TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ KAVLAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/8018)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Burak Cenk
İLHAN
|
Başvurucu
|
:
|
Ali KAVLAK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve
tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması,
tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza
mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, soruşturma dosyasına erişimin
kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak ve
kanunda öngörülen süreye riayet edilmeksizin yapılması, ayrıca bu incelemeler
sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi, tutukluluğa itiraz
incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa ilişkin
kararların yakınlara tebliğ edilmemesi, tutukluluğa ilişkin itiraz
incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması, tutukluluğa ilişkin kararlara
yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi, tahliye taleplerinin ve
tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazların değerlendirilmemesi,
duruşmalarda verilen tutukluluğa ilişkin kararların tefhim ve/veya tebliğ
edilmeyerek tutukluluğun devamına itiraz hakkının
engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan bir
kısım açıklama nedeniyle masumiyet karinesinin; yargılamanın makul sürede tamamlanması,
soruşturma ve kovuşturma sürecinde hukuka aykırı bazı uygulamalarda bulunulması
ve şikâyette bulunulan bir olaya ilişkin soruşturmanın kovuşturma yapılmasına
yer olmadığı kararı ile sonuçlandırılması nedenleriyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 14/4/2016, 30/10/2017 ve 23/7/2018 tarihlerinde
yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Yapılan incelemede 2016/8018 sayılı başvuru ile 2017/36653 ve
2018/21403 sayılı başvurular arasında konu ve kişi bakımından irtibat olması
nedeniyle bu başvuruların 2016/8018 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve
incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuya İlişkin
Süreç
9. Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğünde
başkomiser iken görev yaptığı Kurumda birtakım
usulsüz işlemler yapıldığı, bu kapsamda zimmet suçunun işlendiği ve bunun
üzerinin örtüldüğü iddiasıyla bazı kişiler hakkında 8/11/2013 tarihinde
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuş;
bunun üzerine Başsavcılık tarafından (2013/153711 numaralı) soruşturma
başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında aynı tarihte başvurucunun müşteki
sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle; görevi gereği
kendisine intikal eden bazı belgelerde bir kısım kişilerin sahte resmî evrak
düzenleyerek Emniyet Müdürlüğünden para aldıklarını tespit ettiğini, bu hususu
sıralı amirlerine ilettiğini, ayrıca bazı emniyet görevlileriyle birlikte
tutanak düzenlediğini ancak ilgili personel hakkında işlem tesis edilmediğini,
görevini yapmayan ve sahte evrak tanzim ederek zimmetine para geçiren kişiler
hakkında gereğinin yapılmasını bir kamu görevlisi olarak istediğini belirtmiş
ve Başsavcılığın ilgili kişilerin ifadelerini almasında fayda olduğunu
belirtmiştir.
10. Bu kapsamda başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan
(2013/153711 numaralı) soruşturma dosyasında 16/4/2014 tarihinde tefrik kararı
verilmiş ve başvurucu hakkında iftira ve suç uydurma suçlarından yeni bir
(2014/55373 numaralı) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun şikâyetleri
üzerine başlatılan soruşturma hakkında ise 18/4/2014 tarihinde kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. Diğer taraftan başvurucu
hakkındaki soruşturma dosyası 13/4/2015 tarihinde bir başka soruşturma dosyası
(2014/8776 sayılı) ile birleştirilmiştir.
11. Başsavcılık tarafından Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçlarından yürütülen söz konusu soruşturma kapsamında
başvurucu 16/4/2015 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına
alınmıştır.
12. Cumhuriyet savcısı 17/4/2015 tarihinde başvurucunun
ifadesini almıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde genel
olarak suçlamaları kabul etmemiş ve görev yaptığı Kurumda tespit edilen usulsüz
işlemleri üstlerine bildirmesine rağmen bu olayın araştırılmadığını ve üzerinin
kapatılmaya çalışıldığını, bunun üzerine 8/11/2013 tarihinde Savcılığa
şikâyette ve suç duyurusunda bulunduğunu, sonrasında söz konusu usulsüzlük
meselesiyle ilgili olarak görev yaptığı birime de 11/11/2013 tarihinde ihbar
geldiğini öğrendiğini, bunun üzerine tekrar Başsavcılığa giderek üstlerinden
müdür seviyesinde dört kişinin kendisine psikolojik baskı uyguladığından
bahsedip onlardan şikâyetçi olduğunu söylemiştir.
13. Başvurucu ifadesinde devamla 2013 yılı Ağustos sonrası için
özel bir çalışma yapılmadığını, amirleri ile arasının iyi olduğunu, amirleri
ile arasında herhangi bir husumetinin olmadığını, şikâyeti sonrasında ilgili
Cumhuriyet savcısının belgeleri istemesi nedeniyle imzasız ve parafsız
tutanakları şube dışına çıkararak savcıya götürdüğünü, bunların gizli belge
olmadığını, sene sonunda imha edilecek evraklardan olduğunu,hiçbir
gizli belgeyi şube dışına çıkarmadığını, yaz dönemi ile tayin olan amir ve
müdürlerin telefonlarının bir zimmet davasıyla ilişkilendirilerek takibe
alınmasının kendisinin görevi kapsamında olmadığını, özel bir kastı olmadığını,
hiçbir şeye zemin hazırlamadığını, birilerine iftira atmak ve devletin
güvenliğini zaafa uğratmak düşüncesinde olmadığını, suç duyurusunda bulunduktan
sonraki işlemlerden haberdar olmadığını, bu işlemleri yürüten kişilerle
herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını, görevini yaptığını, sadece suç
duyurusunda bulunduğunu, soruşturmada görev almadığını, suçlamaları kabul etmediğini,
suç duyurusunda bulunduğu konu ile ilgili soruşturmanın arkasında olduğunu
beyan etmiştir.
14. Başsavcılık, başvurucuyu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve
devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk
amacıyla temin etme suçlarından tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk etmiştir.
15. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun da aralarında olduğu
bazı emniyet mensuplarının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yasa dışı örgütlenme
oluşturup suç işlemek amacıyla bir araya geldikleri, devletin emniyet
hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuzu, gücü ve
yasaların verdiği yetkileri görevin gereklerine aykırı kullanarak amaçlarına
ulaşmak için seri halde ve birbirini takip eden araç suçları işledikleri bu
kapsamda -suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve üye olma, suç uydurma, iftira,
görevi kötüye kullanma, özel hayatın gizliliğini ihlal, devletin güvenliğine
ilişkin bilgileri temin etme, siyasal veya askerî casusluk, göreve ilişkin
sırrın açıklanması, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, kamu görevine
ait araç ve gereçleri suçta kullanma, bilişim sistemine girme, sistemi
engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme, suç delillerini yok etme,
gizleme veya değiştirme, soruşturmanın gizliliğini ihlal- suçlarını aynı
zamanda çok sayıda kişiye karşı icra ettikleri, bu kişilerin asıl amaçlarının
bu suçlara konu fiiller vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan
kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs
suçu olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir.
16. Anılan yazıda ayrıca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli şüpheliler ile
-başvurucunun da görev yapmakta olduğu- İstihbarat Şube Müdürlüğündeki
şüphelilerin fikir ve eylem birliği içinde oldukları belirtilmiş; bu kapsamda
İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli bir memurun zimmet suçunu işlediği
iddiasıyla başlatılan 2013/153711 numaralı soruşturmanın daha sonra planlı ve
hukuka uygun görünümü verilmeye çalışılarak hukuk dışı amaç ve gayelerle devlet
imkânlarının ve kanunların araç olarak kullanıldığı bir sürece dönüştüğü
değerlendirilmiştir. Başsavcılık bu bağlamda söz konusu soruşturma dosyası
vesilesiyle yasal bir soruşturma adı altında başta şüphelisi bir tek memur olan
ve işlendiği iddia edilen zimmet suçuna, keyfî ve soruşturmanın amacını aşar
bir şekilde, zorlama yorumlarla iftira atılarak ve suç uydurularak öncelikle İstihbarat
Şube Müdürlüğünün 17-25 Aralık süreci öncesi ataması yapılan üst yönetim
kadrosunun soruşturmaya dâhil edildiğine hatta ilerleyen süreçte de zimmet
suçunu işleyemeyecek emekli bir memurun da soruşturma kapsamına alındığına
dikkat çekmiştir.
17. Başsavcılığa göre; başvurucunun da aralarında olduğu
şüpheliler bir anlamda tanzim etmiş oldukları raporlarla işledikleri suçların
delillerini oluşturarak bu bağlamda şüphelilerce niyet ve amaçlarını ortaya
koyar bir şekilde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı'nın
dinlenmesine teşebbüs edilmiş, yine aynı dosya kapsamında -tanık ifadesine
atfen- dinlemelerin yapıldığı süre zarfında MİT Bölge Başkanlığı ile ilgili
olarak da (soruşturmayla bağlantısı bulunmayan) hukuksuz taleplerde bulunulmuş
ve talimatlar verilmiştir. Böylelikle devletin güvenliğine ilişkin bilgileri
temin etme suçunun unsurları içinde yer alan devletin güvenliği veya iç ya da
dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarı ile gizli kalması gereken
bilgilerin yasal görünümlü bir soruşturma adı altında temin edilerek söz konusu
soruşturmanın istenen bu amaca yönelik elverişli bir hâle getirildiğini, ayrıca
özel hayatları ihlal edilen kişilerin mağduriyetine sebebiyet verildiğini
değerlendiren Başsavcılıkça; 18/12/2013 tarihinde (17-25 Aralık soruşturmaları
kapsamında ilk operasyonun yapıldığı günün ertesi günü) yeni bir şube müdürünün
görevlendirilmesi üzerine diğer bazı soruşturma dosyaları yeni gelen personele
devredilirken bu soruşturma dosyasında farklı bir yöntem uygulandığına dikkat
çekilerek bu kapsamda anılan dosyada iletişimin tespiti kararına konu telefon
dinleme süresi henüz yeni başlamış ve devam etmekte iken tüm bu dinlemelerin
sebep ve gerekçesi belirtilmeksizin 17-18/12/2013 tarihlerinde sonlandırıldığı
ifade edilmiştir.
18. Başvurucunun sorgusu İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinde
20/4/2015 günü yapılmış; sorgu sırasında başvurucunun müdafii
hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki savunmasında genel olarak
Başsavcılıktaki ifadesinde dile getirdiği açıklamaları tekrar etmiştir.
Başvurucunun müdafii ise müvekkilinin şikâyet ettiği
kişiler arasında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin herhangi bir üyesinin
bulunmadığını, suçun maddi unsurlarından olan cebir ve şiddet ile ilgili
kendilerine herhangi bir isnatta da bulunulmadığını, siyasal ve askerî casusluk
suçlaması yönünden kendilerine bildirilmiş bir fiil olmadığını, müvekkilinin
Başsavcılığa sunmuş olduğu belgelerin herhangi bir gizlilik derecesi
içermediğini, zaten bu belgelerin savcı tarafından istendiğini, devlet sırrı
niteliği de taşımadığını ifade etmiştir.
19. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği 20/4/2015 tarihinde
başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanmasına
karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... şüphelilerin İstanbul Emniyet
Müdürlüğü'nde suç tarihi itibariyle organize suçlar ile mücadele şube müdürü ve
İstanbul istihbarat Şube müdürlüğünde başkomiser
olarak görev yaptıkları, bu görevleri dolayısıyla silahlı kolluk kuvveti olarak
görev yaptıkları, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün hiyerarşik yapısı içerisinde
altlık üstlük ilişkilerini kullanarak, yasadışı örgütlenme oluşturdukları,
devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı
nüfuz ve gücü yasaların verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı
olarak kullanarak isnat edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları
işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delilin bulunduğu, devletin
yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıya göre
hareket etmelerinin söz konusu olduğu, bu amaçla siyasal operasyonlara
kalkışıldığı, bu amaçla zimmet ve benzeri bir takım suçlar ile mücadele
ediliyormuş görüntüsü altında, adli mercilerde yanıltılmak suretiyle tutanaklar
tutularak soruşturmaların başlatıldığı, bu soruşturmalar çerçevesinde
soruşturma başlatılan suçlar ile ilgisi olmayan özellikle İstanbul İstihbarat
Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin dinlenmesini sağladıkları, bu
dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir
ve memurların ne şekilde hareket edeceklerini önceden tespite çalışıldığı, bu
amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanının'da
dinlenmeye teşebbüs edildiği, yapılan dinlemeler çerçevesinde dinleme yapacak
personele MİT bölge
başkanlığı ile ilgili soruşturma konuları ile ilgisi olmayan talimatlar
verildiği, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları
içerisinde yer alan devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken belgeleri yasal görünümlü
bir soruşturma adı altında temin edildiği,bu
hususların dosyada beyanları mevcut bir kısım emniyet personeli tanıkların
beyanları ve gizli tanıkların beyanlarından anlaşıldığı, şüphelilerin atılı
suçları işledikleri yönünde yoğun ve seri kasıtlarının bulunduğu, şüphelilerin
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini araç suçları ellerinde bulundurdukları kamu gücü
nedeniyle cebir ve şiddet vasıtası olarak kullanmak suretiyle Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetinin görevini yapmasını kısmen engellemeye teşebbüs ettikleri,şüphelilerin personel oldukları İstanbul Emniyet
Müdürlüğü içerisinde görev ifa etmeleri nedeniyle zaten silahlı bir güç olduğu,
bu itibarla bu şüphelilerin üzerilerine atılı suçlar
yönünden; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu,
bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı, bu suçların önemli
ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı,
atılı suçların katalog suçlardan olduğu, CMK'nun 100.
ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi
halin bulunmadığı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin alabileceği ceza miktarı gözönüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe
bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok
yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme,gizleme,tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma
şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi
değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan
adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine
varıl[mıştır.]"
20. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince 21/3/2016 tarihinde
başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir :
"... Şüphelilerin İstanbul Emniyet
Müdürlüğünde suç tarihleriitibariyle çeşitli şube ve
bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur olarak görev yaptıkları,
şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içerisinde altlık
üstlük ilişkilerini kullanarakyasadışı örgütlenme
oluşturdukları, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında
görevlerinin sağladığı nüfuz ve gücü,yasaların
verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak isnat
edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları işledikleri
hususunda kuvvetli suç şüphesini gösterendelillerin bulunduğu,şüphelilerin devletin yapısı dışında başka bir
hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıyı esas alarakhareket
etmelerinin söz konusu olduğu, bu amaçla zimmet ve benzeri bir takım suçlar ile
mücadele ediliyormuş görüntüsü altında hareket ederekve
bu kapsamdaadli mercileri de bilerek ve isteyerek
yanıltmak suretiyle tutanaklar tutularak soruşturmaların başlatıldığı, bu
soruşturmalar çerçevesinde soruşturma başlatılan suçlar ile ilgisi olmayan
özellikle İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin
dinlenmesini sağladıkları, bu dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim
kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurların ne şekilde hareket edeceklerini
önceden tespite çalışıldığı, bu amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat
Daire Başkanının'da dinlenmeye teşebbüs edildiği,
yapılan dinlemeler çerçevesinde dinleme yapacak personele MİT bölge başkanlığı
ile ilgili soruşturma konuları ile ilgisi olmayan talimatlar verildiği böylece
devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları içerisinde
yer alan devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibariyle gizli kalması gereken belgeleri yasal görünümlü bir
soruşturma adı altında temin edildiği, nitekimbu
hususların dosyada beyanları mevcut bir kısım emniyet personeli tanıkların
beyanları ve gizli tanıkların anlatımlarından anlaşıldığı, atılı suçları
işledikleri yönünde yoğun ve devamlılık gösterenkasıtlarının
bulunduğu anlaşılanşüphelilerin amaçlarına
uluşabilmek içinaraç suçları ellerinde
bulundurdukları kamu gücü nedeniyle cebir ve şiddet vasıtası olarak kullanmak
suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükumetinin görevini yapmasını kısmen engellemeye
teşebbüs ettikleri, şüphelilerin personel oldukları İstanbul Emniyet Müdürlüğü
içerisinde çeşitli şube ve bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur
olarak görevifa etmeleri nedeniyle zaten silahlı bir
güç oldukları, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/9110 Esas ve 2013/12351 Karar
sayılı içtihatı da nazara alındığındaşüphelilerin
ifa ettiklerigörevleri ile bağlantılı olarak kanundan
kaynaklanan yetki ve kamu otoritesi ileemniyet
teşkilatı içerisindeki hiyerarşik yapıya göre bulundukları konumlarının
sağladığı nüfuz ve gücü görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak
devletin yapısı dışında oluşturdukları anlaşılanyasadışıbu
yapınıncebir ve şiddet unsurunuda
kendi içerisinde barındırdığı anlaşılmış olmakla evrak kapsamındaki mevcut
delil durumuna göre delillerin henüz toplanamamış olması, soruşturma
evrakındaki bilgi, belge ve tutanak içeriklerine göre şüphelilerin üzerlerine
atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösteren somut
delillerin bulunduğu, atılı suçlardan TCK.nun 312/1
maddesinde düzenlenenTürkiye Cumhuriyeti Hükumetini
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının
5271 sayılı CMK.nun 100/3maddesinde düzenlenen ve
tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlardan olması, şüphelilerin atılı
suçların işlendiği tarihlerdeki görevli oldukları İstanbul İl Emniyet
Müdürlüğü'ndeki konum ve statüleri itibariyle serbest bırakıldıkları takdirde
mağdur, müştekiler ile tanıklar üzerinde baskı oluşturabilecekleri veya
delilleri karartabilecekleri kanaatine varıldığından ve soruşturma konusu
suçların ağırlığı ve önemi ile atılı suçların yasada ön görülen cezanın üst
haddi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz
kalacağı ve amacahizmet etmeyeceği, atılı suçların
sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle
tutuklama tedbirinin orantılı ve ölçülü olduğu, tutuklama nedenlerini kaldıran
ve tutukluluğun sonlandırılmasını gerektiren nedenler bulunmadığı anlaşıl[mıştır.]"
21. Başvurucu tutukluluk hâlinin devamına dair karara itiraz
etmiş, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği 1/4/2016 tarihinde itirazın kesin olarak
reddine karar vermiştir.
22. Başvurucu 14/4/2016 tarihinde -2016/8018 numaralı başvuru
yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur.
23. Başsavcılık tarafından düzenlenen 30/3/2016 tarihli
iddianameyle başvurucunun görevi kötüye kullanma, iftira, suç uydurma, göreve
ilişkin sırrın açıklanması, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme,
kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma, gizli kalması gereken
bilgileri açıklama, yasaklanan bilgileri açıklama, siyasal veya askerî
casusluk, silahlı terör örgütüne üye olma, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen
veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediği iddiasıyla
cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
24. Başvurucu ile birlikte kırk beş şüpheli hakkında düzenlenen
iddianamede öncelikle FETÖ/PDY yöneticisi veya üyesi olduğu ileri sürülen
şüpheliler tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde
yasa dışı bir örgütlenme oluşturulduğu ve bu kişilerin suç işlemek amacıyla bir
araya geldikleri, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin
sağladığı nüfuzu ve yasaların verdiği yetkileri kullanıp görevin gereklerine
aykırı olarak suça konu fiilleri işledikleri ifade edilmiştir.
25. Bu kapsamda iddianamede birden fazla ayrı olayın suçlamalara
konu edildiği, bu olaylardan birinin de başvurucunun şikâyeti üzerine
başlatılan 2013/153711 sayılı soruşturmada yapıldığı öne sürülen işlemlere
yönelik olduğu görülmektedir. Başsavcılıkça öncelikle söz konusu soruşturmanın
bir memur hakkındaki evrakta usulsüzlük yapıldığı, zimmete para geçirildiği ve
buna göz yumulduğu iddiasıyla başlatılmasına rağmen soruşturma kapsamında
İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde görevli müdürlerin de aralarında olduğu bazı
emniyet mensuplarının telefonlarının dinlenmesi yoluna gidildiğine, ayrıca
İstihbarat Daire Başkanı'nın kullandığı telefonların dinlenmesine yönelik rapor
düzenlendiğine dikkat çekilmiştir. Telefon dinlemeleri hususuna ilişkin olarak
iddianamede yer verilen açıklamaların bir kısmı şöyledir:
"... Dönem itibariyle İstihbarat Şube
Müdürlüğünde çalışan Polis Memuru H.B.nin 'BİEK
(Bilgisinden İstifade Edilen Kişiler) çalıştırıcısı iken gerçek olmayan
buluşma, haber raporu, ödeme belgesi ve harcama tutanağı düzenlediği'
iddiasıyla hakkında; dönem itibariyle İstihbarat Şube Müdürlüğünde Masa Amiri
olarak görev yapan Komiser M.G. tarafından 21.10.2013 tarihli raporun, Başkomiser Ali KAVLAK [başvurucu] tarafından22.10.2013 tarihli raporun, Büro Amir
Yardımcısı Başkomiser P.K., Kısım Amiri Başkomiser Ali KAVLAK ve Masa Amiri Komiser M.G. ile
birlikte ortak tutulan 31.10.2013 tarihli tutanağının tanzim edildiği, konu ile
ilgili olarak Başkomiser Ali KAVLAK'ın
08.11.2013 tarihinde İstanbul C. Başsavcılığına dilekçe sunmak suretiyle
şikayetçi olduğu ve aynı gün ifadesinin alındığı, adli makamlara intikal eden
dilekçenin 2013/153711 sayısına kayıt edilerek adli soruşturmanın başlatıldığı,
Soruşturma evraklarının, Cumhuriyet
Başsavcılığımızca 18.11.2013 tarih ve 2013/153711 sayılı talimat yazısı ekinde
gereği için Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne gönderildiği, ilk
müzekkere yazının alınmasından 3 gün sonra 21.11.2013 tarihinde Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne ikinci talimat yazının gönderildiği, alınan
bu ikinci talimat yazıya istinaden herhangi bir araştırma/çalışma yapmadan,
herhangi bir bilgi, belge veya somut delil elde edilmeden, sadece İstihbarat
Şube Müdürlüğü görevlilerince tanzim edilen rapor/tutanak/verilen şikayet
dilekçesi ve ifadelerin esas alınarak, delil teyit etme veya yeni delil elde
etme yol ve yöntemlerinin herhangi birine başvurmadan 22.11.2013tarihinde
(ikinci talimat yazının alınmasından bir gün sonra) İstanbul İstihbarat Şube
Müdürlüğü üst yönetim kadrosunu oluşturan İstanbul İstihbarat Şube
Müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı A.M.T., İstihbarat Şube Müdür
Yardımcısı Ö.F.A., İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri E.A.,
İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri S.A., İstihbarat Şube
Müdürlüğünde çalışan Polis Memurları H.B. isimli görevlilerin kullandığı
telefon numaralarının iletişimlerinin dinlenmesine ilişkin ... birinci karar
talep raporunun düzenlendiği, 23.11.2013 tarihinde 'Suç Örgütü Kurmak ve buna
bağlı olarak örgütün faaliyetleri' suçu yüklenerek dinleme ve gizli izleme
kararlarının alındığı,
06.12.2013 tarihinde İstihbarat Şube Müdürlüğünde
görevli Polis Memuru H.İ. ve emekli bir memur olan H.Ö. isimli şahısların
iletişimlerinin dinlenmesine ilişkin ... ikinci karar talep raporunun tanzim
edildiği, aynı gün mahkeme kararlarının alınarak çalışmalara başlanıldığı,
16.12.2013 tarihinde H.Ö. isimli şahsın ofis
olarak kullandığı adresle ilgili olarak Gizli İzleme Karar Talebinde
bulunulduğu ve aynı gün mahkeme kararı alındığı,
Henüz dinleme karar sürelerinin başında
olunmasına rağmen 17.12.2013 tarihinde savcılık makamına üst yazı yazılarak
herhangi bir sebep ve gerekçe belirtilmeksizin sonlandırma talimatının
istenildiği, Cumhuriyet Başsavcılığımızın talimatı ile 18.12.2013 tarihinde de
(yeni Şube Müdürünün atandığı tarih) iletişimin dinlenmesi çalışmalarının
sonlandırılarak soruşturma dosyasının Cumhuriyet Başsavcılığımıza alelacele bir
şekilde gönderildiği,
Ortam dinlemesi ile ilgili ses kayıtlarının ve
tutanakların soruşturma dosyası içerisinde bulunmadığı, zimmet suçu adı altında
başlatılan soruşturmada zimmet suçunu işleyemeyecek emekli bir memur olan H.Ö.nün dinlendiği ve izlendiği,
Bütün bu iş ve işlemlerden, Organize Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğüne 18.12.2013 tarihinde atanan Şube Müdürü Ö.B.A.nın bilgisinin ve haberinin olmadığı, karar
sürelerinin henüz başında bulunulan dinleme işleminin 18.12.2013 tarihinde
sonlandırılarak soruşturma dosyasının savcılık makamına alelacele bir şekilde
gönderildiği, bu şekilde hareket edilerek hukuksuz olarak yapılan işlemlerin ve
suçun gizlenmesi amacının güdüldüğü, suça konu delillere dönemi itibariyle
ulaşılmasının engellendiği anlaşılmakta; şüpheli şahısların bu eylemlerinin,
yapılan hukuksuz iş ve işlemlerin adli sonuçlarından kurtulma amacına yönelik
olduğu ... [anlaşılmıştır.]"
