TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
YILMAZ YAKUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/7749)
|
|
Karar Tarihi: 5/11/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 24/12/2020-31344
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Sinan ARMAĞAN
|
Başvurucu
|
:
|
Yılmaz YAKUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Gamze YALÇİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; gözaltına alınma ve gözaltında tutma
sırasında darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının, maddi ve manevi zararın
giderilmesi amacıyla açılan tam yargı davasının hukuka aykırı olarak
reddedilmesi ve makul olmayan bir sürede sonuçlandırılması nedeniyle de adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
7. İkinci Bölüm tarafından 10/6/2020 tarihinde yapılan
toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin
(3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. PKK terör örgütüne mensup kişilerin cenazelerinin
28/3/2006 tarihinde Diyarbakır'da defnedilmesi sonrasında başlayan ve üç gün
süren gösterilere yüzlerce kişi katılmış, bu kapsamda polis tarafından yüzlerce
gözaltı işlemi yapılmıştır.
10. Başvurucu 31/3/2006 tarihinde yasa dışı gösteriye
katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınmış ve 2/4/2006 tarihinde Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) ifade vermesinden sonra serbest
bırakılmıştır.
11. Başsavcılıktan Anayasa Mahkemesine gelen 1/11/2019
tarihli cevap yazısında, söz konusu olay kapsamında başvurucu hakkında
(kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı
bildirilmiştir. E.2011/52 sayılı söz konusu davada başvurucu, terör örgütüne
mensup kişilerin Diyarbakır'da defnedilmesi sonrasında 28-31/3/2006 tarihleri
arasında çıkan gösterilere katıldığı ve diğer göstericilerle birlikte PKK terör
örgütü lehine slogan attığı gerekçesiyle terör örgütü propagandası yapma
suçundan mahkûm edilmiştir. 24/3/2011 tarihli kararla başvurucu 1 yıl 3 ay
hapis cezası ile cezalandırılmış ve söz konusu hükmün açıklanması geri
bırakılmıştır. Karara itiraz edilmediğinden karar 1/4/2011 tarihinde kesinleşmiştir.
12. Başvurucu serbest bırakıldıktan sonra Diyarbakır
Barosundan üç avukatın huzurunda, gözaltına alınmasıyla başlayan sürece ilişkin
olarak anlatımda bulunmuş; başvurucunun beyanı avukatların ve kendisinin
imzasıyla tutanak altına alınmıştır. Ayrıca başvurucunun vücudundaki
yaralanmaların türü, boyutları ve yerleri avukatlar tarafından saptanmıştır.
A. Başvurucunun Şikâyetiyle İlgili Olarak Yapılan
Soruşturma
13. Başvurucu 14/4/2006 tarihinde Başsavcılığa başvurarak
gözaltına alınmasıyla başlayıp salıverilmesine kadar devam eden süre içinde
kolluk görevlileri tarafından darbedildiğini iddia etmiş; Diyarbakır İl Emniyet
Müdürlüğünde görev yapan Terörle Mücadele ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğündeki
polislerden işkence, görevi kötüye kullanma, kasten yaralama suçlarını
işledikleri gerekçesiyle şikâyetçi olmuştur.
14. Başvurucu; şikâyet dilekçesinde özetle kendisinin
Özgür Gündem isimli gazetenin dağıtıcısı olması sebebiyle Diyarbakır'daki
Terörle Mücadele Biriminde görev yapan polisler tarafından bilindiğini, Bağlar
ilçesindeki Sento Caddesi üzerinde tek başına yürüdüğü esnada elli kadar sivil
giyimli polis memuru tarafından elindeki gazetelerin alındığını, özel
hazırlanmış kalaslarla öldüresiye dövüldüğünü belirtmiştir. Başvurucu;
kıpırdayamayacak hâle geldiğinde minibüse konulduğunu, burada da boynuna silah
dayandığını, ölümle tehdit edildiğini, gözaltında tutulduğu spor salonunda
300-400 kişiyle birlikte kaldığını, gözaltının ikinci günü getirildiği Terörle
Mücadele Biriminde polisin sıra dayağına herkesle birlikte maruz kaldığını,
sopalarla ve tekmelerle dövüldüğünü, bu sırada sağ kulağından kan geldiğini,
yine sağ dizinin alt kısmından kan gelecek şekilde yaralandığını ileri
sürmüştür. Dilekçesinin devamında başvurucu; spor salonunda kendisini muayene
eden doktorun beyanı üzerine devlet hastanesi acil servisine gönderildiğini,
sağlık durumu iyi olmamasına ve hastanede kalması gerektiği müşahede edilmesine
rağmen polisler tarafından hastaneye yatışının engellendiğini belirtmiştir.
