TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
GONCAGÜL SATI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/17800)
Karar Tarihi: 3/11/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucular
1. Goncagül SATI
2. Lalegül SATI
3. Şaaner SATI
4. Yazgül KILIÇ
Başvurucular Vekili
Av. Cem DEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle yaşam hakkının, aleyhe yüksek miktarda vekalet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvuruculardan Şaaner Satı'nın eşi, diğer başvurucuların ise annesi olan P.S. 3/7/2005 tarihinde ölmüştür.
10. 2003 yılında Elazığ'da bahçede çalışmakta olan P.S.nin gözüne ağaç dalının çarpması neticesinde göz perdesinde yırtık meydana gelmiştir. P.S. 4/2/2004 tarihinde Fırat Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine tedavi edilmek üzere götürülmüştür. Yapılan muayene ve operasyonlar sonrasında P.S.nin gözüne silikon takılmıştır. Takılan silikonun çıkarılması için P.S. 13/12/2004 tarihinde yeniden ameliyata alınmışsa da ameliyat sırasında durumu kötüleşen P.S. yoğun bakıma kaldırılmış ve bitkisel hayata girmiştir. P.S. aynı hastanede4/7/2005 tarihinde ölmüştür.
A. Olay Nedeniyle Başlatılan Ceza Soruşturması
11. Başvurucuların beyanına göre olayla ilgili olarak Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından iki ayrı soruşturma yürütülmüştür. Ölünün adli muayenesi ve otopsisinin yapıldığı ilk soruşturmada Başsavcılık; Adli Tıp Kurumundan (ATK) alınan, ölüm olayında herhangi bir doktor ve sağlık çalışanının kusurunun bulunmadığına dair rapora istinaden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karara yapılan itirazın ne yönde neticelendiği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.
12. Başsavcılık, ölüm olayı ile ilgili olarak yapılan otopsinin ardından şüphelilerin üniversite hastanesi çalışanları olması nedeniyle 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 53. maddesi uyarınca görevsizlik kararı vererek dosyayı Fırat Üniversitesi Rektörlüğüne (Rektörlük) göndermiştir.
13. Rektörlük, yapmış olduğu soruşturma neticesinde ölüm olayında ilgili öğretim görevlisi ile çalışanların kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle haklarında 13/9/2005 tarihinde men-i muhakeme kararı vermiştir. Bu karara yapılan itiraz üzerine Danıştay Birinci Dairesi, ileri sürülen bazı iddiaların yeterince araştırılmadığı, eksik incelemeye dayalı olarak men-i muhakeme kararı verildiği gerekçesiyle kararın bozulmasına; şüphelilerin görev yaptığı hastanenin dışında, alanında uzman doktorlardan oluşturulacak bilirkişiler vasıtasıyla eksikliklerin giderilmesinden sonra hazırlanan raporlar ile birlikte yetkili kurulca yeniden karar verilmek üzere dosyanın Rektörlüğe iadesine 14/12/2005 tarihinde karar vermiştir.
14. Kara üzerine oluşturulan yeni heyet de söz konusu ameliyata katılan personelin kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle 25/7/2006 tarihinde yeniden men-i muhakeme kararı vermiştir. Başvurucular tarafından bu karara da yapılan itiraz sonucunda Danıştay Birinci Dairesi, şüphelilerin üzerilerine atılı suçu işlediklerini doğrulayacak ve haklarında kamu davasının açılmasını gerektirecek yeterli kanıtın dosyada mevcut olduğu gerekçesiyle men-i muhakeme kararının bozulmasına, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 85. maddesinde düzenlenen taksirle öldürme suçundan lüzum-u muhakemelerine karar vermiştir.
15. Bu karar üzerine şüpheliler hakkında 2008 yılında düzenlenen iddianame ile Elazığ 3. Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi) kovuşturmaya başlanmıştır. ATK 1. İhtisas Dairesinden alınan 2009 yılındaki rapora göre özetle P.S.nin ölümüne neden olan bradikardi ve hipertansiyonun nedeninin belirlenemediği, uygulanan tedavinin tıbben uygun bulunduğu belirtilmiştir.
16. Başvurucuların itirazı üzerine Yüksek Sağlık Şûrasından 2010 yılında yeni bir rapor alınmıştır. Bu Kurumun verdiği raporda; P.S.nin sağ gözündeki slikonun çıkarılması ve lens ekstraksiyonu operasyonu amacıyla hastaya genel anestezi uygulandığı, intraoperatifin ilk on dakikası içinde oksijen satürasyonunun düştüğünün anlaşıldığı, bunun hastanın oksijensiz kalmasınabağlı bir olaydan kaynaklandığı, anestezi fişinde ve periferik oksijen satürasyonu takibine ait kayıt olmadığı, intraoperatif monitoruzasyon esnasındaki yetersizlikten dolayı hipoksinin geç fark edilmesi sonucu toksik beyin hasarı gelişip bunun hastanın ölümüne yol açtığı, anestezi işlemini uygulayan ve hastadan sorumlu olan Dr. K.G.nin takipteki yetersizliği nedeniyle 3/8 oranında, takibi iyi yapmayan teknisyen H.C.nin 3/8 oranında, ameliyathaneden sorumlu uzman ve uzman yardımcılarının 5/8 oranında kusurlu olduğuna dair görüş belirtilmiştir.
