TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZEL İSTANBUL AREL EĞİTİM KURUMLARI A.Ş.
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/3592)
|
|
Karar Tarihi:29/5/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 18/7/2019-30835
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Mahmut ALTIN
|
Başvurucu
|
:
|
Özel İstanbul Arel Eğitim Kurumları
A.Ş.
|
Vekili
|
:
|
Av. Serkan KARTAL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; inşaat izni alabilmek için bedelsiz olarak yola terk
edildikten sonra imar planında değişiklik yapılarak özel kültürel tesis alanına
dönüştürülen taşınmazın önceki malikine iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet
hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/2/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul'un Bahçelievler ilçesi Yenibosna köyünde bulunan 4.379 metrekare (m²) yüz
ölçümündeki 10428 parsel sayılı taşınmazın malikidir.
8. Başvurucunun inşaat izni alabilmek için 20/1/1995 tarihinde
Bahçelievler Belediyesine (Belediye) yaptığı başvuruya cevap olarak inşaat izni
verebilmesi için taşınmazın metro güzergâhı ve tramvay hattında kalan 531,28
m²lik kısmının bedelsiz terk edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
9. Taşınmazın 531,28 m²lik kısmı, başvurucu tarafından 7/3/1996
tarihinde bedelsiz olarak kamuya terk edilmiştir. Söz konusu yer yola terk
edildikten sonra kalan kısmına yeni numara verilerek 314 ada 1 parsel olarak
başvurucu adına tapu kaydı oluşturulmuş ve başvurucu tarafından özel okul
yapılmıştır.
10. Yola terk edilen taşınmaz 21/6/2009 tarihli revizyon imar
planında özel kültürel tesis alanı
olarak ayrıldıktan sonra başvurucu, okulun yenilenmesi ihtiyacına binaen tekrar
inşaat izni verilmesi talebiyle Belediyeye başvurmuştur. Belediye, daha önce terk
edilen 531,28 m²'lik kısmın satın alınarak
özel okul niteliğindeki ana taşınmazla tevhit edilmesi şartıyla ruhsat
verilebileceğini belirtmiştir.
11. Bunun üzerine başvurucu 9/11/2010 tarihinde inşaat izni
almak için bedelsiz olarak terke zorlandığını ve terk amacının ortadan
kalktığını belirterek tevhit şartı konan kısmın bedelsiz olarak kendisine
verilmesini Belediyeden talep etmiştir.
12. Talebi reddedilen başvurucu, daha önce terk ettiği kısmın
bedelsiz olarak adına tescili talebiyle 21/1/2011 tarihinde Bakırköy 8. Asliye
Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptal ve tescil davası açmıştır.
13. Mahkemece 29/1/2013 tarihinde davanın kabulüne karar
verilmiştir. Kararın gerekçesinde, metro ve tramvay hattı ihtiyacı olup
olmadığını bilebilecek durumda olan davalı Belediye yetkililerinin objektif iyi
niyet (dürüstlük kuralı) ilkesine uymadıkları belirtilmiştir.
14. Temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 12/11/2013
tarihinde bozulmuştur. Kararda 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu'nun 35. maddesi uyarınca özel parselasyon sonucunda malikin muvafakatıyla kamu hizmet ve tesislerine ayrılmış yerler
için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamayacağı
gerekçesiyle başvuru konusu yerin bedelsiz olarak talep edilmesinin mümkün
olmadığı belirtilmiştir.
15. Mahkemece bozma kararında belirtilen gerekçeye dayanılarak
15/10/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz edilen karar,
Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 8/12/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar
düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 13/2/2017 tarihinde reddedilmiştir.
16. Nihai karar, başvurucu vekiline 21/1/2016 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 19/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap
Uras (B. No: 2014/11994, 9/3/2017,
§§ 26-32) kararı.
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kural olarak özel bir
kişiye menfaat sağlamak için mülkten yoksun bırakmanın kamu yararı amacı
taşımadığını kabul etmiştir (James ve
diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 40).
