TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
AYHAN DAYAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/18646)
Karar Tarihi: 21/4/2021
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Recai AKYEL
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Volkan ÇAKMAK
Başvurucular
1. Ayhan DAYAN
2. Berivan DAYAN
3. Behice EROL
4. Cahit EROL
5. Cemile EROL
6. Tahir EROL
Başvurucular Vekili
Av. Rojbin TUĞAN KALKAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü saldırısı sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucuların yakınlarının içinde bulunduğu sivil minibüs 16/9/2010 tarihinde Hakkâri'nin Merkez ilçeye bağlı Geçitli köyünden Hakkâri il merkezine doğru hareket etmekte iken (yolun 20. kilometresinde; Geçitli Karakoluna 3, Durankaya Karakoluna 5 ve Üzümlü Karakoluna 5 kilometre uzaklıkta olan bir noktada) terör örgütü tarafından yola döşenen bir mayının patlaması neticesinde kullanılamaz hâle gelmiş ve minibüs içinde bulunan yedisi aynı aileden olmak üzere dokuz kişi olay anında vefat etmiş, bazı vatandaşlar yaralanmıştır. Bölge terörist eylemlerin yaşandığı bir bölgedir.
7. Söz konusu olayda başvurucu Behice Erol ve Cahit Erol'un iki çocuğu, başvurucu Cemile Erol ve Tahir Erol'un çocuğu, başvurucu Ayhan Dayan'ın annesi ve eşi (aynı zamanda Berivan Dayan'ın annesi) hayatını kaybetmiştir.
A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
8. Olayla ilgili olarak Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhâl inceleme başlatılmıştır. Olay yeri uzman ekiplerce incelenmiş, olay tutanakları (fiziki inceleme raporları) düzenlenmiş, ölü muayenesi ve otopsi işlemleri gerçekleştirilmiş, tanıkların ifadelerine başvurulmuştur. Olay yerinden elde edilen maddi (mühimmat, kablo, pil) deliller üzerinde kriminal inceleme yapılmıştır (Kolluk kuvvetlerinin incelemesi esnasında olay yerinde bulunan -öfkeli- kalabalığın kolluk kuvvetlerine işlerini yapmalarını engelleyecek şekilde sözlü ve fiili olarak mukavemette bulunduğu ve bu kişiler hakkında başlatılan soruşturmanın zaman aşımı nedeniyle 2018 yılında kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlandığı anlaşılmaktadır.).
9. Soruşturma sürecinde olay yerinde bulunan maddi deliller üzerinde yapılan kriminal incelemede terör örgütü mensubu şüpheli S.K.nın parmak izlerine rastlanılmış ve ayrıca kimliği net olarak tespit edilemeyen ve Serhat kod adını kullanan başka bir şüphelinin de diğer şüpheli S.K. ile birlikte hareket ettiği gelen ihbarlar ve incelemelerden tespit edilmiş, yakalama emri düzenlenmiştir. Şüpheliler S.K., Serhat kod adlı kişi ve kimliği tespit edilemeyen terör örgütü mensupları hakkında Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen soruşturma evrakı 2/3/2011 tarihli fezlekeye bağlanarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun mülga 250. maddesi gereğince özel yetkili Van Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir.
10. Başsavcılığa ayrıca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından 25/10/2010 tarihli yetkisizlik kararı ile Serhat kod adlı şahıs hakkında terör örgütüne üye olma suçundan yapılan soruşturma evrakı, gereği yapılmak üzere gönderilmiştir. Başsavcılık 13/4/2011 tarihli kararı ile Serhat kod adlı şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, devletin birliğini ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylem suçlarından yürütülen soruşturmayı mayın patlamasına ilişkin soruşturma ile birleştirmiştir.
11. Başsavcılık daha sonra 12/11/2013 tarihli kararı ile S.K. ve Serhat kod adlı şüphelilerin dâhil olduğu soruşturmada "kimliği tespit edilen S.K.nın yakalamalı arandığını, hakkında kamu davası açılacağını, diğer kimliği açıkça tespit edilemeyen şüpheliler hakkında soruşturmanın devam ettiğini ve S.K. hakkındaki dosyanın sürüncemede kalmaması gerektiğini" belirterek S.K. yönünden dosyayı tefrik etmiştir.
