TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN ÖZKAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/6323)
|
|
Karar Tarihi: 13/1/2021
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin ÖZKAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet İNEL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; iş kazasından kaynaklanan tazminatın ıslah
ile artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesi ile reddedilmesi ve aleyhe yüksek vekâlet
ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun
sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, iş kazasına ilişkin
savcılık tarafından etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 30/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul'da çocuk bezi üretimi yapan bir
fabrikada çalışmaktayken 20/8/2004 tarihinde iş kazası geçirmiş ve kaza
neticesinde sağ el işaret parmağının bir kısmını kaybetmiştir.
A. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç
9. Başvurucu hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca
(Savcılık) Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor alınmış ve 24/8/2004 tarihli raporda
başvurucunun hayati tehlikesinin olmadığı, 15 gün iş gücünden mahrum kalacağı
ifade edilmiştir.
10. Savcılık 29/11/2004 tarihli kararla takipsizlik
vermiştir. Takipsizlik karar gerekçesinde ATK raporuna atıf yapılmış ve
başvurucunun şikâyetçi olmadığı, kamu adına da takibata gerek duyulmadığı
belirtilmiştir.
B. İş Mahkemesine İlişkin Süreç
11. Başvurucu, geçirdiği iş kazasında sağ el işaret
parmağını kısmen yitirmesi nedeniyle işveren aleyhine 7/12/2006 tarihinde 1.000
TL maddi, 10.000 TL manevi tazminat istemiyle dava açmıştır. İstanbul 2. İş
Mahkemesi (Mahkeme) yargılamada tarafların nihai kusur durumlarının ve
başvurucunun maluliyet oranının açıklığa kavuşturulması için öncelikli olarak
4/12/2008 tarihindeki üçüncü duruşmada İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü
Bakırköy Sosyal Güvenlik Merkezinden (SGM) iş kazasına ilişkin tahkikat
raporunun istenmesine karar vermiştir. Tahkikat raporu 11/3/2011 tarihli
yazıyla Mahkemeye gönderilmiş, rapor 12/5/2011 tarihli onuncu duruşmada okunmuş
ve tarafların incelemesi için süre verilmiş, ayrıca maluliyet tespiti için
Bağcılar SGM'ye müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. 23/10/2012 tarihli
yazıyla başvurucunun maluliyetiyle ilgili olarak meslekte kazanma gücü kaybı
oranının %4.2 olarak tespit edildiği Bağcılar SGM tarafından Mahkemeye
bildirilmiştir.
12. Mahkeme 14/3/2013 tarihli on beşinci duruşmada iş
kazasındaki kusur durumunun belirlenmesi için bilirkişi görevlendirilmesine
karar vermiştir. Bilirkişi raporu 6/5/2013 tarihinde hazırlanmış ve raporda
başvurucunun %25, iş verenin %75 kusurlu olduğu tespit edilmiştir. Tarafların
mazereti üzerine duruşmalar ertelenmiş, 14/5/2014 tarihli on sekizinci
duruşmaya gelindiğinde kusur oranına ilişkin bilirkişi raporunun tarafların
incelemesinden sonra hesap bilirkişiye verilmesine karar verilmiştir. 21/7/2014
tarihli hesap bilirkişi raporuna göre başvurucunun maddi zararı 17.548,08 TL
olarak belirlenmiştir. Rapor başvurucuya 1/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu
22/9/2014 tarihinde maddi tazminat talebini 17.548,08 TL olarak artırarak ıslah
dilekçesini mahkemeye sunmuştur.