Kamu yararı amacının gerçekleştirilmemesi şikâyetiyle ilgili Karaman/Türkiye (B. No: 6489/03,
15/1/2008) kararına konu olay, sağlık merkezi yapılması şartıyla belediyeye
bağışlanan taşınmazın bir kısmının şarta aykırı olarak kamu hizmetine tahsis
edilmeyerek üçüncü kişilere satılmasına ilişkindir. AİHM, idareye devir anında
ortaya konulan şarta aykırı bir şekilde kullanılan taşınmaza ilişkin olarak
malikin geri alım hakkının bulunmadığını saptayan Yargıtay kararının taşınmazın
kısmen de olsa kamu hizmetine tahsis edilmiş olduğu düşüncesiyle haklılaştırılamayacağını belirtmiştir (Karaman/Türkiye, § 32). AİHM, Yargıtayın kamu hizmetine tahsis edilmemiş olsa bile
mülkiyetin el değiştirmiş olması nedeniyle önceki malikin mülkiyet veya
tazminat iddiasında bulunamaması sonucunu doğuran 2942 sayılı Kanun'un 35.
maddesine ilişkin yorumunun kamu yararının gerekleri ile bireysel hakların
korunmasının gereklilikleri arasındaki dengeyi bozduğu kanaatine varmıştır (Karaman/Türkiye, § 33). AİHM sonuç olarak
2942 sayılı Kanun'un 35. maddesine ilişkin uygulamanın Sözleşme'ye
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesiyle uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Karaman/Türkiye, § 34).
21. Beneficio Cappella Paolini/Malta (B. No: 40786/98, 13/7/2004)
kararına konu olayda başvurucunun 7/3/1985 tarihinde kamulaştırılan taşınmazı
kısmen kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmıştır. Başvurucunun 16/2/1987
tarihinde taşınmazın kullanılmayan kısmının iade edilmesi için idareye yaptığı
başvuru ise reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun 10/11/1988 tarihinde
açtığı dava da derece mahkemelerince reddedilmiştir. AİHM olayda kamulaştırma
yönteminin tartışma konusu olmadığını, ilgili kanun hükümlerinin uygulanarak
tazminatın başvurucuya ödendiğini belirtmiştir. Ancak AİHM'e
göre kamulaştırılan taşınmazın yalnızca bir bölümünün kamu yararı amacına
kullanılması ve kullanılmayan bölümünün iadesi yönünde kanuni bir düzenlemenin
bulunmaması mülkiyet hakkına saygı bakımından önemli bir sorun teşkil
etmektedir (Beneficio Cappella Paolini/Malta, § 33).
22. AİHM; böyle bir davada kamulaştırmanın bireyin mülkünden
elde edilen gelirden yoksun bırakılmasına yol açtığını, bu yoksun bırakmanın
ise kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunmaması durumunda Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki
güvencelere aykırı olarak mülk sahibinin aşırı bir külfete katlanmasına sebep
olduğunu kabul etmiştir. AİHM, 1985 yılında yapılan kamulaştırma ve 1987
yılında idarenin başvuruyu reddi sırasında kamu yararı mevcut olsa da aradan
geçen sürede taşınmazın hâlen kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığını
özellikle vurgulamıştır (Beneficio Cappella Paolini/Malta, § 33). AİHM'e
göre bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması
gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur (Beneficio Cappella Paolini/Malta,
§§ 33, 34).
23. Motais de Narbonne/Fransa (B.
No: 48161/99, 2/7/2002) kararına
konu olayda bir sosyal konut projesi için taşınmazın kamulaştırılması söz
konusudur. Ancak bu taşınmaz üzerinde, kamulaştırma tarihinden itibaren on
dokuz yıl geçmesine rağmen belirtilen kamu yararı amacı çerçevesinde herhangi
bir inşaat yapılmamıştır. AİHM'e göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, taraf
devletleri bireylerin rızası dışında yoksun bırakıldıkları taşınmazlarının
arazi spekülasyonuna yol açacak şekilde uzun bir süre kamu yararı amacıyla
kullanılmadan tutulmak suretiyle yoksun bırakılması riskinden korumaya
zorlamaktadır. Kararda, bu geçen sürede taşınmazın değerinde önemli miktarda
bir değer artışı yaşandığına dikkat çekilmiştir (Motais de Norbonne/Fransa, § 21). AİHM
sonuç olarak on dokuz yıl boyunca kamulaştırmanın dayandığı kamu yararına
ilişkin projenin uygulanmaması sonucu bu zaman diliminde meydana gelen artı
değerden başvurucunun yoksun bırakılmasının başvurucuya aşırı bir külfet
yüklediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Motais de Norbonne/Fransa, §§
16-23).
