TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET BEŞİR ARDA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/15460)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 16/10/2020-31276
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Umut FIRTINA
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Beşir ARDA
|
Vekili
|
:
|
Av. Ferhan ARSLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma sebebiyle açılan kısmi davada
kesin delil niteliği kazanan olgunun açılan ek davada dikkate alınmaması
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka
Planı
8. Başvurucu Mehmet Beşir Arda 1938 doğumlu olup Adıyaman
merkezde ikamet etmektedir.
9. Başvurucunun Adıyaman'ın Merkez ilçe Eskisaray Mahallesi'nde
kâin, toplam büyüklüğü 2.184,95 m² olan, 2007 ada 3 parsel numaralı arsa
niteliğindeki taşınmazının 1.249,75 m²lik kısmı üzerinden kamulaştırma
yapılmadan veya idari irtifak tesis edilmeden
1986 yılında enerji nakil hattı geçirilmiştir.
10. Başvurucu 3/8/2012 tarihinde Türkiye Elektrik İletim Anonim
Şirketi (TEİAŞ) aleyhine Adıyaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme)
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu; dava
dilekçesinde taşınmazının ortasından yüksek gerilim enerji nakil hattı
geçtiğini, bu hat nedeniyle taşınmazın işletme bütünlüğünün bozulduğunu,
üzerinde çalışma yapılmasının hayati tehlike riskini artırdığını ifade
etmiştir. Dilekçede arıza ve periyodik bakımlar nedeniyle ekili ürüne zarar
verildiğini, taşınmaz üzerinde güvenli tarım yapılamadığını, bu nedenle
taşınmazın tümünde kıymet düşüklüğü meydana geldiğini belirtmiştir. Son olarak
kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz üzerinden geçirilen enerji nakil hattı
nedeniyle pilon yeri bedeli ve irtifak hakkı karşılığı olarak -fazlaya ilişkin
talep ve dava hakkı saklı kalmak koşuluyla- 1 TL'nin ödenmesine karar
verilmesini talep etmiştir.
11. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 12/2/2013 tarihli dilekçeyle
fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davanın değerini 220.000 TL olarak
ıslah etmiştir.
12. Davalı idare ise savunmasında davanın usulden reddedilmesi
gerektiğini, dava konusu taşınmaz üzerinden enerji nakil hattı geçmesinin dava
konusu taşınmazın değerinde bir azalmaya yol açmadığını ve kullanımını
etkilemediğini ileri sürmüştür.
13. Mahkemece 11/12/2012 tarihinde bilirkişilerle keşif
yapılmıştır. İnşaat ve elektrik mühendisi dört bilirkişi tarafından hazırlanan
raporda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye
çalışılmıştır.
14. Bilirkişi raporunda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:
i. Emsal teşkil ettiği değerlendirilen taşınmazın beher m²
fiyatı 353,82 TL olarak hesaplanmıştır. Emsal taşınmazın satışının 2/8/2012
tarihinde gerçekleştiği, dava tarihinin ise 3/8/2012 olduğu açıklanmıştır.
Emsal taşınmazın dava tarihindeki değeri toptan eşya fiyat endeksi kullanılarak
353,82 TL/m² olarak hesaplanmıştır.
ii. Emsal taşınmaz ile başvurucunun taşınmazının hâlihazırda
belediyenin altyapı hizmetlerinden yararlandığı vurgulanmıştır. Taşınmazın 2012
yılı için m² fiyatının 28,62 TL iken emsal taşınmazın 2012 yılı için m²
fiyatının 34,36 TL olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu nedenle emsal parselin
taşınmazdan 1/3 kat daha değerli olduğu kanaatine varılmıştır. Buna göre
başvurucunun taşınmazının m² fiyatı 235,88 TL olarak açıklanmıştır.
iii. İrtifak nedeniyle taşınmazın değerinin toplamda %57,19
oranında azaldığı, irtifak bedelinin ise 293.770,02 TL olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Ancak yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre arsa vasfındaki
taşınmazlar için değer düşüklüğü oranının %50'yi geçemeyeceği dikkate
alındığında irtifak bedelinin 257.693 TL olduğu kanaatine varıldığı
belirtilmiştir.
iv. Sonuç olarak toplam 2.184,95 m² büyüklüğündeki taşınmazın
1.249,75 m²sine el atılması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalma
dikkate alınmış ve ödenmesi gereken tazminat 257.693 TL olarak belirlenmiştir.
15. Mahkeme 12/2/2013 tarihinde ıslah dilekçesini de gözeterek
davanın kabulü ile bilirkişi raporunu hükme esas almış, 220.000 TL tutarındaki
maddi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar
vermiştir. Mahkeme ayrıca taşınmazın 1.249,75 m² büyüklüğündeki kısmı yönünden
irtifak hakkı tesisine ve bu kısmın idare adına tapuya tesciline hükmetmiştir.
Kararda, emsal taşınmaz ile başvurucuya ait taşınmazın dava tarihi itibarıyla
emlak rayiç bedelinin birbirine yakın olması nedeniyle bilirkişi raporunun
denetime elverişli olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Ayrıca bilirkişi
raporunda, tamamı başvurucuya ait olan 2.184,95 m² büyüklüğündeki taşınmazın
1.249,75 m²lik kısmı üzerinde TEİAŞ Genel Müdürlüğü adına yüksek gerilim enerji
nakil hattı geçirilmesi nedeniyle daimî
irtifak hakkı tesisi gerekeceği belirtildiği ifade edilerek ıslah talebi
doğrultusunda davanın kabulüne karar verildiği açıklanmıştır.
16. Kararın idarece temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesi
(Daire) 3/10/2013 tarihli kararıyla taleple bağlı kalınarak karar verildiği
hâlde gerekçe bölümünde kabul edilen tazminat miktarının açıkça belirtilmemesi
ve vekâlet ücretinin maktu olarak hüküm altına alınmaması gerekçeleriyle kararı
bozmuştur. Daire aynı kararda; alınan bilirkişi raporunun kanuna uygun
olduğunu, arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer
biçilmesinde ve irtifak hakkı bedelinin tespitinde isabetsizlik bulunmadığını
belirtmiştir.
17. Bozma kararına uyan Mahkeme 20/2/2014 tarihinde kamulaştırma
bedeline, ilk kararda olduğu gibi tescile ve maktu vekâlet ücretine
hükmetmiştir.
18. İdarenin kararı temyizi üzerine Daire, temyiz nedenlerinin
bozma ile kesinleşen yönlere ilişkin olduğunu belirterek hükmün onanmasına
karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi üzerine Daire 14/5/2015
tarihli kararında nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini belirterek
vekâlet ücreti yönünden hükmü düzelterek onamıştır. Karara karşı idare
tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır.