13. Mahkeme 11/11/2014 tarihli gerekçeli kararında iş
kazasına ilişkin kusur durumlarını ve maluliyet oranını belirten raporlara yer
vermiş, aynı zamanda tazminat davalarında zamanaşımı süresinin on yıl olduğunu,
zararlandırıcı sigorta olayının 20/8/2004 tarihinde meydana geldiğini
belirterek davalı tarafın da zamanaşımı itirazını dikkate alıp maddi tazminatın
ıslahla artırılan kısmı yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucunun dava
açarken talep ettiği tazminat miktarları üzerinden değerlendirme yaparak
davanın kısmen kabulüyle 1.000 TL maddi ve 7.000 TL manevi tazminatın kaza
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine,
başvurucu lehine 1.000 TL nispi, 1.500 TL maktu vekâlet ücretine, davalı Şirket
lehine 1.985,76 TL nispi, 1.500 TL maktu vekâlet ücretine hükmetmiştir.
14. Başvurucu, ıslah talebinin reddedilmesinin ve
reddedilen miktar üzerinde vekâlet ücretine hükmedilmesinin hukuka aykırı
olduğunu ileri sürerek temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi
25/6/2015 tarihli kararla temyiz talebini reddetmiş, mahkeme kararını
onamıştır.
15. Onama kararı 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş, 30/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili
Mevzuat
16. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli
ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 83. maddesi şöyledir:
''İki
taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen
ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını
kullanabilir.''
17. 1086 sayılı mülga Kanun'un 84. maddesi şöyledir:
''lslah, tahkikata tabi olan davalarda
tahkikat bitinciye kadar ve tabi olmıyanlarda muhakemenin hitamına kadar
yapılabilir.''
18. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 12/1/2011 tarihli
ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"Davanın
açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu
hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek
suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
Karşı tarafın verdiği bilgi veya
tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına
tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir."
19. 6100 sayılı Kanun'un 176. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Taraflardan
her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah
edebilir."
20. 6100 sayılı Kanun'un 177. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
'' Islah, tahkikatın sona ermesine kadar
yapılabilir.''
21. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar
Kanunu'nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 125. maddesi şöyledir:
''Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut
olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.''
22. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli
ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi şöyledir:
''Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça,
her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.''
23. 6100 sayılı Kanun’un 323. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“(1) Yargılama giderleri şunlardır:
...
ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun
gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.
...”
24. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı hâller dışında,
yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar
verilir.
(2) Davada iki taraftan her biri kısmen
haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre
paylaştırır.”
25. 6100 sayılı Kanun'un 178. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Islah eden taraf, ıslah sebebiyle
geçersiz hâle gelen işlemler için yapılan yargılama giderleri ile karşı tarafın
uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak üzere hâkimin takdir edeceği
teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Aksi hâlde,
ıslah yapılmamış sayılır."
26. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun
164. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Avukatlı ücreti, avukatın hukukî
yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.''
27. 1136 sayılı Kanun'un 169. maddesi şöyledir:
"Yargı mercilerince karşı tarafa
yükletilecek avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve
üç katından fazla olamaz.''
B. Yargıtay
Kararları
28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/1/2018 tarihli ve
E.2017/4-3013, K.2018/47 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Yerel mahkemece Özel Daire
bozma kararına uyulmasından sonra davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, davalı
kendisini vekille temsil ettirdiğinden 1.980,-TL maktu vekâlet ücretinin
davacıdan alınarak davalıya verilmesine yönelik direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı ... vekili ile
davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu
önüne gelen uyuşmazlık, alacağın zamanaşımına uğraması nedeniyle davanın
reddine karar verilmesi durumunda davada kendini vekille temsil ettiren davalı
yararına maktu vekâlet ücretine mi, yoksa nisbi vekâlet ücretine mi
hükmedileceği noktasında toplanmaktadır.
...
Mahkemenin davanın esası hakkında
yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya
yokluğu gerekli olan hâller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası
hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava
şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava
şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).
Dava şartları dava açılabilmesi için
değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına
girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları
da denir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan
dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava
şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında
inceleme yapamaz, davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle
yükümlüdür.
Dava şartlarının bulunup bulunmadığı
davada hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava
şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına)
muvafakat etseler bile, hâkim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7.
maddesinde “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet
nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret”
başlığını taşımakta; maddenin ikinci fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi
için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet
nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre
tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere
üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.
