TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ İMANCI VE EŞREF AYDIN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/15134)
|
|
Karar Tarihi: 29/1/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 25/3/2020-31079
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Mahmut ALTIN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ali İMANCI
|
|
|
2. Eşref AYDIN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet ŞENOL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil
davasında depo edilen bedelin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucular, İzmir'in Menderes ilçesine bağlı Gölcükler
Mahallesi'nde bulunan 302 parsel sayılı taşınmazın ayrı ayrı 23/64 hisselerini
tapuda yapılan resmî satış ile 22/3/2011 tarihinde satın almış ve 2/11/2011
tarihli noter ihtarnamesiyle davacıya bildirimde bulunmuşlardır.
9. Bu taşınmazda 3/160 hissesi olan paydaş R.Y. kanuni ön alım
hakkına dayalı olarak başvurucular aleyhine 1/2/2012 tarihinde Menderes Asliye
Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açmıştır.
10. Mahkemece 25/9/2013 tarihinde davanın reddine karar
verilmiştir. Kararın gerekçesinde; davacı R.Y.nin başvuruculara hisse satan
maliklerden Ş.Y.nin vekili olarak satım sözleşmesi sırasında hazır bulunduğu
açıklanarak satış sözleşmesinden haberdar olduğu, bu nedenle ön alım hakkının
yasal süresi içinde ve iyi niyet kurallarına uygun kullanılmadığı
belirtilmiştir.
11. Davacı tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 14. Hukuk
Dairesince (Daire) 29/4/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde;
yasal ön alım hakkının kullanılması için öğrenme olgusunun değil noter
bildiriminin gerektiği, ön alım hakkı sahibinin satışı başka bir şekilde
öğrenmiş olmasının sürenin işlemesine yol açmayacağı açıklanarak kanunun
verdiği hakkın kullanılması nedeniyle davacının kötü niyetli olduğunun
söylenemeyeceği belirtilmiştir.
12. Bozma kararından sonra 4/2/2015 tarihinde 270.000 TL ön alım
bedeli mahkeme veznesine depo edilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak
18/3/2015 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde,
davacının süresinde yasal ön alım hakkını kullandığı ve bu nedenle kötü niyetli
sayılamayacağı belirtilmiştir.
13. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar Dairece
12/11/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı
Daire tarafından 15/12/2016 reddedilmiştir.
14. Nihai karar, başvurucular vekiline 27/1/2017 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucular 27/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
16. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
732. maddesi şöyledir:
"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz
üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer
paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler. "
17. 4721 sayılı Kanun'un 733. maddesi şöyledir:
"Önalım hakkından feragatin resmî şekilde
yapılması ve tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir.
Belirli bir satışta önalım hakkını
kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tâbidir ve satıştan önce veya sonra
yapılabilir.
Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından
diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.
Önalım hakkı, satışın hak sahibine
bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde satışın üzerinden iki yıl
geçmekle düşer. "
18. 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesi şöyledir:
"Önalım hakkı, alıcıya karşı dava
açılarak kullanılır.
Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline
karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim
tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla
yükümlüdür."
2. Yargıtay İçtihatları
19. Dairenin 27/2/2018 tarihli ve E.2017/4874, K.2018/1459
sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Önalım hakkı paylı mülkiyet
hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer
paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı
mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile
kullanılabilir hale gelir.
Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı
kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı
arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur.
Ancak; davalı adına kayıtlı dava konusu payın
satışı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 743 sayılı
Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlükte olduğu dönemde yapılmış isesatış
tarihiitibariyle aradan uzunca bir süre geçmiş ve bu uzun süre davalı alıcının
kendisinden kaynaklanmamışsa aradan geçen sürede davalı, ortaya çıkan değer
artırıcı unsurların dikkate alınarak önalım bedelinin yeni duruma göre
tespitini talep edebilir. Satış tarihinden itibaren geçen uzunca bir süre
sonra, taşınmazın değerinde meydana gelen objektif ve enflasyon artışlarının,
önalım bedeline dahil edilmesi yorumu, yasaya ve hukukun genel prensiplerine de
ters düşmeyecektir, aksine bir uygulamanın hukukun amacı olan adaletin
somutlaştırılmasını önleyeceği ve çıkarlar dengesini bozacağı açıktır, aksi
halde; önalım hakkı sahibi sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşecektir,
aradan geçen sürede ortaya çıkan değer artırıcı unsurların dikkate alınarak
önalım bedelinin yeniden belirlenmesi hakkaniyete uygun olacaktır,bu görüş
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.05.1993 gün 761-192 E-K , 18.5.1994 tarih
215-356 E-K 19.10.1994tarih343-625 E-K 14.12.1994 tarih 663-841 E-K sayılı
Kararlarında da benimsenmiştir.