Gözaltında kaldığı süre içinde okumasına izin verilmeden kendisine birtakım
belgelerin imzalatıldığını söyleyen başvurucu, maruz kaldığı eylemlerden dolayı
sorumluların cezalandırılmasını talep etmiştir.
15. Başvurucunun şikâyetiyle ilgili yürütülen
soruşturmada -isimleri ve kimlikleri belirlenemeyen şüpheli emniyet görevlileri
hakkında- 7/6/2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir.
Verilen kararda 28-31/3/ 2007 tarihleri arasında meydana gelen olaylar ile
ilgili yapılan soruşturmalardan bahsedilmiş; ayrıca başvurucunun beyanları ile
hakkında alınan sağlık raporları üzerinden bir değerlendirme yapılarak meydana
gelen yaralanmaların kolluğun zor kullanma yetkisini kullanırken oluştuğu,
bunun ötesinde delil bulunmadığı ve başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada
sağlık muayenelerinin yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararın içeriği şu
şekildedir:
"24. 03.2006 tarihinde Güvenlik
güçleri ile yasadışı terör örgütü mensupları arasında Bingöl ili Solhan ilçesi
kırsalında çıkan silahlı çatışma sonucunda 14 teröristin ölü olarak ele
geçirilmesinin ardından, bu teröristlerden bir kısmının cenazeleri ilimiz
Bağlar - Medine bulvarı üzerinde bulunan Şerif Efendi camiine getirilmiş olup
burada 1500-2000 kişilik bir gurup bir araya gelmiş ve terör örgütünün sözde
elebaşısının poster ve pankartları açılmış ve cenaze törenine katılan kişiler
tarafından yasadışı terör örgütüne destek olur mahiyette bazı sloganlar
atılmıştır. Aynı tarihte yaklaşık 1000 kişilik bir gurup cenazeler
defnedildikten sonra 10 Nisan Polis Amirliğine ve panzerlere yönelik saldırıda
bulunmuşlar ve toplumsal olay bu şekilde başlamış 29-30 ve 31 Mart günlerinde
de eylemler devam etmiştir. Bu dört günlük eylem sürecinde Emniyet Müdürlüğü
ekiplerine ve halkın yoğun bulunduğu yerlerdeki iş yerlerine yönelik taşlı
sopalı saldırılar olmuş bir çok resmi kurum ve özel şahsın iş yeri tahrip
edilmiş ayrıca olaylara müdahale etmek isteyen güvenlik kuvvetlerine karşı çok
sayıda şüpheli tarafından taşlı, sopalı, silahlı yada silahsız olarak mukavemet
edilmiştir. Olaylar sırasında kanunsuz gösteri düzenlemek üzere toplanarak
cadde ve karayollarını ulaşıma kapatılmış, güvenlik güçlerinin usulüne uygun
ikazlarına rağmen dağılmayan topluluk engel olmak isteyen güvenlik güçlerine
taş, sopa vs. ile saldırmış olup bu olaylar sırasında, göstericilerin bu
saldırısı sonucu bir çok polis memuru ve vatandaş muhtelif derecelerde
yaralanmıştır.
TEM Şube Müdürlüğünce bu toplumsal
olaylar nedeniyle 28-31 Mart 2006 tarihleri arasında toplam 357 kişi gözaltına
alınmış ve CMK 250 ile yetkili Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan işlemler
sonucunda 284 şahıs tutuklanmış 73 şahıs ise serbest bırakılmıştır. Yine bu
olaylar nedeniyle yaşları 18 den küçük olan 191 kişi gözaltına alınmış 91 şahıs
tutuklanarak 100 şahıs serbest bırakılmıştır. tüm tutuklu ve serbest bırakılan
şahısların toplamı isi 548 bu şahıslardan 173 serbest bırakılarak 375 şahıs
tutuklanarak cezaevine teslim edilmiştir.