26. İddianamede ayrıca; başvurucunun da aralarında olduğu
şüphelilerin uzun yıllar birlikte çalıştıkları, ayrıca mesai birlikteliklerinin
olduğu polis memuru H.B.nin suça konu zimmet fiilini
işlediği iddiası ile ilgili olarak 17-25 Aralık operasyonlarına gidilen süreç
içinde rapor, tutanak tanzim etmek suretiyle 2013/153711 sayılı soruşturmaya da
konu olan eylem içine girmelerinin zamanlaması, iddianın mahiyeti ve
inandırıcılıktan uzak olması, somut delillere dayanmaması gibi hususlar bir
arada değerlendirildiğinde söz konusu suçun ve iddiaların o dönem zarfında bir
anlamda şüpheli şahıslar tarafından icat edildiği, kendi amaç ve hedefleri
doğrultusunda hareket ettiklerini gösterdiği değerlendirmesinde bulunulmuştur.
27. Öte yandan iddianamede anılan olaya ilişkin olarak dönem
itibarıyla İstihbarat Şube Müdürlüğünde başkomiser
rütbesiyle büro kısım amirliği görevini yapan başvurucunun 22/10/2013 tarihinde
tanzim edilen raporda, P.K. ve M.G. ile ortak tutulan 31/10/2013 tarihli
tutanakta imzasının bulunduğu, 8/11/2013 tarihinde Savcılık makamına şikâyet
dilekçesi sunduğu ve aynı gün ifade verdiği, 21/11/2013 tarihinde Savcılık
makamına ek ifade verdiği, böylelikle suç uydurarak ve iftira atarak İstihbarat
Şube Müdürlüğü yönetici kadrosunun hedef alınmasına ve usulsüz olarak
dinlenmesine sebebiyet veren görevliler arasında yer aldığı belirtilmiştir.
28. Başsavcılık söz konu olayla ilgili olarak "İlk etapta, bir polis memurunun adının
karıştığı sözde zimmet iddiasıyla 8/11/2013 tarihinde savcılık makamına şikayet
dilekçesi sunmak suretiyle başlatılan, ilerleyen safhada tüm İstihbarat üst
yönetim kadrosunun telefonlarının dilendiği ve gizli olarak izlendiği
(23/11/2013-18/12/2013) 2013/153711 sayılı soruşturma kapsamına şüpheli
şahısların asıl hedef ve amaçlarının; 2013 yılı temmuz ayında atanan yeni İstihbarat
üst yönetim kadrosunun iletişimlerini '17-25 Aralık (2013) operasyonlarına adım
adım gidildiği süreçte' dinlemek ve kayıt altına almak suretiyle, ilgili
görevlilerin malum soruşturmalardan bilgi sahibi olup olmadıklarını anlamak ve
buna göre tedbir geliştirmek amacına matuf, ilgili görevlilerin kontrol
edilmesi ve tasarruflarının öğrenilmesi amacına yönelik maksatlı bir soruşturma
olduğu, şüpheli şahısların aynı zamanda MİT Bölge Başkanlığını ve Emniyet Genel
Müdürlüğünü kontrol ve tasarruflarını öğrenme amaç ve saiki
ile de hareket ettikleri anlaşılmaktadır." değerlendirmesinde
bulunmak suretiyle bu eylemler ile 17-25 Aralık soruşturmaları arasında
bağlantı olduğuna işaret etmiştir.
29. İddianame, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/4/2016
tarihinde kabul edilerek E.2016/124 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması
başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"...üzerlerine atılı suçların vasıf ve
mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit
tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri,
ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması,
sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan
kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli
kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme'
suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan
oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst
sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu
da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara
verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü
olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve
etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alın[mıştır.]"
30. Mahkemece 18/5/2016, 17/6/2016, 9/9/2016, 28/11/2016,
25/1/2017, 6/4/2017 tarihli duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
31. Diğer taraftan kovuşturma aşamasında yapılan araştırmada
İstanbul Emniyet Müdürlüğünce düzenlendiği anlaşılan 11/4/2017 tarihli
tutanakta, başvurucunun ByLock
programını kullananlar listesinde olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.
32. Başvurucunun savunması Mahkemece 4/7/2017 tarihli duruşmada
alınmaya başlanmış, başvurucu üç gün boyunca (4-5-6/7/2017 tarihli
duruşmalarda) sözlü savunmada bulunmaya devam etmiştir. Başvurucu savunmasında
özetle; isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini, polis memuru H.B.nin zimmet suçunu işlemesi nedeniyle hakkında şikâyette
bulunduğunu, zimmetle ilgili suç duyurusunda bulunmasındaki amacının 17-25
Aralık operasyonlarıyla bir ilgisinin olmadığını, 17-25 Aralık operasyonlarının
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildiğini
söylemiştir.
33. Mahkeme 6/7/2017 tarihli duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...üzerlerine atılı suçların vasıf ve
mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları,
görüntü izleme tutanakları, bilirkişi raporları, müfettiş raporları, HTS
raporları, görüntü izleme tutanağı vs. deliller kapsamında kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı
suçlardan olan ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini
Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma Yönetme ve
Üye Olma’ suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı
suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt
bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların
kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini
doğurması, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi
muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri dikkate alındığında tutuklama tedbirinin
ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile
yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı
geçen sanıkların CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğincetutukluluk
hallerinin devamına ... [karar verildi.]"
34. Mahkemece 20/9/2017 tarihinde benzer gerekçelerle
başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, karara
itiraz etmiş; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 9/10/2017 tarihinde itirazın
kesin olarak reddine karar vermiştir.
35. Başvurucu 30/10/2017 tarihinde -2017/36653 numaralı başvuru
yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur.
36. Mahkeme 13/6/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına
karar vermiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi 3/7/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.
37. Başvurucu 23/7/2018 tarihinde -2018/21403 numaralı başvuru
yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur.
38. Mahkeme, sonraki celselerde benzer gerekçelerle başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme son olarak 29/11/2019
tarihli duruşmada başvurucunun da aralarında olduğu tutuklu sanıkların tahliye
taleplerini reddederek tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... üzerlerine atılı suçların vasıf ve
mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları,
bilirkişi raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı, bylock kullanımlarına dair tespitler ve teknik veriler,
dosyada bulunan tutanak ve raporlar vs. deliller kapsamında kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı
suçlardan olan Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini
Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme veya
Üye Olma suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı
suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt
bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların
kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini
doğurması, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi
halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiriile
tutuklu kaldıkları süre dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olması
gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili
hukuksal denetim sağlanamayacak[tır.]"
39. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdest olup başvurucunun tutukluluk durumu devam
etmektedir.
B. İlgili Süreç
40. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son
bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu
teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
son yıllarda FETÖ/PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu
değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve
diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
41. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe
girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile
FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı
sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki
yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından
soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama
tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve
diğerleri, § 51; Mehmet Hasan
Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).
IV. İLGİLİ HUKUK
42. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz (B. No: 2014/16835,
18/7/2018, §§ 42-50); Salih Sönmez
(B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56); Metin
Güneş (B. No: 2017/23083, 28/5/2019, §§ 27-34) başvurularına ilişkin
kararlar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddialar
1. Yakalama Nedenlerinin
Bildirilmediğine ve Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddialar
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
44. Başvurucu; yakalandığı sırada kendisine yakalama
nedenlerinin ve suçlamaların bildirilmediğini, gözaltına alınmasının hukuka
aykırı olduğunu, gözaltı süresinin makul olmadığını, gözaltı kararındaki süre
dolmasına rağmen zorla tutulmaya devam edildiğini ve kanunda öngörülen süre
dolmasına rağmen bu süre içinde hâkim önüne çıkarılmadığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği ile etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının
Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
47. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia
edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde
başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Bireysel başvuru
yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
48. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin
aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına
ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava
sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen
tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu
sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve
diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144,
14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim
Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47; Metin Güneş, § 38).
49. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, suç isnadıyla yakalanan
kişilerle ilgili olarak yakalama nedenlerinin veya suçlamaların -yakalama
sırasında- bildirilmediği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından
asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak-
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının
tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Deniz Özfırat,
B. No: 2013/7929, 1/12/2015, §§ 42-54).
50. Somut olayda başvurucu yönünden yakalama ve gözaltı
tedbirlerine ilişkin iddialarla ilgili olarak anılan kararlarda varılan
sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
51. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
52. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olgular
ortaya konulmadan, adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağı
tartışılmadan ve kanunda öngörülen usullere uyulmadan hukuka aykırı olarak
tutuklanmasına karar verildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili
başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Bakanlık görüşünde, tutuklama kararının verildiği andaki
genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile İstanbul 5. Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği ve gerekçesi birlikte
değerlendirildiğinde başvurucu yönünden dayanılan tutuklama nedenlerinin
olgusal temellerinin olduğunun ve bu sonuca varılmasının keyfî ve temelsiz
olmadığının değerlendirildiği ifade edilmiştir. Bakanlık ayrıca Başsavcılık
tarafından hazırlanan ve 549 sayfadan oluşan iddianamede başvurucu ile ilgili
değerlendirmelere detaylı bir şekilde yer verildiğine değinmiş ve terör
suçlarının soruşturulmasının kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya
bıraktığına dikkat çekmiştir. Bakanlık son olarak kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar
olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı
derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmaması gerektiğini
belirtmiştir.
54. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında herhangi bir
kişiselleştirme yapılmadan ve kendisiyle ilgisi olmayan delillere dayanılarak
matbu ifadelerin yer aldığı bir kararla tutuklandığını iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Bu itibarla başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen bu
bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında,
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
56. Genel ilkeler için bkz. Hüseyin
Korkmaz (§§ 69-72) başvurusuna ilişkin karar.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
57. Başvurucu, yürütülen bir soruşturma kapsamında Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî
casusluk amacıyla temin etme suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi
uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
58. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
59. Başvurucu, 17/25 Aralık operasyonlarından sonraki süreçte
16/4/2015 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin
20/4/2015 tarihli kararıyla tutuklanmıştır.
