TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET ALİ BAYRAKTAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/73431)
Karar Tarihi: 20/6/2023
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Raportör
Ayhan KILIÇ
Başvurucu
Mehmet Ali BAYRAKTAR
Vekili
Av. Mustafa Ali ÇETİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 21/12/2016 ve 27/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşlerini bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşlerine karşı süresinde beyanlarda bulunmuştur.
7. 2018/12845 numaralı başvurunun eldeki başvuruyla birleştirilmesine karar verilmesi gerekir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Serbest muhasebeci ve mali müşavirlik yapan başvurucu, 1960 doğumlu olup Denizli'de ikamet etmektedir.
A. Olayın Arka Planı
10. Başvurucu, Denizli ili Pamukkale ilçesi Uçancıbaşı Mahallesi'nde kâin 600 ada 5 parsel numaralı ve üzerinde beş katlı bina bulunan taşınmazı Çağlar Özel Eğitim Malzemeleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinden (Şirket)15/3/2016 tarihinde 1.000.000 TL bedelle satın almıştır. Söz konusu taşınmazda 15/3/2016 tarihinden önce Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine ait Meltem Körfez Açıköğretim Kursunun faaliyet gösterdiği anlaşılmıştır. Başvurucunun taşınmazı satın almasından bir gün önce 14/3/2016 tarihinde- başvurucu ile A.K. arasında kira sözleşmesi akdedilmiş ve taşınmaz 15/3/2016 tarihinden sonra Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursu adı altında A.K. tarafından işletilmiştir. A.K. ayrıca Meltem Körfez Açıköğretim Kursunun tüm işletme haklarını Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinden 1/3/2016 tarihli sözleşmeyle devralmıştır.
11. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -bir daha uzatılmayarak- son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.
12. OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonların faaliyetlerine son verilmiştir. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle Şirkete ve Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine ait eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonlar kapatılmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca, kapatılan eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiştir.
13. 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla da Şirketin ve Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilmiştir.
14. 667 sayılı KHK'nın 2. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılmasına imkânı getirilmiştir. Ayrıca, idari işlemle kapatılan kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve hakların Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılacağı, bunlara ait taşınmazların tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edileceği düzenlenmiştir.
15. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonun teklifi üzerine Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursu 4/8/2016 tarihinde kapatılmıştır.
16. 29/10/2016 tarihinde yürürlüğe giren 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) 12. maddesinde, olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ile bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemlerinin muvazaalı kabul edileceği ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edileceği düzenlenmiştir.
17. Denizli Valiliğince, başvurucu ile Şirket arasındaki 15/3/2016 tarihli satış sözleşmesinin muvazaalı olduğu kabul edilerek 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi uyarınca taşınmazın Hazine adına tescili için Pamukkale Tapu Müdürlüğüne yazı yazılmış ve taşınmaz 29/11/2016 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir.
18. Başvurucu 21/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Adli Yargıda Açılan Sicilin Düzeltilmesi Davası
19. Bu arada başvurucu 6/12/2016 tarihinde Denizli 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Hazine aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Dava dilekçesinde, olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatılan kurumun taşınmazın önceki maliki olmayıp kiracısı olduğunu belirterek idarenin kapatılan kurumdan satın alınmamış olan taşınmazı 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi kapsamında değerlendirmesinin hatalı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu, taşınmazı Şirketten satın alarak A.K.ya kiraladığını vurgulamış, taşınmazı satın aldıktan sonra Şirketin taşınmazla bir ilgisinin kalmadığını belirtmiştir. Satışın muvazaalı olmadığını öne süren başvurucu; satın alma görüşmelerinin yaklaşık bir ay sürdüğünü, bunu tanık dinletmek suretiyle ispatlayabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu yıllık 500.000 TL-600.000 TL vergilendirilmiş kazancının bulunduğunu ileri sürmüş, taşınmaz bedelini banka kanalıyla ödediğini açıklamıştır. Başvurucu ayrıca devrin muvazaalı kabul edilerek tapusunun iptal edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
20. Davalı Hazinenin cevap dilekçesinde, Şirkete ait olup 1/1/2014 tarihinden sonra başvurucuya satılan ve 667 sayılı KHK'nın 2. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince Millî Eğitim Bakanlığınca idari işlemle kapatılan Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursunun kullanımında bulunan taşınmazın Hazineye devrinin mevzuata uygun olduğu belirtilmiştir.