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Güvenlik
Şube Müdürlüğü tarafından 2911 sayılı Kanununa muhalefetten dolayı evrak tanzim
edilip Savcılığımızca soruşturma kapsamında 28-29-30-31 Mart tarihli olaylarla
ilgili olarak gözaltına alınan tüm şahıslarla ilgili belgeler soruşturma
numaraları tespit edilmiş bu soruşturma numaralarından hazırlanan muktezalar
dosyaya celp edilmiştir. Bu muktezalardan bir kısmı özel yetkili Ağır Ceza
Mahkemelerine (4. Ağır Ceza 5. Ağır Ceza 6Ağır Ceza Mahkemelerine) yazılmış
olup 18 yaşından küçük çocuklar için ise Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine
hitaben yazılmış olup dosyamızın müştekisi olan Yılmaz Yakut hakkında da aynı
şekilde (yukarıda izah edilen eylemlere iştirak iddiası ile) Özel yetkili Ağır
Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı anlaşılmıştır.
Aynı olaylarla ilgili gözaltına alınan
şahısların gözaltına alındıklarında polis tarafından fena muameleye tabi
tutuldukları iddialarıyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca 2006/7626
hz.sayılı dosya üzerinden, göstericilerin gözaltına alındıklarında düzenlenen
geçici raporlar ile gözaltında bulundukları süre içerisinde alınan ve gözaltına
çıkarıldıklarında alınan raporlar Diyarbakır Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğüne
gönderilmiş olay tutanağı da rapora eklenmek suretiyle olay tutanağın da
bildirilen olaylar nedeniyle güvenlik kuvvetlerinin orantılı güç kullanımı ile
bu yaraların oluşup oluşmayacağı ve gözaltında geçtiği süre içerisinde başkaca
bir fena muamele izi olup olmadığı sorulmuş alınan raporda herhangi bir
orantılı güç dışında yaralamanın olmadığı gözaltında da fena muamele
yapıldığına dair belirti olmadığı şeklinde rapor düzenlenmiştir. Yine
müştekinin müracaatı üzerine DDH’den tedavi evrakı celbedilmiş olup, müştekinin
olaydan 3-4 gün sonra DDH’ye giderek tedavi oldum şeklindeki beyanlarının
aksine 01.04.2006 günü DDH’ye müracaat ettiği ve müştekinin olay sebebiyle
hayati tehlike geçirmeksizin BTM ile giderilebilecek şekilde yaralanmış olduğu
tespit edilmiştir. Yine müşteki kendisine kötü muamelede bulunan şahısları
teşhis edemeyeceğini, şahısların ve aracın sivil bir araç olduğunu beyan
etmiştir. Müştekinin 31.03.2006 tarihinde Bağlar Sento caddesinde tek başına
yürüdüğü sırada kendisinin kimliği meçhul şüphelilerce yakalanılarak kötü
muamelede bulunulduğunu ifade etmiş ise de hakkında düzenlenen tahkikat
evrakından da anlaşılacağı üzere şüphelinin yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen
eylemlere iştirak ettiği (yada en azından olay mahallinde ve göstericiler
arasında olması sebebiyle iştirak şüphesinin yoğunluğu sebebiyle göz altına
alındığı ve hakkında bu iddiayla yasal işlem uygulanarak gerekli adli tahkikatın
yapıldığı) sonucuna ulaşılmıştır.
Yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen
tüm bu olaylar sırasında olaya müdahale eden ve fakat kimlikleri tespit
edilemeyen (bir kısım sivil-resmi giyimli olarak tarif edilen) iddiaya göre
emniyet kuvvetlerince kendilerine şiddet uygulandığı ve kötü muamelede
bulunulduğu iddiası ile yukarıda açık kimliği yazılı bulunan müştekinin
müracaatı üzerin yapılan incelemede, olaya müdahale eden emniyet görevlilerinin
2559 S.Kn. ilgili maddelerinde bahsi geçen (ve genel güvenliğin sağlanması
,suçların önlenmesi görevini ifa sırasında yeterli oranda olan) zor kullanma
yetkilerini kullandıkları sırada yaralanma olayının meydana geldiği, ancak tüm
bu olayların 2559 S.Kn. kapsamında yasal görevin ifası ve yasaların kendilerine
verdiği zor kullanma yetkisinin sınırları dahilinde kaldığı bunun haricindeki
isnatların ise soyut mahiyette olduğu gibi (müştekice resmi- sivil kıyafette
olduğu iddia edilen ve kimliği tespit edilemeyen) ilgili emniyet kuvvetleri
hakkında kasten (müştekiye kötü muamele kastıyla) müdahalede bulunduklarına
veya olaylarda (müştekiye karşı) yasa gereği müdahale kastı dışında bir amaçla
hareket ettiklerine yada müdahalede orantı sınırını aştıklarına dair yeterli
delilin (olayımızda) elde edilemediği, olay tarihinde çok sayıda gösterici
hakkında bahse konu eylemleri sebebiyle işlem yapılması ve gösterilerin
tahkikat anında da devam etmesi sebebiyle içerisinde müştekini de bulunduğu
göstericilerin muayenelerinin CMK 250. md. ile yetkili bulunan Cumhuriyet
Başsavcılığının 2006/2988 sayı ve 29.03.2006 tarihli talimatı ve talebiyle TEM
Şb. Müdürlüğünde bulunan şüphelilere (toplumsal olayların bu talep tarihi
itibariyle halen yoğun olarak devam etmesi karşısında güvenlik gerekçeleri ve
zorunluluk gerekçeleriyle DDH tarafından muayene ve tedavi için) doktor
görevlendirmesi yapılmış olup bu görevli doktorlarca göstericilerin (ve müştekinin)
muayeneleri yapılmış olduğu, iddiaların bu yönü açısından da herhangi bir suç
unsurunun olayımızda mevcut olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
Açıklanan sebeplerle...KAMU ADINA
KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]"
16. Başvurucunun verilen karara itirazı Siverek Ağır Ceza
Mahkemesinin 9/10/2007 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
B. Kamu
Görevlilerinin Eylemleri Sonucunda Uğranıldığı İddia Edilen Zararların
Tazminine Yönelik İdari Dava Süreci
17. Başvurucu 27/3/2007 tarihinde İçişleri Bakanlığına
başvurarak 28/3/2006 ile 31/3/2006 tarihleri arasında gözaltında tutulduğunu,
bu süre içinde kolluk güçlerinin yoğun işkencesine maruz kaldığını belirterek
40.000 TL maddi ve 60.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
18. İçişleri Bakanlığının 30/3/2007 tarihli yazısıyla
herhangi bir yargı kararı bulunmaması nedeniyle başvurucunun tazminat talebi
reddedilmiştir.
19. Başvurucu bunun üzerine 25/6/2007 tarihinde tam yargı
davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle Diyarbakır'da örgüt
üyelerinin cenazelerinin defnedilmesi sonrasında birtakım olaylar çıktığını
fakat kendisinin bu olaylara karışmadığını, gazete dağıtımı yaparken polisler
tarafından yakalandığını, hem yakalama anında hem de gözaltında tutulduğu
Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde kolluğun yoğun işkencesine maruz
kaldığını belirtmiştir. Kulağında ve dizinin alt tarafında kanamalı
yaralanmalar meydana geldiğini, vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar
oluştuğunu, sara nöbeti geçirmesine rağmen hastaneye sevk edilmediğini,
yaralanmalarının gözaltından çıkarıldığı gün hastane raporları ve çekilen
fotoğraflarla ortaya konulduğunu, yaşadıkları nedeniyle haftalarca
çalışamadığını, ruhsal bir çöküntü içine girdiğini ileri süren başvurucu;
idarenin çalışanı olan polislerin kusurundan kaynaklanan sebeplerden dolayı
uğradığı maddi ve manevi zararların giderilmesini istemiştir. Başvurucu bu
kapsamda 20.000 TL maddi ve 70.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
20. Davacının tam yargı davası Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesinin (Mahkeme) 10/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme
kararında; başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak Başsavcılıkça yürütülen
soruşturma ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler itibarıyla yaralanmanın
güvenlik güçlerinin işkence veya kötü muamelesinden değil yakalama sırasında
kolluğun orantılı güç kullanımından kaynaklandığı, dolayısıyla idarenin tazmin
sorumluluğunu gerektiren bir durumun bulunmadığı belirtilmiştir. Kararın ilgili
kısmı şu şekildedir:
"...Davacı tarafından dava konusu
olay nedeniyle sorumlular hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç
duyurusunda bulunulması üzerine açılan soruşturma sonucu ... gerekçesiyle kamu
adına kovuşturma yapılmasına gerek olmadığı kararı verildiği ve bu karar karşı
yapılan itirazın Siverek Ağır Ceza Mahkemesi'nce 09.10.2007 tarih ve Değişik İş
No:2007/852, Değişik İş Karar No:2007/826 sayılı kararla reddedildiği
görülmektedir.