24. Bu kapsamda değinilecek diğer bir karar Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No:
37546/02, 8/4/2008) kararıdır. Bu olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz büyükşehir
belediyesince yapılan bir imar uygulaması çerçevesinde 1992 yılında
kamulaştırılmıştır. Başvurucular 27/10/1997 tarihinde 2942 sayılı Kanun'un 23.
maddesine dayalı olarak büyükşehir belediyesine tapu iptali ve tescil davası
açmışlardır. Başvurucular, taşınmazın kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmadığını
ileri sürmüşlerdir. İlk derece mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararı,
imar planındaki projenin gerçekleştirilebileceğine vurgu yapılarak Yargıtayca bozulmuştur. Davanın reddine ilişkin hüküm Yargıtayca 5/2/2002 tarihinde onanmıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 4-18).
25. AİHM ilk olarak kamulaştırmanın yöntemince yapıldığının
taraflar arasında tartışma konusu olmadığını ancak asıl şikâyet konusunun
aradan yirmi bir yıl geçmesine rağmen hâlen kamu yararı amacına uygun çalışmalara
tahsis edilmemesi olduğunu vurgulamıştır (Keçecioğlu
ve diğerleri/Türkiye, § 25). Buna göre taşınmaza ilişkin olarak
kamulaştırma kararı verilmesinin üzerinden yirmi bir yıl geçmesine rağmen
mülkten yoksun bırakmaya esas teşkil eden kamu yararına yönelik proje hayata
geçirilmemiştir. AİHM, taşınmazın kamulaştırma amacına uygun düzenlemeler için
kullanılmamasının başvurucuların mülkiyet hakları bakımından önemli sorunlara
yol açtığını belirtmiştir. AİHM'e göre böyle bir
kamulaştırma artık kamu yararına ilişkin bir gerekçeye dayanmayıp başvurucuların
söz konusu taşınmazın artı değerinden mahrum kalmalarına neden olmaktadır. AİHM
somut olayda da yirmi bir yıl geçtiği hâlde taşınmazın kamulaştırma amacı
doğrultusunda kullanılmadığını belirterek kamu yararı amacının gerçekleşmediği
ve kamu yararı ile başvurucuların hakları arasındaki adil dengenin bozulduğu
sonucuna varmıştır (Keçecioğlu ve
diğerleri/Türkiye, §§ 26-28).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 29/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
28. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
29. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve
ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 27-36).
30. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu, inşaat izni alabilmek için Belediyenin şart
koşması nedeniyle bedelsiz olarak yola terk ettiği taşınmazın uzun süre terk
amacına uygun kullanılmamasına ve özel
kültürel tesis alanına dönüştürülmesine rağmen kendilerine bedelsiz
iade edilmemesinden yakınmıştır. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
33. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
(1) Genel
İlkeler
35. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No:
2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35.
maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup
olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26; İhsan Vurucuoğlu,
B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
36. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu
bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
37. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen
mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).
38. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele
dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını
güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan
mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, §§ 52-54).
39. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu
gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir
işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660,
20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk,
§ 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).
Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri
sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir
(Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
§ 37).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
40. Somut olaya konu taşınmazın 531,28 m²lik kısmı, başvurucu
tarafından 7/3/1996 tarihinde bedelsiz olarak yol amacıyla terk edilmiş ve
başvurucu adına olan sicil kaydı terkin edilmiştir.
41. Anayasa Mahkemesi norm denetime ilişkin bir kararında köy ve
belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlalarının köy veya belediye
namına tescil olunmasını öngören 22/12/1934 tarihli ve 2644 sayılı Tapu
Kanun'un 21. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığı tespitini yaparken rıza
gösterilerek yola terk edilen taşınmazların durumunu da değerlendirmiştir (bkz.
AYM, E.2011/23, K.2012/3, 12/1/2012). Anayasa Mahkemesi, hukukumuzda
bağışlamanın şarta bağlı olarak yapılmasının da mümkün olduğunu hatırlatmış ve
malikin bağışladığı taşınmazın yol dışında başka bir amaç için kullanılmamasını
istemesi durumunda şarta bağlı bağışlama yapma imkânına sahip olduğunu ifade
etmiştir. Gerekçede dolaylı olarak hibeye ilişkin borçlar hukuku hükümlerine
atıf yapılmıştır. Gerekçede yapılan açıklamaların aksi ile yorumundan yol şartı
ile bağışlanan taşınmazların yol dışındaki bir amaçla kullanılması durumunda
bağışlayanın iade hakkının doğacağı sonucuna ulaşılmaktadır (benzer yöndeki bir
karar için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras, § 50).
