TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
L.A. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/75064)
|
|
Karar Tarihi: 26/5/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Tahir Hami TOPAÇ
|
Başvurucu
|
:
|
L.A.
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 30/12/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti
dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun
tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne
karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl
19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı
organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok
uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör
Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen
bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri
[GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa
bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık,
ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik
olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın
Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 12).
10. Darbe teşebbüsü sonrasında Antalya Cumhuriyet
Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY örgütlenmesine ilişkin olarak
başlatılan bir soruşturma kapsamında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinde
öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan başvurucu 29/7/2016 tarihinde
gözaltına alınmıştır.
11. 15/8/2016 tarihine kadar gözaltında kalan başvurucu
bu tarihte Başsavcılık tarafından terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması
istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama talep yazısının
ilgili kısmı şöyledir:
"Oğlu [M.M.A.] isimli şahsın FETÖ/PDY
terör örgütüne müzahir [Ö.A.T.] Koleji öğrencisi olduğu, oğlu [F.T.A.]
isimli şahsın FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir [Ö.A.T.] Lisesi mezunu
olduğu,
FETÖ/PDY terör örgütünün kendi içerisinde, internet
üzerinden kapalı devre sistemiyle çalışan, örgüt içi özel bir
haberleşme/iletişim imkanı sağlayan 'ByLock' programı kullananlar arasında
olduğu tespit edilmiştir."
12. Antalya 5. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte
başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat
edilen suçlar anlatılmış ve sorgu esnasında başvurucunun Antalya Barosunca
görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu savunmasında ByLock
haberleşme programını kullanmadığını, çocuklarını ikametgâhına yakın olması ve
eğitimdeki başarısı nedeniyle Ö.A.T. Kolejine kaydettirdiğini ve örgütle bir
bağının bulunmadığını ifade etmiştir.
13. Başvurucu, Antalya 5. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan
sorgunun ardından 15/8/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
" ... üzerilerine atılı silahlı terör örgütüne üye
olma suçunu işlediklerine dair bir kısım şüphelilerde FETÖ terör örgütünün
kendi içerisinde internet üzerinden kapalı devre sistemi ile çalışan bylock
programının bulunması, bir kısım şüphelilerin FETÖ terör örgütü ile müzayir
şirketlerde kayıtlarının bulunması, arama el koyma işlemlerinde ele geçirilen
kitaplar dökümanlar, bir kısım şüphelilerin kaçamaklı beyanları, gizli tanık
beyanı, şüphelilerin üzerilerine atılı suçlar için kanunda öngörülen cezanın
alt ve üst sınırı ile suçların katalog suçlardan olduğu, şüphelilerden elde
edilen dijital veriler üzerinde incelemenin henüz tamamlanmamış olması,
delilleri yok etme, gizleme ve tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin
bulunduğu, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının fırsat bulduklarında
yasal ve gayri yasal yollarla yurt dışına kaçtıkları, bu haliyle şüphelilerinde
kaçma ihtimallerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmamış olması da
birlikte değerlendirildiğinde; T.C. Anayasasının 13. maddesinde ifade olunan
ölçülülük ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri
uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve şüpheliler açısından yetersiz
kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak silahlı terör örgütüne
üye olmak suçundan şüphelilerin 5271 sayılı CMK'nın 100 ve devamı maddeleri
uyarınca... tutuklanmalarına... [karar
verildi.]"
14. Antalya 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/12/2016 tarihli
kararı ile başvurucu hakkında tutukluluğun devamına hükmedilmiş, başvurucu
tarafından bu karara karşı yapılan itiraz ise Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin
16/12/2016 tarihli kararı ile kesin olmak üzere reddedilmiştir.
15. Başvurucu 1/9/2016 tarihinde Resmî Gazete'de
yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan
Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden
çıkarılmıştır.
16. Başvurucu 30/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
17. Soruşturmanın devamında başvurucudan elde edilen
dijital materyallere ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve başvurucuya
yöneltilen eylemlere ilişkin olarak tanık beyanları alınmıştır.
