logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ahmet Hüsrev Altan [GK], B. No: 2016/23668, 3/5/2019, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

AHMET HÜSREV ALTAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/23668)

 

Karar Tarihi: 3/5/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 26/6/2019-30813

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Hüseyin TURAN

Başvurucu

:

Ahmet Hüsrev ALTAN

Vekili

:

Av. Veysel OK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/11/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine iletmiştir.

7. Birinci Bölüm tarafından 4/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, kamuoyunca tanınan bir gazeteci ve yazardır.

10. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

11. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).

12. Bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan on yedi şüpheli hakkında FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır.

13. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan soruşturma kapsamında 9/9/2016 tarihinde, başvurucunun konutunda ve aracında terör örgütüyle bağını ortaya çıkaracak delillerle suç konusu olabilecek diğer eşyalara el konulması amacıyla arama yapılmasına karar verilmesini talep etmiş ve bu talep, İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir.

14. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/9/2016 tarihinde, başvurucunun yakalanması ve otuz günü geçmemek üzere gözaltına alınması için (22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) 6. Maddesinin (l) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca) İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılı talimat vermiştir. Talimatın gerekçesi şöyledir:

Ülkemizde gerçekleşen FETÖ/PDY mensubu bir kısım şahıslarca darbe girişiminde bulunulması olaylarından bir gün önce, 14 Temmuz 2016 günü www.youtube.com isimli sosyal paylaşım sitesi üzerinden canlı yayın yapan Can Erzincan Tv isimli kanalda şüpheliler A.N.I. ve M.H.A. nın hazırlayıp sundukları ‘Özgür Düşünce’ isimli programa katılan [başvurucu] ile birlikte darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulundukları, bu söylemler kapsamında Türkiye Cumhuriyetini ve Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettikleri, darbenin gerçekleşeceğini beyan ettikleri, darbe girişimini terör örgütünce fikir ve eylem birliği içerisinde olmadan bilmelerinin ve bunu bir gün önce kamuoyu algısını şekillendirecek biçimde beyan etmelerinin mümkün olmayacağı, hiçbir demokratik düzende darbe girişimini desteklemenin veya darbeyle seçilmiş hükumeti tehdit etmenin basın veya ifade hürriyetiyle açıklanamayacağı, bu şekilde darbe girişiminde bulunan terör örgütü mensubu bir kısım asker şahıslarla birlikte iştirak halinde atılı suçları işledikleri [anlaşılmıştır.]

15. Başvurucu, bu karara istinaden 10/9/2016 tarihinde saat 08.45’te, konutunda gözaltına alınmıştır.

16. Başvurucunun konutunda ve aracında yapılan aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanmamıştır.

17. Başvurucu 10/9/2016 tarihinde, soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilerek sorgulanmaya başlanmış ancak Cumhuriyet savcısı huzurunda ifade vereceğini beyan etmesi üzerine ifadesi alınamamıştır. Başvurucu 21/9/2016 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur.

18. Başvurucu, ifadesi alınmak üzere 21/9/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlar açıklanmıştır. İfadesine esas olmak üzere başvurucuya darbe girişiminde bulunan FEFÖ/PDY mensubu askerlerden tanıdığı ve irtibat hâlinde olduğu kimsenin bulunup bulunmadığı, 14/7/2016 tarihinde yayımlanan televizyon programındaki konuşmasında sarf ettiği, Cumhurbaşkanı’nın darbe zeminini hazırladığı ve çok kısa sürede yönetimden gideceği yolundaki sözleri hangi amaçla söylediği, darbe girişiminden önceden haberdar olup olmadığı, 12/5/2016 tarihinde yayımlanan “Mutlak Güç”, 27/6/2016 tarihinde yayımlanan “Ezip Geçmek” ve 10/7/2016 tarihinde yayımlanan Montezuma başlıklı köşe yazılarına ilişkin açıklamalarının ne olduğu, kurucusu ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinde yayımlanan yazı ve haberlere kim ya da kimler tarafından karar verildiğive gazetenin kim tarafından finanse edildiği, sahte delillerle oluşturulduğu belirtilen Balyoz soruşturmalarının başlamasına neden olan haberlerin ilk olarak Taraf gazetesinde neden yayımlandığı, 3/3/2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklı köşe yazısına ilişkin açıklamasının ne olduğu ve 2008 yılında Taraf gazetesinde yer alan “Paşasının Başbakanı” manşeti ile ne anlatmak istediği şeklinde Başsavcılık tarafından sorular yöneltilmiştir.

19. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesinde isnat edilen suçlamaları kabul etmemiş ve sorulan sorulara karşı özetle aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur:

“… İrtibat halinde olduğum darbe girişimine iştirak eden personel bulunmamaktadır …

… Can Erzincan TVD smart platformu üzerinden yayın yapıyordu. Kamuoyunda Balyoz adıyla bilinen davada henüz kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmamaktadır. Dava bir darbe planının bulunduğu iddiasıyla İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcı vekili … tarafından …temyiz edilmiştir. … Görüldüğü gibi Balyozun bir darbe palanı olduğunu söyleyenin sadece ben olmadığım iktidar partisi yetkililerinin ve Cumhurbaşkanı’nın söylediği açıktır. [Burada bir kısım siyasetçilerin Balyoz darbe planının gerçek olduğuna ilişkin beyanlarına atıfta bulunulmuştur.] Eğer Balyoz darbe planının gerçekliğine inanmak suç ise adını saydığım siyasi yetkililerin suç işlediklerini kabul etmek gerekir …

 [‘Mutlak güç’, ‘Ezip geçmek’ ve ‘Montezuma başlıklı yazılarına ilişkin olarak] … Cumhurbaşkanı’nı … eleştirmenin darbecilikle ne tür ilişkisi olduğunu ne hukuki ne de mantıki bir zeminde anlayabilmiş değilim … Recep Tayyip Erdoğan bir siyasetçidir. Seçimle gelmiştir. Demokratik seçimle görevinden ayrılacaktır. Bunu söylemek, kendisini eleştirmek, bir yazar ve vatandaş olarak benim hakkım ve görevimdir. Eğer biz siyasetçileri eleştirmeyi darbecilikle suçlamaya başlar isek bu ülkedeki fikir özgürlüğünü yok eder … Benim bu yazılardan talebim Cumhurbaşkanı’nın anayasada tarif edilen görev tanımı içerisinde kalması, anayasanın dışına çıkmaması, anayasal yetkilerinin dışında yetki kullanmaması ve anayasaya saygılı bir Cumhurbaşkanı olarak görev yapmasıdır. Anayasayı savunarak nasıl darbeci olunabilir? … Bu yazılara baktığınızda anayasa, hukuk ve demokrasi savunması dışında hiç bir fikre rastlayamazsınız. Bu bir suç değildir …

 [Balyoz Darbe Planı’na ilişkin haberlerin ilk olarak 20/1/2010 tarihinde başvurucunun kurucusu olduğu Taraf Gazetesinde yayımlanan haberler üzerine başlamasıyla ilgili olarak] … 2012 senesinde Taraf gazetesinden ayrıldım. Yani KHK ile kapatıldığında gazeteyle bir ilişiğim kalmamıştır. Gazetenin finansesi benim bildiğim kadarıyla sahibi B.A. tarafından sağlanmıştır. Her gazetede olduğu gibi gazetenin birinci sayfasında çıkacak haberlere yazı işleri kendi arasında tartışarak karar verir. Son kararı da genel yayın müdürü verir. Gazetenin FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisakı yoktu. Ben gazeteyi yönetirkenböyle bir örgütte bulunmamakta idi …

2010 tarihinde (böyle bir örgütün) bulunmadığını ifade etmek isterim … Ayrıca Balyoz darbe planıyla ilgili dijital dokümanlar konusunda uzman değilim. Ancak darbe planın ayrıntısıyla anlatıldığı, kaç kişinin tevkif edileceği, hangi stadyumlara kapatılacağı gibi ayrıntıların yer aldığı ve siyasi parti liderlerinin derhal toparlanması gerektiğini söyleyen seminere katılan generallerin konuşmalara ilişkin ses kayıtları gerçektir. Zaten bu husus kendileri tarafından kabul edilmiştir. Ben de bu tapeleri dinleyince darbe girişiminin gerçek olduğuna inandım. Yine Balyoz davasına ilişkin mahkumiyet hükmü veren mahkemenin Taraf gazetesinden çıkan belgelere göre değil Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan çıkan belgelere göre karar verdiğini görürsünüz …

 [‘Ben buradayım benimle konuşun’ başlıklı yazısına ilişkin olarak] Söz konusu söylemim doğrudur … Ses kayıtlarına dayanarak planın gerçek olduğuna inandım. Söylemimin dayanağı budur. Yaklaşık 35 yıllık yazarım bütün yazı hayatım boyunca darbelere, darbecilere ve askeri vesayete karşı çıktım. Bundan dolayı yüzlerce defa yargılandım. Darbelerde insanların çektiği acıları bildiğim için herhangi bir darbecilik faaliyeti gördüğümde bunu açığa çıkarmanın sadece bir gazetecilik değil aynı zamanda insanlık görevi olduğuna inanırım.Balyozun belgelerini de bu nedenle yayınladım …

 [‘Paşasının başbakanı’ yazısına ilişkin olarak] … Biz o zaman bir baskınla ilgili belgeler yayınladık ve askerlerin iyi korunmadığını söyledik. Bunun üzerine Genel Kurmay Başkanı bir savaş gemisinin üstünde kuvvet komutanlarıyla birlikte çıkarak gazetemizi tehdit etmiştir … Gerçekleri açıklamasını istedik. İ.B. [Genel Kurmay Başkanı] gerçekleri açıklamadı ama Başbakan ona bu tartışmada destek oldu. Bu kadar hayati bir konuda askerlerin hayatı söz konusu iken gerçekleri açıklayan gazetecileri değil de gerçekleri saklayan bir generali koruması üzerine … yazıyı yazdık.”

20. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte “terör örgütünün amaç ve ideolojileri doğrultusunda süreklilik ve çeşitlilik arz eden faaliyetlerde bulunarak terör örgütünün darbe girişimine bürokrasi ve medya unsurları içerisindeki sivil ve asker örgüt ve yönetici ve üyeleriyle iştirak halinde katılarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işledi[ği] gerekçesiyle tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.

21. Tutuklama talep yazısında, öncelikle FETÖ/PDY’ye ilişkin genel bilgilere ve bu örgütün medyadaki yapılanmasına ilişkin açıklamalara yer verilmiş; akabinde başvurucuya isnat edilen suçlamalarla ilgili değerlendirmeler yapılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce Can Erzincan TV’de yayımlanan programdaki konuşmasına, (Başvurucunun bu konuşmada -kumpas olduğu anlaşılan- Balyoz soruşturmasınıaklamaya çalıştığı, bu olaya ilişkin devletin güvenliğiyle ilgili gizli belgeleri temin etme suçundan tutuklu bulunan bir gazetecinin gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklandığını söyleyerek Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığını iddia ettiği ve yapılacağını bildiği darbe girişimine ilişkin olarak kamuoyunda altyapı oluşturmaya çalıştığı iddia edilmiştir.) “Mutlak Korku”, “Ezip Geçmek” ve Montezuma başlıklı köşe yazılarına (Başvurucunun bu yazılarında Cumhurbaşkanı’na sürekli olarak diktatör yakıştırması yaptığı ve onun ülke yönetiminden gitmesi için kısa bir süre kaldığı şeklinde söylemlerde bulunarak toplumu FETÖ/PDY tarafından planlanan darbe girişimine hazırladığı ileri sürülmüştür.), genel yayın yönetmenliğini yürüttüğü dönemde Taraf gazetesinde Balyoz darbe planıyla ilgili yayımlanan başlıklar üzerine başlayan Balyoz soruşturmasına (20/1/2010 tarihinde Balyoz darbe planına ilişkin haberlerin ilk olarak künye bilgilerine göre kurucusunun başvurucu olduğu belirtilen Taraf gazetesinde yayımlandığı ve bu yayınla başlayan Balyoz soruşturmasıyla TSK içindeki FETÖ/PDY mensubu olmayan subayların tasfiye edilerek yerlerine bu örgüte mensup subayların getirildiği ve 15 Temmuzda gerçekleşen darbe girişimi için örgütün kendine zemin hazırladığı belirtilmiştir.) ve son olarak “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklı köşe yazısına (Başvurucu bu yazısında Balyoz darbe planlarının gerçek olduğuna inandığını ve bu planların getirilmesi hâlinde tekrar yayımlayacağını ifade etmiştir.) değinildiği görülmüştür.

22. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, isnat edilen suçların başvurucuya okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde Savcılık aşamasında verdiği ifadesine ek olarak “Hakkımdaki göz altı ve arama kararında sübliminal mesaj vermek suretiyle FETÖ örgütüne destek olduğum iddia edilmiştir. Subliminal kelimesinin anlamı, insan bilincinin algılamadığı mesajları bilinç altına yerleştirme anlamına gelmektedir. Bu skandal niteliktedir. Bilinç altına hükmetmem nedeniyle tutkulanmam isteniyor. Yine hakkımda balyoz davasına destek olmamdan dolayı örgütün faaliyetlerine katkıda bulunduğum iddia edilmektedir. Balyoz davası ile ilgili yargılama sonucunda verilen beraat kararının bir kısmı temyiz edilmiştir ve halen Yargıtay’da görüşülmeyi beklemektedir. Bu nedenle Balyoz davasının bir kumpas davası olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir.

Cumhurbaşkanı da Adalet Bakanı da darbe girişimi olduğunu kabul etmişlerdir …Uzun süredir yazarlık yapmaktayım ve 2012 yılına kadar da gazetecilik yapmıştım. Yazdığım yazılardaki amacım kötü giden devlet yönetiminin düzeltilmesine hizmet edecek yazılardır. Cumhurbaşkanı yada hükumeti eleştirmem beni darbeci yapmaz. Hayatım boyunca darbelere karşı çıkmışımdır. Bu nedenle darbecilerle birlikte olmam mümkün değildir. Yazmış olduğum iki adet yazı da kötü gidişatı eleştirmeye yöneliktir. Yazılardan bir kısmı alınmıştır. Bu nedenle farklı anlam yüklenmiştir. Yazdığım yazılar uyarı yazılarıdır. Basın özgürlüğü kapsamındadır … AğırCeza Mahkemesinde 52 yıl hapis cezası ile yargılanmaktayım. [Başvurucu Balyoz davası kapsamında Taraf Gazetesinde yayımlanan yazılar nedeniyle “devletin güvenliğine ilişkin gizli belge bulundurmak” suçundan hâlen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaktadır.] Buna rağmen kaçmadım. Ben örgüt üyesi değilim. İddiaları kabul etmiyorum. Fetullah Gülen ile hiç görüşmedim … Amacının ne olduğunu bilmiyorum. Darbe girişiminin FETÖ terör örgütünün gerçekleştirdiğini Genel Kurmay Başkanı’nın açıklamalarından biliyorum …” şeklinde beyanda bulunmuştur.

23. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 22/9/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanması talebini reddetmiştir. Bununla birlikte Hâkimlik başvurucunun adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“… [başvurucu] hakkında Balyoz davası aşamasında Taraf gazetesindeki eylemleri nedeniyle kamu davası açıldığı, yine aynı dava nedeniyle hakkında soruşturma yürütüldüğü, bu bakımdan aynı eylemler nedeniyle yeniden soruşturma yapılmasının ve soruşturma sırasında tutuklanmasının usul hükümlerine aykırı olduğu, … suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığının kabulüne yeterli olmadığı anlaşıldığından … [başvurucunun] serbest bırakılmasına,

CMK.nun 109/3. Maddesinin (b) bendi gereğince düzenli olarak her haftanın Pazartesi günleri saat 09:00 ila 17:00 saatleri arasında ikametine en yakın polis karakoluna müracaatla … İmza atarakmevcudiyetini ve kaçmadığını kanıtlamak suretiyle adli kontrol altına alınmasına,

CMK.nun 109/3. Maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendi gereğince ‘yurt dışına çıkmamak’ suretiyle adli kontrol altına alınmasına,

…”

24. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün Hâkimliğin bu kararına itiraz etmiş ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

25. Savcılığın itiraz gerekçesinde “şüphelinin, tutuklamanın reddi kararında belirtilen kamuoyunda Balyoz davası olarak bilinen davaya ilişkin eylemlerinin devletin güvenliğine ilişkin gizli belge bulundurmak eylemiyle ilgili olduğu, sahte belgelere ilişkin herhangi bir eylem iddiası bulunmadığı, bu nedenle mükerrer soru[ş]turmadan bahsedilemeyeceği, örgütsel eylemlerin bir bütün halinde suç vasıflarını tayin için bir arada değerlendirilmesi gerekeceği, …ayrıca şüphelinin son örgütsel eylemi olarak kabul edilen 14/7/2016 tarihli terör örgütünün ahr ve stratejisi kapsamında darbe çağırışımında bulunulması eylemiyle ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmadığı”ifade edilmiştir.

26. Anılan talebin kabulü üzerine başvurucu 23/9/2016 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinde hazır edilmiştir. Savcılığın talep yazısı sorgu işlemi öncesinde Hâkimlik tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, isnat edilen suçların başvurucuya okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur.

27.Başvurucunun sorgudaki ifadesi şöyledir:

“Suçlamaların ne olduğunu kavrayamıyorum, benim bildiğin hukuk eylemler ile ilgilenir, suç olan bir eylemi saptar ve kanıtlarını ortaya koyar, ben öyle bir dava ile karşı karşıyayım ki dehşet verici bir suçlama var, ama en küçük bir kanıt yok, bu dava öylesine kanıttan yoksun bir dava ki bir dava ki beni tutuklatmak için telaş içinde olan savcı bayram arefesinde sabaha karşı evime ‘insan bilincinin algılamayacağı mesajlar verdiğim’ suçlamasına dayandırmıştır, ben böyle bir suçlama ile gözaltına alındım, 12 gün terör şubenin nezarethanesindeyattım, 12 gün sonra mahkemeye çıkarıldım, fakat savcı davanın başlangıcındaki bu tuhaf ve mantıksız suçlamayı bir anda sihirbaztopu gibi ortadan yok etti, geriye bu suçlamaya bağlı olarak söylediğim diğer korkunç suçlamalar kaldı, terör örgütü üyeliği, TC. Hükümetini ortadan kaldırmak gibi bir suçlama kaldı, bu suçlamaları başlangıçta dediğim gibi insan bilincinin algılamayacağı mesajlara bağlamıştım. Beni tutuklatmak için büyük bir çaba ve arzu olduğunu görüyorum, ama sanıyorum ki bir mahkeme salonunda arzu ve çabalardan çok kanıtlar ile konuşmak gerekir, hukukun ve hukukun temelini oluşturduğu devletin ciddiyeti ve gücü belgelerde ve kanıtlardadır. Hakkımdaki suçlama ile ilgili bir tek kanıt yok, hakkımdaki suçlama ile ilgili bir tek kanıt olamaz, bu binadaki bütün savcılar biraraya gelse benim terör örgütünün üyesi olduğuma bir hükumeti gayri demokratik bir biçimde devirme çabasında bulunduğuma dair bir tek kanıtbulamaz. Bütün hukuk sistemine, bu adliye binasına, bu adliye binasında çalışan bütün hukukçulara şunu söylüyorum; hakkımda tek bir kanıt bulunmuyor, bu ülkede bir yazar sadece bir Savcı mantıkdışı nedenlerle tutuklanmasını istedi diye tutuklanırsa, bu o ülkenin hukuk sistemine, devletin ciddiyetine ve bu ülkeyi yönetenlerin bu ülkeyi yönetme kabiliyetlerine karşı bir hareket olur. Bu ülkenin hukukçuları yaşadıkları ülkenin hukukunu ve devletini ve insanlarını korumakla yükümlüdür. Kanıtsız olarak sadece bir savcı öfke duyuyor diye bir yazarı korkunç suçlarla tutuklarsanız, bu ülkede hukuka olan inancı sarsarsınız. Bu ülkeyi ve ülkeyi yönetenleri hem kendi vatandaşları karşısında hem dünya karşısında zor duruma düşürürsünüz. Eğer bir yazarı bir tek kanıt bile olmadan sadece öyle istiyor bir Savcı diye tutuklarsanız, bu ülkenin yaşadığı 15 Temmuz faciasının soruşturmasını gayri ciddi bir hale getirir, yolundan saptırır ve bu soruşturmanın ciddiyetle devamını engellersiniz. Bu yaşadığınız ülkeye, o ülkenin insanlarına, o ülkenin yöneticilerine yapabileceğiniz en büyük kötülük olur. Hukuku, insanları ve devleti korumakla yükümlü olan bir yapı bu görevini ciddiyetle sürdürebilmek için eylemleri yargılamalı ve bu eylemler ile ilgili ciddi ve inanılır kanıtlar bulmalıdır.Tekrar izninizle soruyorum, benim bir terör örgütü üyesi olduğuma dair kanıt nerededir, herhangi bir yazarın hayatını 35 yılını yazıya vermiş bir insanın bir terör örgütüne üye olması ihtimali var mıdır? Örgüt üyeliği dediğiniz ciddi ilişkilerden, bu ciddi ilişkilerin oluşturduğu bir hayat tarzından, bir örgüt içerisinde görev yapmaktan geçer, benim hayatımda bunlarla ilgili değil bir kanıt, tek bir ima, küçük bir iz bile bulamazsınız. Beni tutuklayabilirsiniz, bu yetkiniz ve gücünüz vardır, ama kararınızın hukuka uygun, adil, bu topluma karşı sorumluluğunu yerine getiren, bu ülkeyi yönetenlerin hukuksuz bir ülkeyi yönetiyor utancından kurtaran bir karar olabilmesi, böylesine kanıtsız, temelsiz, sadece öfkeye ve intikam isteklerine dayalı bir talebin reddedilmesi ile mümkün olur. Sadece kendim için değil, bu ülkenin hukuku, adaletin güvenilirliği, insanların kendi ülkelerinin adaletine, yargısına, yargıçlarına güvenin devamı, bu ülkeyı yönetenlerin kendi ülkelerindeki hukuk gelişmelerinden dünyanın her yanında başları dik sözedilebilmeleri için, bu talebi reddedeceğinizi umuyorum”.

28. Başvurucunun müdafii ise 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun dikkate alınmasını, kaçma şüphesinin bulunmadığını ve daha önce verilen adli kontrol kararının yeterli olduğunu belirterek müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir.

29. İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2016 tarihinde, başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir.

30. Anılan kararda FETÖ/PDY ve darbe teşebbüsü hakkında bazı genel bilgilere yer verildikten sonra başvurucu hakkında tutuklama koşullarının bulunup bulunmadığı hususunda değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:

i. Hâkimlik tarafından öncelikle başvurucu hakkında serbest bırakma kararı veren İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı üzerinde bir değerlendirme yapılmış ve bu değerlendirmede, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasının kamuoyunda Balyoz darbe planı olarak bilinen davaya ilişkin belgelerin başvurucunun Taraf gazetesinde genel yayın yönetmeni olduğu dönemde yayımlanması nedeniyle devletin güvenliğine ilişkin gizli belge bulundurma suçundan açılan bir davadan ibaret olduğuna ve bunun devam ettiğine değinilmiş; buna karşılık başvurucu hakkında söz konusu davada silahlı terör örgütüne üye olma suçundan bir suçlamanın bulunmadığı ifade edilmiştir.

ii. Kararda, genel yayın yönetmeni olan başvurucunun Taraf gazetesinde yayımlanan haber ve yazılardan dolayı sorumluluğunun 5187 sayılı Kanun gereğince zamanaşımına uğradığını savunduğu ancak askerî darbeye zemin hazırlamak amacıyla yıllarca süreklilik arz edecek şekilde görüş bildirme, yayın yapma ve tek yanlı bilgilendirmede bulunma tarafsız ve objektif haber verme anlayışının dışında icra edildiğinden bunların suçun niteliği bakımından bu Kanun kapsamına girmediği ifade edilmiştir.

iii. Hâkimlik; Taraf gazetesinin FETÖ/PDY’nin amaçlarını gerçekleştirmek ve kamuoyu oluşturmak amacıyla yayın hayatına başladığını, bu amaçla gazetede örgütün emir ve talimatları doğrultusunda haberlere yer verildiğini, Balyoz darbe planına ilişkin haberlerin de bu anlayış çerçevesinde manşetten verildiğini, buna ek olarak kamuoyunun yakından takip ettiği Ergenekon, askerî casusluk, amirallere suikast, Oda TV, Poyrazköy ve karargâh evleri gibi davaları haberleştirdiğini belirtmiştir. Hâkimliğe göre başvurucunun genel yayın yönetmeni olduğu gazete yaptığı haber ve attığı manşetlerle açılan soruşturmalar ve sonrasında yapılan yargılamalar sonucunda millî ordunun tasfiye edilmesine, tasfiye edilenlerin yerine getirilen FETÖ/PDY mensuplarının orduda yükselmesine ve TSK’nın kontrol altına alınmasına neden olmuştur. Gazetenin yayın politikasını bu şekilde belirleyen başvurucu FETÖ/PDY’nin işlediği suçlara iştirak etmiştir.

iv. Hâkimlik, gazetenin yaptığı yayınlarla FETÖ/PDY’nin yargı ayağının 7 Şubat 2012 ve 17/25 Aralık süreçlerinde yapmış olduğu Hükûmeti devirme girişimlerinde de aktif rol aldığını ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığını, darbe teşebbüsünden sonra bu örgütün yayın organları olarak bilinen Zaman ve Bugün gibi gazeteler ile Samanyolu TV, Kanaltürk ve Bugün TV gibi televizyonlarla birlikte hareket ettiğini ve haklarında (FETÖ/PDY’ye mensup oldukları iddiasıyla) soruşturma yürütülenşüphelilerle ilgili algı yönetimine başvurduğunu belirtmiştir.

v. Hâkimliğe göre bu kapsamda başvurucu, Can Erzincan TV’de M.H.A. ve A.N.I.nın birlikte sunduğu 14/7/2016 tarihli programda yaptığı konuşmayla askerî darbe teşebbüsünden haberdardır.

vi. Hâkimlik, söz konusu programda başvurucunun Cumhurbaşkanı’nın yaptığı işlerle darbenin önünü açtığını söylediğini belirtmiştir. Hâkimlik, ayrıca programın askerî darbe girişimine zemin hazırlamak ve kamuoyu algısını şekillendirmek amacıyla yapıldığını ifade etmiştir.

vii. Hâkimlik, başvurucunun 12/5/2016 tarihinde yayımlanan “Mutlak Korku” başlıklı yazısında “sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz, bedeli biraz ağır oluyor ama … biteceğini bilmek yine de iyi.”, 27/6/2016 tarihinde yayımlanan “Ezip Geçmek” başlıklı köşe yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir bürokrat ile yaptığını iddia ettiği sohbetinde iç savaş çıkmasını istediğini belirterek “Sarayın duvarları top mermileri ile çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur.” Şeklinde yapmış olduğu konuşmalarıyla askerî darbe kalkışmasına zemin hazırladığını ve askerî darbe girişimini bildiğini belirtmiştir.

31. Tutuklama kararında bu değerlendirmelerle başvurucu yönünden Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

32. Kararın tutuklama koşullarına ilişkin kısmı ise şöyledir:

“Yüklenen suçların yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçların önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin ‘Kanun gereğince’ var sayıldığı, …hakkında tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, …ölçülülük ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheli açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği …nedeniyle tutuklanmasına [karar verilmiştir.]

33. Başvurucu 28/9/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde itirazın duruşmalı olarak yapılması talep edilmiştir.

34.İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 7/10/2016 tarihinde -dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda- tutuklama kararında “usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı” gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.

35. Başvurucu anılan kararı 13/10/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.

36. Başvurucu 8/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

37. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında on altı şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırılmaları talebinde bulunulmuştur.

38. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY’nin yapısına, kamuoyunca bilinen isimleriyle “17-25 Aralık”, “MİT tırları”, “Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu”, “Tahşiye”, “kozmik oda” ve “Balyoz” gibi soruşturmalarda veya bu soruşturmalar sonucunda açılan davalarda anılan örgütün yargı ve emniyet içindeki unsurlarını kendi amaçları doğrultusunda nasıl kullandığına veHükûmeti devirmeye yönelik eylemlerine değinilmiştir. Devamında ise FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu ve darbe girişimine iştirak ettikleri değerlendirilen Zaman, Today’s Zaman, Taraf, Samanyolu TV, Can Ezincan TV gibi örgütün medya yapılanmasına dâhil olduğu belirtilen unsurlara yer verilmiştir.