21. Asliye Hukuk Mahkemesi davayı 22/9/2017 tarihinde usulden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; davanın doğru yargı yolunda açılmasının dava şartı olduğu belirtilerek doğru yargı yolunda açılmayan davanın usulden reddi gerektiği ifade edilmiştir.
22. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli yargı yerinin idari yargı olduğuna dair bir tespitinin bulunmadığına vurgu yapılmış, kastedilenin idari yargı mercii olduğu kabul edilse bile idari yargının sicilin düzeltilmesine hükmedemeyeceği savunulmuştur. İstinaf dilekçesinde bunun dışında dava dilekçesindeki iddialar tekrarlanmıştır.
23. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dava Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 21/6/2018 tarihinde istinaf istemini kabul ederek Asliye Hukuk Mahkemesi kararını kaldırmış ve farklı bir gerekçeyle dava şartı yokluğundan davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 667 sayılı KHK'nın 2. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi metnine yer verildikten sonra başvurucunun, taşınmazı Şirketten satın aldığına ve kiraya verdiği kişi tarafından işletilmeye başlanan dershanenin olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatıldığına vurgu yapılmıştır. Kararda, ihtilaf konusu taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Kararda, davanın bu gerekçeyle dava şartı yokluğundan reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir.
24. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesince 22/12/2020 tarihinde onanmıştır.
C. İdari Yargıda Açılan İptal Davası
25. Başvurucu, taşınmazın Hazine adına tesciline ilişkin işlemin iptali istemiyle 21/12/2016 tarihinde Denizli İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı sicilin düzeltilmesi davasına ait dilekçedeki iddialar ileri sürülmüştür.
26. Hazinenin savunma yazısında Şirkete ait olup 1/1/2014 tarihinden sonra başvurucuya satılan ve 667 sayılı KHK'nın 2. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince Millî Eğitim Bakanlığı tarafından idari işlemle kapatılan Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursunun kullanımında bulunan taşınmazın Hazineye devrinin mevzuata uygun olduğu belirtilmiştir.
27. İdare Mahkemesi 11/12/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 15/7/2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünden ve bu teşebbüsün arkasındaki yapılanmadan söz edildikten sonra 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinde, mülkiyeti kapatılan kurumların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere yapılan devir işlemlerinin muvazaalı kabul edildiği ifade edilmiştir. İdare Mahkemesi, devir işleminde yer alan kişilerin iyi niyetlerinin ya da muvazaalı işlemler yapıp yapmadıkları hususunun yargı mercilerince ayrıca değerlendirilemeyeceği kabul edilmiş, yargısal denetimin taşınmazın olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatılan bir kurumdan satın alınıp alınmadığının ve satın alma işleminin 1/1/2014 tarihi ile kapatma tarihi arasındaki bir dönemde gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesinden ibaret olduğunu vurgulamıştır. İdare Mahkemesi Şirketin, Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin ve Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursunun olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatıldığına ve devir işleminin de 1/1/2014 tarihinden sonra gerçekleştiğine dikkat çekerek devrin muvazaalı kabul edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. İdare Mahkemesi ayrıca 675 sayılı KHK'nin 12. maddesi gereğince taşınmaz satışının muvazaalı olarak kabul edilebilmesi için taşınmazın satın alındığı şirketin aynı yerde faaliyet göstermesinin şart olmadığını ve kurumun mutlaka kanun hükmünde kararnameyle kapatılmış olması zorunluluğunun bulunmadığını, idari işlemle kapatılmasının da yeterli görüldüğünü açıklamıştır. Sürecin planlı bir biçimde tabela değişikliği yapılmasından ibaret olduğunu vurgulayan İdare Mahkemesi, başvurucunun taşınmazı satın almasından sonra da aynı yerde ve aynı personelle kurs işletmeciliği faaliyetinin sürdürüldüğüne işaret etmiştir.
28. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialara ek olarak darbe teşebbüsünden önce bunun gerçekleşeceğini bilmesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla satışın muvazaalı kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 20/3/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir.
29. Nihai karar 5/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Mevzuat Hükümleri
30. 667 sayılı KHK'nın 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;
...
b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,
kapatılmıştır.
(2) ... kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir ...
(3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır.
..."
31. 670 sayılı KHK'nın 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır ..."
32. 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi şöyledir:
"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir."
33. 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.