18. Başsavcılık tarafından 24/3/2017 tarihli iddianameyle
başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması
istemiyle Antalya 8. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır.
19. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel
bilgiler verilmiş daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer
verilerek başvurucunun terör örgütü üyesi olduğu iddia edilmiştir.
20. Bu bağlamda iddianamede yer verilen olay ve olgular
özetle şöyledir:
i. Başvurucunun çocuklarının FETÖ/PDY ile irtibatlı
olduğu belirtilen Ö.A.T. eğitim kurumunda öğrenim gördüğü belirtilmiştir.
ii. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olan Bank
Asyadaki hesabının incelenmesi neticesinde, 2013 yılı Aralık ayında hesabında
24 TL olduğu, 2014 yılı Mart ayında hesabında para olmadığı, 2014 yılı Temmuz
ayında 1.800 TL kart borcu ödeme işleminin bulunduğu, 2014 yılı Ağustos ayında
hesapta kalan 10 TL bakımından son işlemin gerçekleştirildiği ve hesabında para
kalmadığı belirtilmiştir.
iii. Başvurucunun gözaltında iken 15/8/2016 tarihinde
yaptığı görüşme esnasında "([L.A.]@mac.com), (me.com), (şifre:
773800, la7738, La7738, profdrLa), (bilgisayarşifre:profLa), (itunes geçmişini
sil)" yazılı kâğıt parçasını avukatına verirken kolluk görevlisi
tarafından fark edildiği, söz konusu şifrelerin başvurucunun telefon ve
bilgisayarına ait olduğunun tespit edildiği, bununla birlikte programların
bloke olması nedeniyle giriş yapılamadığı, başvurucunun bu davranışının
örgütsel belge ve dokümanları yok etme veya bunlara ulaşılmasını engelleme
amacı taşıdığı belirtilmiştir.
iv. Başvurucunun 672 sayılı KHK ile kamu görevinden
çıkarıldığı belirtilmiştir.
v. Başvurucu hakkında tanık beyanlarına yer verilmiştir.
Alınan tanık beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:
- K.A. ifadesinde "... [Başvurucu] söz konusu
süreçte tutuklanınca ben rahatsızlığım ile ilgili başka bir doktor arama
girişiminde bulundum, hatta gittiğim bir doktor [L.] Bey hakkında 'o
fetöcü' gibi söylemlerde bulundu, hatta 'ona sizi kim gönderdi' gibi sözler
söyledi. ... benim düşüncem söz konusu şahsın bu yapıyla herhangi bir alakası
yoktur." şeklinde beyanda bulunmuştur.
- Gizli tanık T. ifadesinde ''kendisiyle birlikte eşi [E.C.A.]
bu yapının güçlü olduğu zamanda üniversiteye gelmişlerdir, eşi [E.C.A.]
hiçbir baskı olmamasına rağmen bu yapı tarafından Baş Müdür yapılmıştır. Bu
yapıya mensup insanlardır'' şeklinde beyanda bulunmuştur.
- Gizli tanık S. ifadesinde ''Eşi [E.C.A.] ile
birlikte üniversite imamı [Ö.G.] tarafından üniversiteye özel olarak
getirilip alınan kişilerdir. Dolayısıyla bu şahısların bu yapıya mensup
olduklarını veya bu yapıdan nemalandıklarını düşünüyorum'' şeklinde beyanda
bulunmuştur.
vi. Başvurucunun eşi olan E.C.A.nın şüpheli sıfatıyla
alınan beyanında çocuklarını örgüte ait olduğunu bildiği hâlde Ö.A.T eğitim
kurumuna göndermeye devam ettiğini, çocukların eğitim ihtiyaçlarını örgüte
müzahir NT Kırtasiyeden karşıladıklarını, okul taksitlerini başvurucunun Bank
Asyadaki hesabından ödediklerini, yine örgüte müzahir Gonca çocuk dergisine
üyeliğinin olduğunu ifade ettiği belirtilmiş; E.C.A.nın FETÖ/PDY ile irtibatlı
Bank Asyada hesabının bulunmakla birlikte 2013 yılı Aralık ayından sonra hesap
hareketine rastlanmadığı vurgulanmıştır.
vii. Başvurucunun kardeşi olan E.N.K.nın ByLock
haberleşme programını kullandığının bildirilmesine rağmen sonradan yapılan
araştırmada anılan programın kullanıcısı olmadığının anlaşıldığı
belirtilmiştir.