Somut olaya gelince, 17.12.1996 tarihli resmi
senet içeriğine göre, davalının davaya konu 5289 ada 3 parsel (eski 1545 ada 44
parsel) sayılı taşınmazın 3/16 payını davalı S.A.’den, 85.000.000.000,00
(seksenbeş milyar) TL bedelle satın aldığı, daha sonra satın aldığı payın
kısmen davacıların miras payı oranında mahkeme kararı ile iptal edildiği ve
tapuda infaz edildiği anlaşılmış; mahkemece, önalım bedeli olarak belirlenen
17.12.1996 tarihli resmi senetteki satış bedeli olan 85.000.000.000,00 TL'nin
iptal edilen paya göre yarısı olan 44.540,00 TL depo ettirilerek, 5289 ada 3.
parselde davalı A.O adına kayıtlı bulunan 3/32(12/128 payın) iptali ile,
3/128'er paydan her bir davacı adına tapuya kayıt ve tescili suretiyle
23.06.2017 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dava konusu payın satış tarihi 17.12.1996
(7768 yevmiye), dava tarihi 14.01.1997, karar tarihi ise 23.06.2017'dir. Davalı
adına kayıtlı dava konusu payın satışı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun
yürürlüğe girmesinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlükte
olduğu dönemde yapılmış ve dava da bu dönemde açılmıştır. Kanuni önalım
hakkının düzenlendiği M.K ‘nun 659. maddesinde yalnız önalım hakkının
varlığından söz edilmiş, önalım bedeline ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır. Daha sonra uygulamada M.K 658. maddesinde sözleşmeden
kaynaklanan önalım hakkı için getirilen koşulların kural olarak kanuni önalım
hakkı için de uygulanması benimsenmiştir. Somut olayda aradan geçen zaman
içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışlar ile enflasyon
olgusunun önalım bedelinin belirlenmesine etkisi de kabul edilmelidir. Hakkın
kullanılması hiç bir zaman davalının zararına olmamalıdır. Satış tarihi ile
karar tarihi arasında 21 yıl gibi uzunca bir sürenin geçmiş olması gözönüne
alındığında bu durumun davacıyıamacı dışında zenginleştirmemesi davalıyı da
fakirleştirmemesi gerekir; bir tarafın diğer taraf zararına azımsanamayacak
derecede oransız bir çıkar sağlaması M.K’nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük
kuralına aykırı olacaktır.
Açıklamalar ışığında Mahkemece; dava konusu
payın değerinin belirlenmesi bakımından, bilirkişiler marifeti ile taşınmaz
başında keşif yapılarak, aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana
gelen objektif artışlar ile enflasyon olgusuda
gözetilerekbilirkişilerdendenetime elverişli şekilde rapor alınması, günümüze
uyarlanmış olan bedelin depo edildiktensonra sonucuna görebir hüküm kurulması
gerekirkenyazılıolduğu üzere hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple
kararın bozulması gerekmiştir."
20. Dairenin 26/12/2016 tarihli ve E.2015/6448, K.2016/10863
sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Dava, önalım hakkına dayalı tapu
iptali ve tescili istemine ilişkindir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.12.2015 gün
ve 2014/6-324 – 2015/2787 sayılı onama ilamında da açıklandığı üzere; Önalım
hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz
üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satmasıhalinde diğer
paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu
hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla da
kullanılabilir hale gelir.
Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım
niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır.
Öte yandan; şuf'alı payın ilişkin olduğu
taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı
kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufunda ki yeri ve ona tekabül eden
payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında o yerde hak iddia etmeyen
davacının tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle önalım hakkını
kullanması Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile
bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.12.1951 gün ve
17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her
aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alınması
gerekir. Savunmanın genişletilmesi bu gibi durumlarda söz konusu değildir.
Dosya da mevcut 01.05.1995 gün ve 10038
yevmiye numaralı Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, 02.04.2003 tarih07969 Yevmiye
no'lu Satış Vaadi Sözleşmesi, 29.12.2007 tarihli Yüklenici Kooperatif ile arsa
sahipleri arasında düzenlenen ve bağımsız bölümlerin paylaşımını gösteren
protokol, inşaatın tamamlanması için yapılan birden fazla protokol, tapu
kayıtları ve tüm dosya içeriği incelendiğinde;
Öncelikle yapılan pay devrinin ne amaçla
yapıldığının açıklığa kavuşturulması gerekir.