B. Başvuruya Konu Ek
Tazminat Davası Süreci
19. Başvurucu, fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulduğunu
belirterek açtığı ilk tazminat davasında taleple bağlı kalınarak 220.000 TL'ye
hükmedildiğini ve anılan yargılama esnasında alınan bilirkişi raporlarında
tazminat miktarının 257.693 TL olarak hesaplandığını ifade ederek 37.693 TL'nin
ilk dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi
istemiyle Adıyaman 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ek dava açmıştır.
Mahkeme 17/11/2016 tarihinde eldeki davanın ilk davanın devamı niteliğinde
olduğu, dava konusu taşınmaza yönelik kamulaştırmasız el atma iddiasının ve el
atma bedelinin kesinleşmiş hüküm ile ispatlandığı, başvurucunun ilk davada
sunduğu ıslah dilekçesinde fazlaya ilişkin talep ve dava hakkını saklı tuttuğu
gerekçeleriyle davanın kabulüne karar vermiştir.
20. TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından bu karara karşı istinaf
yoluna başvurulmuştur. İstinaf dilekçesinde özetle;
i. Bilirkişi raporunda, arsa için tespit edilen 235,88 TL birim
m² fiyatının rayiç bedellere göre çok fazla olduğu ifade edilmiştir.
ii. Asıl dava dosyasında taşınmazın değer kaybının %57,19 olarak
belirlenmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu açıklanmıştır.
iii. Asıl dava dosyasında bilirkişi raporunda emsal olarak
Eskisaray Mahallesi'nden bir taşınmaz alınması gerekirken Yeni Sanayi
Mahallesi'ndeki 900 ada 92 parsel sayılı taşınmazın emsal alınmasının usul ve
yasaya aykırı olduğu vurgulanmıştır.
iv. Asıl dava dosyasının bilirkişi raporunun hatalı
hazırlandığı, bilirkişi raporundaki irtifak değer düşüklüğü hesaplamasının
emsal Yargıtay kararları doğrultusunda yapılması gerektiği belirtilmiştir.
v. Kurumun fiilî el atma tarihinde imar planı bulunmadığından
taşınmazın arsa özelliğini taşımamakta olduğunun, taşınmazın fiilî el atma
tarihindeki durumunun dikkate alınması gerektiğinin altı çizilmiştir.
vi. Bilirkişi raporunda irtifak hakkı yerine tamamen zemin
kamulaştırma bedelinin hesaplandığı öne sürülmüştür.
vii. Davaya konu taşınmazdan geçirilen enerji nakil hattının
mevzuata uygun olduğuna, başvurucu açısından herhangi bir tazminatı gerektirir
zarar bulunmadığına dikkat çekilmiştir.
21. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 30/1/2017
tarihinde istinaf başvurusunun kabulü ile davanın reddine kesin olarak karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde;
i. Kısmi davadaki bilirkişi raporunda irtifak değer düşüklüğü
oranının hatalı olarak belirlendiğine ve hesaplandığına yönelik olarak öne
sürülen istinaf sebebi dışındaki istinaf itirazlarının kısmi davadaki hükmün
tespite ilişkin bölümünün kesin hüküm oluşturduğu gerekçesiyle yerinde olmadığı
kanaatine varılmıştır.
ii. Kısmi davadaki bilirkişi raporunda irtifak değer düşüklüğü oranının
hatalı olarak belirlendiğine ve hesaplandığına yönelik olarak öne sürülen
istinaf itirazının ise üzerinde durulması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre
tartışılması gereken husus kısmi davada alınan ve kesinleşen hükmün dayanağını
teşkil eden bilirkişi raporunun kısmi dava tutarını aşan bölümünün açılan ek
davada mahkemeyi bağlayacak nitelikte kesin bir delil mahiyetinde olup
olmadığıdır.
iii. Her dava, kural olarak tespit ve eda olmak üzere iki
kısımdan oluşur. Davanın kısmi nitelikte olması hâlinde önceden açılan davada
kesinleşen ilamın tespit kısmı, kalan kısım hakkında açılan ikinci davanın
tespit kısmı için kesin hüküm oluşturur ve kuşkusuz bağlayıcıdır. Öğreti ve
yargısal uygulamada; kısmi davanın retle sonuçlanması hâlinde tüm alacak hakkında
kesin hüküm oluşacağı, kısmi dava kısmen kabul kısmen retle sonuçlanırsa her
iki bölüm yönünden de kesin hüküm oluşacağı, kısmi dava tümüyle kabul edilirse
de kararın tespit bölümünün açılan ek dava için kesin hüküm oluşturacağı kabul
edilmiştir.
iv. Eş söyleyişle kısmi dava sonunda örneğin davalının borcu
ödemeye mahkûm edilmesi ya da kısmi davanın tamamen veya kısmen reddine karar
verilmiş olması hâlinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı ya da
yokluğu da tespit edilmiş olur ki bu tespit zorunlu olarak borç ilişkisinin
tümünü kapsar. Bu nedenle kısmi dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın
tespite ilişkin bölümü sonradan açılan ek dava için kesin hüküm oluşturur.
Kısacası ikinci davaya bakan mahkeme, kısmi davanın davalının sorumluluğuna ilişkin
bu tespit bölümüyle bağlıdır. Burada davalının haksızlığı olgusu artık
tartışılamaz hâle gelmiştir. Zira kesin hüküm bulunan bir konuda mahkemenin bu
yönün doğruluğunu yeniden araştırma ve inceleme konusu yapmasına hukuken olanak
bulunmamaktadır. Bu yön kamu düzenine ilişkin olup mahkemeler ve Yargıtayca
doğrudan doğruya (resen) gözönünde tutulmalıdır. Kısmi davada alınan bilirkişi raporlarının açılan ek dava
yönünden kesin delil olmayacağı gerek öğretide gerek yargısal uygulamada kural
olarak kabul edilmiştir.