Ayrıca olaylarda yaralanan polis
memurlarından ikisi tarafından imzalanan ifade-teşhis tutanaklarında, davacının
güvenlik güçlerine karşı taşlı, sapanlı ve moloflu saldırıda bulunan kişilerden
olduğunun teşhis edildiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, davacının gözaltında
bulunduğu 01.04.2006 tarihinde avukatı ile görüştüğü ve fena muamaleye maruz
kaldığına ilişkin herhangi bir durumun belirtilmediği görülmektedir.
Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 07.06.2007 tarih ve Soruşturma
No:2006/9202, Karar No:2007/7453 sayılı dosyasının birlikte incelenerek
değerlendirilmesinden; Bingöl İli'nde güvenlik güçleri ile çatışmaya giren 14
PKK terör örgütü mensubunun 4'ünün cenazelerinin Diyarbakır İli'nde gömülmesi
sonrasında başlayan ve 28.03.2006 ve 01.04.2006 tarihleri arasında devam eden
olaylar sonucunda yakalanarak gözaltına alınan davacının yaralanmasının,
güvenlik güçlerince yapılan işkence ve fena muamaleden değil, güvenlik
güçlerince yakalanarak gözaltına alınması sırasında yapılan orantılı güç
kullanımından kaynakladığı ve yaralanmanın basit bir tıbbi müdehale ile
giderilebilecek nitelikte olduğu sonuç ve kanaatine varıldığından davacıya
tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.
Bu itibarla, idarenin tazmin
sorumluluğunu gerektiren bir durum saptanamadığından açılan davanın reddi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine...
[karar verildi.]"
21. Başvurucu verilen kararı temyiz etmiş; temyiz
dilekçesinde özetle Mahkemenin ceza hâkimi gibi karar verdiğini, kamu
görevlileri tarafından işkence yapılıp yapılmadığını, yapılmış ise idarenin
bundaki sorumluluk payının ne olduğunu ortaya koymak yerine olaylara karıştığı
kabul edilerek kolluğun eylemlerini meşrulaştırdığını, verilen kararın hukuka
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
22. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesi
(Daire) tarafından 28/1/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, dava ve
temyiz dilekçelerinde belirttiği hususları tekrarlayarak karar düzeltme
talebinde bulunmuştur. Dairenin 26/1/2016 tarihli ret kararıyla verilen karar
kesinleşmiştir. Karar 15/3/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu, kararın kesinleşmesi üzerine 13/4/2016
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilme-sini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
25. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve
Salâhiyet Kanunu'nun 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Zor ve silah kullanma
Madde 16 - Polis, görevini yaparken
direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde
zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında,
direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek
şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî
şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen
kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop,
basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri
ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere
direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı
yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak,
ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
…"
B. Uluslararası
Hukuk
1. Sözleşme
Hükümleri
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3.
maddesi şöyledir:
"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı
ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."
27. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…"
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin İçtihadı
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de devlet
görevlilerinin kastına dayanan kötü muamele yasağı ve yaşam hakkı kapsamındaki
şikâyetlere ilişkin başvurularda sadece tazminat verilmesinin mağdur statüsünü
ortadan kaldırmaya yetmeyeceğini, Sözleşmeci devletlerin sorumluların
belirlenmesi ve cezalandırılması için etkili bir soruşturma yapmakla yükümlü
olduklarını, bu kapsamda yeterli telafiyi sağlayacak etkili iç hukuk yolunun
ceza soruşturması olduğunu vurgulamaktadır (Alkın/Türkiye, B. No: 75588/01,
13/10/2009 § 33; Mehmet Erkan ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No:
41792/10, 28/1/2014, §§ 64, 65; Zekine Tercan ve diğerleri/Türkiye
(k.k.), B. No: 64964/09, 19/9/2017, §§ 14, 15; Gafgen/Almanya [BD], B.
No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90).
