların tasfiye edilerek yerlerine bu örgüte mensup subayların getirildiği ve 15 Temmuzda gerçekleşen darbe girişimi için örgütün kendine zemin hazırladığı belirtilmiştir.) ve son olarak “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklı köşe yazısına (Başvurucu bu yazısında Balyoz darbe planlarının gerçek olduğuna inandığını ve bu planların getirilmesi hâlinde tekrar yayımlayacağını ifade etmiştir.) değinildiği görülmüştür.

22. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, isnat edilen suçların başvurucuya okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde Savcılık aşamasında verdiği ifadesine ek olarak “Hakkımdaki göz altı ve arama kararında sübliminal mesaj vermek suretiyle FETÖ örgütüne destek olduğum iddia edilmiştir. Subliminal kelimesinin anlamı, insan bilincinin algılamadığı mesajları bilinç altına yerleştirme anlamına gelmektedir. Bu skandal niteliktedir. Bilinç altına hükmetmem nedeniyle tutkulanmam isteniyor. Yine hakkımda balyoz davasına destek olmamdan dolayı örgütün faaliyetlerine katkıda bulunduğum iddia edilmektedir. Balyoz davası ile ilgili yargılama sonucunda verilen beraat kararının bir kısmı temyiz edilmiştir ve halen Yargıtay’da görüşülmeyi beklemektedir. Bu nedenle Balyoz davasının bir kumpas davası olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir.

Cumhurbaşkanı da Adalet Bakanı da darbe girişimi olduğunu kabul etmişlerdir …Uzun süredir yazarlık yapmaktayım ve 2012 yılına kadar da gazetecilik yapmıştım. Yazdığım yazılardaki amacım kötü giden devlet yönetiminin düzeltilmesine hizmet edecek yazılardır. Cumhurbaşkanı yada hükumeti eleştirmem beni darbeci yapmaz. Hayatım boyunca darbelere karşı çıkmışımdır. Bu nedenle darbecilerle birlikte olmam mümkün değildir. Yazmış olduğum iki adet yazı da kötü gidişatı eleştirmeye yöneliktir. Yazılardan bir kısmı alınmıştır. Bu nedenle farklı anlam yüklenmiştir. Yazdığım yazılar uyarı yazılarıdır. Basın özgürlüğü kapsamındadır … AğırCeza Mahkemesinde 52 yıl hapis cezası ile yargılanmaktayım. [Başvurucu Balyoz davası kapsamında Taraf Gazetesinde yayımlanan yazılar nedeniyle “devletin güvenliğine ilişkin gizli belge bulundurmak” suçundan hâlen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaktadır.] Buna rağmen kaçmadım. Ben örgüt üyesi değilim. İddiaları kabul etmiyorum. Fetullah Gülen ile hiç görüşmedim … Amacının ne olduğunu bilmiyorum. Darbe girişiminin FETÖ terör örgütünün gerçekleştirdiğini Genel Kurmay Başkanı’nın açıklamalarından biliyorum …” şeklinde beyanda bulunmuştur.

23. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 22/9/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanması talebini reddetmiştir. Bununla birlikte Hâkimlik başvurucunun adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“… [başvurucu] hakkında Balyoz davası aşamasında Taraf gazetesindeki eylemleri nedeniyle kamu davası açıldığı, yine aynı dava nedeniyle hakkında soruşturma yürütüldüğü, bu bakımdan aynı eylemler nedeniyle yeniden soruşturma yapılmasının ve soruşturma sırasında tutuklanmasının usul hükümlerine aykırı olduğu, … suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığının kabulüne yeterli olmadığı anlaşıldığından … [başvurucunun] serbest bırakılmasına,

CMK.nun 109/3. Maddesinin (b) bendi gereğince düzenli olarak her haftanın Pazartesi günleri saat 09:00 ila 17:00 saatleri arasında ikametine en yakın polis karakoluna müracaatla … İmza atarakmevcudiyetini ve kaçmadığını kanıtlamak suretiyle adli kontrol altına alınmasına,

CMK.nun 109/3. Maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendi gereğince ‘yurt dışına çıkmamak’ suretiyle adli kontrol altına alınmasına,

…”

24. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün Hâkimliğin bu kararına itiraz etmiş ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

25. Savcılığın itiraz gerekçesinde “şüphelinin, tutuklamanın reddi kararında belirtilen kamuoyunda Balyoz davası olarak bilinen davaya ilişkin eylemlerinin devletin güvenliğine ilişkin gizli belge bulundurmak eylemiyle ilgili olduğu, sahte belgelere ilişkin herhangi bir eylem iddiası bulunmadığı, bu nedenle mükerrer soru[ş]turmadan bahsedilemeyeceği, örgütsel eylemlerin bir bütün halinde suç vasıflarını tayin için bir arada değerlendirilmesi gerekeceği, …ayrıca şüphelinin son örgütsel eylemi olarak kabul edilen 14/7/2016 tarihli terör örgütünün ahr ve stratejisi kapsamında darbe çağırışımında bulunulması eylemiyle ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmadığı”ifade edilmiştir.

26. Anılan talebin kabulü üzerine başvurucu 23/9/2016 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinde hazır edilmiştir. Savcılığın talep yazısı sorgu işlemi öncesinde Hâkimlik tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, isnat edilen suçların başvurucuya okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur.

27.Başvurucunun sorgudaki ifadesi şöyledir:

“Suçlamaların ne olduğunu kavrayamıyorum, benim bildiğin hukuk eylemler ile ilgilenir, suç olan bir eylemi saptar ve kanıtlarını ortaya koyar, ben öyle bir dava ile karşı karşıyayım ki dehşet verici bir suçlama var, ama en küçük bir kanıt yok, bu dava öylesine kanıttan yoksun bir dava ki bir dava ki beni tutuklatmak için telaş içinde olan savcı bayram arefesinde sabaha karşı evime ‘insan bilincinin algılamayacağı mesajlar verdiğim’ suçlamasına dayandırmıştır, ben böyle bir suçlama ile gözaltına alındım, 12 gün terör şubenin nezarethanesindeyattım, 12 gün sonra mahkemeye çıkarıldım, fakat savcı davanın başlangıcındaki bu tuhaf ve mantıksız suçlamayı bir anda sihirbaztopu gibi ortadan yok etti, geriye bu suçlamaya bağlı olarak söylediğim diğer korkunç suçlamalar kaldı, terör örgütü üyeliği, TC. Hükümetini ortadan kaldırmak gibi bir suçlama kaldı, bu suçlamaları başlangıçta dediğim gibi insan bilincinin algılamayacağı mesajlara bağlamıştım. Beni tutuklatmak için büyük bir çaba ve arzu olduğunu görüyorum, ama sanıyorum ki bir mahkeme salonunda arzu ve çabalardan çok kanıtlar ile konuşmak gerekir, hukukun ve hukukun temelini oluşturduğu devletin ciddiyeti ve gücü belgelerde ve kanıtlardadır. Hakkımdaki suçlama ile ilgili bir tek kanıt yok, hakkımdaki suçlama ile ilgili bir tek kanıt olamaz, bu binadaki bütün savcılar biraraya gelse benim terör örgütünün üyesi olduğuma bir hükumeti gayri demokratik bir biçimde devirme çabasında bulunduğuma dair bir tek kanıtbulamaz. Bütün hukuk sistemine, bu adliye binasına, bu adliye binasında çalışan bütün hukukçulara şunu söylüyorum; hakkımda tek bir kanıt bulunmuyor, bu ülkede bir yazar sadece bir Savcı mantıkdışı nedenlerle tutuklanmasını istedi diye tutuklanırsa, bu o ülkenin hukuk sistemine, devletin ciddiyetine ve bu ülkeyi yönetenlerin bu ülkeyi yönetme kabiliyetlerine karşı bir hareket olur. Bu ülkenin hukukçuları yaşadıkları ülkenin hukukunu ve devletini ve insanlarını korumakla yükümlüdür. Kanıtsız olarak sadece bir savcı öfke duyuyor diye bir yazarı korkunç suçlarla tutuklarsanız, bu ülkede hukuka olan inancı sarsarsınız. Bu ülkeyi ve ülkeyi yönetenleri hem kendi vatandaşları karşısında hem dünya karşısında zor duruma düşürürsünüz. Eğer bir yazarı bir tek kanıt bile olmadan sadece öyle istiyor bir Savcı diye tutuklarsanız, bu ülkenin yaşadığı 15 Temmuz faciasının soruşturmasını gayri ciddi bir hale getirir, yolundan saptırır ve bu soruşturmanın ciddiyetle devamını engellersiniz. Bu yaşadığınız ülkeye, o ülkenin insanlarına, o ülkenin yöneticilerine yapabileceğiniz en büyük kötülük olur. Hukuku, insanları ve devleti korumakla yükümlü olan bir yapı bu görevini ciddiyetle sürdürebilmek için eylemleri yargılamalı ve bu eylemler ile ilgili ciddi ve inanılır kanıtlar bulmalıdır.Tekrar izninizle soruyorum, benim bir terör örgütü üyesi olduğuma dair kanıt nerededir, herhangi bir yazarın hayatını 35 yılını yazıya vermiş bir insanın bir terör örgütüne üye olması ihtimali var mıdır? Örgüt üyeliği dediğiniz ciddi ilişkilerden, bu ciddi ilişkilerin oluşturduğu bir hayat tarzından, bir örgüt içerisinde görev yapmaktan geçer, benim hayatımda bunlarla ilgili değil bir kanıt, tek bir ima, küçük bir iz bile bulamazsınız. Beni tutuklayabilirsiniz, bu yetkiniz ve gücünüz vardır, ama kararınızın hukuka uygun, adil, bu topluma karşı sorumluluğunu yerine getiren, bu ülkeyi yönetenlerin hukuksuz bir ülkeyi yönetiyor utancından kurtaran bir karar olabilmesi, böylesine kanıtsız, temelsiz, sadece öfkeye ve intikam isteklerine dayalı bir talebin reddedilmesi ile mümkün olur. Sadece kendim için değil, bu ülkenin hukuku, adaletin güvenilirliği, insanların kendi ülkelerinin adaletine, yargısına, yargıçlarına güvenin devamı, bu ülkeyı yönetenlerin kendi ülkelerindeki hukuk gelişmelerinden dünyanın her yanında başları dik sözedilebilmeleri için, bu talebi reddedeceğinizi umuyorum”.

28. Başvurucunun müdafii ise 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun dikkate alınmasını, kaçma şüphesinin bulunmadığını ve daha önce verilen adli kontrol kararının yeterli olduğunu belirterek müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir.

29. İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2016 tarihinde, başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir.

30. Anılan kararda FETÖ/PDY ve darbe teşebbüsü hakkında bazı genel bilgilere yer verildikten sonra başvurucu hakkında tutuklama koşullarının bulunup bulunmadığı hususunda değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:

i. Hâkimlik tarafından öncelikle başvurucu hakkında serbest bırakma kararı veren İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı üzerinde bir değerlendirme yapılmış ve bu değerlendirmede, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasının kamuoyunda Balyoz darbe planı olarak bilinen davaya ilişkin belgelerin başvurucunun Taraf gazetesinde genel yayın yönetmeni olduğu dönemde yayımlanması nedeniyle devletin güvenliğine ilişkin gizli belge bulundurma suçundan açılan bir davadan ibaret olduğuna ve bunun devam ettiğine değinilmiş; buna karşılık başvurucu hakkında söz konusu davada silahlı terör örgütüne üye olma suçundan bir suçlamanın bulunmadığı ifade edilmiştir.

ii. Kararda, genel yayın yönetmeni olan başvurucunun Taraf gazetesinde yayımlanan haber ve yazılardan dolayı sorumluluğunun 5187 sayılı Kanun gereğince zamanaşımına uğradığını savunduğu ancak askerî darbeye zemin hazırlamak amacıyla yıllarca süreklilik arz edecek şekilde görüş bildirme, yayın yapma ve tek yanlı bilgilendirmede bulunma tarafsız ve objektif haber verme anlayışının dışında icra edildiğinden bunların suçun niteliği bakımından bu Kanun kapsamına girmediği ifade edilmiştir.

iii. Hâkimlik; Taraf gazetesinin FETÖ/PDY’nin amaçlarını gerçekleştirmek ve kamuoyu oluşturmak amacıyla yayın hayatına başladığını, bu amaçla gazetede örgütün emir ve talimatları doğrultusunda haberlere yer verildiğini, Balyoz darbe planına ilişkin haberlerin de bu anlayış çerçevesinde manşetten verildiğini, buna ek olarak kamuoyunun yakından takip ettiği Ergenekon, askerî casusluk, amirallere suikast, Oda TV, Poyrazköy ve karargâh evleri gibi davaları haberleştirdiğini belirtmiştir. Hâkimliğe göre başvurucunun genel yayın yönetmeni olduğu gazete yaptığı haber ve attığı manşetlerle açılan soruşturmalar ve sonrasında yapılan yargılamalar sonucunda millî ordunun tasfiye edilmesine, tasfiye edilenlerin yerine getirilen FETÖ/PDY mensuplarının orduda yükselmesine ve TSK’nın kontrol altına alınmasına neden olmuştur. Gazetenin yayın politikasını bu şekilde belirleyen başvurucu FETÖ/PDY’nin işlediği suçlara iştirak etmiştir.

iv. Hâkimlik, gazetenin yaptığı yayınlarla FETÖ/PDY’nin yargı ayağının 7 Şubat 2012 ve 17/25 Aralık süreçlerinde yapmış olduğu Hükûmeti devirme girişimlerinde de aktif rol aldığını ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığını, darbe teşebbüsünden sonra bu örgütün yayın organları olarak bilinen Zaman ve Bugün gibi gazeteler ile Samanyolu TV, Kanaltürk ve Bugün TV gibi televizyonlarla birlikte hareket ettiğini ve haklarında (FETÖ/PDY’ye mensup oldukları iddiasıyla) soruşturma yürütülenşüphelilerle ilgili algı yönetimine başvurduğunu belirtmiştir.

v. Hâkimliğe göre bu kapsamda başvurucu, Can Erzincan TV’de M.H.A. ve A.N.I.nın birlikte sunduğu 14/7/2016 tarihli programda yaptığı konuşmayla askerî darbe teşebbüsünden haberdardır.

vi. Hâkimlik, söz konusu programda başvurucunun Cumhurbaşkanı’nın yaptığı işlerle darbenin önünü açtığını söylediğini belirtmiştir. Hâkimlik, ayrıca programın askerî darbe girişimine zemin hazırlamak ve kamuoyu algısını şekillendirmek amacıyla yapıldığını ifade etmiştir.

vii. Hâkimlik, başvurucunun 12/5/2016 tarihinde yayımlanan “Mutlak Korku” başlıklı yazısında “sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz, bedeli biraz ağır oluyor ama … biteceğini bilmek yine de iyi.”, 27/6/2016 tarihinde yayımlanan “Ezip Geçmek” başlıklı köşe yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir bürokrat ile yaptığını iddia ettiği sohbetinde iç savaş çıkmasını istediğini belirterek “Sarayın duvarları top mermileri ile çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur.” Şeklinde yapmış olduğu konuşmalarıyla askerî darbe kalkışmasına zemin hazırladığını ve askerî darbe girişimini bildiğini belirtmiştir.

31. Tutuklama kararında bu değerlendirmelerle başvurucu yönünden Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

32. Kararın tutuklama koşullarına ilişkin kısmı ise şöyledir:

“Yüklenen suçların yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçların önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin ‘Kanun gereğince’ var sayıldığı, …hakkında tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, …ölçülülük ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheli açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği …nedeniyle tutuklanmasına [karar verilmiştir.]

33. Başvurucu 28/9/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde itirazın duruşmalı olarak yapılması talep edilmiştir.

34.İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 7/10/2016 tarihinde -dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda- tutuklama kararında “usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı” gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.

35. Başvurucu anılan kararı 13/10/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.

36. Başvurucu 8/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

37. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında on altı şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırılmaları talebinde bulunulmuştur.

38. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY’nin yapısına, kamuoyunca bilinen isimleriyle “17-25 Aralık”, “MİT tırları”, “Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu”, “Tahşiye”, “kozmik oda” ve “Balyoz” gibi soruşturmalarda veya bu soruşturmalar sonucunda açılan davalarda anılan örgütün yargı ve emniyet içindeki unsurlarını kendi amaçları doğrultusunda nasıl kullandığına veHükûmeti devirmeye yönelik eylemlerine değinilmiştir. Devamında ise FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu ve darbe girişimine iştirak ettikleri değerlendirilen Zaman, Today’s Zaman, Taraf, Samanyolu TV, Can Ezincan TV gibi örgütün medya yapılanmasına dâhil olduğu belirtilen unsurlara yer verilmiştir.

39. Cumhuriyet savcısı; başvurucunun süreklilik arz edecek şekilde örgütün amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğunu, özellikle gerçekleştirileceğini önceden bildiği darbe girişiminin alt yapısının oluştuğunu ima eden konuşmalar yaparak bu girişime iştirak ettiğini ileri sürmüştür. Bu suçlamalara esas alınan iddianamedeki olgular şöyle özetlenebilir:

i. A.N.I. (Bazı soruşturma belgelerinde N.I. olarak ifade edilmiştir.) ve M.H.A.nın (Bazı soruşturma belgelerinde M.A. olarak ifade edilmiştir.) birlikte yaptığı ve Can Erzincan TV’de yayımlanan Özgür Düşünce isimli programın 14/7/2016 tarihli yayınına başvurucu, konuşmacı olarak katılmıştır. Başvurucunun bu programda yaptığı konuşmalarla Cumhurbaşkanı ve Hükûmet yetkilileri hakkında tehdit ve hakaretamiz söylemlerde bulunduğu, yaptıkları iş ve işlemlerin hukuka aykırı olduğu, suç işledikleri ve askerî darbeye zemin hazırladıkları, “ülkemizde gerçekleşmiş askerî darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise Cumhurbaşkanı’nın günümüzde aynı kararları vererek o yolları teker teker açtığı, kısa bir süre içinde ülke yönetiminden gideceği ve yargılanacaklarının” defalarca dile getirildiği, bu söylemler kapsamında ertesi gün geçekleşecek olan darbe girişiminden haberdar olduğu iddia edilmiştir. Ayrıca bu programın yayımlandığı Can Erzincan TV isimli televizyon kanalı, FETÖ/PDY’nin amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında KHK ile kapatılmıştır.

- Başvurucunun suçlamaya konu programdaki konuşmalarının ilgili kısımları (iddianamede yer verildiği şekliyle) şöyledir:

[A.N.I.] İyi akşamlar sevgili seyirciler. Can Erzincan televizyonuna hoşgeldiniz. Bugün çok önemli bir konuğumuz var. M. İle birlikte Ahmet Altan’ı ağırlıyoruz. Ahmet Altan çok değerli bir romancı, tabi aynı zamanda bir gazeteci. Köşe yazarı. Haberdar’da yazıları çıkıyor. Şimdi bu program da zaten Haberdar’da canlı olarak yayınlanıyor. Youtube üzerinden canlı olarak izlemeniz mümkün. Aynı zamanda can Erzincan Hotbird de diye bir hashtagimiz var. 20 Temmuzdan buyana biz Hotbird uydusundan yayın yapmaya devam edeceğiz. Şuan da hem Türksat üzerinden hem Hotbird üzerinden yayın yapıyoruz. Yani şunu görüyoruz. Bizi sınırlamaya kalkıştıkça daha fazla yaygınlaşıyoruz gibi bir hava var. Şunu söylemek istiyorum. Meşhur Marko Paşa’nın dergisi vardı. Tabi tarihten sizin önünüzde bahsetmemek gerekir ki

 [A.H.A.] Estağfurullah

 [A.N.I.] Biraz tarihi mevzuları da konuşacağız. Tayyip Erdoğan sürekli İsmet Paşa’ya, milli şef dönemine atıfta bulunuyor. Hep onu zelm ediyor. O dönemde Marko Paşa, İsmet Paşa lafını çağrıştırdığı için kapatıldı. Onun yerine çeşitli adlar altında yedi sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, bizim paşa filan gibi dergiler çıktı. Yani o dönemde bile fikir özgürlüğünün önüne set çekilemedi. Şimdi aralarda bizim arkadaşlar muhtemelen oynatacaklar yine yeşillendi fındık dalları diye çok güzel bir klip hazırlanmış. Burada yani sürekli tekrarlanarak sen buduyorsun yeniden yeşilleniyor, sen buduyorsun yeniden yeşilleniyor. Ben sevgili seyircilerden şunu rica etmek istiyorum. Bizler pes etmedik mücadelemizi sürdürüyoruz, sizler de pes etmeyerek Hotbird uydusuna geçerek bizleri veyahut akıllı telefonlar üzerinden akıllı televizyon üzerinden, işte akıllı olanların çok farklı yolları var izlemek için, yine birlikte olacağız. Şimdi lafı fazla uzatmadan Ahmet Altan’a dönmek istiyorum. Ahmet bey siz tarihi çok iyi biliyorsunuz, son yüzyılın romanlarını yazıyorsunuz. Üçüncü romanınız ölmek kolaydır sevmekten. Bu yüzyıllık serinin üçüncüsü. Dördüncüsünü de yazıyorsunuz.