v. Bilirkişi raporu takdirî delillerden olup kısmi davada
alacağın dava edilen miktar kadar olduğunu ispat için yeterlidir. Bilirkişi
raporunun kazanılmış hak teşkil etmesi verildiği ilk davada hükmedilen miktar
için olup daha önce açılan kısmi davada alınan bilirkişi raporu, sonradan
açılan ek davada hâkimi bağlamaz. Kısmi davanın tespite ilişkin bölümü kesin
hüküm oluştururken karara dayanak alınan bilirkişi raporu kesin delil hâline
gelmez. Açılan ikinci davaya konu edilen alacağın miktarının davacı tarafça
kanıtlanması gerekir. Bu nedenle ilk davada alınan bilirkişi raporu ikinci
davada talep edilen alacağın miktarının ispatı için mutlak olarak yeterli
sayılmaz. Kısmi davadaki bilirkişi raporu kesin delil niteliğinde olmadığı için
bu raporun esas alındığı ek davada verilen karara karşı davalı vekilince
yapılan istinaf başvurusunda bilirkişi raporuyla ilgili yapılan itirazların
incelenmesi imkânı vardır. Bu nedenle de eldeki dosyada davalı vekilinin açık
istinaf sebepleri doğrultusunda ilk davadaki bilirkişi raporunun denetlenmesi
cihetine gidilmiştir.
vi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2013/7-1728, K.2015/1036
sayılı kararında da belirtildiği üzere kısmi davada alınan bilirkişi
raporlarının açılan ek dava yönünden kesin delil olmayacağı gerek öğretide
gerek yargısal uygulamada genel prensip olarak kabul edilmiştir. Ne var ki
kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan rapor tümüyle inceleme ve itiraz
konusu yapılıp tüm yargısal denetim yollarından geçerek toplam alacak miktarını
ortaya koyacak şekilde kesinleşmiş ve taraflar yönünden yargısal denetim
yolları tüketilerek usulü kazanılmış haklar gerçekleşmişse kesin delil olarak
değerlendirilmesi gerekeceği de ortadadır. Bu nedenledir ki bilirkişi
raporlarının takdirî delil olduğu kural ise de somut olay özelliklerine göre
kesin delil niteliği alabileceği de gözardı edilmemelidir.
vii. Somut olay bu açıdan da değerlendirildiğinde kısmi davada
kesinleşen hükme esas alınan raporun tümüyle inceleme ve itiraz konusu yapılıp
tüm yargısal denetim yollarından geçerek toplam alacak miktarını ortaya koyacak
şekilde kesinleştiğini söylemek de mümkün değildir. Çünkü TEİAŞ Genel
Müdürlüğünün istinaf talebinde açıkladığı bilirkişi raporundaki hataları, kısmi
davadaki ilk temyiz dilekçesi olan 11/3/2013 tarihli temyiz dilekçesinde
ayrıntılı olarak belirtmemiş; bu temyiz dilekçesi üzerine bozma kararı farklı
sebeplerden verilmiştir. Bozma sonrası verilen ikinci karara karşı idarenin
yaptığı 27/3/2014 tarihli ikinci temyiz başvurusunda bilirkişi raporundaki irtifak
değer düşüklüğü oranıyla ilgili hataların ayrıntılı olarak belirtildiği Daire
kararında davalı idare vekilinin temyiz nedenlerinin bozma ile kesinleşen
yönlere ilişkin olduğu belirtilerek yani rapora karşı yaptığı bu ayrıntılı
itirazlar ve temyizi incelenmeksizin onama kararı verildiği görülmüştür.
Dolayısıyla da kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan raporun tümüyle
inceleme ve itiraz konusu yapılamadığı, bu nedenle somut olayın özelliklerine
göre de kesin delil niteliğini kazanmadığı, takdirî delil niteliğindeki
bilirkişi raporuyla ilgili istinaf itirazlarının değerlendirilebileceği sonuç
ve kanaatine varılmıştır.
viii. Kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan bilirkişi ek
raporuyla ilgili yapılan istinaf itirazları incelendiğinde bilirkişi raporunda
irtifak değer düşüklüğü oranı belirlenirken bir kısım hesap ve değerlendirme
hatasının yapıldığı, bu yöne münhasır olarak idarenin istinaf itirazının
yerinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
ix. Yargıtay uygulamalarında üzerinde irtifak hakkı kurulmuş
olan taşınmazda bu irtifak nedeniyle oluşacak değer düşüklüğünün (taşınmazın
cins ve niteliğine uygun kullanımı önemli ölçüde etkileyen özel bir durum
yoksa) irtifaktan etkilenen alanın mülkiyet değerinin arazide en fazla %35’ini,
arsada ise en fazla %50’sini geçmeyeceği açıklanmıştır.
x. İrtifak alanı 1.249,75 m² olan taşınmazın toplam alanı
2.184,95 m² olduğuna göre ayrıca arsa niteliğindeki taşınmazlarda değer
düşüklüğünün en fazla %50 olabileceği dikkate alınıp hesaplama doğru şekilde
yapıldığında (1.249,75x%50/2.184,95=) 0.28599 oranına ulaşılmakta yani irtifak
nedeniyle değer düşüklüğü oranının en fazla %28,59 olabileceği ortaya
çıkmaktadır. İrtifak bedeli, bu değer düşüklüğü oranı üzerinden hesaplandığında
ise irtifak bedelinin (%28,59x2.184,95x235,88=) 147.348,85 TL olduğu sonucuna
varılmaktadır. Bu durumda başvurucunun kısmi ve ek davada toplam olarak talep
edebileceği (irtifak bedeli) miktar 147.348,85 TL'dir. Başvurucu tarafından
3/8/2012 tarihinde Adıyaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/31 Esas sayılı
dosyasında açılan kısmi davada 220.000 TL irtifak bedeli alındığına göre ek
davada davacının hak ettiği bir miktar kalmamakta, dolayısıyla da ek davanın
reddine karar verilmesi gerekmektedir.
xi. Ancak ilk derece mahkemesince yanılgılı değerlendirmeyle
bilirkişi raporundaki hatalı hesaplama esas alınarak ek davanın da kabulüne
dair karar verilmiştir. İdarenin açıklanan bu yöne münhasır olmak üzere
bilirkişi raporuna ve rapor esas alınarak ek davanın kabulüne dair karara karşı
itirazları ve istinaf talebi yerindedir.
22. Nihai karar 9/2/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
23. Başvurucu 13/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
24. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz
malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile
yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve
taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar
verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren
en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın
malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de
tebliğ olunur.
…
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası
için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler
marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için
mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin
beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz
malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler.
Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak
duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu
duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve
bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde
gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir
bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya
raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir
kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz
mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece,
kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı
halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma
bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve
paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların
bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md)
Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde
sonuçlandırılamaması halinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden
itibaren kanuni faiz işletilir.
