TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUSTAFA ÜNAL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/21149)
Karar Tarihi: 28/11/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Recai AKYEL
Raportör
Murat BAŞPINAR
Başvurucu
Mustafa ÜNAL
Vekili
Av. Mehmet ÇAVDAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan hâkimliklerce verilmesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; gözaltı işlemleri ve sonrasında kendi avukatından faydalanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; hukuka aykırı bir şekilde mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 11/4/2017 ve 19/3/2018tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvurucu tarafından yapılan 2018/8529 sayılı başvuru, kişi ve konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/21149 sayılı dosya ile birleştirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, kamuoyunca bilinen bir gazeteci ve yazardır.
8. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12).
10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan kırk üç şüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır.
11. Anılan soruşturma kapsamında başvurucu 20/7/2016 tarihinde evinde yapılan arama sonrasında gözaltına alınmıştır.
12. Başvurucunun ifadesi 30/7/2016 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında İstanbul Barosunca görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre isnat edilen suçlar ifade alma işlemi öncesinde başvurucuya açıklanmıştır. İfadesine esas olmak üzere başvurucuya, darbe girişiminde bulunan FEFÖ/PDY'nin yapısının nasıl olduğuna, örgütün yayın organlarında veya diğer alanlarda kendisine bir görev verilip verilmediğine, örgütün hangi kademesinde ne tür görevler aldığına, sorumlu olduğu ya da emir aldığı kişilerin kim olduğuna, örgütün medya organlarının yayın politikasının nasıl şekillendiğine ve örgüt liderinin yayın organları ile irtibatının nasıl sağlandığına, örgüt lideri ile irtibatının bulunup bulunmadığına ve örgüt liderini ziyaret edip etmediğine, darbe girişiminden önceden haberdar olup olmadığına, darbe girişiminde bulunan kişilerle ve Türk Silahlı Kuvvetleri personeliyle bir irtibatının olup olmadığına dair sorular yöneltmiştir.
13. Başvurucu ifadesinde, isnat edilen suçlamaları kabul etmemiş ve sorulara karşı özetle aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur:
"... Ben gazetenin Ankara'daki yöneticisiyim. Gazeteye nelerin konulacağını gazetenin İstanbul merkez şubesi belirlemektedir ...
... Darbe girişiminde bulunan kimseyle irtibatım olmadı. Bu darbeye karışan kimseye de destek vermedim. Kimseden talimat almadım ...
... Sadece Zaman gazetesi ve Aksiyon dergilerinde yazılar yazdım. Benim buradaki durumum gazetecilik ile sınırlıdır. Bahsedilen diğer yerlerle bir bağlantım yoktur ...
... Ben[im] sadece Zaman gazetesinde gazetecilik ile ilgili faaliyetim var. Bunu da Ankara'da herkes bilir. Ankara haber merkezinde yayın temsilcisi olmam sebebiyle haber sorumlusuyum. FETÖ/PDY ile ilgili herhangi bir bilgim yoktur ...
... 15 Temmuz kanlı darbe girişimine karşıyım. Aralarında çok sevdiğim yıllardır kadim arkadaşlık ettiğim E.O. ve oğlu da şehit oldu. Sorumluları bulunmalı. Namluyu halka doğrultanlardan en ağır şekilde hesap sorulmalı. Demokratik düzenlerde en ağır suç silahlı kalkışmadır ve affedilemez. Kendimi muhafazakar olarak tanımlıyorum. Türkiye gibi kozmopolit bir ülkeyi hiç bir muhafazakar grubun (cemaat ve tarikatlar gibi) yönettiği bir ülkede yaşamak istemem. Halkın iradesinin yansıttığı demokratik bir yönetim benim için kutsaldır. Hayatım bunun üzerine kurulmuştur."
14. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı tarihte başvurucuyla birlikte altı şüpheliyi tutuklanması talebiyle İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında "Şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu ... nitekim 15/7/2016 tarihinde örgüt lideri Fetullah Gülen'in talimatı ile darbe girişiminde bulunulduğu, şüphelilerin Zaman Gazetesinde yazdıkları dönemlerde darbe girişiminde bulunan örgütü destekleyici övücü, güzel göstermeye yönelik konuşmalar ve yazılar yazdıkları, şüphelilerin övdükleri örgütün ve örgüt liderinin de neler yaptığı 15/7/2016 tarihinde net olarak ortaya çıktığı, şüphelilerin örgüt lideri ve yöneticileri ile fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettikleri, örgüt üyelerinin bir çoğunun haklarında yakalama kararı olmasına rağmen kaçtıkları, dolayısıyla bu şüphelilerin de kaçma kuvvetli şüphesi bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak..."tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir.
15. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasında kollukta alınan ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve ek olarak "... Zaman gazetesinde Ankara yayın yöneticiliği yaptım, kayyum görevlendirilmesi geldiğinde ben emekli oldum, Ankara Bürosu'nun yayın yöneticisiyim maliyesinden sorumlu değilim sadece haber ve yayın ile yetkilerim sınırlıdır, sadece yayın sorumluluğum vardır, gazetede 20 yıl boyunca haftada 3 gün yazı yazdım cemaat hiyerarşisi ile hiç bir ilgim yoktur, bu örgüt ile ilgim ve alakam yoktur, hakkımda bu hususta somut bir delil de yoktu, darbeler konusunda kesin bir duruşum vardır, 28 Şubattan 15 Temmuza kadar tüm darbe ve girişimlerine karşı duruşum vardır darbe girşimi oldugunu öğrenir öğrenmez sosyal medyada da attığım twitler ile de 'darbeye hayır' başlıkları ile yazılar yazdım halka silah çekenkerin en ağır şekilde yargılanması gerektiğini de yazdım, idam cezası ise gerekirse idam edilmelerine dair de yazılar yazdım askerin siyasete müdahalesine karşı oldugumu yazılarımda da belirttim, ben buraya gelirken ne ile suçlanacağımı bilmediğim için yazılarımı yanımda getiremedim, bir liste oldugunu ve listede adım oldugunu öğrendim evimde polisleri bekledim istesem kaçardım ancak ben kaçmadım, suçsuzum, polisleri bekledim ve teslim oldum, kaçmamı gerektiren bir husus da yoktur, atılı suçlamaları kabul etmiyorum, guatr rahatsızılıgım vardır psikolojik rahatsızlığım olması halinde nüksetmesi olası önemli bir hastalıgım davardır, ancak doktor raporum yanımda değildir dosyaya ibraz edeceğim, delilleri karartma imkanım veya gücüm de yoktur, delilleri değiştirmem zaten mümkün değildir, tutuksuz yargılanmamı talep ediyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur.
16. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğince 30/7/2016 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimlik "... 15/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin silahlı kuvvetler içerisindeki unsurlarının ülke yönetimine yöneticilerine ve anayasal kurumlarına kalkışma yaptıkları, sonrasında yapılan soruşturmalar neticesinde ve daha önce yapılan soruşturmalar neticesinde şüphelilerin yazı yazdıkları bu silahlı yapıya mensup oldugu tespit edilen Zaman Gazetesi'nde bu yapıyı övücü yazılar yazdıkları, emniyet ve yargı makamlarının bu yapıya yönelik soruşturmalarını eleştiren akamete uğratan yazılar yazdıkları, gazete yöneticileri olan E.D. hakkında silahlı örgüt mensubiyetinden dava açıldıgı halde yine yazılarına devam ettikleri, bu nedenle bu yapıya ilişkin silahlı unsurların bulunduğunu bildikleri halde aynı yapı içerisinde bulunmaya devam ettikleri, özellikle 17 Aralık olarak bilinen süreçten sonra dahi ısrarlı bu yapıyı övücü yazılarının süre geldiği ve örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyeti yürüttükleri, yine şüphelilerin sosyal paylaşım hesaplarından da buna ilişkin katkılarını sürdürdükleri,kalkışmayı mazur gösteren yazılar yazdıkları ve bu örgütün mensuplarını sahiplenen açıklamalar yaptıkları, kamu oyunda onların masumiyetleri yönünde algı oluşturdukları, örgütün silahlı unsurlarının 15/7/2016 gecesi ortaya çıktığı bu tarihten önce kamuoyunda bu örgütün silahlı kalkışma yapacağına dair güçlü anlatımlar ve bilgilendirmeler olmasına rağmen şüphelilerin katkılarını devam ettirdikleri, sonrasında çalıştıkları gazetenin bu yapıya ait yayın organı olması nedeni ile kapatılmış olduğu ..." şeklindeki değerlendirme ile başvurucu yönünden silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır.