 [Başvurucu] Bugün baktığınız da Türkiye bir yüzyıl önceye dönmüş gibi gözüküyor bana. Yani ittihatçılar dönemini çok andırıyor bu AKP’lilerin dönemi. Birçok açıdan. İttihatçılar, istibdata karşı gelmişlerdi ve bir ümitti iktidara gelmeleri, büyük bir sevinçle karşılandılar, meşrutiyeti kurdular, alkışlandılar. Herkes sevindi Abdülhamit devrildi diye. Fakat ülkeyi yönetemediler. Yani bu AKP’lilerin çok iyi görmesi gereken bir konu. Bir iktidara gelmek ile ülkeyi yönetmek birbirinden farklı iki şey. Bunu ittihatçılarda kuvvetli bir şekilde görüyoruz. İstedikleri zaman iktidara geliyorlardı, istedikleri yollarla geliyorlardı. Seçimle, darbeyle, 31 Mart gibi ne olduğu hala anlaşılamayan bir ayaklanma ertesinde. Ama bir türlü ülkeyi yönetemiyorlardı. Bugün de AKP iktidara gelebiliyor. Seçim kazanabiliyor. Seçimi kazanamazsa savaş çıkartıyor, bir daha kazanıyor. Hep iktidarda kalabiliyor ama ülkeyi yönetemiyor. Müthiş benzerlikler olduğunu düşünüyorum. Büyük bir umutla gelmeleri, büyük bir imkana sahip olmaları, mesela ittihatçılar Osmanlı İmparatorluğu’nu bugün de yaşayan bir organizmaya çevirebilirlerdi büyük bir ihtimalle, yani bütün örgütlenmeyi değiştirebilirlerdi, bir tür federasyon kurabilirlerdi, İngiliz imparatorluğunun kurduğuna benzer bir şey kurabilirlerdi. Birçok yolu yöntemi araştırabilirlerdi ama onlar Türklüğü tercih ettiler bugün AKP’lilerin Sünniliği tercih etmeleri gibi. Bir toplumda özellikle bir imparatorlukta ve imparatorluktan miraz kalmış bir toplumda bir kimliği, bir dini, bir mezhebi iktidarın ve devletin tek ölçüsü haline getirirseniz o toplumu dağıtırsınız. Çünkü diğer öğeler yabancılaşır. Ve o zaman kendi haklarını korumak isterler. Kendi haklarını korumak istediklerinde devletle vatandaşı arasında ilişkiler sertleşir ve sonunda çatışmaya kadar gider. Bunun bir örneğini zaten biz Kürtlerle yaşıyoruz epeyden beri. Şimdi bu Sünnilik ile toplumun diğer öğelerini de dışlıyor. İttihatçılar da Türklükle bir imparatorluk düşünün, Arap yarımadasında, balkanlarda var. Orada sadece Türk dediğinizde bütün Bulgarlar, Yunanlar, Rumlar, Araplar, Ermeniler, Kürtler herkes dışlandı. Ve tabi ki herkes ayaklandı. Yanlış bir tercih yaptılar. O sıradaki akımlara belki uydular. Ama o yanlış tercih bütün imparatorluğun dağılmasına giden ilk yoldu. Bence Enver ile ‘Neydi bizim Cumhurbaşkanı’nın adı?’Erdoğan arasında büyük bir paralellik var. Enver dünyadaki bütün Türklerin lideri olabileceğine inandı. Çok gençti. Talat paşanın lafı ile, çok zeki bir adam değildi.Epeyce saftı ama çok ihtiraslıydı. Bütün bu özelliklerinin yanında inanılmaz bir ihtirası, lider olma tutkusu ve masallara yakışan bir hayal dünyası vardı. Bütün Türklerin lideri olabileceğine inandı. Erdoğan dünyadaki bütün Sünnilerin lideri olabileceğine inandı. Bunların davranışları arasındaki paralellik bana çok çarpıcı geliyor. Yani Erdoğan düşünün ki Orta doğunun hakikaten sünni padişahı olabileceğine inandığını. Bir adam hakikaten buna inanabiliyorsa kırmızı çizmeli kediye de inanır. Yani daha az bir şey değil. Bu adam kim olursa olsun. Erdoğan ya da başkası. Dünyada orta doğunun padişahı olabilecek tek bir fert bile yoktur. Hiçbir canlı, şuan da insan denilen hiçbir canlı, bir tanesi bile Ortadoğu ya padişah olamaz. Ortadoğu öyle bir yer ki toplanmak üzere değil dağılmak üzer kurulmuş, kimse olmasın diye sanki örgütlenmiş.

Bir adam düşünün kalkıp Müslüman kardeşler üzerinden bu Ortadoğu’nun padişahı olabileceğine inanıyor ve bu adam Türkiye’yi yönetiyor. Buradan bu ülkenin bir yere çıkmasına imkan yok . Neden? Çünkü hayatı bu kadar gerçek dışı algılayan bir akıl bir çıkış bulamaz.

Aynı Enver gibi.Enver de bütün dünyadaki Türklerin Reisi olacağını zannetti. Hadi o gençti, Erdoğan’ın yarısı yaşında bir çocuktu. 33 yaşında İmparatorluğu ele geçirdi. Bu bize başka bir benzerlik daha veriyor. Yüz yıldır değişmeyen bu toplum ve bu devlet, inanılmaz derecede dirençsiz. Bir adam gelip canı istediği gibi devleti de toplumu da altüst edebiliyor. Enver sadece beş arkadaşıyla birlikte Başbakanlığı bastı ve İmparatorluğu ele geçirdi, beş kişiydiler. Kapıda da otuz kırk kişi bekliyordu o kadar, bütün sayıları buydu. Talat Paşa Başbakanlığın altındaki telgrafhaneye indi, bütün vilayetteki valilere bundan sonra yönetim bizde ‘Hükûmet Değişti’ diye telgraf çekti bir tek vali bile ne oluyor demedi. Emredersiniz dediler.

Erdoğan bütün yargı sistemi bana bağlıdır dedi. Ben başkan oldum dedi. Başkan falan olamaz. Ben başkan oldum demesi suç ki ilerde birisi bunu hatırlayacak. Anayasa’ya aykırı bir şey söylüyor. Anayasa’da başkanlık yok. Fiilen başkanlıkta yok, hukukta fiilen diye bir şey olmaz zaten. Bir adam fiilen yapıyorsa suç işliyordur. Fiilen başkan oldum diyorsa; Ben suç işleyerek başkan oldum diyor. Ama ikisinde de toplum direnemedi. Ama yasadışı gayrı meşru bir suça bir toplum ve devlet direnmezse sonucu iyi olmuyor. Koskoca imparatorluk paramparça oldu, paramparça ettiler.

AKP sevmediğini söylediği, karşı olduğunu söylediği herşeye dönüştü. Bu bi tür böyle fantasmagorik bir film gibi. Bir kahramanınız var, genç ve iyi bir çocuk gibi başlıyor, haksızlıklardan canavarlardan nefret ediyor ama filmin sonunda bunu yavaş yavaş bi canavara. Nefret ettiğini söylediği ne varsa hepsi oldu. Yolsuzluğa karşıyım dedi, tarihteki yolsuzluk rekorlarını kırdı. Bütün herkes kardeştir dedi, insanları parçaladı, toplum bu kadar kendinden nefret etmemişti. Din özgürlüğü dedi, sadece kendi adamlarına özgürlük sağlamaya çalışıyor herkesi yasaklıyor, her türlü söylediği şeyin karşısında. Bence bugün askeri vesayetle el ele çalışıyorlar. Askeri vesayetin kendi tarihi boyunca özlediği ama hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleştiremediği her türlü fantezisini Erdoğan ve adamları gerçekleştiriyor bugün. Kürt şehirlerini yıkıyorlar. Bunu asla yapamazlardı. Bunu bir Dersim’de yaptılar tarihe geçti. Bugün tüm kürt şehirlerini toplara tutup yıkıyorlar. İnsanlar evlerine döndüklerinde ev bulamıyorlar. Ev yok.

 [A.N.I.] Zaten mesela Cizre’de bodrumda şu kadar kişi öldü. Bütün bunların da raporları çıkıyor.

 [Başvurucu] Yaktılar. İnsanları diri yaktılar. İnsanları diri diri bodrumlarda yaktılar. Ama şöyle bir problemimiz var. Şimdi Türkiye’nin, Erdoğan alıp da ben bunun lideri oldum diyebilecek birisi değil zaten böyle de olmazdı fakat bazı hastalıklar var ki sadece AKP de yok CHP de MHP de de var. Erdoğan bu damarı keşfetti, daha doğrusu eskiden biliyordu kullandı. 7 Hazirandan sonra. Neydi, Kürt meselesi. Kürtleri öldürdüğünüz zaman Türklerden ses çıkmıyor. Bütün Türkler Erdoğan’ın arkasında toplanıyorlar. CHP dahil. CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen destekleyeceğim diyor ve dokunulmazlıkların kaldırılmasını destekliyor. Niçin yapıyor bunu. Kürt milletvekillerini oradan atsınlar diye. Kürt şehirleri, şehirler yıkılıyor, insanlar öldürülüyor, bodrumlarda insanlar yakıyorlar, beş aylık bebeği yüzünden vurdular, ama hiçbir Türk buna itiraz etmiyor.

 [Başvurucu] Bence burası çok tehlikeli bir yerdir. Türk Devleti çok tehlikeli bir devlettir. Çok buzul gibi, çok yavaş, çok ağır kımıldar. Ama daima kımıldar, daima hareket eder ve bir kere kayıtlarına seni aldıktan sonra bir daha seni bırakmaz. Bence AKP’yi de Erdoğan’ı da çoktan devlet kayıtlarına aldı. Bütün kayıtlarda bulunuyor. Ayrıca ne kadar doğru bunu bilmiyorum, bunu doğru olarak söylemiyorum fakat okuduklarımıza göre ki; yalanlamadılar Ergenekon’dan epeyce adam şu anda sarayın danışmanı olarak o Beştepe denilen yerde dolaşıp duruyor.

 [A.N.I.] Ne faydası var böyle? Bunu niye alıyor? Bu kadar güveniyor mu hakikaten yoksa?

 [Başvurucu]: Bence çok çaresiz. Erdoğan’ın çaresizliğini insanlar çok görmüyorlar. Çünkü medyası sürekli olarak Erdoğan’ı çok güçlü olarak lanse ediyor. O kadar güçlü değil. Dediğim gibi bu adamın partisi geçen yıl iktidardan düştü. Panik içinde büyük bir savaş çıkarttılar. Bir yıl içinde binlerce insan öldü. Yeniden oyları azalıyor. Ben son gördüğüm bir şeye göre HDP’yi yok edemediler ve yeniden oyları azalıyor. Bunun korkusu içindeler. Öyle bir anlatıyorlar ki; Erdoğan sanki hakikatten hayatı boyunca burada kalacak. Ya Erdoğan iki sene sonra gidecek. Seçim geliyor, iki sene sonra seçimde ne olacağını kimse bilemez. Seçimden önce

 [M.H.A.]: Hayır iki seneye kadar da ne olacağı belli değil bu ülkede.

 [Başvurucu]: Ya belli değil de, elli tane AKP’li milletvekili biz Akşener ile parti kuruyoruz dese, ayrılsa, bütün sistem sarsılıyor. Ya bu adam sağlam bir zeminde durmuyor. Her an her şeyin değişebileceği ve değiştiğinde bunu çok ciddi hukukla ilgili bir problemin ortasında bırakacak bir ortamda yaşıyor. Bu panik içinde bir şey. Haklı olmamak çok zor bir şeydir. Haklı olmamak çok zor bir şeydir. Güçlü olmayabilirsiniz ama haklıysanız çok sağlam durursunuz. Kimse dokunamaz. Ne yapacak? Seni hapse atsa bile haklılığını elinden alamaz ama haksızsan sarayda da otursan her an senin elinden her şeyi alabileceklerini bilirsin. Erdoğan her an her şeyi kaybetme korkusuyla yaşayan bir adam. Çünkü haklı değil. Bir sene önce seçimi kaybetmiş bir partiye, seçimi kazandırmak için olmadık işler yaptı. Mit tırları denilen, C.D.yı mahkum ettirdiler kendi mahkemelerinde. Ama uluslararası suç sayılabilecek bir tuhaflık ortada duruyor. Bütün darbecilerle, Ergenekoncular ile iş birliği var. Yolsuzluk davaları var. Bakan ortaya çıkıp dedi ki ben ne yaptıysam Başbakanın emriyle yaptım. Canlı yayında bütün bu laflar kaybolmuyor.

 [A.N.I.]: Bakalım ne zamana kadar? Bakalım, bunu da göreceğiz evet.

 [Başvurucu]: Ama şunun böyle korkunç tehlikeleri var. Türkiye’de gerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor. Yani şehirlerin yönetiminde mesela generallere sivillerden öncelik tanıyan bir yasa çıkarttı. İsterse general şehri yönetecek. Bu EMASYA denilen planı bir daha canlandırdı. Ayrıca sen eğer askerlerin yargılanmasını izne bağlarsan eee adam darbe hazırlığını çok daha rahat yapar. Yani kim yargılayacak ki darbe yaparsa? Çok daha bu işleri kolay her türlü…

 [M.H.A.] Herkes için dokunulmazlık zırhı getiriyor.

 [A.N.I.] Evet sevgili seyirciler yine birlikteyiz. Gördünüz yine yeşillendi fındık dalları. Hep yeşillenecek, bu umudun hiç sönmemesi lazım. Böyle başvurucu-M.A gibi aydınlar bize umut veriyor. Hani bu pes eden bu yılgınlar var ya;onlarla bi yere gidilemez. Yani ben görüyorum ki bugünkü şartlar değişecek bunu da çok güzel birinci kısımda anlattınız.

 [M.H.A.] Ya mümkün değil gitmesi.

 [Başvurucu] İmkansızdı.

…”

ii. Başvurucunun 3/3/2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklı köşe yazısında ve Can Erzincan TV’deki 14/7/2016 tarihli programdaki konuşmasında -soruşturma mercilerince FETÖ/PDY tarafından sahte delillerle kurgulandığı belirtilen- Balyoz soruşturmasını övücü nitelikte beyanlarda bulunduğu, bu soruşturmayı aklamaya çalıştığı, kendisinin de sanığı olduğu başka kovuşturma kapsamında devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme suçundan tutuklu bulunan ve yargılaması devam eden gazeteci M.B.nin suça konu eylemlerini görmezden gelerek gazetecilik faaliyetinden tutuklanmış gibi algı oluşturmaya çalıştığı ve böylelikle örgütün amacı doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ileri sürülmüştür.

- Televizyon programında yer alan Balyoz soruşturmasına ilişkin konuşmaların ilgili kısımları (iddianamede yer verildiği şekliyle) şöyledir:

“…

 [A.N.I.] … bugün öğrendim çok önemli 14 meslek kuruluşu gazetecilik, yazarlık ve fikir özgürlüğünü savunan 14 meslek kuruluşu bir araya geldi ve sizin 2 Eylül’de değil mi [Taraf gazetesinde yayımlanan Balyoz davasına ilişkin haberlerle bağlantılı olarak açılan ] dava?

 [Başvurucu] Evet.

 [M.H.A.] Dünyadaki, bütün dünyadaki. Uluslararası.

 [A.N.I.] Dünyadaki tabi, Türkiye zaten uyuyo. Türkiye’dekiler gölgesinden korkuyor. Uluslararası bu şekildeki örgütler bir araya geldi ve M.B. serbest bırakılsın ve sizlere yani bu Balyozdan yargılanacak olan A.A.ya, Y.Ç.ye ve tabi Taraf’ın başka yazı işlerinde çalışan arkadaşlara hepsine sahip çıkan.

 [Başvurucu] Y.O.ya, T.O.ya. Bu davanın düşmesi ve M.B.nin serbest kalması için dünyanın en büyük 14 gazetecilik meslek kuruluşu ve ifade özgürlüğü kuruluşu ortak bir bildiri yayınladılar bugün. Bu davayı düşürün, M.B.yi de serbest bırakın hemen diye. Ayrıca duyduğum kadarıyla Avrupa Parlementosu Medya Komisyonu da bu davayı gündemine aldı. Yani bu çok basit geçecek bir dava değil tabi. Yani bir ülkede bir darbe hazırlığı yapılıyor, o darbe hazırlığını bir gazete ortaya çıkartıyor. Sonra o darbe hazırlığını yapanlar yargılanıyor, mahkum oluyor. Derken siyasi iktidar hırsızlıktan yakalanıyor, bütün hukuki neticeleri tersine çevirdik diyolar. O yargılama bir daha oluyor. Ne kadar adam varsa beraat ediyor ve arkasından o haberleri yapan ne kadar gazeteci varsa hapse atalım gibi yeni bir dalga geliyor. Şimdi bu dünyanın dikkatini çekmeyecek bir olay değil, haliyle buna bakacaklar.

 [Başvurucu] Şimdi bu kadar rahat AKP, ben canımın istediğine göre mahkemeler kurdum, her istediğim mahkemeye kendi adamlarımı atadım, facebookta kim ‘Erdoğan’ı Seviyorum’ diyorsa onu yargıç yapıyorum. Bunu işletebilirsin, devletin bir gücü var, iki tane polis üç tane jandarma gönderdiğinde istediğinadamı alıp hapse koyabilirsin. Bu zorbalığı yapabilirsin. Ama eğer bu hukuka aykırıysa yenilirsin. Hapse girmek seni galip getirmez. Haklı adamlar hapisten de mücadeleyi kazanır. Haksız adamlar sarayda da kaybeder. Önemli olan senin haklı olup olmadığın ve haklılığının peşinde mücadele edecek gücün ve kararlılığının olup olamaması. Bunlar haksız, haksız oldukları için bu kadar korkuyorlar, haksız oldukları için. Ben kendime yargıç, mahkeme kurmaya çalışıyor muyum? Onlar kendilerine yargıç, mahkeme, parlamento, her şeyi kurmayı çalışıyorlar. Niye? Korkuyorlar ve haksızlar ve bu işin içinden çıkamayacaklar. Hırsızlarla darbeciler bir araya gelince.

 [M.H.A.] Haksız, haksız lafı zarif, yani suçlu oldukları için korkuyorlar.

 [Başvurucu] Kime ben öyle şeyler yapmam ben bunun ne olduğunu yazdım …’te duruyor. İnsanlar merak ettiklerinde onu bulurlar ve insanlar mutlaka bulur ben buna çok güvenirim çok güvenim hiç yani bir kayıkla bir amiral gemisini batırırsın eğer sen haklıysan hiç farketmez ben daha öncede onlarla kavga ettim daha önce de battılar çünkü daima haksızlar daima yalan söylüyorlar daima sopa yiyorlar ve dayak arsızılar utanmıyorlar ya utanmaları lazım.

 [A.N.I.] Bakın şimdi burada sırası gelmişken T.T.den de kısaca söz etmemiz lazım şimdi durup dururken gene hani Hürriyet gazetesinde maalesef bir muhabir şey olarak nedir Türk Silahlı Kuvvetlerinin imamı diye T.T.den söz ediyor ve İzmir askeri casusluk yine sözüm ona oda bir kumpas artık bütün davalar sözde kumpas …

 [Başvurucu] Bu tür davalar benim biraz mesafeli durduğum davalar.

 [A.N.I.] Ama casusluk meselesi de var bu işin içinde yani birlikte birbirini besleyen meseleler.

 [Başvurucu] Darbe planları kadar ilgimi çeken şey değil zaten gazetede biz bu konuya bildiğim kadarıyla çok fazla girmedik bunlardanbiraz uzak dururum ama T.nin yakalanması ve onun bu işleri bilmiyorum ama onun öyle bişey yaptığını zannetmiyorum buraya gelmemin bir nedeni bir tür dayanışma çünkü herkesin bir biri ile dayanışması gerektiğini düşünüyorum yani burayı kapatmak istiyorlar insanları yakalıyorlar hapislere atıyorlar haksız yere ve kimse kimseye sahip çıkmıyor bu iyi bişey değil biz kalabalığız biz haklıyız ve eğer bütün bu haklılar hukuk çerçevesinde bir araya gelirse bu hırsız iktidar orda çok fazla kalamaz bu hırsız iktidar hukuka karşı geliyor hakka karşı geliyor ahlaka karşı geliyor hatta siyasete karşı geliyor siyaset dışında bir işler yapıyor bu orda duramaz bunun sihri haksızlığa uğrayanlarınbir araya gelmesi dayanışması birbirine sahip çıkması omuz vermesi ve hukuku talep etmesi eğer gerçekten Türkiye’de insanlar hukuk istiyoruz diye hiç birşey yapmadan durdukları yerden bağırsalar dediğim gibi bu AKP iktidarı olduğu yerde zangır zangır titrer şeytanın haç görmesi gibi bişey hukuk lafı bunları öldürüyor titretiyor sadece hukuk diye bağırsanız bunlar korkudan yaşayamazlar hukuktan ödleri patlıyor.

…”

- Balyoz darbe planı belgelerinin sahte olduğu ve devletin gizli kalması gereken bir kısım belgesinin kullanıldığının anlaşılması nedeniyle bu belgeleri temin eden gazeteci M.B.nin tutuklanması üzerine o tarihte Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni olan ve bu belgeleri yayımlayan başvurucu 3/3/2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklıbir yazı kaleme almıştır. Söz konusu yazının içeriği ise şöyledir:

“Bizim M.B.nin evini basmışlar, on saat aramışlar, gözaltına almışlar, sonra da mahkemeye sevk edip tutuklamışlar.

Niye yapmışlar bütün bunları, neymiş suçu?

‘Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri yok etmek, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek, devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak.’

Örgüt kurmuş ama şimdilik ‘örgütün diğer üyelerini’ saptayamamışlar.

Bir bavul dolusu belgeyi savcılığa teslim ettiği halde ‘devletin güvenliğine ilişkin belgeleri’ yok ettiğini söylüyorlar, ne kadar belge vardı ki B. Yok etti?

En çok da Balyoz darbe planından ‘devletin güvenliğine ilişkin bilgi’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ diye söz etmelerine bayıldım.

Ne zamandan beri darbe planları ‘devletin güvenliğine ilişkin belge’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ olarak niteleniyor?

Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri…

Hırsızlık yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi.

Ellerinde planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye titreye, hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan saklandılar…

Birlikte onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye çalışıyorlar.

‘ÇOLUK ÇOCUĞU BIRAKIN’

Önce işi bir netleştirelim.

Ben Taraf gazetesinin kurucularından biriyim, o gazeteyi beş yıl yönettim, Balyoz darbe planlarının basılmasına ben karar verdim.

O planları bin defa önüme getirseler bin defa da basarım.

Darbecilerin zorbalığından da, hırsızların zorbalığından da nefret ederim.

Bu duygum hiç değişmedi, hiç değişmeyecek.

Onun için çeşitli insanların isimlerini ortada dolaştırarak, M.B.yi tutuklayarak meselenin etrafında dolaşmaktan vazgeçin.

Y.Ç.yi, B.yi, şimdi itirafçı olmuş çoluk çocuğu bir kenara bırakın.

O itirafçılar kendilerinin ‘kullanışlı aptal’ olduklarını söyledikten sonra bizim de ‘kullanışlı aptal’ olduğumuzu söylüyorlarmış.

O zavallı çocuklar, birkaç kuruş için bir hırsız çetesinin oda hizmetçiliğine soyundukları için hayat onlara alçaklıkla aptallıktan başka seçenek bırakmadı.

Daha yaşları kırka varmadan, alçaklıklarını itiraf etmemek için aptal olduklarını söylemek zorunda kaldılar.

Aptal olduklarını kabul etmezlerse, alçak olduklarını söylemek zorunda kalacaklar çünkü.

Zavallı çocuklar.

Onlarla uğraşmayın, onlar zaten sizin adamınız olmuş.

O haberi basan, o haberi basmaya karar veren, Balyoz’un bir darbe hazırlığı olduğundan bir an bile kuşku duymayan adam benim.

Hadi gelin bir konuşalım bakalım, Balyoz planları ‘devletin gizli kalması gereken’ bilgisi miymiş?

‘DONANMADAKİ BELGE AYNI’

Bana gelirken uğramanız gereken bir yer var. Genelkurmay Başkanlığı.

Yayınladığımız belgeler, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndan çıktı.

Birebir aynı belgeler.

Şimdi o belgelerin ‘sahte’ olduğunu söyleyen hiç kimse gidip de Genelkurmay Başkanlığı’na, ‘O belgeler sizin Donanma istihbaratın merkezinden nasıl çıktı’ diye sormuyor.

Resmi bir kuruluşta bulunan, resmi belgeler onlar.

O belgelerin sahte olduğunu mu söylüyorsunuz?

O zaman, o ‘sahte’ belgeler Donanma’nın istihbarat merkezinde ne arıyordu diye soracaksınız.

Bütün subayların sicil numaralarını, görev yerlerini gösteren bavul dolusu belgeyi Donanma İstihbarat Merkezi’ne kim yerleştirdi?

İstihbarat merkezi bu, halk plajı değil.

Parolası, şifresi, kamerası, muhafızı, kayıt defteri olması gerek.

Nerede kayıtlar? Nerede kamera görüntüleri?

Kim koydu onları oraya?

Neden Genelkurmay beş yıldan beri bu konuda tek bir açıklama bile yapmıyor?