Şu hâle göre tarifenin açıklanan 7.
maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince; konusu para veya para ile
değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin
bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekâlet
ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak bu nispi vekalet ücretinin
miktarı maktu vekâlet ücretini geçemez.
Mahkemece işin esasına girilip inceleme
yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekâlet ücreti
verilmesinin gerekecek olması karşısında, eldeki davada işin esasına girilerek
karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşması önem taşımaktadır.
Somut olayda alacağın zamanaşımına
uğramasından dolayı davanın reddine karar verilmesi nedeniyle
"zamanaşımı" kavramı ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında yarar
vardır.
Bilindiği üzere özel hukukta teknik bir
kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın
kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
(TBK) 146-161 (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125-140.)maddeleri arasında
düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup,
alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde
talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla
elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan
alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte,
böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine
bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla
beraber, artık doğal bir borç (Obligatio Naturalis) hâline gelmektedir. Ancak
belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması onun eksik bir
borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı
açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'ide de bulunması
gerekir (HGK’nın 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 2010/255 K. sayılı kararı).
Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle
maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup; usul hukuku anlamında ise bir
savunma aracıdır (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: II, sh.1761;
Canbolat F.: “Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki
Sonuçları”, ERÜHFD, Cilt: III, Sayı:1, Kayseri 2008, sh.255 vd.).
Zamanaşımı def'i, davalının aslında var
olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren
bir haktır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak tamamen borçluya kalmıştır. Diğer bir
anlatımla, davalı tarafından zamanaşımı def'i ileri sürülmedikçe, o hak ve
alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hâkim bunu
kendiliğinden göz önüne alamaz (818 sayılı BK m.140, 6098 sayılı TBK m.161).
Zamanaşımı usule müteallik bir mesele
değildir. Zamanaşımı hakkın esasına müteallik bir meseledir (Von Tuhr, Andreas:
Borçlar Hukuku (C. Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:I-II, sh.688).
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında
somut olay değerlendirildiğinde; Turizm Kanununa dayalı talih oyunları salonu
işletilmesinden kaynaklanan katkı payı alacağı istemine ilişkin davacı Bakanlık
tarafından açılan eldeki davada alacağın zamanaşımına uğramış olması gerekçesi
ile davanın reddine karar verilmiştir.
Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu
değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı
yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir.
Bu durumda mahkemece verilen karar
esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini
vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi gereğince nispi vekâlet ücreti verilmesi gerekir.
Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile
ön şart yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu
vekâlet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hâl böyle olunca yerel mahkemece, Hukuk
Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken
önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır."
29. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 26/05/2011 tarihli ve
E.2009/14448, K.2011/15657 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Hukuk Muhakemeleri Kanununun 423
ncü maddesinin 6 ncı bendinde açıkça belirtildiği gibi, vekalet ücreti bir
yargılama gideridir. Bu nedenle, 29/5/1997 gün, 4/6 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararında yazılı olduğu şekilde, yargılama giderlerinden olan avukatlık parası,
diğer yargılama giderlerinde olduğu gibi mahkemece kendiliğinden hükme bağlanır.
Davada haklı çıkan taraf kendisini vekil ile temsil ettirmiş ise, vekalet
ücreti diğer yargılama giderleri gibi haksız çıkan taraftan alınarak haklı
çıkan tarafa verilir (HUMK. M.416, M.417)
Yargılama harç ve giderleri, HUMK.’un
417. maddesi uyarınca kural olarak davada haksız çıkan tarafa yükletilmesi
gerekir. Bu durumda yapan taraf haklı ise yaptığı gider karşı tarafa
yükletilmeli, haksız ise yapılan yargılama gideri üzerinde bırakılmalıdır.
Yargılama harç ve giderlerinin davada
haksız çıkmış olan tarafa yükletilmesine ilişkin ana kuralın (HUMK.m.417, I)
bazı ayrık halleri vardır. Kanun, "kanunen musarrah olan hallerden
maadasında" deyimi ile, bunu kasdetmiştir. Bu ayrık haller:
....