17. Kararın tutuklama koşullarına ilişkin bölümü ise şöyledir:
"... şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK 100. maddesine sayılan ve tutuklama sebepleri var kabul edilen suçlardan olduğu, ayrıca bu yapının medya ayağı yönündeki soruşturmalarda çok sayıda şüphelinin yurt dışına kaçmış olduğu, en başta bu gazetenin eski yöneticisi olan E.D.nin ... adli kontrol hükümlerine tabii olduğu halde aynı suçtan yurt dışına kaçtığı, atılı suç yönünden OHAL'in ülkede devam ettiği ve delillerin toplanması sürecinin devam ettiği, bu durumda şüpheliler hakkında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelilerin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA [karar verildi.]"
18. Anılan karar sonrasında İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğince 8/8/2016 tarihinde, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda "dosyada tutukluluk hâlinin sonlandırılmasını gerektirecek yeni bir delil bulunmadığı" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.
19. İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği 24/1/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
20. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/2/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
21. Başvurucu 11/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
22. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu dışında yirmi dokuz şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur.
23. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amacı, yöntem ve stratejisi, hiyerarşik yapısı, istihbarat ağı, mali yapısı ve gelir kaynakları, silahlı gücü, emniyet ve yargı yapılanmasını kullanarak gerçekleştirdiği bazı yasa dışı faaliyetlere yönelik iddialara değinilmiştir. Sonrasında FETÖ/PDY'nin medyadaki yapılanmasına ve faaliyetlerine yer verilmiş; özellikle bu yapılanmanın medya unsurlarının kamuoyunca bilinen isimleriyle Tahşiye, 17/25 Aralık, MİT tırları ve Selam-Tevhid-Kudüs ordusu soruşturmalarına ilişkin etkilerine dair açıklamalar yapılmıştır.
24. Cumhuriyet savcısı, başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin FETÖ/PDY'nin medya gücünü oluşturduklarını,örgütün genel amacı doğrultusunda anayasal düzeni, TBMM'yi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmak için örgüt stratejisi ve hiyerarşisi içinde rollerini yerine getirerek üzerlerine atılı suçları işlediklerini ileri sürmüştür. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler yönünden Savcılık tarafından yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili bölümü şöyledir:
" ...
Şüpheliler M.T., A.B., İ.K., A.T.A., [başvurucu], Ş.A, N.U., L.S., O.K.C., ve İ.D.D. FETÖ-PDY medya organlarında görev yapan köşe yazarlarının; konjonktürel ve tarihi perspektifle bakıldığında bu yazılardaki ifadelerin 'mecaz' ya da 'metafor' olarak izah edilemeyeceği, genel olarak operasyonların ve yargı sürecinin devam ettiği dönemlerde kaleme alınan yazılarda Hükümete sadece muhalefet yapılmadığı veya eleştiri yöneltilmediği; görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullandıkları ya da ön hazırlık niteliğinde yazılar yazdıkları; şüpheli yazarların genel itibariyle de süreç içerisinde böyle bir duruş sergiledikleri, basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullanarak örgüt amacına hizmet ettikleri; ulusal güvenliği tehdit edebilecek, toplum huzurunu, toplumsal barışı ve asayişi bozabilecek beyanlarda bulundukları, askeri darbe çağrısında bulunmaktan çekinmedikleri, bu haliyle şüpheli yazarların gerek suç unsuru ihtiva ettiği tespit edilen yazılarıyla gerek tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte örgütsel hedef ve amacı tamamlayan yazılarla FETÖ-PDY terör örgütü hiyerarşisi içerisindeki görevlerini yerine getirdikleri,
...