Neden ‘sahte’ olduğu iddia edilen ‘resmi’ belgeleri istihbarat merkezine koyanları açıklamıyor, yakalamıyor, suçlamıyor?

Eğer Genelkurmay, kendi Donanma istihbaratına ‘bir bavul dolusu’ belgeyi koyanı bulmaktan acizse, siz zaten o orduyu lağvedin gitsin… Ordu falan değil o.

Ya da o belgeler gerçek ve bizzat askerler tarafından oraya saklandı.

Şimdi bana bunu bir açıklayın önce.

Darbeci kayınpederini aklayabilmek için kıvranıp duran damada da, ‘askeri vesayetin’ yıkılmasında onurlu bir rolü bulunanlardan nefret eden ‘askerci’ gazetecilere de şu soruyu sormak isterim:

Neden aklınıza bu soruyu Genelkurmay’a sormak hiç gelmedi?

Neden hiç gelmiyor?

Neden o belgelerin Donanma İstihbarat Merkezi’nden çıktığından bir kere bile söz etmiyorsunuz?

Çünkü darbeciliğin ortaya çıkmasından ödünüz patlıyor.

Hırsız bir iktidarın zaaflarından yararlanarak darbeciliği aklamaya çalışıyorsunuz.

Tabii ki darbecilerle ve hırsızlarla işim böyle bir soruyla bitmiyor.

Bir adam var, adı Y.A. şimdiki işi Başbakan Yardımcılığı.

Bu rezilliği, ‘Ordumuza kumpas kuruldu’ diyerek o başlattı.

Bugüne kadar da hiçbir savcı ona “Bu kumpas hakkında ne biliyorsun” diye sormadı.

Eğer bir kumpas varsa, Başbakan Yardımcısı bunun bilgilerine ve belgelerine sahipse, bunu derhal adalete ulaştırmak zorunda.

Açıklasın bakalım şu ‘kumpasın’ belgelerini.

Eğer elinde bir belge yoksa, o zaman da bir davanın seyrini değiştirmekten muradının ne olduğunu, neden yalan söylediğini, iftira attığını bir anlatsın.

Askerci’ gazetecilerin aklına bu konu da hiç gelmiyor nedense.

Şimdi gelelim şu Balyoz Darbe Planları’na.

Bir kere şunu söyleyeyim, başka hiçbir belge olmasaydı bile sadece oradaki generallerin ‘resmi’ konuşma bantlarını dinleseydim, gene onları ‘darbe’ hazırlığı olarak yayınlardım.

Herkese soruyorum, bizzat darbe komutanının emriyle kayda alınan o konuşmaları dinlediniz mi?

Y.A.ya SORU’

Y.A.ya da soruyorum, dinledin mi o konuşmaları?

Adamlar neyi hazırladıklarını zaten o konuşmalarda açıkça anlatıyorlar.

Şimdi o konuşmaları tümüyle unutup, bulunan diğer belgelerle ilgili olarak “belgeler sahte” diye ortada dolaşanlar var.

Araya sahte belgeler karıştı mı karışmadı mı, o sorunun cevabını verecek bir yazılım uzmanlığına sahip değilim.

Ama N.Ç.nin defalarca sorduğu bir soruyu, “belgeler sahte” diyenlere bir daha sormak istiyorum.

O belgeler ‘sahte’ ise ‘gerçekleri’ nerede? Nerede gerçek belgeler?

‘Zaten hiç belge yoktu’ demeye hazırlanan kurnaz hırsızlarla, kurnaz darbecilere ve kurnaz ‘askercilere’ de cevap vermeleri gereken bir soru soracağım.

E.A.nın SÖZLERİ’

Korgeneral E.A.nın o seminerdeki konuşmasını dinlediniz mi ya da okudunuz mu?

Ben size o konuşmanın bir bölümünü hatırlatayım:

‘Birlikler tamam. İstanbul üzerine çöküyoruz. Yönetime el koyuyoruz. Belediye başkanları, kamu kurumunda çalışanlar değiştirilecek. Tutuklanacaklar.

Sert müdahale olacak. Acıma bilmem ne yapmak yok, tepeleme var. İsrail örneğinde olduğu gibi sert müdahale olacak.

Rejim aleyhtarı dernek, gazeteler, yurtlar, kuruluşların listesi dosyada ve perdede.’

Şimdi söyleyin bakalım, ‘sahte’ olmayan listedeki ‘rejim aleyhtarları’ kimler?

Nerede o gerçek liste?

Benim gördüğüm listenin tepesinde kardeşimin adı yazıyordu.

Sizin ‘gerçek’ listenizin üstünde kimlerin adı vardı?

Kimleri tutuklayacak, vuracak, öldürecektiniz?

O spor salonlarına, futbol sahalarına kimleri dolduracaktınız?

Bütün hırsızlara, darbecilere, askercilere söylüyorum:

Bunlara cevap verin, sonra isterseniz size daha başka sorular da sorarım.

‘Balyoz darbe planı değildi’ ha, ‘ordumuza kumpas kuruldu’ ha…

 “Devletin gizli kalması gereken belgeleri” ha…

Bütün suçları işleyip şimdi bir de devletin gücünü elinize geçirdiniz diye, o suçları ortaya çıkaranları suçlamaya kalkıyorsunuz.

Balyoz, bir darbe planıydı.

O planları ben yayınladım.

Ben buradayım.

Ne konuşacaksanız benimle konuşun.

Ve bana sorular sormadan önce, benim sorduğum sorulara cevap verin.

Verebilirseniz tabii…”

iii. Başvurucunun değişik tarihlerde ve farklı yerlerde yayımlanmış olan köşe yazılarıyla toplumu FETÖ/PDY’nin gerçekleştireceği darbe girişimine hazırladığı ve bu şekilde darbe teşebbüsünde bulunan silahlı unsuların eylemlerine iştirak ettiği ileri sürülmüştür. Bu kapsamda;

- 12/5/2016 tarihinde haberdar.com adlı internet sitesinde yayımlanan “Mutlak Korku” başlıklı köşe yazısında; Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’ya uymadığını, bütün yasaları çiğnediğini, yasama, yürütme ve yargıyı denetimi altına alan bir diktatör olduğunu ve siyasi hayatının sonuna geldiğini belirtmiştir. Ayrıca haberdar.com adlı internet sitesi, olağanüstü hâl kapsamında yayımlanan KHK ile kapatılmış ve Ankara Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğince 18/7/2016 tarihinde ise internet erişimine kapatılmıştır. Söz konusu yazının içeriği şöyledir:

Lord Acton’un o meşhur sözü, ‘mutlak gücün mutlaka bozduğunu’ söyler.

Sanırım buna bir ekleme yapmak da mümkün:

Mutlak güç, mutlaka korku getirir.

‘Anayasaya uymayan’, bütün yasaları çiğneyen, kendi milletvekillerinin açıklamasıyla yargıyı da ele geçirdikten sonra yasamayı, yürütmeyi, yargıyı tümüyle denetimi altına alan Tayyip Erdoğan, bir diktatörün bütün yetkilerine ve gücüne ‘gayrımeşru’ bir şekilde sahip.

Merasim töreninde yere serilecek halının renginden, Çamlıca’ya yapılacak caminin minaresine, kupon arazilerin kime satılacağından televizyonlardaki yemek programlarında neler anlatılması gerektiğine kadar her konuya karışıyor… Her istediğini yaptırıyor.

Sevgili muhtarlarıyla düzenlediği büyük toplantılarda hedef gösterdiği insanlar ya tutuklanıyor, ya silahlı saldırıya uğruyor.

Genellikle de ikisi birlikte oluyor.

Anlaşılan her kesim emri kendine göre alıp harekete geçiyor.

Medya emir altında.

Büyük bir kısmı doğrudan ona bağlı.

Bir kısmı ‘tarafsız’ gibi yandaşlık çabalarına hız vermiş.

Ulusalcı medya, Ergenekon’la birlikte Erdoğan’ın yanında saf tutmuş.

Birkaç dürüst gazeteyle, direnmekten vazgeçmeyen internet siteleri ve buralarda çalışan cesur insanlardan başka kimse kalmamış medyada.

AKP ise artık tümüyle parti olmaktan vazgeçmiş, Erdoğan’ın getir götür işlerine bakan ‘ofisboy’lar topluluğu.

Ülkede, ne kadar akıl dışı olursa olsun emrine karşı çıkabilecek bir devlet görevlisi yok.

Oylarını artıracağını düşünürse istediği şehri yerle bir ettiriyor.

İstediği insanları yaktırıp öldürüyor.

Daha yeni, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri P.Z.R.Z.H., Cizre’de etrafları sarılarak yakılan yüzden fazla insan olduğuna dair tanıklıklar bulunduğunu söyledi ve ‘bağımsız bir soruşturma ekibinin’ bölgede araştırma yapmasını istedi.

Astığı astık, kestiği kestik, ‘akşamları ayran için’den, ‘üç çocuk yapın’a kadar her alana karışan bir adam.

Ve bu adam kadar çok korkan hiç kimse yok bu ülkede.

Her şeyden ve herkesten korkuyor.

Mutlak güce ve mutlak korkuya sahip aynı anda.

Düşünsenize, Başbakanı Davutoğlu’ndan bile şüphelendiği için adamı ‘işinden’ kovdu, bayağı bildiğiniz ‘çıkışını’ verdi, tazminatsız gönderdi.

Davutoğlu’ndan söz ediyoruz, şu her söylediği söz ertesi gün Erdoğan tarafından tekzip edildiğinde lafından dönen, ‘önderimiz, liderimiz, kurucumuz’ diye her suça iştirak eden adam.

Türkiye tarihinin belki de en kanlı döneminin sorumluluğunu sırtlamayı kabullenmiş biri.

Erdoğan öyle korkuyla dolu ki ondan bile şüphelenip kovdu.

Belki de ilk kez, AKP’nin ‘tabanı’ değilse de ‘tavanı’ çatladı…

Tavan, ‘ne oldu, niye attınız bu adamı’ diye sordu ve galiba ilk defa Erdoğan’ın kim olduğunu, ne olduğunu, ne istediğini açıkça anladı.

Anladıklarını söylemeyi sürdürecekler mi yoksa ‘yanlış anlamışız’ diye yeniden Erdoğan’ın sadık hizmetkarları mı olacaklar, onu şu anda bilemiyoruz.

Ama sallandıkları yüzde yüz.

‘Mutlak’ sadakat isteyen, yüzde yüz biat talep eden Erdoğan’ın adamları ‘eski kapı yoldaşlarını’ tehdit etmeye başladılar bile.

Çünkü iktidara doyamıyorlar ve mutlak güçten başkasına razı olamıyorlar.

Korku başka türlüsüne izin vermiyor.

Sanırım, Erdoğan’ın siyasi sonunu bu “mutlak korku” getirecek.

Yavaş yavaş çevresindeki herkesten kuşkulanıp temizlemeye, her seferinde yerlerine daha yetersiz insanları getirmeye başlayacak.

İçinde biçer döver olan bir elektrikli süpürge gibi yakınlarındakini parçalayacak.

Uzaktakileri zaten parçalıyor.

Ülkeyi paramparça ediyor.

Galiba ‘yasaları çiğneyen’ insanlarda ortak özellik bu.

Narcos diye bir dizi var, bilmem izlediniz mi…

Kolombiyalı ünlü kokain kaçakçısı Escobar’ın hayatını anlatıyor.

Medellin kentinde sıradan bir kaçakçıyken ‘kokain’ işini keşfedip hızla büyük patron oluyor.

Ona bağlı ağlar sadece kendi ülkesini değil Amerika’yı da boydan boya sarıyor.

Günlük kazancı 60 milyon dolara varıyor.

Paraları koyacak yer bulamadıkları için çoğunu toprağa gömüyorlar, hala Kolombiyalı çiftçiler tarlalarında naylonlara sarılmış dolar balyaları buluyor.

Kolombiya ordusuyla eşdeğerde bir ordu kuruyor kendisine.

İstediği zaman ülkede iç savaş çıkartıyor ve Kolombiya ordusu onun ordusuyla baş edemiyor.

Bütün ülkeyi suikatlerle, sabotajlarla, bombalarla alt üst edebiliyor.

İş o hale geliyor ki Kolombiya ‘başkanı’ olmak istiyor, ‘bu ülkeyi ben yönetmeliyim’ diyor ve kendisinin herkesten daha iyi yöneteceğine de samimiyetle inanıyor.

Escobar’ın felaketine giden yol bu ‘başkanlık’ sevdasıyla başlıyor.

Sadece Kolombiya devleti değil dış dünya da böyle bir adamın ‘başkan’ olmasının nelere mal olacağını fark ediyor.

Escobar’ı sıkıştırmaya başlıyorlar.

Ama o hala çok güçlü.

Tarihte eşi olmayan bir anlaşma yapıyor devletle, ‘teslim olurum ama kendi hapishanemi kendim yaparım, kendi gardiyanlarımı kendim seçerim, siz de hapishaneme üç kilometreden fazla yaklaşamazsınız’ diyor.

Devlet razı olmak zorunda kalıyor.

Ama bu devleti bile dize getiren ‘mutlak güç’ yavaş yavaş mutlak bir paranoyaya dönmeye başlıyor.

Kendisine bağlı mafya babalarından her seferinde daha fazla ‘pay’ istemeye koyuluyor.

Bu da yetmiyor.

‘Haracı verirken mutlu muydu yoksa şikayetçi bir hali mi vardı’ diye soruyor.

Haracı ‘mutlu’ bir şekilde ödemediğini düşündüklerini de öldürtüyor.

Derken, kendisi hapishanedeyken dışarda onun adına işleri yürüten çok eski iki dostundan şüphelenmeye başlıyor, günde altmış milyon dolar geliri olan adam, dostlarının kendisinden ‘üç yüz bin dolar çaldığını’ iddia ediyor.

İkisini birden gözlerinin önünde öldürtüyor.

Ondan sonra da iflah olmuyor zaten.

Mutlak güç isteği, mutlak korku ve kaçınılmaz sonucu paranoya bütün ‘imparatorluğunu’ paramparça ediyor.

Çocuğu bugün başka bir ülkede başka bir isimle yaşıyor.

Mutlak güç mutlak korku yaratır.

Bugün bizim siyaset dünyamızda, yasasızlık, gayrımeşru güç ve para, mutlak iktidar, mutlak korku ve artık başlayan “dost” kıyımı dönemi yaşanıyor.

Daha önce de söylemiştim şimdi de söyleyeyim.

Bu durmayacak.

Şiddet sarmalı gittikçe hızlanarak tırmanacak.

Sadece düşmanlarını değil dostlarını da yiyecek.

Büyük bir paranoyadan ve şiddetten geçeceğiz.

Erdoğan’ın ‘anayasaya uymayacağını’ açıklayarak yasalarla ilişkisini kestiği günden itibaren Türkiye bir felakete süratle yaklaşıyor.

Ama Erdoğan da siyasi hayatının sonuna aynı hızla koşuyor.

Bu panikten, bu korkudan, bu mutlak biat isteğinden ülkelere bir hayır gelmiyor ama bunu yapanlara da bir hayır gelmiyor.

Hem Türkiye için hem Erdoğan için en iyisi onun yeniden anayasal sınırlar içine dönmesi ama galiba bunun için artık çok geç.

Sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz.

Bedeli biraz ağır oluyor ama…

Biteceğini bilmek gene de iyi.”

- 14/6/2016 tarihinde t24com.tr isimli internet sitesinde yayımlanan “Ezip Geçmek” başlıklı köşe yazısında (Bu yazı başvurucunun beyanına göre ilk olarak “Haberdar.com” adli internet sitesinde yayımlanmıştır.) Cumhurbaşkanı’nın bir bürokrat ile yaptığı konuşmasında “iç savaş çıkmasını istediği” iddiasını konu ettiği, Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettiği ve darbe girişimini önceden bildiği iddia edilmiştir. Söz konusu yazının içeriği şöyledir:

“Ben okuduğumda, siyah pelerinini giymiş, karanlık maskesini takmış Darth Vader’in o boğuk, mekanik sesiyle yok edilecek bir gezegenle ilgili verdiği emri duymuş gibi oldum.

‘Yok edin’ diyordu. ‘Yok edin.’

Sadece, verdiği emrin kendi gezegeniyle ilgili olduğunu, kendisinin de yok edileceğini bilmiyordu.

L.G. nin Özgür Düşünce Gazetesi’nde H.K.ye söylediklerini okudunuz mu?

Aynen şöyle diyordu:

‘Adını vermeyeyim, çok üst düzey bir bürokrat, emekliye ayrılma aşamasında Tayyip Bey’le vedalaşmaya gidiyor. Tayyip Bey, o bürokrata yapacakları ile ilgili bazı şeyler anlatınca bürokrat diyor ki ‘bu dediklerinin yarısını yap, iç savaş çıkar bu ülkede.’ Tayyip Bey de ‘çıksın, ezer geçeriz’ diye karşılık veriyor. Bu diyalogu bürokratın kendisinden dinledim. Yani iç savaşı göze almış bir lider var. Ne için? Kişisel hırs.’

Türkiye’yi yöneten adam, yönettiği ülkede iç savaş çıkmasını göze alıyor, ‘ezer geçeriz’ diyor.

Ülkenin ‘anayasayı dinlemeyen’ yöneticisi, iç savaş için ‘çıksın’ diyorsa, o ülkede iç savaş çıkar.

Zaten hızla oraya doğru gidiyoruz.

Kendi gezegeni için ‘yok edin’ emri verdiğini bilmeyen bir Darth Vader gibi Erdoğan da kendi ülkesini ve üstelik kendi hayatını yok edecek bir iç savaşa ‘çıksın’ dediğini bilmiyor.

Amerika’ya Muhammed Ali’nin cenazesine gittiğinde kendisini büyük bir coşkuyla karşılayıp ‘işte Müslümanların lideri geldi’ diye selamlayacaklarını sanıp hem kendini hem de Türkiye’yi nasıl rezil ettiyse, ‘ezip gececeğini’ sandığı için ‘çıksın’ dediği iç savaşla da hem kendini hem Türkiye’yi mahvedecek.

Gerçeklerle bağını koparmış Erdoğan.

Hukukun denetiminden kaçabilmek için ‘iç savaşı’ göze aldığı, dahası ‘ezer geçeriz’ diyerek iç savaşı arzuladığı anlaşılıyor.

İç savaşla ilgili en küçük bir bilgisi yok.

Sarayının duvarları top mermileriyle çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur.

İç savaş, bir toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir, kimse onun yarattığı facianın kurbanı olmaktan kurtulamaz.

Savaştan çok daha korkunçtur.

Düşmanının nerede olduğunu bilmezsin, düşmanının kim olduğunu bilmezsin, korkunç bir nefret herkesi canavara çevirir, birbirlerini öldürmekle yetinmez insanlar, birbirlerinin cesetlerini bile parçalarlar, çocuklarının, eşlerinin, sevgililerinin, kardeşlerinin ırzına geçerler, evlerini yakarlar.

‘İç savaş çıksın’ diyen bir lideri destekleyen ‘havuz medyası’, o medyanın yöneticileri, sahipleri, yakınları kendilerini güvende sanıyorlar galiba.

İç savaşta kimse güvende değildir.

Kaçıp gitseler de yakınları burada kurban olarak kalır.

Sadece sevdiklerini, yakınlarını değil komşularını bile öldürürler.

‘İç savaş çıksın’ diyen bir adama oy veren AKP’liler, bu iç savaşta ‘ezip geçeceklerini’ düşünüyorlar herhalde.

İç savaşı, Kürt mahallerinde hendek kazan çocukları tanklarla, toplarla öldürmek sanıyorlar.

İç savaş, sabah selamlaştığın adamın akşam evine girip senin gırtlağını kesmesidir.

Gözünün önünde karına tecavüz etmesidir.

Çocuğun kapının önüne çıktığında, etrafta saklı bir nişancının onu kafasından vurup öldürmesidir.

Bu ülkede iç savaş çıktığında, AKP’liler sadece başkalarının ‘kurban’ olacağını mı sanıyor?

Galiba öyle sanıyorlar ama yanılıyorlar.

İç savaş herkesi, bütün ülkeyi kanlı bir girdabın içine çeker.

Üstelik, şu anda topluma yüklenen nefret ve öfke patlama noktasına çok yakın.

Yalnızca şehirleri, köyleri, mahalleleri yok edilen Kürtlerle Türkler arasında değil bu nefret…

‘Namaz kılmayanlar hayvandır’ diyenlerle, namaz kılmayanları ‘telef’ edilecek yaratıklar gibi görenlerle, ‘hayvan’ denilenler arasında da korkunç bir nefret birikiyor.

Öfke liselere kadar yayıldı.

Erdoğan ve AKP’liler, iç savaş çıkınca ‘ordu’ kendi emirlerinde kalacak sanıyorlar.

‘Bol para verdikleri’ söylenen komutanların bir kısmını belki yanlarında tutarlar ama iç savaşlarda ordular da bölünür, bir ordunun içinden birbirine düşman ordular çıkar.

Katliamlar olur.

Bosna’da yaşananlara bir bakın.

Ruanda’da yaşananlara bir bakın.

Suriye’de yaşananlara bir bakın.

Kitap okumaya üşeniyorsanız, bu konudaki filmlere bir göz atın.

‘İç savaş çıksın, ezer geçeriz’ diyerek gözünü karartmış bir adam sizi nereye sürüklüyor bir görün.

Yıllar önce gene yazmıştım, ortaokulda bize okuttukları ‘Nişancı’ diye bir İrlanda hikayesi vardı.

İç savaş sırasında, damlara saklanan bir nişancıyı anlatır.

Damların üstünde başka bir nişancıyı fark eder.

İkisi de çok usta nişancıdır, çok maharetlidir.

Saatlerce çatışırlar.

Sonunda hikayenin kahramanı, diğer nişancıyı vurmayı başarır.

Diğer adam vurulup sokağa düşer.

Nişancı da işini yapmış olmanın rahatlığıyla damdan iner, tam sokaktan çıkacakken, ‘vurduğum adam çok iyi bir nişancıydı, kimdi acaba’ diye merak eder.

Dönüp, vurduğu adamın yanına gider, yüzüstü yatan ölü bedeni çevirip yüzüne bakar.

Kardeşinin yüzüyle karşılaşır.

Vurduğu adam kardeşidir.

İç savaş budur işte… Kardeşin kardeşi vurmasıdır.

Olmaz mı sanıyorsunuz?

Daha dün IŞİD’li bir celladın kendi kardeşinin kafasına kurşun sıkarken çekilmiş resimleri yayınlandı.

Erdoğan’ın ‘çıksın’ dediği iç savaşta yaşanacak olanlar bunlardır, bu facialardır.

Ateşe konmuş bir suyun kaynamaya yaklaştığının işaretini veren küçük kabarcıklar gittikçe hızlanarak görünür oluyor, muhalefet liderinin üstüne “kurşun” atılıyor, bir başka muhalefet liderini hapsetmek için hazırlıklar yapılıyor, toplumu güvencede tutacak hukuk ortadan kaldırılıyor, “din” adına, “milliyetçilik” adına müthiş bir öfke ve nefret sağanağı yaratılıyor.

Ve ülkenin cumhurbaşkanı ‘iç savaş çıksın’ diyor.

Ülkeyi yöneten adam ‘iç savaş çıksın’ derse, iç savaş çıkar.