6) Islah yapan, davayı kazanmış olsa
bile, ıslah giderinden kendisi sorumludur.
...
Yukarıda sayılan istisnalar dışında tüm
davalarda ana kuralın uygulanması gerekir. HUMK.nun 417. maddesinde kanunen
sayılan haller dışında mahkeme giderlerinin aleyhine hüküm verilenden alınması
gerekir. Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, yargılama
giderlerinin kabul/ret oranına göre paylaştırılması gerekir(Dairemizin
30.10.2008 gün ve 2008/30384 Esas, 2008/29515 Karar sayılı ilamı)."
30. Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 18/9/2014 tarihli ve
E.2014/142, K. 2014/5754 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... Zamanaşımı def'i,usule ilişkin
kanunlarda değil, maddi hukuka ilişkin kanunlarda düzenlendiğinden uyuşmazlığın
esasına ilişkin bir savunma nedenidir. Zira, uyuşmazlık noktaları açıklığa
kavuşup, belirli hale geldikten sonra, uyuşmazlıkla ilgili süreler hakkında
karar vermek de mümkün hale gelmiş olur. Uyuşmazlık noktaları tam olarak
belirlenmeden, uyuşmazlığın esası ile ilgili, maddi hukuka dahil olan bir
konuda karar verilemez.
Bu durumda mahkemece, ıslah tarihi
itibariyle zamanaşımına uğradığı kabul edilen ıslah ile arttırılan miktar
yönünden davanın esastan reddedildiği gözetilerek, kendisini vekille temsil
ettiren davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi'nin 12/1. maddesi uyarınca reddedilen miktar üzerinden nispi
vekalet ücreti verilmesi gerekirken, maktu vekalet ücretine hükmedilmesi doğru
olmamış, kararın bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiş..."
31. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 6/5/2019 tarihli ve
E.2018/1608, K.2019/3470 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... davanın zamanaşımı nedeniyle
reddi halinde davalı lehine hükmedilecek vekalet ücreti konusunda özel bir düzenleme
bulunmayıp, somut uyuşmazlıkta da davalı yararına karar tarihinde yürürlükte
bulunan AAÜT hükümleri uyarınca, davanın reddedilen tutarı üzerinden nispi
vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, mahkemece bu husus gözden
kaçırılarak, olayda uygulanma yeri bulunmayan Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesi'nin 7/2. maddesi uyarınca maktu vekalet ücretine hükmedilmesinin doğru
olmadığı,..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Islah
İsteğinin Reddi Yönünden
i. Başvurucunun
İddiaları
33. Başvurucu; Mahkemenin maluliyetin kaza tarihinde
kesinleştiği kabulünün hatalı olduğunu, kaza tarihinde maluliyetin tespitinin
mümkün olmadığını, davasının belirsiz alacak davası gibi kabul edilmesi
gerektiğini, maluliyet ve kusur oranlarının tespit edildiği rapor tarihleri
dikkate alınmadan maddi tazminat isteğinin zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin
Anayasa'nın 35., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarını ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
ii. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü maluliyetten doğan maddi ve manevi
tazminat davasında müddeabihin artırılan kısmının zamanaşımından reddedilmesine
ilişkin olduğundan ihlal iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme)
yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım
Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156,
20/4/2017,§ 34).
36. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini; kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
37. Dava açmayı imkânsız kılacak ya da aşırı
zorlaştıracak ölçüde kısa olmadıkça dava açma ya da kanun yollarına başvurma
için belli sürelerin öngörülmesi, hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve
tek başına bu durum mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz (Remzi
Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27). Bu nedenle usul kurallarını
uygularken mahkemelerin yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı
şekilcilikten ve kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden
olacak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No:
2012/660, 7/11/2013, § 65).
