TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULLAH ZEYDAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/29875)
|
|
Karar Tarihi: 14/11/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Murat BAŞPINAR
|
Başvurucu
|
:
|
Abdullah ZEYDAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Bayram ARSLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama
tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması
nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu
suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin
olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi
nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/11/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Bilgiler
6. PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar
tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün
gerçekleştirdiği terörist şiddet eylemleri; bölücü amaçları dolayısıyla
anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal
emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak
bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati
sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170,
16/11/2017, §§ 7-18).
7. Bununla birlikte kamuoyunda demokratik
açılım süreci, çözüm süreci
ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi
gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden
itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde
azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin
güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden
artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim
olayları ve hendek olayları
olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27).
8. Hendek olayları kapsamında PKK tarafından Şırnak il merkezi
ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde,
Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin
ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler
kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar
yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet
sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere
giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin
kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini
sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir.
Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik
görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı madde imha edilmiştir
(Gülser Yıldırım (2), §§ 28-33).
9. 2016 yılında PKK'nın sadece başvurucunun seçim bölgesi olan
Hakkâri'nin Şemdinli ilçesinde gerçekleştirdiği terör saldırısında onu güvenlik
görevlisi olmak üzere on altı kişi hayatını kaybetmiş, on dördü güvenlik
görevlisi olmak üzere yirmi sekiz kişi de yaralanmıştır.
B. Başvurucunun
Tutuklanmasına İlişkin Süreç
10. Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde Halkların
Demokratik Partisinden (HDP) Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Başvurucu,
başvuru tarihinde milletvekilidir.
11. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde
işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak Hakkâri Cumhuriyet
Başsavcılığınca (Savcılık) soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın 83.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği
ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya
çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama
dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle
ilgili Savcılıkça yedi ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne
gönderilmiştir.
12. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin
olay ve olgular şöyle özetlenebilir:
i. 04/10/2015 tarihinde Hakkâri Valiliği tarafından PKK silahlı
bölücü terör üyelerine yönelik operasyon yapılması amacıyla Hakkâri'nin
Yüksekova ilçesi Gürkavak köyü yakınlarında bulunan Varagöz mevkiinin özel güvenlik bölgesi ilan edildiği,
başvurucunun suç tarihinde sekiz araçlık bir konvoy ile ana yol dışındaki
değişik yolları kullanarak söz konusu özel güvenlik bölgesine geldiği,
beraberinde bulunan elli kişilik grubun yanlarında gıda ve ilaç malzemeleri
götürdükleri, ayrıca operasyon bölgesi olan bu alanda PKK silahlı terör örgütü
üyelerine yapılan askerî operasyonu engellemek amacıyla canlı kalkan eylemine
başladıkları ileri sürülmüştür.
ii. 26/7/2015 tarihinde Hakkâri Yüksekova'da saat 19.55
sıralarında, HDP ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Yüksekova İlçe Başkanlığı
tarafından, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) gerçekleştirdiği hava
operasyonlarını ve ülke genelinde gerçekleştirilen gözaltıları
protesto etmek amacıyla bir otel önünde toplanıldığı ve toplanan kalabalığa başvurucunun
basın açıklaması yaptığı, bu basın açıklamasında "... PKK'nın ve Kürt halkının gücünü kimse test etmeye
kalkışmasın... PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar
tükürüğüyle..." şeklinde ifadeler kullandığı ileri sürülmüştür.
iii. 22/01/2016 tarihinde, Cizre'de bölücü terör örgütüne
yönelik yapılan operasyonda ölen üç teröristin cenaze törenine başvurucunun da
katıldığı, bu sırada tabutların üzerine bölücü terör örgütünü simgeleyen
bezlerin örtüldüğü, cenaze merasimine katılan topluluğun "Ey şehit kanın yerde kalmayacak, yaşasın başkan
Apo!" şeklinde sloganlar attığı ileri
sürülmüştür.
iv. 9/7/2015 tarihinde düzenlenen bir yürüyüş sırasında "Önder Apo'ya özgürlük
halkların özgürlük çiçeğidir." şeklinde yazıların olduğu ve Abdullah
Öcalan'ın resimlerinin bulunduğu pankartların açıldığı, ayrıca "Biji serok Apo, hoşt hoşt köpekler devlet sizden ne bekler."
şeklinde sloganların atıldığı, yürüyüş sonunda Hakkâri Belediyesi binası önüne
kurulmuş olan sinevizyon sisteminden terör örgütü
elebaşının konuşmalarını içeren bir sinevizyon
gösteriminin yapıldığı, başvurucunun da bu yürüyüş ve etkinliğe katıldığı ileri
sürülmüştür.
v. 11/11/2015 tarihinde saat 15.45 sıralarında Cölemerk Öğrenci Derneği (CÖDER) organizesinde, Abdullah
Öcalan üzerinde uygulanan sözde tecrit koşullarını ve Diyarbakır'ın Silvan
ilçesinde PKK-KCK terör örgütü mensuplarına yönelik operasyonlar kapsamında
ilçede uygulanan sokağa çıkma yasağını protesto etmek amacıyla Hakkâri Merkez
Kayacan Caddesi üzerinde bulunan Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi binası
bahçesinde yaklaşık otuz kişilik bir grubun toplandığı; bu kişiler arasında
başvurucunun da bulunduğu, grubun "Önderine,
şehidine, kendine, kimliğine sahip çık, şehid namırın, işgalci TC, kürdistandan
defol!" şeklinde sloganlar attığı ileri sürülmüştür.
vi. 5/8/2015 tarihinde Hakkâri'de, Suriye'deki çatışmalarda ölen
YPG mensubu bir teröristin defin merasimine başvurucunun da katıldığı, bu
sırada terör örgütünü simgeleyen bez parçaları ve Abdullah Öcalan'a ait resmin
bulunduğu flamaların açıldığı, "Katil
IŞID iş birlikçi AKP, biji serok
Apo, şehit namırın!"
şeklinde sloganların atıldığı ileri sürülmüştür.
vii. 9/10/2015 tarihinde Hakkâri DBP İl Başkanlığı binası önünde
aralarında başvurucunun da olduğu yaklaşık yüz elli kişilik grubun toplandığı;
kırmızı, yeşil ve sarı renklerde (Bu renkler PKK'nın kullandığı simgeleri ifade
etmektedir.) "komploya navretewi ya li di ji kurdan, u sarokatiye Em şermezar dikın" yazılı ve Abdullah Öcalan'a ait
resmin bulunduğu pankartlar açtığı, "Biji serok apo,
gençlik aponun fedaisidir, baskılar bizi yıldıramaz,
direne direne kazanacağız!" şeklinde sloganlar attığı ve PKK
marşını okuduğu ileri sürülmüştür.
13. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir
bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının
artması dolayısıyla (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-27) siyasi çevrelerde
ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda
yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik
yapılmasına dair kanun teklifi TBMM Başkanlığına 12/4/2016 tarihinde
sunulmuştur. Bu teklif; hâlihazırda Adalet Bakanlığında (Bakanlık),
Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının
üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla
ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu
dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini
öngörmektedir.
14. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718
sayılı Kanun'un 1. maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici 20. madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni
vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden;
Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin
dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın
83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş
gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve
Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin
dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü
getirilmiştir.
15. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre
anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla
maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın 83.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama
dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 11) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa
değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve
Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM
Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine
iade edileceği öngörülmüştür.
16. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi
grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi grubuna mensup
59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi grubuna mensup 10
milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1
bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına
ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade
edilmiştir.
17. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yedi ayrı fezlekeye konu
olan soruşturma dosyaları da Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla
2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası
için ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir.
18. Hakkâri ve Şırnak Cumhuriyet Başsavcılıklarınca verilen
yetkisizlik ve birleştirme kararları sonrasında soruşturmalar Savcılıkça
2016/1526 sayılı dosyada birleştirilmiş ve soruşturmaya devam edilmiş, böylece
ayrı ayrı fezlekelerde suça konu edilen tüm fiillerin birlikte
değerlendirilmesi mümkün hâle gelmiştir.
19. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma
makamları tarafından her bir fezlekeye konu soruşturma için ayrı çağrı
kâğıtları gönderilmek suretiyle Savcılığa davet edilmiş; çağrı kâğıtları
başvurucuya 20/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ancak başvurucu bu çağrıya
uymamıştır. Bu sürecin öncesinde -dokunulmazlıklara ilişkin Anayasa değişikliği
teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra- HDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş 9/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir
şey. Şunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı
kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye
gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay
olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker
gibi bunları mahkemenin önüne atarız. Yok öyle yağma!" şeklinde
ifadeler kullanmıştır.
20. Savcılığın yürüttüğü 2016/1526 soruşturma dosyası kapsamında
başvurucu hakkında gözaltı kararı verilmiştir.
21. Anılan karar uyarınca başvurucu 4/11/2016 tarihinde
yakalanarak gözaltına alınmış ve aynı gün hakkında soruşturma işlemlerinin
yürütüldüğü Savcılığa getirilmiştir. Başvurucunun ifadesinin alınması işlemi
sırasında Baro tarafından görevlendirilen müdafi ile iki avukatı hazır
bulunmuştur. İfade tutanağında, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen
suçlamaların başvurucuya açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucu, suçlamalarla
ilgili olarak "TBMM'de
dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili Anayasa değişikliğinin Anayasa'ya
aykırı olması nedeniyle susma hakkımı kullanıyorum." demiş ve
bundan sonra sorulan tüm sorulara "Susma
hakkımı kullanıyorum." şeklinde beyanda bulunarak suçlamalara
ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise başvurucunun
dokunulmazlığının Anayasa'ya aykırı olarak kaldırıldığını iddia ederek serbest
bırakılmasını talep etmiştir.
22. Savcılık 4/11/2016 tarihinde "silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu
anlaşılmakla, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada
yazılı cezanın üst haddi" gerekçesiyle tutuklanması istemiyle
başvurucuyu Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.
23. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara
ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda konuyla ilgili
Yargıtay içtihatları da değerlendirilerek milletvekili olan başvurucunun siyasi
faaliyet görünümü altında gerçekleştirdiği, dosyaya yansıyan ve hemen hemen
hepsi şiddet içeren eylemlerin salt siyasi faaliyet kapsamında görülemeyeceği;
eylemlerin bir bütün hâlinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içinde
yer alma suçunu oluşturduğu ileri sürülmüştür.
24. Anılan yazı, sorgu işlemi öncesinde Hakkâri Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya
isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada
başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde "... bizler seçilmiş halk temsilcileriyiz,
şahsımızı değil bizi seçen seçmen kitlelerini temsil ederiz, şuanda da
yasamanın meclisin dokunulmazlığına sahip bir üyesi milletvekili sıfatıyla
karşınızdayım, benim temsil ettiğim bu kimliğe ve halkımın iradesine
saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değildir, ben adil ve tarafsız bir
yargı huzurunda hesap vermekten asla çekinmiyorum, veremeyeceğim hiçbir
hesabımda yoktur, ülkemizde yargının saygınlığı ayaklar altındayken düğmesiz
olan cüppelerini iliklemeye çalışan böylesi bir siyasi yargılamanın öznesi
olmayı da asla kabul etmiyeceğim, şahsınıza ve
kişiliğinize yönelik hiçbir tereddütüm ve
saygısızlığım yoktur, ancak bu yargı tiyatrosunda figüran olmayı kabul
etmiyorum, soracağınız hiçbir soruya cevap vermeyeceğim, yapacağınız hiçbir
yargılama faaliyetinin adil olacağına inancım yoktur... sizden hiçbir talebim
ve beklentim yoktur, siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni seçen halkım sorguyalabilir." şeklinde beyanda bulunmuş
ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun
müdafileri ise suçlamaları kabul etmemiş, yapılan işlemlerin hukuka uygun
olmadığını belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir.
25. Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile
başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar
verilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak da bazı
değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:
i. Başvurucunun 09/07/2015 ile 22/01/2016 tarihleri arasında
terör örgütü propagandasına dönüşen birden çok yürüyüş ve toplantıya katıldığı
belirtilmiştir.
ii. Başvurucuya isnat edilen tüm bu fiillerin silahlı terör
örgütü ile bağ oluşturacak şekilde süreklilik ve yoğunluk oluşturduğu
değerlendirilmiştir.
26. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön koşulu
olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama
nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "şüphelinin
üzerine atılı suçun CMK100/3. maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu ve bu
nedenle tutuklama nedeninin var sayıldığı,söz konusu
suça ilişkin olarak ön görülen ceza miktarının üst sınırı dikkate alındığında
... adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşılmakla
tutuklama tedbirinin bu aşamada isnat edilen suç ile ölçülü ve orantılı
olacağı" değerlendirmesine yer verilmiştir.
27. Başvurucu 4/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz
etmiştir. Yüksekova Sulh Ceza Hâkimliği 20/11/2016 tarihinde itirazın kesin
olarak reddine karar vermiştir.
28. Başvurucu 28/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
29. Savcılığın 16/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun
silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, suçu ve
suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, yönetme ve
bunların hareketlerine katılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması
istemiyle hakkında aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
30.İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen yedi
ayrı fezlekedeki yedi ayrı eylem (bkz.
§ 12) suçlamaya konu edilmiştir.
Savcılık, suçlamaya konu olaylarla ilgili dosyaların bir bütün olarak
değerlendirilip suç nitelendirmesi yapılması yoluna gidildiğini belirttikten
sonra başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin hukuki değerlendirmelerini
ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:
"... TCK 314/2 maddesinde silahlı örgüte
üye olma suçu bakımından korunmak istenen hukuki yarar gözönünde
tutulduğunda devletin ülkesinin ve ulusun bütünlüğü ve egemenliğin anayasal
düzenin ve kişi güvenliğinin korunmasının olduğu, Yargıtay9. Ceza Dairesinn 28/11/2011 tarih 2011/10371-30709 sayılı
kararında PKK/Kongra-gel terör örgütünü bir devlet
sistemi gibi yapılandırmayı hedefleyip birimlerini ve yapılarını sistematik bir
yapıya kavuşturmayı amaçlayan örgütünün yasama meclisi kongra
gel tarafından kabul edilip, sistemin anayasası olarak kabul edilen KCK
sözleşmesinde KCK ile PKK'nın ideolojik, ahlaki, felsefi ve örgütsel
bağlantısının açıkça anlatıldığı ve KCK yapılanması bağlamında PKK'nın amaç ve
stratejisinin benimsendiği, şüphelinin de KCK'nın
söylemlerinde basın açıklamalarında KCK'nın
talimatlarından bahsettiği,
Bir siyasi partinin milletvekili olan
şüphelinin siyasi faaliyet görünümü adı altında gerçekleştirdiği dosyamızda
yansıyan ve hemen hemen hepsi şiddet içeren eylemlerinin salt siyasi faaliyet
kapsamında görülemeyeceği ve düşünülemeyeceği, eylemlerinin bir bütün halinde
silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içinde yer alma suçunu oluşturacağı,
Şüphelinin Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesine
düzenlenen iki ayrı iddianamesinin bulunduğu, bunlardan birisinin örgüte
bilerek isteyerek yardım etme olduğu, bu dosyada şüphelinin 50 kişilik grup ile
birlikte 04/10/2015 tarihinde yanlarında gıda ve ilaç malzemesi getirerek PKK
silahlı terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan askeri operasyonlarını
engellemek amacıyla canlı kalkan eylemi tarzında gerçekleştirdiği, bu dosyada
açılan davanın davaya bakmaya yetkili ve görevli olan Hakkari Ağır Ceza Mahkemesine
yetkisizlik kararı ile gönderildiği ve Hakkari 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
2016/300 esas üzerinden kovuşturmanın yürütüldüğü, bunun haricinde yine
Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesine açılan 2016/110 sayılı iddianame ile de
şüphelinin 26/07/2015 tarihinde toplanan kalabalığa hitaben 'PKK'nın ve kürt halkının gücünü kimse test etmeye kalkışmasın, PKK'nın
öyle bir gücü varki sizi tükürüğü ile boğar' demek
suretiyle terör örgütü propagandası suçunu işlediği ve bununla ilgili açılan
davanın Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesince yetkisizlik kararı verilerek, Hakkari
2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/304 esas sırasına kaydının yapıldığı,
Nitekim Yargıtay 16. Ceza Dairesinn
2015/1381 esas, 2015/930 karar sayılı 27/04/2015 tarihli kararına göre;
şüphelinin 13/01/2011 tarihinden 15/10/2011 tarihleri arısına kadar 7 ayrı
terör örgütü propagandasına dönüşen gösterilere katılma eyleminin silahlı terör
örgütü üyeliği suçu oluşturduğunun belirtildiği, bu içtihada göre propagandaya
dönüşen bu gösterilere katılmanın örgüt üyeliği için yeterli olduğu, propaganda
yapmanın şart olmadığı, kaldı ki şüphelinin Yüksekova ilçesinde askerimizle
çatışma halinde olan örgüt üyelerine ilaç ve gıda yardımı götürmeye çalışma
eylemi ile örgüte yardım ettiğinin sabit olduğu, dosyamızda şüphelinin hemen
hemen her konuşmasında terör örgütü söz ve faaliyetlerinin yer alıp şiddet
içerdiği ve propaganda yapma suçunu oluşturduğu, katıldığı eylemlerin
propagandaya dönüşen eylemler olduğu, şüphelinin eylemleri hepsi bir bütün
halinde düşünüldüğünde, PKK/KCK terör örgütü üyeliği olduğu,örgüt
üyeliğinin temadieden suçlardan olduğu, şüphelinin
yakalanması ile temadinin sona erdiği, eylemlerinin örgüt üyeliği içerisinde
eridiği ... [anlaşılmıştır.]"
