TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ KAVLAK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/8018)
Karar Tarihi: 10/12/2019
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Burak Cenk İLHAN
Başvurucu
Ali KAVLAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak ve kanunda öngörülen süreye riayet edilmeksizin yapılması, ayrıca bu incelemeler sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi, tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa ilişkin kararların yakınlara tebliğ edilmemesi, tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması, tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi, tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazların değerlendirilmemesi, duruşmalarda verilen tutukluluğa ilişkin kararların tefhim ve/veya tebliğ edilmeyerek tutukluluğun devamına itiraz hakkının engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan bir kısım açıklama nedeniyle masumiyet karinesinin; yargılamanın makul sürede tamamlanması, soruşturma ve kovuşturma sürecinde hukuka aykırı bazı uygulamalarda bulunulması ve şikâyette bulunulan bir olaya ilişkin soruşturmanın kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı ile sonuçlandırılması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 14/4/2016, 30/10/2017 ve 23/7/2018 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Yapılan incelemede 2016/8018 sayılı başvuru ile 2017/36653 ve 2018/21403 sayılı başvurular arasında konu ve kişi bakımından irtibat olması nedeniyle bu başvuruların 2016/8018 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuya İlişkin Süreç
9. Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğünde başkomiser iken görev yaptığı Kurumda birtakım usulsüz işlemler yapıldığı, bu kapsamda zimmet suçunun işlendiği ve bunun üzerinin örtüldüğü iddiasıyla bazı kişiler hakkında 8/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuş; bunun üzerine Başsavcılık tarafından (2013/153711 numaralı) soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında aynı tarihte başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle; görevi gereği kendisine intikal eden bazı belgelerde bir kısım kişilerin sahte resmî evrak düzenleyerek Emniyet Müdürlüğünden para aldıklarını tespit ettiğini, bu hususu sıralı amirlerine ilettiğini, ayrıca bazı emniyet görevlileriyle birlikte tutanak düzenlediğini ancak ilgili personel hakkında işlem tesis edilmediğini, görevini yapmayan ve sahte evrak tanzim ederek zimmetine para geçiren kişiler hakkında gereğinin yapılmasını bir kamu görevlisi olarak istediğini belirtmiş ve Başsavcılığın ilgili kişilerin ifadelerini almasında fayda olduğunu belirtmiştir.
10. Bu kapsamda başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan (2013/153711 numaralı) soruşturma dosyasında 16/4/2014 tarihinde tefrik kararı verilmiş ve başvurucu hakkında iftira ve suç uydurma suçlarından yeni bir (2014/55373 numaralı) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun şikâyetleri üzerine başlatılan soruşturma hakkında ise 18/4/2014 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. Diğer taraftan başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası 13/4/2015 tarihinde bir başka soruşturma dosyası (2014/8776 sayılı) ile birleştirilmiştir.
11. Başsavcılık tarafından Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından yürütülen söz konusu soruşturma kapsamında başvurucu 16/4/2015 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır.
12. Cumhuriyet savcısı 17/4/2015 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde genel olarak suçlamaları kabul etmemiş ve görev yaptığı Kurumda tespit edilen usulsüz işlemleri üstlerine bildirmesine rağmen bu olayın araştırılmadığını ve üzerinin kapatılmaya çalışıldığını, bunun üzerine 8/11/2013 tarihinde Savcılığa şikâyette ve suç duyurusunda bulunduğunu, sonrasında söz konusu usulsüzlük meselesiyle ilgili olarak görev yaptığı birime de 11/11/2013 tarihinde ihbar geldiğini öğrendiğini, bunun üzerine tekrar Başsavcılığa giderek üstlerinden müdür seviyesinde dört kişinin kendisine psikolojik baskı uyguladığından bahsedip onlardan şikâyetçi olduğunu söylemiştir.
13. Başvurucu ifadesinde devamla 2013 yılı Ağustos sonrası için özel bir çalışma yapılmadığını, amirleri ile arasının iyi olduğunu, amirleri ile arasında herhangi bir husumetinin olmadığını, şikâyeti sonrasında ilgili Cumhuriyet savcısının belgeleri istemesi nedeniyle imzasız ve parafsız tutanakları şube dışına çıkararak savcıya götürdüğünü, bunların gizli belge olmadığını, sene sonunda imha edilecek evraklardan olduğunu,hiçbir gizli belgeyi şube dışına çıkarmadığını, yaz dönemi ile tayin olan amir ve müdürlerin telefonlarının bir zimmet davasıyla ilişkilendirilerek takibe alınmasının kendisinin görevi kapsamında olmadığını, özel bir kastı olmadığını, hiçbir şeye zemin hazırlamadığını, birilerine iftira atmak ve devletin güvenliğini zaafa uğratmak düşüncesinde olmadığını, suç duyurusunda bulunduktan sonraki işlemlerden haberdar olmadığını, bu işlemleri yürüten kişilerle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını, görevini yaptığını, sadece suç duyurusunda bulunduğunu, soruşturmada görev almadığını, suçlamaları kabul etmediğini, suç duyurusunda bulunduğu konu ile ilgili soruşturmanın arkasında olduğunu beyan etmiştir.
14. Başsavcılık, başvurucuyu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.
15. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun da aralarında olduğu bazı emniyet mensuplarının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yasa dışı örgütlenme oluşturup suç işlemek amacıyla bir araya geldikleri, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuzu, gücü ve yasaların verdiği yetkileri görevin gereklerine aykırı kullanarak amaçlarına ulaşmak için seri halde ve birbirini takip eden araç suçları işledikleri bu kapsamda -suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve üye olma, suç uydurma, iftira, görevi kötüye kullanma, özel hayatın gizliliğini ihlal, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasal veya askerî casusluk, göreve ilişkin sırrın açıklanması, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma, bilişim sistemine girme, sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, soruşturmanın gizliliğini ihlal- suçlarını aynı zamanda çok sayıda kişiye karşı icra ettikleri, bu kişilerin asıl amaçlarının bu suçlara konu fiiller vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçu olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir.
16. Anılan yazıda ayrıca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli şüpheliler ile -başvurucunun da görev yapmakta olduğu- İstihbarat Şube Müdürlüğündeki şüphelilerin fikir ve eylem birliği içinde oldukları belirtilmiş; bu kapsamda İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli bir memurun zimmet suçunu işlediği iddiasıyla başlatılan 2013/153711 numaralı soruşturmanın daha sonra planlı ve hukuka uygun görünümü verilmeye çalışılarak hukuk dışı amaç ve gayelerle devlet imkânlarının ve kanunların araç olarak kullanıldığı bir sürece dönüştüğü değerlendirilmiştir. Başsavcılık bu bağlamda söz konusu soruşturma dosyası vesilesiyle yasal bir soruşturma adı altında başta şüphelisi bir tek memur olan ve işlendiği iddia edilen zimmet suçuna, keyfî ve soruşturmanın amacını aşar bir şekilde, zorlama yorumlarla iftira atılarak ve suç uydurularak öncelikle İstihbarat Şube Müdürlüğünün 17-25 Aralık süreci öncesi ataması yapılan üst yönetim kadrosunun soruşturmaya dâhil edildiğine hatta ilerleyen süreçte de zimmet suçunu işleyemeyecek emekli bir memurun da soruşturma kapsamına alındığına dikkat çekmiştir.
17. Başsavcılığa göre; başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler bir anlamda tanzim etmiş oldukları raporlarla işledikleri suçların delillerini oluşturarak bu bağlamda şüphelilerce niyet ve amaçlarını ortaya koyar bir şekilde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı'nın dinlenmesine teşebbüs edilmiş, yine aynı dosya kapsamında -tanık ifadesine atfen- dinlemelerin yapıldığı süre zarfında MİT Bölge Başkanlığı ile ilgili olarak da (soruşturmayla bağlantısı bulunmayan) hukuksuz taleplerde bulunulmuş ve talimatlar verilmiştir. Böylelikle devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları içinde yer alan devletin güvenliği veya iç ya da dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarı ile gizli kalması gereken bilgilerin yasal görünümlü bir soruşturma adı altında temin edilerek söz konusu soruşturmanın istenen bu amaca yönelik elverişli bir hâle getirildiğini, ayrıca özel hayatları ihlal edilen kişilerin mağduriyetine sebebiyet verildiğini değerlendiren Başsavcılıkça; 18/12/2013 tarihinde (17-25 Aralık soruşturmaları kapsamında ilk operasyonun yapıldığı günün ertesi günü) yeni bir şube müdürünün görevlendirilmesi üzerine diğer bazı soruşturma dosyaları yeni gelen personele devredilirken bu soruşturma dosyasında farklı bir yöntem uygulandığına dikkat çekilerek bu kapsamda anılan dosyada iletişimin tespiti kararına konu telefon dinleme süresi henüz yeni başlamış ve devam etmekte iken tüm bu dinlemelerin sebep ve gerekçesi belirtilmeksizin 17-18/12/2013 tarihlerinde sonlandırıldığı ifade edilmiştir.
18. Başvurucunun sorgusu İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinde 20/4/2015 günü yapılmış; sorgu sırasında başvurucunun müdafii hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki savunmasında genel olarak Başsavcılıktaki ifadesinde dile getirdiği açıklamaları tekrar etmiştir. Başvurucunun müdafii ise müvekkilinin şikâyet ettiği kişiler arasında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin herhangi bir üyesinin bulunmadığını, suçun maddi unsurlarından olan cebir ve şiddet ile ilgili kendilerine herhangi bir isnatta da bulunulmadığını, siyasal ve askerî casusluk suçlaması yönünden kendilerine bildirilmiş bir fiil olmadığını, müvekkilinin Başsavcılığa sunmuş olduğu belgelerin herhangi bir gizlilik derecesi içermediğini, zaten bu belgelerin savcı tarafından istendiğini, devlet sırrı niteliği de taşımadığını ifade etmiştir.
19. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği 20/4/2015 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde suç tarihi itibariyle organize suçlar ile mücadele şube müdürü ve İstanbul istihbarat Şube müdürlüğünde başkomiser olarak görev yaptıkları, bu görevleri dolayısıyla silahlı kolluk kuvveti olarak görev yaptıkları, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün hiyerarşik yapısı içerisinde altlık üstlük ilişkilerini kullanarak, yasadışı örgütlenme oluşturdukları, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve gücü yasaların verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak isnat edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delilin bulunduğu, devletin yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıya göre hareket etmelerinin söz konusu olduğu, bu amaçla siyasal operasyonlara kalkışıldığı, bu amaçla zimmet ve benzeri bir takım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında, adli mercilerde yanıltılmak suretiyle tutanaklar tutularak soruşturmaların başlatıldığı, bu soruşturmalar çerçevesinde soruşturma başlatılan suçlar ile ilgisi olmayan özellikle İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin dinlenmesini sağladıkları, bu dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurların ne şekilde hareket edeceklerini önceden tespite çalışıldığı, bu amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanının'da dinlenmeye teşebbüs edildiği, yapılan dinlemeler çerçevesinde dinleme yapacak personele MİT bölge başkanlığı ile ilgili soruşturma konuları ile ilgisi olmayan talimatlar verildiği, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları içerisinde yer alan devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken belgeleri yasal görünümlü bir soruşturma adı altında temin edildiği,bu hususların dosyada beyanları mevcut bir kısım emniyet personeli tanıkların beyanları ve gizli tanıkların beyanlarından anlaşıldığı, şüphelilerin atılı suçları işledikleri yönünde yoğun ve seri kasıtlarının bulunduğu, şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini araç suçları ellerinde bulundurdukları kamu gücü nedeniyle cebir ve şiddet vasıtası olarak kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin görevini yapmasını kısmen engellemeye teşebbüs ettikleri,şüphelilerin personel oldukları İstanbul Emniyet Müdürlüğü içerisinde görev ifa etmeleri nedeniyle zaten silahlı bir güç olduğu, bu itibarla bu şüphelilerin üzerilerine atılı suçlar yönünden; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı, bu suçların önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı, atılı suçların katalog suçlardan olduğu, CMK'nun 100. ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin alabileceği ceza miktarı gözönüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme,gizleme,tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine varıl[mıştır.]"
20. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince 21/3/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir :
"... Şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünde suç tarihleriitibariyle çeşitli şube ve bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur olarak görev yaptıkları, şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içerisinde altlık üstlük ilişkilerini kullanarakyasadışı örgütlenme oluşturdukları, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve gücü,yasaların verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak isnat edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesini gösterendelillerin bulunduğu,şüphelilerin devletin yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıyı esas alarakhareket etmelerinin söz konusu olduğu, bu amaçla zimmet ve benzeri bir takım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında hareket ederekve bu kapsamdaadli mercileri de bilerek ve isteyerek yanıltmak suretiyle tutanaklar tutularak soruşturmaların başlatıldığı, bu soruşturmalar çerçevesinde soruşturma başlatılan suçlar ile ilgisi olmayan özellikle İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin dinlenmesini sağladıkları, bu dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurların ne şekilde hareket edeceklerini önceden tespite çalışıldığı, bu amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanının'da dinlenmeye teşebbüs edildiği, yapılan dinlemeler çerçevesinde dinleme yapacak personele MİT bölge başkanlığı ile ilgili soruşturma konuları ile ilgisi olmayan talimatlar verildiği böylece devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları içerisinde yer alan devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken belgeleri yasal görünümlü bir soruşturma adı altında temin edildiği, nitekimbu hususların dosyada beyanları mevcut bir kısım emniyet personeli tanıkların beyanları ve gizli tanıkların anlatımlarından anlaşıldığı, atılı suçları işledikleri yönünde yoğun ve devamlılık gösterenkasıtlarının bulunduğu anlaşılanşüphelilerin amaçlarına uluşabilmek içinaraç suçları ellerinde bulundurdukları kamu gücü nedeniyle cebir ve şiddet vasıtası olarak kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükumetinin görevini yapmasını kısmen engellemeye teşebbüs ettikleri, şüphelilerin personel oldukları İstanbul Emniyet Müdürlüğü içerisinde çeşitli şube ve bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur olarak görevifa etmeleri nedeniyle zaten silahlı bir güç oldukları, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/9110 Esas ve 2013/12351 Karar sayılı içtihatı da nazara alındığındaşüphelilerin ifa ettiklerigörevleri ile bağlantılı olarak kanundan kaynaklanan yetki ve kamu otoritesi ileemniyet teşkilatı içerisindeki hiyerarşik yapıya göre bulundukları konumlarının sağladığı nüfuz ve gücü görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak devletin yapısı dışında oluşturdukları anlaşılanyasadışıbu yapınıncebir ve şiddet unsurunuda kendi içerisinde barındırdığı anlaşılmış olmakla evrak kapsamındaki mevcut delil durumuna göre delillerin henüz toplanamamış olması, soruşturma evrakındaki bilgi, belge ve tutanak içeriklerine göre şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunduğu, atılı suçlardan TCK.nun 312/1 maddesinde düzenlenenTürkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının 5271 sayılı CMK.nun 100/3maddesinde düzenlenen ve tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlardan olması, şüphelilerin atılı suçların işlendiği tarihlerdeki görevli oldukları İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'ndeki konum ve statüleri itibariyle serbest bırakıldıkları takdirde mağdur, müştekiler ile tanıklar üzerinde baskı oluşturabilecekleri veya delilleri karartabilecekleri kanaatine varıldığından ve soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi ile atılı suçların yasada ön görülen cezanın üst haddi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve amacahizmet etmeyeceği, atılı suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin orantılı ve ölçülü olduğu, tutuklama nedenlerini kaldıran ve tutukluluğun sonlandırılmasını gerektiren nedenler bulunmadığı anlaşıl[mıştır.]"
21. Başvurucu tutukluluk hâlinin devamına dair karara itiraz etmiş, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği 1/4/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.
22. Başvurucu 14/4/2016 tarihinde -2016/8018 numaralı başvuru yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur.
23. Başsavcılık tarafından düzenlenen 30/3/2016 tarihli iddianameyle başvurucunun görevi kötüye kullanma, iftira, suç uydurma, göreve ilişkin sırrın açıklanması, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, yasaklanan bilgileri açıklama, siyasal veya askerî casusluk, silahlı terör örgütüne üye olma, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediği iddiasıyla cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
24. Başvurucu ile birlikte kırk beş şüpheli hakkında düzenlenen iddianamede öncelikle FETÖ/PDY yöneticisi veya üyesi olduğu ileri sürülen şüpheliler tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde yasa dışı bir örgütlenme oluşturulduğu ve bu kişilerin suç işlemek amacıyla bir araya geldikleri, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuzu ve yasaların verdiği yetkileri kullanıp görevin gereklerine aykırı olarak suça konu fiilleri işledikleri ifade edilmiştir.
25. Bu kapsamda iddianamede birden fazla ayrı olayın suçlamalara konu edildiği, bu olaylardan birinin de başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan 2013/153711 sayılı soruşturmada yapıldığı öne sürülen işlemlere yönelik olduğu görülmektedir. Başsavcılıkça öncelikle söz konusu soruşturmanın bir memur hakkındaki evrakta usulsüzlük yapıldığı, zimmete para geçirildiği ve buna göz yumulduğu iddiasıyla başlatılmasına rağmen soruşturma kapsamında İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde görevli müdürlerin de aralarında olduğu bazı emniyet mensuplarının telefonlarının dinlenmesi yoluna gidildiğine, ayrıca İstihbarat Daire Başkanı'nın kullandığı telefonların dinlenmesine yönelik rapor düzenlendiğine dikkat çekilmiştir. Telefon dinlemeleri hususuna ilişkin olarak iddianamede yer verilen açıklamaların bir kısmı şöyledir:
"... Dönem itibariyle İstihbarat Şube Müdürlüğünde çalışan Polis Memuru H.B.nin 'BİEK (Bilgisinden İstifade Edilen Kişiler) çalıştırıcısı iken gerçek olmayan buluşma, haber raporu, ödeme belgesi ve harcama tutanağı düzenlediği' iddiasıyla hakkında; dönem itibariyle İstihbarat Şube Müdürlüğünde Masa Amiri olarak görev yapan Komiser M.G. tarafından 21.10.2013 tarihli raporun, Başkomiser Ali KAVLAK [başvurucu] tarafından22.10.2013 tarihli raporun, Büro Amir Yardımcısı Başkomiser P.K., Kısım Amiri Başkomiser Ali KAVLAK ve Masa Amiri Komiser M.G. ile birlikte ortak tutulan 31.10.2013 tarihli tutanağının tanzim edildiği, konu ile ilgili olarak Başkomiser Ali KAVLAK'ın 08.11.2013 tarihinde İstanbul C. Başsavcılığına dilekçe sunmak suretiyle şikayetçi olduğu ve aynı gün ifadesinin alındığı, adli makamlara intikal eden dilekçenin 2013/153711 sayısına kayıt edilerek adli soruşturmanın başlatıldığı,
Soruşturma evraklarının, Cumhuriyet Başsavcılığımızca 18.11.2013 tarih ve 2013/153711 sayılı talimat yazısı ekinde gereği için Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne gönderildiği, ilk müzekkere yazının alınmasından 3 gün sonra 21.11.2013 tarihinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne ikinci talimat yazının gönderildiği, alınan bu ikinci talimat yazıya istinaden herhangi bir araştırma/çalışma yapmadan, herhangi bir bilgi, belge veya somut delil elde edilmeden, sadece İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerince tanzim edilen rapor/tutanak/verilen şikayet dilekçesi ve ifadelerin esas alınarak, delil teyit etme veya yeni delil elde etme yol ve yöntemlerinin herhangi birine başvurmadan 22.11.2013tarihinde (ikinci talimat yazının alınmasından bir gün sonra) İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü üst yönetim kadrosunu oluşturan İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı A.M.T., İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Ö.F.A., İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri E.A., İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri S.A., İstihbarat Şube Müdürlüğünde çalışan Polis Memurları H.B. isimli görevlilerin kullandığı telefon numaralarının iletişimlerinin dinlenmesine ilişkin ... birinci karar talep raporunun düzenlendiği, 23.11.2013 tarihinde 'Suç Örgütü Kurmak ve buna bağlı olarak örgütün faaliyetleri' suçu yüklenerek dinleme ve gizli izleme kararlarının alındığı,
06.12.2013 tarihinde İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Polis Memuru H.İ. ve emekli bir memur olan H.Ö. isimli şahısların iletişimlerinin dinlenmesine ilişkin ... ikinci karar talep raporunun tanzim edildiği, aynı gün mahkeme kararlarının alınarak çalışmalara başlanıldığı,
16.12.2013 tarihinde H.Ö. isimli şahsın ofis olarak kullandığı adresle ilgili olarak Gizli İzleme Karar Talebinde bulunulduğu ve aynı gün mahkeme kararı alındığı,
Henüz dinleme karar sürelerinin başında olunmasına rağmen 17.12.2013 tarihinde savcılık makamına üst yazı yazılarak herhangi bir sebep ve gerekçe belirtilmeksizin sonlandırma talimatının istenildiği, Cumhuriyet Başsavcılığımızın talimatı ile 18.12.2013 tarihinde de (yeni Şube Müdürünün atandığı tarih) iletişimin dinlenmesi çalışmalarının sonlandırılarak soruşturma dosyasının Cumhuriyet Başsavcılığımıza alelacele bir şekilde gönderildiği,
Ortam dinlemesi ile ilgili ses kayıtlarının ve tutanakların soruşturma dosyası içerisinde bulunmadığı, zimmet suçu adı altında başlatılan soruşturmada zimmet suçunu işleyemeyecek emekli bir memur olan H.Ö.nün dinlendiği ve izlendiği,
Bütün bu iş ve işlemlerden, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne 18.12.2013 tarihinde atanan Şube Müdürü Ö.B.A.nın bilgisinin ve haberinin olmadığı, karar sürelerinin henüz başında bulunulan dinleme işleminin 18.12.2013 tarihinde sonlandırılarak soruşturma dosyasının savcılık makamına alelacele bir şekilde gönderildiği, bu şekilde hareket edilerek hukuksuz olarak yapılan işlemlerin ve suçun gizlenmesi amacının güdüldüğü, suça konu delillere dönemi itibariyle ulaşılmasının engellendiği anlaşılmakta; şüpheli şahısların bu eylemlerinin, yapılan hukuksuz iş ve işlemlerin adli sonuçlarından kurtulma amacına yönelik olduğu ... [anlaşılmıştır.]"