…”
25. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma
bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“15 inci madde uyarınca oluşturulacak
bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere
mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten
sonra taşınmaz mal veya kaynağın;
a) Cins ve nevini,
b) Yüzölçümünü,
c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve
unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,
d)Varsa vergi beyanını,
e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca
yapılmış kıymet takdirlerini,
f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın
kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması
halinde getireceği net gelirini,
g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki
özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,
h) Yapılarda, (…)(2) resmi birim fiyatları ve
yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,
ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif
ölçüleri,
Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu
unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da
dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz
malın değerini tespit ederler.
Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer
artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr
dikkate alınmaz.
...”
26. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun "Belirsiz alacak ve tespit
davası" kenar başlıklı 107. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Davanın açıldığı
tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu
hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek
suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat
sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin
mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir."
27. 6100 sayılı Kanun'un "Kapsamı
ve sayısı" kenar başlıklı 176. maddesi şöyledir:
“(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul
işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.
(2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah
yoluna başvurabilir.”
28. 6100 sayılı Kanun'un
"Islahın zamanı ve şekli" kenar başlıklı 177. maddesi
şöyledir:
“(1) Islah, tahkikatın sona ermesine kadar
yapılabilir.
(2) Islah, sözlü veya yazılı olarak
yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya
ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu
yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek
amacıyla karşı tarafa bildirilir".
29. 6100 sayılı Kanun'un
"Islahın etkisi" kenar başlıklı 179. maddesi şöyledir:
“(1) Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği
noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu
doğurur.
(2) Ancak ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi
rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya
henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini
ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah
ile geçersiz kılınamaz.
(3) Şu kadar ki, ıslahtan sonra yapılacak
tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde tutulması gerekmiyorsa, bunlar
da yapılmamış sayılır."
2. Yargıtay Kararları
30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/3/2015 tarihli ve
E.2014/4-840, K.2014/837 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“...Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne
gelen uyuşmazlık; kısmi davada alınan rapor ve verilen kararın eldeki ek davaya
etkisinin ne olacağı ve buna göre yeniden bilirkişi incelemesi yapılarak rapor
alınması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Hemen burada, kısmi dava ve ek davanın etkisi
üzerinde durulmalıdır.
Her dava, kural olarak iki kısımdan; tespit ve
eda kısımlarından oluşur. Davanın kısmi nitelikte olması halinde önceden açılan
davada kesinleşen ilamın tespit kısmı, kalan kısım hakkında açılan ikinci
davanın tespit kısmı için kesin hüküm oluşturur ve kuşkusuz bağlayıcıdır.
Öğreti ve yargısal uygulamada; kısmi davanın
redle sonuçlanması halindetüm alacak hakkında kesin hüküm oluşacağı kısmi dava
kısmen kabul kısmen redle sonuçlanırsa her iki bölüm yönünden de kesin hüküm
oluşacağı, kısmi dava tümüyle kabul edilirse de kararın tespit bölümünün açılan
ek dava için kesin hüküm oluşturacağı kabul edilmiştir.
Eş söyleyişle; kısmi dava sonunda davalının
borcu ödemeye mahkum edilmesi veya kısmi davanın tamamen veya kısmen reddine
karar verilmiş olması halinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı ya
da yokluğu da tespit edilmiş olur ki bu tespit zorunlu olarak borç ilişkisinin
tümünü kapsar. Bu nedenle kısmi dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın
tespite ilişkin bölümü sonradan açılan ek dava için kesin hüküm oluşturur.
Kısacası ikinci davaya bakan mahkeme, kısmi
davanın davalının sorumluluğuna ilişkin bu tespit bölümüyle bağlıdır. Burada
davalının haksızlığı olgusu artık tartışılamaz hale gelmiştir. Zira, kesin
hüküm bulunan bir konuda mahkemenin bu yönün doğruluğunu yeniden araştırma ve
inceleme konusu yapmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu yön kamu düzenine
ilişkin olup mahkemeler ve Yargıtayca doğrudan doğruya (resen) göz önünde
tutulmalıdır.
Kısmi dava sürerken ek davanın açılmış olması
halinde davalı ilk itirazda bulunarak birleştirme istememişse kısmi dava ile ek
dava birleştirilemez. Ancak, ek davaya bakan mahkeme kısmi davanın
sonuçlanmasını bekletici sorun yapmalıdır. Çünkü, kısmi dava tamamen veya
kısmen reddedilecek olursa bu karar ek dava için kesin hüküm teşkil edecek,
kısmi dava tamamen kabul edilirse de kararın tespite ilişkin bölümü ek dava
için kesin hüküm teşkil edecektir.
Açıklanan hususlar Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15.02.1980 gün ve 1980/9-73 E. 1980/186 K., 02.06.1982 gün ve
1981/11-1130 Esas 1982/549 Karar ve 09.11.1988 gün ve 1988/15-572 Esas 1988/898
K. sayılı kararlarında da açıkça vurgulanmıştır.
Kısmi davada alınan ve kesinleşen hükmün
dayanağını teşkil eden bilirkişi raporunun kısmi dava tutarını aşan bölümünün
açılan ek davada mahkemeyi bağlayacak nitelikte bir kesin delil mahiyetinde
olup olmadığı konusundaki uyuşmazlığa gelince;
Kural olarak, kısmi davada alınan bilirkişi
raporlarının açılan ek dava yönünden kesin delil olmayacağı gerek öğretide
gerek yargısal uygulamada kabul edilmiştir. Ne var ki, kısmi davada kesinleşen
hükme esas alınan rapor tümüyle inceleme ve itiraz konusu yapılıp, tüm yargısal
denetim yollarından geçerek toplam alacak miktarını ortaya koyacak şekilde
kesinleşmiş ve taraflar yönünden yargısal denetim yolları tüketilerek usulü
kazanılmış haklar gerçekleşmişse kesin delil olarak değerlendirilmesi
gerekeceği de ortadadır. Bu nedenledir ki, bilirkişi raporlarının takdiri delil
oldukları kural ise de somut olay özelliklerine göre kesin delil niteliği
alabilecekleri de göz ardı edilmemelidir.
Nitekim, somut olayda da davacı tarafından
davalı aleyhine açılmış bulunan ve yukarıda ayrıntıları ile safahatı açıklanan
kısmi dava taleple bağlı kalınarak sonuçlanmış; böylece davaya dayanak alınan
hukuki ilişkinin varlığı saptanarak, davalının sorumluluğu da kesinleşen bu
hükümle tespit edilmiştir. Bu kararın tespite ilişkin bölümünün sonradan açılan
eldeki ek dava için kesin hüküm oluşturacağında kuşku bulunmamaktadır.