31. Hakkâri 2. Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2016 tarihinde iddianamenin
kabulüne karar vermiş ve E.2016/311 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması
başlamıştır. Tensip incelemesiyle Hakkâri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/300
sayılı dosyası ile hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu belirtilerek verilen
birleştirme kararıyla birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar
verilmiştir.
32. Başvurucu hakkında düzenlenen 17/11/2016 tarihli iddianamede
1 ve 2 No.lu olay olarak anlatılan eylemlerle ilgili Yüksekova Cumhuriyet
Başsavcılığınca düzenlenen 27/9/2016 tarihli iki adet iddianameyle Yüksekova
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/218 ile E.2016/219 sayılı dosyalarında açılan davalarda yetkisizlik kararı verilerek dosyalar
Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş ve tüm davalar birleştirilmiştir.
33. Hakkâri 2. Ağır Ceza Mahkemesi kamu güvenliği nedeniyle
davanın naklini talep etmiştir. Talebin kabulü ile davanın nakline dair verilen
Yargıtay kararı doğrultusunda 16/1/2017 tarihinde dava dosyasının Diyarbakır
Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine, bu kararla başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir.
34. Bunun üzerine yargılamaya Diyarbakır 5. Ağır Ceza
Mahkemesinde E.2017/111 sayılı dosya üzerinden başlanmıştır. Davanın ilk
duruşması 23/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, savunmasında özetle;
i. Seçilmiş bir milletvekili ve yasama meclisinin üyesi
olduğunu, dokunulmazlığının 20/5/2016 tarihinde Anayasa'ya eklenen bir madde
ile hukuka aykırı bir şekilde kaldırıldığını, milletvekillerinin sınırsız
dokunulmazlığına her zaman karşı olduklarını, sadece kürsü dokunulmazlığını
savunduklarını, Anayasa'ya aykırı da olsa dokunulmazlığının kaldırıldığını ve
Mahkemenin bu hususta mutlak yargılama yetkisi olduğunu, dokunulmazlığının aynı
anda hem olduğunu hem de olmadığını, dokunulmazlığı devam eden bir milletvekili
olarak yargılandığını, Anayasa Mahkemesinin Mustafa
Ali Balbay (B. No: 2012/1272, 4/12/2013), içtihatına
rağmen tutuklandığını ifade etmiştir.
ii. Savunmasının esasına yönelik birinci olay ile ilgili olarak
çözüm sürecinin akamete uğramaması için sarf ettiği tüm çaba ve gayretlere
rağmen çatışmalı sürecin tekrar başladığını, sonraki her an tekrar çözüm
sürecine dönüleceği düşüncesinin bir gerçeklik olduğunu, bu süreçte daha fazla
asker, gerilla, polis, korucu, sivil insanımızın ölmemesi için demokratik ve
insani bir şekilde, belki de hayatını da riske atarak yapılacak her canlı
kalkan eylemini ahlaki, vicdani açıdan değerli ve anlamlı bulduğunu, bu amaçla
Yüksekova'nın Kepur bölgesinde bulunan çadırda
yüzlerce Yüksekovalı insan ölmesin diye bir irade ortaya koyduğunu, bir müddet
sonra o bölgenin yasak bölge ilan edildiğini ve bölgeye geliş gidişlerin
engellendiğini, üzerinde hiçbir şey olmadığını, sadece bir mont ve tabii ki
yürüyen insanların yanına o anlık su ihtiyacını karşılayabilecek suyu ya da
belki akşama kadar yiyebilecekleri iki domatesi almış olabileceğini, böyle bir
iddia vardıysa niye orada bir gözaltı işlemi yapmadıklarını beyan etmiştir.
iii. İddianamedeki ikinci olay ile ilgili olarak vekili olduğu
Hakkâri Yüksekova ve diğer ilçelere hem Suriye’nin Rojawa
bölgesinden hem de Fırat Kürdistan bölgesinden vahşi örgüt DAİŞ’in
katlettiği yüzlerce gencin cenazesinin geldiğini ve büyük kalabalıklarla
defnedildiğini, bu ailelerin hepsinin taziyesine gittiğini ve acılarını
paylaştığını, bütün bunların halkında olduğu gibi kendisinde de DAİŞ'e karşı öfkeye neden olduğunu, özelikle 7 Haziran
öncesi ve sonrası DAİŞ'in Türkiye'de gerçekleştirdiği
tüm bombalı saldırılarda Hükûmetin ihmalinin bulunduğu, bunlara göz yumduğu ya
da Türkiye’de kaos ve iç savaş çıkarmak için Hükûmetin ve devletin içine sızmış
yapılar tarafından DAİŞ'le işbirliği yapıldığı, DAİŞ'e yol verildiği gibi ciddi iddialar ve izlenimlerin
ortaya çıktığını; bu zorlu süreçte son dönemde Suruç saldırılarıyla doruğa
çıkan DAİŞ saldırılarına ve bir gün önce adeta çözüm sürecinin bitirilmesine
sebep olacak hava operasyonları ile son dönemde yapılan hukuksuzluklara karşı
çözüm sürecinin korunması gerektiği adına yapılan demokratik yürüyüş sonunda
kitleye yaptığı konuşma olduğunu, konuşmasının tamamına bakıldığında bağlam
bütünlüğü açısından herkesin savaşa değil barışa odaklanması gerektiğini net
bir şekilde ortaya koyduğunu ve ısrarla barışı savunan bir konuşma olduğunu,
iddia edildiği gibi kimseyi ortadan kaldırmayı, öldürmeyi isteyen bir konuşma
olmadığını, bu anlamda "PKK sizi
tükürüğü ile boğar." cümlesinin bir kısım medya tarafından
sanki Türkiye halklarını, kurumlarını kastederek söylediği algısı yaratıldığını
ve bu yanlış yandaş medya tarafından konuşmasının tamamının hiçbir şekilde
verilmeden sadece bir iki cümlesi alınarak, manipüle edilerek, bağlamından
koparılarak, savaş ve şiddet taraftarıymış gibi şahsı üzerinden Partisini
yıpratmaya dönük, siyasi çıkar elde etmeye yönelik bir süreç başlatıldığını
ifade etmiştir.