17. Asliye Ceza Mahkemesi, bu rapor üzerine Rektörlükten ameliyat odasından sorumlu kişilerin bildirilmesini talep etmiş; ardından Yüksek Sağlık Şûrasının raporunda belirtilen kusur oranları ile hüküm kurulamayacağını değerlendirerek ATK'dan yeniden rapor aldırmıştır. 2010 yılında düzenlenen raporda özetle hastanın anesteziye hazırlanması, anestezi sırasında kullanılan ilaçlar ve dozlarının, ayrıca ortaya çıkan bradikardi ve hipertansiyona müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğuna dair görüş bildirilmiştir.
18. ATK raporlarında belirtilen görüşe göre sanıkların olayda kusurlarının olmadığı gerekçesiyle 2011 yılında verilen beraat kararının ardından yapılan temyiz incelemesinde Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Yüksek Sağlık Şûrası raporunda belirtilen hususlar ve kusur durumuna göre bazı sanıkların mahkûmiyeti yerine beraat kararı verilmesi nedeniyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
19. Asliye Ceza Mahkemesi, bu bozma kararı üzerine sanıklar K.G. ve H.Ç.nin 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına 2013 yılında karar vermiştir. Karar sanık H.Ç. yönünden 17/12/2013, diğer sanık K.G yönünden ise 17/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir.
B. Tazminat Davası Süreci
20. Başvurucular idarenin hizmet kusurunun bu yargılama faaliyeti ile somut olarak ortaya çıktığını belirterek Elazığ 2. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde -başvurucular Lalegül Satı, Goncagül Satı, Yazgül Satı ve Şanner Satı için ayrı ayrı 75.000 TL olmak üzere- 300.000 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile manevi zararları karşılığında ayrı ayrı 100.000 TL olmak üzere toplam 400.000 manevi tazminat istemiyle Rektörlük aleyhine 11/2/2014 tarihinde tam yargı davası açmışlardır.
21. Mahkeme, idari başvuru şartının yerine getirilmemesi nedeniyle dilekçenin merciine tevdiine 11/2/2014 tarihinde karar vermiştir. İlgili mercinin başvurucuların başvurusunu zımnen reddetmesi üzerine bireysel başvuruya konu edilen ve aynı talepleri içeren tam yargı davası 20/3/2015 tarihinde açılmıştır.
22. İdare Mahkemesi dosyanın maddi tazminat miktarının hesaplanması için avukat olan bilirkişiye tevdiine karar vermiştir. Alınan raporun ardından İdare Mahkemesi, yukarıda özetlenen ceza yargılamasındaki aşamalara değindikten sonra özellikle Yüksek Sağlık Şûrasının raporuna atıf yaparak (bkz. § 21) idarenin hizmet kusurunun bulunduğuna karar vermiştir. İdare Mahkemesi başvurucu Şaaner Satı'nın destek kaybının 7.353,77 TL, başvurucular Lalegül Satı ile Goncagül Satı'nın destek kaybının ayrı ayrı 12.750,13 TL, başvurucu Yazıgül Satı'nın destek kaybının ise 16.342,68 TL olduğunu kabul ederek toplamda 48.836,71 TL maddi tazminatın, ayrıca başvurucuların her birine ayrı ayrı olmak üzere 25.000 TL (toplamda 100.000 TL) manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, kabul edilen ve reddedilen tazminat miktarları üzerinden maddi tazminat için 21.019,80 TL ve manevi tazminat için 10.750 TL olmak üzere toplam 31.769,80 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan alınarak davalı idareye ödenmesine hükmetmiştir.
23. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi 4/5/2016 tarihli ilamıyla hükmü onamıştır. Onama kararına yapılan karar düzeltme başvurusu aynı Dairenin 13/12/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme başvurusunun reddine dair kararın başvuruculara 25/1/2017 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 22/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir.”
25. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 16. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
''Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/4 md.) Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.''