39. Cumhuriyet savcısı; başvurucunun süreklilik arz edecek şekilde örgütün amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğunu, özellikle gerçekleştirileceğini önceden bildiği darbe girişiminin alt yapısının oluştuğunu ima eden konuşmalar yaparak bu girişime iştirak ettiğini ileri sürmüştür. Bu suçlamalara esas alınan iddianamedeki olgular şöyle özetlenebilir:

i. A.N.I. (Bazı soruşturma belgelerinde N.I. olarak ifade edilmiştir.) ve M.H.A.nın (Bazı soruşturma belgelerinde M.A. olarak ifade edilmiştir.) birlikte yaptığı ve Can Erzincan TV’de yayımlanan Özgür Düşünce isimli programın 14/7/2016 tarihli yayınına başvurucu, konuşmacı olarak katılmıştır. Başvurucunun bu programda yaptığı konuşmalarla Cumhurbaşkanı ve Hükûmet yetkilileri hakkında tehdit ve hakaretamiz söylemlerde bulunduğu, yaptıkları iş ve işlemlerin hukuka aykırı olduğu, suç işledikleri ve askerî darbeye zemin hazırladıkları, “ülkemizde gerçekleşmiş askerî darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise Cumhurbaşkanı’nın günümüzde aynı kararları vererek o yolları teker teker açtığı, kısa bir süre içinde ülke yönetiminden gideceği ve yargılanacaklarının” defalarca dile getirildiği, bu söylemler kapsamında ertesi gün geçekleşecek olan darbe girişiminden haberdar olduğu iddia edilmiştir. Ayrıca bu programın yayımlandığı Can Erzincan TV isimli televizyon kanalı, FETÖ/PDY’nin amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında KHK ile kapatılmıştır.

- Başvurucunun suçlamaya konu programdaki konuşmalarının ilgili kısımları (iddianamede yer verildiği şekliyle) şöyledir:

[A.N.I.] İyi akşamlar sevgili seyirciler. Can Erzincan televizyonuna hoşgeldiniz. Bugün çok önemli bir konuğumuz var. M. İle birlikte Ahmet Altan’ı ağırlıyoruz. Ahmet Altan çok değerli bir romancı, tabi aynı zamanda bir gazeteci. Köşe yazarı. Haberdar’da yazıları çıkıyor. Şimdi bu program da zaten Haberdar’da canlı olarak yayınlanıyor. Youtube üzerinden canlı olarak izlemeniz mümkün. Aynı zamanda can Erzincan Hotbird de diye bir hashtagimiz var. 20 Temmuzdan buyana biz Hotbird uydusundan yayın yapmaya devam edeceğiz. Şuan da hem Türksat üzerinden hem Hotbird üzerinden yayın yapıyoruz. Yani şunu görüyoruz. Bizi sınırlamaya kalkıştıkça daha fazla yaygınlaşıyoruz gibi bir hava var. Şunu söylemek istiyorum. Meşhur Marko Paşa’nın dergisi vardı. Tabi tarihten sizin önünüzde bahsetmemek gerekir ki

 [A.H.A.] Estağfurullah

 [A.N.I.] Biraz tarihi mevzuları da konuşacağız. Tayyip Erdoğan sürekli İsmet Paşa’ya, milli şef dönemine atıfta bulunuyor. Hep onu zelm ediyor. O dönemde Marko Paşa, İsmet Paşa lafını çağrıştırdığı için kapatıldı. Onun yerine çeşitli adlar altında yedi sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, bizim paşa filan gibi dergiler çıktı. Yani o dönemde bile fikir özgürlüğünün önüne set çekilemedi. Şimdi aralarda bizim arkadaşlar muhtemelen oynatacaklar yine yeşillendi fındık dalları diye çok güzel bir klip hazırlanmış. Burada yani sürekli tekrarlanarak sen buduyorsun yeniden yeşilleniyor, sen buduyorsun yeniden yeşilleniyor. Ben sevgili seyircilerden şunu rica etmek istiyorum. Bizler pes etmedik mücadelemizi sürdürüyoruz, sizler de pes etmeyerek Hotbird uydusuna geçerek bizleri veyahut akıllı telefonlar üzerinden akıllı televizyon üzerinden, işte akıllı olanların çok farklı yolları var izlemek için, yine birlikte olacağız. Şimdi lafı fazla uzatmadan Ahmet Altan’a dönmek istiyorum. Ahmet bey siz tarihi çok iyi biliyorsunuz, son yüzyılın romanlarını yazıyorsunuz. Üçüncü romanınız ölmek kolaydır sevmekten. Bu yüzyıllık serinin üçüncüsü. Dördüncüsünü de yazıyorsunuz.

 [Başvurucu] Bugün baktığınız da Türkiye bir yüzyıl önceye dönmüş gibi gözüküyor bana. Yani ittihatçılar dönemini çok andırıyor bu AKP’lilerin dönemi. Birçok açıdan. İttihatçılar, istibdata karşı gelmişlerdi ve bir ümitti iktidara gelmeleri, büyük bir sevinçle karşılandılar, meşrutiyeti kurdular, alkışlandılar. Herkes sevindi Abdülhamit devrildi diye. Fakat ülkeyi yönetemediler. Yani bu AKP’lilerin çok iyi görmesi gereken bir konu. Bir iktidara gelmek ile ülkeyi yönetmek birbirinden farklı iki şey. Bunu ittihatçılarda kuvvetli bir şekilde görüyoruz. İstedikleri zaman iktidara geliyorlardı, istedikleri yollarla geliyorlardı. Seçimle, darbeyle, 31 Mart gibi ne olduğu hala anlaşılamayan bir ayaklanma ertesinde. Ama bir türlü ülkeyi yönetemiyorlardı. Bugün de AKP iktidara gelebiliyor. Seçim kazanabiliyor. Seçimi kazanamazsa savaş çıkartıyor, bir daha kazanıyor. Hep iktidarda kalabiliyor ama ülkeyi yönetemiyor. Müthiş benzerlikler olduğunu düşünüyorum. Büyük bir umutla gelmeleri, büyük bir imkana sahip olmaları, mesela ittihatçılar Osmanlı İmparatorluğu’nu bugün de yaşayan bir organizmaya çevirebilirlerdi büyük bir ihtimalle, yani bütün örgütlenmeyi değiştirebilirlerdi, bir tür federasyon kurabilirlerdi, İngiliz imparatorluğunun kurduğuna benzer bir şey kurabilirlerdi. Birçok yolu yöntemi araştırabilirlerdi ama onlar Türklüğü tercih ettiler bugün AKP’lilerin Sünniliği tercih etmeleri gibi. Bir toplumda özellikle bir imparatorlukta ve imparatorluktan miraz kalmış bir toplumda bir kimliği, bir dini, bir mezhebi iktidarın ve devletin tek ölçüsü haline getirirseniz o toplumu dağıtırsınız. Çünkü diğer öğeler yabancılaşır. Ve o zaman kendi haklarını korumak isterler. Kendi haklarını korumak istediklerinde devletle vatandaşı arasında ilişkiler sertleşir ve sonunda çatışmaya kadar gider. Bunun bir örneğini zaten biz Kürtlerle yaşıyoruz epeyden beri. Şimdi bu Sünnilik ile toplumun diğer öğelerini de dışlıyor. İttihatçılar da Türklükle bir imparatorluk düşünün, Arap yarımadasında, balkanlarda var. Orada sadece Türk dediğinizde bütün Bulgarlar, Yunanlar, Rumlar, Araplar, Ermeniler, Kürtler herkes dışlandı. Ve tabi ki herkes ayaklandı. Yanlış bir tercih yaptılar. O sıradaki akımlara belki uydular. Ama o yanlış tercih bütün imparatorluğun dağılmasına giden ilk yoldu. Bence Enver ile ‘Neydi bizim Cumhurbaşkanı’nın adı?’Erdoğan arasında büyük bir paralellik var. Enver dünyadaki bütün Türklerin lideri olabileceğine inandı. Çok gençti. Talat paşanın lafı ile, çok zeki bir adam değildi.Epeyce saftı ama çok ihtiraslıydı. Bütün bu özelliklerinin yanında inanılmaz bir ihtirası, lider olma tutkusu ve masallara yakışan bir hayal dünyası vardı. Bütün Türklerin lideri olabileceğine inandı. Erdoğan dünyadaki bütün Sünnilerin lideri olabileceğine inandı. Bunların davranışları arasındaki paralellik bana çok çarpıcı geliyor. Yani Erdoğan düşünün ki Orta doğunun hakikaten sünni padişahı olabileceğine inandığını. Bir adam hakikaten buna inanabiliyorsa kırmızı çizmeli kediye de inanır. Yani daha az bir şey değil. Bu adam kim olursa olsun. Erdoğan ya da başkası. Dünyada orta doğunun padişahı olabilecek tek bir fert bile yoktur. Hiçbir canlı, şuan da insan denilen hiçbir canlı, bir tanesi bile Ortadoğu ya padişah olamaz. Ortadoğu öyle bir yer ki toplanmak üzere değil dağılmak üzer kurulmuş, kimse olmasın diye sanki örgütlenmiş.

Bir adam düşünün kalkıp Müslüman kardeşler üzerinden bu Ortadoğu’nun padişahı olabileceğine inanıyor ve bu adam Türkiye’yi yönetiyor. Buradan bu ülkenin bir yere çıkmasına imkan yok . Neden? Çünkü hayatı bu kadar gerçek dışı algılayan bir akıl bir çıkış bulamaz.

Aynı Enver gibi.Enver de bütün dünyadaki Türklerin Reisi olacağını zannetti. Hadi o gençti, Erdoğan’ın yarısı yaşında bir çocuktu. 33 yaşında İmparatorluğu ele geçirdi. Bu bize başka bir benzerlik daha veriyor. Yüz yıldır değişmeyen bu toplum ve bu devlet, inanılmaz derecede dirençsiz. Bir adam gelip canı istediği gibi devleti de toplumu da altüst edebiliyor. Enver sadece beş arkadaşıyla birlikte Başbakanlığı bastı ve İmparatorluğu ele geçirdi, beş kişiydiler. Kapıda da otuz kırk kişi bekliyordu o kadar, bütün sayıları buydu. Talat Paşa Başbakanlığın altındaki telgrafhaneye indi, bütün vilayetteki valilere bundan sonra yönetim bizde ‘Hükûmet Değişti’ diye telgraf çekti bir tek vali bile ne oluyor demedi. Emredersiniz dediler.

Erdoğan bütün yargı sistemi bana bağlıdır dedi. Ben başkan oldum dedi. Başkan falan olamaz. Ben başkan oldum demesi suç ki ilerde birisi bunu hatırlayacak. Anayasa’ya aykırı bir şey söylüyor. Anayasa’da başkanlık yok. Fiilen başkanlıkta yok, hukukta fiilen diye bir şey olmaz zaten. Bir adam fiilen yapıyorsa suç işliyordur. Fiilen başkan oldum diyorsa; Ben suç işleyerek başkan oldum diyor. Ama ikisinde de toplum direnemedi. Ama yasadışı gayrı meşru bir suça bir toplum ve devlet direnmezse sonucu iyi olmuyor. Koskoca imparatorluk paramparça oldu, paramparça ettiler.

AKP sevmediğini söylediği, karşı olduğunu söylediği herşeye dönüştü. Bu bi tür böyle fantasmagorik bir film gibi. Bir kahramanınız var, genç ve iyi bir çocuk gibi başlıyor, haksızlıklardan canavarlardan nefret ediyor ama filmin sonunda bunu yavaş yavaş bi canavara. Nefret ettiğini söylediği ne varsa hepsi oldu. Yolsuzluğa karşıyım dedi, tarihteki yolsuzluk rekorlarını kırdı. Bütün herkes kardeştir dedi, insanları parçaladı, toplum bu kadar kendinden nefret etmemişti. Din özgürlüğü dedi, sadece kendi adamlarına özgürlük sağlamaya çalışıyor herkesi yasaklıyor, her türlü söylediği şeyin karşısında. Bence bugün askeri vesayetle el ele çalışıyorlar. Askeri vesayetin kendi tarihi boyunca özlediği ama hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleştiremediği her türlü fantezisini Erdoğan ve adamları gerçekleştiriyor bugün. Kürt şehirlerini yıkıyorlar. Bunu asla yapamazlardı. Bunu bir Dersim’de yaptılar tarihe geçti. Bugün tüm kürt şehirlerini toplara tutup yıkıyorlar. İnsanlar evlerine döndüklerinde ev bulamıyorlar. Ev yok.

 [A.N.I.] Zaten mesela Cizre’de bodrumda şu kadar kişi öldü. Bütün bunların da raporları çıkıyor.

 [Başvurucu] Yaktılar. İnsanları diri yaktılar. İnsanları diri diri bodrumlarda yaktılar. Ama şöyle bir problemimiz var. Şimdi Türkiye’nin, Erdoğan alıp da ben bunun lideri oldum diyebilecek birisi değil zaten böyle de olmazdı fakat bazı hastalıklar var ki sadece AKP de yok CHP de MHP de de var. Erdoğan bu damarı keşfetti, daha doğrusu eskiden biliyordu kullandı. 7 Hazirandan sonra. Neydi, Kürt meselesi. Kürtleri öldürdüğünüz zaman Türklerden ses çıkmıyor. Bütün Türkler Erdoğan’ın arkasında toplanıyorlar. CHP dahil. CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen destekleyeceğim diyor ve dokunulmazlıkların kaldırılmasını destekliyor. Niçin yapıyor bunu. Kürt milletvekillerini oradan atsınlar diye. Kürt şehirleri, şehirler yıkılıyor, insanlar öldürülüyor, bodrumlarda insanlar yakıyorlar, beş aylık bebeği yüzünden vurdular, ama hiçbir Türk buna itiraz etmiyor.

 [Başvurucu] Bence burası çok tehlikeli bir yerdir. Türk Devleti çok tehlikeli bir devlettir. Çok buzul gibi, çok yavaş, çok ağır kımıldar. Ama daima kımıldar, daima hareket eder ve bir kere kayıtlarına seni aldıktan sonra bir daha seni bırakmaz. Bence AKP’yi de Erdoğan’ı da çoktan devlet kayıtlarına aldı. Bütün kayıtlarda bulunuyor. Ayrıca ne kadar doğru bunu bilmiyorum, bunu doğru olarak söylemiyorum fakat okuduklarımıza göre ki; yalanlamadılar Ergenekon’dan epeyce adam şu anda sarayın danışmanı olarak o Beştepe denilen yerde dolaşıp duruyor.

 [A.N.I.] Ne faydası var böyle? Bunu niye alıyor? Bu kadar güveniyor mu hakikaten yoksa?