34. 689 sayılı KHK'nın 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla 675 sayılı KHK'nın 12. maddesine eklenen (2) ve (3) numaralı fıkralar şöyledir:
"(2) Birinci fıkrada belirtilen taşınmazların devredildiği üçüncü kişilerin terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya irtibatı olması halinde, taşınmaz üzerinde aynı faaliyete devam edildiğine bakılmaksızın devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir.
(3) Bu madde kapsamında görülmekte olan davalarda konusuz kalma nedeniyle davanın esası ve yargılama giderleri hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilir."
35. 689 sayılı KHK'nın 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası 7/2/2018 tarihli ve 7088 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.
36. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler" başlıklı 19. maddesi şöyledir:
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.
Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz."
B. Anayasa Mahkemesi Kararları
37. Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un 12. maddesine benzer bir hüküm içeren 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 4. maddesinin iptali istemini incelemiş ve 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararla anılan maddeyi iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
367. Kuralda, 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe kadarki süreçte yapılan devir ve temliklerin muvazaalı kabul edilerek iptal edileceği hükme bağlanmıştır.
370. Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile kuralın yürürlüğe girdiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın 48. maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de sınırlandırılmaktadır.
371. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
372. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir.
373. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 8/3/2018 tarihine kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale ederek bu işlemlerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır.
374. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır.
375. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.
376. Bu çerçevede kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde yapılan tespit, kuralların olağanüstü dönemde Anayasa’ya aykırı olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirmeyi kapsamamaktadır.
377. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 35. ve 48. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
38. Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un 12. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkralarının iptali talebini incelemiş, 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla anılan fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:
260. Dava konusu kurallar ile 7086 sayılı Kanun’un 4. maddesi benzer niteliktedir. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla söz konusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmedilmiştir.
261. Anılan kararın gerekçesinde kural kapsamındaki devir ve temliklerin (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle getirildiği, başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığı, bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği; hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralın, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K. 2021/45, 24/6/2021, §§ 369-376) .
262. Dava konusu kurallar açısından söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından 7086 sayılı Kanun’un 4. maddesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde belirtilen gerekçeler bu kurallar yönünden de geçerlidir.
263. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 35. ve 48. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir."
C. Yargıtay Kararları
39. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/7/2023 tarihli ve E.2022/9-905, K.2023/725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
8. Türk Hukuk Lûgatında muvazaanın 'Anlaşmalı saptırma, gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi; hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge; danışıklı işlem' (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 819) şeklinde yapılan tanımından hareketle muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları olarak ifade edilebilir.
9. Bir diğer deyişle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görünüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir.
10. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada, görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
11.Kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesine de aykırıdır..."
40. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/3/2023 tarihli ve E.2023/11-214, K.2023/246 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... 3. 6103 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1 inci maddesi çerçevesinde dava konusu taşınmazların devir tarihleri itibariyle somut olaya uygulanacak olan 818 sayılı Kanun'un 18 inci maddesinde muvazaa kurumu düzenlenmiş olup buna göre muvazaa; bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişilerden gerçek durumu gizleyerek, onları aldatmak maksadıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarıdır. Bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir.
4. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
5. Taraflar ister sadece bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
6. Muvazaa iddiasını dile getiren kişinin muvazaalı işlemin tarafı olup olmaması ispat kuralları yönünden farklı sonuçlar doğurur. Muvazaalı sözleşmenin taraflarından biri akdin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ileri sürmesi halinde bu iddiasını ispatla mükelleftir. Bu noktada önemli olan diğer tarafın muvazaayı inkarı halinde iddianın ne şekilde ispat edileceğidir.
7. Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emrettiği hususlar başka suretle ispat olunamazlar. Bu durumun bir tezahürü senede karşı senetle ispat kuralıdır. 6100 sayılı Kanun'un 201 inci maddesinde senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin miktara bakılmaksızın tanıkla ispat olunamayacağı düzenlenmiştir.
8. Muvazaanın ispatı bakımından da aynı kural geçerlidir. Taraflar muvazaalı işlemini bir senede bağladıklarına göre bunun muvazaalı olduğunu da bir senede bağlayabilirler. Aksi yöndeki bir kabul senetlerin kıymetini azaltacak ve ciddi bir hukuki işlem ile sorumluluk altına giren kişi hal ve şartlar kendisi için uygun bulunmadığı takdirde sözleşmenin hüküm ve sonuçlarından kurtulmak için gerçekte mevcut olmadığı halde muvazaa iddiasında bulunup, bunu şahitle ispat edebilecektir (Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, s. 85). İspatı veya doğumu muayyen bir şekle bağlı olmayan işlemlerde muvazaa iddiası ise her türlü delil ile ispatlanabilir(Esener,s. 89).