26. İddianamede ayrıca; başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin uzun yıllar birlikte çalıştıkları, ayrıca mesai birlikteliklerinin olduğu polis memuru H.B.nin suça konu zimmet fiilini işlediği iddiası ile ilgili olarak 17-25 Aralık operasyonlarına gidilen süreç içinde rapor, tutanak tanzim etmek suretiyle 2013/153711 sayılı soruşturmaya da konu olan eylem içine girmelerinin zamanlaması, iddianın mahiyeti ve inandırıcılıktan uzak olması, somut delillere dayanmaması gibi hususlar bir arada değerlendirildiğinde söz konusu suçun ve iddiaların o dönem zarfında bir anlamda şüpheli şahıslar tarafından icat edildiği, kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiklerini gösterdiği değerlendirmesinde bulunulmuştur.
27. Öte yandan iddianamede anılan olaya ilişkin olarak dönem itibarıyla İstihbarat Şube Müdürlüğünde başkomiser rütbesiyle büro kısım amirliği görevini yapan başvurucunun 22/10/2013 tarihinde tanzim edilen raporda, P.K. ve M.G. ile ortak tutulan 31/10/2013 tarihli tutanakta imzasının bulunduğu, 8/11/2013 tarihinde Savcılık makamına şikâyet dilekçesi sunduğu ve aynı gün ifade verdiği, 21/11/2013 tarihinde Savcılık makamına ek ifade verdiği, böylelikle suç uydurarak ve iftira atarak İstihbarat Şube Müdürlüğü yönetici kadrosunun hedef alınmasına ve usulsüz olarak dinlenmesine sebebiyet veren görevliler arasında yer aldığı belirtilmiştir.
28. Başsavcılık söz konu olayla ilgili olarak "İlk etapta, bir polis memurunun adının karıştığı sözde zimmet iddiasıyla 8/11/2013 tarihinde savcılık makamına şikayet dilekçesi sunmak suretiyle başlatılan, ilerleyen safhada tüm İstihbarat üst yönetim kadrosunun telefonlarının dilendiği ve gizli olarak izlendiği (23/11/2013-18/12/2013) 2013/153711 sayılı soruşturma kapsamına şüpheli şahısların asıl hedef ve amaçlarının; 2013 yılı temmuz ayında atanan yeni İstihbarat üst yönetim kadrosunun iletişimlerini '17-25 Aralık (2013) operasyonlarına adım adım gidildiği süreçte' dinlemek ve kayıt altına almak suretiyle, ilgili görevlilerin malum soruşturmalardan bilgi sahibi olup olmadıklarını anlamak ve buna göre tedbir geliştirmek amacına matuf, ilgili görevlilerin kontrol edilmesi ve tasarruflarının öğrenilmesi amacına yönelik maksatlı bir soruşturma olduğu, şüpheli şahısların aynı zamanda MİT Bölge Başkanlığını ve Emniyet Genel Müdürlüğünü kontrol ve tasarruflarını öğrenme amaç ve saiki ile de hareket ettikleri anlaşılmaktadır." değerlendirmesinde bulunmak suretiyle bu eylemler ile 17-25 Aralık soruşturmaları arasında bağlantı olduğuna işaret etmiştir.
29. İddianame, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/4/2016 tarihinde kabul edilerek E.2016/124 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alın[mıştır.]"
30. Mahkemece 18/5/2016, 17/6/2016, 9/9/2016, 28/11/2016, 25/1/2017, 6/4/2017 tarihli duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
31. Diğer taraftan kovuşturma aşamasında yapılan araştırmada İstanbul Emniyet Müdürlüğünce düzenlendiği anlaşılan 11/4/2017 tarihli tutanakta, başvurucunun ByLock programını kullananlar listesinde olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.
32. Başvurucunun savunması Mahkemece 4/7/2017 tarihli duruşmada alınmaya başlanmış, başvurucu üç gün boyunca (4-5-6/7/2017 tarihli duruşmalarda) sözlü savunmada bulunmaya devam etmiştir. Başvurucu savunmasında özetle; isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini, polis memuru H.B.nin zimmet suçunu işlemesi nedeniyle hakkında şikâyette bulunduğunu, zimmetle ilgili suç duyurusunda bulunmasındaki amacının 17-25 Aralık operasyonlarıyla bir ilgisinin olmadığını, 17-25 Aralık operasyonlarının Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildiğini söylemiştir.
33. Mahkeme 6/7/2017 tarihli duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, görüntü izleme tutanakları, bilirkişi raporları, müfettiş raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma’ suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğincetutukluluk hallerinin devamına ... [karar verildi.]"
34. Mahkemece 20/9/2017 tarihinde benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 9/10/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.
35. Başvurucu 30/10/2017 tarihinde -2017/36653 numaralı başvuru yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur.
36. Mahkeme 13/6/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 3/7/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.
37. Başvurucu 23/7/2018 tarihinde -2018/21403 numaralı başvuru yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur.
38. Mahkeme, sonraki celselerde benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme son olarak 29/11/2019 tarihli duruşmada başvurucunun da aralarında olduğu tutuklu sanıkların tahliye taleplerini reddederek tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, bilirkişi raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı, bylock kullanımlarına dair tespitler ve teknik veriler, dosyada bulunan tutanak ve raporlar vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme veya Üye Olma suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiriile tutuklu kaldıkları süre dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak[tır.]"
39. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdest olup başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.
B. İlgili Süreç
40. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ/PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
41. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).
IV. İLGİLİ HUKUK
42. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz (B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-50); Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56); Metin Güneş (B. No: 2017/23083, 28/5/2019, §§ 27-34) başvurularına ilişkin kararlar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Yakalama Nedenlerinin Bildirilmediğine ve Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddialar
a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
44. Başvurucu; yakalandığı sırada kendisine yakalama nedenlerinin ve suçlamaların bildirilmediğini, gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu, gözaltı süresinin makul olmadığını, gözaltı kararındaki süre dolmasına rağmen zorla tutulmaya devam edildiğini ve kanunda öngörülen süre dolmasına rağmen bu süre içinde hâkim önüne çıkarılmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği ile etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
47. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
48. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47; Metin Güneş, § 38).
49. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, suç isnadıyla yakalanan kişilerle ilgili olarak yakalama nedenlerinin veya suçlamaların -yakalama sırasında- bildirilmediği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Deniz Özfırat, B. No: 2013/7929, 1/12/2015, §§ 42-54).
50. Somut olayda başvurucu yönünden yakalama ve gözaltı tedbirlerine ilişkin iddialarla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
52. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olgular ortaya konulmadan, adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağı tartışılmadan ve kanunda öngörülen usullere uyulmadan hukuka aykırı olarak tutuklanmasına karar verildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Bakanlık görüşünde, tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden dayanılan tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olduğunun ve bu sonuca varılmasının keyfî ve temelsiz olmadığının değerlendirildiği ifade edilmiştir. Bakanlık ayrıca Başsavcılık tarafından hazırlanan ve 549 sayfadan oluşan iddianamede başvurucu ile ilgili değerlendirmelere detaylı bir şekilde yer verildiğine değinmiş ve terör suçlarının soruşturulmasının kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bıraktığına dikkat çekmiştir. Bakanlık son olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmaması gerektiğini belirtmiştir.
54. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında herhangi bir kişiselleştirme yapılmadan ve kendisiyle ilgisi olmayan delillere dayanılarak matbu ifadelerin yer aldığı bir kararla tutuklandığını iddia etmiştir.
55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu itibarla başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
56. Genel ilkeler için bkz. Hüseyin Korkmaz (§§ 69-72) başvurusuna ilişkin karar.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Başvurucu, yürütülen bir soruşturma kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
58. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
59. Başvurucu, 17/25 Aralık operasyonlarından sonraki süreçte 16/4/2015 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/4/2015 tarihli kararıyla tutuklanmıştır.
60. Başvurucu hakkındaki tutuklama talep yazısında; başvurucunun da aralarında olduğu bazı emniyet mensuplarının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yasa dışı bir örgütlenmeye gittikleri ve bu bağlamda amaçlarına ulaşmak için çeşitli araç suçları kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini görevini yapmasını kısmen engellemeye teşebbüs ettikleri ifade edilmiştir. Bu kapsamda 17-25 Aralık operasyonları öncesinde bir polis memurunun zimmet suçunu işlediği iddiasıyla suç duyurusunda bulunularak yasal bir soruşturma görünümü içinde öncelikle İstihbarat Şube Müdürlüğünün 17-25 Aralık süreci öncesi ataması yapılan üst yönetim kadrosunun soruşturmaya dâhil edilmesine aracılık edildiği belirtilmiştir (bkz. §§ 15-17).