21. İddianame 7/4/2017 tarihinde Mahkeme tarafından kabul
edilerek E.2017/256 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun ByLock haberleşme
programını kullanıp kullanmadığının tespiti için ilgili kolluk birimine
müzekkere yazılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
Tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"[Sanıkların]
savunmaları, Antalya İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan ByLock tespit
tutanakları (sanıklar [M.E.Ç.], [S.K.], [S.T.] yönünden), tanık
beyanları, arama el koyma tutanakları, kolluk araştırma tespit tutanakları ve
tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, sanıkların üzerilerine atılı suçu
işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin
bulunması, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun 5271 Sayılı CMK.nun 103/3
maddesinde düzenlenen katalog suçlardan olması, sanıkların Mahkememizce henüz
savunmalarının alınmamış olması, sanıklara yüklenen suçun 5237 sayılı TCK'da
öngörülen cezasının alt ve üst sınırları, sanıkların tutuklulukta geçirdikleri
süre dikkate alındığında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 13 maddesinde yer
alan ve ölçülülük ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol
tedbirinin uygulanmasının bu aşamada davaya konu suç ve sanık açısından
yetersiz kalacağı kanaatine varıldığından [sanıkların] ayrı ayrı
tutukluluk hallerinin devamına,"
22. Antalya Emniyet Genel Müdürlüğü 8/5/2017 tarihli yazı
ile başvurucunun ByLock haberleşme programını kullandığına dair herhangi
bir veriye ulaşılamadığını bildirmiştir.
23. Mahkeme 21/6/2017 tarihinde yaptığı ilk oturumda
başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle üniversite
hastanesine boşalan kadrolara müracaat ederek geldiğini, akademik yükselmesinin
olmadığını ve kendisine idari görev verilmediğini, ByLock haberleşme
programını kullanmadığını, tanık anlatımlarının somut olaylara dayanmadığını,
faiz oranının ve dosya masrafının az olması nedeniyle Bank Asyadan araç kredisi
kullandığını, eşinin de kendisine kefil olması nedeniyle prosedür gereği
isimlerine hesap açıldığını, bu hesabı aktif olarak kullanmadığını, dört yıl
boyunca hesabındaki esaslı tek işlemin kredi kartı borcu ödemesi olduğunu,
gözaltına alınmasının verdiği psikoloji ile avukatına kullanıcı isimleri ve
şifrelerin yazılı olduğu kâğıt parçasını verdiğini ve "iTunes"
programındaki geçmişini silmesini istediğini, "iTunes"
programının müzik ve video izleme amacıyla kullanıldığını, gözaltına alındığı
esnada bütün cihazlarını açık şekilde ve şifreleriyle birlikte kolluk
birimlerine verdiğini, bu davranışının ruh hâlinden kaynaklandığını beyan
etmiştir.
24. Mahkeme aynı oturum sonunda adli kontrol tedbirleri
uygulanarak başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"Sanık [L.A.nın]
bu celse alınan savunması, sanık hakkında bylock programıyla ilgili herhangi
bir tespitin bulunmayışı, bu celse dinlenen tanık [E.C.A.nın] beyanları,
sanıktan elde edilen dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucunda
tanzim edilen raporlar, mevcut delil durumu, sanığın tutuklulukta geçirdiği
süre dikkate alındığında tutukluluk halinin devamının ölçülü olmayacağı, adli
kontrol tedbiri uygulanmasının yeterli olacağı kanaatine varılmakla sanığın
tahliyesine, başka bir suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise salıverilmesine,
aynı gerekçelerle sanığın 5271 sayılı CMK'nun 109/3-a ve b maddelerinde
belirtilen yurt dışına çıkış yasağı ve her hafta Cuma günü ikamet ettikleri
kolluk birimine 08:00 ile 20:00'saatleri arasında başvurarak imza atması
şeklinde adli kontrol altına alınmasına, mazeretsiz olarak adli kontrol
tedbirine uymadıkları takdirde tutuklanacağının ihtarına,"
25. Mahkeme 28/2/2018 tarihli oturumda aralarında
başvurucunun da bulunduğu bir kısım sanık hakkında ayırma kararı vermiş ve
başvurucu hakkındaki dava E.2018/104 sayılı dosya üzerinden devam etmiştir.