 [Başvurucu]: Bence çok çaresiz. Erdoğan’ın çaresizliğini insanlar çok görmüyorlar. Çünkü medyası sürekli olarak Erdoğan’ı çok güçlü olarak lanse ediyor. O kadar güçlü değil. Dediğim gibi bu adamın partisi geçen yıl iktidardan düştü. Panik içinde büyük bir savaş çıkarttılar. Bir yıl içinde binlerce insan öldü. Yeniden oyları azalıyor. Ben son gördüğüm bir şeye göre HDP’yi yok edemediler ve yeniden oyları azalıyor. Bunun korkusu içindeler. Öyle bir anlatıyorlar ki; Erdoğan sanki hakikatten hayatı boyunca burada kalacak. Ya Erdoğan iki sene sonra gidecek. Seçim geliyor, iki sene sonra seçimde ne olacağını kimse bilemez. Seçimden önce

 [M.H.A.]: Hayır iki seneye kadar da ne olacağı belli değil bu ülkede.

 [Başvurucu]: Ya belli değil de, elli tane AKP’li milletvekili biz Akşener ile parti kuruyoruz dese, ayrılsa, bütün sistem sarsılıyor. Ya bu adam sağlam bir zeminde durmuyor. Her an her şeyin değişebileceği ve değiştiğinde bunu çok ciddi hukukla ilgili bir problemin ortasında bırakacak bir ortamda yaşıyor. Bu panik içinde bir şey. Haklı olmamak çok zor bir şeydir. Haklı olmamak çok zor bir şeydir. Güçlü olmayabilirsiniz ama haklıysanız çok sağlam durursunuz. Kimse dokunamaz. Ne yapacak? Seni hapse atsa bile haklılığını elinden alamaz ama haksızsan sarayda da otursan her an senin elinden her şeyi alabileceklerini bilirsin. Erdoğan her an her şeyi kaybetme korkusuyla yaşayan bir adam. Çünkü haklı değil. Bir sene önce seçimi kaybetmiş bir partiye, seçimi kazandırmak için olmadık işler yaptı. Mit tırları denilen, C.D.yı mahkum ettirdiler kendi mahkemelerinde. Ama uluslararası suç sayılabilecek bir tuhaflık ortada duruyor. Bütün darbecilerle, Ergenekoncular ile iş birliği var. Yolsuzluk davaları var. Bakan ortaya çıkıp dedi ki ben ne yaptıysam Başbakanın emriyle yaptım. Canlı yayında bütün bu laflar kaybolmuyor.

 [A.N.I.]: Bakalım ne zamana kadar? Bakalım, bunu da göreceğiz evet.

 [Başvurucu]: Ama şunun böyle korkunç tehlikeleri var. Türkiye’de gerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor. Yani şehirlerin yönetiminde mesela generallere sivillerden öncelik tanıyan bir yasa çıkarttı. İsterse general şehri yönetecek. Bu EMASYA denilen planı bir daha canlandırdı. Ayrıca sen eğer askerlerin yargılanmasını izne bağlarsan eee adam darbe hazırlığını çok daha rahat yapar. Yani kim yargılayacak ki darbe yaparsa? Çok daha bu işleri kolay her türlü…

 [M.H.A.] Herkes için dokunulmazlık zırhı getiriyor.

 [A.N.I.] Evet sevgili seyirciler yine birlikteyiz. Gördünüz yine yeşillendi fındık dalları. Hep yeşillenecek, bu umudun hiç sönmemesi lazım. Böyle başvurucu-M.A gibi aydınlar bize umut veriyor. Hani bu pes eden bu yılgınlar var ya;onlarla bi yere gidilemez. Yani ben görüyorum ki bugünkü şartlar değişecek bunu da çok güzel birinci kısımda anlattınız.

 [M.H.A.] Ya mümkün değil gitmesi.

 [Başvurucu] İmkansızdı.

…”

ii. Başvurucunun 3/3/2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklı köşe yazısında ve Can Erzincan TV’deki 14/7/2016 tarihli programdaki konuşmasında -soruşturma mercilerince FETÖ/PDY tarafından sahte delillerle kurgulandığı belirtilen- Balyoz soruşturmasını övücü nitelikte beyanlarda bulunduğu, bu soruşturmayı aklamaya çalıştığı, kendisinin de sanığı olduğu başka kovuşturma kapsamında devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme suçundan tutuklu bulunan ve yargılaması devam eden gazeteci M.B.nin suça konu eylemlerini görmezden gelerek gazetecilik faaliyetinden tutuklanmış gibi algı oluşturmaya çalıştığı ve böylelikle örgütün amacı doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ileri sürülmüştür.

- Televizyon programında yer alan Balyoz soruşturmasına ilişkin konuşmaların ilgili kısımları (iddianamede yer verildiği şekliyle) şöyledir:

“…

 [A.N.I.] … bugün öğrendim çok önemli 14 meslek kuruluşu gazetecilik, yazarlık ve fikir özgürlüğünü savunan 14 meslek kuruluşu bir araya geldi ve sizin 2 Eylül’de değil mi [Taraf gazetesinde yayımlanan Balyoz davasına ilişkin haberlerle bağlantılı olarak açılan ] dava?

 [Başvurucu] Evet.

 [M.H.A.] Dünyadaki, bütün dünyadaki. Uluslararası.

 [A.N.I.] Dünyadaki tabi, Türkiye zaten uyuyo. Türkiye’dekiler gölgesinden korkuyor. Uluslararası bu şekildeki örgütler bir araya geldi ve M.B. serbest bırakılsın ve sizlere yani bu Balyozdan yargılanacak olan A.A.ya, Y.Ç.ye ve tabi Taraf’ın başka yazı işlerinde çalışan arkadaşlara hepsine sahip çıkan.

 [Başvurucu] Y.O.ya, T.O.ya. Bu davanın düşmesi ve M.B.nin serbest kalması için dünyanın en büyük 14 gazetecilik meslek kuruluşu ve ifade özgürlüğü kuruluşu ortak bir bildiri yayınladılar bugün. Bu davayı düşürün, M.B.yi de serbest bırakın hemen diye. Ayrıca duyduğum kadarıyla Avrupa Parlementosu Medya Komisyonu da bu davayı gündemine aldı. Yani bu çok basit geçecek bir dava değil tabi. Yani bir ülkede bir darbe hazırlığı yapılıyor, o darbe hazırlığını bir gazete ortaya çıkartıyor. Sonra o darbe hazırlığını yapanlar yargılanıyor, mahkum oluyor. Derken siyasi iktidar hırsızlıktan yakalanıyor, bütün hukuki neticeleri tersine çevirdik diyolar. O yargılama bir daha oluyor. Ne kadar adam varsa beraat ediyor ve arkasından o haberleri yapan ne kadar gazeteci varsa hapse atalım gibi yeni bir dalga geliyor. Şimdi bu dünyanın dikkatini çekmeyecek bir olay değil, haliyle buna bakacaklar.

 [Başvurucu] Şimdi bu kadar rahat AKP, ben canımın istediğine göre mahkemeler kurdum, her istediğim mahkemeye kendi adamlarımı atadım, facebookta kim ‘Erdoğan’ı Seviyorum’ diyorsa onu yargıç yapıyorum. Bunu işletebilirsin, devletin bir gücü var, iki tane polis üç tane jandarma gönderdiğinde istediğinadamı alıp hapse koyabilirsin. Bu zorbalığı yapabilirsin. Ama eğer bu hukuka aykırıysa yenilirsin. Hapse girmek seni galip getirmez. Haklı adamlar hapisten de mücadeleyi kazanır. Haksız adamlar sarayda da kaybeder. Önemli olan senin haklı olup olmadığın ve haklılığının peşinde mücadele edecek gücün ve kararlılığının olup olamaması. Bunlar haksız, haksız oldukları için bu kadar korkuyorlar, haksız oldukları için. Ben kendime yargıç, mahkeme kurmaya çalışıyor muyum? Onlar kendilerine yargıç, mahkeme, parlamento, her şeyi kurmayı çalışıyorlar. Niye? Korkuyorlar ve haksızlar ve bu işin içinden çıkamayacaklar. Hırsızlarla darbeciler bir araya gelince.

 [M.H.A.] Haksız, haksız lafı zarif, yani suçlu oldukları için korkuyorlar.

 [Başvurucu] Kime ben öyle şeyler yapmam ben bunun ne olduğunu yazdım …’te duruyor. İnsanlar merak ettiklerinde onu bulurlar ve insanlar mutlaka bulur ben buna çok güvenirim çok güvenim hiç yani bir kayıkla bir amiral gemisini batırırsın eğer sen haklıysan hiç farketmez ben daha öncede onlarla kavga ettim daha önce de battılar çünkü daima haksızlar daima yalan söylüyorlar daima sopa yiyorlar ve dayak arsızılar utanmıyorlar ya utanmaları lazım.

 [A.N.I.] Bakın şimdi burada sırası gelmişken T.T.den de kısaca söz etmemiz lazım şimdi durup dururken gene hani Hürriyet gazetesinde maalesef bir muhabir şey olarak nedir Türk Silahlı Kuvvetlerinin imamı diye T.T.den söz ediyor ve İzmir askeri casusluk yine sözüm ona oda bir kumpas artık bütün davalar sözde kumpas …

 [Başvurucu] Bu tür davalar benim biraz mesafeli durduğum davalar.

 [A.N.I.] Ama casusluk meselesi de var bu işin içinde yani birlikte birbirini besleyen meseleler.

 [Başvurucu] Darbe planları kadar ilgimi çeken şey değil zaten gazetede biz bu konuya bildiğim kadarıyla çok fazla girmedik bunlardanbiraz uzak dururum ama T.nin yakalanması ve onun bu işleri bilmiyorum ama onun öyle bişey yaptığını zannetmiyorum buraya gelmemin bir nedeni bir tür dayanışma çünkü herkesin bir biri ile dayanışması gerektiğini düşünüyorum yani burayı kapatmak istiyorlar insanları yakalıyorlar hapislere atıyorlar haksız yere ve kimse kimseye sahip çıkmıyor bu iyi bişey değil biz kalabalığız biz haklıyız ve eğer bütün bu haklılar hukuk çerçevesinde bir araya gelirse bu hırsız iktidar orda çok fazla kalamaz bu hırsız iktidar hukuka karşı geliyor hakka karşı geliyor ahlaka karşı geliyor hatta siyasete karşı geliyor siyaset dışında bir işler yapıyor bu orda duramaz bunun sihri haksızlığa uğrayanlarınbir araya gelmesi dayanışması birbirine sahip çıkması omuz vermesi ve hukuku talep etmesi eğer gerçekten Türkiye’de insanlar hukuk istiyoruz diye hiç birşey yapmadan durdukları yerden bağırsalar dediğim gibi bu AKP iktidarı olduğu yerde zangır zangır titrer şeytanın haç görmesi gibi bişey hukuk lafı bunları öldürüyor titretiyor sadece hukuk diye bağırsanız bunlar korkudan yaşayamazlar hukuktan ödleri patlıyor.

…”

- Balyoz darbe planı belgelerinin sahte olduğu ve devletin gizli kalması gereken bir kısım belgesinin kullanıldığının anlaşılması nedeniyle bu belgeleri temin eden gazeteci M.B.nin tutuklanması üzerine o tarihte Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni olan ve bu belgeleri yayımlayan başvurucu 3/3/2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde “Ben Buradayım Benimle Konuşun” başlıklıbir yazı kaleme almıştır. Söz konusu yazının içeriği ise şöyledir:

“Bizim M.B.nin evini basmışlar, on saat aramışlar, gözaltına almışlar, sonra da mahkemeye sevk edip tutuklamışlar.

Niye yapmışlar bütün bunları, neymiş suçu?

‘Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri yok etmek, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek, devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak.’

Örgüt kurmuş ama şimdilik ‘örgütün diğer üyelerini’ saptayamamışlar.

Bir bavul dolusu belgeyi savcılığa teslim ettiği halde ‘devletin güvenliğine ilişkin belgeleri’ yok ettiğini söylüyorlar, ne kadar belge vardı ki B. Yok etti?

En çok da Balyoz darbe planından ‘devletin güvenliğine ilişkin bilgi’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ diye söz etmelerine bayıldım.

Ne zamandan beri darbe planları ‘devletin güvenliğine ilişkin belge’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ olarak niteleniyor?

Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri…

Hırsızlık yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi.

Ellerinde planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye titreye, hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan saklandılar…

Birlikte onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye çalışıyorlar.

‘ÇOLUK ÇOCUĞU BIRAKIN’

Önce işi bir netleştirelim.

Ben Taraf gazetesinin kurucularından biriyim, o gazeteyi beş yıl yönettim, Balyoz darbe planlarının basılmasına ben karar verdim.

O planları bin defa önüme getirseler bin defa da basarım.

Darbecilerin zorbalığından da, hırsızların zorbalığından da nefret ederim.

Bu duygum hiç değişmedi, hiç değişmeyecek.

Onun için çeşitli insanların isimlerini ortada dolaştırarak, M.B.yi tutuklayarak meselenin etrafında dolaşmaktan vazgeçin.

Y.Ç.yi, B.yi, şimdi itirafçı olmuş çoluk çocuğu bir kenara bırakın.

O itirafçılar kendilerinin ‘kullanışlı aptal’ olduklarını söyledikten sonra bizim de ‘kullanışlı aptal’ olduğumuzu söylüyorlarmış.

O zavallı çocuklar, birkaç kuruş için bir hırsız çetesinin oda hizmetçiliğine soyundukları için hayat onlara alçaklıkla aptallıktan başka seçenek bırakmadı.

Daha yaşları kırka varmadan, alçaklıklarını itiraf etmemek için aptal olduklarını söylemek zorunda kaldılar.

Aptal olduklarını kabul etmezlerse, alçak olduklarını söylemek zorunda kalacaklar çünkü.

Zavallı çocuklar.

Onlarla uğraşmayın, onlar zaten sizin adamınız olmuş.

O haberi basan, o haberi basmaya karar veren, Balyoz’un bir darbe hazırlığı olduğundan bir an bile kuşku duymayan adam benim.

Hadi gelin bir konuşalım bakalım, Balyoz planları ‘devletin gizli kalması gereken’ bilgisi miymiş?

‘DONANMADAKİ BELGE AYNI’

Bana gelirken uğramanız gereken bir yer var. Genelkurmay Başkanlığı.

Yayınladığımız belgeler, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndan çıktı.

Birebir aynı belgeler.

Şimdi o belgelerin ‘sahte’ olduğunu söyleyen hiç kimse gidip de Genelkurmay Başkanlığı’na, ‘O belgeler sizin Donanma istihbaratın merkezinden nasıl çıktı’ diye sormuyor.

Resmi bir kuruluşta bulunan, resmi belgeler onlar.

O belgelerin sahte olduğunu mu söylüyorsunuz?

O zaman, o ‘sahte’ belgeler Donanma’nın istihbarat merkezinde ne arıyordu diye soracaksınız.