42. Somut olayda ihtilaf konusu taşınmaz, metro güzergâhı ve
tramvay hattında kalması nedenine dayalı olarak yol şartıyla Belediyeye terk
edilmiş (bağışlanmış) ancak Belediye tarafından özel kültürel tesis alanına dönüştürülmüştür. Bu itibarla
söz konusu taşınmaz yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında
mülkünün varlığında bir tereddüt bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
43. Somut olayda, yol yapılması amacıyla Belediyeye terk edilen
taşınmazın uzun süre bu amaçla kullanılmayıp imar durumunun özel kültürel tesis alanına dönüştürülmesinin
mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.
44. Başvurucunun yol yapımı şartıyla bağışladığı taşınmazın
Belediye tarafından şarta uygun bir şekilde yol olarak kullanılmayıp özel kültürel tesis alanına
dönüştürülmesinin mülkten yoksun bırakma olarak değil mülkiyetten barışçıl
yararlanma hakkına müdahale kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmaktadır (benzer yöndeki bir karar için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras,
§ 63).
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
45. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
46. Anayasa’nın 35. maddesinde, mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş; bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması
ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 62).
(1) Kanunilik
47. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
48. Somut olayda başvurucu tarafından açılan tapu kaydının
iptali ve tescil davası, 2942 sayılı Kanun'un 35. maddesine dayanılarak
reddedilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
2942 sayılı Kanun'un 35. maddesine dayandığı anlaşıldığından müdahalenin kanuni
bir dayanağının bulunduğu kuşkusuzdur.
(2) Meşru
Amaç
49. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her
somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§
28, 29).
50. Bağışlanan taşınmazın yol olarak tahsis edilmesinin kamu
yararına yönelik olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak 21/6/2009 tarihli
revizyon imar planında söz konusu taşınmazın imar durumu özel kültürel tesis alanı biçiminde
değiştirilmiştir. Somut olayda müdahalenin niteliğini ve olayın koşullarını
dikkate alan Anayasa Mahkemesi, meşru amaç unsurunu müdahalenin ölçülülüğü ile
birlikte sorgulayarak sonuca varacaktır (benzer yöndeki bir karar için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap
Uras, § 75).
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
51. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
52. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
53. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
54. Anayasa’nın kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesine göre
devlet ve kamu tüzel kişileri tarafından yapılabilmesi, kamu yararının
bulunması, kamulaştırma kararının kanunda gösterilen esas ve usullerine
uyulması, gerçek karşılığın kural olarak peşin ve nakden ödenmesi
kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Temel unsurunun kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, özel mülkiyet
alanına devletin bir müdahalesidir. Kamulaştırma işlemi, taşınmaza el koymaya
zorunlu kalındığında kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün tutulduğu
durumlarla sınırlı olarak ve Anayasa'da belirlenen usul güvenceleri izlenerek
yapıldığında hukuka uygun sayılır (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, §
11).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
55. Somut olayın elverişlilik ve gereklilik kriterlerinin
tartışılmasını gerektiren bir yönü bulunmamaktadır. Asıl tartışılması gereken
husus, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
56. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, kamu
yararının korunması ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin
sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı
bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü
olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve
orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
57. Bu aşamada belirtmek gerekir ki taşınmazın kamulaştırma
amacı dışında kullanılmakla birlikte kamu yararına yönelik başka bir ihtiyaç
için tahsis edilmesi hâlinde yine kamu yararı amacının mevcut olduğu ancak
sadece sebebinin değişmiş olduğu kabul edilmelidir. Diğer taraftan Anayasa
Mahkemesinin daha önce Habibe Kalender ve diğerleri(B.
No: 2013/3845, 1/12/2015) kararında açıklandığı üzere taşınmazın kamulaştırma
amacına uygun bir şekilde tahsis edilmesinden sonra bu ihtiyaca lüzum kalmaması
nedeniyle farklı amaçlarla kullanılması da somut olayın koşullarına bağlı
olarak mülkiyet hakkının gerekliliklerine bir aykırılık teşkil etmez (Habibe Kalender ve diğerleri, §§ 45, 48).