61. Tutuklama kararında başvurucunun da aralarında olduğu İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü bünyesinde görevli şüphelilerin devletin idari yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket ettikleri, bu kapsamda siyasal operasyonlara kalkıştıkları, bu operasyonlar bağlamında zimmet ve benzeri birtakım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında adli mercilerde yanıltılmak suretiyle tutanaklar tutularak başlatılan soruşturmalar çerçevesinde soruşturma konusu suçlar ile ilgisi olmayan özellikle İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin dinlenilmesini sağladıkları, böylelikle İstihbarat Şube Müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurun ne şekilde hareket edeceklerinin önceden tespite çalışıldığı, bu amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı'nın da dinlenmeye teşebbüs edildiği iddialarına ilişkin olarak Hâkimlik, dosyada beyanlarının mevcut olduğunu belirttiği bir kısım emniyet personeli tanıkların ve gizli tanıkların beyanlarına atıf yapmıştır(bkz. § 19).
62. İddianamede, İstihbarat Şube Müdürlüğündeki müdür, amir ve memurların telefonlarının dinlenilmesinin sağlanması amacıyla başvurucunun önce bir polis memurunun adının karıştığı sözde zimmet iddiasıyla Başsavcılığa şikâyette bulunarak soruşturma başlatılmasını sağladığı, soruşturmanın başlamasının hemen ardından soruşturma konusuyla ilgisi olmayan bazı İstihbarat Şube Müdürlüğünün bazı yönetici ve çalışanlarının suç örgütü üyesi olarak gösterilerek soruşturmaya dâhil edilip bu kişilerin telefonlarının dinlenilmesine dair kararlar verildiği, böylelikle, 17-25 Aralık operasyonlarına gidilen süreçte bu kişilerin nasıl hareket edeceklerinin öğrenilmeye çalışıldığı, 17/12/2013 tarihinde yapılan operasyonun ertesi gününde -yapılan görev değişikliği üzerine- telefon dinlemelerinin sonlandırıldığı ileri sürülmüştür (bkz. §§ 24-28).
63. Anayasa Mahkemesi, ByLock uygulamasının özellikleri gözönüne alındığında kişilerin bu uygulamayı kullanmalarının veya kullanmak üzere elektronik/mobil cihazlarına yüklemelerinin soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY ile olan ilgi bakımından bir belirti olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 106, 267). ByLock uygulamasının kullanılmasının FETÖ/PDY üyesi olma suçunun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi, anılan programın özellikleri itibarıyla temelsiz ve keyfî bir tutum olarak değerlendirilemez(Selçuk Özdemir, [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 74).
64. Başvurucunun ByLock programını kullananlar listesinde olduğunun tespit edildiğine dair tutanak (bkz. §§ 31), tutuklamaya karar veren Sulh Ceza Hâkimliğinin karar gerekçesi, iddianamede ileri sürülen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin mevcut olduğu sonucuna varılmasının keyfi ve temelsiz olduğu söylenemez.
65. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar göz ardı edilmemelidir.
66. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken işlendiği iddia olunan suça ilişkin olarak kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığına ve -öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında- kaçma şüphesinin bulunmasına, delillerin yok edilmesi veya değiştirilmesi ihtimaline, isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan katalog suçlar arasında olmasına ve adli kontrolün yetersiz kalacağına dayanıldığı görülmektedir (bkz. § 19).
67. FETÖ/PDY'nin ülkedeki neredeyse tüm kamu kurum ve kuruşlarında örgütlenmiş olması, yüz elliyi aşkın ülkede faaliyet göstermesi ve ciddi seviyede uluslararası ittifaklarının bulunması, bu yapılanma ile ilgili olarak soruşturmaya tabi tutulan kişilerin yurt dışına kaçmasını ve yurt dışında barınmasını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 272). Ayrıca başvurucunun tutuklanmasına karar verilen Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu, Türk hukuk sistemi içindeki en ağır cezai yaptırım öngörülen suç tipleri arasında olup (bkz. Hüseyin Korkmaz, § 48) isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Yine anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasındadır (Hüseyin Korkmaz, § 46).
68. Öte yandan emniyet teşkilatında başkomiserlik yapmış olan başvurucunun delilleri etkileme ve değiştirme imkânının diğer birçok kişiye göre daha fazla olabileceği açıktır. Nitekim 17-25 Aralık soruşturmaları sonrasında bazı emniyet mensuplarının görev yerlerinden ayrılırken buradaki bilgisayarlarda bulunan tüm veri ve bilgileri sildikleri ifade edilmiştir(Hüseyin Korkmaz, § 82).
69. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden özellikle delilleri etkileme ihtimaline ve -suçun ağırlığına atfen- kaçma şüphesine ilişkin tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu söylenebilir.
70. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 151).
71. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran, § 64). Özellikle FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY'nin özellikleri (gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi) de dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 350).
72. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığını, işin niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Sulh Ceza Hâkimliklerinin ve Ağır Ceza Mahkemelerinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
74. Başvurucu; soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin karar veren ve bu kararlara yönelik itirazları inceleyen sulh ceza hâkimlikleri ile kovuşturma aşamasında bu kararları veren ağır ceza mahkemelerinin de doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulduğunu, bağımsız ve tarafsız olmadığını, ayrıca Bakanlığın Mahkemeye düzenli olarak gönderdiği yazılarla davanın son durumunu ve tahliye kararı verilip verilmediğini sorarak Mahkemeyi ve hâkimleri baskı altında tuttuğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
75. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
77. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim güvencesini sağlamadıkları, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıkları ve tutukluluğa itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle getirdiğine ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh ceza hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (bkz. diğerleri arasından Hikmet Kopar ve diğerleri, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 64-78, 94-97).
78. Öte yandan Anayasa Mahkemesi terör suçlarına ilişkin davalara bakmakla görevli olan ağır ceza mahkemelerinin tutukluluğa ilişkin karar vermesine veya bu kararlara yönelik itirazları değerlendirmesiyle ilgili olarak bu mahkemelerin doğal hâkim güvencesini sağlamadıkları, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıkları şikâyetlerini incelemiş ve anılan mahkemelerin kuruluşu, bu mahkemelerin görev alanlarının belirlenmesi ve burada görev yapan hâkimlerin statüsünü dikkate alarak söz konusu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmıştır (Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, §§ 119-133; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 183-197).
79. Somut başvuruda, sulh ceza hâkimliklerinin ve -terör suçlarına ilişkin davalara bakan- ağır ceza mahkemelerinin yapısıyla ilgili olarak aynı mahiyetteki iddialarla ilgili anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
80. Resmî Gazete'de 10/7/2018 tarihinde yayımlanan 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 'nin 38. maddesi uyarınca yargısal faaliyetlerin yerine getirilmesine imkân sağlamak bakımından "Kanunlarda kurulması öngörülen mahkemeleri açmak ve teşkilatlandırmak, ceza infaz kurumları, icra ve iflas daireleri gibi her derece ve türdeki adalet kurumlarını planlamak, kurmak ve idari görevleri yönünden gözetim ve denetimini yapmak ve geliştirmek", "bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konularında Hakimler ve Savcılar Kuruluna teklifte bulunmak", "adli sicilin tutulması ile ilgili hizmetleri yürütmek", "adalet hizmetleriyle ilgili konularda, gerekli araştırmalar ve mevzuat hazırlıklarını yapmak ve görüş bildirmek", "görev alanıyla ilgili olarak uygulamayı takip etmek ve ortaya çıkan sorunların nedenlerini araştırarak çözüm önerileri geliştirmek" ve "görev alanıyla ilgili kamu ya da özel kurum veya kuruluşlarla iş birliği yapmak" gibi birçok görevi olan Bakanlığın kovuşturma aşamasında -üstelik Hükûmete karşı işlenmesine teşebbüs edildiği iddia edilen suçla ilgili- görülen bir davanın sürecine ilişkin olarak yargılamayı yürüten mahkemeden bilgi istemesinin mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığına ilişkin güvencelere aykırı bir tutum olarak değerlendirilmesi mümkün görünmemiştir.
81. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
82. Başvurucu; uzun süredir tutuklu olduğunu, kendi teslim olduğu hâlde tutukluluğunun uzatıldığını, tahliye taleplerinin ve itirazlarının tutukluluğun devamını meşru kılacak ilgili ve yeterli gerekçe olmadan ve tutukluluğa yönelik itirazlarının yeterli inceleme yapılmadan reddedildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
83. Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkında tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında atıf yapılan delillerin içeriği dikkate alındığında tutukluluğun ön şartı olan kuvvetli suç şüphesi yönünden mahkeme kararlarının açıklayıcı ve yeterli olduğunun görüldüğü, davanın kapsamı ve mahiyeti itibarıyla başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olduğu, soruşturma/kovuşturma süreçlerinin yürütülmesinde bir özensizliğin bulunmadığı belirtilmiştir.
84. Bakanlık ayrıca davada çok sayıda sanığın bulunmasına ve yargılama konusu olayların karmaşık olmasına da dikkat çekerek başvurucunun tutuklulukta geçirdiği sürenin makul olduğunu ifade etmiştir.
85. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında tutuklulukta makul sürenin aşıldığını, kişiselleştirme yapılmadan kendisiyle ilgisi olmayan delillere dayanılarak matbu kararlarla tutukluluğunun devam ettirildiğini iddia etmiştir.
86. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
87. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
(1) Genel İlkeler
88. Genel ilkeler için bkz. Erdal Tercan ([GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 190-200) başvurusu hakkında verilen karar.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
89. Başvurucu 16/4/2015 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/4/2015 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. Buna göre başvurucunun tutukluluk süresi yaklaşık 4 yıl 8 aydır.
90. Başvurucu, kamu makamlarınca ve yargı organlarınca 17/25 Aralık operasyonlarının ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY (Metin Güneş, § 71) ile bağlantılı olduğu belirtilen emniyet mensuplarına yönelik olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında tutuklanmıştır. Anayasa Mahkemesince başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelenirken suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır (bkz. §§ 59-64).
91. Diğer yandan sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer alan tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamaları incelendiğinde genel olarak delillerin karartılması ihtimalinin bulunmasına veya kaçma şüphesine, isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasında olmasına, atılı suçların yasada öngörülen cezanın miktarına, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağına dayanıldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 19, 20, 29, 33, 38).
