TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
NURSEN GÜL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/9104)
Karar Tarihi: 25/9/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
M.Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Selçuk KILIÇ
Başvurucu
Nursen GÜL
Vekili
Av. Ahmet Neşet UNCU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, vazife malulü aylığı bağlanması talebiyle açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme ve esasa etkili olacak iddiaların değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; müteveffaya zamanında yeterli şekilde tıbbi müdahalede bulunulmaması nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş verilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun eşi, Jandarma Komando Tatbikat Kontrol Merkez Komutanı olarak görev yapmaktayken eğitim alanı ve tesislerinin kontrolü sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu 26/5/2003 tarihinde vefat etmiştir.
9. Vize Cumhuriyet Başsavcılığınca ilgilinin kalp krizi sonucu vefat ettiği, başkaca herhangi bir şüpheli durumun ve suç unsurunun bulunmadığı belirtilerek 27/5/2003 tarihinde takipsizlik kararı verilmiştir.
10. Başvurucuya ve çocuğuna 15/6/2003 tarihinde dul ve yetim aylığı bağlanmıştır.
11. Başvurucu; eşinin görevi başında, görevi nedeniyle ve vazifesini yaptığı sırada rahatsızlanması sonucunda vefat ettiğini belirterek kendilerine ödenen dul ve yetim aylığının vazife malulü aylığına dönüştürülmesi istemiyle 30/12/2014 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurmuş ancak ölümün kalp krizi nedeniyle gerçekleştiği, ölüm olayında görevin neden ve etkisinin bulunmadığı gerekçeleriyle başvuru reddedilmiştir.
12. Bu işlemin iptali istemiyle 26/6/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açılmış ve AYİM Üçüncü Dairesinin 24/3/2016 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 44. ve 45. maddelerine yer verildikten sonra ilgilinin rutin bir faaliyet sırasında kalp krizi geçirerek eceli ile vefat ettiği, bu durumun ayrıntılı olay raporu, Vize Cumhuriyet Başsavcılığının 27/5/2003 tarihli takipsizlik kararı ve diğer evrakla ortaya konulduğu belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca tıbbi tedavi ve müdahale konusunda yapılması gerekenlerin yapılıp yapılmadığı konusunda bir tazminat davasına esas olmak üzere bilirkişi mütalaasına başvurulması mümkün ise de vazife malullüğü aylığı konusunda bilirkişi marifeti ile aydınlatılabilecek herhangi bir teknik ve fennî izaha gerek bulunmadığı ifade edilerek, ölümün bir kalp krizi sonucu vuku bulduğu, hizmet hâlinde ve görülen hizmetin etkisinden kaynaklanmadığı, kalp krizi sonucu ölümün mesai sonrası tatil ve dinlenme anında da oluşabileceği, sadece bunun mesai saatlerinde oluşmasının vazife nedeniyle ölüm olayını oluşturmadığı kanısına varıldığı ve işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine karar verildiği ifade edilmiştir.
13. Karar 21/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu karar düzeltme isteminde bulunmamıştır.
14. Başvurucu 13/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
15. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan mülga 44. maddesinde malullük şöyle tanımlanmıştır:
''Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır.''
16. 5434 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan mülga 45. maddesinde vazife malullüğü ve vazife malulü şöyle tanımlanmıştır:
''44 üncü maddede yazılı malullük; a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa; c) Kurumların menfaatini korumak maksadiyle bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla); ç) Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; buna (Vazife malullüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malulü) denir.''
17. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52. maddesi şöyledir:
"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.''
18. 1602 sayılı mülga Kanun'un 56. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 25/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; eşi M.G.nin kalp krizi geçirerek vefat etmesinde ve kalp krizinin ortaya çıkmasında müteveffanın görev şartlarının etkisinin bulunduğunu, müteveffaya zamanında yeterli şekilde tıbbi müdahalede bulunulmadığını belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 17).
22. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir."
23. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
24. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne alacağı ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka aykırı olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün maddi boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bireysel başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir inceleme ancak yetkili makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusudur. Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam hakkından incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 58, 59).
25. Başvurucunun ölümün görevin koşullarından kaynaklandığı iddiasının -kamu görevlilerinin herhangi bir kastının veya kusurunun bulunduğu öne sürülmediğinden- yaşam hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir.
26. Öte yandan başvurucu, müteveffaya zamanında tıbbi müdahale yapılmadığını da iddia etmiştir. Ölüm olayları nedeniyle açılan tazminat davaları sonrası yapılan bireysel başvuruların yaşam hakkı bağlamında incelenebilmesi için söz konusu tazminat davalarının yaşam hakkına ilişkin yükümlülüklerle ilgili olarak devletin sorumluğunu tespit etmeye elverişli olması gerekmektedir.
27. Somut olayda, maluliyet aylığının bağlanması isteminin reddi işlemine karşı açılan bir idari dava üzerine bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesi vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle açılan davaların idarenin kusurunun varlığını ve sorumluluğunu tespite elverişli olmadığı, bu nedenle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı çerçevesinde yapılan bireysel başvurular açısından söz konusu dava yolunun etkisiz olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu bağlamda tazminat davası yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu belirtilmiştir (Tanju Bozkurt, B. No: 2014/11917, 17/7/2018, § 38). Bu çerçevede etkisiz birtakım idari veya yargısal yollara başvurulmasının meseleyi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamına çekmeyeceğinin altı çizilmelidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. İzotek Yapı Elemanları Pazarlama İnşaat Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/7914, 11/5/2017, § 54).