Bu şekilde ... şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün medya gücünü oluşturdukları ... üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmıştır."
25. Savcılık; başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğuna ilişkin delil olarak bazı yazılarını göstermiştir. Bu yazılar ve bunlara ilişkin Savcılığın iddianamedeki değerlendirmeleri şöyledir:
i. 22/12/2013 tarihli "Nereye" başlıklı,
ii. 29/12/2013 tarihli "2013'e Veda Ederken" başlıklı,
iii. 10/1/2014 tarihli "Kumpasa Gelmek" başlıklı,
iv. 5/2/2014 tarihli "İki Türkiye" başlıklı,
v. 7/2/2014 tarihli "Yeni Parti Mi?" başlıklı,
vi. 28/2/2014 tarihli "28 Şubat'ın 2014 Versiyonu" başlıklı,
vii. 2/3/2014 tarihli "17 Aralık, Milli Güvenlik Sorunu" başlıklı,
ix. 14/3/2014 tarihli "Aman Dikkat" başlıklı yazılar ile,
x. 25/12/2015 tarihli Kılıçdaroğlu'yla yapılan söyleşiye ilişkin yazı,
- Savcılık özetle; kamuoyunca 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen dönemde Zaman gazetesinde yazılan köşe ve haber yazarlarının davayı etkileme amacını taşıdığını, yazılarda gerçeklerin çarpıtılarak Başbakan'ın cemaate [FETÖ/PDY] karşı saldırıya geçtiğini, emniyette yapılan atamalar ve yasal değişiklikler ile yolsuzluk soruşturmasının örtbas edilmeye çalışıldığı izlenimi doğurduğunun ifade edildiğini, Cumhurbaşkanı'nın yaşananlara seyirci kalmaması gerektiği söylenerek kurumlar arasında çatışma yaratılmasının hedeflendiğini ve gazetenin Ankara temsilcisi olan başvurucunun da aynı kapsamda bu yazıları yazdığını ileri sürmüştür.
26. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2017 tarihinde, iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/112 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
27. Başvurucunun kavuşturma aşamasındaki savunması şöyledir:
"Önce düzeltme yapmak lazım, ben Zaman Gazetesi Ankara yayın temsilcisiyim. Künyede yazan bu. İddianame resmi bir evrak olduğunu göre doğrusu yazılmalı diye düşünüyorum. Kılıçdaroğlu’nun sıfatı unutulmuş. Kılıçdaroğlu’nun kim olduğunu herkes biliyor ama yine de ‘CHP Genel Başkanı’ ifadesi yer almalıydı. Aynı zamanda ana muhalefet partisi lideri. Bu makamın devlet protokolünde önemli yeri var. Ben vatandaş Kemal Kılıçdaroğlu ile değil CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun görüşlerini yazdım. Bu durumda iddia edilen ‘örgüt’ü savunan ben miyim? Yoksa Kılıçdaroğlu mu? Yazının tamamını buldum. CHP Lideri 2014 yılının siyasi değerlendirmesini yapmak üzere aralarında benim de bulunduğum gazetecilerle kahvaltılı basın toplantısı yapmış. Orada kendisine sorulmuş: ‘Fetullah Gülen’le ilgili ne düşünüyorsunuz?’ diye. Bu tip toplantılarda her soru sorulur. Bir kısıtlama olmaz. Ayrıca Kılıçdaroğlu her soruyu anlayışla karşılayan bir siyaset adamıdır. Soruyu ben sormadım. Kılıçdaroğlu’nun cevabı şu olmuş: 'Gülen hareketini en çok eleştiren biziz. Ama siz benim gibi düşünmüyorsunuz diye onu yok edeceğim derseniz biz mazlumun yanında oluruz. Mazlumu savunmayacağız da kimi savunacağız. Kimse kusura bakmasın’. Ben de bu ifadeleri köşeme taşımışım. Orada bulunan tüm gazetecilerin yaptığı gibi… Bunları yazmayana gazeteci denmez. Ana muhalefet liderinin gündemin sıcak konusuna ilişkin sözlerini aktarmak suçun delili olabilir mi? Ben söyleyen değil aktaranım. Bu yüzden suçlanmamı anlayabilmiş değilim..."
28. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir.
29. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 22/2/2018 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 6/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
30. Başvurucu 19/3/2018 tarihinde -2018/8529 sayılı başvuru yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur.
31. 5/4/2018 tarihinde Savcılık esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık mütalaasında başvurucunun:
- Kendisine ait Twitter hesabından 15/7/2016 tarihinde yayımlamış olduğu mesajlarında Fetullahçı yapıya yönelik Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve kamuoyunda çatı iddianamesi olarak bilinen iddianame ile ilgili bazı yorumlarda bulunduğunu, "İddianamenin dili de içeriği de kesinlikle hukuki değil" dediğini, aynı tarihte yayımlanan bir başka mesajında Al Jazeera Türk isimli haber ajansında yayımlanan "Paralel yapı ana iddianamesinden; TSK içindeki yapılanma endişe verici boyutlarda" şeklindeki haberi paylaştıktan sonra bu habere atfen "İddianamenin hedefi yaş kumpası, TSK'ya operasyon için zemin hazırlamak, AKP kumpas maharetini balyozda gösterdi" şeklinde paylaşımda bulunduğunu, aynı tarihte yayımlanan bir başka mesajında yine çatı iddianamesini kastederek "Savcı avcı değildir, cadı avı yapamaz, suçun izini sürer, suçluyu tespit eder, senaryo yazmaz, roman senaryo yazarlarının işi yargının değil" dediğini,
- 15 Temmuz 2016 tarihinde yani darbe gününde yayımlanan bir başka mesajında Anadolu Ajansının "Devlet içinde ayrı hiyerarşi ve işbölümü, Fetullahçı terör örgütünün çatı iddianamesi mahkemeye gönderildi" şeklindeki haberine atıfta bulunarak "İddianameden çok YAŞ kumpasına benziyor" şeklinde paylaşımda bulunduğunu, aynı tarihte yapmış olduğu diğer paylaşımlarda ise "Eğer bir ülkenin adalet terazisi bozulmuşsa felaketi bekleyin", "Savcıların hayal gücü çok geniş, senaryo konusunda yeşilçam destek alabilir", "Ak parti umuttu, AKP ile fiyasko oldu, çete ile felakete dönüştü", "Muhakkak ki Allah adaleti emreder, hayırlı cumalar..." şeklinde sözler yayımladığını,
- 9/1/2014 tarihinde Beyaz TV'de katıldığı bir programda, 17-25 Aralık operasyonları sonrasında polis müdürlerine yönelik yapılan operasyonları kastederek Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) kandırıldığını ve kumpasa düşürüldüğünü söylediğini,
- 22/2/2015 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı Anayasa'yı askıya almakla suçladıktan sonra Başbakan'ın PKK 'nın cemaatten daha hoş göründüğünü söylediğini,
- 19/12/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında, haklarında Fetullahçı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütülen bazı şüphelileri kastederek adaletin bittiğini, vicdan ve insafın kalmadığını söylediğini, hatta yazı içeriğinden sanığın bu kişilere destek olmak amacıyla İstanbul Adliyesine geldiğinin anlaşıldığını,
- 31/12/2014 tarihinde yayımlanan yazısında 17/25 Aralık operasyonlarını yapanlara yönelik işlemleri eleştirdikten sonra yazısını "2014 sancılı bir yıldı, sancı doğumun da habercisi, 2015 umut" şeklinde sözlerle bitirdiğini,
- 28/12/2014 tarihinde aynı gazetede yayımlanan yazısında devletin hukuk vasfıyla birlikte merhametini de kaybettiğini ileri sürdüğünü,