92. Başvurucunun tutuklanmasından yaklaşık 1 yıl 3 ay sonra Türkiye, 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Bu durumda başvurucu yönünden tutuklama nedenlerinin devam edip etmediğinin değerlendirilmesinde FETÖ/PDY'nin özelliklerinden kaynaklanan etkenlerin yanı sıra 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ortaya çıkan koşulların da göz ardı edilmemesi gerekir.
93. Türk yargı organlarınca; FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğu kabul edilmektedir (Selçuk Özdemir, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10).
94. FETÖ/PDY, bir taraftan başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunurken diğer taraftan bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma niteliğindedir. FETÖ/PDY, emniyet teşkilatı ve yargı organları da dâhil olmak üzere neredeyse ülkedeki bütün kurum ve kuruşlarda illegal bir biçimdeörgütlenmiştir. Bu örgütlenmenin başlıca özellikleri hiyerarşi temelinde ve hücre tipi bir sistemle gerçekleştirilmesi, itaat ve teslimiyet anlayışıyla hareket edilmesi, kendisine kutsallık atfetmesi ve gizliliği esas almasıdır. FETÖ/PDY mensubu kamu görevlilerinin devlete olan sadakati, yapılanmaya olandan sonra gelmekte hatta onun karşısında bir değer ifade etmemektedir. Dolayısıyla bu kişiler, devletin amaçlarından ziyade yapılanmanın amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmaktadırlar (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Erdal Tercan,§ 205).
95. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırım öngörülen suç tipleri arasında olup (bkz. § 67) yukarıda da değinildiği üzere isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, § 61; Devran Duran, § 66). Ayrıca anılan suç 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasında sayılmıştır (Hüseyin Korkmaz, § 46)
96. Buna göre başvurucuya isnat edilen suçlamanın niteliği, başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen terör örgütünün (FETÖ/PDY'nin) yukarıda ifade edilen örgütlenme biçimi ve işleyişi, soruşturma/kovuşturma konusu edilen olayların özellikleri birlikte dikkate alındığında tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olduğu, dolayısıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi itibarıyla ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.
97. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıklarının talimatı ile darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmalar kapsamında başta TSK, emniyet ve yargı mensupları olmak üzere çok sayıda kamu görevlisi ve ayrıca sivil kişi hakkında yakalama ve gözaltına alma tedbirleri uygulanmış; bu kişilerin önemli bir bölümü mahkeme kararıyla tutuklanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51). Anılan türdeki soruşturmalar diğer ceza soruşturmalarına göre daha zor ve karmaşık olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır (Metin Güneş, § 76).
98. Başvurucu hakkındaki davada 45 sanığın cezalandırılması talep edilmiş olup 17-25 Aralık soruşturmaları ile bağlantılı olduğu ileri sürülen birden çok olay iddianamede konu edilmiştir. İddianamede ileri sürülen olayların ve bunların 17-25 soruşturmaları ile -iddia edilen- bağlantılarının belirlenmesi bağlamında davanın konusunun oldukça karmaşık olduğu ortadadır. Yine terör suçlarının niteliğinden kaynaklanan nedenlerin yanı sıra FETÖ/PDY'nin yapısal özelliklerinden kaynaklanan durumların da davadaki karmaşıklık boyutunu daha da ileri taşıdığı söylenebilir. Nitekim Mahkemenin, yaptığı yaklaşık altmış duruşmada birtakım eksik usul işlemlerinin tamamlanmaya çalışıldığı görülmektedir.
99. Dolayısıyla başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen örgütün özellikleri, bu örgütün ülkenin tüm kurumlarındaki yapılanmasının boyutu ve faaliyetlerinin niteliği, başvurucuya isnat edilen suçların kapsamı ve buna ilişkin olayların boyutu, bu nitelikteki suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların yürütülmesinin zorluğu, her bir aşamada elde edilen bulguların yeni birtakım araştırmalar yapmayı gerektirebilmesi gibi hususlar birlikte dikkate alındığında genel olarak soruşturma ve kovuşturma aşamalarında tutuklu olarak devam olunan adli sürecin gereksiz yere uzamasına neden olan bir özensizlik gösterildiği tespit edilmemiştir.
100. Bu itibarla başvurucu hakkındaki yaklaşık 4 yıl 8 aylık tutukluluk süresinin somut olayın koşullarında makul olduğu sonucuna varılmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi kısa süre önce verdiği bir kararda, aynı dönemdeki bir başka olay kapsamında benzer suçlama (17-25 Aralık soruşturmalarıyla bağlantılı olduğu iddia edilen) ile yargılanan bir başka emniyet mensubunun başvurusunda 5 yıl 2 aylık tutukluluk süresinin makul olduğu sonucuna varmıştır (Ömer Köse (2), B. No: 2017/34237, 23/10/2019,§ 76).
101. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
5. Soruşturma Aşamasında Yapılan Tutukluluk İncelemelerinin Usulüne İlişkin İddialar
102. Başvurucu; soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk incelemelerinin süresinde gerçekleştirilmediğini, incelemeler öncesinde kendisine haber verilmediğini, tutukluluk incelemelerinin duruşmalı olarak yapılmadığını, tutukluluğa ilişkin kimi kararların ve ayrıca tutukluluk incelemesi veya tutukluluğa itiraz incelemesi sırasında alınan Savcılık görüşlerinin kendisine tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
103. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
104. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir.
105. Başvurunun süresinde yapılmış olması, her aşamada dikkate alınması gereken usule ilişkin şarttır (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, § 18).
106. Başvurucunun soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk veya tutukluluğa itiraz incelemeleri sırasında usule ilişkin güvencelere riayet edilmediğine dair şikâyetlerini içeren bireysel başvurusunu buna ilişkin kararların kendisine tebliğinden veya kararları öğrendiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapması gerekmektedir.
107. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame 21/4/2016 tarihinde kabul edilerek kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde duruşmalara başladığı, başvurucunun da esasa ilişkin sözlü savunmasını 4-5-6/7/2017 tarihli duruşmalarda yaptığı görülmektedir. Bununla birlikte soruşturma aşamasındaki tutukluluk incelemelerine ilişkin şikâyetlerin dile getirildiği -2017/36653 numaralı- bireysel başvuru 30/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Bu bağlamda soruşturma aşamasında 14/4/2016 tarihinde yapılan 2016/8018 numaralı başvuruda bu yönde bir iddia mevcut değildir. Buna göre soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk incelemelerine ilişkin şikâyetler bakımından bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
108. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu kısımının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
109. Başvurucu; hakkındaki soruşturma dosyasında hukuka aykırı olarak kısıtlama kararı verildiğini, soruşturma dosyasının kendisi ve müdafiine incelettirilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
110. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
111. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda da herhangi bir bilgi veya belge bulunmamakla birlikte iddianamenin kabul edildiği 21/4/2016 itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır.
112. Bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (bkz. § 104).
113.Somut olayda iddianamenin kabul edildiği 21/4/2016 tarihi itibarıyla kısıtlılık kanun gereği kendiliğinden sona ermiş ve dosyaya erişim imkânı sağlanmıştır. Başvurucu 4-5-6/7/2017 tarihli duruşmalarda esasa ilişkin sözlü savunmasını yapmıştır. Bununla birlikte soruşturma dosyasında verilen kısıtlama kararına ilişkin şikâyetler kovuşturma aşamasında (30/10/2017 ve 23/7/2018 tarihlerinde yapılan) 2017/36653 ve 2018/21403 numaralı başvurularda dile getirilmiştir. Bu bağlamda soruşturma aşamasında 14/4/2016 tarihinde yapılan 2016/8018 numaralı başvuruda bu yönde bir iddia mevcut değildir. Buna göre soruşturma aşamasında verilen delillere erişimin kısıtlanması kararına ilişkin şikâyetler bakımından bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Alparslan Altan (2), B. No: 2018/22191, 9/5/2019, §§ 48-51).
114. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu kısımının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
7. Kovuşturma Aşamasında Resen Yapılan Tutukluluk İncelemelerine İlişkin İddialar
115. Başvurucu; kovuşturma aşamasında resen yapılan tutukluluk incelemelerinin süresinde gerçekleştirilmediğini, bu incelemelerde duruşma yapılmadığını ve inceleme sonucunda verilen kararların kendisine tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
116. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
117. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
118. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca hürriyeti kısıtlanan bir kimsenin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkı bulunmaktadır. Burada belirtilen bir yargı merciine başvurma hakkı, suç isnadıyla hürriyetinden yoksun bırakılan kimseler bakımından tahliye talebinin yanı sıra tutuklama, tutukluluğun devamı ve tahliye talebinin reddi kararlarına karşı yapılan itirazların incelenmesi sırasında da uygulanması gereken bir güvencedir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122, 123; Ali Efendi Peksak, B. No: 2017/29428, 17/7/2019, § 84).
119. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine göre şüpheli veya sanığın istemi olmaksızın tutukluluğun resen incelenmesi durumunda hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine başvurma hakkı kapsamında bir değerlendirme yapılmadığından bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamına dâhil değildir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol ve diğerleri, B. No: 2013/6160, 2/12/2015, § 24; Ali Efendi Peksak, § 85).
120. Bireysel başvuruya konu, başvurucu hakkındaki tutukluluk incelemelerinin 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine göre yapıldığı görülmektedir. Söz konusu incelemelerin başvurucunun tahliye talebini incelemek ya da hakkında verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara yapılan itirazı değerlendirmek üzere yapılmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tutukluluğun resen gözden geçirilmesi yönünde resen yapılan bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin kapsamına dâhil olmadığından konu bakımından mahkemenin yetkisi kapsamı dışında kalmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Hidayet Karaca (2), B. No: 2015/7254, 12/12/2018, §§ 73, 74).
121. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
8. Kovuşturma Aşamasındaki Tutukluluğa İtiraz İncelemelerinde Alınan Savcılık Görüşünün Bildirilmediğine İlişkin İddia
122. Başvurucu; tutukluluğuna itirazları değerlendirilirken alınan Savcılık görüşlerinin kendisine bildirilmediğini, ayrıca bu itiraz incelemelerinin bir kısmında Savcılıktan görüş de alınmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
123. Bakanlık görüşünde, başvurucunun gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasında müdafi vasıtasıyla tahliye talebinde bulunma hakkının olduğu, Savcılık mütalaalarını ve tutukluluğa devam kararlarını inceleme imkânının bulunduğu, bu konuda 5271 sayılı Kanun uyarınca herhangi bir sınırlama da olmadığı belirtilmiştir.
124. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında aylık tutuklama kararlarına yaptığı itirazlara karşılık hiçbir Savcılık mütalaasının kendisine tebliğ edilmediğini iddia etmiştir.
125. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
126. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi Devran Duran (aynı kararda bkz. §§ 106-112) kararında; tutukluluk incelemeleri sırasında alınan Savcılık görüşünün şüpheli veya sanıklara bildirilmemesinin anayasal önem taşımadığını, içeriğinde başvurucunun cevap vermesini gerektirmeyen ve daha önce ileri sürülmemiş yeni bir olgudan bahsedilmeyen durumlarda Savcılık görüşünün başvurucuya bildirilmemesinin önemli bir zarara da neden olmadığını ifade etmiştir.
127. Somut olayda tutukluluk incelemeleri sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmediği ileri sürülmüşse de başvuru formu ve eklerinde, bu görüş yazısında başvurucunun cevap vermesini gerekli kılan ve daha önce haberdar olmadığı yeni bir olgunun bulunduğu yönünde bir açıklamaya yer verilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun iddiaları bakımından anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durumun mevcut olmadığı değerlendirilmiştir.
128. Diğer taraftan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının düzenlendiği Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında tutukluluğun devamı kararlarına yönelik olarak şüpheli veya sanıkların itirazda bulunmaları durumunda itiraz mercii tarafından Cumhuriyet savcısından görüş alınmasını gerektiren bir güvence mevcut değildir. Kaldı ki itiraz mercii tarafından yapılacak incelemenin usulüne ilişkin hükümlerin yer aldığı 5271 sayılı Kanun'un 270. ve 271. maddeleri uyarıca itirazı inceleyecek mercinin bu hususta Cumhuriyet savcısından görüş sorması mecburi değildir. Merci ancak gerekli görürse itirazı yazı ile cevap verebilmesi için Cumhuriyet savcısına bildirir veya -duruşma açtığı taktirde- Cumhuriyet savcısını dinler (Mehmet Güneş, B. No: 2014/1268, 17/5/2016, § 39).
129. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
9. Kovuşturma Aşamasındaki Tutukluluğa İlişkin Kararların Yakınlara Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia
130. Başvurucu, hakkında tutukluluk incelemesi sonunda verilen kararların hiçbirinin yakınlarına tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
131. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
132. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin altıncı ve sekizinci fıkraları bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
133. Anayasa'nın 19. maddesinin altıncı fıkrasında "Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal bildirilir." denilmek suretiyle bir kişi hakkında yakalama veya tutuklama tedbirlerine başvurulması durumunda bunun yakalanan veya tutuklanan kişinin yakınlarına derhâl bildirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre bir kimse hakkında ilk kez tutuklama kararı verildiğinde bunun tutuklunun yakınlarına ivedilikle haber verilmesi Anayasa'dan kaynaklanan bir güvencedir. Bununla birlikte anılan güvencenin yakalama ve tutuklama kararları ile sınırlı tutulduğu ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların bu kapsamda yer almadığı görülmektedir. Somut olayda başvurucunun yakınlarına bildirilmediğini ileri sürdüğü kararlar tutuklama kararı değil tutukluluğun devamına ilişkin kararlardır. Bu itibarla anılan kararların tebliğinin Anayasa'nın 19. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan güvenceye dâhil olduğu söylenemez.
134. Diğer taraftan 5271 sayılı Kanun'un 107. maddesinin (1) numaralı fıkrasında tutuklamadan ve tutuklamanın uzatılmasına ilişkin her karardan tutuklunun bir yakınına veya belirlediği bir kişiye hâkimin kararıyla gecikmeksizin haber verileceği düzenlenmişse de Anayasa Mahkemesi Ali Efendi Peksak başvurusunda tutukluluğun devamı kararlarının yakınlara tebliğinin Anayasa'nın 19. maddesinin 8. fıkrasından kaynaklanan bir güvence olmadığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19. maddesinin 8. fıkrası bağlamında tutukluluğa ilişkin kararlara itiraz edebilmek bakımından bu kararların tutuklu kişilere tebliğ edilmesinin önemine işaret etmekle birlikte kararların ayrıca yakınlara tebliğinin itiraz hakkının etkin bir şekilde kullanımı için gerekli olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle tutukluluğun devamına ilişkin kararların yakınlara tebliği hususunun Anayasa'nın 19. maddesinin 8. fıkrası kapsamında da koruma altına alınmadığı sonucuna varmıştır (Ali Efendi Peksak, §§ 93-96).
135. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
10. Kovuşturma Aşamasındaki Tutukluluğa İlişkin İtiraz İncelemelerinin Duruşmasız Olarak Yapıldığına İlişkin İddia
136. Başvurucu; tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak yapıldığını, itirazlarının dosya üzerinden yapılan değerlendirme sonucunda karara bağlandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
137. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
138. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
139. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından kaynaklanan temel güvencelerden biri de tutukluluğa karşı itirazın hâkim önünde yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi hakkıdır. Zira hürriyetinden yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini, tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip olması tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını sağlayacaktır. Bu nedenle kişi, bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak makul aralıklarla dinlenilmeyi talep edebilmelidir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 66; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 267). Bununla birlikte hürriyeti kısıtlanan kişinin salıverilme talebine ilişkin karar veren ilk derece mahkemesi huzurunda hazır bulunması ancak itiraz incelemesinin yapıldığı mahkemenin önüne çıkmaması ve burada duruşma yapılmaması -silahların eşitliği ilkesi gözetildiği müddetçe- Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile sağlanan teminatları ihlal etmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 67).
140. Öte yandan tutukluluk hâline karşı yapılan her itirazda veya her tahliye talebinin değerlendirilmesinde duruşma yapılması ceza yargılaması sistemini işlemez hâle getirebilecektir. Bu nedenle Anayasa'da öngörülen inceleme usulüne ilişkin güvenceler -duruşma yapmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece- tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 73).
141. Somut olayda başvurucu; başvuru formu ve eklerinde, tutukluluğun devamı kararlarından hangisine veya hangilerine karşı yaptığı itiraz(lar)ın incelenmesi sırasında itiraz merciinin duruşma yapmadığını bildirmemiştir. Bu nedenle başvurucunun anılan şikâyetine ilişkin olarak 2017/36653 ve 2018/21403 sayılı başvurulara konu ettiği tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazların incelenmesi ile sınırlı bir değerlendirme yapılmıştır (benzer bir yaklaşım için bkz. Fesih Kaya, B. No: 2014/1051, 22/6/2017,§ 44). Bu bağlamda 2016/8018 sayılı başvuruda bu yönde bir iddia dile getirilmiş değildir.
142. Başvurucunun yargılandığı davada Mahkeme 20/9/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucu 27/9/2017 tarihinde anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı 9/10/2017 tarihinde dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda karara bağlanmıştır. Bununla birlikte başvurucu, itiraz mercii tarafından incelemenin devam ettiği süreçte davanın görüldüğü Mahkemede 3/10/2017 tarihinde yapılan duruşmada hazır bulunmuş ve hâkim/mahkeme önünde tutukluluğa yönelik iddia ve taleplerini sözlü olarak dile getirme imkânına sahip olmuştur. Bu itibarla anılan itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılmasının çelişmeli yargılama ilkesini ihlal ettiğini söylemek mümkün değildir.
143. Mahkeme 13/6/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucunun anılan karara yönelik itirazı dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 3/7/2018 tarihinde reddedilmiştir. Bununla birlikte başvurucu, itiraz mercii tarafından incelemenin devam ettiği süreçte davanın görüldüğü Mahkemede 26/6/2018 tarihinde yapılan duruşmada hazır bulunmuş ve hâkim/mahkeme önünde tutukluluğa yönelik iddia ve taleplerini sözlü olarak dile getirme imkânına sahip olmuştur. Bu itibarla anılan itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılmasının da çelişmeli yargılama ilkesini ihlal ettiğini söylemek mümkün değildir.
144. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
11. Tutukluluğa İlişkin Kararlara Yönelik İtirazların Karara Bağlanmasının Geciktiğine İlişkin İddia
145. Başvurucu; tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazlarının karara bağlanmasının geciktiğini, bu bağlamda itirazların uzun süre sonra neticelendirildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
146. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
147. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
i. 4/8/2017 ve 20/9/2017 Tarihli Kararlar Yönünden
148. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında, hürriyeti kısıtlanan kişinin durumu hakkında karar verilmesini talep etmesi hâlinde bu talebin karara bağlanması için belirli bir süre öngörülmemişse de kısa sürede karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararın gereken süratle alınıp alınmadığı her davanın kendi özel koşullarına göre değerlendirilir. Burada derece mahkemelerinin gösterdiği özen, tutulan kişinin tutumlarının gecikmeye sebebiyet verip vermediği, gecikmenin resmî makamların sorumluluğunda olup olmadığı gibi hususların dikkate alınması gerekir (Ulaş Kaya ve Adnan Ataman, B. No: 2013/4128, 18/11/2015, § 71).
149. Öte yandan itiraz incelemesinin kısa sürede karara bağlanması güvencesi, sadece incelemenin kısa sürede karara bağlanmasını değil verilen kararın bu kısa süre içinde tebliğ edilmesini de gerektirmektedir. Bu itibarla hürriyetten yoksun bırakılmanın hukukiliğine yönelik itirazın kısa sürede karara bağlanması güvencesine uygun hareket edilip edilmediği değerlendirilirken yetkili mercilere başvuru yapılan tarihten başvuruya ilişkin verilen kararın başvurucuya veya temsilcisine tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre dikkate alınır (H.G., B. No: 2017/14716, 29/5/2019, § 54).
150. Somut olayda 20/9/2017 tarihinde verilen tutukluluğun devamı kararına karşı başvurucu 27/9/2017 tarihinde itiraz etmiş, itiraz mercii 9/10/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 13/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Buna göre başvurucunun itirazda bulunduğu tarih ile itirazın karara bağlandığı tarih arasında geçen süre on iki gündür. İtirazın reddine ilişkin karar ise başvurucuya itirazın karara bağlanmasından dört gün sonra tebliğ edilmiştir. Buradaki on altı günlük sürenin Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kısa sürede karar verilmesi güvencesiyle bağdaşmadığını söylemek mümkün değildir.