iv. Üçüncü olay ile ilgili olarak herkesin ailesinin
geleneklerine, örf ve adetlerine uygun olarak gömülme hakkı olduğunu, herkesin
akrabasını kendi örf ve kültürüne göre onu temsil eden bir bezin üstündeki
renkler veya bir bayrak ile defnetme, son yolculuğuna uğurlama ve onun için
kederlenme hakkı olduğunu, bu anlamda cenazeye katılımın ölen kişinin
yakınlarının acılarını paylaşmaya yönelik olduğunu, dolayısıyla cenazeye katılımın
suç oluşturmayacağını ifade etmiştir.
v. İddianamedeki dördüncü olayla ilgili olarak siyasi partilerin
etkinliklerine katılmasının demokratik siyasetin gereği olduğunu, demokrasi
adına şiddet ve şiddet çağrısı yapılmayan her türlü etkinlik ile basın
açıklamasının siyasi partinin hakkı olduğunu, bu hakkın hem yasada hem
Anayasa'da güvence altına alındığını, mensubu olduğu Partinin basın
açıklamasına ya da etkinliğine katılmamasının anormal bir şey olacağını, bu
demokratik faaliyet sonunda kalabalığın şiddet olmadan, sessiz ve huzurlu bir
şekilde dağıldığını, Sayın Öcalan'ın on milyon insanın "İrademdir." dediği bir şahsiyet,
Türkiye’nin barışı ve geleceği için önemli bir kişilik olduğunu, bu son
süreçteki barış insiyatifini ve bu süreçteki barışı getirme
isteği ile gücünü de herkesin bildiğini, ayrıca Sayın Öcalan’ın kitaplarının
zaten Anayasa Mahkemesinin kararı ile serbest olduğunu, okunabildiğini, bu
açıdan hiçbir şekilde şiddet içermeyen bu demokratik siyasi faaliyetin suç
oluşturmadığını beyan etmiştir.
vi. Beşinci olayla ilgili olarak İlçe Seçim Kurulunda
mazbatalarını aldıktan sonra Partide otururken Hakkâri Üniversitesi derneği
olan CÖDER'den genç arkadaşların son dönemlerde
yapılan hak ihlallerine dikkat çekmek için yapacakları basın açıklamasına
kendilerini de davet ettiklerini, vekili olarak seçildiği ildeki siyasi parti,
sivil toplum kuruluşları ve derneklerin düzenlediği etkinlik ve açıklamalara
katılmasının demokratik siyasetin gereği olduğunu, hastaneden aldığı bir aylık
rapor ve olay anında çekilen basın görüntüleriyle adli makamlara giderek
şikâyette bulunduğunu ifade etmiştir.
vii. İddianamedeki altıncı olayla ilgili olarak olay üçte de
izah ettiği gibi herkesin ailesinin geleneklerine, örf ve adetlerine uygun
olarak gömülme, ayrıca herkesin akrabasını kendi örf ve kültürüne göre defnetme
hakkı olduğunu, bu anlamda cenazeye katılımın suç oluşturmayacağını, DAİŞ vahşi
terör örgütünün sadece Suriye, Irak, Türkiye’de değil Almanya, Fransa,
Belçika'da da insanlığa karşı suçlar işlediğini, hunharca katliamlar yaptığını,
tüm dünyaya tehdit olan uluslar arası terörist örgüte karşı savaşmış ve
yaşamını yitirmiş bir insanın cenazesine katıldığı için kendisine dava açılmış
olmasını anlamakta zorluk çektiğini beyan etmiştir.
viii. İddianamedeki yedinci olayla ilgili olarak on milyonlarca
insanın irademdir diye kabul ettiği bir şahsın 1998 yılında Suriye’den
çıkarılışını uluslararası bir komplo olarak gören ve böyle düşünen bir halk
olduğunu, halkın neden böyle düşündüğü konusunda sorgulandığını, bu halkın
Sayın Öcalan'ın Rusya, İtalya, Yunanistan ve Amerika’nın o süreçte komplosuna
maruz kaldığını, burada hedeflenenin Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye iade edilip
idam edilmesi ve bu süreçte Türkiye'de bir iç savaş çıkartmak olduğunu
söylediğini ve ayrıca bunları kendilerine oy veren seçmenlerin sıkça dile
getirdiğini, kendisinin sadece akan kardeş kanının tekrar akmaması adına bir
insan olarak demokratik tepkilerini dile getirip siyaset hakkını milletvekili
olarak kullandığını, bu açıdan bu konuşmaların sonunda şiddetle biten, halkın
olay çıkardığı ve şiddete başvurduğu hiçbir olayın yaşanmadığını ifade
etmiştir.
35. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2017 tarihindeki
ikinci duruşmada, başvurucunun terör örgütüne yardım etme suçundan 5 yıl hapis
ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis
cezalarıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir. Kararın gerekçe bölümü şöyledir:
"1-Sanık Abdullah Zeydan 26/07/2015
tarihinde HDP ve DBP ilçe başkanlıklarının TSK'nın gerçekleştirdiği hava
operasyonları ve ülke genelinde gerçekleştirilen gözaltı operasyonlarına tepki
göstermek amacıyla organize ettikleri toplantı da Yüksekova ilçe merkezinde bulunan
bir otel önünde bir konuşma yapmıştır. Konuşması sırasında sanık Abdullah
Zeydan kalabalık gruba hitaben 'PKK'nın ve kürt
halkının gücünü kimse test etmeye kalkışmasın. PKK Türkiye ve Ortadoğuyu gül bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış bir
barış ve halk hareketidir. PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar
tükürüğüyle, kürt halk önderi Abdullah Öcalan
üzerinde tecrit sürdüğü sürece medya (mezopotamya)
savunma alanları bombalandığı sürece kürt halkı hem
önderliğine hemde hareketine sahip çıkıp her yerde
demokratik tepkilerini gençleriyle ve kadınlarıyla gün be gün yükseltecektir.'
şeklinde konuşmuştur. Sanığın bu konuşmayı yaptığı ikrar içeren beyanı,
tutanaklar ve bilirkişi raporuyla sabittir.
2-Hakkari Valiliği
tarafından Jandarma ve askeri birliklerin PKK silahlı bölücü terör örgütü
üyelerine yönelik operasyon yapılması amacıyla Hakkari ili Yüksekova ilçesi Gürkavak köyü yakınlarında bulunan Varagöz
mevkiisi özel güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Sanık
Abdullah Zeydan ve beraberindeki 8 araçlık konvoy 4/10/2015 tarihinde değişik
bypass yollarını kullanarak bu özel güvenlik bölgesine gelmişler ve sanık
Abdullah Zeydan ile beraberindeki grup operasyon bölgesi olan bu alanda PKK
silahlı terör örgütü üyelerine yapılan askeri operasyonu engellemek amacıyla
canlı kalkan eylemi yapmışlardır. Bu olay 4/10/2015 tarihli olay tutanağı ile
tutanak altına alınmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 3. Piyade Tümen
Komutanlığı'nın 4/11/2015 tarihli soruşturma safhasında dosyaya giren müzekkere
cevabında; sanık ve beraberindeki kişilerin geldiği yerin özel güvenlik bölgesi
sınırları içerisinde olduğu, 21/01/2016 tarihli müzekkere cevabında ise;
04/10/2015 tarihinde operasyonların devam ettiği sanık ve beraberindeki
kişilerin olay mahalline gelmeleri ve canlı kalkan eyleminin sivil kayıp
meydana gelmemesi düşüncesiyle BTÖ mensuplarına yönelik yapılacak olan müdahale
seçeneklerini kısıtladığı ve askeri operasyonları engellediği belirtilmiştir.