60. Başvurucu hakkındaki tutuklama talep yazısında; başvurucunun
da aralarında olduğu bazı emniyet mensuplarının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde
yasa dışı bir örgütlenmeye gittikleri ve bu bağlamda amaçlarına ulaşmak için
çeşitli araç suçları kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini görevini
yapmasını kısmen engellemeye teşebbüs ettikleri ifade edilmiştir. Bu kapsamda
17-25 Aralık operasyonları öncesinde bir polis memurunun zimmet suçunu işlediği
iddiasıyla suç duyurusunda bulunularak yasal bir soruşturma görünümü içinde
öncelikle İstihbarat Şube Müdürlüğünün 17-25 Aralık süreci öncesi ataması yapılan
üst yönetim kadrosunun soruşturmaya dâhil edilmesine aracılık edildiği
belirtilmiştir (bkz. §§ 15-17).
61. Tutuklama kararında başvurucunun da aralarında olduğu
İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü bünyesinde görevli şüphelilerin devletin idari
yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket ettikleri, bu kapsamda
siyasal operasyonlara kalkıştıkları, bu operasyonlar bağlamında zimmet ve
benzeri birtakım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında adli
mercilerde yanıltılmak suretiyle tutanaklar tutularak başlatılan soruşturmalar
çerçevesinde soruşturma konusu suçlar ile ilgisi olmayan özellikle İstanbul
İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin dinlenilmesini
sağladıkları, böylelikle İstihbarat Şube Müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir
kısım amir ve memurun ne şekilde hareket edeceklerinin önceden tespite
çalışıldığı, bu amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı'nın
da dinlenmeye teşebbüs edildiği iddialarına ilişkin olarak Hâkimlik, dosyada
beyanlarının mevcut olduğunu belirttiği bir kısım emniyet personeli tanıkların
ve gizli tanıkların beyanlarına atıf yapmıştır(bkz. § 19).
62. İddianamede, İstihbarat Şube Müdürlüğündeki müdür, amir ve
memurların telefonlarının dinlenilmesinin sağlanması amacıyla başvurucunun önce
bir polis memurunun adının karıştığı sözde zimmet iddiasıyla Başsavcılığa
şikâyette bulunarak soruşturma başlatılmasını sağladığı, soruşturmanın
başlamasının hemen ardından soruşturma konusuyla ilgisi olmayan bazı İstihbarat
Şube Müdürlüğünün bazı yönetici ve çalışanlarının suç örgütü üyesi olarak
gösterilerek soruşturmaya dâhil edilip bu kişilerin telefonlarının
dinlenilmesine dair kararlar verildiği, böylelikle, 17-25 Aralık
operasyonlarına gidilen süreçte bu kişilerin nasıl hareket edeceklerinin öğrenilmeye
çalışıldığı, 17/12/2013 tarihinde yapılan operasyonun ertesi gününde -yapılan
görev değişikliği üzerine- telefon dinlemelerinin sonlandırıldığı ileri
sürülmüştür (bkz. §§ 24-28).
63. Anayasa Mahkemesi, ByLock uygulamasının özellikleri gözönüne alındığında kişilerin bu uygulamayı
kullanmalarının veya kullanmak üzere elektronik/mobil cihazlarına
yüklemelerinin soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY ile olan ilgi bakımından bir
belirti olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 106, 267). ByLock
uygulamasının kullanılmasının FETÖ/PDY üyesi olma suçunun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi,
anılan programın özellikleri itibarıyla temelsiz ve keyfî bir tutum olarak değerlendirilemez(Selçuk
Özdemir, [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 74).
64. Başvurucunun ByLock programını
kullananlar listesinde olduğunun tespit edildiğine dair tutanak (bkz. §§ 31),
tutuklamaya karar veren Sulh Ceza Hâkimliğinin karar gerekçesi, iddianamede
ileri sürülen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun suç
işlediğine dair kuvvetli belirtilerin mevcut olduğu sonucuna varılmasının keyfi
ve temelsiz olduğu söylenemez.
65. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu
değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar göz ardı
edilmemelidir.
66. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun
tutuklanmasına karar verilirken işlendiği iddia olunan suça ilişkin olarak
kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığına ve -öngörülen ceza miktarı dikkate
alındığında- kaçma şüphesinin bulunmasına, delillerin yok edilmesi veya
değiştirilmesi ihtimaline, isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan katalog suçlar arasında olmasına ve
adli kontrolün yetersiz kalacağına dayanıldığı görülmektedir (bkz. § 19).
67. FETÖ/PDY'nin ülkedeki neredeyse
tüm kamu kurum ve kuruşlarında örgütlenmiş olması, yüz elliyi aşkın ülkede
faaliyet göstermesi ve ciddi seviyede uluslararası ittifaklarının bulunması, bu
yapılanma ile ilgili olarak soruşturmaya tabi tutulan kişilerin yurt dışına
kaçmasını ve yurt dışında barınmasını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın
Yavuz ve diğerleri, § 272). Ayrıca başvurucunun tutuklanmasına karar
verilen Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu, Türk hukuk sistemi içindeki en ağır
cezai yaptırım öngörülen suç tipleri arasında olup (bkz. Hüseyin Korkmaz, § 48) isnat edilen suça
ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden
durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016,
§ 61; Devran Duran [GK], B. No:
2014/10405, 25/5/2017, § 66). Yine anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar
arasındadır (Hüseyin Korkmaz, § 46).
68. Öte yandan emniyet teşkilatında başkomiserlik
yapmış olan başvurucunun delilleri etkileme ve değiştirme imkânının diğer
birçok kişiye göre daha fazla olabileceği açıktır. Nitekim 17-25 Aralık
soruşturmaları sonrasında bazı emniyet mensuplarının görev yerlerinden
ayrılırken buradaki bilgisayarlarda bulunan tüm veri ve bilgileri sildikleri
ifade edilmiştir(Hüseyin
Korkmaz, § 82).
69. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel
koşullar ve İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği
birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden özellikle delilleri etkileme
ihtimaline ve -suçun ağırlığına atfen- kaçma şüphesine ilişkin tutuklama
nedenlerinin mevcut olduğu söylenebilir.
70. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup
olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13.
ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım
(2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 151).
71. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını
ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize
olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756,
16/11/2016, § 214; Devran Duran,
§ 64). Özellikle FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği
ile FETÖ/PDY'nin özellikleri (gizlilik, hücre tipi
yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve
teslimiyet temelinde hareket etme gibi) de dikkate alındığında bu
soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık
olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§ 350).
72. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate
alındığında İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suç için öngörülen
yaptırımın ağırlığını, işin niteliğini ve önemini de gözönünde
tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli
kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz
olduğu söylenemez.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Sulh Ceza
Hâkimliklerinin ve Ağır Ceza Mahkemelerinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına
İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
74. Başvurucu; soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin karar
veren ve bu kararlara yönelik itirazları inceleyen sulh ceza hâkimlikleri ile
kovuşturma aşamasında bu kararları veren ağır ceza mahkemelerinin de doğal
hâkim ilkesine aykırı olarak kurulduğunu, bağımsız ve tarafsız olmadığını,
ayrıca Bakanlığın Mahkemeye düzenli olarak gönderdiği yazılarla davanın son
durumunu ve tahliye kararı verilip verilmediğini sorarak Mahkemeyi ve hâkimleri
baskı altında tuttuğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru
ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
75. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
77. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim
güvencesini sağlamadıkları, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıkları ve tutukluluğa
itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten yoksun
bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle getirdiğine
ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh ceza
hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların
açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (bkz. diğerleri arasından Hikmet Kopar ve diğerleri, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2),
B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 64-78, 94-97).
78. Öte yandan Anayasa Mahkemesi terör suçlarına ilişkin
davalara bakmakla görevli olan ağır ceza mahkemelerinin tutukluluğa ilişkin
karar vermesine veya bu kararlara yönelik itirazları değerlendirmesiyle ilgili
olarak bu mahkemelerin doğal hâkim güvencesini sağlamadıkları, tarafsız ve
bağımsız mahkeme olmadıkları şikâyetlerini incelemiş ve anılan mahkemelerin
kuruluşu, bu mahkemelerin görev alanlarının belirlenmesi ve burada görev yapan
hâkimlerin statüsünü dikkate alarak söz konusu iddiaların açıkça dayanaktan
yoksun olduğu sonucuna varmıştır (Mustafa
Başer ve Metin Özçelik, B.
No: 2015/7908, 20/1/2016, §§ 119-133; Süleyman
Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 183-197).
79. Somut başvuruda, sulh ceza hâkimliklerinin ve -terör
suçlarına ilişkin davalara bakan- ağır ceza mahkemelerinin yapısıyla ilgili
olarak aynı mahiyetteki iddialarla ilgili anılan kararlarda varılan sonuçtan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
80. Resmî Gazete'de 10/7/2018
tarihinde yayımlanan 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 'nin 38. maddesi
uyarınca yargısal faaliyetlerin yerine getirilmesine imkân sağlamak bakımından "Kanunlarda kurulması öngörülen mahkemeleri
açmak ve teşkilatlandırmak, ceza infaz kurumları, icra ve iflas daireleri gibi
her derece ve türdeki adalet kurumlarını planlamak, kurmak ve idari görevleri
yönünden gözetim ve denetimini yapmak ve geliştirmek", "bir mahkemenin kaldırılması veya yargı
çevresinin değiştirilmesi konularında Hakimler ve Savcılar Kuruluna teklifte
bulunmak", "adli
sicilin tutulması ile ilgili hizmetleri yürütmek", "adalet hizmetleriyle ilgili konularda, gerekli
araştırmalar ve mevzuat hazırlıklarını yapmak ve görüş bildirmek",
"görev alanıyla ilgili olarak
uygulamayı takip etmek ve ortaya çıkan sorunların nedenlerini araştırarak çözüm
önerileri geliştirmek" ve
"görev alanıyla ilgili kamu ya da özel kurum veya kuruluşlarla iş birliği
yapmak" gibi birçok görevi olan Bakanlığın kovuşturma
aşamasında -üstelik Hükûmete karşı işlenmesine teşebbüs edildiği iddia edilen
suçla ilgili- görülen bir davanın sürecine ilişkin olarak yargılamayı yürüten
mahkemeden bilgi istemesinin mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığına
ilişkin güvencelere aykırı bir tutum olarak değerlendirilmesi mümkün
görünmemiştir.
81. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Tutukluluğun Makul
Süreyi Aştığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
82. Başvurucu; uzun süredir tutuklu olduğunu, kendi teslim
olduğu hâlde tutukluluğunun uzatıldığını, tahliye taleplerinin ve itirazlarının
tutukluluğun devamını meşru kılacak ilgili ve yeterli gerekçe olmadan ve
tutukluluğa yönelik itirazlarının yeterli inceleme yapılmadan reddedildiğini
belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
83. Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkında tutuklama ve
tutukluluğun devamı kararlarında atıf yapılan delillerin içeriği dikkate
alındığında tutukluluğun ön şartı olan kuvvetli suç şüphesi yönünden mahkeme
kararlarının açıklayıcı ve yeterli olduğunun görüldüğü, davanın kapsamı ve
mahiyeti itibarıyla başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin
kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru nedenlerinin
belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olduğu, soruşturma/kovuşturma
süreçlerinin yürütülmesinde bir özensizliğin bulunmadığı belirtilmiştir.
84. Bakanlık ayrıca davada çok sayıda sanığın bulunmasına ve
yargılama konusu olayların karmaşık olmasına da dikkat çekerek başvurucunun
tutuklulukta geçirdiği sürenin makul olduğunu ifade etmiştir.
85. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında tutuklulukta
makul sürenin aşıldığını, kişiselleştirme yapılmadan kendisiyle ilgisi olmayan
delillere dayanılarak matbu kararlarla tutukluluğunun devam ettirildiğini iddia
etmiştir.
b. Değerlendirme
86. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında
incelenmesi gerekir.
i. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
87. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
(1) Genel
İlkeler
88. Genel ilkeler için bkz. Erdal
Tercan ([GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 190-200) başvurusu
hakkında verilen karar.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
89. Başvurucu 16/4/2015 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul
5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/4/2015 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Bireysel
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir.