38. Somut olayda başvurucu 20/8/2004 tarihinde
gerçekleşen iş kazasından sonra 7/12/2006 tarihinde fazlaya ilişkin hakları
saklı tutulmak kaydıyla 1.000 TL maddi tazminat talepli dava açmış ve 22/9/2014
tarihli dilekçe ile bu talebini 17.548,08 TL olarak ıslah etmiştir. Mahkeme, iş
kazasının meydana geldiği tarihten itibaren başlayan zamanaşımının ıslah
tarihinde dolmuş olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir (bkz. § 13).
39. Anayasa Mahkemesine yapılan -somut başvuruya benzer
nitelikte olan- Gülhan Dursun (B. No: 2016/9312, 27/11/2019) başvurusuna
konu olayda, başvurucunun murisinin iş kazasında hayatını kaybetmesi üzerine
açtığı tazminat davasında davacı tarafça dava değeri ıslah edilmiş; mahkeme
neticede davanın ıslah ile artırılan kısmın zamanaşımına uğradığını belirterek
buna yönelik talebi reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda davanın ıslah
ile artırılan kısmının reddedilmesini mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelemiştir. Anılan kararda, ıslaha konu alacağın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği, 818
sayılı mülga Kanun'un 125. ve 6098 sayılı Kanun’un 146. maddelerine göre
verilen ret kararıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin
kanuni dayanağının bulunduğu, dava hakkının on yıllık süre koşuluyla
sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu ifade edilmiştir.
40. Anılan kararda; müteveffanın ölümüyle davacı
açısından zararın gelişim göstermediği, bu nedenle dava zamanaşımı süresinin
olay tarihinden itibaren on yıl içinde sona ereceği, ayrıca ıslah talebine
karşı davalı tarafça zamanaşımı definin ileri sürülebileceğinin öngörülebilir
olduğu, tazminat miktarı tam olarak belirlenebilir olmasa da başvurucunun
zararını yaklaşık olarak hesaplamak suretiyle zamanaşımı süresi içinde ıslah
talebinde bulunmasının -somut olayın koşulları gözetildiğinde- mümkün olduğu
belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, somut olay koşullarında başvurucunun
tazminat davasıyla eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasındaki belge ve
raporlara dayanarak uğradığı maddi zararın yaklaşık tutarını haricen uzman
kişilere hesaplattırarak ıslah talebinde bulunmasının mümkün olduğunu ifade
etmiştir (Gülhan Dursun, §§ 60-62).
41. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak ıslah talebinin zamanaşımı
süresi içinde yapılması gerektiğine ilişkin kuralın belirli ve öngörülebilir
olduğunu, mahkemenin özensizliğinden kaynaklı olarak bilirkişi raporunu
zamanında elde edilememiş ise de başvurucunun yaklaşık zararını haricen
hesaplayarak zamanaşımı süresi içinde ıslah imkânına sahip olduğunu ancak kendi
kusuruyla bundan yararlanmadığını belirtmiş; bu kapsamda ıslah ile artırılan
miktara yönelik tazminat talebinin on yıllık zamanaşımı süresi nedeniyle
reddedilmesinin başvurucuya aşırı bir külfet yüklemediği sonucuna ulaşarak
mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Gülhan Dursun,
§ 68)
42. Somut olay yukarıda yer verilen ilkeler bakımından
değerlendirildiğinde öncelikle başvurucunun sağlık durumunda değişikliğin söz
konusu olmadığı, bir başka deyişle iş kazası nedeniyle parmağının durumuna
ilişkin yeni olumsuz bir gelişme saptanmadığı (dolayısıyla zararının artmadığı)
anlaşılmaktadır. Zararın artmadığı, gelişme göstermediği durumlarda on yıllık
zaman aşımı süresinin olay tarihinden başlayacağına ilişkin yasal durum ve
içtihadın da öngörülebilir olduğu görülmektedir. Diğer taraftan on yıllık süre
içinde Mahkemece yaptırılan muhtelif bilirkişi incelemeleri sonucu başvurucunun
maluliyet oranı ile kusur oranının belirlendiği ve avukat yardımından da
yararlanan başvurucunun anılan bilirkişi raporlarına bağlı olarak hak edilen
tazminat tutarını en azından yaklaşık olarak belirleyerek davasını ıslah
etmesine engel bir durumun olmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu hususlar birlikte
değerlendirildiğinde Mahkemenin yorumunun başvurucunun ıslah imkânını imkânsız
hâle getirmediği kanaatine varılmıştır.
43. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında başvuruya
konu olay değerlendirildiğinde başvurucunun ıslaha konu dava değerinin
artırılan kısmı yönünden davanın zamanaşımından reddedilmesine ilişkin
uygulamanın kanuni bir dayanağının ve meşru amacının bulunduğu, yapılan
müdahalenin hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik
sınırları içinde ve gözetilen meşru amaç ile korunmak istenen hak açısından
orantılı olduğu, dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Aleyhe
Vekâlet Ücretine Hükmedilmesi Yönünden
i. Başvurucunun
İddiaları
45. Başvurucu; yargılama sonucunda aleyhine hükmedilen
vekâlet ücretinin yüksek olduğunu, tazminat bedeline yakın vekâlet ücretine
hükmedildiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia
etmektedir.
ii. Değerlendirme
46. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
(1) Kabul
Edilebilirlik Yönünden
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
(2) Esas
Yönünden
(a) Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
48. Mahkemeye erişim hakkına ilişkin genel ilkeler için
bkz. §§ 35-37.
49. Vekâlet ücreti yargılama gideri olup bununla davacı
veya davalının o dava nedeniyle aldıkları hukuki yardım karşılığında avukata
ödedikleri ücretin telafisi amaçlanmaktadır (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014). Dava aşamasında kimin lehine ya da aleyhine olacağı önceden belli
olmayan bu ücret yükümlülüğü, bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile
ilişkilidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen
değer oranında lehine veya aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik
düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmektedir (Serkan
Acar, § 39; Muhbet Adanır ve diğerleri, B, No: 2014/10261,
8/12/2016, § 101).
50. Başvuruya konu davada İş Mahkemesi tarafından
başvurucu aleyhine 1.985 TL nispi, 1.500 TL maktu olmak üzere 3.485,76 TL
vekâlet ücretine hükmedilmekle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale
edildiği açıktır.
(b) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
52. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan
mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması
mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın
13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Murat Kara ve
diğerleri, B. No: 2014/6042, 9/3/2017, § 59).
53. Yukarıda anılan müdahale Anayasa'nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa'nın 36. maddesini ihlal
eder.
54. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir
sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
(i) Kanunilik
55. Başvuru konusu olayda 1136 sayılı Kanun'un 164. ve
169. maddesi ile 6100 sayılı Kanun’un 178. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve
326. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu aleyhine vekâlet
ücretine hükmedilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu
anlaşılmaktadır.
(ii) Meşru Amaç
56. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması mümkün
olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir
kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).
57. 1136 sayılı Kanun'un bahsi geçen hükümlerinde (bkz. §
55) avukatlık ücreti ve yargı mercilerince hükmedilebilecek vekâlet ücreti
oranlarına yer verilmiş; 6100 sayılı Kanun’un 178. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ıslah talebinde bulunan kişinin yargılama giderlerinden de ıslah talebi
oranında sorumlu olacağı, 326. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise
yargılamada iki tarafın haklı çıkması durumunda tarafların haklılık oranına
göre yargılama giderlerine hükmedileceği düzenleme altına alınmıştır.
58. Hukuk yargılamalarında uygulanan ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarında da geçen "kaybeden öder"
ilkesi, tarafların yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen
değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarına hükmedilmesine ilişkin
düzenlemeleri ifade eder (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, §
50). Bu ilkedeki amaç gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının
azaltılmasını ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin
uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesini sağlamaktır (Mürsel Malkoç
[GK], B. No: 2013/9466, 27/10/2015, § 29). Bu sebeple yapılan
müdahalenin meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmıştır.