12. Başsavcılık akabinde S.K. hakkında 23/12/2013 tarihli iddianameyi düzenlemiş ve S.K.nın terör örgütü faaliyeti çerçevesinde kasten adam öldürme dâhil farklı suçlardan cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianame 27/12/2013 tarihinde Van 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir.
13. S.K. hakkında açılan kamu davasına ilişkin dosya 6/3/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca Hakkâri 1. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada da yakalama emrinin infazı beklenilmiş ve şüphelinin aranmasına devam edilmiştir. Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi 20/10/2016 tarihli kararı ile şüpheli S.K.nın 12/6/2016 tarihinde öldüğünün anlaşılması nedeniyle davanın düşmesine hükmetmiştir. Karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir.
14. Başsavcılık Serhat kod adlı şüpheli ile kimliği tespit edilemeyen diğer terör örgütü mensupları hakkında yürütülen soruşturmada ise 22/1/2014 tarihinde 30 yıl süreli daimî arama kararı vermiştir. Başsavcılık 6526 sayılı Kanun'un 1. maddesi uyarınca özel yetkili mahkemeler ile başsavcılıkların kaldırılması nedeniyle dosyanın Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığına devredilmesine karar vermiştir. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığında derdest durumda olan soruşturma dosyasında yer alan evraktan araştırmanın hâlen devam ettiği ancak teröristlere ilişkin olarak herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı farklı tarihlerde düzenlenmiş tutanaklardan anlaşılmaktadır.
15. Başvurucular S.K. hakkında verilen kararı 14/12/2016 tarihinde öğrendiklerini beyan ederek 12/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
16. 11/2/2011 tarihinde başvurucular Ayhan Dayan, Berivan Dayan ve olayda yakınları ölen veya yaralananların yakınlarından bazıları, yakınlarının ölümüne neden olan saldırıyı devletin önleyemedikleri ve genel olarak yaşam haklarının korunamadığı gerekçesiyle Van 3. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır.
17. İdare Mahkemesi 28/12/2012 tarihli kararı ile davayı 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında değerlendirerek maddi tazminat istemleri yönünden kısmen kabul, manevi tazminat istemi yönünden ise ret hükmü kurmuştur. Söz konusu hüküm Danıştay Onuncu Dairesi tarafından "genel hükümlere göre açılan davanın hizmet kusuru/kusursuz sorumluluk esaslarına göre değerlendirilmesi gerekirken5233 sayılı Kanun kapsamında irdelenmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı" gerekçesine yer verilerek 12/4/2016 tarihinde bozulmuştur.
18. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından yapılan incelemede bozma kararının akabinde henüz bir karar verilmediği davanın derdest olduğu anlaşılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. Konu ile ilgili hukuk için bkz. İbrahim Tosun ve diğerleri, B. No: 2016/7869, 10/12/2019, §§ 32-40; Cenan Günhan ve diğerleri, B. No: 2017/26441, 4/11/2020, §§ 42-55.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 21/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi
21. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Başvurucuların İddiaları
22. Başvurucular öncelikle jandarma karakollarına çok yakın bir mevkide ana yolda meydana gelen, dokuz kişinin ölümü ve bazı vatandaşların yaralanması ile sonuçlanan saldırının devlet tarafından önlenemediği ve böylece devletin Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü yerine getiremediğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca ölüm olayı hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini, kamu davasının uzun sürdüğünü iddia ederek Anayasa'nın 17. maddesinin yanında 36. maddesinin de ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuşlardır.