Bu aşamada Mahkemece ilk davada taleple bağlı
kalınarak hükmedilen kısımdan arta kalan kısım için açılan ek davada ilk dava
aşamasında kesinleşen olgular kararın tespit bölümü yönünden kesin hüküm
oluştururken, karara dayanak alınan bilirkişi raporunun da kesin delil haline
gelip gelmeyeceği hususu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Davalının sorumluluğunu tespit eden bu kesin
hükmün içeriği, dosya safahati ve özellikle hükmüne uyulan bozma ilamları ile
kısmi davada verilen hükmü onayan daire kararının kesinleşen olguların inceleme
konusu yapılamayacağı gerekçesi karşısında, kısmi davada hükme dayanak alınan
bilirkişi raporundaki tespitler de gerek davacı gerek davalı yönünden
kesinleşerek bağlayıcı hal almıştır.
Özellikle, davalı tarafın kısmi davada verilen
son kararı temyizinde bilirkişi raporuna yönelik temyiz itirazları, daha önce
hükmüne uyulan bozma ilamları içeriğine göre kesinleştiği ifade edilerek
reddedilmiş, karar onanmış; böylece kesinleşen kısmi davada hükme esas alınan
rapor davalı yönünden kesinleşmiştir. Davacı ise raporlara itiraz etmemekle
burada ortaya konan tazminat miktarı ile kendisini bağlamıştır. Taraflar
açısından kesinleşen bu hususların yeniden inceleme konusu yapılması hukuken
olanaklı değildir.
Zira kısmi davada alınan raporlar yargısal
denetimler sırasında değerlendirilmiş; sonra açılacak davada halledilecek bir
yön bırakılmadan raporlarla ilgili ayrıntılı değerlendirmelerle bozma nedenleri
ortaya konulmuş; bozma ilamına uyularak ve gerekleri yerine getirilerek
oluşturulan mahkeme kararı da bu kesinleşme olgusu da ifade edilerek
onanmıştır. Kısmi davadaki raporlara davalı itiraz etmiş; bu itirazlarını
temyiz isteklerine de konu etmişse de bunlar Özel Dairece incelenerek sonuçta
hükmüne uyulan ilamlar çerçevesinde ve alacağın tamamının miktarını da ortaya
koyan ancak taleple bağlı kalarak verilen mahkemenin kabul kararı onanarak
kesin halini almıştır. Kısmi dava için açıklanan şekilde oluşturulan mahkeme
hükmü ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde toplam alacak miktarının da
ortaya konulduğu ancak taleple bağlı kalınarak karar verildiği belirgindir.
Görülmektedir ki, somut olayda, kısmi davada
alınan ve kesinleşen hükmün dayanağını teşkil eden bilirkişi raporunun kısmi
dava tutarını aşan bölümü de açılan eldeki ek dava yönünden hem tarafları hem
de mahkemeyi bağlayacak nitelikte kesin bir delil mahiyetini almış; kısmi
davada kesinleşen bu rapor içeriği de dayanak alınarak hükme varılmıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında
bir kısım üyelerce kısmi davada alınan bilirkişi raporu içeriğinin ve raporda
tespit edilen miktarın, kısmi davada bilirkişi raporunun irdelenmemesi
nedeniyle eldeki ek dava yönünden bağlayıcı kabul edilmesinin mümkün olmadığı;
alacak miktarının belirlenmesi için mahkemece yeniden bilirkişi incelemesi
yaptırılması gerektiği; kesin hüküm veya kesin delilin ancak ilk davada talep
edilen miktar için sözkonusu olabileceği gerekçeleriyle mahkeme kararının Özel
Daire bozma kararı doğrultusunda bozulması gerektiği görüşünü dile getirilmiş
ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O halde, Mahkemenin kısmi davada tespit edilen
olgularla kendisini bağlı kabul etmesi ve ayrıca taraflar açısından da
bağlayıcı hale gelen kısmi davadaki rapor içeriğini ve raporda tespit edilen
miktarı hükmüne dayanak alması yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya
uygun olup, direnme kararının açıklanan nedenlerle onanması
gerekmiştir..."
B. Uluslararası Hukuk
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No:
37203/05, 31/5/2016, §§ 4-19) kararına konu olayda, başvurucuların taşınmazının
bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis
edilmeksizin enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucular tarafından
kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında mahkeme bilirkişi
görüşüne başvurmuş ve bilirkişi, taşınmazın bir bölümünün üzerinden enerji
nakil hattı geçirilmiş olması dolayısıyla değerinin %9 oranında azaldığını
kabul ederek tazminat hesaplamıştır. Ancak mahkemece, Yargıtay kararlarında
kamu irtifakı kurulması nedeniyle taşınmazda oluşacak değer düşüklüğünün
taşınmazın toplam değerinin %2'sini geçemeyeceğinin belirtildiği gerekçe
gösterilerek zararın taşınmaz değerinin %2'siyle sınırlı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Mahkeme, bu görüşten yola çıkarak bilirkişi raporundaki tespite
rağmen taşınmazın değerinin %7'sine isabet eden tazminat istemi yönünden davayı
reddetmiş ve söz konusu karar Yargıtay tarafından onanmıştır.
33. AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı
taşınmazın gerçek değerinin %9'u olarak tespit edildiği hâlde yerel mahkemenin
Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin %2'si ile
sınırlandırdığına işaret ettikten sonra yargı mercilerince bunun gerekçesinin
açıklanamadığını vurgulamıştır. AİHM, Yargıtayın farklı durumların gözönünde
bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmazının
değerinin %7'sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiş ve
bunun da kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade
ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-40).