Buna göre başvurucunun tutukluluk süresi yaklaşık 4 yıl 8 aydır.
90. Başvurucu, kamu makamlarınca ve yargı organlarınca 17/25
Aralık operasyonlarının ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma
olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY (Metin Güneş, § 71) ile bağlantılı olduğu
belirtilen emniyet mensuplarına yönelik olarak İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında tutuklanmıştır. Anayasa
Mahkemesince başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelenirken
suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır (bkz.
§§ 59-64).
91. Diğer yandan sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza
mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer alan
tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamaları incelendiğinde genel
olarak delillerin karartılması ihtimalinin bulunmasına veya kaçma şüphesine,
isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni
varsayılabilen suçlar arasında olmasına, atılı suçların yasada
öngörülen cezanın miktarına, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağına
dayanıldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 19, 20, 29, 33, 38).
92. Başvurucunun tutuklanmasından yaklaşık 1 yıl 3 ay sonra
Türkiye, 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya
kalmıştır. Bu durumda başvurucu yönünden tutuklama nedenlerinin devam edip
etmediğinin değerlendirilmesinde FETÖ/PDY'nin
özelliklerinden kaynaklanan etkenlerin yanı sıra 15 Temmuz darbe teşebbüsü
sonrasında ortaya çıkan koşulların da göz ardı edilmemesi gerekir.
93. Türk yargı organlarınca; FETÖ/PDY'nin
devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve
fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi,
toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari
sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğu kabul edilmektedir (Selçuk Özdemir, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586,
11/1/2018, § 10).
94. FETÖ/PDY, bir taraftan başta eğitim ve din olmak üzere
farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunurken
diğer taraftan bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal
yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal
alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma niteliğindedir.
FETÖ/PDY, emniyet teşkilatı ve yargı organları da dâhil olmak üzere neredeyse
ülkedeki bütün kurum ve kuruşlarda illegal bir biçimdeörgütlenmiştir.
Bu örgütlenmenin başlıca özellikleri hiyerarşi temelinde ve hücre tipi bir
sistemle gerçekleştirilmesi, itaat ve teslimiyet anlayışıyla hareket edilmesi,
kendisine kutsallık atfetmesi ve gizliliği esas almasıdır. FETÖ/PDY mensubu
kamu görevlilerinin devlete olan sadakati, yapılanmaya olandan sonra gelmekte
hatta onun karşısında bir değer ifade etmemektedir. Dolayısıyla bu kişiler,
devletin amaçlarından ziyade yapılanmanın amaçları doğrultusunda faaliyette
bulunmaktadırlar (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§ 26; Erdal Tercan,§ 205).
95. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırım öngörülen suç
tipleri arasında olup (bkz. § 67) yukarıda da değinildiği üzere isnat edilen
suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret
eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, § 61; Devran Duran, § 66). Ayrıca anılan suç
5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun
gereği tutuklama nedeni varsayılabilen
suçlar arasında sayılmıştır (Hüseyin Korkmaz,
§ 46)
96. Buna göre başvurucuya isnat edilen suçlamanın niteliği,
başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen terör örgütünün (FETÖ/PDY'nin) yukarıda ifade edilen örgütlenme biçimi ve
işleyişi, soruşturma/kovuşturma konusu edilen olayların özellikleri birlikte
dikkate alındığında tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçelerin
tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı
gösterecek özen ve içerikte olduğu, dolayısıyla tutukluluk hâlinin devamına
ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi itibarıyla ilgili ve yeterli olduğu
sonucuna varılmıştır.
97. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke
genelinde Cumhuriyet başsavcılıklarının talimatı ile darbe girişimiyle
bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile
bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıda kişi hakkında soruşturma
başlatılmıştır. Bu soruşturmalar kapsamında başta TSK, emniyet ve yargı
mensupları olmak üzere çok sayıda kamu görevlisi ve ayrıca sivil kişi hakkında
yakalama ve gözaltına alma tedbirleri uygulanmış; bu kişilerin önemli bir
bölümü mahkeme kararıyla tutuklanmıştır (Aydın
Yavuz ve diğerleri, § 51). Anılan türdeki soruşturmalar diğer ceza
soruşturmalarına göre daha zor ve karmaşık olduğu konusunda herhangi bir
tereddüt bulunmamaktadır (Metin Güneş,
§ 76).
98. Başvurucu hakkındaki davada 45 sanığın cezalandırılması
talep edilmiş olup 17-25 Aralık soruşturmaları ile bağlantılı olduğu ileri
sürülen birden çok olay iddianamede konu edilmiştir. İddianamede ileri sürülen
olayların ve bunların 17-25 soruşturmaları ile -iddia edilen- bağlantılarının
belirlenmesi bağlamında davanın konusunun oldukça karmaşık olduğu ortadadır.
Yine terör suçlarının niteliğinden kaynaklanan nedenlerin yanı sıra FETÖ/PDY'nin yapısal özelliklerinden kaynaklanan durumların da
davadaki karmaşıklık boyutunu daha da ileri taşıdığı söylenebilir. Nitekim
Mahkemenin, yaptığı yaklaşık altmış duruşmada birtakım eksik usul işlemlerinin
tamamlanmaya çalışıldığı görülmektedir.
99. Dolayısıyla başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen örgütün
özellikleri, bu örgütün ülkenin tüm kurumlarındaki yapılanmasının boyutu ve
faaliyetlerinin niteliği, başvurucuya isnat edilen suçların kapsamı ve buna
ilişkin olayların boyutu, bu nitelikteki suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların
yürütülmesinin zorluğu, her bir aşamada elde edilen bulguların yeni birtakım
araştırmalar yapmayı gerektirebilmesi gibi hususlar birlikte dikkate
alındığında genel olarak soruşturma ve kovuşturma aşamalarında tutuklu olarak
devam olunan adli sürecin gereksiz yere uzamasına neden olan bir özensizlik
gösterildiği tespit edilmemiştir.
100. Bu itibarla başvurucu hakkındaki yaklaşık 4 yıl 8 aylık
tutukluluk süresinin somut olayın koşullarında makul olduğu sonucuna
varılmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi kısa süre önce verdiği bir kararda, aynı
dönemdeki bir başka olay kapsamında benzer suçlama (17-25 Aralık
soruşturmalarıyla bağlantılı olduğu iddia edilen) ile yargılanan bir başka
emniyet mensubunun başvurusunda 5 yıl 2 aylık tutukluluk süresinin makul olduğu
sonucuna varmıştır (Ömer Köse (2),
B. No: 2017/34237, 23/10/2019,§ 76).
101. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
5. Soruşturma Aşamasında
Yapılan Tutukluluk İncelemelerinin Usulüne İlişkin İddialar
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
102. Başvurucu; soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk
incelemelerinin süresinde gerçekleştirilmediğini, incelemeler öncesinde
kendisine haber verilmediğini, tutukluluk incelemelerinin duruşmalı olarak
yapılmadığını, tutukluluğa ilişkin kimi kararların ve ayrıca tutukluluk
incelemesi veya tutukluluğa itiraz incelemesi sırasında alınan Savcılık
görüşlerinin kendisine tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
103. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
104. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1)
numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekmektedir.
105. Başvurunun süresinde yapılmış olması, her aşamada dikkate
alınması gereken usule ilişkin şarttır (Yasin
Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, § 18).
106. Başvurucunun soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk veya
tutukluluğa itiraz incelemeleri sırasında usule ilişkin güvencelere riayet
edilmediğine dair şikâyetlerini içeren bireysel başvurusunu buna ilişkin
kararların kendisine tebliğinden veya kararları öğrendiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapması gerekmektedir.
107. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame 21/4/2016 tarihinde
kabul edilerek kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde
duruşmalara başladığı, başvurucunun da esasa ilişkin sözlü savunmasını
4-5-6/7/2017 tarihli duruşmalarda yaptığı görülmektedir. Bununla birlikte
soruşturma aşamasındaki tutukluluk incelemelerine ilişkin şikâyetlerin dile
getirildiği -2017/36653 numaralı- bireysel başvuru 30/10/2017 tarihinde
yapılmıştır. Bu bağlamda soruşturma aşamasında 14/4/2016 tarihinde yapılan
2016/8018 numaralı başvuruda bu yönde bir iddia mevcut değildir. Buna göre
soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk incelemelerine ilişkin şikâyetler
bakımından bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
108. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu kısımının süre aşımı
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
109. Başvurucu; hakkındaki soruşturma dosyasında hukuka aykırı
olarak kısıtlama kararı verildiğini, soruşturma dosyasının kendisi ve müdafiine incelettirilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
110. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
111. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra
kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda da herhangi bir bilgi veya belge
bulunmamakla birlikte iddianamenin kabul edildiği 21/4/2016 itibarıyla
kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca
kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır.
112. Bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (bkz. § 104).
113.Somut olayda iddianamenin kabul edildiği 21/4/2016 tarihi itibarıyla
kısıtlılık kanun gereği kendiliğinden sona ermiş ve dosyaya erişim imkânı
sağlanmıştır. Başvurucu 4-5-6/7/2017 tarihli duruşmalarda esasa ilişkin sözlü
savunmasını yapmıştır. Bununla birlikte soruşturma dosyasında verilen kısıtlama
kararına ilişkin şikâyetler kovuşturma aşamasında (30/10/2017 ve 23/7/2018
tarihlerinde yapılan) 2017/36653 ve 2018/21403 numaralı başvurularda dile
getirilmiştir. Bu bağlamda soruşturma aşamasında 14/4/2016 tarihinde yapılan
2016/8018 numaralı başvuruda bu yönde bir iddia mevcut değildir. Buna göre
soruşturma aşamasında verilen delillere erişimin kısıtlanması kararına ilişkin
şikâyetler bakımından bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır
(aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz.
Alparslan Altan (2), B. No: 2018/22191, 9/5/2019, §§ 48-51).
114. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu kısımının süre aşımı
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
7. Kovuşturma Aşamasında
Resen Yapılan Tutukluluk İncelemelerine İlişkin İddialar
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
115. Başvurucu; kovuşturma aşamasında resen yapılan tutukluluk
incelemelerinin süresinde gerçekleştirilmediğini, bu incelemelerde duruşma
yapılmadığını ve inceleme sonucunda verilen kararların kendisine tebliğ
edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
116. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
117. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
118. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca
hürriyeti kısıtlanan bir kimsenin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini
ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını
sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkı bulunmaktadır.
Burada belirtilen bir yargı merciine başvurma hakkı, suç isnadıyla
hürriyetinden yoksun bırakılan kimseler bakımından tahliye talebinin yanı sıra
tutuklama, tutukluluğun devamı ve tahliye talebinin reddi kararlarına karşı
yapılan itirazların incelenmesi sırasında da uygulanması gereken bir güvencedir
(Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122, 123; Ali Efendi Peksak, B.
No: 2017/29428, 17/7/2019, § 84).
119. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine göre
şüpheli veya sanığın istemi olmaksızın tutukluluğun resen incelenmesi durumunda
hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine başvurma hakkı kapsamında
bir değerlendirme yapılmadığından bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası kapsamına dâhil değildir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol ve diğerleri, B. No:
2013/6160, 2/12/2015, § 24; Ali Efendi Peksak, § 85).
120. Bireysel başvuruya konu, başvurucu hakkındaki tutukluluk
incelemelerinin 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine göre yapıldığı
görülmektedir. Söz konusu incelemelerin başvurucunun tahliye talebini incelemek
ya da hakkında verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara yapılan itirazı
değerlendirmek üzere yapılmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tutukluluğun
resen gözden geçirilmesi yönünde resen yapılan bu incelemeler Anayasa'nın 19.
maddesinin kapsamına dâhil olmadığından konu bakımından mahkemenin yetkisi
kapsamı dışında kalmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Hidayet Karaca (2), B. No: 2015/7254,
12/12/2018, §§ 73, 74).
121. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
8. Kovuşturma
Aşamasındaki Tutukluluğa İtiraz İncelemelerinde Alınan Savcılık Görüşünün
Bildirilmediğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
122. Başvurucu; tutukluluğuna itirazları değerlendirilirken
alınan Savcılık görüşlerinin kendisine bildirilmediğini, ayrıca bu itiraz
incelemelerinin bir kısmında Savcılıktan görüş de alınmadığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
123. Bakanlık görüşünde, başvurucunun gerek soruşturma gerekse
kovuşturma aşamasında müdafi vasıtasıyla tahliye talebinde bulunma hakkının
olduğu, Savcılık mütalaalarını ve tutukluluğa devam kararlarını inceleme
imkânının bulunduğu, bu konuda 5271 sayılı Kanun uyarınca herhangi bir
sınırlama da olmadığı belirtilmiştir.
124. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında aylık
tutuklama kararlarına yaptığı itirazlara karşılık hiçbir Savcılık mütalaasının
kendisine tebliğ edilmediğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
125. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında
incelenmesi gerekir.
126. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi Devran Duran (aynı kararda bkz. §§
106-112) kararında; tutukluluk incelemeleri sırasında alınan Savcılık görüşünün
şüpheli veya sanıklara bildirilmemesinin anayasal önem taşımadığını, içeriğinde
başvurucunun cevap vermesini gerektirmeyen ve daha önce ileri sürülmemiş yeni
bir olgudan bahsedilmeyen durumlarda Savcılık görüşünün başvurucuya
bildirilmemesinin önemli bir zarara da neden olmadığını ifade etmiştir.
127. Somut olayda tutukluluk incelemeleri sırasında alınan
Savcılık görüşünün bildirilmediği ileri sürülmüşse de başvuru formu ve
eklerinde, bu görüş yazısında başvurucunun cevap vermesini gerekli kılan ve
daha önce haberdar olmadığı yeni bir olgunun bulunduğu yönünde bir açıklamaya
yer verilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun iddiaları bakımından anılan
karardan ayrılmayı gerektiren bir durumun mevcut olmadığı değerlendirilmiştir.
128. Diğer taraftan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
düzenlendiği Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında tutukluluğun devamı kararlarına
yönelik olarak şüpheli veya sanıkların itirazda bulunmaları durumunda itiraz
mercii tarafından Cumhuriyet savcısından görüş alınmasını gerektiren bir
güvence mevcut değildir. Kaldı ki itiraz mercii tarafından yapılacak
incelemenin usulüne ilişkin hükümlerin yer aldığı 5271 sayılı Kanun'un 270. ve
271. maddeleri uyarıca itirazı inceleyecek mercinin
bu hususta Cumhuriyet savcısından görüş sorması mecburi değildir. Merci ancak
gerekli görürse itirazı yazı ile cevap verebilmesi için Cumhuriyet savcısına bildirir
veya -duruşma açtığı taktirde- Cumhuriyet savcısını dinler (Mehmet Güneş, B. No: 2014/1268, 17/5/2016,
§ 39).
129. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının anayasal ve kişisel önemden yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
9. Kovuşturma
Aşamasındaki Tutukluluğa İlişkin Kararların Yakınlara Tebliğ Edilmediğine
İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
130. Başvurucu, hakkında tutukluluk incelemesi sonunda verilen
kararların hiçbirinin yakınlarına tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti
ve güvenliği, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
131. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
132. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin
altıncı ve sekizinci fıkraları bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
133. Anayasa'nın 19. maddesinin altıncı fıkrasında "Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı,
yakınlarına derhal bildirilir." denilmek suretiyle bir kişi
hakkında yakalama veya tutuklama tedbirlerine başvurulması durumunda bunun
yakalanan veya tutuklanan kişinin yakınlarına derhâl bildirilmesi gerektiği
ifade edilmiştir. Buna göre bir kimse hakkında ilk kez tutuklama kararı
verildiğinde bunun tutuklunun yakınlarına ivedilikle haber verilmesi
Anayasa'dan kaynaklanan bir güvencedir. Bununla birlikte anılan güvencenin
yakalama ve tutuklama kararları ile sınırlı tutulduğu ve tutukluluğun devamına
ilişkin kararların bu kapsamda yer almadığı görülmektedir. Somut olayda
başvurucunun yakınlarına bildirilmediğini ileri sürdüğü kararlar tutuklama
kararı değil tutukluluğun devamına ilişkin kararlardır. Bu itibarla anılan
kararların tebliğinin Anayasa'nın 19. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan
güvenceye dâhil olduğu söylenemez.
134. Diğer taraftan 5271 sayılı Kanun'un 107. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
tutuklamadan ve tutuklamanın uzatılmasına ilişkin her karardan tutuklunun bir
yakınına veya belirlediği bir kişiye hâkimin kararıyla gecikmeksizin haber
verileceği düzenlenmişse de Anayasa Mahkemesi
Ali Efendi Peksak başvurusunda
tutukluluğun devamı kararlarının yakınlara tebliğinin Anayasa'nın 19.
maddesinin 8. fıkrasından kaynaklanan bir güvence olmadığı değerlendirmesinde
bulunmuştur. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19. maddesinin 8.
fıkrası bağlamında tutukluluğa ilişkin kararlara itiraz edebilmek bakımından bu
kararların tutuklu kişilere tebliğ edilmesinin önemine işaret etmekle birlikte
kararların ayrıca yakınlara tebliğinin itiraz hakkının etkin bir şekilde
kullanımı için gerekli olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle tutukluluğun
devamına ilişkin kararların yakınlara tebliği hususunun Anayasa'nın 19.
maddesinin 8. fıkrası kapsamında da koruma altına alınmadığı sonucuna varmıştır
(Ali Efendi Peksak, §§ 93-96).
135. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
10. Kovuşturma
Aşamasındaki Tutukluluğa İlişkin İtiraz İncelemelerinin Duruşmasız Olarak
Yapıldığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
136. Başvurucu; tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız
olarak yapıldığını, itirazlarının dosya üzerinden yapılan değerlendirme
sonucunda karara bağlandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili
başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
137. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
138. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
139. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından
kaynaklanan temel güvencelerden biri de tutukluluğa karşı itirazın hâkim önünde
yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi hakkıdır. Zira hürriyetinden
yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini, tutuklanmasına
dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını,
lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını
hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip olması
tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını sağlayacaktır. Bu
nedenle kişi, bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak makul aralıklarla
dinlenilmeyi talep edebilmelidir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, §
66; Süleyman Bağrıyanık
ve diğerleri, § 267). Bununla birlikte hürriyeti kısıtlanan kişinin
salıverilme talebine ilişkin karar veren ilk derece mahkemesi huzurunda hazır
bulunması ancak itiraz incelemesinin yapıldığı mahkemenin önüne çıkmaması ve
burada duruşma yapılmaması -silahların eşitliği ilkesi gözetildiği müddetçe-
Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile sağlanan teminatları ihlal
etmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, §
67).
140. Öte yandan tutukluluk hâline karşı yapılan her itirazda
veya her tahliye talebinin değerlendirilmesinde duruşma yapılması ceza
yargılaması sistemini işlemez hâle getirebilecektir. Bu nedenle Anayasa'da
öngörülen inceleme usulüne ilişkin güvenceler -duruşma yapmayı gerektirecek
özel bir durum olmadığı sürece- tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için her
durumda duruşma yapılmasını gerektirmez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 73).
141. Somut olayda başvurucu; başvuru formu ve eklerinde,
tutukluluğun devamı kararlarından hangisine veya hangilerine karşı yaptığı itiraz(lar)ın
incelenmesi sırasında itiraz merciinin duruşma yapmadığını bildirmemiştir. Bu
nedenle başvurucunun anılan şikâyetine ilişkin olarak 2017/36653 ve 2018/21403
sayılı başvurulara konu ettiği tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazların
incelenmesi ile sınırlı bir değerlendirme yapılmıştır (benzer bir yaklaşım için
bkz. Fesih Kaya, B. No:
2014/1051, 22/6/2017,§ 44). Bu bağlamda 2016/8018
sayılı başvuruda bu yönde bir iddia dile getirilmiş değildir.
142. Başvurucunun yargılandığı davada Mahkeme 20/9/2017
tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucu
27/9/2017 tarihinde anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı
9/10/2017 tarihinde dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda karara
bağlanmıştır. Bununla birlikte başvurucu, itiraz mercii tarafından incelemenin
devam ettiği süreçte davanın görüldüğü Mahkemede 3/10/2017 tarihinde yapılan
duruşmada hazır bulunmuş ve hâkim/mahkeme önünde tutukluluğa yönelik iddia ve
taleplerini sözlü olarak dile getirme imkânına sahip olmuştur. Bu itibarla
anılan itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılmasının çelişmeli yargılama
ilkesini ihlal ettiğini söylemek mümkün değildir.
143. Mahkeme 13/6/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar vermiş, başvurucunun anılan karara yönelik itirazı dosya
üzerinden yapılan inceleme sonucunda 3/7/2018 tarihinde reddedilmiştir. Bununla
birlikte başvurucu, itiraz mercii tarafından incelemenin devam ettiği süreçte
davanın görüldüğü Mahkemede 26/6/2018 tarihinde yapılan duruşmada hazır
bulunmuş ve hâkim/mahkeme önünde tutukluluğa yönelik iddia ve taleplerini sözlü
olarak dile getirme imkânına sahip olmuştur. Bu itibarla anılan itiraz
incelemesinin duruşmasız olarak yapılmasının da çelişmeli yargılama ilkesini
ihlal ettiğini söylemek mümkün değildir.
144. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
11. Tutukluluğa İlişkin
Kararlara Yönelik İtirazların Karara Bağlanmasının Geciktiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
145. Başvurucu; tutukluluğun devamı kararlarına yönelik
itirazlarının karara bağlanmasının geciktiğini, bu bağlamda itirazların uzun
süre sonra neticelendirildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili
başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
146. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
147. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
i. 4/8/2017 ve 20/9/2017
Tarihli Kararlar Yönünden
148. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında, hürriyeti
kısıtlanan kişinin durumu hakkında karar verilmesini talep etmesi hâlinde bu
talebin karara bağlanması için belirli bir süre öngörülmemişse de kısa sürede karar verilmesi gerektiği
belirtilmiştir. Kararın gereken süratle alınıp alınmadığı her davanın kendi
özel koşullarına göre değerlendirilir. Burada derece mahkemelerinin gösterdiği
özen, tutulan kişinin tutumlarının gecikmeye sebebiyet verip vermediği,
gecikmenin resmî makamların sorumluluğunda olup olmadığı gibi hususların
dikkate alınması gerekir (Ulaş Kaya ve Adnan
Ataman, B. No:
2013/4128, 18/11/2015, § 71).
149. Öte yandan itiraz incelemesinin kısa sürede karara
bağlanması güvencesi, sadece incelemenin kısa
sürede karara bağlanmasını değil verilen kararın bu kısa süre içinde tebliğ edilmesini de
gerektirmektedir. Bu itibarla hürriyetten yoksun bırakılmanın hukukiliğine
yönelik itirazın kısa sürede karara bağlanması güvencesine uygun hareket edilip
edilmediği değerlendirilirken yetkili mercilere başvuru yapılan tarihten
başvuruya ilişkin verilen kararın başvurucuya veya temsilcisine tebliğ edildiği
tarihe kadar geçen süre dikkate alınır (H.G.,
B. No: 2017/14716, 29/5/2019, § 54).
150. Somut olayda 20/9/2017 tarihinde verilen tutukluluğun
devamı kararına karşı başvurucu 27/9/2017 tarihinde itiraz etmiş, itiraz mercii
9/10/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 13/10/2017
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Buna göre başvurucunun itirazda
bulunduğu tarih ile itirazın karara bağlandığı tarih arasında geçen süre on iki
gündür. İtirazın reddine ilişkin karar ise başvurucuya itirazın karara
bağlanmasından dört gün sonra tebliğ edilmiştir. Buradaki on altı günlük
sürenin Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kısa sürede
karar verilmesi güvencesiyle bağdaşmadığını söylemek mümkün değildir.