(iii) Ölçülülük
[1] Genel İlkeler
59. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
60. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler makul görülebilir.
Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte ve kullanılan
aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile
bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey
aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen,
§§ 61, 62).
61. Bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan
başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık
ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli
dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye
başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel
koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim
hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen, § 54).
[2] İlkelerin Olaya Uygulanması
62. Başvuru konusu olayda başvurucu 1.000 TL maddi,
10.000 TL manevi tazminat talepli dava açmıştır. Bilirkişi raporu üzerine ıslah
talebiyle maddi tazminat talebini artırmış, 17.584,08 TL maddi tazminat
talebinde bulunmuştur.
63. Tazminat alacağının miktarı ancak bilirkişi
incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi
çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği
gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak
bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Bu sebeple kanun koyucu davacıların
gereksiz yere yüksek harç ve vekâlet ücreti giderine maruz kalmalarını önlemek
amacıyla kısmi dava açma ve sonradan tazminat taleplerini ıslah yoluyla artırma
imkânı getirmiştir. Bu kapsamda tarafların yargılamadaki çıkarları gözetilerek
bir tarafa ıslah imkânı getirilirken diğer tarafa da zamanaşımı defini
kullanabilme imkânı sağlanmıştır. Dava açtıktan sonra ıslah talebinde
bulunulduğunda alacağın zamanaşımı süresi dolduysa tazminat talebini artıran
tarafın zamanaşımı defiyle karşılaşacağı hukuken öngörülebilir bir durumdur.
Dolayısıyla 6100 sayılı Kanun (bkz. § 25) ve Yargıtay kararları (bkz. §§ 28-31)
dikkate alındığında ıslah talebi reddedildiği takdirde reddedilen miktar
üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedileceği de açıktır. Nitekim Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu da bu konuda davanın/ıslahın zamanaşımı defisi nedeniyle
reddedildiği durumlarda mahkemenin değerlendirmesinin işin esasına yönelik bir
değerlendirme olduğunu ve doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden
verilmiş bir ret kararı niteliğinde olmadığını belirterek nispi vekâlet
ücretine hükmedilmesi gerektiğini belirtmiştir (bkz. § 28).
64. Başvuruya konu olayda iş kazası 20/8/2004 tarihinde
meydana gelmiştir. İş kazası sebebiyle işverene karşı açılacak tazminat
davasına ilişkin zamanaşımı süresi Mahkemenin tespitine göre 20/8/2014
tarihinde dolmaktadır. Başvurucu ise 22/9/2014 tarihinde ıslah talebinde
bulunmuştur. Mahkeme ıslahla artırılan tutar yönünden zamanaşımı süresinin
dolduğu gerekçesiyle davayı reddetmiş ve reddedilen miktar üzerinden başvurucu
aleyhine 1.985,76 TL nispi vekâlet ücretine hükmetmiştir. Başvurucu; tahkikat
ve bilirkişi raporlarının vaktinde temin edilememesi nedeniyle yargılama
sürecinin uzadığını, bu nedenle de zamanında ıslah talebinde bulunamadığını
belirtmiştir.
65. Yargılama süreci incelendiğinde Mahkemenin iş
kazasına ilişkin zararın tespitine yönelik gerekli araştırmaları yaptığı ancak
istediği belgeleri vaktinde temin edemediği, raporların geç elde edilmesi
nedeniyle de yargılama sürecinin uzadığı açıktır. Ancak bu raporların
teminindeki sürecin uzamasında taraflarından kaynaklanan nedenlerin
bulunmadığını da söylemek mümkün değildir (bkz. § 12). Başvurucunun zamanaşımı
süresinin dolduğu tarihten sonra ıslah talebinde bulunduğunun altını çizmek
gereklidir. On yıllık zamanaşımı süresinin kısmi dava açıldığı hâllerde de
geçerli olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığına göre başvurucunun
zamanaşımı süresinin dolmasından sonra verdiği ıslah dilekçesi ile artırılan
tutara yönelik davanın reddedileceği ve bunun üzerinden de başvuru aleyhine
vekâlet ücretine hükmedileceği öngörülebilir niteliktedir. Öngörülebilir olan
bu durum karşısında başvurucunun ıslah talebinde bulunmuş olmasının doğurduğu
sonuçlara katlanması olağan karşılanabilir.