34. Kutlu ve
diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11, 13/12/2016) kararında da
kamulaştırılan bir taşınmazın bilirkişi raporunda objektif değer artışının %40
oranında belirtilmesine rağmen derece mahkemelerince %25 olarak belirlenmesi
mülkiyet hakkı bağlamında incelenmiştir. AİHM; derece mahkemelerinin bilirkişi
raporundaki sonuçların gözardı edilmesinin nedenlerini somut ve yeterli
gerekçelerle açıklaması gerektiğini, somut olayda ise gözönünde bulundurulacak
ölçütlerin basit bir anlatımının mahkemece değer düşüklüğü oranının %25 ile
sınırlandırılmasına yol açan kriterlerin neden ve nasıl dikkate alındığı
belirtilmediği için yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemeyeceğini
belirtmiştir. AİHM; sonuç olarak tazminat miktarının belirlenme şeklinin söz
konusu miktarın maruz kalınan zarara makul bir şekilde uygun olduğunu belirtmeye
imkân vermediği gerekçesiyle ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine karar vermiştir (Kutlu ve
diğerleri/Türkiye, §§ 62-76).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 8/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu, kendisi tarafından açılan kamulaştırmasız el
koymadan kaynaklı tazminat davasının Yargıtay aşamasından geçerek
kesinleştiğini dile getirmiştir. Başvurucuya göre kesinleşmiş hüküm ve
bilirkişi raporu bulunmasına rağmen açılan ek davanın reddedilmesi, usule
ilişkin kazanılmış hakkın ortadan kaldırması anlamına gelmektedir. Başvurucu,
kesin delilin ve önceki mahkeme kararlarının yok hükmünde sayılmasının
hakkaniyete aykırı olduğunu öne sürmüş; bu gerekçelerle eşitlik ilkesi ile adil
yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı
35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
38. Anayasa'nın "Kamulaştırma"
kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:
"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu
yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla,
özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla
gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî
irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan
artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun
uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla
gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme
süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan
doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları
için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özünün kamulaştırma
bedelinin miktarına ilişkin olduğu gözetildiğinde şikâyetlerin tümünün mülkiyet
hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
40. Başvurucunun kamulaştırmasız el atma bedelinin tespitine
ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığından ve başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı ile
Müdahalenin Varlığı ve Türü
41. Başvuru konusu olayda ilgili taşınmaz, başvurucu adına
tapuda kayıtlı olduğundan mülkün varlığında bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu
taşınmazın 1.249,75 m² yüz ölçümlük kısmına ise -kamulaştırma yapılmadan enerji
nakil hattı geçirilmek suretiyle- idare tarafından el atılmıştır. Dolayısıyla
müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde
incelenmesi gerekir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
42. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
43. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel
ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için
müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük
ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
i. Kanunilik
44. Somut olayda başvurucunun taşınmazına kanunda öngörülen
usuller çerçevesinde idari irtifak tesis edilmediği derece mahkemelerince
tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bu tespitten ayrılmayı gerektirir bir
durum görmemiştir. Bununla birlikte mevcut başvuru, söz konusu müdahale
sebebiyle ödenmesi gereken tazminatın taşınmazın gerçek değerini yansıtıp
yansıtmadığı ile ilgilidir. Bu sebeple müdahalenin meşru amacı ile bağlantılı
olarak ölçülü olup olmadığı incelenerek sonuca varılacaktır.
ii. Meşru Amaç
45. Başvuruya konu taşınmazdan enerji nakil hattı geçirilmesinde
kamu yararı amacının bulunduğu açıktır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
46. Ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin
ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik
ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca
daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise
bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149,
K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2016/16, K.2016/37,
5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
47. Mülkiyet hakkından yoksun bırakma biçimindeki müdahalelerde,
hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken
adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir
ifadeyle mülkten yoksun bırakmalarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle
malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır.
Anayasa'nın 46. maddesi uyarınca kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının
sona erdirildiği hâllerde malike ödenmesi gereken tazminat taşınmazın gerçek
bedelidir. Bu itibarla taşınmazın gerçek bedelinin ödenmediği durumlarda somut
olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna
ulaşılabilir (Cevat Aydın, B. No:
2014/13886, 4/10/2017, § 59).
48. Kamulaştırma yoluyla malikin mülkiyet hakkının sona
erdirildiği hâllerde taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi orantılılık
ilkesinin gereğidir. Taşınmaz bedelinin tespiti teknik ve uzmanlık gerektiren
bir konudur. Bu nedenle kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespiti uzman
mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve
görevindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi
Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda
bedel veya değer düşüklüğü karşılığını hesaplamak gibi bir görevi de
bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile
ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden yapacağı tespit, orantılılık
incelemesinden ibarettir (Mukadder Sağlam ve
diğerleri, B. No: 2019/2511, 22/1/2015, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No:
2014/1964, 23/2/2017, § 52).
49. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler
arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü
olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz
konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından
söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve
yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk
davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte
mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia
ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek
karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve
Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563,
24/5/2018, § 53).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
50. Başvurucunun kamulaştırmasız el atma nedeniyle açtığı
tazminat davasında Mahkeme, maddi tazminatla birlikte taşınmazın 1.249,75 m²
büyüklüğündeki kısmı yönünden irtifak hakkı tesisine ve idare adına tapuya
tesciline hükmetmiştir.
51. Somut olayda başvurucu tarafından fazlaya ilişkin talep ve
dava hakkı saklı kalmak koşuluyla açılan ilk dava sürecinde Mahkemece irtifak
bedeli belirlenmiştir. Buna göre Mahkeme, irtifak bedelini 257.693 TL olarak
tespit etmiş ancak taleple bağlı kalarak 220.000 TL tazminata hükmetmiştir.
Anılan hüküm -tazminata ilişkin hüküm aynı kalmak kaydıyla- verilen ilk bozma
kararının ardından temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek
kesinleşmiştir.
52. Yukarıda da değinildiği üzere kamulaştırma bedelinin
belirlenmesi görevi bu davalarda uzman derece mahkemelerine düşmektedir.
Anayasa Mahkemesi, gerekli usul güvencelerinin sağlanması kaydıyla ve keyfî
olmadığı veya bariz bir hata içermediği sürece kamulaştırma bedelinin
hesaplanmasına ve tespitine karışmaz. Nitekim başvurucunun açtığı ilk davada da
taraflar arasında yapılan çelişmeli yargılama sonucunda bilirkişi raporuna
dayalı olarak kamulaştırma bedelinin belirlendiği ve Yargıtayca denetlenerek
bir sonuca varıldığı görülmektedir. Başvurucunun da bu davada karar
kesinleştikten sonra ek dava açarak raporda belirtilen kalan tazminat tutarını
talep ettiği anlaşılmaktadır.
53. Ancak ek dava, Bölge Adliye Mahkemesince reddedilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin yeniden bilirkişi raporunu denetleyerek hatalı
bulduğu için ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak davayı reddettiği
anlaşılmaktadır. Bölge Adliye Mahkemesi bu sonuca varırken önceki davadaki
bilirkişi raporuna davalı idare tarafından her yönüyle itiraz edilmediğine
vurgu yapmıştır.