Bütün subayların sicil numaralarını, görev yerlerini gösteren bavul dolusu belgeyi Donanma İstihbarat Merkezi’ne kim yerleştirdi?

İstihbarat merkezi bu, halk plajı değil.

Parolası, şifresi, kamerası, muhafızı, kayıt defteri olması gerek.

Nerede kayıtlar? Nerede kamera görüntüleri?

Kim koydu onları oraya?

Neden Genelkurmay beş yıldan beri bu konuda tek bir açıklama bile yapmıyor?

Neden ‘sahte’ olduğu iddia edilen ‘resmi’ belgeleri istihbarat merkezine koyanları açıklamıyor, yakalamıyor, suçlamıyor?

Eğer Genelkurmay, kendi Donanma istihbaratına ‘bir bavul dolusu’ belgeyi koyanı bulmaktan acizse, siz zaten o orduyu lağvedin gitsin… Ordu falan değil o.

Ya da o belgeler gerçek ve bizzat askerler tarafından oraya saklandı.

Şimdi bana bunu bir açıklayın önce.

Darbeci kayınpederini aklayabilmek için kıvranıp duran damada da, ‘askeri vesayetin’ yıkılmasında onurlu bir rolü bulunanlardan nefret eden ‘askerci’ gazetecilere de şu soruyu sormak isterim:

Neden aklınıza bu soruyu Genelkurmay’a sormak hiç gelmedi?

Neden hiç gelmiyor?

Neden o belgelerin Donanma İstihbarat Merkezi’nden çıktığından bir kere bile söz etmiyorsunuz?

Çünkü darbeciliğin ortaya çıkmasından ödünüz patlıyor.

Hırsız bir iktidarın zaaflarından yararlanarak darbeciliği aklamaya çalışıyorsunuz.

Tabii ki darbecilerle ve hırsızlarla işim böyle bir soruyla bitmiyor.

Bir adam var, adı Y.A. şimdiki işi Başbakan Yardımcılığı.

Bu rezilliği, ‘Ordumuza kumpas kuruldu’ diyerek o başlattı.

Bugüne kadar da hiçbir savcı ona “Bu kumpas hakkında ne biliyorsun” diye sormadı.

Eğer bir kumpas varsa, Başbakan Yardımcısı bunun bilgilerine ve belgelerine sahipse, bunu derhal adalete ulaştırmak zorunda.

Açıklasın bakalım şu ‘kumpasın’ belgelerini.

Eğer elinde bir belge yoksa, o zaman da bir davanın seyrini değiştirmekten muradının ne olduğunu, neden yalan söylediğini, iftira attığını bir anlatsın.

Askerci’ gazetecilerin aklına bu konu da hiç gelmiyor nedense.

Şimdi gelelim şu Balyoz Darbe Planları’na.

Bir kere şunu söyleyeyim, başka hiçbir belge olmasaydı bile sadece oradaki generallerin ‘resmi’ konuşma bantlarını dinleseydim, gene onları ‘darbe’ hazırlığı olarak yayınlardım.

Herkese soruyorum, bizzat darbe komutanının emriyle kayda alınan o konuşmaları dinlediniz mi?

Y.A.ya SORU’

Y.A.ya da soruyorum, dinledin mi o konuşmaları?

Adamlar neyi hazırladıklarını zaten o konuşmalarda açıkça anlatıyorlar.

Şimdi o konuşmaları tümüyle unutup, bulunan diğer belgelerle ilgili olarak “belgeler sahte” diye ortada dolaşanlar var.

Araya sahte belgeler karıştı mı karışmadı mı, o sorunun cevabını verecek bir yazılım uzmanlığına sahip değilim.

Ama N.Ç.nin defalarca sorduğu bir soruyu, “belgeler sahte” diyenlere bir daha sormak istiyorum.

O belgeler ‘sahte’ ise ‘gerçekleri’ nerede? Nerede gerçek belgeler?

‘Zaten hiç belge yoktu’ demeye hazırlanan kurnaz hırsızlarla, kurnaz darbecilere ve kurnaz ‘askercilere’ de cevap vermeleri gereken bir soru soracağım.

E.A.nın SÖZLERİ’

Korgeneral E.A.nın o seminerdeki konuşmasını dinlediniz mi ya da okudunuz mu?

Ben size o konuşmanın bir bölümünü hatırlatayım:

‘Birlikler tamam. İstanbul üzerine çöküyoruz. Yönetime el koyuyoruz. Belediye başkanları, kamu kurumunda çalışanlar değiştirilecek. Tutuklanacaklar.

Sert müdahale olacak. Acıma bilmem ne yapmak yok, tepeleme var. İsrail örneğinde olduğu gibi sert müdahale olacak.

Rejim aleyhtarı dernek, gazeteler, yurtlar, kuruluşların listesi dosyada ve perdede.’

Şimdi söyleyin bakalım, ‘sahte’ olmayan listedeki ‘rejim aleyhtarları’ kimler?

Nerede o gerçek liste?

Benim gördüğüm listenin tepesinde kardeşimin adı yazıyordu.

Sizin ‘gerçek’ listenizin üstünde kimlerin adı vardı?

Kimleri tutuklayacak, vuracak, öldürecektiniz?

O spor salonlarına, futbol sahalarına kimleri dolduracaktınız?

Bütün hırsızlara, darbecilere, askercilere söylüyorum:

Bunlara cevap verin, sonra isterseniz size daha başka sorular da sorarım.

‘Balyoz darbe planı değildi’ ha, ‘ordumuza kumpas kuruldu’ ha…

 “Devletin gizli kalması gereken belgeleri” ha…

Bütün suçları işleyip şimdi bir de devletin gücünü elinize geçirdiniz diye, o suçları ortaya çıkaranları suçlamaya kalkıyorsunuz.

Balyoz, bir darbe planıydı.

O planları ben yayınladım.

Ben buradayım.

Ne konuşacaksanız benimle konuşun.

Ve bana sorular sormadan önce, benim sorduğum sorulara cevap verin.

Verebilirseniz tabii…”

iii. Başvurucunun değişik tarihlerde ve farklı yerlerde yayımlanmış olan köşe yazılarıyla toplumu FETÖ/PDY’nin gerçekleştireceği darbe girişimine hazırladığı ve bu şekilde darbe teşebbüsünde bulunan silahlı unsuların eylemlerine iştirak ettiği ileri sürülmüştür. Bu kapsamda;

- 12/5/2016 tarihinde haberdar.com adlı internet sitesinde yayımlanan “Mutlak Korku” başlıklı köşe yazısında; Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’ya uymadığını, bütün yasaları çiğnediğini, yasama, yürütme ve yargıyı denetimi altına alan bir diktatör olduğunu ve siyasi hayatının sonuna geldiğini belirtmiştir. Ayrıca haberdar.com adlı internet sitesi, olağanüstü hâl kapsamında yayımlanan KHK ile kapatılmış ve Ankara Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğince 18/7/2016 tarihinde ise internet erişimine kapatılmıştır. Söz konusu yazının içeriği şöyledir:

Lord Acton’un o meşhur sözü, ‘mutlak gücün mutlaka bozduğunu’ söyler.

Sanırım buna bir ekleme yapmak da mümkün:

Mutlak güç, mutlaka korku getirir.

‘Anayasaya uymayan’, bütün yasaları çiğneyen, kendi milletvekillerinin açıklamasıyla yargıyı da ele geçirdikten sonra yasamayı, yürütmeyi, yargıyı tümüyle denetimi altına alan Tayyip Erdoğan, bir diktatörün bütün yetkilerine ve gücüne ‘gayrımeşru’ bir şekilde sahip.

Merasim töreninde yere serilecek halının renginden, Çamlıca’ya yapılacak caminin minaresine, kupon arazilerin kime satılacağından televizyonlardaki yemek programlarında neler anlatılması gerektiğine kadar her konuya karışıyor… Her istediğini yaptırıyor.

Sevgili muhtarlarıyla düzenlediği büyük toplantılarda hedef gösterdiği insanlar ya tutuklanıyor, ya silahlı saldırıya uğruyor.

Genellikle de ikisi birlikte oluyor.

Anlaşılan her kesim emri kendine göre alıp harekete geçiyor.

Medya emir altında.

Büyük bir kısmı doğrudan ona bağlı.

Bir kısmı ‘tarafsız’ gibi yandaşlık çabalarına hız vermiş.

Ulusalcı medya, Ergenekon’la birlikte Erdoğan’ın yanında saf tutmuş.

Birkaç dürüst gazeteyle, direnmekten vazgeçmeyen internet siteleri ve buralarda çalışan cesur insanlardan başka kimse kalmamış medyada.

AKP ise artık tümüyle parti olmaktan vazgeçmiş, Erdoğan’ın getir götür işlerine bakan ‘ofisboy’lar topluluğu.

Ülkede, ne kadar akıl dışı olursa olsun emrine karşı çıkabilecek bir devlet görevlisi yok.

Oylarını artıracağını düşünürse istediği şehri yerle bir ettiriyor.

İstediği insanları yaktırıp öldürüyor.

Daha yeni, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri P.Z.R.Z.H., Cizre’de etrafları sarılarak yakılan yüzden fazla insan olduğuna dair tanıklıklar bulunduğunu söyledi ve ‘bağımsız bir soruşturma ekibinin’ bölgede araştırma yapmasını istedi.

Astığı astık, kestiği kestik, ‘akşamları ayran için’den, ‘üç çocuk yapın’a kadar her alana karışan bir adam.

Ve bu adam kadar çok korkan hiç kimse yok bu ülkede.

Her şeyden ve herkesten korkuyor.

Mutlak güce ve mutlak korkuya sahip aynı anda.

Düşünsenize, Başbakanı Davutoğlu’ndan bile şüphelendiği için adamı ‘işinden’ kovdu, bayağı bildiğiniz ‘çıkışını’ verdi, tazminatsız gönderdi.

Davutoğlu’ndan söz ediyoruz, şu her söylediği söz ertesi gün Erdoğan tarafından tekzip edildiğinde lafından dönen, ‘önderimiz, liderimiz, kurucumuz’ diye her suça iştirak eden adam.

Türkiye tarihinin belki de en kanlı döneminin sorumluluğunu sırtlamayı kabullenmiş biri.

Erdoğan öyle korkuyla dolu ki ondan bile şüphelenip kovdu.

Belki de ilk kez, AKP’nin ‘tabanı’ değilse de ‘tavanı’ çatladı…

Tavan, ‘ne oldu, niye attınız bu adamı’ diye sordu ve galiba ilk defa Erdoğan’ın kim olduğunu, ne olduğunu, ne istediğini açıkça anladı.

Anladıklarını söylemeyi sürdürecekler mi yoksa ‘yanlış anlamışız’ diye yeniden Erdoğan’ın sadık hizmetkarları mı olacaklar, onu şu anda bilemiyoruz.

Ama sallandıkları yüzde yüz.

‘Mutlak’ sadakat isteyen, yüzde yüz biat talep eden Erdoğan’ın adamları ‘eski kapı yoldaşlarını’ tehdit etmeye başladılar bile.

Çünkü iktidara doyamıyorlar ve mutlak güçten başkasına razı olamıyorlar.

Korku başka türlüsüne izin vermiyor.

Sanırım, Erdoğan’ın siyasi sonunu bu “mutlak korku” getirecek.

Yavaş yavaş çevresindeki herkesten kuşkulanıp temizlemeye, her seferinde yerlerine daha yetersiz insanları getirmeye başlayacak.

İçinde biçer döver olan bir elektrikli süpürge gibi yakınlarındakini parçalayacak.

Uzaktakileri zaten parçalıyor.

Ülkeyi paramparça ediyor.

Galiba ‘yasaları çiğneyen’ insanlarda ortak özellik bu.

Narcos diye bir dizi var, bilmem izlediniz mi…

Kolombiyalı ünlü kokain kaçakçısı Escobar’ın hayatını anlatıyor.

Medellin kentinde sıradan bir kaçakçıyken ‘kokain’ işini keşfedip hızla büyük patron oluyor.

Ona bağlı ağlar sadece kendi ülkesini değil Amerika’yı da boydan boya sarıyor.

Günlük kazancı 60 milyon dolara varıyor.

Paraları koyacak yer bulamadıkları için çoğunu toprağa gömüyorlar, hala Kolombiyalı çiftçiler tarlalarında naylonlara sarılmış dolar balyaları buluyor.

Kolombiya ordusuyla eşdeğerde bir ordu kuruyor kendisine.

İstediği zaman ülkede iç savaş çıkartıyor ve Kolombiya ordusu onun ordusuyla baş edemiyor.

Bütün ülkeyi suikatlerle, sabotajlarla, bombalarla alt üst edebiliyor.

İş o hale geliyor ki Kolombiya ‘başkanı’ olmak istiyor, ‘bu ülkeyi ben yönetmeliyim’ diyor ve kendisinin herkesten daha iyi yöneteceğine de samimiyetle inanıyor.

Escobar’ın felaketine giden yol bu ‘başkanlık’ sevdasıyla başlıyor.

Sadece Kolombiya devleti değil dış dünya da böyle bir adamın ‘başkan’ olmasının nelere mal olacağını fark ediyor.

Escobar’ı sıkıştırmaya başlıyorlar.

Ama o hala çok güçlü.

Tarihte eşi olmayan bir anlaşma yapıyor devletle, ‘teslim olurum ama kendi hapishanemi kendim yaparım, kendi gardiyanlarımı kendim seçerim, siz de hapishaneme üç kilometreden fazla yaklaşamazsınız’ diyor.

Devlet razı olmak zorunda kalıyor.

Ama bu devleti bile dize getiren ‘mutlak güç’ yavaş yavaş mutlak bir paranoyaya dönmeye başlıyor.

Kendisine bağlı mafya babalarından her seferinde daha fazla ‘pay’ istemeye koyuluyor.

Bu da yetmiyor.

‘Haracı verirken mutlu muydu yoksa şikayetçi bir hali mi vardı’ diye soruyor.

Haracı ‘mutlu’ bir şekilde ödemediğini düşündüklerini de öldürtüyor.

Derken, kendisi hapishanedeyken dışarda onun adına işleri yürüten çok eski iki dostundan şüphelenmeye başlıyor, günde altmış milyon dolar geliri olan adam, dostlarının kendisinden ‘üç yüz bin dolar çaldığını’ iddia ediyor.

İkisini birden gözlerinin önünde öldürtüyor.

Ondan sonra da iflah olmuyor zaten.

Mutlak güç isteği, mutlak korku ve kaçınılmaz sonucu paranoya bütün ‘imparatorluğunu’ paramparça ediyor.

Çocuğu bugün başka bir ülkede başka bir isimle yaşıyor.