151. Öte yandan 4/8/2017 tarihinde verilen tutukluluğun devamı
kararına karşı başvurucu 24/8/2017 tarihinde itiraz etmiş, itiraz mercii
22/9/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 2/10/2017
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Buna göre başvurucunun itirazda
bulunduğu tarih ile itirazın karara bağlandığı tarih arasında geçen süre yirmi
dokuz gündür. İtirazın reddine ilişkin karar ise başvurucuya itirazın karara
bağlanmasından on gün sonra tebliğ edilmiştir.
152. Anılan itiraza ilişkin inceleme ve tebliğ süreçleri
değerlendirilirken hem tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların
inceleme usulünün hem de somut olayın özelliklerinin birlikte dikkate alınması
gerekmektedir. Bu bağlamda tutukluluğun devamı kararına itiraz edildiğinde ceza
muhakemesi hukukumuzda itiraz usulünün düzenlendiği 5271 sayılı Kanun'un 268.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca kararına itiraz edilen hâkim veya
mahkeme itirazı yerinde görüp görmediğine dair bir ön inceleme yapmaktadır. Bu
inceleme sonucunda itirazı yerinde görürse kararını düzeltmekte, aksi durumda
en çok üç gün içinde itirazı yetkili merciye
göndermektedir. İtiraz mercii de 5271 sayılı Kanun'un 270. maddesi uyarınca
-gerekli gördüğü taktirde- itirazı Cumhuriyet savcısına bildirmekte ve görüş
sormakta, görüş bildirilmesi durumunda bunu şüpheli, sanık veya müdafiine bildirmekte ve onların da (karşı) görüşlerini
sunmaları için üç gün beklemektedir. Ayrıca 5271 sayılı Kanun'un 271. maddesi
uyarınca itiraz merciinin gerekli gördüğü durumlarda Cumhuriyet savcısı, müdafi
ve vekilin dinlenilmesi de söz konusu olabilmektedir. İtiraz mercii tarafından
itirazın karara bağlanmasından sonra da dosya ilgili merciye
iade edilmekte ve karar itiraz edene tebliğ edilmektedir.
153. Bireysel başvuruya konu edilen 4/8/2017 tarihli
tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazın incelenmesinde de yukarıda
açıklandığı üzere ilk olarak davaya bakan Mahkeme tarafından bir ön inceleme
yapılmış ve itiraz yerinde görülmeyerek merciye
gönderilmiştir. İtiraz mercii tarafından ilk olarak Cumhuriyet savcısından
görüş sorulmuş, sonrasında dosya üzerinden yapılan inceme sonucunda karar
verilmiştir. Başvurucunun yargılandığı dava yukarıda da açıklandığı üzere
oldukça karmaşık bir niteliğe sahiptir. Dava dosyasının hacmi, dava konusunun
kapsamı ile davada yargılanan kişi sayısının fazlalığı dolayısıyla bu
nitelikteki bir davada yapılan tutukluluğa ilişkin bir itirazın incelenmesi
normal bir ceza soruşturması veya kovuşturmasına göre daha uzun sürebilir.
154. Bu itibarla somut olayın koşullarında başvurucunun 4/8/2017
tarihli tutukluluğun devamı kararına yönelik itiraz incelemesinin yirmi dokuz
gün sonra karara bağlanmasının ve bunun başvurucuya on gün sonra tebliğ
edilmesinin de Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kısa
sürede karar verilmesi güvencesine aykırı olmadığı değerlendirilmiştir.
155. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Diğer Kararlar
Yönünden
156. Bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (bkz. § 104).
157. Başvurucu 5/5/2017, 6/7/2017, 14/12/2017, 11/1/2018 ve
1/3/2018 tarihlerinde verilen tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itiraz
incelemelerinin de uzun süre sonra karara bağlandığını iddia etmiştir.
158. Bu bağlamda yapılan incelemede; 5/5/2017 tarihli karara
yönelik itirazın 19/7/2017 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya
27/7/2017 tarihinde tebliğ edildiği, 6/7/2017 tarihli karara yönelik itirazın
16/8/2017 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 18/8/2017
tarihinde tebliğ edildiği görülmektedir. Bununla birlikte anılan kararlara
ilişkin şikâyetlerin dile getirildiği -2017/36653 numaralı- bireysel başvuru
30/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Buna göre 5/5/2017 ve 6/7/2017 tarihli
kararlar bakımından süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
159. Diğer taraftan 14/12/2017 tarihli karara yönelik itirazın
5/1/2018 tarihinde karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 16/1/2018 tarihinde
tebliğ edildiği, 11/1/2018 tarihli karara yönelik itirazın 2/2/2018 tarihinde
karara bağlandığı ve kararın başvurucuya 9/2/2018 tarihinde tebliğ edildiği,
1/3/2018 tarihli karara yönelik itirazın 30/3/2018 tarihinde karara bağlandığı
ve kararın başvurucuya 12/4/2018 tarihinde tebliğ edildiği görülmektedir.
Bununla birlikte anılan kararlara ilişkin şikâyetlerin dile getirildiği -2018/21043
numaralı- bireysel başvuru 23/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Buna göre
14/12/2017, 11/1/2018 ve 1/3/2018 tarihli kararlar bakımından da süre aşımı
olduğu sonucuna varılmıştır.
160. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
12. Tahliye Taleplerinin
ve Tutukluluğun Devamı Kararlarına Yapılan İtirazların Değerlendirilmediğine
İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
161. Başvurucu; tensip incelemesi ile birinci ve ikinci
duruşmalarda verilen tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazlarının
karara bağlanmadığını, ayrıca 27/6/2016, 25/12/2017 ve 22/3/2018 tarihlerinde
yaptığı tahliye taleplerinin cevapsız bırakıldığını, yine 14/7/2016, 11/8/2016
ve 7/10/2016 tarihli tutukluluk incelemelerinden önce yaptığı tahliye
taleplerinin işleme alınmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili
başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
162. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
163. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, § 16).
Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi bağlamında, kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
164. Başvurucunun şikâyetlerine konu ettiği talep ve
itirazlarına ilişkin olarak yapılan incelemede;
i. Başvurucunun, tensip incelemesi sonucunda verilen
tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazının 27/5/2016 tarihinde, birinci
duruşmada verilen tutukluluğunun devamı kararına yönelik itirazının 2/6/2016
tarihinde ve ikinci duruşmada verilen tutukluluğun devamı kararına yönelik
itirazının 29/6/2016 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince karara
bağlandığı ve bu kararların başvurucuya tebliğ edildiği,
ii. Başvurucunun 27/6/2016 tarihinde değil 28/6/2016 tarihinde
tahliye istemli dilekçe verdiği ve bu talebinin 1/7/2016 tarihinde verilen
kararla reddedildiği, ayrıca 22/12/2017 ve 25/12/2017 tarihli dilekçeleriyle
yaptığı tahliye taleplerinin de 5/1/2018 tarihli kararla reddedildiği,
22/3/2018 tarihli dilekçesiyle yaptığı tahliye talebinin ise 29/3/2018 tarihli
duruşmada değerlendirildiği ve tutukluluğun devamına karar verildiği, anılan kararların
başvurucuya tefhim/tebliğ edildiği,
iii. Başvurucunun 14/7/2016 tarihinde gönderdiği tahliye talepli
dilekçesinin aynı tarihte yapılan tutukluluk incelemesi sırasında, 10/8/2016
tarihli dilekçesinde dile getirdiği tahliye talebinin 9/9/2016 tarihli
duruşmada ve 6/10/2016 tarihli dilekçede beyan ettiği tahliye isteminin
28/11/2016 tarihli duruşmada değerlendirildiği, bu bağlamda tahliye
taleplerinin kabul edilmediği ve buna ilişkin kararların başvurucuya
tefhim/tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
165. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
13. Duruşmalarda Verilen
Kararların Tefhim ve/veya Tebliğ Edilmeyerek Tutukluluğun Devamına İtiraz
Hakkının Engellendiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
166. Başvurucu; ilk ön dört duruşmanın yanı sıra 29., 30. ve 31.
duruşmalarda verilen tutukluluğa ilişkin kararların kendisine tefhim ve tebliğ
edilmediğini, böylelikle bu kararlara karşı itirazda bulunmasının
engellendiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
167. Bakanlık görüşünde, başvurucunun tutukluluk incelemeleri
sonucunda verilen kararların tebliğ edilmediği yönündeki iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olduğu belirtilmiştir.
168. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında duruşmaların
birçoğunda verilen tutukluluğun devamı kararlarının kendisine tefhim veya tebliğ
edilmediğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
169. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesi
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
170. Öte yandan bu bölümde dile getirilen iddialara ilişkin
olarak başvurucunun başvuru formlarında dile getirdiği kararlar ile sınırlı bir
inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir. Bu bağlamda yapılan inceleme
başvurucunun şikâyetine konu ettiği duruşmalardan yalnızca 1., 2., 3., 4., 5.,
7., 10., 14. ve 31. duruşmalarda tutukluluğun devamına ilişkin kararlar
verildiği, bunların tümünde başvurucunun ve/veya başvurucu müdafiinin
hazır bulunduğu ve kararların bu duruşmalarda tefhim edildiği anlaşılmıştır.
171. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Masumiyet Karinesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
172. Başvurucu; üst düzey siyasetçi ve kamu görevlileri
tarafından ısrarla terör örgütüne mensup, vatan haini ve casus olduğunun
söylendiğini, bu şekilde kamuoyunda suçlu ilan edildiğini, basında da aynı
şekilde haberler çıktığını belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca kendisine yönelik nefret dilinin
kullanıldığını ve örgüt olarak nitelendirilen bir gruba mensubiyeti olduğunun
söylendiğini iddia etmiştir.
173. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
174. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Bu itibarla somut olayda başvurucunun bu bölümdeki iddialarının özünün
masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin olduğu anlaşıldığından
başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
175. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi Anayasa'nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde ifade
edilmiş olup bu ilke kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu
olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia
makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca
hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu
otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi
tutulamaz. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı
bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir (Kürşat Eyol, B.
No: 2012/665, 13/6/2013, §§ 26, 27; Metin
Güneş, § 99).
176. Anılan karine, bir kimsenin suçluluğu hükmen sabit oluncaya
kadar kamu yetkilileri tarafından suçlu ilan edilmesine karşı koruma
sağlamaktadır. Öte yandan Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan
ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle
Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet
karinesi, yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin
kamuoyuna bilgi vermesini engellemez (Erdal
Tercan, § 79). Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz
konusu olduğundan Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, bilginin gereken
bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, § 22; Metin Güneş, § 100).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
177. Somut olayda başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal ettiği
iddiasına ilişkin olarak bu iddianın dile getirildiği başvuru formunda yer alan
hususlar temelinde bir inceleme yapılacaktır. Bu bağlamda başvurucu; Başbakan,
Başbakan Yardımcıları, bir milletvekili, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
(HSYK) Daire Başkanı, İstanbul Baro Başkanı ve İstanbul İl Emniyet Müdür
Yardımcısı'nın açıklamaları ile bir gazete yazısına ilişkin açıklama ve
şikâyetlerde bulunmuştur.
178. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda, başvuru
konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki
iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal
edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak
başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali
nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa
hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde
belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi
nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014,
§§ 19, 20; Ünal Yiğit, B. No:
2013/1075, 30/6/2014, §§ 18, 19).