Tarafların paydaş olduğu ve dava konusu edilen
taşınmaz başında keşif yapılarak taşınmaz üzerindeki inşaatın hangi aşamada
olduğu, bağımsız bölümlerin paylaşımı araştırılarak, satışın ne amaçla
yapıldığı, sadece arsa payı satışı mı öngörüldüğü yoksa bağımsız bölüm maliki
olmak amacıyla mı yapıldığı konusunda tarafların tüm delillerinin toplanması
davalılara yapılmış devirlerin gerçek satış olup olmadığı konusunda TMK’nun2 ve
3. madde hükümleri uyarınca herkes haklarını kullanırken dürüstlük kurallarına
uymak zorunda olduğu ilkesi gözetilerek bir değerlendirme yapılması ve oluşacak
sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulması gerekir.
Eksik inceleme ile yazılı şekil de hüküm
kurulması bozma nedenidir.
Kabule göre de; Dava konusu edilen paylar
öncelikle 02.04.2003 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile 21.000.000.000 TL
bedelle satın alındığı, bedelin ödendiği ve zilyetliğin teslim edildiği ve
sözleşmenin 06.05.2003 tarih 4495 Yevmiye numarası ile tapuya şerh edildiği,
yukarıda açıklanan sözleşmeler gereği tapu ferağının ise ancak 19.02.2014
tarihinde verildiği ve her payın satış değerinin ayrı ayrı gösterildiği
görülmüştür.
Mahkemece, 19.02.2014 tarihli resmi akit
tablosunda yer alan tüm pay satışlarına ilişkin bedeller ve masrafları dikkate
alarak 51.974.52 TL için depo kararı verilmiş ve bu meblağ üzerinden önalım
hakkı kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Uyuşmazlık; önalım
hakkına konu edilen payın satış bedelinin hangi tarih itibariyle tespit
edilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Kural olarak önalım bedeli, dava konusu payın
tapudaki satış bedeli ile davalının bu satım sebebiyle ödediği tapu harç ve
masraflar toplamından ibarettir.
Somut olayda şuf’alı pay 2003 tarihinde
21.000.000.000 TL bedelle satışı vaat edilmiş olup yukarıda açıklanan
sözleşmeler, protokoller ve iştirakın çözülmesi gibi nedenlerle tapu ferağı
ancak 2014 yılında verilmiştir. Önalım hakkı pay satışından 11 yıl sonra
kullanılmıştır. Aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen
objektif artışlarla enflasyon olgusunun önalım bedelinin belirlenmesine etkisi
de kabul edilmelidir. Bu hakkın şu veya bu nedenle geç kullanılmasından (somut
olayda satışından 11 yıl sonra ferağ verilmesi) dolayı davacıyı, amaç dışında
zenginleştirecek ve alıcı davalıyı da fakirleştirecek yorum ve sonuçlardan
kaçınılmalıdır. (HGK’nun 14.12.1994 – 6 – 663/841 ve 28.12.1994 tarih
6-673/898)
Hukuk Genel Kurulu kararlarında detaylı
biçimde açıklandığı üzere önalım konusu payın, dava tarihine göre belirlenen
değerinin depo edilmesi halinde dava kabul edilmelidir. Aksine düşüncelerle
gerçek satış bedelini yansıtıp yansıtmadığı araştırılmadan, bu konuda ki
savunma üzerinde durulmadan yazılı şekilde depo kararı verilerek hüküm
kurulması da usul ve yasaya aykırı olup kabul biçimine göre de bozma
nedenidir."
21. Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 19/12/2006 tarihli ve
E.2006/11355, K.2006/13150 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Davacı vekili, dava dilekçesinde,
müvekkilinin dava konusu payın ilişkin bulunduğun 5 No’lu parselin
paydaşlarından olup taşınmazın diğer paydaşlarının paylarını 4/6/2004 tarihinde
kendisinden habersiz davalıya sattıklarından yeni haberdar olduğunu, yapılan
satışın noter aracılığı ile davacıya bildirilmediğini, öte yandan payın
40.000.000.000 TL bedelle satın alınmasına karşın tapuda önalım hakkının
kullanılmasını engellemek için muvazaalı olarak 55.000.000.000 TL
gösterildiğini, davacının gerçek bedel üzerinden önalım hakkını kullanmak
istediğini belirterek davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına
tescilini talep etmiştir. Davalı vekili, davanın haksız ve kötü niyetle
açıldığını,bedelde muvazaa yapıldığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, payın
55.000.000.000 TL’ye satın alındığının satış akdinden görülebileceği
gibi,bilirkişi incelemesi ile de ortaya çıkacağını, davacının pay satışını
satışın bütün aşamalarında bildiğini, payın öncelikle kendisine teklif
edilmesine rağmen davacının almayacağını söylemesi üzerine davalının satın
aldığını, payın 4/6/2004 tarihinde alındığını, davanın 14/10/2004 tarihinde
açıldığını, ne zaman sonuçlanacağının da belli olmadığını, alım gücündeki
sürekli değer kaybı ve enflasyon nazara alındığında tapudaki bedel üzerinden
önalım hakkının tanınmasının davalının zararına yol açacağını, bu nedenle satış
tarihinden karar tarihine kadar önalım bedeline reeskont faizinin de
eklenmesini, bu koşulla davayı kabul ettiklerini belirtmiştir.