151. Öte yandan 4/8/2017 tarihinde verilen tutukluluğun devamı kararına karşı başvurucu 24/8/2017 tarihinde itiraz etmiş, itiraz mercii 22/9/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 2/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Buna göre başvurucunun itirazda bulunduğu tarih ile itirazın karara bağlandığı tarih arasında geçen süre yirmi dokuz gündür. İtirazın reddine ilişkin karar ise başvurucuya itirazın karara bağlanmasından on gün sonra tebliğ edilmiştir.
152. Anılan itiraza ilişkin inceleme ve tebliğ süreçleri değerlendirilirken hem tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların inceleme usulünün hem de somut olayın özelliklerinin birlikte dikkate alınması gerekmektedir. Bu bağlamda tutukluluğun devamı kararına itiraz edildiğinde ceza muhakemesi hukukumuzda itiraz usulünün düzenlendiği 5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme itirazı yerinde görüp görmediğine dair bir ön inceleme yapmaktadır. Bu inceleme sonucunda itirazı yerinde görürse kararını düzeltmekte, aksi durumda en çok üç gün içinde itirazı yetkili merciye göndermektedir. İtiraz mercii de 5271 sayılı Kanun'un 270. maddesi uyarınca -gerekli gördüğü taktirde- itirazı Cumhuriyet savcısına bildirmekte ve görüş sormakta, görüş bildirilmesi durumunda bunu şüpheli, sanık veya müdafiine bildirmekte ve onların da (karşı) görüşlerini sunmaları için üç gün beklemektedir. Ayrıca 5271 sayılı Kanun'un 271. maddesi uyarınca itiraz merciinin gerekli gördüğü durumlarda Cumhuriyet savcısı, müdafi ve vekilin dinlenilmesi de söz konusu olabilmektedir. İtiraz mercii tarafından itirazın karara bağlanmasından sonra da dosya ilgili merciye iade edilmekte ve karar itiraz edene tebliğ edilmektedir.
153. Bireysel başvuruya konu edilen 4/8/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazın incelenmesinde de yukarıda açıklandığı üzere ilk olarak davaya bakan Mahkeme tarafından bir ön inceleme yapılmış ve itiraz yerinde görülmeyerek merciye gönderilmiştir. İtiraz mercii tarafından ilk olarak Cumhuriyet savcısından görüş sorulmuş, sonrasında dosya üzerinden yapılan inceme sonucunda karar verilmiştir. Başvurucunun yargılandığı dava yukarıda da açıklandığı üzere oldukça karmaşık bir niteliğe sahiptir. Dava dosyasının hacmi, dava konusunun kapsamı ile davada yargılanan kişi sayısının fazlalığı dolayısıyla bu nitelikteki bir davada yapılan tutukluluğa ilişkin bir itirazın incelenmesi normal bir ceza soruşturması veya kovuşturmasına göre daha uzun sürebilir.
154. Bu itibarla somut olayın koşullarında başvurucunun 4/8/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına yönelik itiraz incelemesinin yirmi dokuz gün sonra karara bağlanmasının ve bunun başvurucuya on gün sonra tebliğ edilmesinin de Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kısa sürede karar verilmesi güvencesine aykırı olmadığı değerlendirilmiştir.
155. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Diğer Kararlar Yönünden
156. Bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (bkz. § 104).
157. Başvurucu 5/5/2017, 6/7/2017, 14/12/2017, 11/1/2018 ve 1/3/2018 tarihlerinde verilen tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itiraz incelemelerinin de uzun süre sonra karara bağlandığını iddia etmiştir.
158. Bu bağlamda yapılan incelemede; 5/5/2017 tarihli karara yönelik itirazın 19/7/2017 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 27/7/2017 tarihinde tebliğ edildiği, 6/7/2017 tarihli karara yönelik itirazın 16/8/2017 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 18/8/2017 tarihinde tebliğ edildiği görülmektedir. Bununla birlikte anılan kararlara ilişkin şikâyetlerin dile getirildiği -2017/36653 numaralı- bireysel başvuru 30/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Buna göre 5/5/2017 ve 6/7/2017 tarihli kararlar bakımından süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
159. Diğer taraftan 14/12/2017 tarihli karara yönelik itirazın 5/1/2018 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 16/1/2018 tarihinde tebliğ edildiği, 11/1/2018 tarihli karara yönelik itirazın 2/2/2018 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 9/2/2018 tarihinde tebliğ edildiği, 1/3/2018 tarihli karara yönelik itirazın 30/3/2018 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 12/4/2018 tarihinde tebliğ edildiği görülmektedir. Bununla birlikte anılan kararlara ilişkin şikâyetlerin dile getirildiği -2018/21043 numaralı- bireysel başvuru 23/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Buna göre 14/12/2017, 11/1/2018 ve 1/3/2018 tarihli kararlar bakımından da süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
160. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
12. Tahliye Taleplerinin ve Tutukluluğun Devamı Kararlarına Yapılan İtirazların Değerlendirilmediğine İlişkin İddia
161. Başvurucu; tensip incelemesi ile birinci ve ikinci duruşmalarda verilen tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazlarının karara bağlanmadığını, ayrıca 27/6/2016, 25/12/2017 ve 22/3/2018 tarihlerinde yaptığı tahliye taleplerinin cevapsız bırakıldığını, yine 14/7/2016, 11/8/2016 ve 7/10/2016 tarihli tutukluluk incelemelerinden önce yaptığı tahliye taleplerinin işleme alınmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
162. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
163. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
164. Başvurucunun şikâyetlerine konu ettiği talep ve itirazlarına ilişkin olarak yapılan incelemede;
i. Başvurucunun, tensip incelemesi sonucunda verilen tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazının 27/5/2016 tarihinde, birinci duruşmada verilen tutukluluğunun devamı kararına yönelik itirazının 2/6/2016 tarihinde ve ikinci duruşmada verilen tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazının 29/6/2016 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince karara bağlandığı ve bu kararların başvurucuya tebliğ edildiği,
ii. Başvurucunun 27/6/2016 tarihinde değil 28/6/2016 tarihinde tahliye istemli dilekçe verdiği ve bu talebinin 1/7/2016 tarihinde verilen kararla reddedildiği, ayrıca 22/12/2017 ve 25/12/2017 tarihli dilekçeleriyle yaptığı tahliye taleplerinin de 5/1/2018 tarihli kararla reddedildiği, 22/3/2018 tarihli dilekçesiyle yaptığı tahliye talebinin ise 29/3/2018 tarihli duruşmada değerlendirildiği ve tutukluluğun devamına karar verildiği, anılan kararların başvurucuya tefhim/tebliğ edildiği,
iii. Başvurucunun 14/7/2016 tarihinde gönderdiği tahliye talepli dilekçesinin aynı tarihte yapılan tutukluluk incelemesi sırasında, 10/8/2016 tarihli dilekçesinde dile getirdiği tahliye talebinin 9/9/2016 tarihli duruşmada ve 6/10/2016 tarihli dilekçede beyan ettiği tahliye isteminin 28/11/2016 tarihli duruşmada değerlendirildiği, bu bağlamda tahliye taleplerinin kabul edilmediği ve buna ilişkin kararların başvurucuya tefhim/tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
165. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
13. Duruşmalarda Verilen Kararların Tefhim ve/veya Tebliğ Edilmeyerek Tutukluluğun Devamına İtiraz Hakkının Engellendiğine İlişkin İddia
166. Başvurucu; ilk ön dört duruşmanın yanı sıra 29., 30. ve 31. duruşmalarda verilen tutukluluğa ilişkin kararların kendisine tefhim ve tebliğ edilmediğini, böylelikle bu kararlara karşı itirazda bulunmasının engellendiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
167. Bakanlık görüşünde, başvurucunun tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmediği yönündeki iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu belirtilmiştir.
168. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında duruşmaların birçoğunda verilen tutukluluğun devamı kararlarının kendisine tefhim veya tebliğ edilmediğini iddia etmiştir.
169. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
170. Öte yandan bu bölümde dile getirilen iddialara ilişkin olarak başvurucunun başvuru formlarında dile getirdiği kararlar ile sınırlı bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir. Bu bağlamda yapılan inceleme başvurucunun şikâyetine konu ettiği duruşmalardan yalnızca 1., 2., 3., 4., 5., 7., 10., 14. ve 31. duruşmalarda tutukluluğun devamına ilişkin kararlar verildiği, bunların tümünde başvurucunun ve/veya başvurucu müdafiinin hazır bulunduğu ve kararların bu duruşmalarda tefhim edildiği anlaşılmıştır.
171. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
172. Başvurucu; üst düzey siyasetçi ve kamu görevlileri tarafından ısrarla terör örgütüne mensup, vatan haini ve casus olduğunun söylendiğini, bu şekilde kamuoyunda suçlu ilan edildiğini, basında da aynı şekilde haberler çıktığını belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca kendisine yönelik nefret dilinin kullanıldığını ve örgüt olarak nitelendirilen bir gruba mensubiyeti olduğunun söylendiğini iddia etmiştir.
173. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
174. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu itibarla somut olayda başvurucunun bu bölümdeki iddialarının özünün masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
175. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde ifade edilmiş olup bu ilke kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, §§ 26, 27; Metin Güneş, § 99).
176. Anılan karine, bir kimsenin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kamu yetkilileri tarafından suçlu ilan edilmesine karşı koruma sağlamaktadır. Öte yandan Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesi, yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez (Erdal Tercan, § 79). Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, bilginin gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, § 22; Metin Güneş, § 100).
177. Somut olayda başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal ettiği iddiasına ilişkin olarak bu iddianın dile getirildiği başvuru formunda yer alan hususlar temelinde bir inceleme yapılacaktır. Bu bağlamda başvurucu; Başbakan, Başbakan Yardımcıları, bir milletvekili, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Daire Başkanı, İstanbul Baro Başkanı ve İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı'nın açıklamaları ile bir gazete yazısına ilişkin açıklama ve şikâyetlerde bulunmuştur.
178. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda, başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20; Ünal Yiğit, B. No: 2013/1075, 30/6/2014, §§ 18, 19).