54. Bununla birlikte Bölge Adliye Mahkemesinin de açık bir
biçimde belirttiği üzere davalı idarenin önceki davada itiraz etmediği hususlar
üzerinden zaten ilk derece mahkemesi ile Yargıtay tarafından denetlenmiş ve
itiraz edilmemiş bir raporun yeniden yargısal denetime tabi tutulduğu
görülmektedir. Üstelik ilk davada gerekli itirazlarda bulunmadığı tespit edilen
davalı idarenin ek davada da cevap dilekçesinde rapora yönelik açık bir
itirazının olmadığı, yalnızca istinaf dilekçesinde itirazlarını dile getirdiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda yargısal denetimden geçtiği ve yukarıda yer verilen Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararına göre de artık bağlayıcı duruma gelmiş olduğu (bkz. § 30)
hâlde daha önce ileri sürülmeyen yeni itirazlarla raporun tartışılabilir
kılındığı, bu sonuca varılmasında ise başvurucunun bir kusurunun bulunmayıp
netice itibarıyla idarenin kendi kusurundan yararlanmasına yol açıldığı
değerlendirilmektedir. Mahkemenin bu uygulaması hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ile bağdaşmadığı gibi mülkiyet hakkının korunması için
yargılama usulünde öngörülen güvencelerin sağlanmaması nedeniyle adil dengeyi
bozmuştur. Ayrıca bu sonucun başvurucunun yargısal denetim amacıyla açtığı
davanın kendi kusuru olmaksızın reddedilmesine yol açtığı söylenebilir.
55. Dolayısıyla somut olay bağlamında kamulaştırma usulleri
uygulanmaksızın başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usul
güvencelerinden yoksun bırakıldığı, bu yüzden başvurucuya şahsi olarak aşırı ve
olağan dışı bir külfet yüklendiğinden söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil
dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
58. Başvurucu, manevi tazminat ödenmesi ve yeniden yargılama
yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55- 57).
61. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin
ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir
örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin
yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir
yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59,
66, 67).
62. Somut olay bağlamında kamulaştırma usulleri uygulanmaksızın başvurucunun mülkiyet hakkının
korunmasının gerektirdiği usul güvencelerinden yoksun bırakılması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut
başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
63. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216
sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken
iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna
ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir
karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzere Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
64. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk
Dairesine (E.2017/35) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/9/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Olayda başvurucunun toplam büyüklüğü 2.184,95 m² olan arsa
niteliğindeki taşınmazının 1.249,75 m²lik kısmının üzerinden kamulaştırma
yapılmadan veya idari irtifak tesis edilmeden 1986 yılında enerji nakil hattı
geçirilmiştir. Başvurucu TEİAŞ aleyhine Mahkemede kamulaştırmasız el atma
nedeniyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle tazminat davası
açmıştır.
2. Mahkemece yapılan keşif sonucunda düzenlenen bilirkişi
raporunda irtifak nedeniyle taşınmazın değerinin toplamda %57,19 oranında
azaldığı, irtifak bedelinin ise 293.770,02 TL olduğu belirtilmiş, ancak
yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre arsa vasfındaki taşınmazlar için değer
düşüklüğü oranının %50'yi geçemeyeceği dikkate alınarak irtifak bedeli 257.693
TL olarak hesaplanmıştır.
3. Mahkeme bilirkişi raporundaki hesaplama yöntemini kabul etmiş
ise de başvurucunun talebini de dikkate alarak 220.000 TL tutarındaki maddi
tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
4. Başvurucu, bilirkişi tarafından tespit edilen 257.693 TL'nin
kalan kısmı olan 37.693 TL'nin tazmini istemiyle ek dava açmıştır. Mahkeme
davayı kabul ederek 37.693 TL'nin tazminat olarak başvurucuya ödenmesine
hükmetmiştir. Davalı idare diğer iddialarının yanında asıl dava dosyasında
taşınmazın değer kaybının %57,19 olarak belirlenmesinin usul ve yasaya aykırı
olduğunu da ileri sürerek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge Adliye
Mahkemesi yukarıda belirtildiği üzere (bkz. § 21) detaylı bir biçimde önceki
davaya sunulan bilirkişi raporunun kesin delil teşkil edip etmeyeceğini
tartıştıktan sonra somut olayın koşullarında bunun takdiri delil olarak kabulü
gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi bundan sonra bilirkişi
raporunda irtifak değer düşüklüğü oranının belirlenmesinde hesap hataları
yapıldığını tespit etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesine göre değer düşüklüğü
oranı %57,19 değil, %28,59'dur. Bu oran dikkate alındığında başvurucunun toplam
olarak talep edebileceği (irtifak bedeli) tutarı 147.348,85 TL'dir. Dolayısıyla
da ek davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.
5. Anayasa Mahkemesi çoğunluğu ise Bölge Adliye Mahkemesinin bu
yaklaşımının mülkiyet hakkının usul güvencelerine aykırı olduğu sonucuna
ulaşmıştır. Çoğunluk kararı bu değerlendirmeyi Bölge Adliye Mahkemesinin
belirlediği tutarın taşınmazın gerçek bedeline tekabül edip etmediğinden
bağımsız olarak yapmıştır. Aşağıda açıklayacağım gerekçelerle çoğunluğun
ulaştığı sonuca katılmıyorum:
6. Çoğunluk kararında "başvurucunun
mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği usul güvencelerinden yoksun
bırakıldığı" ifade edilmiş ise de hangi anayasal usul
güvencesinin ihlal edildiği açıklanmamıştır. Bilindiği gibi malikin mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin hukuka aykırılığıyla ilgili iddialarını ileri
sürebileceği ve gerekirse uğradığı zararın tazminini isteyebileceği yargısal
mekanizmaların oluşturulması, bu yargı sürecinde de malikin tüm esaslı
iddialarının titizlikle incelenmesi ve araştırılması, malikin idarenin
karşısında dezavantajlı konuma düşürülmemesi ve yargılamanın sonucunda da
ilgili ve yeterli gerekçe içeren bir karar verilmesi mülkiyet hakkının usul
güvencelerindedir. Ancak mülkiyet hakkının usul güvenceleriyle kastedilenin
anayasal düzeydeki güvenceler olduğu unutulmamalıdır. Anayasa Mahkemesinin
yükümlülüğü anayasal düzeydeki güvencelere uyulup uyulmadığını denetlemek olup
kanuni düzeydeki güvencelere aykırı davranılıp davranılmadığını inceleme görevi
bulunmamaktadır.
7. Çoğunluğun gerekçesi gözetildiğinde aslında kapsamı ve
sınırları yargı kararlarında ve doktrinde dahi tartışmalı olan kanun
düzeyindeki bir güvencenin anayasal güvence seviyesine çıkarıldığı
görülmektedir. Çoğunluk kararında, kesin
delilin bağlayıcılığı kuralının anayasal bir güvence olduğu kabul
edilmiştir. Oysa kesin delilin
bağlayıcılığı biçiminde bir ilkeyi Anayasa'dan türetmek mümkün değildir. Hukuk
devleti ilkesi de böyle bir ilkenin kaynağı olamaz.
