TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KEMAL DEMİRTAŞ VE GÜLCAN DEMİRTAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/18196)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 22/10/2020-31282
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Şermin BİRTANE
|
Başvurucular
|
:
|
1. Kemal DEMİRTAŞ
|
|
|
2. Gülcan DEMİRTAŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması
nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 17/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca konu yönünden hukuki irtibat bulunması
nedeniyle 2017/18170 numaralı başvurunun 2017/18196 numaralı başvuru ile
birleştirilmesine, incelemenin 2017/18196 numaralı başvuru dosyası üzerinden
yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Tazminat
Davasına İlişkin Süreç
9. Birinci ve ikinci başvurucu evlenip dört çocuk sahibi
olduktan sonra birinci başvurucu 17/6/2010 tarihinde devlet hastanesinde vasektomi
(erkeğin kısırlaştırılması) ameliyatı olmuştur. Söz konusu ameliyattan yaklaşık
19 ay sonra ikinci başvurucu hamile kalmış, hastanede yapılan test sonucunda
birinci başvurucunun spermatik kanallarının tam kapanmamış olduğu tespit edilmiştir.
10. Zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığına
yaptıkları başvurunun zımnen reddi üzerine başvurucular, idare aleyhine
19/6/2012 tarihinde Bursa 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır.
Dava dilekçesinde başvurucular; yaşlarının ileri olması ve ekonomik
durumlarının yetersiz olması nedeniyle gebelik istemedikleri için vasektomi
ameliyatına karar verdiklerini ancak doktorun hatalı tıbbi müdahalesi sonucu
vasektominin başarılı olmadığını, istemedikleri gebeliğin meydana geldiğini,
başka sağlık sorunları da bulunduğundan hamileliğin ve doğumun çok zor
geçtiğini, tedavi sürecinde yaşadıkları zorluklar nedeniyle psikolojilerinin
bozulduğunu, çocuğun bakım ve eğitim masraflarını karşılayacak güçlerinin
bulunmadığını belirterek maddi ve manevi zararlarının tazminini talep
etmişlerdir.
11. Başvurucular 8/10/2012 tarihli savunmaya cevap
dilekçelerinde Taburcu Sonrası Bilgi Formu'nu sunarak belgenin "Dikkat
Etmesi Gereken Noktalar" kısmında "4 ay korunacak."
ibaresi dışında başka bir şeyin yazılı olmadığını, kontrole gelmesi ve test
yaptırması konusunda kendilerine hiçbir çağrı veya uyarı yapılmadığını,
ameliyat sonrası test yapılması durumunda ameliyatın başarılı olmadığının
anlaşılabileceğini, doktorun gerekli aydınlatmayı yapma konusunda kusurlu
olduğunu bildirmişlerdir. Başvurucular doktorun vasektomi sonucunda geri
dönülemez şekilde kısırlık olacağını kendilerine söylediğini, buna güvenerek
ameliyata karar verdiklerini oysa başarısız bir ameliyat yapıldığını, ameliyat
sonrası gerekli testlerin ve bu konuyla ilgili uyarıların yapılmadığını,
doktorun kusuru açık olmasına rağmen durumun komplikasyon olarak
geçiştirilmesinin büyük haksızlık olduğunu vurgulamışlardır.
12. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından
30/4/2014 tarihli rapor hazırlanmıştır. Anılan raporda vasektomi, gebelik
oluşmaması amacıyla erkeklerde her iki sperm kanalının bağlanması işlemi olarak
tanımlanmış; vasektomi sonrası spermatik kanalların tam kapanmaması durumunun
her türlü özene rağmen görülebilecek, tıbbi ihmal ya da kusura bağlı olmayan
komplikasyon olarak değerlendirildiği, uygulanan tıbbi işlem yönünden ilgili
doktora atfı kabil kusur bulunmadığı bildirilmiştir. Bunun yanı sıra raporda;
vasektomi sonrası gebelik oluşmaması amacıyla tıbbi kontrollerin yapılmasının
ve kişinin doğum kontrolü yönünden aydınlatılmasının gerekli olduğu,
dolayısıyla işlem sonrası yapılması gereken rutin kontrollere kişinin çağrılıp
çağrılmadığı, çağrıldı ise hastanın kontrollere gelip gelmediği ve işlem
sonrası gelişebilecek durumlarla ilgili süreç aydınlatmasının usule uygun
yapılıp yapılmadığı hususunun ortaya konulmasının mahkemenin takdirinde olduğu
belirtilmiştir. ATK raporunun "Tıbbi Belgeler" kısmında başvurucuların
ve ameliyatı gerçekleştiren doktorun imzalarının bulunduğu 17/6/2010 tarihli
Genel Onam Formu'nun yer aldığı, Taburcu Sonrası Bilgi Formu'nda hastanın 4 ay
korunacağı ve 28/6/2010 tarihinde kontrole gelmesi gerektiğinin yazılı olduğu
gösterilmiştir. ATK raporunun "Savunmalar" kısmında, ameliyatı
gerçekleştiren doktorun ifadesinde 4 ay sonra kontrole gelmesi gerektiğini
söylediği hâlde hastanın kontrole gelmediği belirtilmiştir.