28. Ayrıca başvuru konusu olayda başvurucu, eşinin ölümü nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de söz konusu olaya yönelik olarak Vize Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/5/2003 tarihinde verilen takipsizlik kararına (bkz. § 9) karşı herhangi bir kanun yoluna başvurulduğuna dair bir beyanda bulunmamıştır.
29. Bu kapsamda maluliyet aylığı bağlanması talebiyle açılan bu davanın yaşam hakkına ilişkin ihlalleri tespit etmeye elverişli olmadığı ve başvurucunun ihlal iddialarının 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşen karara dayandığı dikkate alındığında başvurucunun ihlal iddialarının zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kaldığı anlaşılmaktadır.
30. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu, dosyada mevcut ve elde edilebilen sağlık raporlarında eşinin tespit edilmiş herhangi bir rahatsızlığı ya da kalp krizine yol açabilecek bir sağlık muayene kaydının bulunmadığını ve eşinin kalp krizi geçirerek vefat etmesinde görev şartlarının etkisi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli tüm subay ve astsubayların mevzuat gereğince belli yaşa kadar üç senede bir, bu yaştan sonra iki senede bir olmak üzere zorunlu olarak periyodik sağlık muayenesine gönderilmesi gerekirken eşinin bu periyodik muayenelere gönderilmediğini, eşinin görev dönemi içinde görev yaptığı komutanlıklar tarafından periyodik sağlık muayenesine gönderilmesi sağlanmış olsaydı belki de bu rahatsızlığının önceden tespit edilerek ölüme neden olmadan gerekli tedavi ve tedbirlerin alınmasının mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Ölüm olayı ile müteveffanın meslek hayatı boyunca yaptığı vazife şartları arasında ve son görev yerindeki vazifesi ile çalışma şartları arasında illiyet bağının bulunduğunu, ancak bu hususun gözardı edildiğini, söz konusu illiyet bağı mevcudiyetinin bilirkişi raporu ile ortaya çıkarılabilecekken bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verildiğini belirten başvurucu kararın esasına etkili olan iddia ve itirazlarının da kararda karşılanmadığını ileri sürmüştür.
32. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
33. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).
34. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).
35. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).
36. Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).
37. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara delillerini sunma ve inceletme bakımından uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir.Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsiz olma iddiaları da yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016, §§ 50-52).
38. Somut başvuruya konu davanın tarafları arasındaki ihtilaf, başvurucunun eşinin ölümüne neden olan kalp krizinin vazife veya çalışma şartları nedeniyle ortaya çıkıp çıkmadığına ilişkindir. Başvurucu, bir hafta süren ve ölüm olayından bir gün önce biten geniş katılımlı tatbikat süresince eşinin çok yoğun çalışıp yorulduğunu, bu yoğun çalışma ve yorgunluğa bağlı olarak görevi başında ve görevi nedeniyle rahatsızlanması sonucu ölüm olayının meydana geldiğini öne sürmekte iken idare, ölüm olayının görevin sebep ve tesiriyle gerçekleşmediği görüşünü savunmuş; davaya bakan AYİM ise söz konusu ölüm olayının vazife nedeniyle oluşmadığı sonucuna ulaşmıştır.
39. Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi tarafların öne sürdüğü ve esasa etkisi olan iddiaların işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini ve özellikle ispat külfeti konusunda taraflardan birinin diğerine nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülüp düşürülmediğini irdelemektedir (Ahmet Korkmaz, § 29).
40. Somut başvuruya konu davada Mahkemece, başvurucunun eşinin ölümünün rutin bir mesai faaliyetinde iken kalp krizi nedeniyle vuku bulduğu, ilgilinin eceli ile vefat ettiği ve bu hususun Vize Cumhuriyet Başsavcılığının 27/5/2003 tarihli takipsizlik kararında ve diğer evraktan anlaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca Mahkemece, tıbbi tedavi ve müdahale konusunda yapılması gerekenlerin yapılıp yapılmadığı konusunda bir tazminat davasına esas olmak üzere bilirkişi mütalaasına başvurulması umulabilir ise de vazife malullüğü aylığı konusunda bilirkişi marifeti ile aydınlatılabilecek herhangi bir teknik ve fennî izaha gerek bulunmadığı kanaatine ulaşıldığı hüküm altına alınmıştır.
41. Delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esasen derece mahkemelerine ait olduğu, derece mahkemelerinin dava konusuna, elde edilen delilerin ağırlığına ve iddia ile savunmalara göre, tanık beyanı, keşif icrası ve bilirkişi incelemesi gibi delilleri toplamama veya incelememe konusunda takdir yetkisine sahip olduğu dikkate alındığında (İlker Erdoğan, B. No: 2013/316, 20/4/2016, § 25), bilirkişi incelemesi yaptırılmamasına ilişkin olarak ileri sürülen iddia yönünden silahların eşitliği ilkesine yönelik bir ihlal olmadığı ve Mahkemece tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmaları ile dosya kapsamı dikkate alınarak davanın reddine karar verildiği sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
43. Başvurucu; Mahkemece delillerin gereği gibi incelenmediğini, genel bir kabulle davanın reddine hükmedildiğini ve hakkaniyete uygun bir karar verilmediğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, eşinin ölümü sonrasında vazife malulü aylığı bağlanmamasının ve vazife malullerine yasal olarak tanınan bazı haklardan yararlanamamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682, 2/10/2013, § 18). Başvurucuya ödenen dul aylığının vazife malulü aylığına dönüştürülmesinin gerekip gerekmediğinin yargılamanın sonucuna bağlı olması nedeniyle mülkiyet hakkı yönünden inceleme yapılmamış, başvurucunun iddiaları yargılamanın sonucuna yönelik şikâyetler kapsamında incelenmiştir.
45. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
46. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece mahkemesince delillerin değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
47. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 25/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.