...
Olayımıza gelince; önalım hakkına konu edilen
pay 4/6/2004 tarihinde 55.000.000.000 TL bedelle davalıya satılmış davacı 14/10/2004
tarihinde açmış olduğu işbu dava ile önalım hakkının tanınmasını istemiştir.
Uyuşmazlığın satış tarihi itibariyle 1/1/2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721
Sayılı Medeni Kanun hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir. Anılan yasanın 733.
maddesinde yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara
bildirilmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Bu yükümlülük yerine getirilmediğinden
öğrenme tarihine göre 14/10/2004 tarihinde açılan davasüresindedir.Davalı alıcı
satışı noter aracılığı ile davacıya bildirmediğine göre satış tarihi ile dava
tarihi arasındaki süreningeçmesine kendi davranışı ile sebebiyet verdiğinden
objektif değer artışı esasına göre yeniden önalım bedelinin belirlenmesini
isteyemez.Davacının bedelde muvazaa iddiası da kanıtlanamadığına göre önalım
hakkının tapuda gösterilen satış bedeli, harç ve masraflar tutarı üzerinden
tanınması gerekir.Tapuda gösterilen satış bedeli, harçve masrafları da 1.3.2006
tarihinde 56.650 YTL olarak depo edildiğinden bu bedel üzerinden önalım
hakkının tanınmasına karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması
doğru değildir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Köksal/Türkiye ((k.k.), B. No: 30253/06,
26/11/2013) kararına konu olayda başvurucu, özel bir banka aleyhine kredi
sözleşmesi çerçevesinde asliye ticaret mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
İlk derece mahkemesi davayı kabul ederek tazminatın dava tarihinden itibaren
işleyecek reeskont faizi ile birlikte ödenmesine karar vermiştir. Yargıtayca
hüküm onandıktan sonra banka tarafından başvurucuya ödeme yapılmıştır.
Başvurucu 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 105.
maddesine dayalı olarak munzam zararın tazmini için ayrı bir dava daha
açmıştır. Dava dilekçesinde, alacağının enflasyon karşısında değer
kaybettiğinden yakınmıştır. İlk derece mahkemesi yapılan yargılama neticesinde
davanın kabulüne karar vermiştir. Başvurucuya bu mahkeme kararı doğrultusunda
reeskont faiziyle birlikte hükmedilen munzam zarara ilişkin tazminat tutarı da
ödenmiştir. Başvurucu ek tazminat miktarı yönünden ikinci bir munzam zararın
tazmini davası daha açmıştır. İlk derece mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin
kararı bu defa Yargıtay tarafından bozulmuştur. Yargıtay 818 sayılı mülga
Kanun'un 105. maddesinin ana borcu, alacaklının uğradığı munzam zarar ile
birlikte usulüne uygun olarak ödeyen bir borçluyu başka herhangi bir yükümlülük
altına sokmadığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesi bozma kararına uymuş ve
davanın reddine karar vermiştir (Köksal/Türkiye,
§§ 3-25).
24. AİHM olayda özel kişiler arası bir uyuşmazlığın söz konusu
olduğunu ve dolayısıyla müdahalenin devletin yetkisinin doğrudan kullanımının
bir sonucu olmadığını açıklamıştır. Bu sebeple pozitif yükümlülükler
çerçevesinde incelenen kararda, başvurucunun banka aleyhindeki taleplerini
sunabileceği usule ilişkin güvenceleri içeren, etkili ve adil bir şekilde hüküm
kurulabilmesine imkân veren adli bir mekanizmanın mevcut olduğuna dikkat
çekilmiştir. Nitekim bu adli mekanizma başvurucuya uğradığı zarar için bu tür
ihtilaflarda uygulanan en yüksek faizin işletilmesini sağlamıştır. AİHM’e göre
dolayısıyla taraf devletin bu bağlamdaki asli yükümlülüklerini yerine getirdiği
kabul edilmelidir. AİHM mülkiyet hakkı kural olarak özel bir tazminat talebinin
piyasa etkenleri çerçevesinde değer kaybetmesini önleme hususunda devletleri
genel bir yükümlülük altına sokmamakla birlikte somut olayda paranın değer kaybetmesinden
kaynaklanan munzam zararın 818 sayılı mülga Kanun'un 105. maddesine göre tazmin
edilebilmesi suretiyle ayrı bir güvence sağladığını vurgulamıştır. Nitekim
başvurucuya asıl alacağı ve faiz ödemesi yanında faizi aşan munzam zarar da
ödenmiştir. Ancak başvurucu bu ek tazminatın da değer kaybettiğini ileri
sürmüştür (Köksal/Türkiye, §§
29-33).