Ülke parçalanır, milyonlarca insan ölür, açlık, sefalet kol gezer, insanlar ülkeden kaçabilmek için birbirini paralar.

Sonunda da Erdoğan’ın sarayını yerle bir ederler.

Geriye paramparça kanlı bir çöl kalır.

Kimse de kendini kurtaramaz.

Bu anlattıklarım bir ‘korku masalı’ değil, birçok ülke yaşadı bunları, onların da başlarındaki adamlar ‘çıksın’ dedi iç savaş için, oralarda da adım adım yüründü iç savaşa.

Bütün muhalefet partilerinin, Türkiye’ye neyin yaklaştığını, Erdoğan’ın neyi göze aldığını görerek politikalarını belirlemeleri gerekiyor, bir iki demeçle geçiştirilecek bir sorun yok karşımızda.

Ciddi bir felaketin ülkeye yaklaştığını görüyoruz.

AKP’liler de iyi düşünsün.

İç savaş çıktığında herkesle birlikte onlar da yaşayacak bunları…

Kaçmaları da bir işe yaramayacak, ‘savaş suçlusu’ olarak yargılanacaklar.

Darth Vader’in ‘gezegeni yok edin’ emrini duyduk.

‘Yok edilecek’ gezegenin sizin ülkeniz olduğunu bilin.

Darth Vader bilmese de siz bilin bunu.

Ona göre davranın.”

- 10/7/2016 tarihinde p24blog.org isimli internet sitesinde yayımlanan “Montezuma” başlıklı köşe yazısındaCumhurbaşkanı’nın İspanyol Cortes tarafından esir alınan Aztek İmparatoru Montezuma’ya benzetildiği ve onun da askerî vesayet isteyen ulusalcılar tarafından esir alındığının ifade edildiği ileri sürülmüştür. Söz konusu yazının içeriği şöyledir:

“Bu adamın iktidarında, bir zamanlar karşı olduğunu söylediği ‘askerî vesayetin’ en çılgın fantezileri gerçekleştiriliyor…

Anlaşılmaz bir durumla karşı karşıyayız.

Ülkeyi, ‘anayasayı dinlemeyeceğini’ açıklayan bir adam, anayasaya aykırı bir yöntemle tek başına yönetiyor.

Bizzat taraftarlarının açıkladığına göre ‘yargıyı kendine bağlamış’, devletin neredeyse her kademesine kendi adamlarını yerleştirmiş, onun birbirinin zıddı açıklamalarını hiç sorgulamadan benimseyip destekleyen bir medyası var, bir zamanlar başkanı olduğu partisi bir tür siyasi intihar eylemi gerçekleştirip kendisini bir ‘kul kalabalığına’ dönüştürmüş, onunla aynı fikirde olmayanları canının istediği gibi ezebiliyor, üniversite yönetimleri ona biat edenlerce doldurulmuş, kızdığı iş adamlarının mallarına el koyabiliyor, muhalefet partileri garip bir teslimiyetle olup biteni sessizce izliyor dahası en kritik noktalarda onu destekliyor.

Böylesine büyük ve yasadışı güce sahip bu adamın iktidarında, o adamın bir zamanlar karşı olduğunu söylediği ‘askerî vesayetin’ en çılgın fantezileri gerçekleştiriliyor, o vesayetin asla tek başına gerçekleştiremeyeceği bütün hayalleri hakikat oluyor.

Kürt şehirleri tanklarla toplarla yıkılıyor, insanlar bodrumlarda yakılıyor.

Kürt mahalleleri haritadan siliniyor.

Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıkları toptan kaldırılıyor.

‘Cemaatin’ üyesi oluğundan kuşkulanılan bütün dindarlar işten çıkarılıyor, izleniyor, fişleniyor, hapsediliyor.

Askerlerin suç işleseler de yargılanmayacaklarına dair yasalar yapılıyor.

Generallerin yetkisi, sivil otoritenin yetkisinin önüne geçiriliyor.

Askerî vesayetin iktidarı yeniden ele almasının yolu yasalarla açılıyor.

İşte bunlar anlaşılmaz bir durum yaratıyor.

Neden ‘tek başına’ iktidar olmuş gözüken bir adam, kendisinin en büyük düşmanı olarak görünen bir gücün bütün hayallerinin gerçekleşmesine önayak olur?

Buna mantıklı bir cevap vermek zor.

Ama bu ‘mantıksız’ duruma çok benzeyen bir durum tarihte de yaşanmış.

1520’lerde İspanyol Hernan Cortes, Meksika’ya çıkmıştı adamlarıyla birlikte.

Yaklaşık 40 bin kişilik bir ordusu vardı.

Aztek İmparatorluğu’nun 200 bin nüfuslu başkenti Tenochtitlan’a geldi.

Azteklerin başında İmparator Montezuma bulunuyordu.

Aztekler elbette İspanyollardan çok daha kalabalıktılar.

Cortes akıl almaz bir hinlik yaptı.

Bir grup adamıyla birlikte İmparator Montezuma’nın sarayına gitti ve orada imparatoru esir aldı.

Ama esir aldığını söylemedi.

Cortes’in emirlerini dinlemeyecek olan Aztekler imparatorlarının emirlerini dinliyorlardı.

Cortes, istediği her şeyi imparator aracılığıyla gerçekleştirdi.

Bu da anlaşılmayan bir durumdu.

Neden Montezuma ‘esir’ olduğunu söylemedi?

Neden sarayında bir esir olarak kaldı?

Neden İspanyolların her emrini yerine getirdi ve imparatorluğun yönetimini Cortes’e teslim etti?

İspanyolların kendisini öldüreceğinden mi korktu?

‘Esir olduğunu’ açıklamayı gururuna mı yediremedi?

Bunların cevapları bilinmiyor.

Bir süre sonra Aztekler, İspanyolların imparatorluğu ele geçirdiğini fark ederek ayaklandılar.

Büyük çatışmalar çıktı.

Montezuma’yı kimi iddialara göreCortes, kimi iddialara göre de onun ihanetini fark eden Aztekliler öldürdüler.

İmparatorluk karıştı ama sır çözülemedi.

Şimdi biz de benzer bir ‘sırla’ yaşıyoruz.

Erdoğan’ın böylesine ‘muktedir’ gözüktüğü, anayasayı çiğneyerek tek başına iktidarı ele geçirdiği bir dönemde askeri vesayetin bütün arzuları nasıl gerçekleşiyor?

Bunların hepsinin ‘emrini’ Erdoğan vermiş gibi gözüküyor, açıklamaları o yapıyor… Ama baktığınızda bunların hepsi ‘askerî vesayetin’ arzuları.

Türkiye’yi gerçekten Erdoğan mı ‘yasadışı’ bir yolla yönetiyor?

Yoksa ‘yasadışı’ bir başka güç mü Erdoğan’ı esir aldı?

‘Anayasayı tanımayacağını’ söyleyen Erdoğan bir başka gücün esiri olarak mı partisini ve ülkeyi yönetiyor?

İspanyollar kadar ‘ketum’ olmayan ulusalcılar onun için mi ‘yurtseverler Erdoğan’ı ele geçirdi’ diye övünüyor?

Ne oluyor?

Saray’da kim kimi yönetiyor?

Montezuma’nın sırrını’ şimdi de biz mi yaşıyoruz?

Var mı bunun cevabını bilen?

Ya da şöyle sorayım:

Var mı bu sırrın gerçeğini merak eden?”

iv. Başvurucunun genel yayın yönetmeni olduğu dönemde Taraf gazetesindeBalyoz darbe planı ile ilgili yayınlar yapılmış ve bu yayınlar ile -soruşturma mercilerince FETÖ/PDY tarafından sahte delillerle kurgulandığı belirtilen- Balyoz soruşturması başlamıştır. Böylece gazetede örgüt lehine süreklilik arz edecek şekilde yayın politikası izlendiği, örgütsel amaç doğrultusunda haberler yapıldığı ve bir kısım tanık beyanından Taraf gazetesinin FETÖ/PDY ile irtibat hâlinde olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca bu yayınların yapıldığı Taraf gazetesi, FETÖ/PDY’nin amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 668 sayılı KHK ile kapatılmıştır.

-Taraf gazetesinin 20/1/2010 tarihli sayısında yayımlanan “Fatih Camii Bombalanacaktı” başlıklı haber ile Balyoz darbe planı kamuoyunun gündemine getirilmiş ve devam eden tarihlerde gazetede “Fatih Camii Bombalanacaktı, İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama, Balyoz Hükümeti, Darbenin Sivil Kadrosu Hazırlandı, Balyoz Kozmik Odada Gizlendi,Darbenin Ordudan Tasfiye Planları, Sabaha Karşı 03:00, Harp Oyununa Siyaset Raporu ve Balyoz Bilimcileri Mit Yönetiminde” şeklindeki başlıklarla Balyoz darbe planı konusu işlenmiştir. Bu şekildeki yayınlarla Balyoz soruşturmasının başlatılarak TSK içindeki terör örgütü mensubu olmayan subayların FETÖ/PDY’ninemniyetveyargıiçindekimensuplarıncatasfiyeedilerek(gözaltı, tutuklamavemahkûmiyetlebirlikte)yerlerineörgütmensubusubaylar getirildiği ve devamedensüreçteörgütünTSKiçindebusoruşturmalarla kritik öneme sahip yerlere kendi mensuplarını yerleştirdiği ve 15/7/2016 tarihli darbe girişimi için örgütün kendi zeminini hazırladığı ileri sürülmüştür.

- Bu irtibat; gizli tanık (Söğüt) beyanlarında FETÖ/PDY’nin istişare heyeti üyelerinden olan ve medya yapılanmasının en üst güçlü isimlerinden biri olduğu belirtilen A.K.nın gazeteci M.B., gazetenin imtiyaz sahibi B.A. ve başvurucu ile sürekli görüştüğü, gazetenin basımının önceleri başka gazetelere ait matbaalarda yapıldığı ancak daha sonra A.K.ya ait matbaanın ve matbaa binasının B.A. tarafından satın alınmasıyla A.K.nın gazete ile irtibatının 2009 yılında başladığı, B.A. ile sık sık telefonla görüştüğü, on beş günde bir A.K.nın gazeteye gidip geldiği, beraberinde dosyalar ve kapalı zarflar getirdiği, B.A.yı telefonla arayarak bir haber göndereceğini ve bu haberin birinci sayfadan yayımlanmasını istediği,2012 yılında gazetede Fetullah Gülen’e atfen yayımlanan bir haber nedeniyle A.K.nın başvurucuyu aradığı ve haber nedeniyle (Bu haberde A.K. başvurucuya Fetullah Gülen’in Ergenekondan tutuklanan birisi için üzüldüğünü ama müdahale etmediğini” söylediği ifade edilmiştir.] bağırmaya başladığı ve yazıyı değiştirmesini istediği, bunun üzerine başvurucunun gazetede Fetullah Gülen’den özür dileyen bir yazı yazdığı şeklinde ifade edilmiştir.

v. Başvurucunun 2012 tarihinde Taraf gazetesindeki yazılarına son vermesinin ardından 7/10/2015 tarihinde gazeteciliğe geri döndüğü ve yöneticiliğini S.S.nin yaptığı haberdar.com isimli haber sitesinde yazılar yazdığı ileri sürülmüştür.

-S.S. hakkında FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticilerinden biri olduğu gerekçesiyle kamu davası açılmış olup bu kişinin FETÖ/PDY’nin yayın organı olduğu ifade edilen haberdar.com isimli internet sitesinin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni olduğu belirtilmiştir.

vi. Telefon kayıtlarına dayanılarak başvurucunun FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticilerinden olduğu iddia edilen ve haklarında bu yapılanmayla bağlantılı suçlardan kamu davası açılan bazı kişilerle (A.A., Ö.A. ve E.D.) iletişim hâlinde olduğu ileri sürülmüştür.

vii. FETÖ/PDY içinde üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra yapılanmadan ayrıldığı belirtilen N.V.nin tanık olarak alınan 24/10/2016 tarihli ifadesine atıfla N.V.den sonraki dönemde FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasının en güçlü kişisinin A.K. olduğu, başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım medya mensubu ile Fetullah Gülen arasındaki ilişkinin bu kişi tarafından sağlandığı ve söz konusu medya mensuplarının A.K. ile sık sık görüştükleri ileri sürülmüştür.

40. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi 3/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/127 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

41. Başvurucunun savunması 19/6/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada alınmıştır.Başvurucu savunmasında özetle;

i. (Can Erzincan TV’deki konuşmasına ilişkin olarak) TV programının yayımlandığı kanalın o tarihte yasal ve meşru bir kanal olduğunu, sonradan kapatılmış olmasının bunu değiştiremeyeceğini, “Fikir özgürlüğü yok.” Demenin suç olarak görüldüğünü ve bu söylemiyle herhangi bir soruşturmayı itibarsızlaştırmadığını, o programa konuşmacı olarak katıldığını ve kendisi hakkında açılan Balyoz soruşturması davasının başlayacak olması nedeniyle bu dava hakkında ve ayrıca yazdığı bir roman üzerinde konuştuğunu, romanın Balkan Savaşlarını ve iktidara gelen ittihatçıların beceriksizliklerini, ülkeyi yönetmekteki yetersizliklerini saklayabilmek için uyguladıkları zorbalıkları anlattığını, bu nedenle o dönemdeki ittihatçılar ve bugünkü uygulamaları ile o ittihatçılara çok benzeyen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının da konuşulduğunu ve bu konuların güncel siyasetle ilişkileri üzerinde devam ettiğini, Cumhurbaşkanı’nın sözlerini eleştirdiğini, hukuku ve yargıyı hatırlattığını ve söylediklerinin suç olmadığını ifade etmiştir.

ii. (Taraf gazetesinde yer verilen manşetler ve yapılan haberlere ilişkin olarak) Gazetenin genel yayın müdürü olarak Balyoz darbe haberlerini yayımladığını, bu haberlerin yayımlanmasının tek sorumluluğunun kendisine ait olduğunu, kendisinden başka kimsenin o haberlerin yayımlanmasına karar veremeyeceğini ancak gazetenin 2010 yılında yayımladığı bir haberle 2016’ya kadar altı yıllık süredeki bütün askerî tasfiye, tayin ve terfi işlemlerini yapacak bir güce sahip olamayacağını, üstelik2012’de gazeteciliği bırakarak bunu yapabilecek bir gücünün bulunmadığını, 2010 yılında M.B.nin getirdiği CD’deki kayıtları dinleyip doğru olduklarına kanaat getirdikten sonra yayımladığını, askerî casusluk haberlerini Taraf gazetesinin çıkarmadığını, Ergenekon soruşturmasının ise Taraf gazetesinin açılmasından çok önce başladığını ifade etmiştir.

iii. Değişik tarihlerde ve farklı yerlerde yayımlanmış olan köşe yazılarıyla toplumu FETÖ/PDY’nin gerçekleştirdiği darbe girişimine hazırladığı iddiası ile ilgili olarak;

- Montezuma başlıklı yazısında “Erdoğan’ın askerî vesayet isteyen ulusalcılar tarafından esir alındığını” söylediğinden sorumlu tutulduğunu, bu sözü şimdi de söylediğini zira Erdoğan’ın Rusya ve Suriye politikalarını onların belirlediğini ve arabuluculuk yaptıklarını, bunu kendilerinin de açıkladığını, bunu söylemenin darbecilikle ilgisini anlayamadığını, Erdoğan’ı eleştirmenin darbecilik olarak nitelendirildiğini, bir siyasetçiyi eleştirmenin darbecilik olmadığını ve Erdoğan’ın da bir siyasetçi olduğunu beyan etmiştir.

- “Ezip Geçmek” başlıklı yazısında “Erdoğan’ın iç savaş istediğini söyleyip saray duvarları top mermileriyle çöktüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç olur.” Dediğini ancak bir Cumhurbaşkanı’nın ülkesinde iç savaş çıkmasını nasıl isteyebileceğini sorguladığını, hiç kimsenin “İç savaş çıkarsa çıksın.” Diyemeyeceğini ve iç savaşın korkunç bir şey olduğunu anlatmaya çalıştığını, 15 Temmuz’da bunun küçük bir örneğinin yaşandığını ve sarayın değil ama Meclis’in bombalandığını, bu nedenle iç savaş istenmesini eleştirdiğini, kimseyi tehdit etmediğini ve sadece uyarıda bulunduğunu ifade etmiştir.

-“Mutlak Korku” başlıklı yazısında, Erdoğan’ın kendisinin fiilî başkan olduğunu ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığını söyleyerek Anayasa’yı çiğnediğini, güçleri tek elde topladığını, bahsedenin de kendisi olduğunu söylemesi nedeniyle Erdoğan’ı eleştirdiğini, güçleri tek elde toplayan siyasetçiye diktatör dendiğini, yakında bunun sona ereceğini, ilk seçimde Erdoğan’ın çok büyük bir ihtimalle iktidarı kaybedeceğini, buna ilişkin ipuçlarının referandumda görüldüğünü, bunları söylemenin, onu eleştirmenin neden darbecilik olduğunu anlamadığını beyan etmiştir.

iv. (Tanık N.V.nin beyanları ve telefon kayıtlarına ilişkin olarak) Sık sık görüştüğü iddia edilen A.K. ile on yılda sadece iki kez 2010 ve 2012 yılında görüştüğününtespit edildiğini, daha sık görüşmüş olabileceğini ancak bunun bir suç kanıtı olamayacağını, suçlanan insanlarla konuşmanın da suç olamayacağını,ayrıca telefon kayıtlarına dayanılarak görüştüğü belirtilen kişilerden birinin yasal medya kurumunun yöneticisi ve diğerinin ise siyasi iktidarı elinde bulunduranların danışmanlığını yapmış kişiler olduğunu, mesleğinden kaynaklanan bu görüşmelerin hiçbirinde suç unsurunun bulunmadığını beyan etmiştir.

v. (Taraf gazetesi ile FETÖ/PDY’nin irtibatının bulunduğuna ilişkin olarak) Taraf gazetesinin yayını konusunda gizli bir şey olmadığını, A.K. ile en fazla iki ya da üç kez görüştüğünü, otuz beş yıldır yazı yazdığını, demokrasi ve hukuk isteyen herkesi desteklediğini, demokrasi ve hukuka karşı çıkan herkesi ise eleştirdiğini, kimseden emir ve talimat almadığını, B.A.nın gazetenin sahibi olduğunu, bir matbaanın el değiştirmesinin kendisiyle ilgisinin bulunmadığını, bu nedenle tanıkların beyanlarını kabul etmediğini ifade etmiştir.

42. Cumhuriyet savcısı 11/12/2017 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık mütalaasında, iddianamede olduğu üzere (bkz. § 39) FETÖ/PDY hakkında genel bazı açıklamalara yer verilmiş; başvurucunun da aralarında bulunduğu her bir sanık hakkında ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır.

43. Mütalaada başvurucuyla ilgili değerlendirmeler genel olarak iddianamede belirtilen olgularla aynı mahiyette olup (bkz. § 39) bunlara ek olarak münhasıran FETÖ/PDY üyeleri tarafından örgütsel haberleşme aracı olarak kullanılan Bylock isimli haberleşme programı (anılan programla ilgili bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 106) üzerinden bu örgütün üst düzey yöneticilerinden olduğu belirtilen kişiler arasında yapılan görüşmelerin içeriğinde başvurucuyla ilgili bazı hususların bulunmasına değinilmiştir. Söz konusu görüşmeleri yapan kişilerden E.T.A.nın FETÖ/PDY ile irtibatı olduğu gerekçesiyle kapatılan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının başkan yardımcılığı görevini yürüttüğü, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan hakkında soruşturma yürütüldüğü ve kaçak konumda olduğu anlaşılmaktadır. Görüşme yapılan diğer kişinin ise kimlik bilgilerine dair bir tespite yer verilmemiştir.

- 18/2/2016 tarihinde E.T.A ile53123 ID numaralı kullanıcı arasında yapılan görüşmenin içeriği söyledir:

[E.T.A]: Diyoruz ki hizmete dair insan hakları ihlalleri bizler dahil gazeteci ve yazarlar bilmiyor, bu raporları ilgili arkadaşlar ihidime verse ve oradan yayınlansa, biz de o link üzerinden medyaya duyursak

 [53123 ID numaralı kullanıcı]: Tanıdığın var mı araştıralım mı?

 [E.T.A]: Tanıdığım olsa niye sana yazayım. Seninle ilgilidir sanıyorum.

 [53123 ID numaralı kullanıcı]: Ok irtibat kurabiliriz sanıyorum.

 [E.T.A]: Bugün halledebilir miyiz

[53123 ID numaralı kullanıcı]: Ama raporu orda yayınlamak yerine üst kesime verip onda sonra yayınlamak lazım.

 [E.T.A]: Üst kesim?

 [53123 ID numaralı kullanıcı]: Altanlar, T.A.lar, m vekilleri, hukukçu akademisyenler.

 [E.T.A]: İşte onlara biz duyuracağız.”

44. Savcılık mütalaasında, başvurucunun “örgütsel amaçlar doğrultusunda, darbe girişimine maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine girişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan ‘cebir’ teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle” üzerine atılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun asli faili olduğu belirtilerek bu suçtan cezalandırılmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

45. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla mahkûmiyetine, hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.İddianame ve mütalaada belirtilen delillere atıfla verilen kararın ilgi kısmı şöyledir:

“… terör örgütünün medya unsuru olan sanığın örgütsel amaçlar doğrultusunda, darbe girişimine maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine girişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan ‘cebir’ teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle üzerine atılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun asli faili olduğu, … somut olayda sanığın eyleminin bir bütün olarak TCK’nın 309/1. Maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı anlaşılmakla …. Cezalandırılmasına… karar verilmiştir.”

46. Öte yandan başvurucu 27/10/2016 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe vererek ceza infaz kurumunda uygulanan insan haklarına aykırı kısıtlama ve yasakların ortadan kaldırılmasını talep etmiştir. Başvuru formunda -herhangi bir belge eklenmeksizin- bu talebin kabul edilmediği belirtilmiştir.

47. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtay’da derdesttir ve başvurucunun hükmen tutukluluk durumu devam etmektedir.

IV. İLGİLİ HUKUK

48.İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Hasan Altan (2) [GK], §§ 42-79 kararı.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 3/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

50. Başvurucu; on iki günlük gözaltı süresinin ilk beş gününde avukatıyla veya dışarıdan herhangi biriyle görüşmesine keyfî olarak izin verilmediğini, gözaltında bulunduğu sürede hiçbir egzersiz imkânı olmadan, doğal ışıktan ve havalandırmadan yoksun bir şekilde ve yirmi dört saat sönmeyen florasan ışığı altında, 3-4 m² genişliğinde ve sadece iki yatağın sığabildiği bir hücrede dört kişi ile birlikte kaldığını, su dışında kendisine başka bir içecek verilmediğini, verilen gıdaların da yetersiz olduğunu, kaldığı yerin temiz olmadığını, burada dişlerini fırçalamak gibi temel insani ihtiyaçlarının engellendiğini belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye tabi tutulma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

51. Başvurucu ayrıca tutuklu olarak kaldığı ceza infaz kurumundaki uygulamaların da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olduğunu, bu bağlamda mektup almasının veya göndermesinin yasaklandığını, bir yazar olarak üzerinde çalıştığı kitap metinlerini yayınevlerine veya editörlere göndermesine izin verilmediğini, egzersiz yapmasının yasaklandığını, ceza infaz kurumu spor salonunu ve berberini kullanması yönünde dilekçeyle bildirdiği taleplerinin karşılanmadığını, kendisiyle aynı ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan kardeşi ile birlikte kalma veya görüşme taleplerinin yerine getirilmediğini, avukatıyla görüşmesinin keyfî olarak sınırlandırıldığını ve bu görüşmenin mahremiyetine riayet edilmediğini, bunların kendisini cezalandırma amacıyla yapıldığını, babasının ölüm yıl dönümü nedeniyle yapılan anma törenine mesaj göndermesine dahi izin verilmediğini iddia etmiştir.