Mutlak güç mutlak korku yaratır.

Bugün bizim siyaset dünyamızda, yasasızlık, gayrımeşru güç ve para, mutlak iktidar, mutlak korku ve artık başlayan “dost” kıyımı dönemi yaşanıyor.

Daha önce de söylemiştim şimdi de söyleyeyim.

Bu durmayacak.

Şiddet sarmalı gittikçe hızlanarak tırmanacak.

Sadece düşmanlarını değil dostlarını da yiyecek.

Büyük bir paranoyadan ve şiddetten geçeceğiz.

Erdoğan’ın ‘anayasaya uymayacağını’ açıklayarak yasalarla ilişkisini kestiği günden itibaren Türkiye bir felakete süratle yaklaşıyor.

Ama Erdoğan da siyasi hayatının sonuna aynı hızla koşuyor.

Bu panikten, bu korkudan, bu mutlak biat isteğinden ülkelere bir hayır gelmiyor ama bunu yapanlara da bir hayır gelmiyor.

Hem Türkiye için hem Erdoğan için en iyisi onun yeniden anayasal sınırlar içine dönmesi ama galiba bunun için artık çok geç.

Sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz.

Bedeli biraz ağır oluyor ama…

Biteceğini bilmek gene de iyi.”

- 14/6/2016 tarihinde t24com.tr isimli internet sitesinde yayımlanan “Ezip Geçmek” başlıklı köşe yazısında (Bu yazı başvurucunun beyanına göre ilk olarak “Haberdar.com” adli internet sitesinde yayımlanmıştır.) Cumhurbaşkanı’nın bir bürokrat ile yaptığı konuşmasında “iç savaş çıkmasını istediği” iddiasını konu ettiği, Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettiği ve darbe girişimini önceden bildiği iddia edilmiştir. Söz konusu yazının içeriği şöyledir:

“Ben okuduğumda, siyah pelerinini giymiş, karanlık maskesini takmış Darth Vader’in o boğuk, mekanik sesiyle yok edilecek bir gezegenle ilgili verdiği emri duymuş gibi oldum.

‘Yok edin’ diyordu. ‘Yok edin.’

Sadece, verdiği emrin kendi gezegeniyle ilgili olduğunu, kendisinin de yok edileceğini bilmiyordu.

L.G. nin Özgür Düşünce Gazetesi’nde H.K.ye söylediklerini okudunuz mu?

Aynen şöyle diyordu:

‘Adını vermeyeyim, çok üst düzey bir bürokrat, emekliye ayrılma aşamasında Tayyip Bey’le vedalaşmaya gidiyor. Tayyip Bey, o bürokrata yapacakları ile ilgili bazı şeyler anlatınca bürokrat diyor ki ‘bu dediklerinin yarısını yap, iç savaş çıkar bu ülkede.’ Tayyip Bey de ‘çıksın, ezer geçeriz’ diye karşılık veriyor. Bu diyalogu bürokratın kendisinden dinledim. Yani iç savaşı göze almış bir lider var. Ne için? Kişisel hırs.’

Türkiye’yi yöneten adam, yönettiği ülkede iç savaş çıkmasını göze alıyor, ‘ezer geçeriz’ diyor.

Ülkenin ‘anayasayı dinlemeyen’ yöneticisi, iç savaş için ‘çıksın’ diyorsa, o ülkede iç savaş çıkar.

Zaten hızla oraya doğru gidiyoruz.

Kendi gezegeni için ‘yok edin’ emri verdiğini bilmeyen bir Darth Vader gibi Erdoğan da kendi ülkesini ve üstelik kendi hayatını yok edecek bir iç savaşa ‘çıksın’ dediğini bilmiyor.

Amerika’ya Muhammed Ali’nin cenazesine gittiğinde kendisini büyük bir coşkuyla karşılayıp ‘işte Müslümanların lideri geldi’ diye selamlayacaklarını sanıp hem kendini hem de Türkiye’yi nasıl rezil ettiyse, ‘ezip gececeğini’ sandığı için ‘çıksın’ dediği iç savaşla da hem kendini hem Türkiye’yi mahvedecek.

Gerçeklerle bağını koparmış Erdoğan.

Hukukun denetiminden kaçabilmek için ‘iç savaşı’ göze aldığı, dahası ‘ezer geçeriz’ diyerek iç savaşı arzuladığı anlaşılıyor.

İç savaşla ilgili en küçük bir bilgisi yok.

Sarayının duvarları top mermileriyle çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur.

İç savaş, bir toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir, kimse onun yarattığı facianın kurbanı olmaktan kurtulamaz.

Savaştan çok daha korkunçtur.

Düşmanının nerede olduğunu bilmezsin, düşmanının kim olduğunu bilmezsin, korkunç bir nefret herkesi canavara çevirir, birbirlerini öldürmekle yetinmez insanlar, birbirlerinin cesetlerini bile parçalarlar, çocuklarının, eşlerinin, sevgililerinin, kardeşlerinin ırzına geçerler, evlerini yakarlar.

‘İç savaş çıksın’ diyen bir lideri destekleyen ‘havuz medyası’, o medyanın yöneticileri, sahipleri, yakınları kendilerini güvende sanıyorlar galiba.

İç savaşta kimse güvende değildir.

Kaçıp gitseler de yakınları burada kurban olarak kalır.

Sadece sevdiklerini, yakınlarını değil komşularını bile öldürürler.

‘İç savaş çıksın’ diyen bir adama oy veren AKP’liler, bu iç savaşta ‘ezip geçeceklerini’ düşünüyorlar herhalde.

İç savaşı, Kürt mahallerinde hendek kazan çocukları tanklarla, toplarla öldürmek sanıyorlar.

İç savaş, sabah selamlaştığın adamın akşam evine girip senin gırtlağını kesmesidir.

Gözünün önünde karına tecavüz etmesidir.

Çocuğun kapının önüne çıktığında, etrafta saklı bir nişancının onu kafasından vurup öldürmesidir.

Bu ülkede iç savaş çıktığında, AKP’liler sadece başkalarının ‘kurban’ olacağını mı sanıyor?

Galiba öyle sanıyorlar ama yanılıyorlar.

İç savaş herkesi, bütün ülkeyi kanlı bir girdabın içine çeker.

Üstelik, şu anda topluma yüklenen nefret ve öfke patlama noktasına çok yakın.

Yalnızca şehirleri, köyleri, mahalleleri yok edilen Kürtlerle Türkler arasında değil bu nefret…

‘Namaz kılmayanlar hayvandır’ diyenlerle, namaz kılmayanları ‘telef’ edilecek yaratıklar gibi görenlerle, ‘hayvan’ denilenler arasında da korkunç bir nefret birikiyor.

Öfke liselere kadar yayıldı.

Erdoğan ve AKP’liler, iç savaş çıkınca ‘ordu’ kendi emirlerinde kalacak sanıyorlar.

‘Bol para verdikleri’ söylenen komutanların bir kısmını belki yanlarında tutarlar ama iç savaşlarda ordular da bölünür, bir ordunun içinden birbirine düşman ordular çıkar.

Katliamlar olur.

Bosna’da yaşananlara bir bakın.

Ruanda’da yaşananlara bir bakın.

Suriye’de yaşananlara bir bakın.

Kitap okumaya üşeniyorsanız, bu konudaki filmlere bir göz atın.

‘İç savaş çıksın, ezer geçeriz’ diyerek gözünü karartmış bir adam sizi nereye sürüklüyor bir görün.

Yıllar önce gene yazmıştım, ortaokulda bize okuttukları ‘Nişancı’ diye bir İrlanda hikayesi vardı.

İç savaş sırasında, damlara saklanan bir nişancıyı anlatır.

Damların üstünde başka bir nişancıyı fark eder.

İkisi de çok usta nişancıdır, çok maharetlidir.

Saatlerce çatışırlar.

Sonunda hikayenin kahramanı, diğer nişancıyı vurmayı başarır.

Diğer adam vurulup sokağa düşer.

Nişancı da işini yapmış olmanın rahatlığıyla damdan iner, tam sokaktan çıkacakken, ‘vurduğum adam çok iyi bir nişancıydı, kimdi acaba’ diye merak eder.

Dönüp, vurduğu adamın yanına gider, yüzüstü yatan ölü bedeni çevirip yüzüne bakar.

Kardeşinin yüzüyle karşılaşır.

Vurduğu adam kardeşidir.

İç savaş budur işte… Kardeşin kardeşi vurmasıdır.

Olmaz mı sanıyorsunuz?

Daha dün IŞİD’li bir celladın kendi kardeşinin kafasına kurşun sıkarken çekilmiş resimleri yayınlandı.

Erdoğan’ın ‘çıksın’ dediği iç savaşta yaşanacak olanlar bunlardır, bu facialardır.

Ateşe konmuş bir suyun kaynamaya yaklaştığının işaretini veren küçük kabarcıklar gittikçe hızlanarak görünür oluyor, muhalefet liderinin üstüne “kurşun” atılıyor, bir başka muhalefet liderini hapsetmek için hazırlıklar yapılıyor, toplumu güvencede tutacak hukuk ortadan kaldırılıyor, “din” adına, “milliyetçilik” adına müthiş bir öfke ve nefret sağanağı yaratılıyor.

Ve ülkenin cumhurbaşkanı ‘iç savaş çıksın’ diyor.

Ülkeyi yöneten adam ‘iç savaş çıksın’ derse, iç savaş çıkar.

Ülke parçalanır, milyonlarca insan ölür, açlık, sefalet kol gezer, insanlar ülkeden kaçabilmek için birbirini paralar.

Sonunda da Erdoğan’ın sarayını yerle bir ederler.

Geriye paramparça kanlı bir çöl kalır.

Kimse de kendini kurtaramaz.

Bu anlattıklarım bir ‘korku masalı’ değil, birçok ülke yaşadı bunları, onların da başlarındaki adamlar ‘çıksın’ dedi iç savaş için, oralarda da adım adım yüründü iç savaşa.

Bütün muhalefet partilerinin, Türkiye’ye neyin yaklaştığını, Erdoğan’ın neyi göze aldığını görerek politikalarını belirlemeleri gerekiyor, bir iki demeçle geçiştirilecek bir sorun yok karşımızda.

Ciddi bir felaketin ülkeye yaklaştığını görüyoruz.

AKP’liler de iyi düşünsün.

İç savaş çıktığında herkesle birlikte onlar da yaşayacak bunları…

Kaçmaları da bir işe yaramayacak, ‘savaş suçlusu’ olarak yargılanacaklar.

Darth Vader’in ‘gezegeni yok edin’ emrini duyduk.

‘Yok edilecek’ gezegenin sizin ülkeniz olduğunu bilin.

Darth Vader bilmese de siz bilin bunu.

Ona göre davranın.”

- 10/7/2016 tarihinde p24blog.org isimli internet sitesinde yayımlanan “Montezuma” başlıklı köşe yazısındaCumhurbaşkanı’nın İspanyol Cortes tarafından esir alınan Aztek İmparatoru Montezuma’ya benzetildiği ve onun da askerî vesayet isteyen ulusalcılar tarafından esir alındığının ifade edildiği ileri sürülmüştür. Söz konusu yazının içeriği şöyledir:

“Bu adamın iktidarında, bir zamanlar karşı olduğunu söylediği ‘askerî vesayetin’ en çılgın fantezileri gerçekleştiriliyor…

Anlaşılmaz bir durumla karşı karşıyayız.

Ülkeyi, ‘anayasayı dinlemeyeceğini’ açıklayan bir adam, anayasaya aykırı bir yöntemle tek başına yönetiyor.

Bizzat taraftarlarının açıkladığına göre ‘yargıyı kendine bağlamış’, devletin neredeyse her kademesine kendi adamlarını yerleştirmiş, onun birbirinin zıddı açıklamalarını hiç sorgulamadan benimseyip destekleyen bir medyası var, bir zamanlar başkanı olduğu partisi bir tür siyasi intihar eylemi gerçekleştirip kendisini bir ‘kul kalabalığına’ dönüştürmüş, onunla aynı fikirde olmayanları canının istediği gibi ezebiliyor, üniversite yönetimleri ona biat edenlerce doldurulmuş, kızdığı iş adamlarının mallarına el koyabiliyor, muhalefet partileri garip bir teslimiyetle olup biteni sessizce izliyor dahası en kritik noktalarda onu destekliyor.

Böylesine büyük ve yasadışı güce sahip bu adamın iktidarında, o adamın bir zamanlar karşı olduğunu söylediği ‘askerî vesayetin’ en çılgın fantezileri gerçekleştiriliyor, o vesayetin asla tek başına gerçekleştiremeyeceği bütün hayalleri hakikat oluyor.

Kürt şehirleri tanklarla toplarla yıkılıyor, insanlar bodrumlarda yakılıyor.

Kürt mahalleleri haritadan siliniyor.

Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıkları toptan kaldırılıyor.

‘Cemaatin’ üyesi oluğundan kuşkulanılan bütün dindarlar işten çıkarılıyor, izleniyor, fişleniyor, hapsediliyor.

Askerlerin suç işleseler de yargılanmayacaklarına dair yasalar yapılıyor.

Generallerin yetkisi, sivil otoritenin yetkisinin önüne geçiriliyor.

Askerî vesayetin iktidarı yeniden ele almasının yolu yasalarla açılıyor.

İşte bunlar anlaşılmaz bir durum yaratıyor.

Neden ‘tek başına’ iktidar olmuş gözüken bir adam, kendisinin en büyük düşmanı olarak görünen bir gücün bütün hayallerinin gerçekleşmesine önayak olur?

Buna mantıklı bir cevap vermek zor.

Ama bu ‘mantıksız’ duruma çok benzeyen bir durum tarihte de yaşanmış.

1520’lerde İspanyol Hernan Cortes, Meksika’ya çıkmıştı adamlarıyla birlikte.

Yaklaşık 40 bin kişilik bir ordusu vardı.

Aztek İmparatorluğu’nun 200 bin nüfuslu başkenti Tenochtitlan’a geldi.

Azteklerin başında İmparator Montezuma bulunuyordu.

Aztekler elbette İspanyollardan çok daha kalabalıktılar.

Cortes akıl almaz bir hinlik yaptı.

Bir grup adamıyla birlikte İmparator Montezuma’nın sarayına gitti ve orada imparatoru esir aldı.

Ama esir aldığını söylemedi.

Cortes’in emirlerini dinlemeyecek olan Aztekler imparatorlarının emirlerini dinliyorlardı.

Cortes, istediği her şeyi imparator aracılığıyla gerçekleştirdi.

Bu da anlaşılmayan bir durumdu.

Neden Montezuma ‘esir’ olduğunu söylemedi?