25. AİHM gecikmeli ödemelere nispeten yüksek seviyede faiz
ödenmesine ve yüksek enflasyondan kaynaklanan diğer tüm zararları telafi etmeye
yönelik bir hukuk yolu sağlamayı içeren adli mekanizmayı dikkate almıştır.
Bununla birlikte belirtilen özel nitelikteki taleplere enflasyondan
etkilenmeyen bir temerrüt faizi uygulama hususunda mülkiyet hakkı kapsamında
herhangi bir yükümlülük bulunmadığını açıklamış, somut davada başvurucunun ek
tazminat yönünden uğradığı munzam zararın, mülkiyet hakkı uyarınca devletin
sorumluluğunu gerektirmediğini belirtmiştir. AİHM ayrıca başvurucuya verilen
tazminatın değer kaybına uğramasına kamu makamları tarafından başka herhangi
bir şekilde katkıda bulunulduğuna ilişkin herhangi bir emare de olmadığını
belirlemiştir. AİHM yaklaşık dört yıl süren yargılamanın da karmaşıklığına
işaret ederek netice itibarıyla başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu
sonucuna varmıştır (Köksal/Türkiye,
§§ 34-39).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 29/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular 22/3/2011 tarihinde 270.000 TL ödeyerek satın
aldıkları ön alım davasına konu taşınmaz bedelinin yaklaşık dört yıl sonra
4/2/2015 tarihinde aynı miktarda depo edildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular
bu dört yıllık sürede Türk lirasında meydana gelen değer kaybının derece
mahkemelerince dikkate alınmamasından yakınmışlardır. Ayrıca taşınmazda kendi
emek ve masraflarıyla meydana getirdikleri değer artışının da göz ardı
edildiğinden şikâyetçi olmuşlardır. Öte yandan bu yöndeki itirazlarının, tanık
dinletilmesi ve keşif yapılması taleplerinin gerekçesiz ve tartışılmadan reddedildiğini
vurgulamışlardır. Sonuç olarak başvurucular; taşınmazın satın alınma tarihi ile
ön alım bedelinin depo ettirildiği tarih arasında geçen sürede ön alım
bedelinin değer kaybına uğradığını belirterek adil yargılanma, gerekçeli karar,
hukuki dinlenme, savunma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
28. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiası yanında adil yargılanma, gerekçeli karar, hukuki dinlenme ve
savunma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmektedirler. Ancak
başvurucuların ön alım bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi yönündeki
şikâyetlerinin mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
30. Somut olayda başvurucuların uyuşmazlığa konu taşınmaz
paylarını tapuda satın aldığı dikkate alındığında başvurucular yönünden
Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün mevcut olduğu kuşkusuzdur.
31. Başvuru konusu olayda başvurucuların mülkiyet hakkına
yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp
özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda,
devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme
yapılması gerekmektedir.
1. Genel İlkeler
32. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif
yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir
biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen
müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin
ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda
koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak
güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek
anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif
yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35.
maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda
özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının
korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No:
2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp
Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri
Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649,
15/2/2017, § 43).
33. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren
etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve
kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan
uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme
sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin
Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
34. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların
birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı
karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü
bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip
getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı
irdelenmelidir.
35. İkinci olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir
biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya
koyabilme olanağının başvuruculara tanınıp tanınmadığı incelenmelidir.
Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir.
Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu
madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk
sahibine müdahalenin makul olmayan şekilde ya da kanun dışı veya
keyfîuygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde
etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır.
Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734,
14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı
[GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
36. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler
arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü
olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz
konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine
getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu
ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu
zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle
birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren, davanın sonucuna etkili, esasa ilişkin
temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde
değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil
Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563,
24/5/2018, § 52).