52. Bakanlık görüşünde; bireysel başvurunun ikincil niteliğinin gereği olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddiaların Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği, somut olayda başvurucunun maruz kaldığını iddia ettiği kötü muamele eylemlerini Savcılık ve sorgu aşamasında ileri sürerek sorumlular hakkında soruşturma açılmasını talep etmediği, bu nedenle başvuru yollarının tüketilmediği ifade edilmiştir.

53. Bakanlık; esas yönünden ise başvurucunun yakındığı hususların bir kısmının doğru olmadığını, bir kısmının da hukukun izin verdiği gözaltı işlemlerinin kaçınılmaz sonucu olduğunu, söz konusu tedbir ve önlemlerin durumun gerektirdiği ölçüde orantılı olduğunun dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.

54. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında Bakanlık görüşünün kabul edilemeyeceğini, spor yapma, mektup alma ve gönderme, kitap temini, yakınlarıyla görüş gibi belirli kısıtlamaların devam ettiğini, bu ihlallerin olağanüstü hâlden kaynaklandığını, bu nedenle giderim elde etme imkânının bulunmadığını, ceza infaz kurumunda maruz kaldığı bu tür kısıtlılıkların ortadan kaldırılması için yaptığı başvurunun reddedildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

55. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

57. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

58. Somut olayda gözaltı sürecindeki kötü muamele iddialarına ilişkin olarak başvurucu, genel olarak gözaltında iken kamu görevlileri tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığını ve insani olmayan gözaltı koşullarında kasti bir şekilde tutulduğunu ileri sürmektedir. Bu bölümdeki iddialar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun yakalandığı andan itibaren kamu görevlilerinin kendisine kötü muamelede bulunduğundan şikâyetçi olduğu görülmektedir. Başvurucu, gözaltında tutma koşullarının yetersizliğinden bahsetmişse de bu kapsamda maruz kaldığını ileri sürdüğü kötü muamelenin kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden mi yoksa salt tutulma koşullarından mı kaynaklandığını açıkça belirtmemiştir. Dolayısıyla söz konusu iddiaların Anayasa Mahkemesince doğrudan incelenebilmesi için yeterli bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda somut olayın koşullarının başvurucunun anılan iddialarının kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair adli ve/veya idari bir soruşturmayla ortaya konması gerekmektedir.

59. Ceza infaz kurumundaki tutulma koşullarına ilişkin şikâyetler yönünden ise ilgili mevzuat (Mehmet Baransu, B. No: 2015/8046, 19/11/2015, §§ 12-18) gereğince başvurucunun iddialarını iletebileceği ve yapıldığını iddia ettiği kötü muameleye derhâl son verilmesini isteyebileceği idari ve yargısal mercilerin bulunduğu görülmektedir. Başvuru formu ve eklerinde başvurucunun Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçesinde; hakkında uygulanan spor yapma, mektup alma ve gönderme, kitap temini, yakınlarıyla görüşme gibi hususlarda getirilen kısıtlamaların insan haklarına aykırı olması nedeniyle kaldırılmasının talep ettiği belirtilmişse de bu uygulamalarla ilgili olarak İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunduğuna ve/veya burada verilecek karara karşı da ağır ceza mahkemesi nezdinde itiraz yolunu tükettiğine ilişkin bir bilgi veya belgeye yer verilmemiştir. İlgili hükümler kapsamında başvurucu, şikâyetlerini öncelikle yetkili bu yargısal mercilere iletip tutulma yeri ve koşulları sebebiyle kötü muameleye maruz bırakıldığını ileri sürebilecek ve bu koşulların en kısa zamanda uygun hâle getirilmesini isteyebilecekken bu yollara başvurmamıştır (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Mehmet Baransu, § 30). Başvurucunun şikâyetleri dikkate alındığında iddiasının aksine mevcut başvuru yollarının ulaşılabilir, şikâyetleri açısından telafi imkânını haiz ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olmadığını söyleyebilmeyi mümkün kılan bir sebep bulunmadığından başvuru yollarının tüketilmesi kuralına istisna tanınmasını gerektiren bir durumun da olmadığı görülmektedir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Didem Tütenk, B. No: 2013/7525, 10/6/2015, §§ 40, 41; Mehmet Hasan Altan (2), §§ 250, 251).

60. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetlerini ve varsa bu konudaki kanıtlarını öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere iletmeden, hak ihlali iddialarını öncelikle bu makamların değerlendirmesini ve çözüme kavuşturmasını beklemeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

62. Başvurucu; suçlamaların sahte ve uydurma olması nedeniyle gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu, gözaltı süresinin terör eylemlerinde ve toplu suçlarda dahi dört günü geçemeyeceğini, buna rağmen olağanüstü hâl döneminde getirilen otuz günlük gözaltı süresinin kabul edilemez nitelikte olduğunu, hakkında uygulanan on iki günlük gözaltı tedbirinin ölçülü olmadığını, bu süreçte keyfî olarak uzun bir süre gözaltında bekletildiğini, dolayısıyla hâkim önüne derhâl çıkarılmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

63. Bakanlık görüşünde; başvurucunun gözaltında kaldığı sürenin olağanüstü hâl kapsamında, karşılaşılan darbe tehdidinin büyüklüğü ve terörle mücadele karşısında gerekli ve fiilî durumla orantılı olduğu belirtilmiştir.

64. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, hakkındaki soruşturmaya konu bütün delillerin söz ve yazılarından ibaret olduğunu, soruşturmanın karmaşık olmadığını, bu nedenle gözaltı süresinin makul olarak görülemeyeceğini iddia etmiştir.

b. Değerlendirme

65. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

66. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

67. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt§ 16, 17).

68. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tazminat isteminin düzenlendiği 141. Maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuni gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayanların yine kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyenlerin maddi ve manevi her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Bununla birlikte aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. Maddesinin (1) numaralı fıkrasında, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmektedir (Zeki Orman, B. No: 2014/8797, 11/1/2017, § 27).

69. Anayasa Mahkemesi, Kanun’da öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun’un 141. Maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47; Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 92-100).

70. Bir suç isnadıyla gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan kişinin gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu veya gözaltında tutulma süresinin uzun olduğu iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruda ihlal sonucuna varılmasının -özgürlükten ahrum kalmanın sona ermesi bağlamında- başvurucunun kişisel durumuna bir etkisinin olması mümkün görünmemektedir. Zira bireysel başvuru sonucunda gözaltına alma kararının hukuka aykırı olduğu veya gözaltında tutulma süresinin makul olmadığı tespit edildiğinde dahi -kişi hâkim tarafından tutuklandığından- bu yöndeki tespitler ve sonucunda verilecek ihlal kararı tutuklu kişinin serbest kalmasına tek başına imkân vermeyecektir. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında verilecek muhtemel bir ihlal kararı ancak -talep etmesi hâlinde- başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir (Günay Dağ ve diğerleri, § 147; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, § 44).

71. Somut olayda başvurucu hakkında verilen gözaltı kararının ve gözaltında tutulmanın hukuka uygun olup olmadığı, gözaltı süresinin makullüğü 5271 sayılı Kanun’un 141. Maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Nitekim Yargıtay uygulaması (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı; Günay Dağ ve diğerleri, § 145) da bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak dava yoluyla gözaltına ilişkin bir hukuka aykırılık tespit edildiğinde başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Hasan Altan (2), § 90).

72. Buna göre 5271 sayılı Kanun’un 141. Maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

74. Başvurucu; önce bazı Twitter hesaplarında gözaltına alınacak gazeteciler listelerinde adına yer verildiğini, akabinde Hükûmet yanlısı gazetelerde kendisini hedef alan haberlerin verilmeye başladığını, aynı içerik ve mahiyette olan bu haberlerde darbe teşebbüsüyle kendisinin ilişkilendirilmeye çalışıldığını, sonrasında ise gözaltına alındığını ve tutuklandığını ileri sürmüştür. Başvurucuya göre bu haberlerde kendisinin darbeyi önceden bildiği, 14 Temmuz’da yayımlanan programda buna dair mesajlar verdiği tezi işlenmiştir. Başvurucu, yasal yayın yapan bir televizyon kanalındaki programda yaptığı eleştirel konuşmaların suç olmadığını ve bu konuşmada darbe çağrısı yapıldığı sonucuna varmanın zorlama bir yorum olduğunu ifade etmiştir.

75. Taraf gazetesi bağlamında getirilen suçlamalar kapsamında ise başvurucu, gazetenin yayın yönetmeni olmadığı dönemdeki yayınlarından ve gazetenin genel yayın çizgisi gözönüne alındığında farklı bir şekilde değerlendirmeye tabi tutulabilecek haber ve yorum içeriklerinden sorumlu tutulduğunu ve bu haberlere ilişkin dava açma sürelerinin 5187 sayılı Kanun’a göre sona erdiğihususunungöz ardı edildiğini iddia etmiştir.

76. Başvurucuya göre suçlamaların hiçbirisinde kendisinin bir hiyerarşik yapı içinde yer aldığına, herhangi bir kişiden emir ya da talimat aldığına veya verdiğine, bir örgüt üyesine yardım ettiğine veya bir şekilde destek olduğuna dair delil bulunmamaktadır. Tutuklamaya dayanak gösterilen tek delil söz ve yazılarıdır.

77. Başvurucu, konuşmasındaki bir ifadesinin bağlamından koparılarak suçlamaya konu edildiğini ve bütün hayatı boyunca ortaya koyduğu tavrın bir kenara itildiğini, sözü edilen programda dile getirdiği hususları öteden beri dile getirdiğini ve kendisiyle bağ kurulan terör örgütü hakkında da pek çok eleştirel yazısının bulunduğunu belirtmiştir.

78. Başvurucu ayrıca tutuklama nedenlerinin bulunmadığını, tüm delillerin toplandığını, kaçma şüphesinin bulunmadığını, tutuklama kararında adli kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığının açıklanmadığını, tutuklama ve tutukluğa itirazın reddi kararlarının gerekçesiz olduğunu ifade etmiştir.

79. Bu itibarla başvurucu, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Öte yandan başvurucuya göre tutuklama tedbiri Anayasa’da öngörülenin dışında siyasi saiklerle uygulanmıştır. Anılan tedbirin amacı, Hükûmetin ve Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi yönetme biçimine yönelttiği eleştiriler nedeniyle kendisini cezalandırmaktır.Başvurucu bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıyla bağlantılı olarak Sözleşme’nin 18. Maddesinin de ihlal edildiğini iddia etmiştir.

81. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkındaki soruşturmanın 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ/PDY kapsamında yürütüldüğü, söz konusu örgütün emniyet ve yargı içindeki unsurlarıyla 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde gerçekleştirdiği darbe girişimleri kamuoyunca bilinmesine rağmen başvurucunun FETÖ/PDY terör örgütü lehine kamuoyu oluşturmak için örgütün medya yapılanması içinde gönüllü olarak çalıştığı, ayrıca soruşturmaya konu olan yazı ve yayınların içeriğinden 15 Temmuz darbe girişiminden önceden haberdar olduğunun anlaşıldığı ve örgütün amacına iştirak ederek darbe girişimini halk nezdinde meşru gösterecek yayınlar yaptığı, bu yöndeki delillerin kuvvetli suç şüphesini oluşturduğu belirtilmiştir.

82. Bakanlık; Anayasa Mahkemesi ile AİHM’in benzer kararlarına atıf yaparak başvurucunun tutuklanmasının olağanüstü hâl kapsamında olduğunu, karşılaşılan darbe tehdidinin büyüklüğü ve terörle mücadele karşısında gerekli ve fiilî durumla orantılı bulunduğunu ifade etmiştir.

83. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, kendisine yönelik suçlamaların niyet ve düşünce okuma üzerine inşa edildiğini belirtmiştir.

b. Değerlendirme

84. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. Maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

85. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” kenar başlıklı 15. Maddesi şöyledir:

“Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

86. Anayasa’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” kenar başlıklı 19. Maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.”

87. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin bu bağlamdaki incelemesi, başvurucu hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması ile yargılamanın muhtemel sonuçlarından bağımsız olarak tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesiyle sınırlı olacaktır. Öte yandan Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilip edilmediği incelenirken her bir başvuru kendi koşullarında değerlendirilir.

i. Uygulanabilirlik Yönünden

88. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa’nın 15. Maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).Tutuklama kararında, başvurucunun darbe teşebbüsü kapsamında bir suç işlediği ve darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu ileri sürülmüştür (bkz. §§ 29-32). Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).

89. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa’nın 13. Ve 19. Maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa’nın 15. Maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).

ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden

90. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Esas Yönünden

 (1) Genel İlkeler

91. Anayasa Mahkemesi gazetecinin tutuklanmasının Anayasa’nın 19. Maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında hukukiliğine ilişkin başvuruları incelerken gözönünde bulunduracağı genel ilkeleri Şahin Alpay ([GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 77-91) kararında etraflı bir biçimde şu şekilde ortaya koymuştur:

“77. Anayasa’nın 19. Maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

78. Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13. Maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 19. Maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).

79. Anayasa’nın 13. Maddesinde temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan Anayasa’nın 19. Maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 13. Ve 19. Maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, § 43; Halas Aslan, § 55).

80. Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasında; suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri belirtilmiştir (Halas Aslan, § 57).

81. Buna göre tutuklama ancak ‘suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler’ bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olguların niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/2/2013, § 72).

82. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konması her zaman mümkün olmayabilir. Zira tutmanın bir amacı da kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ve/veya kovuşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek, B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87; Halas Aslan, § 76). Bu nedenle yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Bu bakımdan suç isnadına ve dolayısıyla tutuklamaya esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).

83. Bununla birlikte şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve sendika özgürlükleri ile siyasi faaliyette bulunma hakkı gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hâllerde tutuklamaya karar veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerekir. Buradaki özen yükümlülüğüne riayet edilip edilmediği Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 116; bu yöndeki denetim sonucunda verilen ihlal kararı için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, §§ 71-82; kabul edilemezlik kararları için bkz. Mustafa Ali Balbay, § 75; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, § 93; İzzettin Alpergin [GK], B. No: 2013/385, 14/7/2015, § 46; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 124, 133, 142).

84. Öte yandan Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının ‘kaçma’ ya da ‘delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini’ önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte anayasa koyucu, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ‘bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde’ ibaresine yer vermek suretiyle hem tutuklama nedenlerinin Anayasa’da ifade edilenlerle sınırlı olmadığını belirtmiş hem de bunların dışında bir tutuklama nedeninin ancak kanunla düzenlenmesini mümkün kılmıştır (Halas Aslan, § 58).

85. Tutuklama nedenlerinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun’un 100. Maddesinde tutuklama nedenleri sayılmıştır. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46; Halas Aslan, § 59). Bununla birlikte başlangıçtaki bir tutuklama için Anayasa ve Kanun’da öngörülen tutuklama nedenlerinin dayandığı tüm olguların somut olarak belirtilmesi -işin doğası gereği- her zaman mümkün olmayabilir (Selçuk Özdemir [GK], § 68).

86. Diğer taraftan Anayasa’nın 13. Maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ‘ölçülülük’ ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ‘tutuklamayı zorunlu kılan’ ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir (Halas Aslan, § 72).

87. Ölçülülük ilkesi, ‘elverişlilik’, ‘gereklilik’ ve ‘orantılılık’ olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; gereklilik, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını; orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

88. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 100. Maddesinde; işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması hâlinde tutuklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir (Halas Aslan, § 72).

89. Ayrıca tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunun söylenebilmesi için tutuklamaya alternatif diğer koruma tedbirlerinin yeterli olmaması gerekir. Bu çerçevede -tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan- adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması hâlinde tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır. Nitekim bu hususa 5271 sayılı Kanun’un 101. Maddesinin (1) numaralı fıkrasında işaret edilmiştir (Halas Aslan, § 79).

90. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım (2), § 123).

91. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser Yıldırım (2), § 124). Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 101. Maddesinin (2) numaralı fıkrasında; tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Halas Aslan, § 75; Selçuk Özdemir, § 67).”

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

92. Başvurucu 10/9/2016 tarihinde gözaltına alınmış, emniyet ve Savcılıktaki işlemlerinin ardından Hâkimliğe sevk edilmiş ve 23/9/2016 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince sorgusu yapıldıktan sonra tutuklanmıştır.

93. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, FETÖ/PDY’nin medyadaki yapılanmasına yönelik yürütülen bir soruşturma (bkz. § 12) kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından 5271 sayılı Kanun’un 100. Maddesi uyarınca tutuklanmıştır (bkz. § 29). Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

94. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

95. Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe girişiminde bulunulduğu, kamu makamları ve yargı organlarının olgusal temellere dayanarak bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY’nin olduğunu değerlendirdikleri hususlarında bir kuşku bulunmamaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri,§§ 12-25).

96. Bu kapsamda FETÖ/PDY’nin farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik soruşturmaların yapıldığı, çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı bilinmektedir. FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak yürütülen soruşturmalar kapsamında başvurucu hakkında da tutuklama tedbirine başvurulmuş, kamu davası açılmış ve mahkûmiyet hükmü kurulmuştur (bkz. §§ 37, 40, 45).

97. İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin olarak başvurucunun 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY’nin yayın organlarında ve bu örgütün amaçları doğrultusunda sürekli olarak açıklamalarda bulunması, böylelikle bu darbe girişimine zemin hazırlaması ve bir televizyon programındaki konuşmasıyla da bunu açıkça ortaya koyduğu ifade edilmiştir (bkz. § 30).

98. Bu kapsamda temel olarak başvurucunun Can Erzincan TV’de yayımlanan programdaki konuşmasıyla darbe yapılması için kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ve Cumhurbaşkanı’nın yaptığı işlerle darbenin önünü açtığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamaya gerekçeolarak başvurucunun programda yaptığı “…Türkiye’de gerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor…” şeklindeki sözlerine vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (bkz. § 30). 14 Temmuz gecesi yapılan bu programın darbe girişimine zemin hazırlamak ve bunun için kamuoyunun algısını şekillendirmek amacıyla yapıldığı belirtilmiştir. Programın yayımlanmasının ertesi günü ise askerî bir darbe teşebbüsü gerçekleşmiştir. Tutuklama kararında bu durum, suça konu edilen ve darbeye zemin hazırlamak olarak nitelendirilen sözleri söylerken başvurucunun darbe teşebbüsünü önceden bildiğinin göstergesi olarak kabul edilmiştir (bkz. § 30).

99. Başvurucunun darbe teşebbüsünden önce değişik tarihlerde yazdığı yazılar ile de askerî darbe kalkışmasına zemin hazırladığı ve askerî darbe girişimini bildiği ileri sürülmüştür. Bu kapsamda başvurucu 12/5/2016 tarihinde yayımlanan “Mutlak Korku” başlıklı yazıda “ …sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz, bedeli biraz ağır oluyor ama … biteceğini bilmek yine de iyi…”, 27/6/2016 tarihinde yayımlanan “Ezip Geçmek” başlıklı yazıda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir bürokrat ile yaptığı ileri sürülen sohbetinde iç savaş çıkmasını istediğini belirterek “…Sarayın duvarları top mermileri ile çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur…” şeklinde konuşmalarda bulunmuştur.

100. Öte yandan başvurucunun genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinin 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY’nin amaçlarını gerçekleştirmek ve kamuoyu oluşturmak amacıyla yayın hayatına başladığı, bu amaçla gazetede örgütün emir ve talimatları doğrultusunda haberlere yer verildiği ileri sürülmüştür. Bu suçlamaya gerekçe olarak Balyoz darbe planına ilişkin haberlerin bu anlayış çerçevesinde gazetenin manşetinden günlerce verilmesi, Ergenekon, askerî casusluk, amirallere suikast, Oda TV, Poyrazköy ve karargâh evleri gibi davaların haberleştirilerek kamuoyu oluşturulmaya çalışılması, bu haberler üzerine açılan soruşturmalar ve sonrasında yapılan yargılamalar sonucunda millî ordunun tasfiye edilerek tasfiye edilenlerin yerine getirilen -15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunan- FETÖ/PDY mensuplarının orduda yükselmesine ve TSK’nın kontrol altına alınmasına neden olunması gösterilmiştir. Genel yayın yönetmeni olan başvurucunun gazetenin yayın politikasını belirlemesi nedeniyle söz konusu yayınların oluşturduğu gelişmelerden (FETÖ/PDY’nin eylemlerinden) sorumlu olduğu ifade edilmiştir.

101. Buna ek olarak gazetenin yaptığı yayınlarla FETÖ/PDY’nin yargı ayağı olduğu belirtilen 7 Şubat 2012 ve 17/25 Aralık süreçlerinde yapmış olduğu Hükûmeti devirme girişimlerinde de aktif rol aldığı ve yaptığı yayınlarla kamuoyu oluşturmaya çalıştığı, darbe teşebbüsünden sonra bu örgütün yayın organları olarak bilinen Zaman ve Bugün gibi gazeteler ile Samanyolu TV, Kanaltürk ve Bugün TV gibi televizyonlarla birlikte hareket ettiği ileri sürülmüştür.

102. Soruşturma mercilerince ayrıca başvurucunun sahipliğini ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesi ile FETÖ/PDY’nin irtibatının bulunduğuna, bu irtibat dolayısıyla Taraf gazetesinin yayınlarının örgüt mensuplarının görüşleri doğrultusunda gerçekleştirildiğine dair tanık anlatımlarına dayanıldığı görülmektedir. Bu kişilerden gizli tanık Söğüt’ün FETÖ/PDY’nin istişare heyeti üyelerinden ve medya yapılanmasının en üst güçlü isimlerinden biri olan A.K.nın gazeteci M.B., gazetenin imtiyaz sahibi B.A ve başvurucu ile sürekli görüştüğünü, gazetenin basımının önceleri başka gazetelere ait matbaalarda yapıldığını ancak daha sonra A.K.ya ait matbaanın ve matbaa binasının B.A. tarafından satın alınmasıyla A.K.nın gazete ile irtibatının 2009 yılında başladığını, B.A. ile sık sık telefonla görüştüğünü, on beş günde bir A.K.nın gazeteye gidip geldiğini, beraberinde dosyalar ve kapalı zarflar getirdiğini, A.K.nın B.A.yı telefonla arayarak bir haber göndereceğini söylediğini ve bu haberin birinci sayfadan yayımlanmasını istediğini,2012 yılında gazetede Fetullah Gülen’e atfen yayımlanan bir haber nedeniyle A.K.nınbaşvurucuyu aradığını ve haber nedeniyle (bu haberde A.K. başvurucuya Fetullah Gülen’in Ergenekon’dan tutuklanan birisi için üzüldüğünü ama müdahale etmediğini söylediği ifade edilmiştir) bağırmaya başladığını ve yazıyı değiştirmesini istediğini, bunun üzerine başvurucunun gazetede Fetullah Gülen’den özür dileyen bir yazı yazdığını ifade etmesi gösterilmiştir (bkz. § 39). Anayasa Mahkemesi Selçuk Özdemir başvurusunda; FETÖ/PDY üyesi olmakla suçlanan bazı şüphelilerin ifadelerinde, hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatının olduğuna ve bu yapılanmaya mensup olduğuna yönelik anlatımlarını başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli bir belirti olarak kabul etmiştir (Selçuk Özdemir, § 75).