9. Muvazaa olgusu tarafların yanı sıra muvazaalı işlemin butlanını talep etmekte doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde hukuki menfaati bulunan kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Ancak bu halde yukarıda açıklanan ispatta sıkı şekil koşullarının varlığı aranmaz ve iddia tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir. Bu durum HMK'nın 203 üncü maddesinde açıkça düzenlenmiştir."
41. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/9/2019 tarihli ve E.2018/13-318, K.2019/957 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... Konunun aydınlatılması bakımından genel olarak mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 18. maddesinde (6098 s. Türk Borçlar Kanunu, m. 19) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarına değinilmesinde yarar bulunmaktadır:
818 sayılı mülga BK’nın 18. maddesinde;
'Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.' hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.
Bilindiği üzere tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 Tarih, 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.
Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için;
a)Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk,
b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti,
c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır..."
42. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/3/2023 tarihli ve E.2021/1-610, K.2023/164 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"17. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
18. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
30. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Anayasa Mahkemesinin 20/6/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
44. Başvurucu, olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatılan kurumun taşınmazın önceki maliki olmayıp kiracısı olduğunu belirterek idarenin kapatılan kurumdan satın alınmamış olan taşınmazı 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi kapsamında değerlendirmesinin hatalı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, taşınmazı Şirketten satın alarak A.K.ya kiraladığını vurgulamış, taşınmazı satın aldıktan sonra Şirketin taşınmazla bir ilgisinin kalmadığını belirtmiştir. Satışın muvazaalı olmadığını öne süren başvurucu; satın alma görüşmelerinin yaklaşık bir ay sürdüğünü, bunu tanık dinletmek suretiyle ispatlayabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu yıllık 500.000 TL-600.000 TL vergilendirilmiş kazancının bulunduğunu ileri sürmüş, taşınmaz bedelini banka kanalıyla ödediğini açıklamıştır. Başvurucu ayrıca devrin muvazaalı kabul edilerek tapusunun iptal edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. 2016/73431 numaralı başvuru yönünden, olağan başvuru yollarından netice elde edilemeyeceğinin açık olması sebebiyle doğrudan Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunduğunu açıklamıştır.
45. Bakanlık görüşünde;
i. 2016/73431 numaralı başvuru yönünden başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuruda bulunulması sebebiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği savunulmuştur.
ii. Muvazaalı olarak yapılan satış işleminin geçersiz olması sebebiyle başvurucunun taşınmazın mülkiyetini hukuka uygun olarak elde etmediği, bu sebeple mülkün var olmadığı ileri sürülmüştür.
iii. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu ve meşru amaç taşıdığı vurgulanmış, terörle bağlantılı olan mal varlığının kaçırılmasının önlenmesi amacıyla muvazaaya ilişkin ispat külfetinin ters çevrilmesinin ölçülü bir tedbir olduğu iddia edilmiştir.
iv. Uyuşmazlığa konu taşınmaz darbe teşebbüsünden önce -15/3/2016 tarihinde- başvurucuya satılmış ise de başvurucunun devir tarihinden bir gün önce A.K. ile kira sözleşmesi imzalaması, ayrıca A.K. tarafından 1/3/2016 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazın devir tarihinden önce taşınmaz üzerinde faaliyet gösteren ve Meltem Körfez Açıköğretim Kursunun işletme hakkını satın almış olması, devirden sonra da kurs işletmeciliği faaliyetine devam edilmesi satış işleminin muvazaalı olduğunu gösterdiği belirtilmiştir. 667 ve 670 sayılı KHK'lar uyarınca faaliyetleri durdurulan ve kapatılan Şirket ile Metem Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin devletin alabileceği tedbirlerden etkilenmemek için iktisadi değerlerini kaçırma girişiminde bulundukları ifade edilmiştir.