26. İlgili hukuk için ayrıca bkz. Mehmet Tursun ve diğerleri, B. No: 2016/2889, 4/7/2019,§§ 40-42.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
28. Başvurucular, yakınlarının ölümü nedeniyle başlatılan ceza soruşturması ile kovuşturma sürecinin uzun sürmesi nedeniyle olaydaki sorumluluğun ve kusurun çok geç tespit edildiğini, bu süreçteki gecikmelere bağlı olarak ortaya çıkan sorumluluğa ilişkin tazminat davasında da tazminatın çok geç ve yanlış bir usulle hesaplanması nedeniyle eksik belirlendiğini, tüm bu sürecin bir bütün olarak yaşam hakkının ihlaline sebebiyet verdiğini iddia etmektedir.
2. Değerlendirme
29. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, yaşama,........hakkına sahiptir.”
30. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların 2005 yılında ölen yakınlarının ölümüne ilişkin olarak başlatılan ceza yargılamasının uzun sürdüğünden, ceza soruşturması ve kovuşturmasındaki gecikme nedeniyle geç açılmak zorunda kaldıkları tazminat davasında yanlış usulle hesaplanan tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlaline sebebiyet verildiğinden şikâyet ettikleri anlaşılmıştır. Başvurucuların yargılama sürelerinin uzunluğu iddiası ile tazminatın hesaplanması ve miktarına yönelik iddialarının yaşam hakkı usul boyutu kapsamında incelenmesi uygun bulunmuştur.
32. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucular, ölen kişinin eşi ve çocuklarıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
33. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini dikkate alarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelemektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin, kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevini (öldürmeme yükümlülüğü) içerirken pozitif yükümlülük hem her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını korumayı (yaşamı koruma yükümlülüğü) hem de doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerektiğinde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân tanıyan bir soruşturma yapmayı (etkili soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Yaşam hakkının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile yaşamı koruma yükümlülüğünü kapsamakta iken yaşam hakkının usul boyutu, pozitif yükümlülüğün bir başka unsuru olan etkili soruşturma yükümlülüğünden ibarettir (Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58).
34. Devletin söz konusu pozitif yükümlülük kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenleme yapmak şeklindeki görevinin (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35) yanında söz konusu yükümlülüğün usule ilişkin yönünde devletin olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebileceği, ölüm olayının meydana gelmesinden sonra ortaya çıkan ve şüpheli ölüm olayını aydınlığa kavuşturabilecek etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğü bulunmaktadır. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Kasten sebebiyet verilen ölüm olaylarından farklı olarak etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmeyeceğini kabul eden Anayasa Mahkemesine göre aynı ilkeler tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarında da uygulanabilecektir. Bununla birlikte bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemekte ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolunun hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yolu olduğu bir kez daha vurgulanmaktadır. (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).
35. Yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında da makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin olarak yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110 ; Filiz Aka,B. No:2013/8365, § 33).
36. Bununla birlikte derece mahkemelerinin özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
37. Öncelikle tazminat miktarının yetersiz olduğuna ilişkin iddianın değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkeme, toplamda 48.836,71 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminatın başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Mahkemenin olayın meydana geliş şekli, paranın alım gücü, işletilecek yasal faiz ve sosyal durum da dikkate alınarak maddi ve manevi tazminat miktarını belirlediği anlaşılmaktadır. Başvurucular hükmedilen maddi tazminat miktarının hesaplama yönteminin yanlış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Maddi tazminatın hangi yöntemle hesaplanacağının takdiri derece mahkemelerine aittir. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminatın ne şekilde hesaplanacağını belirleme gibi bir görevi bulunmamaktadır. Mahkeme kararı incelendiğinde maddi tazminata ilişkin hesabında bariz takdir hatası veya açık keyfilik tespit edilememiştir.
38. Öte Mahkemenin hükmettiği manevi tazminatın miktarı ile başvurucuların uğradıkları manevi zarar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı değerlendirilmiştir. Toplamda hükmedilen manevi tazminatın yaşam hakkı ihlali nedeniyle Anayasa Mahkemesinin hükmettiği tutarlara yakın olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla hükmedilen manevi tazminatın yaşam hakkının usul boyutu bakımından bir ihlale sebebiyet verecek ölçüde düşük olmadığı değerlendirilmiştir.
39. Bu değerlendirmenin ardından yaşam hakkı kapsamında yürütülen yargılamaların uzun sürdüğü iddiasının incelenmesi gerekmektedir. Olayda tam yargı davası süreci 11/2/2014 tarihinde başlamış, Dairenin 13/12/2016 tarihli kararıyla da sonuçlanmıştır. Dolayısıyla yargılamanın toplamda 2 yıl 10 aylık sürede tamamlandığı anlaşılmıştır. Bu sürenin makul olduğu açıktır. Ancak başvurucular 2014 yılında tam yargı davası açmış iseler de bu davayı geç açmalarının sebebinin ceza yargılamasının uzun süresi olduğunu belirtmişlerdir. Başvuruculara göre, ceza yargılamaları sonuçlanmadan açacakları tazminat davalarının reddedilmesi kuvvetle muhtemeldir; bu durumda da başvurucular yüklü miktarda vekâlet ücreti ödemekle karşı karşıya kalacaklardır. Bu nedenle başvuruculara göre, tam yargı davası açabilmek için ceza soruşturmasının sonuçlanmasını beklemek zorunluluğu vardır. Dolayısıyla davayı 2005 yılında değil, 2014 yılında açmış olmalarından kamu makamları sorumludur.