103. Son olarak başvurucunun darbe girişimi öncesi FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticilerinden biri olduğu gerekçesiyle hakkında kamu davası açılan S.S.nin kurucusu olduğu ve FETÖ/PDY’nin yayın organı olan haberdar.com isimli haber sitesinde yazılar yazmasına ve FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticilerinden olduğu belirtilen kişiler arasında ByLock üzerinden yapılan yazışmaların içeriğine dayanıldığı görülmektedir. ByLock üzerinden yapılan yazışmalarda FETÖ/PDY ile bağlantılı olarak başvurucuyla ilgili bazı olgulara yer verilmiştir (bkz. § 43).

104. Bu itibarla başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce bir TV’deki konuşmaları, son dönemdeki yazıları ve Taraf Gazetesindeki konumu ile bu konumun ilişkisini anlatan gizli tanık beyanlarının birlikte değerlendirilmesinde soruşturma mercilerince belirtilen bu olguların FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfî olduğu söylenemez.

105. Başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar da dâhil olmak üzere somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır.

106. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken suça ilişkin kanunda öngörülen ceza miktarına, isnat edilen suçun katalog suçlar arasında olmasına, kaçma şüphesinin bulunmasına ve adli kontrolün yetersiz kalacak olmasına dayanıldığı görülmektedir.

107. Başvurucunun tutuklanmalarına karar verilen Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu Türk hukuk sisteminin öngördüğü en ağır yaptırım olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmektedir. İsnat edilen suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 275). Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun’un 100. Maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasındadır.

108. Darbe teşebbüsü sonrasındaki koşullar dolayısıyla soruşturma konusu olaylara ilişkin delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir. Bu dönemde ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazladır (Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 271, 272;Selçuk Özdemir,§§ 78, 79).

109. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden özellikle kaçma şüphesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerden yoksun olduğu söylenemez.

110. Son olarak başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa’nın 13. Ve 19. Maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım (2), § 151).

111. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 64).

112. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suç için öngörülen cezanın miktarını, işin niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

113. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrası ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

114. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin, bu hakka dair Anayasa’da (13. Ve 19. Maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa’nın 15. Maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Celal Mümtaz AKINCI, M.Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.

3. Sulh Ceza Hâkimliklerinin Bağımsız ve Tarafsız Hâkim İlkelerine Aykırı Olduğuna İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

115. Başvurucu; tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız mahkeme güvencesini sağlamadığını, bu mahkemelerin yürütme organının bir aracı hâline geldiğini ileri sürmüştür.

116. Bakanlık görüşünde; bu hâkimliklerin de diğer tüm mahkemelerde olduğu gibi Anayasa’nın öngördüğü biçimde mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına uygun olarak teşkilatlandırılmış olduğu, hâkimliklerin yapılanması ve işleyişinde tarafsız davranamayacakları sonucuna ulaşılmasını gerektiren herhangi bir unsur bulunmadığı belirtilmiştir.

117. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bu bölümdeki iddialarına ilişkin olarak ek bir açıklamada bulunmamıştır.

b. Değerlendirme

118. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim güvencesini sağlamadıkları, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıkları ve tutukluluğa itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle getirdiğine ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh ceza hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2), §§ 64-78, 94-97).

119. Somut başvuruda, aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

120. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

4. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

121. Başvurucu; soruşturma dosyasına ilişkin kısıtlama kararı nedeniyle hakkındaki iddiaların tamamına vâkıf olamadığını, bu nedenle tutuklamaya karşı etkili bir şekilde itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

122. Bakanlık görüşünde; başvurucuya hakkındaki suçlamaların ayrıntılı olarak anlatılmak suretiyle müdafi huzurunda savunma yapma imkânının verildiği, tutuklanmasına temel teşkil eden iddiaların somutlaştırılarak sorulduğu, başvurucunun bu iddialarla ilgili gerekli gördüğü değerlendirmesini yaptığı belirtilmiştir. Bakanlığa göre başvurucu bu delilleri yeterince değerlendirerek bunlara karşı etkili bir şekilde itirazda bulunma imkânını kullanmıştır. Bakanlık bu nedenlerle şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

123. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bu bölümdeki iddialarına ilişkin olarak ek bir açıklamada bulunmamıştır.

b. Değerlendirme

124. Anayasa’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” kenar başlıklı 19. Maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”

125. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa’nın 19. Maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

i. Uygulanabilirlik Yönünden

126. Başvurucunun şikâyetlerine konu kısıtlama kararının verildiği belirtilen soruşturma dosyasında başvurucuya yöneltilen suçlama, olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren olaylarla ilgilidir. Bu nedenle kısıtlamanın hukuki olup olmadığı, bir başka ifadeyle kararın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle kısıtlamanın Anayasa’nın 19. Maddesinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecektir.

ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden

127. Anayasa Mahkemesi, soruşturma dosyalarına erişime yönelik olarak verilen kısıtlama kararlarının tutuklu kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarına karşı itirazda bulunma hakkı üzerindeki etkisini birçok kararında incelemiştir. Bu kararlarda, öncelikle yakalanan veya tutuklanan kişiye yakalama ya da tutuklama sebeplerinin ve hakkındaki iddiaların bildirilmesi gerektiği, ancak buradaki bildirim yükümlülüğünün isnat edilen suçlamalara esas tüm bilgi ve delilleri kapsamadığı belirtilmiş; bu bağlamda başvurucunun tutuklamaya konu suçlamalara ilişkin temel unsurları bilip bilmediği dikkate alınmıştır (Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 168-176; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 105-107; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 248-257).

128. Başvuru formunda soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı bulunduğu ileri sürülmüş ancak bu kararın savcılık ya da hangi mahkeme tarafından hangi tarihte verildiğine ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır. Başvurucu bununla birlikte 11/10/2016 tarihinde kısıtlılık kararının kaldırılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Bakanlık, soruşturma dosyası hakkında kısıtlılık kararının bulunmadığına yönelik bir görüş sunmamış; aksine bu kararın varlığının başvurucunun tutuklamaya karşı etkili itiraz hakkını engellemediğini ifade etmiştir.

129. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda herhangi bir bilgi veya belge bulunmamakla birlikte İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği 3/5/2017 tarihi itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun’un 153. Maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır (bkz. § 40).

130. Soruşturma aşamasında başvurucuya yöneltilen suçlamalar ve tutuklamaya konu edilen olaylar; başvurucunun 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce yayımlanan bir televizyon programındaki konuşması, “Mutlak Korku”, “Ezip Geçmek” “Montezuma ve “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklı köşe yazıları ve genel yayın yönetmenliğini yürüttüğü dönemde Taraf gazetesinde Balyoz darbe planıyla ilgili yayımlanan haberlerdir. Bu suçlamaların içeriğinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ifade alma işlemi sırasında başvurucuya sorulan sorularda açıklandığı ve başvurucunun ifadesinde anılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı bir şekilde beyanda bulunduğu görülmektedir (bkz. §§ 18, 19).

131. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 21/9/2016 tarihli tutuklama talep yazısı incelendiğinde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı şekilde açıklamalara yer verildiği görülmektedir. Bu bağlamda suça konu edilen olaylarla ilgili bilgi ve delillere yer verilmiş, bu eylemlerin hukuki niteliğine yönelik olarak da değerlendirmelerde bulunulmuştur (bkz. § 21). Anılan talep yazısı sorgu işlemi öncesinde İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuş, ayrıca sorgu tutanağında başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun sorgu sırasında suçlama konusu olaylarla ilgili anlatımda bulunduğu, sorulan sorulara cevap verdiği; sorgu sırasında hazır bulunan başvurucu müdafilerinin ise suçlamaların esasıyla ilgili savunma yaptıkları görülmektedir (bkz. § 26). Hâkimlik, tutuklama kararında da tutuklamaya konu edilen suçlamalarla (eylemlerle) ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur (bkz. §§ 29, 30). Ayrıca başvurucunun tutukluluğuna yönelik yapılan itiraz dilekçesinde de usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir biçimde beyanda bulunulmuştur. Dolayısıyla başvurucunun ve müdafilerinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu sonrasında erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.

132. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya veya müdafilerine bildirilmiş ve başvurucuya bunlara karşı savunma ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında birkaç ay devam eden soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlılık nedeniyle başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının kabulü mümkün görülmemiştir.

133. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kısıtlama kararı nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

134. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi suretiyle yapıldığı belirtilen müdahalenin Anayasa’da (özellikle 19. Maddenin sekizinci fıkrasında) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa’nın 15. Maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

5. Tutukluluğa İtiraz İncelemesinin Duruşmasız Olarak Yapıldığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

135. Başvurucu, tutukluluğa yaptığı itirazın ve tutukluluk incelemesinin duruşma yapılmaksızın incelendiğini ve bu durumun etkili başvuru/itiraz hakkını engellediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

136. Bakanlık görüşünde, her bir tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılması durumunda sistemin işlemez hâle geleceği ve başvurucunun tutuklama gerekçelerine yönelik her türlü hukuki değerlendirme ve itirazlarını yapma imkânına sahip olduğu belirtilmiştir.

137. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bu bölümdeki iddialarına ilişkin olarak ek bir açıklamada bulunmamıştır.

b. Değerlendirme

i. Uygulanabilirlik Yönünden

138. Olağanüstü hâl ilanına konu olaylar kapsamında suçlanan başvurucunun tutukluluğa itirazının incelendiği tarihte olağanüstü hâl devam etmektedir. Bu itibarla başvurucunun tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi, Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle tutukluluğa itiraz incelemesinin yapılış şeklinin Anayasa’nın 19. Maddesinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecektir.

ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden

 (1) Genel İlkeler

139. Anayasa’nın 19. Maddesinin sekizinci fıkrasında belirtilen temel güvencelerden biri de tutukluluğa karşı itirazın hâkim önünde yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi hakkıdır. Zira hürriyetinden yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini, tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip olması, tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını sağlayacaktır. Bu nedenle kişi, bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak makul aralıklarla dinlenilmeyi talep edebilmelidir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, 2012/1158, 21/11/2013, § 66; Devran Duran, § 88).

140. Öte yandan 5271 sayılı Kanun’un 101. Maddesinin (5) numaralı fıkrası ile 267. Maddesine göre resen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm kararlar, mahkeme önünde itiraza konu olabilmektedir (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 269). Tutukluluğa ilişkin kararların itiraz incelemesi bakımından aynı Kanun’un 271. Maddesinde itirazın kural olarak duruşma yapılmaksızın karara bağlanacağı, ancak gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekilin dinlenebileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre tutukluluk incelemelerinin ya da tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşma açılarak yapılması hâlinde şüpheli, sanık veya müdafiinin dinlenmesi gerekmektedir (Devran Duran, § 89).

141. Bununla birlikte tutukluluğa ilişkin her kararın itirazının incelenmesinde veya her tahliye talebinin değerlendirilmesinde duruşma yapılması ceza yargılaması sistemini işlemez hâle getirebilecektir. Bu nedenle Anayasa’da öngörülen inceleme usulüne ilişkin güvenceler, duruşma yapmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 73; Devran Duran, § 90 ).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

142. Başvurucu, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2016 tarihinde tutuklanmış; bu karara 28/9/2016 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde incelemenin duruşmalı olarak yapılması talep edilmiştir. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği duruşma yapmaksızın dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 7/10/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir.

143. Buna göre İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucunun sorgusunun yapıldığı, tutuklama talebine karşı başvurucunun ve müdafilerinin beyan ve taleplerinin sözlü olarak alındığı, başvurucunun yüzüne karşı tutuklanmasına karar verildiğinin açıklandığı tarih (23/9/2016) ile İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutukluluğa yönelik itirazının duruşmasız olarak incelendiği tarih (7/10/2016) arasında yalnızca on beş gün bulunmaktadır.

144. Anayasa Mahkemesi de daha önce verdiği kararlarda, tutukluluğa itiraz incelemesinin başvurucunun dinlenmesinden 1 ay 28 gün sonra duruşmasız olarak yapılmasının Anayasa’nın 19. Maddesinin sekizinci fıkrasını ihlal etmediğini belirtmiştir (Mehmet Haberal, § 128).

145. Resen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm kararlar bir başka mahkeme önünde itiraza konu edilebilmektedir. Böyle bir sistemde başvuruya konu dava bakımından tüm itirazların duruşmalı incelenmesi tutukluluk bakımından yargılamanın itiraz merciinde tekrar edilmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verildiği tarihten on beş gün sonra yapılan itiraz incelemesinin duruşmasız olmasının çelişmeli yargılama ilkesini ihlal ettiği söylenemez.

146. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

147. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması suretiyle yapılan müdahalenin Anayasa’da (özellikle 19. Maddenin sekizinci fıkrasında) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa’nın 15. Maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

C. İfade ve Basın Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

148. Başvurucu; soruşturmaya konu edilen ve tutuklamaya dayanak oluşturan hususların tamamen televizyon konuşması ve yazılardan ibaret olduğunu, bu konuşma ve yazılarından dolayı tutuklanması nedeniyle ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

149. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesinin daha önce verdiği kararlara atfen başvurucunun ifade özgürlüğü kapsamındaki beyanları nedeniyle tutuklandığı şikâyetinin özünün, hakkında kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklandığı iddiası kapsamında kaldığı, başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının bulunduğu, kanunun açık ve öngörülebilir olduğu, kamu düzeni ve kamu güvenliği bakımından meşru bir amacının bulunduğu belirtilmiştir. Bakanlık; başvurucunun salt gazetecilik faaliyeti dolayısıyla tutuklanmadığını, suç teşkil eden eylemleri nedeniyle gözaltına alındığını ve tutuklandığını ifade etmiştir. Bakanlık ayrıca başvurucunun uzun zamandır örgütsel yapının medya üzerinden kamuoyunu yönlendirme, darbe hazırlama yönündeki amaçlarına bilinçli olarak katkı verdiği dikkate alındığında uygulanan tedbirin demokratik toplumda gerekli olduğunu vurgulamıştır.

150. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Hükûmet ve Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştirisinin darbeye zemin hazırlamak olarak değerlendirilmesinin ifade özgürlüğünün özel bir ihlalini oluşturduğunu ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

151. Başvurucun tutuklanmasına neden olan suçlama olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren olaylarla ilgilidir. Bu itibarla tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlükleri üzerindeki etkisinin incelenmesi, Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında müdahalenin başta Anayasa’nın 13., 26. Ve 28. Maddeleri olmak üzere diğer maddelerde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa’nın 15. Maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

152. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

153. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken öncelikle tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığını değerlendirmekte; sonrasında tutuklamanın hukukiliğine ya da tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 92-100; Hidayet Karaca, §§ 111-117; Mehmet Baransu (2), §§ 157-164; Günay Dağ ve diğerleri, §§ 191-203; Mehmet Haberal, §§ 105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, §§ 61-75; Faysal Sarıyıldız, B. No: 2014/9, 3/1/2014, §§ 61-75; İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014, §§ 60-74; Gülser Yıldırım, B. No: 2013/9894, 2/1/2014, §§ 60-74).

154. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu ve ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 106-127). Bu kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.

155. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. Ve 28. Maddeleri bağlamında ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

156. Buna göre başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa’da (26. Ve 28. Maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa’nın 15. Maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Celal Mümtaz AKINCI, M.Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Yakalama ve gözaltına almanın hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

4. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

5. Tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

6. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

7. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 19. Maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Celal Mümtaz AKINCI, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Anayasa’nın 26. Ve 28. Maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Celal Mümtaz AKINCI, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 3/5/2019 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, 23/9/2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından dolayı tutuklanmıştır. Başvurucu tutuklanmasının hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyetleri kapsamında kalan eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkememiz çoğunluğu başvurucunun tutuklanmasının kuvvetli suç şüphesini gösteren olgulara dayandığını ve ölçülü olduğunu belirterek herhangi bir hak ihlali olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

2. Başvurucu Türkiye’de bilinen bir yazar ve gazetecidir. Muhtelif tarihlerde yazdığı yazılar ve yaptığı konuşmalarda suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmıştır. Kanaatimce söz konusu yazıların ve konuşma içeriğinin kuvvetli suç belirtisi oluşturduğuna dair ilgili ve yeterli gerekçeler soruşturma makamlarınca ortaya konulamamıştır.

3. Öncelikle belirtmek gerekir ki, gazeteci ve yazarların açıkladıkları görüşler şiddeti, terörü veya terör örgütünü övme ya da nefret söylemi içerme gibi bir mahiyet taşımadıkça tutuklamaya konu olamaz. Demokratik toplumda ne kadar “sert” ve “aykırı” olursa olsun sırf ifade edilen görüş ve düşüncelerden dolayı tutuklama tedbirine başvurulması kabul edilemez. Aksi takdirde çoğulcu demokrasinin olmazsa olmazı olan ifade ve basın hürriyetlerinin korunması imkansız hale gelecektir.

4. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin tutuklamanın hukukiliği denetimini yaptığı kararlarda sıklıkla vurguladığı gibi şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade ve basın özgürlükleri gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hallerde tutuklamaya karar veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerekir (bkz. Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 118; Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 83).

5. Eldeki başvuru tam da bu nitelikte bir başvurudur. Başvurucuya isnat edilen eylemlerin ifade ve basın özgürlükleri kapsamında olduğu noktasında ciddi iddialar olduğu gibi somut olayın koşullarından da durumun bu şekilde olduğu anlaşılabilmektedir. Bu nedenle kuvvetli suç şüphesi belirlenirken çok daha titiz olunması, kuvvetli delil olarak kabul edilen yazı ve konuşmaların bütünlüğü içinde, bağlamlarından koparılmadan değerlendirilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde bir yazı ya da sözden dolayı sorumluluk belirlenirken söz konusu ifadeye objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemeli, olgusal temeli olmayan bir takım tahmin ve varsayımlara dayalı suçlamalar yapılmamalıdır (bkz. Bekir Coşkun [GK], B.No: 2014/12151, 4/6/2015, § 63; Mehmet Hasan Altan (2), § 224).

6. Başvurucunun tutuklanmasına gerekçe olarak sunulan olgulardan biri 14 Temmuz 2016 tarihinde konuk olarak katıldığı Can Erzincan TV’de yayınlanan “Özgür Düşünce” adlı programda yaptığı konuşmadır. Başvurucunun bu konuşmayla darbe yapılması için kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamaya gerekçe olarak da başvurucunun “…Türkiye’de gerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor…” şeklindeki sözleri gösterilmektedir.

7. Anayasa Mahkemesinin yaklaşımı, söylenen sözün ya da yazılan yazının kuvvetli suç belirtisi teşkil edip etmediğini belirlerken bunları bütünlük içinde ve bağlamında değerlendirmek şeklindedir. Nitekim bu yaklaşımla Mahkeme aynı programdaki konuşması suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak sunulan Mehmet Hasan Altan’ın başvurusunda tam zıt istikamette bir sonuca ulaşmıştır (Mehmet Hasan Altan (2), §§ 139-142). Söz konusu kararda programın geneli ve başvurucunun suçlama konusu sözleri bakımından şu tespitler yapılmıştır:

“139. Başvurucunun A.N.I. ile birlikte sunuculuğunu yaptığı “Özgür Düşünce” adlı bu programda, farklı konularda Hükumete yönelik ağır eleştirilerin dile getirildiği ve özellikle Hükumetin hukuka uymadığının vurgulandığı görülmektedir. Söz konusu programda, A.N.I. ile programa konuk olarak katılan A.H.A. [Ahmet Hüsrev Altan] arasında Hükumetin bazı mensupları ve üst düzey bürokratların konuşmalarının kimi ülkeler tarafından yasa dışı telefon veya ortam dinlemesi yoluyla kayıt altına alınıp İnternet üzerinden yayımlandığının konuşulduğu bir sırada başvurucu -araya girerek- diyaloğa katılmıştır. Başvurucu öncelikle dinlemelerin sadece teknolojik imkanlar kullanılarak yapılmamış olabileceğini , -mevcut siyasal yönetimi kastederek- hukuk dışı yöntemlerle devletin ele geçirilmesinin mümkün bulunmadığını belirtmiş ve sonrasında suça konu edilen sözleri sarf etmiştir (bkz. § 34).

140. Başvurucunun sarf ettiği sözlerin içeriği ve bağlamı, anılan sözler öncesinde ve sonrasında diğer konuşmacılar ile başvurucu tarafından dile getirilen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; bu sözlerin -tereddütsüz bir şekilde- darbe çağrısı olarak nitelendirilmesi ve başvurucunun bunları ertesi gün gerçekleşecek olan darbe teşebbüsünü bilerek kamuoyunu buna hazırlamak amacıyla söylediğinin kabul edilmesi zordur. Aksi durumda kullanılan sözlere, objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde anlamlar yüklenmesi sonucu doğabilir (bkz. § 224). Nitekim programdaki konuşmalarda Hükumetin, iki yıl sonra yapılacak seçimlerde veya seçim öncesinde iktidar partisinden bir kısım milletvekilinin bir başka siyasetçiyle birlikte yeni bir parti kurması sonucunda değişebileceğine yönelik öngörülerde bulunulmuştur (bkz. § 34).”

8. Hiç kuşkusuz aynı programa katılan konuşmacılardan birinin konuşmaları şuç işlendiğine dair kuvvetli belirti oluşturmazken başka bir konuşmacınınki oluşturabilir. Dahası aynı konuşmacının bir sözü kuvvetli belirti olmazken, başka bir sözü olabilir. Ancak her durumda suç teşkil ettiği ileri sürülen sözlerin konuşmanın bütünlüğünden ve bağlamından soyutlanarak değerlendirilmemesi gerekir. Yukarıda yapılan alıntının son cümlesinde yer alan değerlendirmeler başvurucuya aittir. Başvurucu, suçlamaya konu sözlerinden önce aynı programda “Erdoğan iki sene sonra gidecek. Seçim geliyor, iki sene sonra seçimde ne olacağını kimse bilemez” şeklinde, konuşmacılardan birinin “iki seneye kadar da ne olacağı belli değil” sözleri üzerine de “Ya belli değil de, elli tane AKP’li milletvekili biz Akşener ile parti kuruyoruz dese, ayrılsa, bütün sistem sarsılıyor” şeklinde konuşmuştur. Daha da önemlisi, suçlamaya konu sözlerinin devamında başvurucu şunları söylemiştir: “Yani şehirlerin yönetiminde mesela generallere sivillerden öncelik tanıyan bir yasa çıkarttı. İsterse general şehri yönetecek. Bu EMASYA denilen planı bir daha canlandırdı. Ayrıca sen eğer askerlerin yargılanmasını izne bağlarsan eee adam darbe hazırlığını çok daha rahat yapar. Yani kim yargılayacak ki darbe yaparsa? Çok daha işleri kolay her türlü”.Başvurucunun “askeri vesayetle ele ele çalışıyorlar” diye suçladığı hükümete yönelik sözlerini bir bütün olarak ve bağlamında değerlendirdiğimizde, bunları “darbeye zemin hazırlamak” şeklinde nitelendirmek ve suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak görmek mümkün değildir.