C. Değerlendirme
23. Anayasa'nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir."
24. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
25. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut başvuruda, vefat eden kişiler başvurucuların birinci derece yakınları olduğundan başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular; öz itibarıyla terör saldırısında yaşamını kaybeden yakınlarının yaşam hakkını korumak için kamu makamlarınca yeterli tedbir/önlem alınmamasından ve yakınlarının ölümüyle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinden yakınmaktadır. Bu nedenle başvurunun münhasıran yaşam hakkı kapsamında ve ayrıca yaşam hakkının maddi (koruma) ve usul (soruşturma) boyutu çerçevesinde incelenmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.
1. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerinden birisinin de insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğunu belirten Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
28. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).
29. Bunun yanında pozitif yükümlülüğü kapsamında devletin yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler, yaşama hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
30. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konmasını ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan, bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
31. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Anılan yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
32. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
33. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğü, somut olayın gerçekleşme koşullarında mağdura idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Kutbettin Yasak, B. No: 2015/5693, 14/11/2018, § 35).
34. Tazminata ilişkin hukuk yolları bu tür olayların gerçekleşme koşullarına, ihmali sorumluluğun derecesine ve söz konusu ise yürütülen kamusal faaliyetin niteliğine göre benzer yaşam hakkı ihlallerini önlemedeki rol bakımından yeterli olabilmektedir. Aksinin kabulü, yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmeyen olaylarda etkili yargısal sistem kurmaya ilişkin yükümlülüğün mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasıyla yeterli olabildiğine ilişkin genel kabul ile açıkça çelişecektir (Kadri Ceyhan [GK], B. No: 2014/1924, 17/5/2018, § 93).
35. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ercan Bozkurt/Türkiye (B. No: 20620/210, 23/6/2015, §§ 57, 58) kararında benzer iddialar karşısında mayının güvenlik güçleri tarafından yerleştirildiğine dair herhangi bir iddianın veya verinin bulunmadığını, bu nedenle yaşam hakkı kapsamında ileri sürülen bu nitelikteki iddiaların devletin egemenlik alanındaki kişilerin hayatlarını terör eylemlerine karşı korumak amacıyla pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerektiğini; yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline kasten yol açılmaması durumunda başvuranların devletin bu bağlamdaki yükümlülüğünü belirleyebilecek ve kendisine yeterli tazminat sunabilecek hukuk yollarına başvurmasının gerektiğini belirterek devletin yaşam hakkı korunmadığı iddiası hakkında kabul edilemezlik kararı vermiştir.
36. Somut olayda başvurucuların yakınlarının ölümü terör örgütü mensupları tarafından yerleştirildiği anlaşılan mayınla yapılan saldırı neticesinde olmuştur. Başvurucular yakınlarının ölümüne kasten sebebiyet verildiği iddiasında da bulunmamıştır. Bu durumda Anayasa'nın 17. maddesinden kaynaklanan etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün başvuruculara idari yargı mercileri önünde açabilecekleri tam yargı davası yoluyla da yerine getirilmiş sayılabileceği sonucuna ulaşılabilir. Başvurucuların kamu makamlarının koruyucu/önleyici tedbirler almaması nedeniyle yakınlarının öldüğü yönündeki şikâyetlerini temel alan yaşam hakkına ilişkin ihlal iddiası, idarenin güvenliği sağlama görevindeki ihmale ilişkin bulunup hâlihazırda söz konusu ihmal/hizmet kusuru için açılan tam yargı davası Van 3. İdare Mahkemesinde derdesttir.
37. Bu nedenle devlet tarafından başvuruculara Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında sunulan etkili bir hukuk yolu olan tam yargı davasının başvurucular tarafından kullanıldığı ancak bu sürecin henüz sonuçlanmadığı anlaşıldığından yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak iç hukukta mevcut yargısal başvuru yollarının bireysel başvuru yapılmadan önce usulünce tüketilmediği sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
40. Usul yükümlülüğünün bir olayında gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
41. Bununla birlikte Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
42. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
43. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).
44. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68). Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, § 68).
45. Diğer taraftan ceza soruşturmasının etkililiği için soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi gerekir (Salih Akkuş, § 30). Bu husus hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin değerlendirmelerindeki tespitin başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, soruşturmadaki davalı, şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsur ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterdiğinin belirtilmesi uygun olacaktır (Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).