v. Başvurucunun bu tescil işlemine karşı İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açarak devir işleminin muvazaalı olmadığı, bedelin gerçekten ödendiği, gerçek bir satış işlemi olduğu, taşınmaz üzerinde bulunan okulun aslında faaliyetine devam etmediği hususlarını ortaya koyarak kanıtlayabilmesinin ve tescilin iptalini sağlayabilmesinin mümkün olduğu iddia edilmiştir. Bu kapsamda, özellikle örgütlü suçlarla mücadele alanında kamu makamlarının geniş takdir yetkisinin bulunduğu ve somut olayda şikâyet edilen işlemin niteliği ile bu işleme ilişkin olarak başvurucuya sağlanan güvenceler dikkate alındığında müdahalenin başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir.
vi. Başvurucu hakkındaki tedbirlerin OHAL döneminde alınması nedeniyle yapılacak incelemede Anayasanın 15. maddesinin de dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
46. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında 2018/12845 numaralı başvuruda başvuru yollarını tükettikten sonra başvurduğunu belirtmiş, bu iki başvurunun birleştirilerek karara bağlanmasını talep etmiştir. Başvurucu, tapu kaydının mevcut olduğu gözetildiğinde mülkün varlığıyla ilgili bir tartışmanın bulunmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca somut olayda muvazaanın bulunmadığını, sadece kanunen varsayıldığını vurgulamıştır.
B. Değerlendirme
47. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
48. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de temel şikâyetinin taşınmazın devrinin muvazaalı kabul edilmesine yöneliktir. Başvuruya konu yargı kararlarının gerekçeleri dikkate alındığında başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararında, bireysel başvuruya konu işlemin dayanağını oluşturan hükmün iptali istemine yönelik incelemenin Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılmadığı gözetildiğinde eldeki bireysel başvuruda da Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında bir inceleme yapılmayacaktır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
49. Bakanlık, 2016/73431 numaralı başvuru yönünden başvuru yollarının tüketilmediği itirazında bulunmuştur. Somut olayda başvurucu esas itibarıyla taşınmazının tapusunun Hazine adına kaydedilmesine ilişkin işlemden şikâyet etmektedir. Başvurucu, işlemin tesis edildiği tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmanın yanında Asliye Hukuk Mahkemesinde sicilin düzeltilmesi, İdare Mahkemesinde ise iptal davası açmıştır. Başvurucu başvuru formunda, Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davadan da söz etmiş, ancak kanunun açık hükmü karşısında olağan başvuru yollarından bir netice elde edilemeyeceğini düşündüğü için doğrudan bireysel başvuruda bulunduğunu belirtmiştir. Ancak Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın Anayasa Mahkemesince söz konusu başvuru henüz karara bağlanmadan önce sonuçlandığı ve kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple başvuru yollarının tüketildiğinin kabulü gerekir (benzer yönde değerlendirme için bkz. Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352, 2/7/2015, §§ 44-50; Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 48-50). Diğer taraftan bu başvuru ile birleştirilen 2018/12845 numaralı başvuruda idari yargı yerinde açılan davada olağan yargı yolları tüketildikten sonra bireysel başvuru yapılmıştır. Bu itibarla ilgili OHAL KHK'sındaki düzenleme çerçevesinde incelemenin başvuruya konu İdare Mahkemesinin kararı ile ilgili olarak yapılması yeterli görülmüştür.
50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
51. Hazine adına tapuya kaydedilen taşınmazın tapusunun başvurucu adına kayıtlı olması mülkün var olduğu sonucuna ulaşılması için yeterli görülmüştür.
b. Genel İlkeler
52. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).
53. Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (İlhan Gökhan, B. No: 2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).
54. Anayasa'nın 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." hükmüne yer verilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 5. maddesi ise insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 35. maddesi uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2019/40, K.2020/40, 17/7/2020, § 37; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13; Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
55. Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 46, 48).
56. Devletin taşınmaz mülkiyetinin kaybı sonucunu doğuran kamu gücü işlemlerinin hukuka aykırılığı iddialarını ileri sürebileceği, gerekirse mülkten yoksun bırakan işlemin sonuçlarını telafi edebilecek başvuru yollarının oluşturulması Anayasa'nın 40. maddesinin gereğidir.
c. İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Somut olayda başvurucu tarafından 15/3/2016 tarihinde 1.000.000 TL bedelle satın alınan taşınmazın tapusu, devir işleminin muvazaalı olduğu 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi gereğince kabul edilerek iptal edilmiş ve taşınmaz Hazine adına tescil edilmiştir. Başvurucu tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan sicilin düzeltilmesi davasında ve İdare Mahkemesinde açılan iptal davasında devir işleminin muvazaalı olmadığı ileri sürülmüştür. Ancak her iki davada verilen kararlarda, yargı mercilerince davalar reddedilmiştir.