9. Diğer yandan başvurucu bu sözleri canlı yayında söylemiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi canlı yayınlanan radyo veya televizyon programlarında sarfedilen sözlerden dolayı sorumluluk belirlenirken canlı yayının sözleri yeniden formüle etme veya süzgeçten geçirme imkanı vermediğinin de dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir (Reznik/Rusya, B.No: 4977/05, 4/4/2013, § 44). Anayasa Mahkemesi de bu görüşü benimseyerek canlı yayın ortamında “kullanılan ifadelerin kamuya duyurulmadan önce yeniden formüle edilmesi veya değiştirilmesi ya da geri alınması imkanının bulunmadığının da gözetilmesi” gerektiğini vurgulamıştır (Mehmet Hasan Altan (2), § 141).

10. Başvurucunun farklı tarihlerde kaleme aldığı iki yazı da çoğunluk tarafından kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun 12/5/2016 tarihinde yayınlanan “Mutlak Korku” başlıklı yazısında yer alan “Sanırım bir piyesin son perdesini seyrediyoruz. Bedeli biraz ağır oluyor ama … Biteceğini bilmek yine de iyi.” Şeklindeki ifadeleri ile 27/6/2016 tarihinde yayımlanan “Ezip Geçmek” başlıklı yazıda yer alan “…Sarayın duvarları top mermileri ile çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur…” şeklindeki sözleri, kendisinin darbe teşebbüsünü bildiğinin ve darbeye zemin hazırladığının somut delili olarak kabul edilmiştir.

11. Her iki yazı da bağlamı içinde ve bir bütün olarak değerlendirildiğinde bunların siyasi iktidara yönelik ağır eleştiri ve kendi açısından “uyarı” mahiyetinde olduğu görülmektedir. Yazılardan ilkinde (“Mutlak Korku”) başvurucu, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’ya uymayan, yasama, yürütme ve yargıyı bütünüyle kendine bağlayan, toplumsal hayatın her alanına müdahale eden, sadece düşmanlarını değil dostlarını da tasfiye eden, bununla birlikte mutlak korkuya kapılan birine dönüştüğünü, bu mutlak korkunun iktidarların sonunu getirdiğini, ülke ve kendisi açısından en iyisinin “yeniden anayasal sınırlar içine dönmesi” olduğunu, ancak bunun için “galiba geç kalındığı”nı eleştirel bir dille anlatmaktadır. İkinci yazıda (“Ezip Geçmek”) ise başvurucu, Cumhurbaşkanı’nın bir bürokratla yaptığı ileri sürülen konuşmasında iç savaş çıkabileceği uyarısı karşısında “çıksın, ezip geçerizdediğini,iç savaş hakkında en küçük bilgisinin olmadığını, bunun bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket olduğunu, savaştan daha korkunç olduğunu, Bosna’da, Ruanda’da, Suriye’de yaşananlara bakılması gerektiğini, iç savaşta kardeşin kardeşi vurduğunu, iç savaşın tüm ülkeyi vuracağını ifade ettikten sonra “Ona göre davranın” diye yazısını tamamlamaktadır.

12. Yukarıda belirtildiği gibi bir ifadeden dolayı sorumluluk belirlenirken söz konusu ifadeye objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemesi gerekir. Soruşturma makamları bu iki yazının birkaç cümlesinden hareketle başvurucunun darbe teşebbüsünden haberdar olduğunu ve darbenin zeminini hazırladığını söylerken bunun olgusal temellerini ortaya koyamamışlardır.

13. Başvurucuya yöneltilen suçlamalardan biri de bir dönem genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinde FETÖ/PDY terör örgütünün amaçları doğrultusunda yayın yaptığı, bu amaçla örgütün emir ve talimatları doğrultusunda haberlere yer verdiği iddiasıdır. Kuşkusuz başvurucunun terör örgütünün amaçları doğrultusunda ve onun talimatlarıyla yayın yaptığına dair somut delillerin bulunması tutuklama tedbirinin ön şartı olan kuvvetli suç şüphesinin varlığı için yeterlidir. Ne var ki, başvurucunun savunmaları karşısında, soruşturma makamları tutuklamaya konu yazı ve haberlerin terör örgütünün amaçları doğrultusunda ve örgütün emir ve talimatları sonucunda yayınlandığına dair olguları ortaya koyabilmiş değillerdir.

14. Başvurucunun televizyon konuşması ve yazıları dışında da suçlamaya konu diğer bazı olgulara yer verilmiştir. Bir gizli tanık ifadesinde başvurucunun Taraf gazetesinin genel yayın yönetmeniyken FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasının üst düzey yetkililerinden biriyle sık sık görüştüğünü, bu kişinin gazeteye onbeş günde bir uğradığını, dosyalar ve kapalı zarflar getirdiğini söylemiştir. Ancak başvurucunun söz konusu şahısla sadece iki kez görüştüğünü söylemesi, bunun aksine bir bilgi ve belgenin de ortaya konmamış olması ve en önemlisi gazetenin yayınlarının örgütün amaçlarıyla uyumlu şekilde yapıldığının gösterilememiş olması karşısında anılan gizli tanık ifadesinin kuvvetli belirti olarak kabulü zordur.

15. Öte yandan bazı üçüncü kişiler arasındaki “Bylock” yazışmalarında başvurucu hakkında değerlendirmeler yapıldığı görülmektedir. Bununla birlikte somut olayın koşulları ve başvurucu hakkında kullanılan ifadelerin içeriği dikkate alındığında bunların tek başına suç şüphesini gösterir kuvvetli bir belirti olarak değerlendirilmesi mümkün değildir (aynı yönde bkz. Mehmet Hasan Altan (2), § 147).

16. Tüm bu nedenlerle soruşturma makamlarının ortaya koyduğu gerekçeler kapsamında somut olayda “suç işlendiğine dair kuvvetli belirti”nin yeterince ortaya konulamadığı, dolayısıyla başvurucunun tutuklanmasının hukukilik şartını sağlamadığı kanaatini taşımaktayım. Kuvvetli suç şüphesinin varlığı olağanüstü halin ilan edildiği dönemde de tutuklamanın ön şartı olmaya devam ettiği için, somut olayda başvurucunun tutuklanması Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında değerlendirildiğinde de anılan hakkın ihlaline sebep olmaktadır.

17. Diğer yandan başvurucu esas itibariyle farklı tarihlerde yayınlanan bazı yazılarından ve bir televizyon konuşmasından dolayı tutuklanmıştır. Hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukukilik şartını sağlamadığı tespiti ışığında, tutuklama gibi ağır bir tedbirin ifade ve basın hürriyetleri bakımından demokratik toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

18. Mahkememizin benzer başvurularda ifade ettiği gibi demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük değerlendirmesi yapılırken ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerin başvurucu ve genel olarak basın üzerindeki muhtemel “caydırıcı etkisi” de dikkate alınmalıdır (Şahin Alpay, § 140). Bir gazeteci olan başvurucunun yazılarından ve televizyon konuşmasından dolayı tutuklanmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği açıktır.

19. Olağan dönemde ifade ve basın özgürlüklerini ihlal eden müdahalenin, olağanüstü dönemde Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında “durumun gerektirdiği ölçüde” görülmesinin mümkün olup olmadığı da ayrıca değerlendirilmelidir. Bu kapsamda tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yukarıda değerlendirme yapılmış ve suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olduğu ortaya konulmadan tutuklama tedbirinin uygulanmasının durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale olmadığı sonucuna varılmıştır. Somut başvuruda ifade ve basın özgürlükleri yönünden de bu sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durumun bulunduğu söylenemez.

20. Sonuç olarak, açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 19. Maddesinde güvenceye alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 26. Ve 28. Maddelerinde korunan ifade ve basın hürriyetlerinin ihlal edildiği kanaatini taşıdığımdan çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

Başkan

Zühtü ARSLAN

 

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasında; suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri belirtilmiştir. Tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/2/2013, § 72).

2. Buna ek olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13. Maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 19. Maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54). Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “tutuklamayı zorunlu kılan” ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir (Halas Aslan, § 72).

3. Tutuklanan kişiye isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve sendika özgürlükleri ile siyasi faaliyette bulunma hakkı gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olduğu hususunda ciddi iddiaların bulunduğu veya bu durumun somut olayın koşullarından anlaşılabildiği hâllerde tutuklamaya karar veren yargı mercilerinin kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerekir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 116; bu yöndeki bir ihlal kararı için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, §§ 71-82.)

4. Ayrıca tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunun söylenebilmesi için tutuklamaya alternatif diğer koruma tedbirlerinin yeterli olmaması gerekir. Bu çerçevede-tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan- adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması hâlinde tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır.

5. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Özgürlük ve güvenlik hakkı” başlıklı 5. Maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümünde “kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde” tutuklamanın meşru olduğu hükme bağlanmıştır.

6. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, §§ 92-102) kararında daha da genişleterek ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekliliğine karar vermiştir.

7. AİHM’e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86, 30/8/1990, § 32; O’Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34).

8. Başvurucu İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 23.09.2016 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır.

9. Mahkememiz çoğunluğu, başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce bir televizyon kanalındaki konuşmaları, son dönemdeki yazıları ve Taraf Gazetesindeki konumu ile bu konumun ilişkisini anlatan gizli tanık beyanlarının birlikte değerlendirilmesi sonucunda soruşturma mercilerince belirtilen bu olguların FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul etmiştir (§ 104). Bu kapsamda başvurucunun darbe teşebbüsünü bildiği, kamuoyu oluşturma amacına dönük olarak yazılar yazıp, konuşmalar yaptığı belirtilmiştir. Darbeden kısa bir süre önce bir TV kanalında sarf ettiği sözler ve o dönemde kaleme aldığı bazı yazılarındaki kimi ibareler ve ifadeler kuvvetli suç belirtisi olarak çoğunlukça kabul edilmiştir.

10. Her şeyden önce, bir ifadeyi kullanan kişinin sorumluluğu belirlenirken söz konusu ifadeye, objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde anlamlar yüklenmemelidir. Bu çerçevede olgusal bir temelden yoksun olan tahmin ve varsayımlardan kaçınılmalıdır (Şahin Alpay, B. No: 2016/16092,11/1/2018, §130).

11. Uzun bir süredir köşe yazarlığı yapan başvurucunun yazı ve konuşmalarında kendisine isnat edilen suçu işlediği yönünde somut bulguların ortaya konulması gerekmektedir. Başvurucunun yazı ve konuşmalarında kullandığı bazı ibarelerin kuvvetli suç belirtisi olarak görülmesi soyut bir değerlendirmeden öteye gitmemektedir. Başvurucunun yazı ve konuşmaları ile nasıl ve ne şekilde suçu işlediği arasındaki bağın ve etkileşimin çok kuvvetli bir şekilde olgusal olarak ortaya konulması gerekmektedir. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 101. Maddesinin (2) numaralı fıkrasında; tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği belirtilmiştir(Halas Aslan, § 75).

12. Somut başvuruda tutuklama gerekçesi olarak başvurucunun bazı yazı ve konuşmalarında kullandığı kimi ibareler, ağır eleştirel ifadeler ve üslubunun sertliğinden başka olgusal olarak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir herhangi bir delil gösterilmemiştir. Dolayısıyla gösterilen gerekçeler ilgili ve yeterli olmaktan uzaktır.

13. Başvurucunun konuşma ve yazılarında kullandığı ve kuvvetli suç belirtisi olarak nitelendirilen bazı ibareleri kullanıldıkları bağlamdan kopararak ve yer aldıkları metinden soyutlayarak değerlendirmek bizi hatalı sonuçlara götürecektir. Bu ibarelerin kullanıldığı metinlere bir bütün olarak yaklaşmak ve metinlerin temel mesajlarına odaklanmak gerekmektedir. Bu şekilde bakıldığında başvurucunun yazı ve konuşmalarının ana mesajının darbe çağrısı veya ona zemin hazırlamaktan ziyade ağır eleştiriler yönelttiği bazı siyasilerin uyguladıkları politikaların ve benimsedikleri söylemlerin ülkede bir iç karışıklığa neden olma ihtimali ve bunun sonuçlarını kamuoyuna aktarmak olduğunu söyleyebiliriz. Bir darbe tehlikesinden bahsetmekle bir darbeyi desteklemek aynı şey değildir. Aksi takdirde darbe tehlikesinden, iç karışıklardan bahseden herkes, ilerde bunların gerçekleşmesi halinde bu olaylara destek verdiği, zemin hazırladığı suçlamasıyla karşı karşıya gelebilir.

14. Halkın özellikle kamuyu ilgilendiren tartışmalara katılımının sağlanması demokratik toplum için vazgeçilmez niteliktedir. Bunun için kamuyu ilgilendiren tartışmalara ilişkin her türlü fikir ve bilginin yayılabilmesi, halkın da bunlara ulaşabilmesi gerekir. Bu bağlamda ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumda ayrı bir önemi bulunmaktadır. Zira anılan özgürlük sadece basının fikir ve bilgileri yaymasına değil halkın bunlara ulaşmasına da imkân sağlar(İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 56-58, 82; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 49-51, 61-63; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 45-47, 57-58).

15. AİHM’de açıklanan görüşler soyut bir şekilde ifade edildiğinde şiddeti, şiddet yollarına başvurmayı veya kanlı eylemleri teşvik ve tavsiye etmiyorsa bunların demokratik bir toplumda cezalandırılmasına gerek olmadığına pek çok kararında vurgu yapmıştır (Sürek/ Türkiye (No. 4) [BD], No. 24762/94, § 60, 8/7/1999; Gül ve diğerleri/Türkiye, No. 4870/02, §§ 41 ve 42, 8/6/2010).

16. Konuşma ve yazıların içeriğindeki bazı ibarelerden hareketle öznel bir değerlendirme yapılması ifade ve basın özgürlükleri üzerinde caydırıcı bir etki yaparak bu özgürlükleri anlamsız hale getirerek basının kamuoyu üzerindeki gözetleyici rolünün gerçeklemesine zarar verecektir. Bu yazı ve konuşmalar sert, eleştirel ve gazetecilik etiği açısında sorunlu görülebilecek bir üslup ile ifade edildiği söylenebilirse de bunların hiçbirinde başvurucu açıkça şiddeti ve terör eylemlerini teşvik edecek bir dil kullanmamıştır. Başvurucunun yaptığı şiddet çağrısı içermeyen, sadece yaşanan olaylara ilişkin gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamında görülmesi gereken haber, röportaj ve sosyal medya açıklamalarıdır. Yapılan haberler ve gerçekleştirilen röportajın haber değeri olduğu açıktır ve bunların kamuoyunu yakından ilgilendiren tartışmalar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Soruşturma makamlarının, başvurucunun kullandığı ifadeleri adeta çok genişleterek görünüşlerindekinin ötesinde bir anlam yüklemediğini söyleyemeyiz.

17. Somut başvuruda Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde kuvvetli suç belirtisinin oluşmadığı kanaatine varıldığından tutuklamanın ölçülülüğü konusunda ayrıntılı bir değerlendirme yapılmayacaktır. Bununla beraber, bir an için kuvvetli suç şüphesinin ortaya konulduğunu varsaysak bile olayımızda tutuklama tedbirinin ölçülü olmadığını da söylemek gerekir.

18. Bilindiği üzere kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13. Maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 19. Maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının tespit edilmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54). Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “tutuklamayı zorunlu kılan” ibaresiyle de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir (Halas Aslan, § 72).

19. Başvurucunun uzun bir süre boyunca ikna edici ve yeterli olarak nitelendirilemeyecek gerekçelerle tutuklu kalması üstün bir kamu yararına hizmet etmediği gibi söz konusu tedbirlerin her halükarda güdülen meşru amaçlar ile orantılılık içinde olmadığını ve bu niteliği dolayısıyla da demokratik bir toplumda gerekli olmadığı açıktır.

20. Somut başvuruda suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler somut olgularla ortaya konulmadan başvurucunun sadece yazı ve konuşmalarındaki dil, üslup ve kullandığı bazı ibarelere dayanılarak hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin olarak Anayasa’nın 26. Ve 28. Maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

21. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin olağanüstü halin uygulanmakta olduğu bir dönemde devreye sokulduğu dikkate alındığında, bu tedbirin aynı zamanda Anayasa’nın 15. Maddesi ile uyumlu olup olmadığını da değerlendirmek gerekir. Anayasa Mahkemesi daha önceki pek çok kararında OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa’nın 15. Maddesinin suç işlendiğine dair kuvvetli belirtilerin varlığı ortaya konulmadan gerçekleştirilen tutuklamaları meşru kılmadığına, böyle bir tutuklama tedbirinin uygulanmasının durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale olmadığına karar vermiştir (Şahin Alpay, §§ 105-110; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, §§ 152-157; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, §§ 83-89; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, §§ 83-88).

22. Benzer şekilde Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında Anayasa’nın 15. Maddesinin, suç işlendiğine dair belirtilerin varlığı ortaya konulmadan gerçekleştirilen tutuklamalar yoluyla ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahaleyi meşru kılmadığını kabul etmiştir (Şahin Alpay, §§ 143-146; Mehmet Hasan Altan (2), §§ 238-241).

23. Sonuç olarak, başvurunun kabul edilebilir olduğu ve Anayasa’nın 15. Maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında somut olayda tutuklama için gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığından başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile Anayasa’nın 26. Ve 28. Maddelerindeki düşünceyi açıklama ve basın hürriyetinin ihlal edildiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

 

 

 

 

Başkanvekili

Engin YILDIRIM

 

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, diğer ihlal iddiaları yanında, kendisine uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Çoğunluk kararında tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak başvuru kabul edilebilir bulunduktan sonra, başvurucunun Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrası ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

2. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan on yedi şüpheli hakkında FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma sürecinde başvurucunun İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 23.09.2016 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir.

3. Tutuklama kararında başvurucunun tutuklanma koşulları bulunup bulunmadığı konusunda birçok hususa yer verilmiştir (bu konuda detaylar için bkz.: § 30). Akabinde ise yaptığı değerlendirmeden hareketle Hakimlik başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna ulaşmıştır.

4. Tutuklamanın hukukiliği konusunda Anayasa Mahkemesi çoğunluk görüşünde başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce bir televizyon kanalındaki konuşmaları, son dönemdeki yazıları ve Taraf Gazetesindeki konumu ile bu konumun ilişkisini anlatan gizli tanık beyanlarının birlikte değerlendirilmesi sonucunda soruşturma mercilerince belirtilen bu olguların FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfî olduğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir (§ 104).

5. Çoğunluk kararında suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak başvurucunun FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimini bildiği iddiası asıl odaklanılan husus olarak öne çıkmaktadır. Çoğunluk kararında darbe yapılması için kamuoyu oluşturmaya çalıştığı soruşturma dosyasındaki kimi olgulardan hareketle şu şekilde ifade edilmiştir:

 “Bu kapsamda temel olarak başvurucunun Can Erzincan TV’de yayımlanan programdaki konuşmasıyla darbe yapılması için kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ve Cumhurbaşkanı’nın yaptığı işlerle darbenin önünü açtığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamaya gerekçe olarak başvurucunun programda yaptığı ‘… Türkiye’de gerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor…’ şeklindeki sözlerine vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (bkz. § 30). 14 Temmuz gecesi yapılan bu programın darbe girişimine zemin hazırlamak ve bunun için kamuoyunun algısını şekillendirmek amacıyla yapıldığı belirtilmiştir. Programın yayımlanmasının ertesi günü ise askerî bir darbe teşebbüsü gerçekleşmiştir. Tutuklama kararında bu durum, suça konu edilen ve darbeye zemin hazırlamak olarak nitelendirilen sözleri söylerken başvurucunun darbe teşebbüsünü önceden bildiğinin göstergesi olarak kabul edilmiştir (bkz. § 30).

Başvurucunun darbe teşebbüsünden önce değişik tarihlerde yazdığı yazılar ile de askerî darbe kalkışmasına zemin hazırladığı ve askerî darbe girişimini bildiği ileri sürülmüştür. Bu kapsamda başvurucu 12/05/2016 tarihinde yayımlanan ‘Mutlak Korku’ başlıklı yazıda ‘ …sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz, bedeli biraz ağır oluyor ama … biteceğini bilmek yine de iyi …’, 27/6/2016 tarihinde yayımlanan ‘Ezip Geçmek’ başlıklı yazıda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir bürokrat ile yaptığı ileri sürülen sohbetinde iç savaş çıkmasını istediğini belirterek ‘… Sarayın duvarları top mermileri ile çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur …’ şeklinde konuşmalarda bulunmuştur.” (§§ 98-99).

6. Bu bağlamda başvurucunun özellikle Can Erzincan TV’deki konuşmasında sarfettiği “… Türkiye’de gerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor…” ifadesi ve yazdığı yazılardan “Mutlak Korku” başlıklı yazıdaki “ …sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz, bedeli biraz ağır oluyor ama … biteceğini bilmek yine de iyi …” ifadesi ile “Ezip Geçmek” başlıklı yazısındaki “… Sarayın duvarları top mermileri ile çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur …” ifadesi ilk bakışta açıkça kuvvetli suç şüphesi noktasında değerlendirilebilecek nitelikte görülebilir. Ancak, başvurucunun gerek TV konuşmasındaki ifadesini ve gerekse yazılardaki ifadeleri hangi bağlamda kullandığını, cümlelerin öncesini ve sonrasını da dikkatli biçimde okuyarak değerlendirmek gerekir. Bahse konu ifadeleri konuşma ve yazıları bütünü içerisinde değerlendirmek yerine bağlamından kopararak sadece belli cümleleri esas almak hukuken isabetsiz sonuçlara ulaşmaya sebebiyet verecektir.

7. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru incelemesi sürecinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını değerlendirirken bahse konu ifadelerin geçtiği TV konuşması ve yazılarının bütününü dikkate alarak değerlendirme yapması gerekmektedir. Ancak çoğunluk kararında bu biçimde bir değerlendirme yapılmamıştır. Kanaatimizce bu ifadelerin içinde geçtiği konuşma ve yazıların her biri bir bütün olarak değerlendirildiğinde bunların darbe yapılması amacıyla kamuoyu oluşturmaya veya darbeye zemin hazırlamaya yönelik oldukları söylenemeyecektir. Bahse konu televizyon konuşması ve yazılar bir bütün olarak okunup değerlendirildiğinde bunlardan bu biçimde darbeyi arzulayan ve iç savaşı olumlu gören bir yaklaşım çıkarmanın sorunlu olacağı daha rahat anlaşılacaktır.Bu nedenle de bu ifadeler suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilemezler. Oysa dosyada yer verilen delillerden darbeyi teşvik eden, olumlu gören bir yaklaşımın açık biçimde ortaya konulabilmesi gerekir ki bu olguların bir suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabulü mümkün olabilsin.