29. AİHM, iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin
ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk
mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını
tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94,
18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine
geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun
yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin
-özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu vurgulamaktadır. AİHM bu
sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına
karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir
ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da hakkın
tesliminden kaçınacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu
sorgulayabileceğini ifade etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B.
No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
30. Mahkemenin 5/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele
Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
31. Başvurucu, Başsavcılığa sunduğu dilekçesindekine
benzer mahiyette şikâyetler ileri sürmüştür. Bunun dışında gözaltında bulunduğu
esnada hakkında düzenlenen adli muayene raporlarının usule aykırı şekilde,
toplu muayene edilmek suretiyle hazırlandığını, gözaltından çıkarıldıktan sonra
vücudundaki yaralanmaların Diyarbakır Barosuna bağlı üç avukat tarafından
tutanak altına alındığını ve fotoğraflandığını, aynı zamanda devlet
hastanesinde sağlık raporu düzenlendiğini, bunlara rağmen açtığı tam yargı
davasında olaylara karıştığından söz edilerek idarenin kusurunun olmadığının
beyan edilmesinin kabul edilemez olduğunu ifade etmiştir.
32. Başvurucu, gözaltında tutulduğu sırada kolluk
görevlilerinin sarf ettiği sözlerin içeriğinden de anlaşılacağı üzere
kendisinin Kürt olması ve Özgür Gündem isimli gazeteyi dağıtması sebebiyle
darbedildiğini belirterek ayrımcılığa uğradığını iddia etmiştir. Başvurucu,
kolluk tarafından maruz bırakıldığı eylemler nedeniyle kötü muamele yasağının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
33. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes ... maddî ve manevî
varlığını koruma ... hakkına sahiptir.
…
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.
…''
34. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
35. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası,
mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele
yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgular. Saikin önemi ne kadar yüksek
olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası
gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu
yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın
mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve
suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre
veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri,
B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 104).
36. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında
ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm
bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve
diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek
risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet; bireyin maddi ve
manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla
yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
51).
37. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu
kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya
muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevi
yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi
boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini
idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü
oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).
38. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamındaki bu pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Usul
yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal
saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları
altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 110).
39. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği
soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına
ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı
olarak tespiti gerekir. Bu şekilde gündeme gelen yaşam hakkı ya da kötü muamele
iddialarına konu davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin
sorumluların tespit ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte ceza
soruşturması yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari
ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak
ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
40. Nitekim Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerince
darbedildiğini iddia eden kişi tarafından açılan tam yargı davasının
incelendiği bir başvuruyu kötü muamele yasağı kapsamında ele almış ve yaptığı değerlendirmede
tam yargı davasının tazminat imkânı sunmakla birlikte kötü muamele vakasının
aydınlatılmasına, sorumluların tespitine ve cezalandırılmasına yönelik bir
sonuç elde edilmesi için yetersiz ve etkisiz kalacağını, bu konudaki etkili
yolun ceza soruşturması olduğunu belirterek -başvurucunun adli makamları
harekete geçirmek için bir başvurusunun da bulunmadığı dikkate alınarak-
başvuru yollarının tüketilmediği neticesine ulaşmıştır (Zeki Güngör, B.
No: 2013/8491, 31/3/2016, §§ 39-45).
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B.
No: 2012/51, 25/12/2012, § 17).
42. Somut olayda başvurucu, gözaltına alınmasıyla
başlayıp salıverilmesine kadar geçen süre içinde maruz kaldığı eylemlerin kötü muamele
niteliğinde olduğunu iddia etmektedir. Diğer bir ifadeyle başvurucu, kamu
makamlarının kötü muamele yasağının devlete yüklediği negatif ödevi ihlal
ettiğini öne sürmektedir. Negatif yükümlülüğün ihlal edildiği iddiası
bakımından etkili yol ceza soruşturmasıdır (bkz. §§ 39, 40). Tam yargı
davasında mahkemenin araştırma ve yargılama yetkisi bakımından olayın
gerçekleşme koşullarını, yargılamanın tüm imkân ve araçlarını ceza mahkemesi
gibi geniş bir yelpazede kullanarak inceleme ve sorumluları tespit etme
imkânına sahip olmadığı açıktır.
43. Başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin
şikâyetleri konusundaki ceza soruşturması, Başsavcılığın 7/6/2007 tarihli
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararıyla sonuçlanmıştır. Başvurucunun itirazı
Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2007 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu
durumda ceza soruşturmasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşılmaktadır. Öte yandan
kötü muamele yasağının devlete yüklediği negatif yükümlülüğün ihlal edildiğiyle
ilgili şikâyetlerde etkili yol olan ceza soruşturmasının Anayasa Mahkemesinin
zaman bakımından yetkisinden önce kesinleştiği hâllerde söz konusu şikâyetin
tam yargı davası üzerinden incelenmesi de mümkün değildir.
44. Sonuç itibarıyla somut olayda etkili yolun ceza
soruşturması olduğu ve bu yolun da 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği
gerçeğinden hareketle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasının Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetki alanı dışında kaldığı, tazminat
yargılamasının bu sürenin uzamasına etki etmediği kabul edilmelidir.
45. Başvurucunun ayrımcılık yasağına ilişkin iddiasının
da ele alınması gerekir. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi
ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine
yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka
Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle
bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 33). Başvurucu; Özgür Gündem isimli gazetenin
dağıtıcısı ve Kürt olması sebebiyle kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüş
ise de anılan yasak bağlamında bir inceleme yapılamaması, bu iddianın da
değerlendirilememesi sonucunu doğurmuştur.
46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Şikâyetin
Nitelendirilmesi
47. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen kötü muamele niteliğindeki
eylemlere ilişkin olarak hak ihlali iddiasında bulunan tarafça açılan tam yargı
davasının mağduriyetin giderilmesi adına önemli bir işleve sahip olduğu kabul
edilmelidir. Bununla birlikte kötü muamele yasağının kamu görevlilerinin kasti
fiilleriyle ihlal edildiği şikâyeti yönünden etkili yol ceza soruşturması
olduğundan tam yargı davası üzerine bu şikâyetin incelenmesi mümkün değildir
(bkz. § 42). Ancak Danıştay içtihadıyla Anayasa'nın 125. maddesine dayanılarak
çerçevesi çizilen tazminat imkânının medeni bir hak niteliğinde olduğu
hususunda kuşku bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa'nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının kamu görevlilerinin kötü muamelede
bulundukları iddiasıyla açılan tam yargı davalarında uygulanabilir olduğu
açıktır.
2. Hakkaniyete
Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun
İddiaları
49. Başvurucu, tazminat davasının ortaya konulan deliller
görmezden gelinerek olumsuz sonuçlanması sebebiyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
50. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik
güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan
biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel
olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini
teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §
80).
51. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
52. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz
konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin
Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa
Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak
bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip
edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK],
B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).
53. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai
durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir
şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına
girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin
temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin
güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın
sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye
dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin
değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip
getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin
temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu
değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece
mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve
adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle
getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B.
No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).
54. Somut olayda Mahkeme ret ile sonuçlandırdığı kararını
Başsavcılık soruşturmasının içeriğine, başvurucunun kolluğa fiziki saldırıda
bulunduğuna ilişkin Teşhis Tutanağı'nın varlığına ve başvurucunun aşamalarda
istikrarlı bir şekilde şikâyetini dile getirmemesine dayandırmış ve yukarıda
belirtilen (bkz. § 20) gerekçe ile hüküm kurmuştur. Mahkemenin başvurucunun
gözaltına alınma ve gözaltında tutulma sırasında kötü muameleye maruz kaldığı
yönündeki iddialarını karşıladığı ve nihayetinde yaralanmanın kamu
görevlilerinin orantılı güç kullanımından kaynaklandığını dile getirdiği
görülmektedir.
55. Dosya kapsamındaki delillere göre gözaltı işlemiyle
başlayan süreçte başvurucunun kamu görevlilerinin kötü muamele niteliğindeki
eylemleri nedeniyle yaralandığının açık olduğunu söyleyebilmek mümkün
görünmediğinden İdare Mahkemesince ulaşılan sonucun adil yargılanma hakkındaki
güvenceleri etkisiz hâle getiren bir keyfîlik içerdiğinden bahsedilemez.
56. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde
tamamlanmadığını ileri sürmüştür.
58. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli
ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
59. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
60. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
61. Bahsi geçen kararda özetle anılan başvuru yolunun
kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk
bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§
35, 36).
62. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 5/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.