Sanığın askeri güvenlik bölgesi olan Varagöz mevkiine gelerek BTÖ mensuplarına yönelik olarak
yapılan operasyonları engellediği ve sanık ve beraberindekilerin buraya gelmesi
nedeniyle askeri operasyonun engellendiği tanık beyanları ve Kara Kuvvetleri
Komutanlığı 3. Piyade Tümen Komutanlığı'nın müzekkere cevabı ile sabit kabul
edilmiştir.
Sanık Abdullah Zeydan'ın yukarıda oluş ve
kabulü anlatılan 26/07/2015 tarihinde yaptığı konuşmada "PKK'nın gücünü
kimse test etmeye kalkışmasın. PKK Türkiye ve Ortadoğuyu
gül bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış bir barış ve halk hareketidir.
PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar tükürüğüyle" demek şeklindenki eylemi 3713 sayılı yasanın 7/2 maddesinde
düzenlenen terörö örgütü propagandası yapmak suçu
olarak mahkememizce vasıflandırılmıştır.
Sanık üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş ve
bu sözleri DEAŞ için söylediğini beyan etmiştir.
Her ne kadar sanık bu savunmada bulunmuş ise
de; sanığın konuşmasının devamında "kürt halk
önderi Abdullah Öcalan üzerinde tecrit sürdüğü sürece medya (mezopotamya) savunma alanları bombalandığı sürece kürt halkı hem önderliğine hemde
hareketine sahip çıkıp her yerde demokratik tepkilerini gençleriyle ve
kadınlarıyla gün be gün yükseltecektir" şeklinde beyanda bulunması
gözetildiğinde sanığın sözlerinin muhattabının DEAŞ
terör örgütü değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğu mahkememizce kabul
edilmiştir. Zira teröristbaşı Abdullah Öcalan,
Türkiye Cumhuriyeti bağımsız ve tarafsız mahkemelerince verilen hüküm gereğince
ceza evinde cezasını infaz etmektedir. Sanığın konuşmasının devamında BTÖ'nün kamplarının bulunduğu medya (mezopotamya)
alanını savunma alanı olarak nitelendirmesi ve buraya yapılan operasyonların
Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından yapılmakta olması ve bu operasyonlar
devam ettiği sürece kürt halkının sözde önderliğe
sahip çıkacağını belirtmesi karşısında sanığın bu savunmasına itibar edilmemiş
ve sanığın PKK terör örgütünün cebir, şiddet içeren eylemlerine yüceltmek
suretiyle Türkiye Cumhuriyeti'ni gülbahçesine
çevirebileceği veya tükürüğüyle boğabileceği şeklindeki sözleri Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik olarak söylediği kabul edilmiş ve sanığın terör
örgütü propagandası yapmak suçundan mahkumiyetine,
Sanığın yukarıda oluş ve kabulü anlatılan özel
güvenlik bölgesi ilan edilen ve bölücü terör örgütü mensuplarına karşı
operasyon yapılmakta olan Varagöz mevkiine
beraberindeki kişilerle gelerek burada terör örgütü mensuplarına yönelik olarak
yapılan operasyonları canlı kalkan olmak sureti ile zayıflatmak şeklindeki
eylemi Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin Birleşik İçtihatları doğrultusunda TCK'nın
220/7 maddesinde düzenlenen örgüte yardım suçu olarak mahkememizce
vasıflandırılmıştır. Bu doğrultuda TCK'nın 314/3 maddesinin delaletiyle sanığın
314/2 maddesi gereğince mahkumiyetine ... [karar
verildi]"
36. Başvurucu verilen kararı istinaf etmiştir. Gaziantep Bölge
Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 25/11/2017 tarihli ilamıyla hükümler, usule
ilişkin nedenlerle bozulmuştur.
37. Bozma kararı sonrasında yargılamaya devam eden Diyarbakır 5.
Ağır Ceza Mahkemesince 11/1/2018 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne yardım
etme suçundan 5 yıl hapis ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 3
yıl 1 ay 15 gün hapis cezalarıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk
hâlinin devamına karar verilmiştir.
38. Başvurucu verilen kararı yeniden istinaf etmiş ve Gaziantep
Bölge Adliye 4. Ceza Dairesinin 25/4/2018 tarihli kararıyla talebin esastan
reddine karar verilmiş, bu şekilde hükümler kesinleşmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
39. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2),
§§ 64-89.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40.
Mahkemenin 14/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip
gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Yakalama ve Gözaltına
Almanın Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu; Anayasa ve kanunla öngörülen usullere
uyulmaksızın hakkında yakalama ve gözaltı tedbirlerinin uygulandığını, bu tedbirlerin
ölçülü olmadığını belirterek Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
42. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
44. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların
öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından
değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
45. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla
mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da
etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış
olması gerekir (Ramazan Aras, B.
No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).
46. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer
alan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya
tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı
hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde
hakkında hüküm verilmeyen kişilerin maddi ve manevi her türlü zararlarını
devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru
mekanizması öngördüğü anlaşılmaktadır. Aynı Kanun'un tazminat isteminin
koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da karar veya
hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen
bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmektedir (Zeki Orman, B. No: 2014/8797, 11/1/2017, §
27).
47. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin
aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına
ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava
sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi
gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No:
2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet
Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No:
2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez
ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
48. Bir suç isnadıyla gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan
kişinin gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yaptığı bireysel
başvuruda ihlal sonucuna varılmasının -özgürlükten mahrum kalmanın sona ermesi
bağlamında- başvurucunun kişisel durumuna bir etkisinin olması mümkün
görünmemektedir. Zira gözaltına alma kararı hukuka aykırı da olsa kişi hâkim
tarafından tutuklandığından yakalama veya gözaltı kararının hukuka aykırı olduğu
yönündeki bir tespit ve ihlal kararı tutuklu
kişinin serbest kalmasına tek başına imkân vermeyecektir. Dolayısıyla bireysel
başvuru kapsamında verilecek muhtemel bir ihlal kararı, ancak -talep etmesi
hâlinde- başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir (Günay Dağ ve diğerleri, § 147; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, § 44).
49. Somut olayda başvurucu hakkında verilen yakalama ve gözaltı
kararlarının hukuka uygun olup olmadığı 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi
kapsamında açılacak davada incelenebilir. Nitekim Yargıtay uygulaması (Yargıtay
12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı
kararı; Günay Dağ ve diğerleri, §
145) da bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına
gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında açılacak dava yoluyla yakalama
ve gözaltı kararlarının hukuka aykırı olduğu tespit edildiğinde başvurucu
lehine tazminata da hükmedilebilecektir.
50. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen
dava yolunun başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz, etkili bir
hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun
ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun hukuka aykırı olarak
yakalandığı ve gözaltına alındığı iddiasıyla ilgili olarak yargısal başvuru
yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
52. Başvurucu; Anayasa ile öngörülen usulün dışında
dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklandığını, ayrıca isnat edilen eylemlerin
ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve siyasi
faaliyette bulunma hakkı kapsamında olduğu gerekçeleriyle tutuklanmasının
hukuki olmadığını, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
53. Başvurucuya göre Kürt sorununa ilişkin barışçıl ve
demokratik çözüm önerileri ile Hükûmetin bu alandaki politikasına yönelik
eleştirileri ve siyasi kimliği gereği halk arasında söylediği sözler veya
değişik platformlarda yaptığı çağrılar ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gerekirken suça konu edilmiş, ayrıca mensubu olduğu Partinin
il/ilçe teşkilatlarınca düzenlenen bazı barışçıl gösterilere -milletvekili
sıfatıyla- katılması da suç olarak değerlendirilmiştir.
54. Başvurucu; tutuklama ve tutukluluğa itirazın reddi
kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu, bu bağlamda milletvekili olması
nedeniyle dokunulmazlık hükümlerinden yararlandırılması gerektiğini, suça konu
eylemlerin ifade ve toplantı-gösteri özgürlüğü çerçevesinde siyasi faaliyetleri
olduğu yönündeki iddialarının karşılanmadığını, adli kontrol tedbirlerinin
neden yetersiz kaldığı açıklanmadan ve tutuklama nedenlerine ilişkin bir
gerekçeye yer verilmeden özgürlüğünden yoksun bırakıldığını iddia etmiştir.