13. Bursa 1. İdare Mahkemesi 19/11/2014 tarihinde
bilirkişi raporunu hükme esas alarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın
gerekçesinde bilirkişi raporunun yerinde olduğu, rapora itirazların haklı
nedenlerinin olmadığı vurgulandıktan sonra ileri sürülen zarar ile idarenin
tazmin sorumluluğunu doğuracak nitelikte bir illiyet bağının bulunmadığı
vurgulanmıştır.
14. Başvurucular, anılan karara karşı temyiz kanun yoluna
başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucular; bilirkişi raporunun yeterli
olmadığını, rapora itirazlarının değerlendirilmediğini, ayrıca ameliyat
öncesinde olası riskler konusunda bilgilendirilmediklerini ve Onam Formu imzalamadıklarını
vurgulamışlardır. Danıştay Onbeşinci Dairesi 11/2/2016 tarihinde, reddedilen
tazminat üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmın
bozulmasına, diğer kısımların usul ve hukuka uygun olması nedeniyle onanmasına
karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 10/1/2017
tarihli kararıyla reddedilmiştir.
15. Nihai karar başvuruculara 21/2/2017 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucular 17/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. Ceza Soruşturmasına
İlişkin Süreç
17. Başvurucular, Onam Formu'ndaki imzaların kendilerine
ait olmadığı iddiasıyla ameliyatı gerçekleştiren hastane personeli hakkında
Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur.
18. Savcılık tarafından Osmangazi Kaymakamlığından
soruşturma izni istenmiştir. Kaymakamlığın başlattığı ön inceleme sırasında
hazırlanan 22/4/2015 tarihli raporda ameliyatı gerçekleştiren doktorun kusur ve
ihmalinin bulunmadığı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra söz konusu raporda, ikinci
başvurucunun eşinin ameliyat olmasına razı olduğu, bu ameliyata ortaklaşa karar
verdiklerini beyan ettiği, Hasta Onam Formuna başka birinin imza atmasını
gerektirecek herhangi bir menfaat unsuru bulunmadığı ifade edilmiştir.
19. Ayrıca Kaymakamlık tarafından Bursa Şevket Yılmaz
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Bölümünde görevli üç doktordan oluşan
bilirkişi heyetinden alınan raporda "Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa
Üroloji Birliğinin 2014 yılında yayınlamış olduğu kılavuza göre etkili ameliyat
tekniği kullanıldığında vasektomiden sonra rekanalizasyon (sperm kanallarının
kendiliğinden tekrar uç uca birleşmesi) riskinin <%1 olarak belirtilmiştir.
Bu nedenle nadir oluşabilecek bu durum hakkında hasta önceden
bilgilendirilmelidir. Yine aynı kılavuzda vasektomiden sonraki 3. ayda sperm
tahlili yapılması gerektiği ve hiçbir hareketli sperm izlenmemesi gerektiği
bildirilmiştir. Kalıcı hareketli sperm varlığı vasektominin yetmezliğini ve
yapılan cerrahi işlemin tekrar edilmesi gerekeceğini gösterdiği bildirilmiştir.
Bu bilgilere dayanarak vasektomi ameliyatından sonra gebelik oluşması nadir de
olsa gerçekleşebilecek bir durum olup tıbbi ihmal veya kusura bağlı olmayan
komplikasyon olarak değerlendirilmiştir. Üroloji uzman doktoru [A.G.nin]
yapılan muayene, teşhis ve tedavinin tıp bilimlerine uygun yapıldığı ancak
hastanın ameliyat sonrası kontrollere gidip gitmediği ile ilgili belge
bulunmadığı görüldü." denilmiştir.
20. Osmangazi Kaymakamlığı 22/4/2015 tarihinde ameliyatı
gerçekleştiren doktor hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.
Bu karara karşı yapılan itirazı Bursa Bölge İdare Mahkemesi 11/6/2015 tarihinde
reddetmiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı da 25/6/2015 tarihinde ameliyatı
yapan doktor hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
21. Tıbbi ihmal ile ilgili hukuk için bkz. Fındık
Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B.
No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28.