- 12/12/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında "2014 bütçe görüşmeleri bize gösterdi ki AKP, saray, 17 Aralık, yolsuzluk ve torpil iddialarının altında kalmış durumda" dediğini,
- 17/12/2014 tarihinde Zaman gazetesinde yayımlanan yazısında örgütün üst düzey yöneticilerinden olan E.D. ve H.K.yı kastederek "Tehditle korkutarak susturulacak isimler değil, veremiyecek hesap yok çünkü" dediğini, aynı yazısında sistemde Türk tipi baas sistemine gidildiğini, AKP'nin 17 Aralık'ın altında ezilmekteyken buna şimdi bir de 14 Aralık'ın -E.D. ve H.K.nın gözaltına alındığı tarih- eklendiğini söylediğini, yazısını kendisinin de E.D. ve H.K.nın yerinde olmak istediğini söyleyerek bitirdiğini,
- 5/4/2015 tarihinde yayımlanan yazısında Hükûmeti kastederek "Bu dünyada yüce divan yoksa öteki dünyada hakkın divanı var, paket paket torba torba düzenlemelere yol veren 24. dönem AKP'li milletvekilleri pek yakında aranıza dönecek" dediğini,
- 27/2/2015 tarihinde yayımlanan yazısında, Fetullahçı yapıya yönelik adli ve idari soruşturmalara atfen bu soruşturmaların 28 Şubat sürecini hatırlattığını, paralel iddiasının bir saçmalıktan ibaret olduğunu iddia ettiğini,
- 16/12/2015 tarihinde yayımlanan yazısında, Fetullahçı örgütün polis müdürü ve gazeteci üyelerine yönelik operasyonun dışında başka kişilere de operasyon yapılacağı duyumunu aldığını, suçsuz, hayırsever insanların paralel devletle herhangi bir ilişkisinin olamayacağını söylediğini,
- 17 Aralık operasyonu sonrasında Zaman gazetesinde 22/12/2013 tarihinde yayımlanan "Nereye?" başlıklı yazısında, 29/12/2013 tarihinde yayımlanan "2013'e Veda Ederken" başlıklı yazısında, 10/1/2014 tarihinde yayımlanan "Kumpasa Gelmek" başlıklı yazısında, 7/2/2014 tarihinde yayımlanan "Yeni Parti Mi?" başlıklı yazısında, 28/2/2014 tarihinde yayımlanan "28 Şubat'ın 2014 Versiyonu" başlıklı yazısında, 2/3/2014 tarihinde yayımlanan "17 Aralık Milli Güvenlik Sorunu" başlıklı yazısında, 7/3/2014 tarihinde yayımlanan "Ak Parti Zorda" başlıklı yazısında ve 14/3/2014 tarihinde yayımlanan "Aman Dikkat" başlıklı yazısında 17/25 Aralık soruşturmalarının sözde yolsuzluk kisvesi altında, örgüt elebaşı Fetullah Gülen tarafından verilen talimat doğrultusunda Fetullahçı polis ve sözde yargı mensuplarıyla Hükûmeti devirmek amacıyla yapıldığını bildiği hâlde bu soruşturmaların sanki hukuka uygun şekilde yapılan soruşturmalar olduğu izlenimini yaratmaya çalıştığını,
- Pek çok yayın organında köşe yazısı yazdığını ve televizyon programlarına katıldığını, bu süreçte diğer dava arkadaşları gibi örgüt elebaşına hep sadık kaldığını, örgüt elebaşının en çok eleştirildiği, hakkındaki şaibelerin arttığı, açıkça devlet içinde ayrı bir yapılanmaya gittiğinin iyice görünür olduğu dönemlerde bile sadakatinden ödün vermediğini, her ne kadar tüm aşamalarda örgüt üyesi olmadığını savunmuş ise de çalıştığı uzun yıllar boyunca örgütle ilgili en küçük bir eleştiri yazısı dahi yazmadığını, mensubu bulunduğu gazetedeki diğer sanıklar gibi hep olaylara Fetullahçı çizgide yaklaştığını,
- Söz konusu yazıların tek bir kaynaktan yani örgüt elebaşının emir ve talimatı doğrultusunda yazıldığının hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya konulduğunu,
belirterek cezalandırılması talebinde bulunmuştur.
32. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/7/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın ilgi kısmı şöyledir:
Sanık Mustafa Ünal'ın terör örgütüne müzahir kapatılan Zaman Gazetesi'nin Ankara temsilcisi olduğu; sanığın kendisine ait twitter hesabından 15/07/2016 tarihinde yayınlamış olduğu mesajlarında Fethullahçı yapıya yönelik Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve kamuoyunda çatı iddianamesi olarak bilinen iddianame ile ilgili bazı yorumlarda bulunduğu 'iddianamenin dili de içeriği de kesinlikle hukuki değil' dediği, aynı tarihte yayınlanan bir başka mesajında Al Jazeera Türk isimli haber ajansında yayınlanan 'Paralel yapı ana iddianamesinden; TSK içindeki yapılanma endişe verici boyutlarda' şeklindeki haberi kendi hesabında paylaştıktan sonra, üzerine ve bu habere atfen 'iddianamenin hedefi yaş kumpası, TSK'ya operasyon için zemin hazırlamak, AKP kumpas maharetini balyozda gösterdi' şeklinde paylaşımda bulunduğu, aynı tarihte yayınlanan bir başka mesajında yine çatı iddianamesini kastederek 'savcı avcı değildir, cadı avı yapamaz, suçun izini sürer, suçluyu tespit eder, senaryo yazmaz, roman senaryo yazarlarının işi yargının değil' dediği, 15 Temmuz 2016'da yanidarbe günündeyayınlanan bir başka mesajında Anadolu Ajansının 'devlet içinde ayrı hiyerarşi ve işbölümü, Fetullahçı terör örgütünün çatı iddianamesi mahkemeye gönderildi' şeklindeki habere atıfta bulunarak 'iddianameden çok YAŞ kumpasına benziyor' şeklinde paylaşımda bulunduğu, aynı tarihte yapmış olduğu diğer paylaşımlarda ise 'eğer bir ülkenin adalet terazisi bozulmuşsa felaketi bekleyin', 'savcıların hayal gücü çok geniş, senaryo konusunda yeşilçam destek alabilir', 'Ak parti umuttu, AKP ile fiyasko oldu, çete ile felakete dönüştü' şeklinde sözler yayınladığı, sanığın 9/1/2014 tarihinde Beyaz TV'de katıldığı bir programda 17-25 Aralık operasyonları sonrasında polis müdürlerine yönelik yapılan operasyonları kastederek Ak Parti'nin kandırıldığını ve kumpasa düşürüldüğünü söylediği, sanığın 22/2/2015 tarihinde Zaman Gazetesi'nde yayınlanan yazısında, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Anayasayı askıya almakla suçladıktan sonra başbakanın PKK'yı cemaatten daha hoş gördüğünü söylediği, sanığın 19/12/2014 tarihinde Zaman Gazetesi'nde yayınlanan yazısında, haklarında fetullahçı terör örgütüne üye olmak suçundan soruşturma yürütlen bazı şüphelileri kastederek adaletin bittiğini, vicdan ve insafın kalmadığın söylediği, hatta yazı içeriğinden sanığın bu kişilere destek olmak amacıyla İstanbul Adliyesine geldiğinin belirtildiği, sanığın 31/12/2014 tarihinde yayınlanan yazısında 17/25 aralık operasyonlarını yapanlara yönelik işlemleri eleştirdikten sonra yazısını '2014 sancılı bir yıldı, sancı doğumun da habercisi, 2015 umut' şeklinde sözlerle bitirdiği, sanığın 28/12/2014 tarihinde aynı gazetede yayınlanan yazısında devletin hukuk vasfıyla birlikte merhametini de kaybettiğini ileri sürdüğü, sanığın 12/12/2014 tarihinde Zaman Gazetesi'nde yayınlanan yazısında '2014 bütçe görüşmeleri bize gösterdi ki AKP, saray, 17 Aralık, yolsuzluk ve torpil iddialarının altında kalmış durumda' dediği, sanığın 17/12/2014 tarihinde Zaman Gazetesi'nde yayınlanan yazısında örgüt üst düzey yöneticilerinden olan E.D. ve H.K.yı kastederek 'tehditle korkutarak susturalacak isimler değil, veremiyecek