58. Somut olayda başvuruya konu idari yargı yeri önünde görülen davada İlk Derece Mahkemesinin iki ayrı gerekçeye dayandığı görülmektedir. Mahkeme ilk olarak ilgili KHK hükmü gereğince devir işleminde yer alan kişilerin iyi niyetlerinin ya da muvazaalı işlemler yapıp yapmadıkları hususunun yargı mercilerince ayrıca değerlendirilemeyeceğini kabul etmiştir.
59. Etkili başvuru hakkı; uyuşmazlığın bir mahkeme önüne getirilebilmesinin yanı sıra dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı iddia ve savunmaların yargı merciince incelenerek değerlendirilmesini ve bir karara bağlanmasını da gerektirmektedir. Buna göre etkili başvuru hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen uyuşmazlığın esasının karara bağlanmasını da zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle bir uyuşmazlığın dava konusu edilebilmesi etkili başvuru hakkıyla ilgili yükümlülüklerin yerine getirilmiş sayılabilmesi için yeterli olmayıp uyuşmazlıktaki esaslı iddiaların dinlenilmesini ve karara bağlanması da zaruridir. Yargısal başvuru yollarına müracaat eden kişinin amacı uyuşmazlık konusu ettiği talebinin esasıyla ilgili olarak davanın sonunda bir karar elde edebilmektir. Dava sonucunda şayet meselenin esası incelenmiyorsa ilgili işlemin dava konusu edilebilmesinin bir anlamı da kalmayacaktır.
60. Mahkemenin önündeki uyuşmazlığı karara bağlarken taraflardan birinin iddia ve savunmasına bağlı kalarak buna karşı diğer tarafın öne sürdüğü esaslı itirazları tartışmadan yargılamayı sonuçlandırması hâlinde -ortada şeklî anlamda bir karar bulunsa bile- gerçek anlamda bir yargılama yapıldığından bahsedilemeyecektir. Bu durumda uyuşmazlığa karşı yargı yolunun teorik olarak açık olması pratikte bir anlam ifade etmeyecek, böylece etkili başvuru hakkı bir yanılsamadan ibaret kalacaktır (karar hakkı yönünden benzer değerlendirme için bkz. Emin Arda Büyük [GK], B. No: 2017/28079, 2/7/2020, § 51).
61. Mahkemenin önündeki uyuşmazlığın esasını incelememesi sadece adil yargılanma hakkını zedelemekle kalmaz, aynı zamanda davanın konusunu oluşturan medeni hakkın bağlantılı bulunduğu diğer (maddi) hak ve özgürlükler yönünden etkili başvuru hakkının ihlal edilmesine de yol açabilir. Yargısal başvuru yolları, çoğunlukla bir hak veya özgürlükle bağlantılı uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulması amacıyla ihdas edilmiştir. Kişiler dava açmak suretiyle mahkemelerden hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak yargısal koruma talep etmektedir. Bireylerin yargısal koruma taleplerine cevap vermek, bu bağlamda dava konusu uyuşmazlığın esasını inceleyerek iddia ve savunmaları değerlendirdikten sonra davayı karara bağlamak yargı mercilerinin anayasal yükümlülüğüdür (Emin Arda Büyük, § 52).
62. Somut olayda İdare Mahkemesinin başvurucunun devrin muvazaalı olmadığı iddiasını, 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinin (1) numaralı fıkrasının bu şekilde bir denetim yapılmasına imkân vermediği gerekçesiyle incelemediği görülmektedir. Mahkemenin yorumuna göre olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatılan kurumlara ait kişi ve şirketlerden 1/1/2014 tarihi sonrasında yapılan her satış işlemi 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince muvazaalı kabul edilecektir. Buna göre 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinin (1) numaralı fıkrası muvazaa iddiasının ileri sürülmesini ve incelenmesini mümkün kılmamaktadır.
63. Anayasa Mahkemesi 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla, 7082 sayılı Kanun'un 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinin (1) numaralı fıkrasının aynen kanunlaşmış hâlini içeren 12. maddesinin (1) numaralı fıkrasını incelemiş ve hukuki ilişkinin aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasının kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve ölçüsüz bir sınırlama getirdiği gerekçesiyle anılan fıkrayı iptal etmiştir.