Neden sarayında bir esir olarak kaldı?

Neden İspanyolların her emrini yerine getirdi ve imparatorluğun yönetimini Cortes’e teslim etti?

İspanyolların kendisini öldüreceğinden mi korktu?

‘Esir olduğunu’ açıklamayı gururuna mı yediremedi?

Bunların cevapları bilinmiyor.

Bir süre sonra Aztekler, İspanyolların imparatorluğu ele geçirdiğini fark ederek ayaklandılar.

Büyük çatışmalar çıktı.

Montezuma’yı kimi iddialara göreCortes, kimi iddialara göre de onun ihanetini fark eden Aztekliler öldürdüler.

İmparatorluk karıştı ama sır çözülemedi.

Şimdi biz de benzer bir ‘sırla’ yaşıyoruz.

Erdoğan’ın böylesine ‘muktedir’ gözüktüğü, anayasayı çiğneyerek tek başına iktidarı ele geçirdiği bir dönemde askeri vesayetin bütün arzuları nasıl gerçekleşiyor?

Bunların hepsinin ‘emrini’ Erdoğan vermiş gibi gözüküyor, açıklamaları o yapıyor… Ama baktığınızda bunların hepsi ‘askerî vesayetin’ arzuları.

Türkiye’yi gerçekten Erdoğan mı ‘yasadışı’ bir yolla yönetiyor?

Yoksa ‘yasadışı’ bir başka güç mü Erdoğan’ı esir aldı?

‘Anayasayı tanımayacağını’ söyleyen Erdoğan bir başka gücün esiri olarak mı partisini ve ülkeyi yönetiyor?

İspanyollar kadar ‘ketum’ olmayan ulusalcılar onun için mi ‘yurtseverler Erdoğan’ı ele geçirdi’ diye övünüyor?

Ne oluyor?

Saray’da kim kimi yönetiyor?

Montezuma’nın sırrını’ şimdi de biz mi yaşıyoruz?

Var mı bunun cevabını bilen?

Ya da şöyle sorayım:

Var mı bu sırrın gerçeğini merak eden?”

iv. Başvurucunun genel yayın yönetmeni olduğu dönemde Taraf gazetesindeBalyoz darbe planı ile ilgili yayınlar yapılmış ve bu yayınlar ile -soruşturma mercilerince FETÖ/PDY tarafından sahte delillerle kurgulandığı belirtilen- Balyoz soruşturması başlamıştır. Böylece gazetede örgüt lehine süreklilik arz edecek şekilde yayın politikası izlendiği, örgütsel amaç doğrultusunda haberler yapıldığı ve bir kısım tanık beyanından Taraf gazetesinin FETÖ/PDY ile irtibat hâlinde olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca bu yayınların yapıldığı Taraf gazetesi, FETÖ/PDY’nin amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 668 sayılı KHK ile kapatılmıştır.

-Taraf gazetesinin 20/1/2010 tarihli sayısında yayımlanan “Fatih Camii Bombalanacaktı” başlıklı haber ile Balyoz darbe planı kamuoyunun gündemine getirilmiş ve devam eden tarihlerde gazetede “Fatih Camii Bombalanacaktı, İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama, Balyoz Hükümeti, Darbenin Sivil Kadrosu Hazırlandı, Balyoz Kozmik Odada Gizlendi,Darbenin Ordudan Tasfiye Planları, Sabaha Karşı 03:00, Harp Oyununa Siyaset Raporu ve Balyoz Bilimcileri Mit Yönetiminde” şeklindeki başlıklarla Balyoz darbe planı konusu işlenmiştir. Bu şekildeki yayınlarla Balyoz soruşturmasının başlatılarak TSK içindeki terör örgütü mensubu olmayan subayların FETÖ/PDY’ninemniyetveyargıiçindekimensuplarıncatasfiyeedilerek(gözaltı, tutuklamavemahkûmiyetlebirlikte)yerlerineörgütmensubusubaylar getirildiği ve devamedensüreçteörgütünTSKiçindebusoruşturmalarla kritik öneme sahip yerlere kendi mensuplarını yerleştirdiği ve 15/7/2016 tarihli darbe girişimi için örgütün kendi zeminini hazırladığı ileri sürülmüştür.

- Bu irtibat; gizli tanık (Söğüt) beyanlarında FETÖ/PDY’nin istişare heyeti üyelerinden olan ve medya yapılanmasının en üst güçlü isimlerinden biri olduğu belirtilen A.K.nın gazeteci M.B., gazetenin imtiyaz sahibi B.A. ve başvurucu ile sürekli görüştüğü, gazetenin basımının önceleri başka gazetelere ait matbaalarda yapıldığı ancak daha sonra A.K.ya ait matbaanın ve matbaa binasının B.A. tarafından satın alınmasıyla A.K.nın gazete ile irtibatının 2009 yılında başladığı, B.A. ile sık sık telefonla görüştüğü, on beş günde bir A.K.nın gazeteye gidip geldiği, beraberinde dosyalar ve kapalı zarflar getirdiği, B.A.yı telefonla arayarak bir haber göndereceğini ve bu haberin birinci sayfadan yayımlanmasını istediği,2012 yılında gazetede Fetullah Gülen’e atfen yayımlanan bir haber nedeniyle A.K.nın başvurucuyu aradığı ve haber nedeniyle (Bu haberde A.K. başvurucuya Fetullah Gülen’in Ergenekondan tutuklanan birisi için üzüldüğünü ama müdahale etmediğini” söylediği ifade edilmiştir.] bağırmaya başladığı ve yazıyı değiştirmesini istediği, bunun üzerine başvurucunun gazetede Fetullah Gülen’den özür dileyen bir yazı yazdığı şeklinde ifade edilmiştir.

v. Başvurucunun 2012 tarihinde Taraf gazetesindeki yazılarına son vermesinin ardından 7/10/2015 tarihinde gazeteciliğe geri döndüğü ve yöneticiliğini S.S.nin yaptığı haberdar.com isimli haber sitesinde yazılar yazdığı ileri sürülmüştür.

-S.S. hakkında FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticilerinden biri olduğu gerekçesiyle kamu davası açılmış olup bu kişinin FETÖ/PDY’nin yayın organı olduğu ifade edilen haberdar.com isimli internet sitesinin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni olduğu belirtilmiştir.

vi. Telefon kayıtlarına dayanılarak başvurucunun FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticilerinden olduğu iddia edilen ve haklarında bu yapılanmayla bağlantılı suçlardan kamu davası açılan bazı kişilerle (A.A., Ö.A. ve E.D.) iletişim hâlinde olduğu ileri sürülmüştür.

vii. FETÖ/PDY içinde üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra yapılanmadan ayrıldığı belirtilen N.V.nin tanık olarak alınan 24/10/2016 tarihli ifadesine atıfla N.V.den sonraki dönemde FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasının en güçlü kişisinin A.K. olduğu, başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım medya mensubu ile Fetullah Gülen arasındaki ilişkinin bu kişi tarafından sağlandığı ve söz konusu medya mensuplarının A.K. ile sık sık görüştükleri ileri sürülmüştür.

40. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi 3/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/127 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

41. Başvurucunun savunması 19/6/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada alınmıştır.Başvurucu savunmasında özetle;

i. (Can Erzincan TV’deki konuşmasına ilişkin olarak) TV programının yayımlandığı kanalın o tarihte yasal ve meşru bir kanal olduğunu, sonradan kapatılmış olmasının bunu değiştiremeyeceğini, “Fikir özgürlüğü yok.” Demenin suç olarak görüldüğünü ve bu söylemiyle herhangi bir soruşturmayı itibarsızlaştırmadığını, o programa konuşmacı olarak katıldığını ve kendisi hakkında açılan Balyoz soruşturması davasının başlayacak olması nedeniyle bu dava hakkında ve ayrıca yazdığı bir roman üzerinde konuştuğunu, romanın Balkan Savaşlarını ve iktidara gelen ittihatçıların beceriksizliklerini, ülkeyi yönetmekteki yetersizliklerini saklayabilmek için uyguladıkları zorbalıkları anlattığını, bu nedenle o dönemdeki ittihatçılar ve bugünkü uygulamaları ile o ittihatçılara çok benzeyen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının da konuşulduğunu ve bu konuların güncel siyasetle ilişkileri üzerinde devam ettiğini, Cumhurbaşkanı’nın sözlerini eleştirdiğini, hukuku ve yargıyı hatırlattığını ve söylediklerinin suç olmadığını ifade etmiştir.

ii. (Taraf gazetesinde yer verilen manşetler ve yapılan haberlere ilişkin olarak) Gazetenin genel yayın müdürü olarak Balyoz darbe haberlerini yayımladığını, bu haberlerin yayımlanmasının tek sorumluluğunun kendisine ait olduğunu, kendisinden başka kimsenin o haberlerin yayımlanmasına karar veremeyeceğini ancak gazetenin 2010 yılında yayımladığı bir haberle 2016’ya kadar altı yıllık süredeki bütün askerî tasfiye, tayin ve terfi işlemlerini yapacak bir güce sahip olamayacağını, üstelik2012’de gazeteciliği bırakarak bunu yapabilecek bir gücünün bulunmadığını, 2010 yılında M.B.nin getirdiği CD’deki kayıtları dinleyip doğru olduklarına kanaat getirdikten sonra yayımladığını, askerî casusluk haberlerini Taraf gazetesinin çıkarmadığını, Ergenekon soruşturmasının ise Taraf gazetesinin açılmasından çok önce başladığını ifade etmiştir.

iii. Değişik tarihlerde ve farklı yerlerde yayımlanmış olan köşe yazılarıyla toplumu FETÖ/PDY’nin gerçekleştirdiği darbe girişimine hazırladığı iddiası ile ilgili olarak;

- Montezuma başlıklı yazısında “Erdoğan’ın askerî vesayet isteyen ulusalcılar tarafından esir alındığını” söylediğinden sorumlu tutulduğunu, bu sözü şimdi de söylediğini zira Erdoğan’ın Rusya ve Suriye politikalarını onların belirlediğini ve arabuluculuk yaptıklarını, bunu kendilerinin de açıkladığını, bunu söylemenin darbecilikle ilgisini anlayamadığını, Erdoğan’ı eleştirmenin darbecilik olarak nitelendirildiğini, bir siyasetçiyi eleştirmenin darbecilik olmadığını ve Erdoğan’ın da bir siyasetçi olduğunu beyan etmiştir.

- “Ezip Geçmek” başlıklı yazısında “Erdoğan’ın iç savaş istediğini söyleyip saray duvarları top mermileriyle çöktüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç olur.” Dediğini ancak bir Cumhurbaşkanı’nın ülkesinde iç savaş çıkmasını nasıl isteyebileceğini sorguladığını, hiç kimsenin “İç savaş çıkarsa çıksın.” Diyemeyeceğini ve iç savaşın korkunç bir şey olduğunu anlatmaya çalıştığını, 15 Temmuz’da bunun küçük bir örneğinin yaşandığını ve sarayın değil ama Meclis’in bombalandığını, bu nedenle iç savaş istenmesini eleştirdiğini, kimseyi tehdit etmediğini ve sadece uyarıda bulunduğunu ifade etmiştir.

-“Mutlak Korku” başlıklı yazısında, Erdoğan’ın kendisinin fiilî başkan olduğunu ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığını söyleyerek Anayasa’yı çiğnediğini, güçleri tek elde topladığını, bahsedenin de kendisi olduğunu söylemesi nedeniyle Erdoğan’ı eleştirdiğini, güçleri tek elde toplayan siyasetçiye diktatör dendiğini, yakında bunun sona ereceğini, ilk seçimde Erdoğan’ın çok büyük bir ihtimalle iktidarı kaybedeceğini, buna ilişkin ipuçlarının referandumda görüldüğünü, bunları söylemenin, onu eleştirmenin neden darbecilik olduğunu anlamadığını beyan etmiştir.

iv. (Tanık N.V.nin beyanları ve telefon kayıtlarına ilişkin olarak) Sık sık görüştüğü iddia edilen A.K. ile on yılda sadece iki kez 2010 ve 2012 yılında görüştüğününtespit edildiğini, daha sık görüşmüş olabileceğini ancak bunun bir suç kanıtı olamayacağını, suçlanan insanlarla konuşmanın da suç olamayacağını,ayrıca telefon kayıtlarına dayanılarak görüştüğü belirtilen kişilerden birinin yasal medya kurumunun yöneticisi ve diğerinin ise siyasi iktidarı elinde bulunduranların danışmanlığını yapmış kişiler olduğunu, mesleğinden kaynaklanan bu görüşmelerin hiçbirinde suç unsurunun bulunmadığını beyan etmiştir.

v. (Taraf gazetesi ile FETÖ/PDY’nin irtibatının bulunduğuna ilişkin olarak) Taraf gazetesinin yayını konusunda gizli bir şey olmadığını, A.K. ile en fazla iki ya da üç kez görüştüğünü, otuz beş yıldır yazı yazdığını, demokrasi ve hukuk isteyen herkesi desteklediğini, demokrasi ve hukuka karşı çıkan herkesi ise eleştirdiğini, kimseden emir ve talimat almadığını, B.A.nın gazetenin sahibi olduğunu, bir matbaanın el değiştirmesinin kendisiyle ilgisinin bulunmadığını, bu nedenle tanıkların beyanlarını kabul etmediğini ifade etmiştir.

42. Cumhuriyet savcısı 11/12/2017 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık mütalaasında, iddianamede olduğu üzere (bkz. § 39) FETÖ/PDY hakkında genel bazı açıklamalara yer verilmiş; başvurucunun da aralarında bulunduğu her bir sanık hakkında ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır.

43. Mütalaada başvurucuyla ilgili değerlendirmeler genel olarak iddianamede belirtilen olgularla aynı mahiyette olup (bkz. § 39) bunlara ek olarak münhasıran FETÖ/PDY üyeleri tarafından örgütsel haberleşme aracı olarak kullanılan Bylock isimli haberleşme programı (anılan programla ilgili bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 106) üzerinden bu örgütün üst düzey yöneticilerinden olduğu belirtilen kişiler arasında yapılan görüşmelerin içeriğinde başvurucuyla ilgili bazı hususların bulunmasına değinilmiştir. Söz konusu görüşmeleri yapan kişilerden E.T.A.nın FETÖ/PDY ile irtibatı olduğu gerekçesiyle kapatılan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının başkan yardımcılığı görevini yürüttüğü, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan hakkında soruşturma yürütüldüğü ve kaçak konumda olduğu anlaşılmaktadır. Görüşme yapılan diğer kişinin ise kimlik bilgilerine dair bir tespite yer verilmemiştir.