37. Son olarak başvurucuların mülkiyet haklarını koruyacak ve
yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup
oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu
gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun
koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece
mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin
mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir
sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan
biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi,
pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve
taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde
bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği
değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan
Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).
2. İlkelerin Olaya
Uygulanması
38. Somut başvurunun konusu, ön alım hakkına dayalı tapu iptali
ve tescil davasında ön alım bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıdır.
39. Bu bağlamda ilk olarak ön alım hakkının kullandırılması ile
ilgili belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün varlığı hususu
değerlendirilmelidir. Somut olayda başvurucuların taşınmaz üzerindeki payları
4721 sayılı Kanun'un 732., 733. ve 734. maddelerine istinaden davacı adına
tescil edilmiştir. Ön alım hakkı, paylı mülkiyet malikinin taşınmaz üzerindeki
payını dilediği kişiye satmasını engellediğinden diğer paydaşlar lehine malikin
taşınmazı üzerinde tasarrufta bulunma yetkisini sınırlandırıcı bir mahiyeti
bulunmaktadır. Bu nedenle paylı maliklerinin menfaatleri arasında bir denge
kurulması amacıyla ön alım hakkı sahibi adına tescile karar verilebilmesi için
4721 sayılı Kanun'un 734. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca satış bedeli ile
alıcıya düşen tapu giderlerinin ödenmesi gerektiği düzenlenmiştir. Buna göre
derece mahkemelerince mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına konu edilen
uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan, öngörülebilir,
ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan bu hukuksal çerçeve
kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının yorumlanarak sonuca
varıldığı görülmektedir. Ancak somut olayda ön alım bedelinin geç ödenmesi
sebebiyle uğranan zararın menfaatler dengesinde başvurucular aleyhine bir
dengesizliğe yol açıp açmadığı irdelenmelidir.
40. İkinci olarak mülkiyet haklarına yapılan müdahaleye etkin
bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde
ortaya koyabilme olanağının başvuruculara tanınıp tanınmadığı incelenmelidir.
Mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama sürecinin bütününe
bakıldığında başvurucuların kendilerini vekil ile temsil ettirdikleri, itiraz
ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme olanağının
başvuruculara tanındığı anlaşılmaktadır.
41. Son olarak ön alım hakkının kullandırılmasının ve ön alım
hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında depo edilen bedelin değer
kaybına uğratılarak ödenmesinin mülkiyet hakkı yönünden başvuruculara şahsi
olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yükleyip yüklemediği
değerlendirilmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi
durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya
ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir
yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca
dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol
açmaması gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Abbas Korkmaz ve diğerleri, B. No:
2014/17715, 9/11/2017, § 48).
42. Bu bağlamda başvurucular taşınmaz üzerinde kendi emek ve
masrafları nedeniyle oluşan değer artışının dikkate alınmadığını iddia
etmişlerse de iddia edilen emek ve masraflar açıklanmadığı gibi değer artış
miktarı da belirtilmediğinden bu yöndeki şikâyetlerin temellendirilmediği
sonucuna varılmıştır.
43. Başvurucular esas itibarıyla satış tarihi ile depo tarihi
arasında söz konusu bedelin enflasyon karşısında değer kaybına uğratıldığından
yakınmaktadırlar. Diğer bir deyişle taşınmazın 22/3/2011 tarihindeki ön alım
bedelinin depo edildiği 4/2/2015 tarihindeki enflasyon etkisinden arındırılmış
karşılığının ödenmemesinden şikâyet etmektedirler.
44. Faiz ekonomik açıdan paranın
fiyatıdır. Herhangi bir kimse kendisine ait olmayan bir parayı
-hangi isim altında olursa olsun- belli bir süre kullandığında paranın asıl
sahibine faiz ödemek zorundadır.
Çünkü paranın likidite özelliği onun her an, her türlü üretim faktörünü, mal ve
hizmeti satın alabilmesine olanak verir. Daha açık bir deyişle parayı nakit
olarak elinde bulunduran kimse bugünkü
ihtiyaçlarını karşılayabildiği gibi piyasanın yarına
dönük olanaklarından da yararlanabilir. Elindeki parayı başkasına
veren veya kendine belli tarihte ödenmesi gereken bir miktar para olduğu hâlde
bu parası ödenmeyen kimse ise bu imkânlardan yararlanamaz. Bu nedenle parayı
kullanan kimsenin parayı kullanmaktan vazgeçen kimseye bu kaybını ödemesi
gerekir. İşte faizi doğuran temel neden budur (AYM, E. 1988/7, K. 1988/27,
27/9/1988).