55. Tutuklama dolayısıyla milletvekili olarak siyasi
faaliyetlerini yerine getiremediğine değinen başvurucu, ayrıca Hükûmete ve onun
uygulamalarına yönelik muhalefetini yükselttiği ve insan haklarına yönelik
ihlallerin en sert şekilde yaşandığı bir dönemde tutuklandığını belirterek
tutuklama kararının HDP mensubu bir milletvekili olarak siyasi faaliyetlerini
engelleme ve bu faaliyetleri nedeniyle kendisini cezalandırma amacını
taşıdığını ileri sürmüştür. Son dönemde Kürt siyasetçilerin ve muhalefet
odağındaki herkesin yargı ve Hükûmet tarafından hedef alındığını, onlarca Kürt
siyasetçinin gözaltına alınıp tutuklandığını, böylelikle muhalefetin
susturulmasının hatta muhalif milletvekillerinin siyaset yapmasının imkânsız
hâle gelmesinin hedeflendiğini söyleyen başvurucuya göre hakkındaki tutuklama
tedbiri Anayasa'da öngörülenin dışında siyasi saiklerle
uygulanmıştır. Başvurucu bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıyla
bağlantılı olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 18. maddesinin de ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
56. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
57. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası
ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
58. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
59. Genel ilkeler için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§
110-124.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
60. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, yedi ayrı
fezlekeye konu olan eylemler (bkz. § 12) nedeniyle PKK silahlı terör örgütüne
üye olma suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
61. Diğer taraftan başvurucu; Anayasa ile öngörülenin dışında
bir usulle dokunulmazlığının kaldırıldığını, bu nedenle yasama
dokunulmazlığından yararlandırılması gerektiğini ve hakkında tutuklama tedbiri
uygulanamayacağını iddia etmektedir.
62. Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasının birinci
cümlesinde, seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen
milletvekilinin "Meclisin kararı
olmadıkça" tutulamayacağı, sorguya çekilemeyeceği,
tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı belirtilmiştir.
63. Bununla birlikte 6718 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
Anayasa'ya eklenen geçici 20. maddeyle bu maddenin TBMM tarafından kabul
edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla Bakanlığa, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına
veya Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Başkanlığına intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın 83. maddesinin
ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin
hükmün uygulanmayacağı düzenlenmiştir (bkz. § 14).
64. Başvurucunun da aralarında bulunduğu yetmiş milletvekili
tarafından "dokunulmazlıkların
kaldırılmasına dair TBMM kararı niteliğinde olduğu" ileri
sürülerek anılan düzenlemenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine
başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasa'nın 85. maddesi
kapsamında yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin bir karar olmadığı,
Anayasa değişikliği niteliğinde bulunduğu sonucuna ulaşmış; Anayasa
değişikliklerinin iptali istemine dair usule uyulmadığından talebin reddine
karar vermiştir (AYM, E.2016/54, K.2016/117, 3/6/2016, §§ 4-15).
65. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı dikkate
alındığında somut olayda başvurucunun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dair bir karar alınmadığı, yapılan Anayasa değişikliği ile belirli aşamalardaki
dosyalarla ilgili olarak yasama dokunulmazlığı yönünden bir istisna getirildiği
anlaşılmaktadır. Başvurucunun hakkındaki tutuklama kararına konu suçların bu
istisna kapsamında olmadığı yönünde bir iddiası bulunmamaktadır.
66. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun yasama
dokunulmazlığından yararlanması nedeniyle tutuklanamayacağı söylenemez. Bu
yönüyle başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır (Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Gülser
Yıldırım (2), §§ 125-132; Selahattin Demirtaş [GK], B. No: 2016/25189, 21/12/2017, §§
136-143).
67. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
68. Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun değişik tarihlerde
katıldığı yürüyüş, toplantı ve eylemler ile bu toplantılarda yaptığı
konuşmalara atıf yaparak silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden kuvvetli
suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır (bkz.
§ 26).
69. Kamuoyunda hendek
olayları olarak bilinen terör olaylarının yaşandığı dönemde PKK;
aralarında Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinin de bulunduğu -Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgelerindeki- bazı yerleşim yerlerinde cadde ve sokaklara hendekler
kazıp barikatlar kurmak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirmek
suretiyle şehirlerin bir kısmında hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Güvenlik
görevlileri bu hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması, böylelikle
yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmıştır. Bu kapsamda
Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinin de de operasyonlar gerçekleştirilmiş, bu
operasyonlarda çok sayıda ağır silah ve patlayıcı madde ele geçirilmiş,
hendekler kapatılmış, barikatlar kaldırılmış ve ayrıca çok sayıda terörist
etkisiz hâle getirilmiştir (bkz. §§ 7-9).
70. Soruşturma mercilerinin yaptığı tespitlere göre başvurucu,
bu olayların yaşandığı dönemde 26/7/2015 tarihinde Yüksekova'da "PKK'nın ve kürt
halkının gücünü kimse test etmeye kalkışmasın. PKK Türkiye ve Ortadoğuyu gül bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış bir
barış ve halk hareketidir. PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar
tükürüğüyle, kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerinde
tecrit sürdüğü sürece medya (mezopotamya) savunma
alanları bombalandığı sürece kürt halkı hem
önderliğine hemde hareketine sahip çıkıp her yerde
demokratik tepkilerini gençleriyle ve kadınlarıyla gün be gün
yükseltecektir" şeklinde beyanlarda bulunmuştur.
71. Başvurucunun yaptığı konuşmalarda, PKK'nın mensuplarını ve
silahlı gücünü övdüğü ve bunu meşrulaştıran sözler sarf ettiği soruşturma
mercilerince belirtilmiştir (bkz. § 12). Anılan bu konuşmalar, hendek olaylarının yoğunlaştığı yerlerden
birinde Yüksekova'da yapılmıştır. Bu itibarla soruşturma mercilerinin
başvurucunun siyasi konumunu, söz konusu konuşmaların yapıldığı dönemi ve
yerleri, konuşmaların içeriğini ve bağlamını birlikte dikkate alıp yukarıda yer
verilen ifadeleri içeren konuşmaları terörle bağlantılı bir suç işlendiğine
dair belirti olarak kabul etmelerinin temelsiz olduğu söylenemez.
72. Başvurucunun ayrıca hendek olaylarının devam ettiği bir
dönemde idarece özel güvenlik bölgesi ilan edilen bir yere 4/10/2015 tarihinde
başkalarıyla birlikte gelerek operasyon bölgesi olan bu alanda PKK silahlı
terör örgütü üyelerine canlı kalkan
olma ve bunlara yönelik operasyonları engelleme girişiminde bulunduğu da ileri
sürülmüştür.
73. Hendek olaylarının yaşandığı dönemde, terör örgütü
mensuplarına karşı operasyon gerçekleştirilen -aralarında Hakkâri'nin Yüksekova
ilçesi Gürkavak köyü yakınlarında bulunan Varagöz mevkinin de bulunduğu-
birçok yerde İdarece özel güvenlik bölgesi ilan edilmiştir (bkz. § 12).
Başvurucunun 4/10/2015 tarihinde anılan bu yere haklarında operasyon
gerçekleştirilecek PKK mensuplarını korumak için canlı kalkan olarak yanında başkaları da olduğu hâlde
gelmesinin ve bu girişimleri nedeniyle de operasyonların aksamasına neden
olmasının da soruşturma mercilerince terörle bağlantılı bir suç işlendiğine
dair belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz olduğu söylenemez.
74. Öte yandan başvurucunun anılan eylemleri derece
mahkemelerince terör propagandası yapma ve terör örgütüne yardım etme suçu
olarak nitelendirilmiş, başvurucu hakkında anılan eylemler dolayısıyla verilen
mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir (bkz. §§ 40, 41).