Yargılama sonucunda 12/7/2018 tarihli hüküm ile başvurucu hakkında beraat
kararı verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"[Sanıkların]
FETÖ/PDY terör örgütünün gizli haberleşme programı olan ByLock kullanıcısı
olmadıkları, örgüt içerisinde bulunduklarına ilişkin bir delil bulunmadığı,
örgüt içinde çeşitlilik, süreklilik ve yoğunluk arzeden eylemlerinin tespit
edilemediği, sanıkların örgütün hiyerarşik yapısı içerisine girdiğine, örgüt
ile aralarında üyelik için gerekli bulunan organik bağ kurduklarına, örgütün
kuruluşu, kurucuları, lideri, amacı, stratejileri ve eylemleri ile irtibatlı
olduklarına dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde
edilemediği, Tanık Koruma Kanununun 9/8 maddesine göre gizli tanıkların
beyanlarının tek başına hükme esas teşkil etmeyeceği, gizli tanıkların beyanlarının
somut bilgi ve görgüye değil yoruma dayalı olduğu, kişisel kanaat niteliğinde
olduğu, bu nitelikteki beyanların ceza yargılamasında ceza mahkumiyeti hükmüne
esas alınamayacağı, dijital inceleme raporlarındaki tespitlerin tespit
tarihleri ve tespite konu bulguların mahiyeti dikkate alındığında sanıkların
örgüt içinde yer aldıklarını göstermediği, bankasya hesabı olan sanıkların
bankasya hesap hareketlerinin incelenmesinde, sanıkların savunmalarının aksini
kanıtlayabilecek örgütün para yatırın çağrısına uyduklarını gösterir bir hesap
hareketi tespit edilemediği, sanıklar [A.K.] ve [H.E.nin]
Cumhurbaşkanının Bank Asya'ya ilişkin açıklamalarından sonra söz konusu
bankadan paralarını çektikleri, sonuç olarak silahlı terör örgütüne üye olma
suçunu işlediklerini gösterir, mahkumiyete yetecek derecede vicdani kanaat
sağlayacak bir delilin dosya içeriğinde mevcut olmadığı anlaşıldığından CMK’nun
223/2-e maddesi gereğince beraatlerine"
26. Anılan beraat kararına karşı Cumhuriyet savcısı
tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bu başvuruda; başvurucunun
örgütle irtibatlı olduğuna ilişkin gizli tanık anlatımlarının bulunduğu,
avukatı ile yaptığı görüşme esnasında üzerinde bilgisayar ve program
şifrelerinin ve "itunes geçmişini sil" ibaresinin yazılı
olduğu kâğıt parçasını verirken yakalandığı, böylece başvurucunun örgütsel
belge ve dokümanları yok etme veya bunlara ulaşılmasını engelleme amacını
taşıdığının anlaşıldığı, dijital inceleme sonuç raporu ile Bank Asya hesap
hareketlerine ilişkin bilirkişi raporu da dikkate alındığında mahkûmiyet yerine
beraat kararı verilmesinin isabetsiz olduğu ileri sürülmüştür.