- 18/2/2016 tarihinde E.T.A ile53123 ID numaralı kullanıcı arasında yapılan görüşmenin içeriği söyledir:

[E.T.A]: Diyoruz ki hizmete dair insan hakları ihlalleri bizler dahil gazeteci ve yazarlar bilmiyor, bu raporları ilgili arkadaşlar ihidime verse ve oradan yayınlansa, biz de o link üzerinden medyaya duyursak

 [53123 ID numaralı kullanıcı]: Tanıdığın var mı araştıralım mı?

 [E.T.A]: Tanıdığım olsa niye sana yazayım. Seninle ilgilidir sanıyorum.

 [53123 ID numaralı kullanıcı]: Ok irtibat kurabiliriz sanıyorum.

 [E.T.A]: Bugün halledebilir miyiz

[53123 ID numaralı kullanıcı]: Ama raporu orda yayınlamak yerine üst kesime verip onda sonra yayınlamak lazım.

 [E.T.A]: Üst kesim?

 [53123 ID numaralı kullanıcı]: Altanlar, T.A.lar, m vekilleri, hukukçu akademisyenler.

 [E.T.A]: İşte onlara biz duyuracağız.”

44. Savcılık mütalaasında, başvurucunun “örgütsel amaçlar doğrultusunda, darbe girişimine maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine girişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan ‘cebir’ teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle” üzerine atılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun asli faili olduğu belirtilerek bu suçtan cezalandırılmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

45. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla mahkûmiyetine, hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.İddianame ve mütalaada belirtilen delillere atıfla verilen kararın ilgi kısmı şöyledir:

“… terör örgütünün medya unsuru olan sanığın örgütsel amaçlar doğrultusunda, darbe girişimine maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine girişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan ‘cebir’ teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle üzerine atılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun asli faili olduğu, … somut olayda sanığın eyleminin bir bütün olarak TCK’nın 309/1. Maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı anlaşılmakla …. Cezalandırılmasına… karar verilmiştir.”

46. Öte yandan başvurucu 27/10/2016 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe vererek ceza infaz kurumunda uygulanan insan haklarına aykırı kısıtlama ve yasakların ortadan kaldırılmasını talep etmiştir. Başvuru formunda -herhangi bir belge eklenmeksizin- bu talebin kabul edilmediği belirtilmiştir.

47. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtay’da derdesttir ve başvurucunun hükmen tutukluluk durumu devam etmektedir.

IV. İLGİLİ HUKUK

48.İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Hasan Altan (2) [GK], §§ 42-79 kararı.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 3/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

50. Başvurucu; on iki günlük gözaltı süresinin ilk beş gününde avukatıyla veya dışarıdan herhangi biriyle görüşmesine keyfî olarak izin verilmediğini, gözaltında bulunduğu sürede hiçbir egzersiz imkânı olmadan, doğal ışıktan ve havalandırmadan yoksun bir şekilde ve yirmi dört saat sönmeyen florasan ışığı altında, 3-4 m² genişliğinde ve sadece iki yatağın sığabildiği bir hücrede dört kişi ile birlikte kaldığını, su dışında kendisine başka bir içecek verilmediğini, verilen gıdaların da yetersiz olduğunu, kaldığı yerin temiz olmadığını, burada dişlerini fırçalamak gibi temel insani ihtiyaçlarının engellendiğini belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye tabi tutulma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

51. Başvurucu ayrıca tutuklu olarak kaldığı ceza infaz kurumundaki uygulamaların da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olduğunu, bu bağlamda mektup almasının veya göndermesinin yasaklandığını, bir yazar olarak üzerinde çalıştığı kitap metinlerini yayınevlerine veya editörlere göndermesine izin verilmediğini, egzersiz yapmasının yasaklandığını, ceza infaz kurumu spor salonunu ve berberini kullanması yönünde dilekçeyle bildirdiği taleplerinin karşılanmadığını, kendisiyle aynı ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan kardeşi ile birlikte kalma veya görüşme taleplerinin yerine getirilmediğini, avukatıyla görüşmesinin keyfî olarak sınırlandırıldığını ve bu görüşmenin mahremiyetine riayet edilmediğini, bunların kendisini cezalandırma amacıyla yapıldığını, babasının ölüm yıl dönümü nedeniyle yapılan anma törenine mesaj göndermesine dahi izin verilmediğini iddia etmiştir.

52. Bakanlık görüşünde; bireysel başvurunun ikincil niteliğinin gereği olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddiaların Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği, somut olayda başvurucunun maruz kaldığını iddia ettiği kötü muamele eylemlerini Savcılık ve sorgu aşamasında ileri sürerek sorumlular hakkında soruşturma açılmasını talep etmediği, bu nedenle başvuru yollarının tüketilmediği ifade edilmiştir.

53. Bakanlık; esas yönünden ise başvurucunun yakındığı hususların bir kısmının doğru olmadığını, bir kısmının da hukukun izin verdiği gözaltı işlemlerinin kaçınılmaz sonucu olduğunu, söz konusu tedbir ve önlemlerin durumun gerektirdiği ölçüde orantılı olduğunun dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.

54. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında Bakanlık görüşünün kabul edilemeyeceğini, spor yapma, mektup alma ve gönderme, kitap temini, yakınlarıyla görüş gibi belirli kısıtlamaların devam ettiğini, bu ihlallerin olağanüstü hâlden kaynaklandığını, bu nedenle giderim elde etme imkânının bulunmadığını, ceza infaz kurumunda maruz kaldığı bu tür kısıtlılıkların ortadan kaldırılması için yaptığı başvurunun reddedildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

55. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

57. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

58. Somut olayda gözaltı sürecindeki kötü muamele iddialarına ilişkin olarak başvurucu, genel olarak gözaltında iken kamu görevlileri tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığını ve insani olmayan gözaltı koşullarında kasti bir şekilde tutulduğunu ileri sürmektedir. Bu bölümdeki iddialar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun yakalandığı andan itibaren kamu görevlilerinin kendisine kötü muamelede bulunduğundan şikâyetçi olduğu görülmektedir. Başvurucu, gözaltında tutma koşullarının yetersizliğinden bahsetmişse de bu kapsamda maruz kaldığını ileri sürdüğü kötü muamelenin kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden mi yoksa salt tutulma koşullarından mı kaynaklandığını açıkça belirtmemiştir. Dolayısıyla söz konusu iddiaların Anayasa Mahkemesince doğrudan incelenebilmesi için yeterli bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda somut olayın koşullarının başvurucunun anılan iddialarının kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair adli ve/veya idari bir soruşturmayla ortaya konması gerekmektedir.

59. Ceza infaz kurumundaki tutulma koşullarına ilişkin şikâyetler yönünden ise ilgili mevzuat (Mehmet Baransu, B. No: 2015/8046, 19/11/2015, §§ 12-18) gereğince başvurucunun iddialarını iletebileceği ve yapıldığını iddia ettiği kötü muameleye derhâl son verilmesini isteyebileceği idari ve yargısal mercilerin bulunduğu görülmektedir. Başvuru formu ve eklerinde başvurucunun Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçesinde; hakkında uygulanan spor yapma, mektup alma ve gönderme, kitap temini, yakınlarıyla görüşme gibi hususlarda getirilen kısıtlamaların insan haklarına aykırı olması nedeniyle kaldırılmasının talep ettiği belirtilmişse de bu uygulamalarla ilgili olarak İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunduğuna ve/veya burada verilecek karara karşı da ağır ceza mahkemesi nezdinde itiraz yolunu tükettiğine ilişkin bir bilgi veya belgeye yer verilmemiştir. İlgili hükümler kapsamında başvurucu, şikâyetlerini öncelikle yetkili bu yargısal mercilere iletip tutulma yeri ve koşulları sebebiyle kötü muameleye maruz bırakıldığını ileri sürebilecek ve bu koşulların en kısa zamanda uygun hâle getirilmesini isteyebilecekken bu yollara başvurmamıştır (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Mehmet Baransu, § 30). Başvurucunun şikâyetleri dikkate alındığında iddiasının aksine mevcut başvuru yollarının ulaşılabilir, şikâyetleri açısından telafi imkânını haiz ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olmadığını söyleyebilmeyi mümkün kılan bir sebep bulunmadığından başvuru yollarının tüketilmesi kuralına istisna tanınmasını gerektiren bir durumun da olmadığı görülmektedir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Didem Tütenk, B. No: 2013/7525, 10/6/2015, §§ 40, 41; Mehmet Hasan Altan (2), §§ 250, 251).

60. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetlerini ve varsa bu konudaki kanıtlarını öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere iletmeden, hak ihlali iddialarını öncelikle bu makamların değerlendirmesini ve çözüme kavuşturmasını beklemeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

62. Başvurucu; suçlamaların sahte ve uydurma olması nedeniyle gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu, gözaltı süresinin terör eylemlerinde ve toplu suçlarda dahi dört günü geçemeyeceğini, buna rağmen olağanüstü hâl döneminde getirilen otuz günlük gözaltı süresinin kabul edilemez nitelikte olduğunu, hakkında uygulanan on iki günlük gözaltı tedbirinin ölçülü olmadığını, bu süreçte keyfî olarak uzun bir süre gözaltında bekletildiğini, dolayısıyla hâkim önüne derhâl çıkarılmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

63. Bakanlık görüşünde; başvurucunun gözaltında kaldığı sürenin olağanüstü hâl kapsamında, karşılaşılan darbe tehdidinin büyüklüğü ve terörle mücadele karşısında gerekli ve fiilî durumla orantılı olduğu belirtilmiştir.

64. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, hakkındaki soruşturmaya konu bütün delillerin söz ve yazılarından ibaret olduğunu, soruşturmanın karmaşık olmadığını, bu nedenle gözaltı süresinin makul olarak görülemeyeceğini iddia etmiştir.

b. Değerlendirme

65. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

66. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

67. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt§ 16, 17).

68. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tazminat isteminin düzenlendiği 141. Maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuni gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayanların yine kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyenlerin maddi ve manevi her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Bununla birlikte aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. Maddesinin (1) numaralı fıkrasında, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmektedir (Zeki Orman, B. No: 2014/8797, 11/1/2017, § 27).

69. Anayasa Mahkemesi, Kanun’da öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun’un 141. Maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47; Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 92-100).

70. Bir suç isnadıyla gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan kişinin gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu veya gözaltında tutulma süresinin uzun olduğu iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruda ihlal sonucuna varılmasının -özgürlükten ahrum kalmanın sona ermesi bağlamında- başvurucunun kişisel durumuna bir etkisinin olması mümkün görünmemektedir. Zira bireysel başvuru sonucunda gözaltına alma kararının hukuka aykırı olduğu veya gözaltında tutulma süresinin makul olmadığı tespit edildiğinde dahi -kişi hâkim tarafından tutuklandığından- bu yöndeki tespitler ve sonucunda verilecek ihlal kararı tutuklu kişinin serbest kalmasına tek başına imkân vermeyecektir. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında verilecek muhtemel bir ihlal kararı ancak -talep etmesi hâlinde- başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir (Günay Dağ ve diğerleri, § 147; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, § 44).

71. Somut olayda başvurucu hakkında verilen gözaltı kararının ve gözaltında tutulmanın hukuka uygun olup olmadığı, gözaltı süresinin makullüğü 5271 sayılı Kanun’un 141. Maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Nitekim Yargıtay uygulaması (Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı; Günay Dağ ve diğerleri, § 145) da bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak dava yoluyla gözaltına ilişkin bir hukuka aykırılık tespit edildiğinde başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Hasan Altan (2), § 90).

72. Buna göre 5271 sayılı Kanun’un 141. Maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

74. Başvurucu; önce bazı Twitter hesaplarında gözaltına alınacak gazeteciler listelerinde adına yer verildiğini, akabinde Hükûmet yanlısı gazetelerde kendisini hedef alan haberlerin verilmeye başladığını, aynı içerik ve mahiyette olan bu haberlerde darbe teşebbüsüyle kendisinin ilişkilendirilmeye çalışıldığını, sonrasında ise gözaltına alındığını ve tutuklandığını ileri sürmüştür. Başvurucuya göre bu haberlerde kendisinin darbeyi önceden bildiği, 14 Temmuz’da yayımlanan programda buna dair mesajlar verdiği tezi işlenmiştir. Başvurucu, yasal yayın yapan bir televizyon kanalındaki programda yaptığı eleştirel konuşmaların suç olmadığını ve bu konuşmada darbe çağrısı yapıldığı sonucuna varmanın zorlama bir yorum olduğunu ifade etmiştir.

75. Taraf gazetesi bağlamında getirilen suçlamalar kapsamında ise başvurucu, gazetenin yayın yönetmeni olmadığı dönemdeki yayınlarından ve gazetenin genel yayın çizgisi gözönüne alındığında farklı bir şekilde değerlendirmeye tabi tutulabilecek haber ve yorum içeriklerinden sorumlu tutulduğunu ve bu haberlere ilişkin dava açma sürelerinin 5187 sayılı Kanun’a göre sona erdiğihususunungöz ardı edildiğini iddia etmiştir.

76. Başvurucuya göre suçlamaların hiçbirisinde kendisinin bir hiyerarşik yapı içinde yer aldığına, herhangi bir kişiden emir ya da talimat aldığına veya verdiğine, bir örgüt üyesine yardım ettiğine veya bir şekilde destek olduğuna dair delil bulunmamaktadır. Tutuklamaya dayanak gösterilen tek delil söz ve yazılarıdır.

77. Başvurucu, konuşmasındaki bir ifadesinin bağlamından koparılarak suçlamaya konu edildiğini ve bütün hayatı boyunca ortaya koyduğu tavrın bir kenara itildiğini, sözü edilen programda dile getirdiği hususları öteden beri dile getirdiğini ve kendisiyle bağ kurulan terör örgütü hakkında da pek çok eleştirel yazısının bulunduğunu belirtmiştir.

78. Başvurucu ayrıca tutuklama nedenlerinin bulunmadığını, tüm delillerin toplandığını, kaçma şüphesinin bulunmadığını, tutuklama kararında adli kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığının açıklanmadığını, tutuklama ve tutukluğa itirazın reddi kararlarının gerekçesiz olduğunu ifade etmiştir.

79. Bu itibarla başvurucu, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Öte yandan başvurucuya göre tutuklama tedbiri Anayasa’da öngörülenin dışında siyasi saiklerle uygulanmıştır. Anılan tedbirin amacı, Hükûmetin ve Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi yönetme biçimine yönelttiği eleştiriler nedeniyle kendisini cezalandırmaktır.Başvurucu bu nedenle kişi hür