66. Öte yandan tarafların kusur durumlarının ve
başvurucunun maluliyet oranının zamanaşımı süresi içinde açıklığa
kavuşturulduğu, başvurucunun uğradığı zararın miktarını yaklaşık olarak bile
olsa belirleyebilecek durumda olduğu da gözetilmelidir (bkz. §§11,12).
67. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde her ne
kadar başvurucu, lehine hükmedilen tazminat tutarının yarıya yakın kısmı kadar
vekâlet ücreti ödemek zorunda kalmış ise de ıslah yoluyla artırılan miktara
ilişkin davanın reddi üzerinden başvurucu aleyhine nispi vekâlet ücretine
hükmedilmesinin başvurucuya ağır bir külfet yüklemediği sonucuna varılmıştır.
Maktu vekâlet ücreti yönünden ise manevi tazminat talebinin kısmen reddi
durumunda Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre hükmedilecek miktar karar tarihinde
belirli olduğundan öngörülemez nitelikte değildir.
68. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu müdahale ölçülü
olduğundan başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun
iddiaları
69. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
70. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı
Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair
Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
71. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
72. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
73. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun
kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel,
§§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta
ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
74. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar
verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin Diğer İhlal İddiaları
76. Başvurucu, parmağının bir kısmının kesilmesi sonucu
talep ettiği manevi tazminatın Mahkemece gerçekten uzak, araştırma
yapılmaksızın değerinin çok altında belirlendiğini, emsal kararlara göre
yargılama sonucunun adil olmadığını, hakkaniyete aykırı karar verildiğini,
manevi tazminat miktarının düşük belirlenmesinin nedeninin Mahkeme ve temyiz
merciinin karar gerekçelerinde yer almadığını, Yargıtay kararının da gerekçesiz
olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
77. Başvurucunun manevi tazminata ilişkin yargılamanın
sonucuna yönelik şikayetleri yönünden Anayasa Mahkemesinin Rasim Numan
Myymyun, (B. No: 2018/5939, 14/10/2020) kararı gereğince, Mahkeme ve temyiz
merciinin kararlarının gerekçesiz olduğuna ilişkin şikâyetleri yönünden ise Abdullah
Topçu (B. No: 2014/8868, 19/4/2017) ve Yasemin Ekşi (B. No:
2013/5486, 4/12/2013) kararları gereğince ileri sürülen iddiaların açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
B. Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
iddiaları
78. Başvurucu; işveren tarafından kendisine uygun bir iş
verileceği, tazminat ödeneceği şeklinde açıklama yapıldığını, bu sebeple
şikâyetçi olmadığını, adli tıptan 15 günlük iş göremezlik raporu verildiğini
belirtilen rapora göre kamu adına resen soruşturma yapılması gerektiğini,
parmağının bir kısmının kopmasıyla maddi ve manevi bütünlüğünün zedelendiğini,
etkili soruşturma yapılmadığını ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
79. Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan
tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının
genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
80. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için
kesin bir tarihin belirlenmesi ve yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması
hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51,
25/12/2012, § 18).
81. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce
kesinleştiğinin tespiti hâlinde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin yargı yetkisine
ilişkin bu tespitinin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında
yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, §
32).
82. Başvuruya konu olayda, yürütülen ceza soruşturması
29/11/2004 tarihinde takipsizlik kararıyla neticelenmiştir. Takipsizlik
kararına itiraz edilmediği için karar kesinleşmiştir. Dolayısıyla ihlal
iddialarına konu yargı kararının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşılmaktadır.
83. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Islah isteğinin reddedilmesi dolayısıyla mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Aleyhe yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Aleyhe yüksek vekalet ücretine hükmedildiği iddiası
yönünden Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.