179. Bu bağlamda başvuru formunda dile getirilen iddialara ilişkin olarak bir milletvekilinin 4/3/2014 tarihinde söylediği belirtilen "Onlar araştırılıyor, soruşturuluyor, delilleri oluşturuluyor. Yargıya da intikal ettirilecek, idari soruşturmalar da yapılacak" şeklindeki soyut ifadelerin, bir gazetecinin 21/7/2014 tarihli köşe yazısının başlığının "Operasyon kararnameyle başladı" şeklinde olmasının, HSYK Daire Başkanı'nın 24/7/2014 söylediği belirtilen "Sadece H.P.nin 17 Aralık soruşturmasında tutuklanan altı kişinin tahliyesine karar verdiğini biliyorduk. Aynı soruşturmada üç hâkimin sanıklar lehine karar verdiğini bilsek farklı bir tablo olabilirdi. Bu, hâkimlerin taraflı oldukları, olacakları anlamına gelmez ama yine de yanlış oldu" şeklindeki sözlerinin,İstanbul Baro Başkanı'nın sulh ceza hâkimlerine ilişkin olarak 24/7/2014 tarihinde söylediği belirtilen "Erdoğan hayranlığını sosyal medyada gizlemeyen hâkimleri atarsan zerre güvenim olmaz." şeklindeki açıklamalarının ve İstanbul İl Emniyet Müdürü Yardımcısı'nın, İstanbul Sulh Ceza hâkimlerinden birinin odasından kaçtığı ileri sürülen bir kişiyle ilgili olarak söylediği iddia edilen "Kaçan şahsı tanıyorum, benim elemanımdır." şeklindeki beyanların ne şekilde başvurucunun masumiyet karinesini ihlal ettiği açıklanmış değildir.
180. Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Başbakan ve Başbakan Yardımcıları tarafından yapılan ve başvuru formunda ifade edilen açıklamalarla sınırlı şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu açıklamalar başvuru formunda şöyle ifade edilmiştir.
i. Başbakan'ın 15/1/2014 tarihinde "Hükûmetimizin yargıda yapmaya çalıştığı değişiklik yargıya müdahale değil, yargı içindeki illegal örgütlenmeye yönelik bir mücadeledir"; 2/3/2014 tarihinde "Biz yaptığımız düzenlemeleri, çıkardığımız yasaları paralel yapının oyunlarını bozmak için çıkardık"; 23/4/2014 tarihinde "Biz bu işin altyapısını, zeminini oluşturuyoruz ve gereği neyse yapacağız"; 11/5/2014 tarihinde "Paralel yapıyla mücadelenin bir cadı avına dönüşmesini iki de bir konuşuyorlar. Bu ülkeye ihanet edenlerin görevlerini değiştirmek cadı avıysa biz bu cadı avını yapacağız, bunu da bilin"; 21/7/2014 tarihinde -"HSYK'nın yeni yapısı paralel yapı diye isimlendirdiğiniz mücadele sürecini etkiler mi?" şeklindeki bir soruya karşılık olarak- "HSYK'nın elinde olanlar çok sınırlı. Zaten şimdi yargı süreci başlıyor. Sulh ceza hâkimleri bu süreci götürecek"; 2/8/2014 tarihinde "(paralel yapıyı kastederek) İnlerine gireceğiz dedik mi? İnlerine girdik mi? Şimdi şovmenler ecel terleri döküyor. Daha çok şey çıkacak, daha işin başındayız." şeklinde açıklamalarda bulunduğu belirtilmiştir.
ii. Bir Başbakan Yardımcısı'nın 24/7/2014 tarihinde söylediği belirtilen "Belli bir yerde yuvalanan insanların 'Bunları yaptık ama kusura bakmayın, bizi affedin' demeleri lazım" şeklinde ifadeler kullandığı; bir diğer Başbakan Yardımcısı'nın ise 27/7/2014 tarihinde "Şu anda dosyalar olgunlaşma safhasında ve işte başlamış oldu, Soruluyor: 'Bunların devamı gelecek mi?' diye. Tabi devamı gelmesi lazım, gelecektir eminim. Yargıda da değişik alanlarda da olacaktır. Dosyalar olgunlaştıkça olaylar da soruşturmalar da devam edecektir." ve 5/8/2014 tarihinde "Bu işin en önemli ayağı emniyet görevlileridir. Bu geniş bir hareket. İçinde bürokrasi de var iş hayatı da. Paralel yapı dediğinizde devlet içinde yoğunlaşma emniyet ve yargıda. Bu diğer kurumlarda yok anlamına gelmiyor. Dosyalar olgunlaştıkça bu konu yeni yerlere doğru gidecek" şeklinde sözler söylediği belirtilmiştir.
181. Yukarıda belirtilen açıklamaların özellikle 17-25 Aralık soruşturmaları kapsamında kamuoyunda yaşanan tartışmalar ile ilgili olarak dile getirildiği anlaşılmaktadır. Siyasi çevrelerde bu operasyonların amacına yönelik olarak çeşitli yorum ve değerlendirmelerde bulunulmuş, konu üzerinde yoğun siyasi tartışmalar yaşanmıştır.
182. Başbakan'ın ve Başbakan Yardımcılarının başvurucunun ismini zikretmeden, Hükûmete -ve hatta ulusal güvenliğe- yönelik bir eylem olarak değerlendirdikleri söz konusu soruşturmalara, bu soruşturmaların arkasındaki yapılanmanın FETÖ/PDY olduğuna, bu yapılanmanın emniyet teşkilatı ve yargı organları başta olmak üzere kamu kurumlarında illegal bir şekilde örgütlendiğine, bu itibarla söz konusu yapılanma ile mücadele edilmesinin önem ve zarureti ile bu süreçte yapılan yasa değişiklileriyle sulh ceza hâkimliklerinin ihdas edilmesine ilişkin olan bu açıklamalarıyla başvurucunun suçlu olarak nitelendirilmesinin ya da suçlu muamelesine tabi tutulmasının söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri, §§ 140-142; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 171-181). Nitekim bu açıklamaların tümü başvurucu hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulanmasından aylar önce yapılmıştır.
183. Son olarak Başbakan'ın 24/7/2014 tarihinde yaptığı konuşmanın MİT'e ait tırların durdurulması ve aranması faaliyetlerine(anılan olaylara ilişkin ayrıntılı bilgiler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 12-50) ilişkin değerlendirmeler içerdiği ve bu açıklamaların başvurucu ile bir ilgisinin olmadığı görülmektedir.
184. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
185. Başvurucu yargılandığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
186. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
187. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
188. Anayasa Mahkemesi, Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında, 7145 sayılı Kanunun 20. maddesinin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı şikâyetiyle derdest olan başvurularda Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonunun etkili başvuru yolu olduğuna karar vermiştir. Başvurucu 14/4/2016, 30/10/2017 ve 23/7/2018 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunduğundan anılan yolun başvurucu bakımından etkili bir hak arama yolu olduğu ve bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiği açıktır.
189. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararının Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
190. Başvurucu; kendisinin ihbar eden olduğu suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve zimmet suçlarından yürütülen 2013/153711 numaralı soruşturma kapsamında 18/4/2014 tarihinde hukuka aykırı olarak kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiğini ve bu kararın itiraz hakkını kullanmaması için kendisine iki yılı aşkın bir süre sonra tebliğ edildiğini belirterek etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
191. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
192. Başvuru konusu olayda ileri sürülen, verilen kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararın hukuka aykırı olduğu şikâyetiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesince -2016/9346 sayılı başvuruda Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından- 27/9/2016 tarihinde başvurunun bu iddia yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiği tespit edildiğinden başvurunun bu şikâyet yönünden mükerrer başvuru niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
193. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının mükerrer olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
4. Adil Yargılanma Hakkına İlişkin Diğer İddialar
194. Başvurucu; soruşturmaların hukuki ve fiilî irtibat olmadan birleştirildiğini, soruşturmada gizlilik kuralına ve gizli tanıklık usulüne uyulmadığını, isnat edilen suç tarihinde davaya bakan mahkemenin görevli olmadığını ve ayrıca tevziye kapatılarak bir anlamda özel yetkili mahkeme hâline getirildiğini, iddianamenin incelenmeden kabul edildiğini, yargılamada usule ilişkin kurallara riayet edilmediğini belirterek etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca duruşma öncesinde iddianamenin tamamının okunmadığını, yasaya aykırı olarak bazı delillerin sanıklardan gizlendiğini, müdafileri ile duruşma salonunda ve ceza infaz kurumunda yeterli ölçüde görüşme imkânı verilmediğini ve görüşmelerinin kayıt altına alındığını, tanıkların dinlenmediğini iddia etmiştir. Başvurucu bunların yanı sıra mesleğinden kaynaklanan usule ilişkin bazı güvencelere riayet edilmeksizin hakkında soruşturma açıldığını ve yargılama aşamasında talep ve iddialarının dikkate alınmadığını iddia etmiştir.
195. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
196. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
197. Somut olayda başvurucu, kovuşturma süreci devam ederken bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla da başvurucu hakkındaki kovuşturmanın devam ettiği görülmektedir. Başvurucunun başvuru formunda dile getirdiği soruşturma ve yargılama sürecindeki uygulamalar dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerini yargılamada ve sonrasında istinaf ve/veya temyiz aşamalarında ileri sürebilme ve bu aşamalarda inceletme imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede derece mahkemelerinin yargılama ve istinaf/temyiz süreçleri beklenmeden soruşturma ve kovuşturma süreçlerindeki adil yargılanma hakkı ihlali şikâyetlerinin başvurucu tarafından bireysel başvuruya konu edildiği anlaşılmıştır.
198. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden;
1. Yakalama nedenlerinin bildirilmemesi ve gözaltının hukuki olmaması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Tutukluluğun makul süreyi aşması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk incelemelerinde usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddiaların süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Kovuşturma aşamasında resen yapılan tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması ve bu incelemelerin duruşmasız olarak gerçekleştirilmesi, inceleme sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddiaların konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. Kovuşturma aşamasındaki tutukluluğa itiraz incelemesinde alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
9. Kovuşturma aşamasındaki tutukluluğa ilişkin kararların yakınlara tebliğ edilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
10. Kovuşturma aşamasındaki tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
11. Tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın 4/8/2017 ve 20/9/2017 tarihli kararlar yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
12. Tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kararlar yönünden süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
13. Tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazların değerlendirilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
14. Duruşmalarda verilen kararların tefhim ve/veya tebliğ edilmeyerek tutukluluğun devamına itiraz hakkının engellenmesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Adil yargılanma hakkı yönünden;
1. Masumiyet karinesinin ihlal edilmesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın makul süreyi aşması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının hukuka aykırı olması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın mükerrer olması nedeniyle REDDİNE,
4. Adil yargılanma hakkına ilişkin diğer ihlal iddialarının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. Maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun başvurularının adli yardım talebi kabul edilen kısmı yönünden yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.