45. Bu temel neden paranın değerini sürekli olarak kaybettiği
enflasyon dönemlerinde ayrı bir önem kazanır. Dönem başında kullanmaktan
vazgeçilen ya da hak edildiği hâlde alınamayan bir miktar paranın satın alma
gücü, dönem sonunda enflasyon oranında azalmış olacaktır. Bu durumda dönem
sonunda paranın asıl sahibine ödenmesi gereken faiz sadece belli bir dönem için
yapılan fedakârlığın karşılığından ibaret olmayacak, aynı zamanda söz konusu
dönemde paranın satın alma gücündeki kaybı da karşılayacak miktarda olacaktır.
Teknik deyişle hem para sahibinin tasarrufta bulunmasının bedeli ödenecek hem
de paranın satın alma gücü korunacaktır (AYM, E.1988/7, K.1988/27, 27/9/1988).
46. Anayasa Mahkemesi daha önce kamu kurum ve kuruluşlarından
olan çeşitli para alacaklarının değer kaybına uğratılarak ödenmesine ilişkin
şikâyetleri karara bağlamıştır. Buna göre kamu makamlarının para borçlarını
makul olmayan bir gecikme ile ödediği durumlarda para alacağında meydana gelen
değer aşınmalarının başvurucular üzerinde şahsi olarak aşırı bir yük
oluşturması hâlinde müdahale ölçülü olmadığından mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine karar vermiştir (kamulaştırma bedeli yönünden bkz. Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013; Ali Şimşek ve
diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017; bir sosyal güvenlik ödemesi
yönünden bkz. Ferda Yeşiltepe
[GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017; ihale alacağı yönünden bkz. ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B.
No: 2014/2267, 21/12/2017; vergi iadesi alacağı yönünden bkz. Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No:
2013/28, 25/2/2015; deprem nedeniyle tazminat yönünden bkz. Abdulhalim Bozboğa, B. No: 2013/6880, 23/3/2016;
açığa alınan memurun maaş farklarının iadesi yönünden bkz. Vildan Utku Atalay, B. No: 2015/4812,
7/2/2019).
47. Somut olayda ise yukarıda da değinildiği üzere özel kişiler
arası bir uyuşmazlık mevcut olup bir kamu kurumundan olan alacağın ödenmemesi
veya geç ödenmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bu bağlamda Anayasa
Mahkemesinin kamu kuruluşlarından olan alacakların ödenmemesi sorunuyla
bağlantılı olarak değer kaybının şikâyet edildiği uyuşmazlıklar yönünden
Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında yapacağı değerlendirme ile özel kişiler
arasındaki uyuşmazlıklarla ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde dikkate
alacağı ölçütler farklı olacaktır. Zira Anayasa'nın 35. maddesindeki
mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi gereği kural olarak kişilerin kamudan
olan alacaklarının herhangi bir yargısal sürece veya icra takibine gerek
olmadan ödenmesi beklenir. Bununla birlikte özel kişiler arası alacak
uyuşmazlıkları yönünden ise böyle bir durum söz konusu olmadığı için Anayasa
Mahkemesi devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında öngörülen mekanizmaların
etkin işletilip işletilmediği ile sınırlı bir değerlendirme yapacaktır. Bu
kapsamda yapılacak değerlendirmede her somut olayın kendine özgü koşulları
dikkate alınacaktır.
48. Yine özel kişiler arası icrai bir uyuşmazlığın söz konusu
olduğu Fatma Yıldırım (B. No:
2014/6577, 16/2/2017, §§ 53-63) başvurusunda ihale bedelinin icra sürecinde
nemalandırılmamasının mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün
ihlali sonucunu doğurduğu değerlendirilmiştir. Ancak somut başvuru, Fatma Yıldırım kararından farklılık arz
etmektedir. Fatma Yıldırım
başvurusunda ön alım bedelinin depo edilmesinden sonraki sürece ilişkin şikâyet
değerlendirilmişken somut başvuruda ön alım bedelinin depo edildiği tarihe
kadarki süreç şikâyet konusu edilmiştir.
49. Ön alım hakkının kullandırılmasına ilişkin süreç dikkate
alındığında pozitif yükümlülükler bağlamında başvuruculara aşırı bir külfet
yüklenmemesi için iptal edilen tapu karşılığında ödenen ön alım bedelinin
önemli ölçüde değer kaybına uğratılmaması gerekmektedir.
50. Somut olayda depo tarihine kadarki yargılama sürecinin
uzunluğunun, davanın karmaşıklığının ve ön alım bedelinin geç depo edilmesi
nedeniyle oluştuğu iddia edilen değer kaybı yönünden tarafların kusurlu olup
olmadığının ve devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında öngörülen
mekanizmaların etkin işletilip işletilmediğinin dikkate alınması gerekmektedir.