22. 24/5/1983 tarihli ve 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında
Kanun'un "Nüfus planlaması" kenar başlıklı 2. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Nüfus planlaması, fertlerin
istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları demektir.
Devlet, nüfus planlamasının öğretimi ile
uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır. Nüfus planlaması gebeliği
önleyici tedbirlerle sağlanır."
23. 2827 sayılı Kanun'un "Sterilizasyon ve
kastrasyon" kenar başlıklı 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Sterilizasyon, bir erkek veya
kadının çocuk yapma kabiliyetinin cinsi ihtiyaçlarını tatmine mani olmadan
izalesi için yapılan müdahale demektir."
24. 2827 sayılı Kanun'un "Gebeliğin sona
erdirilmesinde izin" kenar başlıklı 6. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"4 üncü maddenin ikinci ve 5
inci maddenin birinci fıkralarında belirtilen ve rızaları aranılacak kişiler
evli iseler, sterilizasyon veya rahim tahliyesi için eşin de rızası gerekir."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
26. Başvurucular ameliyatın sonuçları hakkında
kendilerine bilgi verilmediğini, Onam Formu imzalatılmadığını, doktorun
söylemlerine göre birinci başvurucunun kesin olarak kısırlaşacağını
düşündüklerini, doktorun sadece dikişlerin alınması için çağırdığını,
ameliyattan sonra tekrar kontrole çağırmadığını, ameliyattan sonra sperm testi
yapılmadığını, bu konuda da bilgi verilmediğini belirtmişlerdir. Başvurucular
ayrıca derece mahkemesinin eksik inceleme ile karar verdiğini, maddi ve manevi
olarak zarara uğradıklarını vurgulayarak eşitlik ilkesi ve Anayasa’nın 40.
maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve
manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
28. Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin
korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden
ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve
verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek
elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
30. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir (Fındık
Kılıçaslan, § 33).
31. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz
konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü
şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet
Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690,
11/5/2017).
32. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda
başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
33. 2827 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre nüfus
planlaması, fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi
olmaları demektir ve gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanır. Doğum kontrol
yöntemlerinden biri olan vasektomi, ATK raporunda gebelik oluşmaması amacıyla
erkeklerde her iki sperm kanalının bağlanması işlemi olarak tanımlanmıştır
(bkz. § 12). 2827 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca ve ATK raporunda
belirtildiği üzere vasektomi olacak kişi evli ise işleme eşinin de ayrıca onay
vermesi gereklidir. Olayda vasektomi ameliyatını olan kişi birinci başvurucu
olmakla birlikte vasektominin amacının gebeliği önlemek olduğu dikkate
alındığında ameliyatın etki ve sonuçlarının doğrudan birinci başvurucunun eşi
olan ikinci başvurucunun bedeni üzerinde ortaya çıktığı açıktır. Bu nedenle
ikinci başvurucunun da vasektomi ameliyatının sonuçlarından kişisel olarak ve
doğrudan etkilendiği, dolayısıyla mağdur statüsünün bulunduğu kabul edilmiştir.
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
35. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
36. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak
bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek
keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın
56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında
yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B.
No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
37. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak
şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).
38. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler
konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek
olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No:
2013/2839, 3/4/2014, § 38).
39. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadığının ya da ne ölçüde yaptığının da Anayasa
Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir. Zira derece mahkemeleri
tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin
daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu
önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147,
14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
40. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların
oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal
makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve
belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu,
B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin
somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde
değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için
öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
41. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri,
tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini
sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır
(Murat Atılgan, § 45).
42. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale
ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir.
Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için
uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine
bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi
müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar
uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
43. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17.
maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında
yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli,
§ 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamıyla
sınırlı olarak incelenmiştir.
44. Hukukumuzda, hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce
kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ile
Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi
konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu
anlaşılmaktadır (bkz. §§ 21-24; Ahmet Acartürk, § 66). Ancak bu
düzenlemelerin mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa'nın 17. maddesindeki
güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması
gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49).
45. Başvurucuların olaya dair şikâyetlerinin özü,
vasektomi ameliyatından sonra sperm testi yapılması gerektiği hâlde bu konuda
bilgilendirilmedikleri ve ameliyattan sonra kontrole çağrılmadıkları, ilgili
testlerin yapılmadığı, bu nedenle ameliyatı gerçekleştiren doktorun kusurlu
olduğu hususlarına ilişkindir.
46. Yargılama sürecinde alınan ATK raporu ile Bursa
Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Bölümünde görevli üç
doktordan oluşan bilirkişi heyetinin raporunda vasektomiden sonraki 3. ayda
sperm tahlili yapılması gerektiği, vasektomi sonrası gebelik oluşmaması
amacıyla tıbbi kontrollerin yapılması ve kişinin doğum kontrolü yönünden aydınlatılmasının
gerekli olduğu vurgulanmıştır. ATK raporunda ameliyat sonrası kişinin yapılması
gereken rutin kontrollere çağrılıp çağrılmadığı, çağrıldı ise hastanın
kontrollere gelip gelmediği ve işlem sonrası gelişebilecek durumlarla ilgili
süreç aydınlatmasının usule uygun yapılıp yapılmadığı hususunun ortaya
konulmasının mahkemenin takdirinde olduğu belirtilmiştir. Tıbbi belgelere göre
ise Taburcu Sonrası Bilgi Formu'nda hastanın 4 ay korunacağı ve
ameliyattan yaklaşık on gün sonra (28/6/2010 tarihinde) kontrole çağrıldığı
görülmüştür. Birinci başvurucu bu tarihte kontrole gittiğini ve dikişlerinin
alındığını, bu tarihten sonra bir daha kontrole gelmesi konusunda kendisine
hiçbir çağrı veya uyarı yapılmadığını beyan etmiştir. Başvuruculara ameliyattan
önce imzalatılan Onam Formu'nda birinci başvurucunun ameliyattan sonra sperm
testi yaptırması gerektiği yönünde hiçbir bilgi, açıklama, uyarı yoktur.
Yargılama dosyasında başvurucunun ameliyattan 3 veya 4 ay sonra kontrole
çağrıldığı ve sperm testi yapılacağı hususunda hiçbir belge bulunmamaktadır.
Yukarıda anılan her iki bilirkişi raporunda da hastanın ameliyat sonrası
kontrollere çağrılıp çağrılmadığı konusunda belge olmadığı bildirilmiştir.
47. Buna göre bilirkişi raporları uyarınca hastanın
vasektomi ameliyatı sonrasında sperm testi için kontrole çağrılmasının tıbbi
bir gereklilik ve önceden öngörülebilir olduğu, birinci başvurucunun bu test
için kontrole çağrıldığına yönelik bir belgenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Başvurucular dikişlerin alınması haricinde kontrole çağrılmadıklarını, ameliyat
sonrasında sperm testi yapılmadığını, doktorun bu konuda kendilerine bilgi
vermediğini yargılama sürecinde savunmaya cevap ve temyiz dilekçelerinde dile
getirmişlerdir. Derece mahkemesi, olayda idarenin kusurunun bulunmadığı yönünde
görüş bildiren ATK raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Hâlbuki
hükme esas alınan ATK raporunda da ameliyat sonrası kişinin yapılması gereken
rutin kontrollere çağrılıp çağrılmadığı, çağrıldı ise hastanın kontrollere gelip
gelmediği ve işlem sonrası gelişebilecek durumlarla ilgili süreç
aydınlatmasının usule uygun yapılıp yapılmadığı hususunun derece mahkemesi
tarafından araştırılması gerektiği bildirilmiş olmasına rağmen derece mahkemesi
tarafından bu konuda hiçbir gerekçe ve açıklamaya yer verilmediği görülmüştür.
Başvurucuların söz konusu iddialarını temyiz dilekçesinde de ileri sürdükleri
ancak temyiz merciinin kararında da bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer
verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından
karşılanmadığı anlaşılmaktadır.
48. Bu durumda yapılması gereken rutin kontrollere
birinci başvurucunun çağrılıp çağrılmadığı, çağrıldı ise kontrollere gelip
gelmediği ve ameliyat sonrası gelişebilecek durumlarla ilgili süreç
aydınlatmasının usule uygun yapılıp yapılmadığı konusunda yargılama sürecinde
bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulamamıştır. Sonuç olarak
başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahalenin sonuçları bakımından
tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında
yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden mahkeme kararlarında
konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır.
Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikâyetleri, yargılamanın sonucuna
doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu
değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif
yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesi ile tazminat
talep etmiştir.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK.], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018,) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir
(Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul
hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin
yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir
yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
55. İncelenen başvuruda, ATK raporunda belirtilmesine
rağmen ameliyat sonrası tıbben yapılması gereken sperm testi için birinci
başvurucunun kontrole çağrılıp çağrılmadığı hususunun derece mahkemesince
araştırılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi
kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
56. Bu durumda başvurucuların maddi ve manevi varlığının
korunması hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak
yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu
kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş,
öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve
Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
57. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 515 TL harçtan
oluşan yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 1. İdare Mahkemesine (E.2012/695,
K.2014/1195) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 515 TL harçtan oluşan yargılama giderinin
başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.