27. Cumhuriyet savcısınca yapılan istinaf başvurusu
Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 10/1/2020 tarihli kararı ile
esastan reddedilmiştir. Anılan hüküm, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığınca 27/1/2020 tarihinde istinaf başvurusundaki benzer gerekçelerle
temyiz edilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
temyiz aşamasında derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
28. İlgili hukuk için bkz. Ömer Ulukapı, B. No:
2017/17771, 17/7/2018, §§ 18-23.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucu; tutuklamanın hukuka aykırı olduğunu,
suçsuz olmasına ve ByLock isimli programı kullanmamasına rağmen
tutuklandığını, tutukluluğa ilişkin kararlarda tutuklama nedenleri yönünden
yeterli bir açıklamanın yer almadığı belirterek temel hak ve özgürlüklerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Bakanlık görüşünde; öncelikle başvurucunun 21/6/2017
tarihinde tahliye edildiği, bu bağlamda etkili bir başvuru yolu olan 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde düzenlenen
tazminat davası açma yolu tüketilmeden başvuru yapıldığından başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
32. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesince esastan
inceleme yapılacak olması durumunda ise tutuklama kararında kuvvetli suç
şüphesinin ortaya konulduğu, tutuklama kararının verildiği andaki genel
koşullar ve somut olayın özel koşulları ile tutuklama kararının içeriği
birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme
tehlikesine yönelik tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının
söylenemeyeceği ifade edilmiştir.
B. Değerlendirme
33. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
34. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler,
ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğuna
yönelen iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik Yönünden
36. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde,
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun
gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen
durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna
uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına,
maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce
ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve
cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar
kimse suçlu sayılamaz."
37. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
38. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır.
Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla
ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No:
2016/49158, 26/7/2017, § 57).
39. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı
anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN bu görüşe
katılmamışlardır.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
41. Tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde dikkate
alınacak genel ilkeler için bkz. Mustafa Baldır [GK], B. No: 2016/29354,
4/4/2018, §§ 54-60; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-69.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe
teşebbüsü sonrasında hakkında yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör
örgütüne üye olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca
tutuklanmıştır. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
kanuni dayanağı bulunmaktadır.
43. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
44. Başsavcılık tutuklama talep yazısında başvurucunun ByLock
haberleşme programını kullandığını ve çocuklarını FETÖ/PDY ile bağlantılı bir
eğitim kurumuna gönderdiğini ileri sürmüştür. Antalya 5. Sulh Ceza Hâkimliği de
tutuklama kararında başvurucunun adını zikretmemekle birlikte bir kısım
şüphelinin ByLock haberleşme programına sahip olduklarını belirtmiştir
(bkz. § 13).
45. İddianamede başvurucunun ByLock haberleşme
programını kullandığı yönünde bir tespit ya da iddia bulunmamakla birlikte
suçluluğu hakkında ortaya konulan hususların çocuklarını FETÖ/PDY ile
bağlantılı bir eğitim kurumuna göndermesi, çocuklarının kırtasiye ihtiyaçlarını
örgüt ile bağlantılı bir işyerinden karşılaması, örgüt ile irtibatlı olduğu
belirtilen Gonca isimli çocuk dergisine aboneliğinin bulunması, kardeşinin ByLock
haberleşme programı kullanıcısı olduğundan şüphelenilmesi, meslekten ihraç
edilmiş olması, Bank Asyada hesabının bulunması, aleyhinde tanık beyanları
bulunması ve gözaltında iken yaptığı görüşmede üzerinde kullanıcı adının,
şifrelerinin ve "itunes geçmişini sil" ibaresinin yazılı
olduğu kâğıdı avukatına verirken fark edilmesi olduğu görülmektedir.
46. Buna göre Anayasa Mahkemesince tutuklamanın
hukukiliği bağlamında başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin
bulunup bulunmadığı yönündeki incelemenin bu olgular temelinde yapılması
gerekmektedir.
47. Başsavcılık, tutuklama talep yazısında başvurucunun ByLock
haberleşme programını kullandığını ileri sürmüştür (bkz. § 11). ByLock
uygulamasının özellikleri gözönüne alındığında kişilerin bu uygulamayı
kullanmalarının veya kullanmak üzere elektronik/mobil cihazlarına
yüklemelerinin soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY ile olan ilgi bakımından bir
belirti olarak değerlendirilebileceği kabul edilmektedir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 106, 267).