40. Tıbbi ihmal sonucu ölüm iddialarının bulunduğu durumlarda devletin Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı bağlamında etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün muhakkak bir ceza soruşturması ile yerine getirilmesine gerek olmadığı, tazminat ve/veya disiplin yollarının ihdas edilmesi ile de bu yükümlülüğün yerine getirilebileceği hatırlatılmalıdır (içtihatlar için bkz. § 34). Bu bağlamda, somut olayda başvurucuların idarenin hukuksal sorumluluğunun belirlenebilmesi açısından muhakkak ceza yargılamasının bitmesini beklemesine ise gerek bulunmamaktadır. İdari yargıdaki tam yargı davası, ceza soruşturmasının sonucundan bağımsız olarak devletin yaşam hakkından kaynaklanan yükümlülüklerine uygun davranıp davranmadığını tespit etme ve gerekirse tazminata hükmetmek suretiyle uygun giderim sağlama kapasitesini haizdir. Başvurucular yüksek vekâlet ücreti ödeme durumu ile karşı karşıya kalma riski nedeniyle tam yargı davası açmak için ceza soruşturmasının sonuçlanmasını beklemek zorunda kaldıklarını ifade etmişlerse de tıbbi ihmal davalarının niteliği dikkate alındığında bu argümanın dava açılması için ceza soruşturmasının beklenmesini haklı kılacak nitelikte olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla yargılama süresinin hesaplanmasında 2005 ile 2014 yılları arasındaki dönemin dikkate alınması mümkün görülmemiştir. Bu durum karşısında, 11/2/2014 yılında açılan davanın Dairenin 13/12/2016 tarihli kararıyla sona ermesi arasında geçen toplam 2 yıl 10 aylık sürenin makul olduğu ve böylece yaşam hakkı yönünden bir ihlale neden olamayacağı anlaşılmıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucular, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarlarına göre belirlenen toplam 31,769,80 TL vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle alacakları tazminatın üçte birini geri ödemek zorunda kaldıklarını ileri sürerek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmişlerdir.
43. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
45. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının ödenmesine hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61, 62).
46. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara avukatlık ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Başvuru konusu olayda dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi hâlinde başvurucuya yüklenecek olan avukatlık ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38, 39).
47. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen, § 54).
48. Başvurucuların tam yargı davasını açtıkları tarih olan 20/3/2015'te yürürlükte bulunan mevzuatta, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesini öngören bir düzenleme bulunmaktadır (bkz. § 25).
49. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir (Özkan Şen, § 56; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 38). Bu nedenle tazminat miktarının tam olarak hesaplanabilir olmadığı durumlarda başvurucuların sırf dava dilekçesinde talep ettikleri miktarın yüksek olması nedeniyle aşırı bir harç külfeti altına sokulmaları hâlinde mahkemeye erişim hakkı ihlal edilebilir. Dolayısıyla tazminat miktarının ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri yöntemlerle hesaplanmasının gerektiği durumlarda bireylerin mahkemeye erişim hakkından tam olarak yararlanmalarının temin edilebilmesi için tazminat miktarının henüz hesaplanabilir olmadığı dönemde harç hususunda davacılara belli ölçüde esneklik sağlayan mekanizmaların oluşturulması gerekebilir. Bu bağlamda tazminat miktarının ıslah yoluyla artırılması imkânının getirilmesinin davacıların aşırı harç yükü ile karşılaşmalarını önlemeye elverişli bir mekanizma olduğu söylenebilir (Hikmet Erçin, B. No:2014/2917, 23/1/2019, § 73).
50. Somut olayda başvurucuların tazminat miktarının ıslah yoluyla artırılmasına imkân veren usul hükümlerinin yürürlükte bulunduğu 20/3/2015 tarihinde açtıkları davada 300.000 TL maddi, 400.000 TL manevi tazminat talep etmişlerdir (bkz. § 20).
51. Başvurucuların dava dilekçelerinde tazminat taleplerini düşük tutmak suretiyle daha az harç yükü ile karşı karşıya kalması mümkünken bu yolu tercih etmedikleri, diğer bir ifadeyle ilk dava dilekçesinde tazminat tutarını düşük tutmadıkları gözetildiğinde başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin mahkemeye erişim hakkına yönelik ölçüsüz bir müdahale teşkil etmediği değerlendirilmiştir.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 3/11/2020 OYBİRLİĞİYLE karar verildi.