51. Olayda 22/3/2011 tarihinde satın alınan taşınmaza ilişkin
2/11/2011 tarihli noter ihtarnamesinden sonra ön alım hakkına dayalı olarak
başvurucular aleyhine 10 ay 10 gün geçtikten sonra 1/2/2012 tarihinde tapu
iptali ve tescil davası açılmış, başvurucuların savunma ve itirazları dikkate
alınarak 7 ay 24 gün sonra 25/9/2013 tarihinde davanın reddine karar
verilmiştir. Davacı tarafından temyiz edilen karar, Dairece 29/4/2014 tarihinde
bozulmuş ve bozma kararından sonra 4/2/2015 tarihinde 270.000 TL ön alım bedeli
mahkeme veznesine depo edilmiştir. Başvurucuların satışı davacıya geç
bildirmeleri nedeniyle davanın süresinde açıldığı belirtilerek bozma kararı
verildiği anlaşıldığından 29/4/2014 tarihine kadar davacının kusurlu olduğu
söylenemez.
52. Öte yandan davacının söz konusu satışa vekil olarak katılmış
olması dolayısıyla satıştan haberdar olduğu, davanın süresinde açılmadığı,
davacının iyi niyetli olmadığı yönündeki savunma ve itirazları nedeniyle
başvurucuların da kusurlu olduğu söylenemez. Ancak başvurucuların noter
aracılığı ile satışı bildirdiği tarih dikkate alındığında satış tarihi ile dava
tarihi arasındaki sürenin geçmesine kendi davranışları ile sebebiyet verdikleri
anlaşılmaktadır.
53. İlk derece mahkemesince yargılamanın başlarında depo kararı
verilmeyip bozma kararından sonra 28/1/2015 tarihinde ön alım bedelinin depo
edilmesine karar verilmiş ve davacı tarafından 4/2/2015 tarihinde söz konusu
bedel mahkeme veznesine depo edilmiştir.
54. 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesinde ön alım hakkının ancak
dava yoluyla kullanılabileceği ve ön alım bedelinin hâkim tarafından belirlenen
süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırılacağı düzenlenmiştir.Somut
olayda ilk derece mahkemesi makul bir süre içinde verebileceği depo kararıyla
alacağın değer kaybına uğramasını önleyebilecek iken ancak üç yıl geçtikten
sonra bozma kararı akabinde ön alım bedelinin depo edilmesine karar vermiştir.
Dolayısıyla tarafların kusurlu olmadığı başvuru konusu yargılamada, ön alım
bedelinin değer kaybına uğraması ve böylece menfaatler dengesinin bozulmasının
nedeni davanın açılmasından sonra makul süre içinde depo kararı verilmemesidir.
55. Bu açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmede ön alım
hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında ön alım bedelinin depo
edilmesine kadar geçen sürede oluşan değer kaybı şikâyeti yönünden Mahkemenin
dava açıldıktan sonra makul bir süre içinde ön alım bedelinin vadeli bir
mevduat hesabına yatırılması biçiminde alacağı basit bir tedbirle yargı
sürecinin hızlı işlememesinin başvurucular üzerinde oluşturduğu olumsuz
etkileri asgari seviyeye indirememiş olması mülkiyet hakkının devlete yüklediği
pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurmaktadır.
56. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve YargılamaUsulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden
yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya
üzerinden karar verir.”
58. Başvurucular 154.125,64 TL maddi tazminat ve 100.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
61. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder.
Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı
olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve
bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama
kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı
olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda
herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar
kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek
devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine
getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58,
59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),
§§ 57-59, 66, 67).
62. İncelenen başvuruda dava açıldıktan sonra makul bir süre
içinde önalım bedelinin vadeli bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde bir
tedbirin alınmamış olması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
63. Bununla birlikte ihlalin mahkeme kararının sonucundan değil
yargılama sürecinde alınmayan tedbirlerden kaynaklanmış olduğu dikkate alındığında
yeniden yargılamaya hükmedilmesinde hukuki yarar bulunmadığı
değerlendirilmiştir.
64. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle başvurucuların uğradığı
zarar miktarı, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen alacağının uğradığı
değer kaybı bedelidir. Başvurucuların noter ihtarnamesini davacıya 10 ay 10 gün
geç bildirdiği de dikkate alınarak başvuruculara 50.000 TL maddi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir (bkz. § 51).
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL tutarındaki yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara net 50.000 TL maddi tazminatın MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.257,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay Başkanlığına
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
29/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.