8. Ne tür delillerin kesin delil niteliğinde olduğu da
tartışmalıdır. Yargıtayda bu hususta bir görüş birliği bulunmamaktadır.
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu meseleye müdahil olmaması gerekir. Usul
hükümlerinin uygulanması ve yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir.
Anayasa Mahkemesi ancak bariz takdir hatası veya keyfilik bulunması halinde
buna müdahale edebilir.
9. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesinin kararına bakıldığında
çok kaliteli bir tartışmanın sonucunda ana yargılamadaki bilirkişi raporunun ek
davada kesin delil teşkil etmediği sonucuna ulaşıldığı görülmektedir. Bölge
Adliye Mahkemesinin tespitine göre bilirkişi, değer düşüklüğü oranını sadece
irtifak alanı için değil, tüm taşınmaz için hesaplamış ve bu suretle malike
ödenmesi gereken tazminat tutarını olması gerekenden daha yüksek belirlemiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi bilirkişi tarafından yapılan bu hatanın temyiz
itirazında ileri sürülmemiş olmasını ve dolayısıyla Yargıtay tarafından
tartışılmamış olmasını gözeterek bilirkişi raporunun kesin delil değil, ancak
takdiri delil olabileceği sonucuna ulaşmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi bilirkişi
raporunun delil niteliği tartışmış gerekçelerini ortaya koyarak neden hükme
esas almadığını belirtmiştir. Bu koşullarda Bölge Adliye Mahkemesinin bilirkişi
raporunun takdiri delil olduğu yolundaki yaklaşımının bariz takdir hatası veya
keyfilik içerdiğini söylemek haksızlık olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin
müdahalesini gerektiren bur durum bulunmamaktadır.
10. Kamulaştırmasız el atma durumunda anayasal yönden sağlanması
gereken güvence taşınmazın gerçek bedelinin ödenmesidir. Mülkiyet hakkının usul
güvencelerinin temel amacı taşınmazın gerçek bedelinin belirlenmesini
sağlamaktır. Taşınmazın gerçek bedeline hükmedildiği tespit edildikten sonra
birtakım usul hükümlerine uyulmamış olması mülkiyet hakkının ihlaline yol
açmaz. Usul güvenceleri taşınmazın gerçek bedelinin tespitine hizmet ettiği
ölçüde anayasal öneme sahiptir. Usul güvencelerinin taşınmazın gerçek bedelinin
tespitinden bağımsız bir anayasal önemi bulunmamaktadır. Bu bağlamda Anayasa
Mahkemesi yönünden önem taşıyan husus taşınmazın gerçek bedelinin ödenip
ödenmediğidir. Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme ise taşınmazın gerçek
bedelinin ödenip ödenmediğiyle sınırlı olacaktır.
11. Çoğunluk kararında Bölge Adliye Mahkemesinin ek davayı
reddetmesinin taşınmazın gerçek bedelinin tespitine etkisi bulunup
bulunmadığından bağımsız olarak değerlendirme yapılmıştır. Diğer bir ifadeyle
çoğunluk kararında salt önceki bilirkişi raporuyla yapılan tespitin aynen kabul
edilmemiş olması sebebiyle ihlal bulunmuş; Bölge Adliye Mahkemesinin ek davada
belirlediği tutarın taşınmazın gerçek değerini yansıtıp yansıtmadığı yönünde
bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu yaklaşım taşınmazın kendisini değil de asıl
davada bilirkişi tarafından belirlenen tutarı mülk haline getirmektedir. Oysa
uyuşmazlığa konu mülk, üzerinden enerji nakil hattı geçirilen taşınmazdır,
bilirkişinin hesapladığı tutar değil.
12. Çoğunluk kararındaki yaklaşım kapsamı ve sınırları yargı
kararlarında ve doktrinde bile tartışmalı olan kesin
delilin bağlayıcılığı ilkesini, anayasal bir güvence olduğu
hususunda tereddüt bulunmayan kesin hükmün
dokunulmazlığı ilkesinin bile ötesine geçirmiştir. Bilindiği gibi
kesin hükmün dokunulmazlığı ilkesi bile mutlak değildir. İstisnai hallerde
kesin hükmün kaldırılmasının Anayasa'ya aykırı olmayabileceği kabul
edilmektedir. Çok ağır yargısal hataların yapıldığı hallerde kesinleşmiş bir
hükmün makul sayılabilecek bir süre içinde başvurulması koşuluyla
kaldırılmasının Anayasa'yı ihlal etmeyeceği Anayasa Mahkemesi kararlarında
kabul edilmektedir. Nitekim yargılamanın yenilenmesi gibi müesseselerin amacı
da budur. Yargıtayın özellikle iş uyuşmazlıklarına bakan dairelerinde
-hesaplama yanlışlığı gibi- çok bariz hataların yapılması halinde maddi hata
düzeltme yoluyla kesinleşmiş hükümler kaldırılabilmektedir. Bilirkişi raporunda
tespit edilen tutarın bile -açık hata bulunsa dahi- değiştirilemeyeceğinin
savunulması Yargıtayın iş uyuşmazlıklarına bakan dairelerinin tüm
uygulamalarının Anayasa aykırı olduğunun kabulü anlamına gelecektir.
13. Yukarıda belirtilen gerekçeler birlikte değerlendirildiğinde
başvurucunun sebepsiz zenginleşmesine yol açacak şekilde hatalı bir hesaplamaya
dayandığı açık olan bir bilirkişi raporunun, kapsamı ve sınırları yargı
kararlarında ve doktrinde bile tartışmalı olan ve anayasal bir güvence
mahiyetinde olmayan kesin delilin
bağlayıcılığı biçimindeki usul hukuku ilkesi gerekçe gösterilerek
başka bir yargılamada bağlayıcı olduğunun kabulü isabetli değildir. Hakikatte
söz konusu bilirkişi raporunun delil değerini takdir etmek derece mahkemesinin
yetkisindedir. Bölge Adliye Mahkemesinin gerekçesine bakıldığında bu yetkinin
kullanımında keyfi davranılmadığı gibi bariz bir takdir hatası da
yapılmamıştır. Başvurucu lehine hükmedilen 220.000 TL tazminatın taşınmazın
gerçek değerini karşılamadığı da tespit edilmediğine göre başvuruya konu
yargılamada mülkiyet hakkının anayasal güvencelerini ihlal eden hiçbir yön
bulunmamaktadır.
Açıklanan gerekçelerle çoğunluk kararına katılmıyorum.