8. Çoğunluk kararında yukarıdaki temel iddialara ek olarak, bunlara destek mahiyetinde başvurucunun genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinin 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY’nin amaçlarını gerçekleştirmek ve kamuoyu oluşturmak amacıyla yayın hayatına başladığı ifade edilerek genel yayın yönetmeni olan başvurucunun gazetenin yayın politikasını belirlemesi nedeniyle söz konusu yayınların oluşturduğu gelişmelerden ve dolayısıyla FETÖ/PDY’nin eylemlerinden sorumlu olduğu hususuna yer verilmiştir. Yine aynı mahiyette genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf Gazetesi ile FETÖ/PDY’nin irtibatının bulunduğuna, bu irtibat dolayısıyla Taraf Gazetesinin yayınlarının örgüt mensuplarının görüşleri doğrultusunda gerçekleştirildiğine dair tanık anlatımlarına yer verilmiştir.

9. Oysa dosyadaki bu iddialar temel gerekçeyi destekleyici nitelikte sunulmuşlardır. Soruşturma dosyasındaki asıl iddia 15 Temmuz 2016 tarihli FETÖ/PDY yapılanmasının darbe girişimi olduğuna göre bu bağlamda başvurucunun 2012 yılında genel yayın yönetmenliği yapmasını kuvvetli suç şüphesi ve tutuklamada delil olarak kabul etmek sorun teşkil etmektedir. Pekala Taraf Gazetesinin yayın politikası ve gerçekleştirdiği yayınlar suç unsuru taşıyorsa soruşturma konusu yapılabilir. Ancak bu bağlamda çoğunluk kararında ve aynı zamanda Hakimliğin tutuklama kararındaki temel sorun 2016 yılındaki darbe girişimine yönelik başvurucunun tutuklanmasında asıl dayanak olarak sunulan yazılar ve bir televizyon konuşması yanında dört yıl önceki bir genel yayın yönetmenliğinin de destekleyici mahiyette kullanılmaya çalışılmasıdır. Aynı sorun gizli tanık olan birisinin 2012 yılındaki bir olayı anlatması hususu ve bunun da tutuklamada delil olarak kullanılması için de ifade edilebilir.

10. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin olağanüstü halin uygulanmakta olduğu bir dönemde devreye sokulduğu dikkate alındığında, bu tedbirin aynı zamanda Anayasa’nın 15. Maddesi ile uyumlu olup olmadığını da değerlendirmek gerekir. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ya da bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesine imkan sağlayan Anayasa’nın bu hükmü açısından değerlendirildiğinde, bu hükmün olağanüstü dönemlerde dahi Anayasa’nın 19. Maddesinin üçüncü fıkrasındaki güvencelere daha fazla müdahaleyi mümkün hale getirmediğini ve bu yönüyle de Anayasa’nın 15. Maddesinin başvurucu hakkında bahse konu tedbiri meşru kılmadığını belirtmek gerekir (Benzer yönde bkz. Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11.1.2018, §§ 152-158; (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11.1.2018, §§ 105-110).

11. Benzer şekilde uygulanan tutuklama tedbiri ile başvurucunun ifade ve basın hürriyeti ihlal edildiği için bu özgürlüklere yapılan müdahale de Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında değerlendirilmelidir. Kanaatimizce Anayasa’nın 15. Maddesi somut dosyada başvurucunun ifade ve basın hürriyetine de bu nedenle daha fazla müdahaleyi meşru kılmamaktadır (Benzer yönde bkz. Mehmet Hasan Altan (2) §§ 238-242; Şahin Alpay, §§ 143-147).

12. Dolayısıyla yukarıda sıralanan nedenlerle, dosyada ileri sürülen olguların Mahkememiz çoğunluk kararında suç işlendiğine dair kuvvetli bir belirti olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Bu nedenle başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının düzenlendiği Anayasa’nın 19. Maddesinin 3. Fıkrası bağlamında kendisine tanınan güvenceler ile Anayasa’nın 26. Ve 28. Maddelerindeki düşünceyi açıklama ve basın hürriyetinin ihlal edildiği kanaatiyle çoğunluk görüşüne katılmamaktayız.

 

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

Üye

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Mahkememiz, başvurucunun diğer ihlal iddiaları yanında, tutuklamanın hukukî olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade ve basın hürriyetleri kapsamındaki eylemlere ilişkin olması sebebiyle de bu hürriyetlerinin ihlal edildiği iddiaları ile ilgili olarak yaptığı bireysel başvuruda mezkûr hak ve hürriyetlerin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Başvuru konusu somut olayda, başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir.

Başvurucuya yöneltilen suçlamanın temelinde başvurucunun Taraf Gazetesinde genel yayın yönetmeni olarak terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmek için örgütün emir ve talimatları doğrultusunda haberlere yer verilmesinden ve yapılan yayınlar üzerine açılan soruşturmalar sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin FETÖ/PDY mensuplarının kontrolü altına girmesinden sorumlu olması gösterilmiş ve tutuklama kararında, başvurucunun anılan suçlara iştirak etmenin yanında 7 Şubat 2012 ve 17/25 Aralık 2013 süreçlerinde örgütün yayın organları ile birlikte hareket ettiği ve hakkında soruşturma yürütülen şüphelilerle ilgili olarak algı yönetimine başvurduğu belirtilerek başvurucunun 12/5/2016 ve 27/6/2016 tarihli iki yazısı ile 14/7/2016 tarihinde bir televizyon programında yaptığı konuşma da müsnet suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular olarak değerlendirilmiştir.

Başvurucu kendisine isnad edilen suçlamaları kabul etmemiş, görevinden ayrıldığı 2012 yılına kadar Taraf Gazetesinin anılan terör örgütüyle bir iltisakının bulunmadığını, darbe planları ile ilgili ses kayıtlarının gerçek olduğunu, bunları dinleyince planın gerçek olduğuna inanarak gazetede haber yapılmasına karar verdiğini, yazarlık hayatı boyunca darbelere, darbecilere ve askerî vesayete karşı çıktığını, darbeleri açığa çıkarmanın görevi olduğuna inandığı için anılan belgeleri yayımladığını, televizyon programındaki sözlerinin ve suçlama konusu yazılarının da eleştiri olduğunu, yazılarının ve sözlerinin bir kısmının alındığını, bu nedenle farklı anlamlar yüklendiğini ve bütünü içinde basın özgürlüğü kapsamında olduğunu savunmuştur. Soruşturma makamlarınca başvurucunun bu savunmalarının aksine somut olgular belirtilmediği gibi tutuklama kararında da Taraf Gazetesindeki yayınlar, haberler ve bir haber sitesindeki yazıları ile mezkûr televizyon programındaki bazı sözleri dışında bir bilgi veya belge gösterilmemiştir.

Başvurucunun tutuklanmasına dayanak olarak gösterilen olguların esas olarak gazete haberleri ve köşe yazıları ile bir televizyon programındaki konuşmalarından oluştuğu, soruşturma makamlarının bunların FETÖ/PDY’nin amaçları doğrultusunda ifade edildiğini ve başvurucunun 15 Temmuz darbe teşebbüsünden önce bu teşebbüsü bilerek darbe teşebbüsüne zemin hazırlamak ve kamuoyunu yönlendirmek amacıyla hareket ettiğini ileri sürdüğü görülmektedir.

Benzer suçlamalarla tutuklanan başka bir başvurucunun yaptığı bireysel başvuruda Mahkememizce verilen ihlal kararının gerekçesinde de belirtildiği üzere, “kural olarak bir kişinin düşüncelerini ifade etmesi terörle bağlantılı suçlamaların tek dayanağı olmamalıdır. Bir ifadenin terörle bağlantılı bir suçlamaya konu edilebilmesi için şiddete veya isyana çağrı mahiyetinde olması ya da bunlara teşvik edici, şiddeti ve terörü övücüveyahut meşrulaştırıcı nitelik taşıması gerekir” (B.No: 2017/6592, 2/5/2019, § 53). Yine aynı kararımızda vurgulandığı üzere, gazetecinin düşünce açıklamalarının suçlamaya konu edilmesi ve tutuklanması ancak bunların şiddete ve isyana çağrı niteliğinde olduğunun veya şiddeti ve terörü övücü ve meşrulaştırıcı mahiyet taşıdığının ya da nefret söylemi içerdiğinin ortaya konulduğu çok istisnai hâllerde meşru görülebilir;ilgilinin sorumluluğu belirlenirken tutuklamaya gerekçe olarak gösterilen ifadelerin bağlamından koparılarak değerlendirilmemesi, söz konusu ifadelere objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde anlamlar yüklenmemesi, olgusal temelden yoksun tahmin ve varsayımlardan kaçınılması gerekir (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 129-130).

Başvurucunun tutuklama kararına esas alınan yazılarında ve konuşmasında geçen suçlamaya konu ifadelerin incitici, şoke edici ve endişelendirici nitelikte olduğu kabul edilebilirse de sözü edilen yazıların ve konuşmaların bütünü içinde değerlendirildiğinde, söz konusu ifadelere objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde anlamlar yüklendiği anlaşılmaktadır (Mehmet Hasan Altan [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 140). Yukarıda belirtildiği üzere, bu konuda da soruşturma makamlarınca başvurucunun hayatın olağan akışına uygun savunmalarının aksi ortaya konulamamıştır.

Diğer taraftan tutuklama kararında, bu tedbire dayanak olarak gösterilen olguların Türk Ceza Kanununda öngörülen başka suçlar için kuvvetli belirti olarak kabul edilebileceği tartışılabilirse de, tutuklamaya esas olan suçlar bakımından bunun mümkün olmadığı görülmektedir.

Bu sebeplerle, eldeki belgelere göre ve tutuklama kararında belirtilen gerekçeler kapsamında somut olayda tutuklama için gerekli olan “suç işlendiğine dair kuvvetli belirti”nin yeterince ortaya konulamadığı ve ihlal kararı verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

Aynı şekilde, yukarıdaki gerekçelerle hukukîlik şartını sağlamadığını düşündüğüm tutuklama tedbirinin ifade ve basın hürriyetleri bakımından da demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemeyeceği, bu nedenle Anayasanın 26. ve 28. maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı olduğu görüşüyle çoğunluğun bu hürriyetlerin ihlal edilmediği yönündeki kararına da katılamıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

M. Emin KUZ

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Genel Kurul
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Ahmet Hüsrev Altan [GK], B. No: 2016/23668, 3/5/2019, § …)
   
Başvuru Adı AHMET HÜSREV ALTAN
Başvuru No 2016/23668
Başvuru Tarihi 8/11/2016
Karar Tarihi 3/5/2019
Resmi Gazete Tarihi 26/6/2019 - 30813
Basın Duyurusu Var

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Yakalama, gözaltı Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Tutulan kişinin yargı merciine başvuru hakkı (hakim önüne çıkarılma) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) İhlal Olmadığı
İfade özgürlüğü Terör örgütüne üye olma (TCK.314) İhlal Olmadığı
Kötü muamele yasağı Yakalama ve/veya gözaltı sırasında güç kullanımı Başvuru Yollarının Tüketilmemesi

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 91
4675 İnfaz Hakimliği Kanunu 5
3713 Terörle Mücadele Kanunu 3
2
1
5237 Türk Ceza Kanunu 314
311
309
220
4675 İnfaz Hakimliği Kanunu 6
4
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 141
4675 İnfaz Hakimliği Kanunu 1
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 271
270
153
109
101
142
3713 Terörle Mücadele Kanunu 5
KHK 684 Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 6
667 Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname 6

26.6.2019

BB 58/19

Bazı Gazeteciler Hakkında Uygulanan Tutuklama Tedbirlerinin Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı ile Basın ve İfade Özgürlüğünü İhlal Ettiği İddiaları

 

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 2/5/2019 ve 3/5/2019 tarihinde, gazeteci, gazete yöneticisi veya gazete çalışanı olan başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliği ile ifade ve basın özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını incelemiştir. Anayasa Mahkemesi,

Ahmet Hüsrev Altan  (B. No: 2016/23668), Ayşe Nazlı Ilıcak (B. No: 2016/24616), Mehmet Murat Sabuncu  (B. No: 2016/50969), Akın Atalay (B. No:2016/50970), Önder Çelik ve Diğerleri (B. No:2016/50971) başvurularında belirtilen hakların ihlal edilmediğine,

Ahmet Şık (B. No: 2017/5375) başvurusunda hak ihlali iddialarının kabul edilemez olduğuna,

Murat Aksoy (B. No: 2016/30112), Ahmet Kadri Gürsel  (B. No: 2016/50978) ve Ali Bulaç (B. No: 2017/6592) başvurularında ise söz konusu hakların ihlal edildiğine karar vermiştir.

 

1. Ahmet Hüsrev Altan, Ayşe Nazlı Ilıcak, Mehmet Murat Sabuncu, Akın AtalayÖnder Çelik ve Diğerleri Başvuruları

 İddialar 

Başvurucular; uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi 

A. Ahmet Hüsrev Altan Başvurusu

Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında eski Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan başvurucunun 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY'nin yayın organlarında ve bu örgütün amaçları doğrultusunda sürekli olarak açıklamalarda bulunduğu, böylelikle bu darbe girişimine zemin hazırladığı ve bir programındaki konuşmasıyla da bunu açıkça ortaya koyduğu ifade edilmiştir.

Başvurucunun darbe teşebbüsünden bir gün önce bir TV'deki konuşmaları, son dönemdeki yazıları ve gazetesindeki konumu ile bu konumun ilişkisini anlatan gizli tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde soruşturma mercilerince işaret edilen olguların FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi temelsiz ve keyfî olarak değerlendirilemez.

İsnat edilen suç için öngörülen cezanın miktarı, işin niteliği ve önemi de gözönünde bulundurularak uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı yönündeki mahkeme değerlendirmesi de keyfî ve temelsiz değildir. 

B. Ayşe Nazlı Ilıcak Başvurusu

Gazeteci olan başvurucu, FETÖ/PDY'nin medyadaki yapılanmasına yönelik yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin olarak başvurucunun 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY'nin yayın organlarında ve bu örgütün amaçları doğrultusunda yazılar yazdığı ve paylaşımlarda bulunduğu ifade edilmiştir.

Soruşturma mercilerinin; başvurucunun konumunu, söz konusu paylaşımların yapıldığı dönemi, paylaşımların içerik ve bağlamını dikkate alarak anılan ifadeleri FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul etmesinin temelsiz ve keyfî olduğu ifade edilemez.

C. Mehmet Murat Sabuncu Başvurusu

Darbe teşebbüsü sonrasında Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan başvurucuya isnat edilen suçlamanın temelinde gazetede yayımlanan manşet, haber ve yazılardan sorumlu olması gösterilmiştir. Ayrıca başvurucunun FETÖ/PDY yayın organlarına yapılan operasyonlara karşı çıkarak sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlarla bu örgütün mensuplarını mağdur gibi göstermeye çalıştığı, aynı şekilde paylaştığı mesajlarla PKK'nın propagandasını yapan yayın organına sahip çıktığı böylece anılan terör örgütlerine yardım ettiği iddia olunmuştur.

Başvurucunun gazetede sorumlu olduğu dönemde yayımlanan haber, yazı ve manşetler ile başvurucunun sosyal medya paylaşımlarında eleştirel olma ve haber yapmanın ötesinde süreklilik arz edecek şekilde devletin PKK ve FETÖ/PDY'ye karşı verdiği mücadeleyi zayıflatacak yayınlar yapıldığı, toplumu kamplaştırmaya yönelik mesajlar verildiği, anılan örgütlerin masum ve mağdur olarak gösterilmeye ve lehlerine algı oluşturulmaya çalışıldığı, böylece başvurucuya yüklenen suçun işlendiği yönünde tutuklama için gerekli olan kuvvetli belirtinin bulunduğu sonucuna varılmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

Ç. Akın Atalay Başvurusu

Tutuklama kararında Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulundaki değişiklikler sonrasında gazetenin devleti hedef aldığı, gazetede terör örgütlerinin propagandası sayılabilecek ve bu örgütler lehine algı oluşturabilecek birçok manşet, haber ve yazıya yer verildiği belirtilmiştir. Bu yayınlarından sorumlu olduğu ifade edilen ve gazetenin İcra Kurulu Başkanı olan başvurucu dâhil Vakıf yönetiminde bulunan şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Başvurucuya isnat edilen suçlamanın temelinde gazetede yayımlanan manşet, haber ve yazılardan, Vakıf ve Şirket yönetiminde bulunması, aynı zamanda İcra Kurulu başkanı olması dolayısıyla sorumlu olması gösterilmiştir. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin yayın organlarına yapılan operasyonlara karşı çıkarak sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlarla operasyonları etkisizleştirmeye çalışmak ve terör örgütü mensuplarını mağdur gibi göstermek suretiyle anılan terör örgütüne yardım ettiği iddia edilmiştir.

Suçlamaya konu yazı, haber ve sosyal medya mesajlarında kullanılan dil, yayımlandıkları tarihlerde toplumda algılanışı ve insanlar üzerindeki etkisi, yazıların bağlamıyla birlikte dikkate alındığında soruşturma makamlarının suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunduğu yönündeki değerlendirmesinin keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

D. Önder Çelik ve Diğerleri Başvurusu 

Cumhuriyet Vakfı yöneticileri olan başvurucular hakkındaki tutuklama kararında, Vakıf Yönetim Kurulundaki değişiklikler sonrasında gazetenin devleti hedef aldığı, bu kapsamda gazetede terör örgütlerinin propagandası sayılabilecek ve bu örgütler lehine algı oluşturabilecek birçok manşet, haber ve yazıya yer verildiği belirtilmiştir.

Başvurucuların konumları ile uzun zamandır gazetede görev almaları birlikte dikkate alınarak gazetenin yayın politikasının belirlenmesinde etkili oldukları ve gazetede yayımlanan haber ve yazılar nedeniyle sorumlu tutulabilecekleri sonucuna varıldığı görülmektedir.

Suçlamaya konu yazı, haber ve sosyal medya mesajlarında kullanılan dil, yayımlandıkları tarihlerde toplumda algılanışı ve insanlar üzerindeki etkisi, yazıların bağlamıyla birlikte dikkate alındığında soruşturma makamlarının başvurucuların suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunduğu yönündeki değerlendirmesinin keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

Yukarıda belirtilen tüm başvuruculara isnat edilen suçlara ilişkin kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir. 

Öte yandan tüm bu başvurularda, başvurucuların yalnızca ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldıkları ve tutuklandıkları iddiası yönünden derece mahkemelerinden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle söz konusu başvurular yönünden, Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile Anayasa'nın 26. ve 28. maddesinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

2. Ahmet Şık Başvurusu 

İddialar

Başvurucu, suçlamaya konu haber, yazı ve sosyal medya paylaşımlarının ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kalan eylemler olduğunu ve suç unsuru taşımadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Tutuklama kararında başvurucunun haber ve yazılarında haber aktarma amacının ötesine geçerek terör örgütlerinin söylemlerinin geniş kitlelere ulaşmasını sağladığı belirtilmiş ve kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu kanaatine varılmıştır.

Soruşturma makamlarının, örgütün ses getirmek ve adını gündemde tutmak amacıyla gerçekleştirdiği bir eylemi tam da işlendiği sırada failleriyle röportaj yapmak ve onların mesajını kamuoyuna duyurmak suretiyle suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak değerlendirmesi keyfî ve temelsiz değildir.

Darbe teşebbüsü sonrasındaki koşullar dolayısıyla soruşturma konusu olaylara ilişkin delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir. Bu dönemde ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazladır. Başvurucu yönünden özellikle kaçma ve delilleri etkileme şüphesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerden yoksun ve tutuklama tedbirinin ölçüsüz olduğu söylenemez.

Öte yandan başvurucunun yalnızca ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden derece mahkemelerinden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle bu başvuru yönünden Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile Anayasa'nın 26. ve 28. maddesinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

3. Murat AksoyAhmet Kadri Gürsel ve Ali Bulaç Başvuruları 

İddialar

Başvurucular, kendilerine isnat edilen suçların unsurlarının oluşmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, sosyal medya paylaşımları ve köşe yazıları nedeniyle tutuklanmaları nedeniyle de ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

A. Murat Aksoy Başvurusu 

Soruşturma makamları, başvurucunun yazı ve paylaşımlarının ifade özgürlüğü kapsamında olmadığını ortaya koyamamıştır. Yazı ve paylaşımlar genel olarak hükümetin eleştirilmesi, politikalarının kötülenmesi, siyasal olaylar üzerinde fikirlerin ifade edilmesi niteliğinde olup şiddeti ve terör eylemlerini teşvik edecek bir dilde değildir. 

Başvurucunun yazılarında savunduğu görüşlerin terör örgütünün söylem ve görüşleriyle paralellik göstermesi ve kimi noktalarda örtüşmüş olması tek başına suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilemez.

Suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan temelde gazetedeki yazılarına ve sosyal medya paylaşımlarına dayanılarak tutuklama tedbiri uygulanması ifade ve basın özgürlüklerini de ihlal eder.

B. Ahmet Kadri Gürsel Başvurusu

Soruşturma makamlarınca başvurucunun yayın danışmanı olması sebebiyle Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haber ve yazılardan sorumlu olduğu ileri sürülmüş ise de danışmanlıkla sınırlı bir görevin gazetenin yayın politikası üzerinde nasıl bir etkisinin bulunduğu açıklanmamıştır.

Başvurucunun yazısında, sert ve eleştirel bir üslup kullandığı söylenebilirse de açıkça şiddeti ve terör eylemlerini teşvik edici bir dil kullanılmamıştır. 

Öte yandan bir kimsenin terör örgütü ile bağlantılı suçlar nedeniyle hakkında soruşturma yapılan kişilerle görüşmüş olması tek başına suçlamaya konu edilebilecek bir husus değildir. Bunun için görüşmenin örgütsel faaliyet kapsamında yapıldığının ortaya konulmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucunun bu kişilerle görüşmesinin hangi amaçla yapıldığı soruşturma makamlarınca ortaya konulmamıştır. 

Tüm bu hususlar değerlendirildiğinde, derece mahkemesince gösterilen gerekçeler kapsamında suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır. Suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan temelde gazetedeki yazısına dayanılarak tutuklama tedbiri uygulanması ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin güvencelere aykırıdır.

C. Ali Bulaç Başvurusu

Başvurucunun tutuklanmasına dayanak gösterilen olguların temelde gazete yazılarından oluştuğu görülmektedir. Soruşturma makamları başvurucunun bu yazıları FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda yazdığını ileri sürmüşlerdir.

Başvurucunun yazıları şiddete ve isyana çağrı ya da nefret söylemi içermediği gibi terörü övücü ya da meşrulaştırıcı bir mahiyet de taşımamaktadır. Yazılar genel olarak Hükûmetin ve Hükûmet politikalarının eleştirilmesi, siyasal ve toplumsal olaylar üzerinde sübjektif nitelikteki ve toplumun bir kesimi tarafından rahatsız edici bulunan fikirlerin beyan edilmesinden ibarettir.

Başvurucunun söz konusu örgüte yakın bir gazeteci ve yazarlar vakfında mütevelli heyeti üyesi olması da tek başına örgütsel bağlantısı olduğunu göstermez.

Hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle söz konusu başvurucular yönünden, Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.

 

  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi