TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HAKAN YAKAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/17310)
|
|
Karar Tarihi: 19/10/2021
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Çağlar ÖNCEL
|
Başvurucu
|
:
|
Hakan YAKAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan Hüseyin ERDOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması
nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 16/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 12/1/2013 tarihinde bel ağrısı şikâyetiyle
Gölbaşı Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş, yapılan muayene sonucunda
doktorun talimatıyla hemşire, başvurucuya enjeksiyon işlemi uygulamıştır.
Enjeksiyondan kısa süre sonra sol bacağında uyuşma ve ağrı şikâyetleri meydana
gelen başvurucu, 21/1/2013 tarihinde Hastaneye müracaat etmiştir. Burada
yapılan tetkikler sonucunda başvurucuda siyatik sinir lezyonu oluştuğu
belirlenmiştir. Ankara Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde üç hafta süre ile fizik tedavi uygulanan başvurucunun iyileşme
olanağının bulunmadığı tespit edildiğinden tedavisine son verilmiştir.
9. Başvurucu, gerekli dikkat ve özen gösterilmeden hatalı
şekilde yapılan enjeksiyonun sol ayak sinirini zedelemesi sonucunda kısmi felç
oluştuğunu belirterek meydana gelen manevi zararlarının tazmini istemiyle
Sağlık Bakanlığı aleyhine 23/9/2013 tarihinde tam yargı davası açmıştır.
10. Ankara 12. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen
yargılama sırasında alınan 22/8/2014 tarihli Adli Tıp Kurumu (ATK) raporunda; başvurucuya
yapılan intramüsküler enjeksiyon sonucunda ilaçların doku içi yayılımı
ile sinir hasarına neden olabileceklerinin tıbben bilindiği, somut olayda
enjeksiyonun yapılış tekniği ve uygulanan bölgenin uyumsuzluğuna dair delil
bulunmadığı belirtilmiştir. Raporda, meydana gelen neticenin her türlü özene
rağmen gerçekleşebilecek nitelikte, ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon
olduğu, bu itibarla sağlık personeline kusur izafe edilemeyeceği
bildirilmiştir.
11. Mahkeme tarafından 27/11/2014 tarihinde davanın
reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, ATK raporuna göre enjeksiyonu
yapan hemşire ile talimatı veren doktora kusur yüklenmesinin mümkün olmadığı ve
şikâyetleri nedeniyle başvurucuya enjeksiyon yapılmasının tıbbi kurallar içinde
olduğu belirtilerek davanın ispatlanamadığı ifade edilmiştir.
12. Başvurucu tarafından, dava dilekçesindeki iddialarına
ek olarak enjeksiyon işlemi öncesinde bu işlemin olası sonuçları hakkında bilgi
verilmediği, ayrıca idarenin meydana gelen neticede kusursuz sorumluluğu
bulunduğu belirtilerek istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare
Mahkemesi 4. Kurulu (Kurul) tarafından 9/3/2016 tarihinde itiraz isteminin
reddi ile usul ve hukuka uygun olduğu belirtilen Mahkeme kararının onanmasına
karar verilmiştir. Onama kararında; ATK raporuna atıf yapılarak meydana gelen
neticenin tıbbi komplikasyon olduğu ve hizmet kusuru bulunmadığı
bildirilmiştir.
13. Başvurucu, itiraz dilekçesindeki iddialarını
tekrarlayarak karar düzeltme talebinde bulunmuş; kararın usul ve yasaya uygun
olduğu belirtilerek 23/11/2016 tarihinde istemin reddine karar verilmiştir.
14. Nihai karar 16/12/2016 tarihinde başvurucu vekiline
tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 16/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
16. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B.
No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450,
26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§
24-30.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2021 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu; hatalı enjeksiyon işlemi sonucunda sinir
sisteminin kalıcı olarak hasar gördüğünü ve hayatının kalan kısmını engelli
olarak geçirecek olması sebebiyle giderek artan maddi ve manevi sıkıntılar
yaşadığını beyan etmiştir. Başvurucu, enjeksiyon öncesinde bu işlemin
olası sonuçları hakkında hiçbir bilgi verilmediğini, zarar ile idarenin eylemi
arasında illiyet bağı bulunduğunu, ayrıca idarenin kusursuz sorumluluğu
olduğunu belirtmesine karşın tazminat davasının hakkaniyete aykırı şekilde
reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
20. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını,
beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde
tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
22. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
23. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz
konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü
şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet
Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690,
11/5/2017).
24. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda
başvurucunun tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
26. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
27. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak
bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek
keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın
56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında
yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B.
No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
28. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).
29. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler
konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek
olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No:
2013/2839, 3/4/2014, § 38).
30. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadığının ya da ne ölçüde yaptığının da Anayasa
Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir. Zira derece mahkemeleri
tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin
daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu
önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No:
2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266,
25/1/2018, § 32).
31. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların
oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal
makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve
belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu,
B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin
somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde
değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için
öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
32. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri,
tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
33. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale
ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir.
Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için
uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine
bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi
müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun
bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
34. Öncelikle başvurucu, engelli hale gelmesinde idarenin
kusursuz sorumluluğunun bulunduğunu ifade etmekte ise de kusursuz veya kusura
dayalı sorumluluk ayrımı belirtilen anayasal ilkeler ile doğrudan ilgili
olmayıp ancak derece mahkemelerince ilgili hukuk kurallarının yorumlanması
kapsamında değerlendirebilecek hususlardır. Anayasa Mahkemesi ise kusursuz veya
kusurlu sorumluluk ayrımına ilişkin bir değerlendirme yapmak yerine yukarıda
değinilen Anayasa'nın 17. ve 56. maddeleri kapsamında devlete düşen pozitif
yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini
denetlemek durumundadır. Bu sebeple başvuruya konu olay, başvurucunun iddialarıyla
sınırlı olarak ve devletin kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve
geliştirilmesi hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir (Tevfik
Gayretli, § 36).
35. Başvurucunun olaya dair şikâyetlerinin özü,
enjeksiyon işleminden önce bu işlemin olası sonuçları hakkında
bilgilendirilmemesi nedeniyle idarenin hizmet kusurunun bulunduğuna ilişkindir.
36. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dava dilekçesinde
yalnızca idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu iddia etmiş ise de başvurucunun
davanın reddedilmesi üzerine sunduğu itiraz dilekçesinde enjeksiyon işleminden
önce bu işlemin olası sonuçları ve tıbbi komplikasyonları hakkında yeterli
bilgi verilmediğini beyan ettiği anlaşılmıştır.
37. Kurul tarafından 22/8/2014 tarihli ATK raporundaki
tespitler gözetilerek karar verilmiştir. ATK raporu incelendiğinde başvurucunun
iddialarının konusunda uzman bilirkişi heyeti tarafından dava dosyasındaki tüm
beyanlar ve başvurucuya ait tedavi belgelerine göre değerlendirildiği
görülmüştür. Raporda, başvurucunun sağlık şikâyetlerinin uygulanan enjeksiyona
bağlı oluşabilecek komplikasyonlar olarak kabul edilmesi gerektiğine ve
başvurucuya yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu
değerlendirmesine yer verilmiştir. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada
ve uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek
başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
söylenebilir.
38. Diğer taraftan hukukumuzda hasta hakları, tıbbi
işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması
yükümlülüğü ve Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki
denetim görevi konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut
olduğu anlaşılmaktadır (Ahmet Acartürk, § 66). Ancak bu düzenlemelerin
teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa'nın 17. maddesindeki
güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması
gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49).
39. Somut olayda başvurucu, söz konusu tıbbi müdahaleden
önce olası riskler hakkında bilgilendirilmediğini ve gerektiği şekilde
rızasının alınmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun bu iddiasını itiraz
dilekçesinde ileri sürdüğü ancak itiraz merciinin kararında bu konuyla ilgili
hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama
makamları tarafından karşılanmadığı açıktır.
40. Bunun yanında, derece mahkemesi ve temyiz merciinin
tıbbi müdahale ile sakatlık arasında illiyet bağını kabul etmelerine rağmen
sağlık hizmetinin doğasının risk barındırmasını, tazminat hukukuna ilişkin
kurallar ile anayasal düzenlemeleri de gözeterek başvurucunun kusursuz
sorumluluk ilkesi kapsamında zararların tazmin edilmesi gerektiği yönündeki
iddiayı tartışmadığı ve yeterli gerekçe ile karşılamadığı anlaşılmıştır.
41. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik
tıbbi müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikteki
komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası
bakımından mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya
konulmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve
şikâyetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir.
Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından
kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine
varılmıştır.
42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir
veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
44. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ile tazminat
talebinde bulunmuştur.
45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
46. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
47. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine
ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
48. İncelenen başvuruda, tıbbi müdahalenin öngörülebilir
nitelikteki komplikasyon ve riskleri hakkında yeterli bilgi verilmemesi,
dolayısıyla özenli bir yargılama yapılmaması nedeniyle ihlal kararı
verilmiştir. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
49. Bu durumda başvurucunun maddi ve manevi varlığının
korunması hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak
yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu
kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş,
öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve
Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
50. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine (E.2013/1337,
K.2014/1593) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 19/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.