48. Öte yandan anılan kararda da açıklandığı üzere ByLock'a
ilişkin veriler ancak bu uygulamanın kullanıldığının veya kullanılmak üzere
telefona yüklendiğinin ve kullanıma hazır hâle getirildiğinin tespit edilmesi
durumunda kuvvetli belirti olarak kabul edilebilir. Somut olayda soruşturma
mercilerince tutuklama talep yazısında başvurucunun anılan programı kullandığı
ileri sürülmüş ancak iddianamede bu hususa yer verilmemiştir. Öte yandan
Başsavcılık bu aşamada başvurucunun ByLock kullandığının tespit
edildiğine dair bir belge de sunmamıştır. Kovuşturma evresinde ise Mahkeme
başvurucunun ByLock kullanıp kullanmadığının belirlenmesi amacıyla
ilgili kolluk birimine müzekkere yazmış, yapılan incelemeler sonunda
başvurucunun ByLock programını kullandığı yönünde bir tespit
yapılamamıştır. Dolayısıyla başvurucunun söz konusu uygulamayı kullandığı ya da
yüklediği gerek soruşturma gerekse kovuşturma evrelerinde ortaya
konulamamıştır. Hakeza başvurucunun kardeşi E.N.K.nın ByLock kullanıcısı
olduğundan şüphelenilmesi hususunun da başvurucu hakkında kuvvetli suç
belirtisi olarak kabulü mümkün görünmemektedir.
49. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan
suçlamanın dayanaklarından biri de başvurucunun kamu görevinden çıkarılmış
olmasıdır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında kamu görevinden tek başına bir
suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilemeyeceği sonucuna
varmıştır (benzer kararlar arasından bkz. Mustafa Baldır, § 70; E.A.,
B. No: 2016/78293, 3/7/2019, §§ 53-57; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638,
3/7/2019, §§ 51-54; Zafer Özer, § 58). Somut başvuru yönünden anılan
kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
50. Başvurucu ve eşinin Bank Asyada hesaplarının bulunduğu,
başvurucunun eşinin hesap hareketinin bulunmadığı, bununla birlikte
başvurucunun hesabında bazı işlemlerin mevcut olduğu, bu şekilde örgüt
liderinin Bank Asyaya para yatırma çağrısına uyarak örgütsel hiyerarşi içinde
hareket ettiği ileri sürülmüştür (bkz. § 20/ii-vi).
51. Anayasa Mahkemesi Metin Evecen (B. No:
2017/744, 4/4/2018 § 59) kararında ve 18/4/2018 tarihli Ali Biray Erdoğan (B.
No: 2016/16189, 18/4/2018, § 40) kararında, FETÖ/PDY liderinin veya
yöneticilerinin çağrıları üzerine Bank Asyaya para yatırmanın tutuklama için
yeterli ölçüde kuvvetli belirti olduğunu ifade etmiştir.
52. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin bu kararlarına konu
olaylardan farklı olarak başvurucu ve eşinin talimat sonrasında Bank Asyaya
para yatırması söz konusu değildir. Soruşturma makamları da başvurucu ve eşinin
bu hesaba para yatırdığını iddia etmemiş, esasen anılan Bankada hesaplarının
bulunmasının örgüte destek amacı taşıdığını mütalaa etmişlerdir. Başvurucu ise
faiz oranı ve dosya masrafının düşük olması nedeniyle bu Bankadan araç kredisi
kullandığını, eşinin de kendisine kefil olması nedeniyle prosedür gereği
isimlerine hesap açıldığını, bu hesabı aktif olarak kullanmadığını, dört yıl
boyunca hesabındaki esaslı tek işlemin kredi kartı borcu ödemesi olduğunu savunmuştur.
Başvurucunun hayatın olağan akışına uygun görünen bu savunmalarının aksini
ortaya koyacak bir bilgi veya belge gösterilmediği ve eşinin de hesabında 2013
yılından sonra bir işlem bulunmadığı dikkate alındığında bu olgu tutuklama için
yeterli ölçüde kuvvetli bir belirti olarak kabul edilmemiştir (benzer
değerlendirmeler için bkz. Ali Bulaç [GK], B. No: 2017/6592, 3/5/2019, §
62; İhsan Yalçın, B. No: 2017/8171, 9/1/2020, § 49).