46. Esasen olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine doğrudan geçecek şekilde delillerin değerlendirmesini yapmasının veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 185).
47. Somut olayda başvurucuların yakınlarının hayatını kaybettiği terör saldırısının hemen akabinde olay yerinde uzman ekiplerce inceleme yapıldığı, olay tutanaklarının, fiziki inceleme raporlarının düzenlendiği, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerinin gerçekleştirildiği, tanıkların ifadelerine başvurulduğu ve olay yerinden elde edilen maddi deliller üzerinde kriminal inceleme yapıldığı anlaşılmaktadır. Yapılan inceleme ve araştırmalar sonucu faillerden S.K.nın açık kimlik tespiti yapılabilmiş, bir terör örgütü mensubunun kod adı tespit edilmiş, diğer olası faillerin ise kimlik bilgisine ulaşılamamıştır. Bu noktada altı çizilmesi gereken husus saldırının şehir dışında, yol üzerinde, terörist eylemlerin yaşandığı bir bölgede gerçekleştirilmiş olmasıdır.
48. Faillerden kimlik bilgisi açıkça tespit edilen ve hakkında yakalama kararı verilen S.K. yönünden soruşturma dosyası ayrılmış, iddianame düzenlenmiş ve yargılamaya başlanılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada da yakalama emrinin infazı beklenmiş ve şüphelinin aranmasına devam edilmiş ancak yargılama sürecinde S.K.nın öldüğü bilgisine ulaşıldığı için düşme kararı verilmiştir. S.K. yönünden bu süreç 6 yıl gibi bir sürede tamamlanmıştır. Diğer taraftan haklarında 30 yıl süreli daimî arama kararı verilen açık kimlik bilgileri tespit edilememiş failler yönünden soruşturma dosyası açık olarak inceleme/araştırmanın devam ettiği görülmüştür. Süreç içinde faillerin bazılarının kimliğinin tespit edilmemesi/yakalanamaması nedeniyle yakalama emirlerinin infaz edilemediği, daimî arama kararı verildiği ve ceza mevzuatında yapılan yasal değişikler sonucu özel yetkili birimler ve mahallî yargı makamları arasında görev/yetkinin birden fazla kez el değiştirdiği de dikkate alındığında tek başına bu sürecin uzun sürmesinin usul sorumluluğu kapsamında bir problem doğurmadığı değerlendirilmiştir.
49. Soruşturmanın etkinliğine ilişkin asgari ölçütleri karşılayan incelemenin nitelik ve derecesinin davanın koşullarına bağlı olduğu unutulmamalıdır. Yukarıda aktarılan safahatı (bkz. §§ 8-14) içeren soruşturma sürecinde ölüm olayını çevreleyen koşulların tespitine imkân sağlayan gerekli ve yeterli bilgilerin olabildiğince bir bütün olarak elde edildiği, faillerden birinin açık olarak tespit edildiği ve yargılandığı, diğerlerinin kod adı bilgisine ulaşıldığı, kimliği açık olarak tespit edilemeyenler için daimî arama kararı verildiği, bu failler yönünden araştırmanın hâlen devam ettiği ve olayın terör eylemlerinin yaşandığı bölgede yol üzerine döşenmiş mayın marifetiyle gerçekleştirildiği dikkate alındığında soruşturmanın etkinliğine ilişkin olarak ortaya çıkan ve yetkililere yüklenebilecek bir boşluğun oluştuğu yorumunu getirmek, etkisiz ve pasif kalındığını söylemek mümkün görünmemektedir.
50. Dolayısıyla soruşturma makamının olayların seyrini aydınlatmaya yönelik işlemlerinden kuşku duyulmasını gerektirecek bir durumun veya yürütülen soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir hususun bulunmadığı ve dolayısıyla yaşam hakkının usul boyutuna yönelik bir ihlal bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
51. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 21/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.