75. Sonuç olarak başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan
kuvvetli belirtilerin bulunmadığının kabulü mümkün değildir.
76. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç
şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
77. Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutuklanmasına
karar verilirken işlendiği iddia olunan silahlı terör örgütüne üye olma suçuna
ilişkin Kanun'da öngörülen yaptırımın ağırlığına ve suçun 5271 sayılı Kanun'un
100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan katalog suçlar arasında
olmasına dayanıldığı görülmektedir (bkz. § 26).
78. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör
örgütü üyesi olma suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar
öngörülen suç tiplerindendir (Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Gülser Yıldırım (2), § 148). İsnat edilen suça
ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden
durumlardan biridir (Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66).
Ayrıca anılan silahlı terör örgütü üyesi olma suçu, 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar
arasındadır.
79. Bunların yanı sıra yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa
değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının
başvurucuyu ifadesini almak üzere çağrı kâğıdıyla birkaç kez davet ettiği ancak
başvurucunun bu çağrılara uymadığı görülmektedir. Ayrıca milletvekili
dokunulmazlıklarına ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM'ye verilmesi
üzerine başvurucunun da mensubu olduğu HDP'nin Eş
Genel Başkanı, yaptığı bir konuşmada kesin bir tavırla hiçbir milletvekilinin
ifade vermeye gitmeyeceğini belirtmiştir (bkz. § 19). Dolayısıyla başvurucunun
bu tutumunun kişisel bir yaklaşımın ötesinde soruşturma ve kovuşturma
süreçlerini zorlaştırmaya yönelik siyasi bir tavır olduğu, bu nedenle
devamlılık arz edebileceği söylenebilir.
80. Sonuç olarak başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında
açıklanan kaçma şüphesine ilişkin tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin
bulunduğu anlaşılmaktadır.
81. Öte yandan başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü
olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın
13. ve 19. maddeleri kapsamındaki ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın
tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 268; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158,
26/7/2017, § 76).
82. Somut olayda başvurucu, tutuklanmasının siyasi
faaliyetlerini yerine getirmesine engel olacağını belirtmiş; bu nedenle
-Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarını emsal göstererek- tutuklanmasının
ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür.
83. Anayasa Mahkemesi; milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili
verdiği Mehmet Haberal (B. No:
2012/849, 4/12/2013), Kemal Aktaş ve Selma
Irmak (B. No: 2014/85, 3/1/2014), Faysal
Sarıyıldız (B. No: 2014/9, 3/1/2014), İbrahim Ayhan (B. No: 2013/9895, 2/1/2014), Gülser Yıldırım (B.
No: 2013/9894, 2/1/2014), Mustafa Ali Balbay kararlarında seçilme ve siyasi faaliyette
bulunma haklarıyla bağlantılı olarak sadece tutukluluğun makul süreyi aştığı
şikâyetlerini incelemiştir. Anılan kararlarda Anayasa Mahkemesi,
milletvekillerinin -hiçbir durumda- tutuklu olarak yargılanamayacakları yönünde
bir değerlendirmede bulunmamıştır.
84 Öte yandan Anayasa Mahkemesi yakın tarihte verdiği Gülser Yıldırım (2) (§§ 156, 157, 163) ve Selahattin Demirtaş (§§ 169, 170, 176)
kararlarında başvurucuların milletvekili
olmaları dolayısıyla tutuklamanın ölçüsüz olduğu yönündeki
iddialarını -tutuklamanın hukukiliği bağlamında- incelerken yasama
dokunulmazlığına istisna getirildiği veya bu dokunulmazlığın kaldırıldığı
durumlarda milletvekillerinin tutuklanamayacağına ilişkin anayasal bir kural
bulunmadığını ve milletvekilliğinin başlı başına tutuklamaya engel teşkil
etmediğini belirtmiştir. AnayasaMahkemesi, bu
kapsamda yaptığı inceleme sonucunda, milletvekili olan başvurucuların
tutuklanmalarının ölçüsüz olmadığını değerlendirmiştir.
85. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) de milletvekilleri
hakkında tutuklama tedbirinin hiçbir koşulda uygulanamayacağına ya da böyle bir
tutuklamanın -otomatik olarak- ölçüsüz olduğuna dair bir yaklaşımı söz konusu
değildir. Aksine AİHM, PKK ile bağlantılı suçlamalar dolayısıyla
dokunulmazlıkları kaldırılan ve sonrasında tutuklanan milletvekillerinin
tutuklanmalarının hukuki olmadığı iddialarını kabul etmemiştir (Sakık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23878/94
..., 26/11/1997, § 40).
86. Son olarak başvurucunun tutuklanmasına konu suçların genel
olarak 2015 ile 2016 yılları arasındaki eylemlere ilişkin olması, dolayısıyla
iddia edilen suçların bazılarının işlendiği tarihten uzunca bir süre sonra
tutuklama tedbirine başvurulması nedeniyle somut olayda ayrıca soruşturma
süreci bakımından tutuklamanın ölçülülük ilkesinin bir unsuru olarak gerekli olup olmadığının da incelenmesi
gerekir.
87. Nitekim Anayasa Mahkemesi, benzer durumdaki -suç tarihi ile
tutuklama tarihi arasında önemli zaman diliminin bulunduğu- bazı olaylara
ilişkin başvurularda tutuklamanın gerekliliğine dair incelemede bulunmuştur.
88. Somut olayda öncelikle Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yasama dokunulmazlığından yararlandığı
sürece başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının mümkün olmadığı
göz ardı edilmemelidir. Yasama dokunulmazlığının belirli aşamadaki dosyalar
için uygulanmayacağına ilişkin Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihinde yürürlüğe
girmiş; akabinde başvurucu hakkındaki soruşturma dosyaları, ilgili Cumhuriyet
Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Başvurucu, anılan Anayasa değişikliğinin
yürürlüğe girmesinden yaklaşık beş ay sonra tutuklanmıştır.
89. Bu süreç içinde yapılan işlemler incelendiğinde Anayasa
değişikliğinin yürürlüğe girmesini müteakip Bakanlıkça dosyaların ilgili
Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmesi, Başsavcılıklarca dosyaların
birleştirilmesi ve başvurucunun ifadesinin alınması için talimat yazılması veya
çağrı kâğıdı çıkarılması gibi usule ilişkin işlemlerin yapıldığı anlaşılmıştır
(bkz. §§ 16-19). Dolayısıyla soruşturma süreci içinde soruşturma mercileri
başta olmak üzere kamu makamlarının hareketsiz kalmaları söz konusu değildir
(Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Selahattin
Demirtaş, §§ 173, 174; Gülser Yıldırım (2),§§ 160,
161).
90. Öte yandan terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını
ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize
olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (Benzer
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756,
16/11/2016, § 214; Devran Duran,
§ 64; Selahattin Demirtaş, § 175;
Gülser Yıldırım (2),§ 162).
91 Ölçülülüğe ilişkin somut olayın yukarıda belirtilen
özellikleri dikkate alındığında Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen
suçlar için öngörülen yaptırımın ağırlığını ve işin niteliğini de gözönünde tutarak adli kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağı ve tutuklama tedbirinin gerekli ve ölçülü olduğu, sonucuna varmasının
keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
92. Ayrıca tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak
yukarıda yer alan tüm açıklamalar karşısında başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin Anayasa'da öngörülenin dışında siyasi bir amaçla
gerçekleştirildiği iddiasının incelenmesini gerektiren bir durum söz konusu
değildir.
93. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
94. Başvurucu; hakkındaki gözaltı ve ifade süreçlerinde
suçlamalara dair ayrıntılı şekilde bilgilendirilmediğini, soruşturma dosyasını
inceleme talebinin kısıtlama
kararı gerekçe gösterilerek kabul edilmediğini, bu nedenlerle kendisine yönelik
suçlamaları ve bunların delillerini öğrenemediğini ileri sürmüştür. Başvurucu
ayrıca soruşturma mercileri tarafından kısıtlama
kararının kanunda öngörülen kapsamı aşılarak yorumlandığını, bu bağlamda
incelemeye ve/veya örnek almaya yetkili olduğu belgelere yönelik erişiminin de
engellendiğini iddia etmektedir. Başvurucuya göre soruşturma mercilerinin bu
tutumu silahların eşitliği
ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Başvurucu sonuç olarak tutuklamaya karşı etkili bir
şekilde itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
95. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
96. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
97. Genel ilkeler için bkz. Gülser Yıldırım (2),§§
169-174.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
98. Başvurucu; hakkındaki suçlamalarla ilgili olarak gerek
gözaltında gerekse de Savcılıkta kendisine ayrıntılı bilgi verilmediğini, ifade
işlemi sırasında da dosyayı inceleme taleplerinin kısıtlama kararı gerekçe
gösterilerek reddedildiğini ileri sürmüş ancak kısıtlama kararının verildiği
tarih ve sayı ile kısıtlama kararının daha sonra kaldırılıp kaldırılmadığı
hususunda herhangi bir belgeyi veya bilgiyi dosyaya sunmamıştır. Bununla
birlikte Hakkâri 2. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği
17/11/2016 tarihi itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin
(4) numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır.
99. Başvurucuya yöneltilen suçlamalar, yasama
dokunulmazlıklarıyla ilgili Anayasa değişikliği yapılmadan önce Cumhuriyet
Başsavcılıkları tarafından düzenlenen fezlekelerde belirtilen eylemlere
ilişkindir. Bu fezlekeler ile fezlekelere ekli soruşturma dosyalarının
içeriğinin kısıtlama kararının öncesinde milletvekili olan başvurucunun veya
müdafilerinin erişimine açık olmadığı yönünde herhangi tespit ya da iddia
bulunmamaktadır (Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Selahattin Demirtaş, § 192; Gülser Yıldırım,§
177). Öte yandan Savcılıkça yapılan ifade alma işlemi öncesinde, üzerine atılı
suçlamalar başvurucuya anlatılmış; başvurucu soruşturmanın siyasi olduğuna
inandığı için ifade vermek istemediğini söylemiş ve isnat edilen her bir eyleme
ilişkin ayrıntılı sorulara cevap vermemiştir (bkz. § 21).
100. Savcılıkça düzenlenen tutuklama talep yazısı incelendiğinde
başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı şekilde açıklamada
bulunulduğu görülmektedir. Bu bağlamda suça konu edilen olaylarla ilgili bilgi
ve delillere yer verilmiş, bu eylemlerin hukuki niteliğine yönelik olarak da
değerlendirmelerde bulunulmuştur (bkz. § 23). Anılan talep yazısı sorgu işlemi
öncesinde Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuş, ayrıca
sorgu tutanağında başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı
belirtilmiştir. Başvurucunun sorgu sırasında tutuklamaya sevk edilme süreci ile
ilgili genel bir değerlendirme yaptığı ancak suçlama konusu olaylarla ilgili
anlatımda bulunmadığı, sorulan sorulara cevap vermeyeceğini ifade ettiği, sorgu
sırasında hazır bulunan başvurucu müdafilerinin ise usule ilişkin itirazlarını
yaptıkları görülmektedir (bkz. § 24). Hâkimlik, tutuklama kararında da
tutuklamaya konu edilen suçlamalarla (eylemlerle) ilgili ayrıntılı
değerlendirmelerde bulunmuştur (bkz. § 25). Dolayısıyla başvurucunun ve
müdafilerinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden
bilgilere erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
101. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve
tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya
veya müdafilerine bildirilmiş, başvurucuya bunlara karşı savunma ve
itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında kısa bir
süre devam eden soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlılık kararı
nedeniyle başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda
bulunamadığının kabulü mümkün görülmemiştir.
102. Diğer taraftan başvurucu, kısıtlama kararının kanunda
öngörülen kapsamı aşılarak yorumlandığını, incelemeye ve/veya örnek almaya
yetkili olduğu belgelere yönelik erişiminin engellendiğini ileri sürmüşse de
5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (3) numaralı fıkrasına aykırı olarak
kuralda belirtilen "ifadelerini içeren
tutanaklar, bilirkişi raporları ve hazır bulunmaya yetkili olduğu diğer adli
işlemlere ilişkin tutanaklar"dan
hangisine veya hangilerine erişiminin engellendiğini ortaya koyamamış;
özellikle kısıtlamaya ilişkin kararın tarih ve sayısını bildirmemiştir.
103. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendisine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu
gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak
ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan
deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler
olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
104. Başvuru formu ve eklerinde, başvurucunun kısıtlama kararı
kapsamında olmayan bilgi ve belgelere erişiminin sağlanması için yetkili
mercilere başvurduğuna ve bu girişiminin sonuçsuz kaldığına yönelik olarak
somut olgulara dayalı bir iddia dile getirilmediği gibi UYAP üzerinden yapılan
incelemede de böyle bir olguya rastlanmamıştır. Nitekim başvurucu müdafilerinin
de sorgu sırasında, kısıtlama kararı kapsamında olmayan belgelere
erişemedikleri ve bu nedenle tutuklama talebine karşı savunmalarını etkili bir
şekilde dile getiremedikleri yönünde bir iddiaları olmamıştır. Dolayısıyla
başvurucu, kısıtlama kararı kapsamında olmayan belgelere erişiminin
engellendiği iddiasını temellendirememiştir.
105. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kısıtlama kararı
nedeniyle etkili bir savunma yapamadığı ve tutukluluğa etkili bir şekilde
itirazda bulunamadığı iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının da açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. İfade Özgürlüğü ile
Seçilme ve Siyasi Faaliyette Bulunma Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
106. Başvurucu; tutuklamaya dayanak oluşturan ve fezlekelerde
belirtilen konuşma ve açıklamalarının ifade özgürlüğünün koruması altında
olduğunu, muhalefet partisine mensup bir milletvekili olarak Hükûmete ve onun
siyasetinin ürünü olan uygulamalara yönelik siyasal söylem ile eleştirilerinin
ifade özgürlüğü kapsamında en üst seviyede korunması gerekirken suçlamaya ve
dolayısıyla tutuklamaya konu edildiğini iddia etmiştir. Başvurucuya göre
mensubu olduğu Partinin geniş bir seçmen kitlesine sahip olduğu yerlerde o
bölgenin sorunlarını tartışmaya açması ve süregelen (silahlı) çatışmalarla
ilgili olarak iktidarı güçlü bir şekilde eleştirmesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Başvurucu sonuç olarak ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
107. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın
özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakları gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken
öncelikle tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi
aşıp aşmadığını değerlendirmekte; sonrasında tutuklamanın hukukiliğine ya da
tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak
diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No:
2015/18567, 25/2/2016, §§ 92-100; Hidayet
Karaca, §§ 111-117; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§
157-164; Günay Dağ ve diğerleri, §§ 191-203; Mehmet Haberal, §§
105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, §§ 61-75; Faysal Sarıyıldız, §§ 61-75; İbrahim Ayhan, §§ 60-74; Gülser Yıldırım, §§ 60-74).
108. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı
iddiası incelenirken derece mahkemelerinin olayda tutuklama nedeninin ve
başvurucunun suç işlemiş olabileceğine ilişkin inandırıcı delillerin
bulunduğuna, ayrıca tutuklamanın ölçülü olduğuna ilişkin gerekçelerinin ilgili
ve yeterli olduğu, kararın keyfi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. (bkz. §§ 60-93).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca
ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları kapsamında
kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası
yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır
(Aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Selahattin
Demirtaş, §§ 199-201; Gülser Yıldırım (2),§§ 185-187).
109. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklanmasının ifade
özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını ihlal ettiği
iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun
bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yakalama ve gözaltına almanın hukuka aykırı olması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Tutuklanma dolayısıyla ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
14/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.