53. Öte yandan soruşturma ve kovuşturma evrelerinde
dinlenen tanık beyanlarında başvurucunun darbe teşebbüsüyle veya teşebbüsün
arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile örgütsel bir ilişki içinde bulunduğu
yönünde somut olguya dayalı bir ifade bulunmamaktadır (bkz. § 20/v). Tanık
beyanlarında başvurucunun hangi örgütsel eylemlerde bulunduğuna ya da
başvurucunun örgütsel konumuna ilişkin herhangi bir bilgi, vaka veya olguya yer
verilmediği görülmektedir. Ayrıca başvurucu hakkındaki beyanların izlenim ve
düşünceye dayalı olması, somut olgu barındırmaması dikkate alındığında söz konusu
beyanların örgütsel bir faaliyet bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak
kabulü mümkün değildir (benzer değerlendirmeler için bkz. E.A., § 59; Mustafa
Açay, § 57).
54. Başvurucunun gözaltında iken yaptığı görüşmede
üzerinde kullanıcı adı ve şifrelerin ve "itunes geçmişini sil"
ibaresinin olduğu kâğıdı avukatına verirken fark edilmesi de soruşturma
mercileri tarafından suçlamaya dayanak bir olgu olarak değerlendirilmiştir.
FETÖ/PDY ile ilgili soruşturmalarda ele geçirilen dijital verilerin içerik ve önemi
dikkate alındığında başvurucunun bu davranışının soruşturma mercilerince
şüpheyle karşılanması anlaşılabilir bir durumdur. Bununla birlikte söz konusu
program içeriğine ilişkin herhangi veri de ele geçirilememiştir. Bu durumda
somut olayın koşulları itibarıyla başvurucunun bu davranışının örgütsel belge
ve dokümanları yok etme veya bunlara ulaşılmasını engelleme amacı taşıdığının
kabulü de mümkün görünmemektedir. Bu bağlamda başvurucunun davranışının
örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün
görülmemiştir.
55. Başvurucunun çocuklarını FETÖ/PDY ile bağlantılı bir
okula gönderdiği, çocuklarının kırtasiye ihtiyacını örgütle bağlantılı bir
işyerinden karşıladığı ve yine örgütle bağlantılı Gonca isimli çocuk dergisine
üyeliğinin bulunduğu belirtilmiştir.
56. Anayasa Mahkemesi; İhsan Yalçın (B. No:
2017/8171, 9/1/2020) kararında, FETÖ/PDY ile bağlantılı bir okulda bir süre
öğrenim gördüğü belirtilen başvurucu yönünden yaptığı değerlendirmede, örgütsel
bir ilişki çerçevesinde gerçekleştirildiğine dair olgular ortaya konulmadan
salt bu nitelikteki bir okula gitmenin kuvvetli suç belirtisi olarak kabulünü
mümkün görmemiştir. Kararda, FETÖ/PDY ile bağlantılı okul veya dershanelerde
öğrenim görmenin ancak bunun örgüte yardım etme, finansal destek sağlama ya da
örgütsel eğitiminden yararlanma gibi örgütsel gayelerle gerçekleşmesi hâlinde
örgütsel bir davranış olarak değerlendirilebileceğine vurgu yapılmıştır (İhsan
Yalçın, § 49). Anayasa Mahkemesi, Ş.B. (B. No: 2017/30993, 1/7/2020,
§ 38) kararında da aynı yönde değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu çerçevede
başvurucunun çocuklarını FETÖ/PDY ile bağlantılı bir okula gönderip kırtasiye
ihtiyaçlarını da yine bu örgütle bağlantılı bir işyerinden karşılamasının
örgütsel amaca dayandığı yönünde herhangi bir olgunun bulunmaması sebebiyle
anılan hususların kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilmemesi gerektiği
sonucuna varılmıştır. Terör suçlarıyla ilgili davaların temyiz mercii olan
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin yerleşik kararlarında da (E.2018/7220,
K.2019/3659; E.2018/6390, K.2019/2961; E.2018/5527, K.2019/2206) anılan
kişilerin çocuklarını FETÖ/PDY ile bağlantılı okul veya dershanelere
göndermelerinin terör örgütü üyeliği suçu bakımından örgütsel bir faaliyet
olarak kabul edilmediği görülmektedir.
57. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin yerleşik kararlarında
(E.2018/5167, K.2019/3211; E.2017/3174, K.2019/2244; E.2019/6400, K.2020/139)
kişilerin örgütle bağlantılı gazete veya dergilere abone olmalarının örgütsel
bir faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Yukarıda okul ve
kırtasiye harcamaları hususlarıyla ilgili yapılan değerlendirmenin dergi
yönünden de geçerli olduğu söylenebilir. Bu çerçevede kişilerin başkalarını
dergi abonesi yaptırmaya çalışması hâlinde bunun örgütsel bir yönünün olduğu
söylenebilir. Ancak somut olayda bu yönde bir tespit ya da iddia
bulunmamaktadır. Dolayısıyla anılan hususun kuvvetli suç belirtisi olarak
kabulü mümkün görünmemektedir.
58. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit
ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda tutuklama için gerekli olan yargı
makamlarının denetimini yapabilecek suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin
yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
59. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
60. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
61. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın
olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
62. Anayasa Mahkemesi daha önceki pek çok kararında
Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının
durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinin suç işlendiğine
dair belirtilerin varlığı ortaya konulmadan gerçekleştirilen tutuklamaları
meşru kılmadığına, suç işlendiğine dair belirti olduğu ortaya konulmadan
tutuklama tedbirinin uygulanmasının durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale
olmadığına karar vermiştir (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092,
11/1/2018, §§ 105-110; Mehmet Hasan Altan (2), §§ 152-157; Turhan
Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, §§ 83-89; Mustafa Baldır,
§§ 83-88).
63. Somut olayda bu kararlardan ayrılmayı gerektiren bir
yön bulunmamaktadır. Bu nedenle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde de- Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
65. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Kovuşturma sürecinde 21/6/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine
(bkz. § 24) karar verilmiş ve tutukluluk hâli sona ermiştir.
66. Başvurucu tazminat haklarının saklı tutulmasını
istemiş, bununla birlikte sonraki süreçte herhangi bir tazminat talebinde
bulunmamıştır. Bu nedenle tazminata ilişkin bir karar verilmesi mümkün
görülmemiştir. Bu durumda ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır (aynı
yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Güneş, B. No: 2014/1268,
17/5/2016, § 66; Mustafa Baldır, § 92).
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. Kararın bir örneğinin bilgi için Antalya 8. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2018/104) GÖNDERİLMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 16.08.2016tarihinde tutuklanan ve 30.12.2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 21.06.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla
bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit
edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak
arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan
veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her
türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır.
Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi)
öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun
tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde
düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına
karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına
atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın
141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu
iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen
kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin
iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında
açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren
emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola
işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat
davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali
yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi
aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında
mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun
yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları
da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile
hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir
bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da
tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet
sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada
tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından
bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır.
(Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa
Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93).
Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu
davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam
ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de,
mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da
tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11
Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi
tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa
Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada
beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka
aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden
tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet
Özdemir12
başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka
uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında
kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup
da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla
olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması
nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın
esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat
mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup
olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın
kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat
mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma
aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği
tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza
mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek
kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle
olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği
tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit
edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk
iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun
devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi
yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama
nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz,
a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama
nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği
şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini
inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat
mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa,
diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi
faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki
olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri kararında
benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını
reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin
etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz
önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur.
141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da
bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında
gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı
görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke
genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki
on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok
sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet
dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
İrfan FİDAN
|