179. Bu bağlamda başvuru formunda dile getirilen iddialara
ilişkin olarak bir milletvekilinin 4/3/2014 tarihinde söylediği belirtilen "Onlar araştırılıyor, soruşturuluyor, delilleri
oluşturuluyor. Yargıya da intikal ettirilecek, idari soruşturmalar da
yapılacak" şeklindeki soyut ifadelerin, bir gazetecinin
21/7/2014 tarihli köşe yazısının başlığının "Operasyon
kararnameyle başladı" şeklinde olmasının, HSYK Daire
Başkanı'nın 24/7/2014 söylediği belirtilen "Sadece
H.P.nin 17 Aralık soruşturmasında tutuklanan altı
kişinin tahliyesine karar verdiğini biliyorduk. Aynı soruşturmada üç hâkimin
sanıklar lehine karar verdiğini bilsek farklı bir tablo olabilirdi. Bu,
hâkimlerin taraflı oldukları, olacakları anlamına gelmez ama yine de yanlış
oldu" şeklindeki sözlerinin,İstanbul
Baro Başkanı'nın sulh ceza hâkimlerine ilişkin olarak 24/7/2014 tarihinde
söylediği belirtilen "Erdoğan hayranlığını
sosyal medyada gizlemeyen hâkimleri atarsan zerre güvenim olmaz."
şeklindeki açıklamalarının ve İstanbul İl Emniyet Müdürü Yardımcısı'nın,
İstanbul Sulh Ceza hâkimlerinden birinin odasından kaçtığı ileri sürülen bir
kişiyle ilgili olarak söylediği iddia edilen "Kaçan
şahsı tanıyorum, benim elemanımdır." şeklindeki beyanların ne
şekilde başvurucunun masumiyet karinesini ihlal ettiği açıklanmış değildir.
180. Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Başbakan
ve Başbakan Yardımcıları tarafından yapılan ve başvuru formunda ifade edilen
açıklamalarla sınırlı şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu açıklamalar
başvuru formunda şöyle ifade edilmiştir.
i. Başbakan'ın 15/1/2014 tarihinde "Hükûmetimizin yargıda yapmaya çalıştığı değişiklik yargıya
müdahale değil, yargı içindeki illegal örgütlenmeye yönelik bir
mücadeledir"; 2/3/2014 tarihinde "Biz yaptığımız düzenlemeleri, çıkardığımız yasaları
paralel yapının oyunlarını bozmak için çıkardık"; 23/4/2014
tarihinde "Biz bu işin altyapısını,
zeminini oluşturuyoruz ve gereği neyse yapacağız"; 11/5/2014
tarihinde "Paralel yapıyla mücadelenin
bir cadı avına dönüşmesini iki de bir konuşuyorlar. Bu ülkeye ihanet edenlerin
görevlerini değiştirmek cadı avıysa biz bu cadı avını yapacağız, bunu da
bilin"; 21/7/2014 tarihinde -"HSYK'nın yeni yapısı paralel yapı diye isimlendirdiğiniz
mücadele sürecini etkiler mi?" şeklindeki bir soruya karşılık
olarak- "HSYK'nın
elinde olanlar çok sınırlı. Zaten şimdi yargı süreci başlıyor. Sulh ceza
hâkimleri bu süreci götürecek"; 2/8/2014 tarihinde "(paralel yapıyı kastederek) İnlerine gireceğiz dedik mi? İnlerine girdik mi?
Şimdi şovmenler ecel terleri döküyor. Daha çok şey çıkacak, daha işin
başındayız." şeklinde açıklamalarda bulunduğu belirtilmiştir.
ii. Bir Başbakan Yardımcısı'nın 24/7/2014 tarihinde söylediği
belirtilen "Belli bir yerde yuvalanan
insanların 'Bunları yaptık ama kusura bakmayın, bizi affedin' demeleri lazım"
şeklinde ifadeler kullandığı; bir diğer Başbakan Yardımcısı'nın ise
27/7/2014 tarihinde "Şu anda dosyalar
olgunlaşma safhasında ve işte başlamış oldu, Soruluyor: 'Bunların devamı
gelecek mi?' diye. Tabi devamı gelmesi lazım, gelecektir eminim. Yargıda da
değişik alanlarda da olacaktır. Dosyalar olgunlaştıkça olaylar da soruşturmalar
da devam edecektir." ve 5/8/2014 tarihinde "Bu işin en önemli ayağı emniyet
görevlileridir. Bu geniş bir hareket. İçinde bürokrasi de var iş hayatı da.
Paralel yapı dediğinizde devlet içinde yoğunlaşma emniyet ve yargıda. Bu diğer
kurumlarda yok anlamına gelmiyor. Dosyalar olgunlaştıkça bu konu yeni yerlere
doğru gidecek" şeklinde sözler söylediği belirtilmiştir.
181. Yukarıda belirtilen açıklamaların özellikle 17-25 Aralık soruşturmaları
kapsamında kamuoyunda yaşanan tartışmalar ile ilgili olarak dile getirildiği
anlaşılmaktadır. Siyasi çevrelerde bu operasyonların amacına yönelik olarak
çeşitli yorum ve değerlendirmelerde bulunulmuş, konu üzerinde yoğun siyasi
tartışmalar yaşanmıştır.
182. Başbakan'ın ve Başbakan Yardımcılarının başvurucunun ismini
zikretmeden, Hükûmete -ve hatta ulusal güvenliğe- yönelik bir eylem olarak
değerlendirdikleri söz konusu soruşturmalara, bu soruşturmaların arkasındaki
yapılanmanın FETÖ/PDY olduğuna, bu yapılanmanın emniyet teşkilatı ve yargı
organları başta olmak üzere kamu kurumlarında illegal bir şekilde
örgütlendiğine, bu itibarla söz konusu yapılanma ile mücadele edilmesinin önem
ve zarureti ile bu süreçte yapılan yasa değişiklileriyle sulh ceza
hâkimliklerinin ihdas edilmesine ilişkin olan bu açıklamalarıyla başvurucunun
suçlu olarak nitelendirilmesinin ya da suçlu muamelesine tabi tutulmasının söz
konusu olmadığı sonucuna varılmıştır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri, §§ 140-142; Süleyman Bağrıyanık ve
diğerleri, §§ 171-181). Nitekim bu açıklamaların tümü başvurucu
hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulanmasından aylar önce
yapılmıştır.
183. Son olarak Başbakan'ın 24/7/2014 tarihinde yaptığı konuşmanın
MİT'e ait tırların durdurulması ve aranması faaliyetlerine(anılan
olaylara ilişkin ayrıntılı bilgiler için bkz. Süleyman
Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 12-50) ilişkin
değerlendirmeler içerdiği ve bu açıklamaların başvurucu ile bir ilgisinin
olmadığı görülmektedir.
184. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Makul
Süreyi Aştığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
185. Başvurucu yargılandığı davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
186. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına yönelik
herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
187. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
188. Anayasa Mahkemesi, Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında, 7145
sayılı Kanunun 20. maddesinin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla
yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı şikâyetiyle derdest olan başvurularda
Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonunun etkili başvuru yolu
olduğuna karar vermiştir. Başvurucu 14/4/2016, 30/10/2017 ve 23/7/2018
tarihlerinde bireysel başvuruda bulunduğundan anılan yolun başvurucu bakımından
etkili bir hak arama yolu olduğu ve bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi
gerektiği açıktır.
189. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Kovuşturmaya Yer
Olmadığı Kararının Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
190. Başvurucu; kendisinin ihbar eden olduğu suç işlemek
amacıyla örgüt kurma ve zimmet suçlarından yürütülen 2013/153711 numaralı soruşturma
kapsamında 18/4/2014 tarihinde hukuka aykırı olarak kovuşturma yapılmasına yer
olmadığına karar verildiğini ve bu kararın itiraz hakkını kullanmaması için
kendisine iki yılı aşkın bir süre sonra tebliğ edildiğini belirterek etkili
başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
191. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
192. Başvuru konusu olayda ileri sürülen, verilen kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına dair kararın hukuka aykırı olduğu şikâyetiyle ilgili
olarak Anayasa Mahkemesince -2016/9346 sayılı başvuruda Birinci Bölüm İkinci
Komisyon tarafından- 27/9/2016 tarihinde başvurunun bu iddia yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verildiği tespit edildiğinden başvurunun bu
şikâyet yönünden mükerrer başvuru niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
193. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının mükerrer olması nedeniyle reddine karar
verilmesi gerekir.
4. Adil Yargılanma
Hakkına İlişkin Diğer İddialar
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
194. Başvurucu; soruşturmaların hukuki ve fiilî irtibat olmadan
birleştirildiğini, soruşturmada gizlilik kuralına ve gizli tanıklık usulüne
uyulmadığını, isnat edilen suç tarihinde davaya bakan mahkemenin görevli
olmadığını ve ayrıca tevziye kapatılarak bir anlamda özel yetkili mahkeme
hâline getirildiğini, iddianamenin incelenmeden kabul edildiğini, yargılamada
usule ilişkin kurallara riayet edilmediğini belirterek etkili başvuru ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca
duruşma öncesinde iddianamenin tamamının okunmadığını, yasaya aykırı olarak
bazı delillerin sanıklardan gizlendiğini, müdafileri ile duruşma salonunda ve
ceza infaz kurumunda yeterli ölçüde görüşme imkânı verilmediğini ve
görüşmelerinin kayıt altına alındığını, tanıkların dinlenmediğini iddia
etmiştir. Başvurucu bunların yanı sıra mesleğinden kaynaklanan usule ilişkin
bazı güvencelere riayet edilmeksizin hakkında soruşturma açıldığını ve
yargılama aşamasında talep ve iddialarının dikkate alınmadığını iddia etmiştir.
195. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına
yönelik herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
b. Değerlendirme
196. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
197. Somut olayda başvurucu, kovuşturma süreci devam ederken
bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince bireysel başvurunun karara
bağlandığı tarih itibarıyla da başvurucu hakkındaki kovuşturmanın devam ettiği
görülmektedir. Başvurucunun başvuru formunda dile getirdiği soruşturma ve
yargılama sürecindeki uygulamalar dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin şikâyetlerini yargılamada ve sonrasında istinaf ve/veya temyiz
aşamalarında ileri sürebilme ve bu aşamalarda inceletme imkânı bulunmaktadır.
Bu çerçevede derece mahkemelerinin yargılama ve istinaf/temyiz süreçleri
beklenmeden soruşturma ve kovuşturma süreçlerindeki adil yargılanma hakkı
ihlali şikâyetlerinin başvurucu tarafından bireysel başvuruya konu edildiği
anlaşılmıştır.
198. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden;
1. Yakalama nedenlerinin bildirilmemesi ve gözaltının hukuki
olmaması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması dolayısıyla ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin
bağımsız ve tarafsız olmaması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Tutukluluğun makul süreyi aşması dolayısıyla ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Soruşturma aşamasında yapılan tutukluluk incelemelerinde
usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması dolayısıyla ihlal
edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Kovuşturma aşamasında resen yapılan tutukluluk
incelemelerinin süresinde yapılmaması ve bu incelemelerin duruşmasız olarak
gerçekleştirilmesi, inceleme sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi
dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddiaların konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
8. Kovuşturma aşamasındaki tutukluluğa itiraz incelemesinde alınan
Savcılık görüşünün bildirilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın
anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
9. Kovuşturma aşamasındaki tutukluluğa ilişkin kararların
yakınlara tebliğ edilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
10. Kovuşturma aşamasındaki tutukluluğa ilişkin itiraz
incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması dolayısıyla ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
11. Tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara
bağlanmasının gecikmesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın 4/8/2017
ve 20/9/2017 tarihli kararlar yönünden açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
12. Tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara
bağlanmasının gecikmesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer
kararlar yönünden süre aşımı
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
13. Tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı kararlarına
yapılan itirazların değerlendirilmemesi dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
14. Duruşmalarda verilen kararların tefhim ve/veya tebliğ
edilmeyerek tutukluluğun devamına itiraz hakkının engellenmesi dolayısıyla
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Adil yargılanma hakkı yönünden;
1. Masumiyet karinesinin ihlal edilmesi dolayısıyla ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın makul süreyi aşması dolayısıyla ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının hukuka aykırı olması
dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın mükerrer
olması nedeniyle REDDİNE,
4. Adil yargılanma hakkına ilişkin diğer ihlal iddialarının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 339. Maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun başvurularının adli yardım talebi
kabul edilen kısmı yönünden yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF
TUTULMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.