64. Somut olayda yargı mercilerinin anılan hükme istinaden başvurucunun muvazaa iddiasının incelenemeyeceği yönündeki gerekçenin devir işleminin muvazaalı olmadığının ortaya konulması imkânının başvurucuya tanınmamasına yol açacağı, bunun ise mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkını işlevsiz kılacağı kuşkusuzdur.
65. Diğer taraftan İdare Mahkemesi ayrıca sürecin planlı bir biçimde tabela değişikliği yapılmasından ibaret olduğunu belirterek başvurucunun taşınmazı satın almasından sonra da aynı yerde ve aynı personelle kurs işletmeciliği faaliyetinin sürdürüldüğüne işaret etmiştir.
66. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kararlarında da değinildiği üzere esas itibarıyla bir özel hukuk kavramı olan muvazaa müessesesi 6098 sayılı Kanun'da düzenlenmiş olup bu kavramın tanımı ve şartları ise büyük ölçüde Yargıtay içtihadıyla ortaya konulmuştur (bkz. §§ 39-42). Somut olayda İdare Mahkemesi ise özel hukuk ilişkilerinde ileri sürülen muvazaa olgusunun açığa çıkarılması için adli yargı mercilerince başvurulup, idari yargı yerlerinde de başvurulabilecek nitelikte olan hukuki araçlardan yararlanmamıştır. Hâlbuki borçlar hukuku çerçevesinde düzenlenen muvazaa ile ilgili bu mevzuat hükümleri ve tanımı ile şartlarına ilişkin yargısal içtihattan niteliğine uygun düştüğü ölçüde yararlanılması aynı kavramın benzer bir biçimde ve Anayasa'nın mülkiyet hakkını güvenceye alan 35. maddesine uygun olarak yorumlanması gerekliliğine de uygun düşer. Ayrıca belirtmek gerekir ki bireylerin muvazaanın bulunmadığına dair itirazlarını ileri sürme imkânı olması, savunulabilir nitelikteki iddia ve itirazlarının mahkemelerce geniş şekilde değerlendirilmesi, değerlendirmelerin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması mülkiyet hakkı ile bağlantılı etkili başvuru hakkının da gereğidir.
67. Sonuç olarak başvurucunun muvazaanın mevcut olmadığına dair uyuşmazlığın sonucuna etkili iddia ve itirazların yargı mercilerince ilgili ve yeterli gerekçe ile karşılanmaması nedeniyle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
68.Öte yandan keyfîlik, olağanüstü hâl döneminde de müsamaha gösterilebilmesi mümkün olmayan mutlak bir yasaktır. Bu nedenle olağanüstü hâl döneminde uygulanacak tedbirin keyfîliğe karşı yeterince önlem içermesi gerekir. Başvurucunun, işlettiği kurumlar olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kanun hükmünde kararnameyle kapatılan, yine kanun hükmünde kararnameyle tüzel kişiliği sona erdirilen Şirketten 1/1/2014 tarihinden sonra -10/12/2015 tarihinde- gerçekleştirdiği taşınmaz devralma işleminin muvazaalı olduğu kabul edilmiştir. Taşınmazın devrinin muvazaalı olduğunun kesin bir karine olarak kabul edilerek başvurucunun sonuca etkili iddia ve itirazlarının ilgili ve yeterli gerekçe ile karşılanmaması başvurucuyu keyfî uygulamalara karşı güvencesiz bir konuma getirmiştir. Bu durumda taşınmazın devrinin muvazaaya dayanmadığının ortaya konulması imkânı tanınmamasının olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde bir tedbir olmadığı dikkate alındığında varılan sonuç da değişmemektedir.
VI. GİDERİM
69. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi, giderilmesi için gerekenlere hükmedilmesi ve 1.000.000. TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
70. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
71. Diğer taraftan bu ihlal kararının başvurucu tarafından açılan davanın esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini gözeterek ve söz konusu işlemle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek Mahkemenin takdirindedir.
72. İdare Mahkemesince yeniden yargılama yapılmasının yeterli olması sebebiyle Asliye Hukuk Mahkemesi kararı yönünden herhangi bir giderime hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
73. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 534,20 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.434,20 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvuruların BİRLEŞTİRİLMESİNE,
B. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli İdare Mahkemesine (E.2016/2248, K.2017/2274) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 534,20 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.434,20 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için Denizli 3. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/840, K.2017/404) GÖNDERİLMESİNE,
İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/6/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.