58. Yukarıda da değinildiği üzere inşaat izni için yola terke
sebebiyet verilen tarihte kamu yararının soyut olarak bulunması yeterli olmayıp
ayrıca bu doğrultuda amacın somut olarak gerçekleştirilmesi de beklenmektedir
(benzer yöndeki bir karar için bkz. Derya Alpdoğan ve diğerleri, B. No: 2015/6845,
31/10/2018, § 51).
59. Olayda başvurucu, maliki olduğu taşınmazı yol yapılması
şartıyla Belediyeye bağışlamış ancak Belediye tarafından yapılan imar planı
değişiklikleriyle taşınmaz özel kültürel
tesis alanına dönüştürülmek suretiyle bağış vaadi sözleşmesinde
belirtilen mükellefiyet ihlal edilmiştir. Bu mükellefiyetin ihlali başvurucu
acısından taşınmazın iadesi yönünde meşru bir beklenti yaratmıştır. İncelenen
başvuruda Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca yapılan ölçülülük değerlendirmesi
yönünden hukuki sorunun 2942 sayılı Kanun'un 35. maddesi hükmünün malikin
rızasıyla kamu hizmetlerinde kullanılmak üzere kamuya terk edilen taşınmazların
kamu yararı dışındaki amaçlarla kullanılması durumunda dahi taşınmazın malike
iadesine engel teşkil ettiği biçimindeki yerleşik yargısal içtihattan kaynaklandığı
görülmektedir (benzer yönde bir karar için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras,
§ 80).
60. Başvuru konusu olayda bedelsiz yola terk edilen ve
sonrasında özel kültürel tesis alanı
hâline getirilen taşınmazın bağışlayana iade edilebilmesi için bedelinin
ödenmesi şartının getirilmesinin başvurucuya önemli bir külfet yüklediği
tartışmasızdır. Yol şartıyla bağışlanan taşınmazın özel kültürel tesis alanına dönüştürülerek bundan elde
edilecek ekonomik menfaatin Belediyeye ait olması devlete güven ilkesini
zedeleyici sonuçlar doğurmaktadır (benzer yöndeki bir karar için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap
Uras, § 81).
61. Somut olayda terk tarihinden bu yana geçen sürenin uzunluğu
ve terk edilen taşınmazın bu süre içinde terk amacına uygun kullanılıp
kullanılmadığı değerlendirilmeden sadece 2942 sayılı Kanun'un 35. maddesine
dayanılarak dava reddedilmiştir. Hâlbuki olayda başvurucunun taşınmazı terk
amacına uygun kullanılmadığı gibi ilgili kanun hükümleri çerçevesinde iade de
edilmemiştir. Dolayısıyla somut olayda aradan on üç yıl geçtiği hâlde
taşınmazın terk amacı doğrultusunda kullanılmaması nedeniyle kamu yararı amacı
gerçekleştirilmemiştir. Buna göre taşınmazın makul sayılamayacak bir süre terk
amacı doğrultusunda kullanılmamasının ilgili kamu yararı amacı da ortadan
kalktığına göre müdahalenin başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet
yüklediği, kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasındaki
adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak
şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
65. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
66. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine
hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek
işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili
mercilere gönderir (Mehmet Doğan, §
56).
67. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi, uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
68. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa
Mahkemesi, her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere
hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu
yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal
tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın
bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.
69. Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde
yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine
değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece
mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
70. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır
(Mehmet Doğan, § 60).
71. Başvurucu, maddi tazminat ve yeniden yargılama yapılması
talebinde bulunmuştur.
72. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda, ihlalin idari
işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idare tarafından yol
açılan ihlale yönelik olarak etkili bir hukuk yolunun mevcut olduğu ancak
başvurucunun açtığı davanın reddedilmekle ihlalin sonuçlarının giderilmemiş
olduğu görülmektedir.
73. Bu durumda somut başvuru bakımından ihlalin idari işlemden
kaynaklandığı tespit edilmekle birlikte yeniden yargılama yoluyla derece
mahkemelerinin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının
bulunduğu anlaşılmakla kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy 8. Asliye Hukuk
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
74. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması
gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve
nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemelere
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
75. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlalinin
sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucunun tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/302, K.2014/505) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
29/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.