hesap yok çünkü' dediği, aynı yazısında sistemin Türk tipi baas sistemine gidildiğini, AKP'nin 17 Aralığın altında ezilmekteyken buna şimdi bir de 14 Aralık'ın (E.D. ve H.K.nın gözaltına alındığı tarih) eklendiğini söylediği, yazısını kendisinin de E.D. ve H.K.nın yerinde olmak istediğini söyleyerek bitirdiği, sanığın 05/04/2015 tarihinde yayınlanan yazısında hükümeti kastederek 'Bu dünyada yüce divan yoksa öteki dünyada hakkın divanı var, paket paket torba torba düzenlemelere yol veren 24. dönem AKP'li milletvekilleri pek yakında aranıza dönecek' dediği, sanığın 27/02/2015 tarihinde yayınlanan yazısında Fetullahçı yapıya yönelik adli ve idari soruşturmaları atfen bu soruşturmaların 28 Şubat sürecini hatırlattığını, paralel iddiasının bir saçmalıktan ibaret olduğunu söylediği, sanığın 16/12/2015 tarihinde yayınlanan yazısında Fethullahçı örgütün polis müdürü ve gazeteci üyelerine yönelik operasyon dışında başka kişilere de operasyon yapılacağı duyumunu aldığını, suçsuz, hayırsever insanların paralel devletle herhangi bir ilişkisinin olamayacağını söylediği, sanığın bu şekilde süregelen ve devamlılık arz eden terör örgütü lehine propaganda yazılarının TCK'nın 314/2 maddesinde belirtilen terör örgütü üyeliği suçunu oluşturduğu,
... verilen ceza miktarı, tutuklama tarihi ve infaz şartları, mahkumiyetine konu olan suçun CMK'nun 100/3.maddesinde sayılan ve tutuklama sebebi var kabul edilen suçlardan olması, sanığın üyesi olduğuna karar verilen FETÖ terör örgütü ile irtibatlı kişilerin önemli bir kısmının yasal ya da yasa dışı yollarla Türkiye'den kaçmış olmaları nedeniyle sanığın da kaçma ihtimalinin bulunması birlikte değerlendirildiğinde tutuklama şartlarının devam ettiği, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı kanaatiyle tutukluluk halinin devamına [karar verildi]".
33. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.
IV. İLGİLİ HUKUK
34. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mahir Kanaat, B.No.2017/12653, 30/10/2018, §§ 28-48).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 28/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Gözaltının Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiası
36. Başvurucu; makul şüphe olmadan gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu, keyfî olarak uzun bir süre gözaltında bekletildiğini, gözaltı süresinin makul olmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
39. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
40. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
41. Öte yandan Anayasa Mahkemesi olağanüstü hâl ilanı sonrasında uygulanan olağan döneme göre daha uzun süreli gözaltı tedbirleri yönünden de bu sürelerin makul olmadığı şikâyetlerini incelemiş ve bu konuda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 30-37; Mehmet Hasan Altan [GK], B. No: 2016/2367, 11/1/20182, §§ 84-93).
42. Somut olayda başvurucu yönünden yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığına ve gözaltı süresinin uzun olduğuna ilişkin iddialarla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu; gazeteci olduğunu, yazılarının suç unsuru taşımadığını, isnat edilen eylemlerin ifade ve basın özgürlükleri kapsamında kaldığını, Hâkimlik tarafından tutuklamanın ön şartı olan kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri somut olgularla ortaya konulmadan, adli kontrol tedbirinin neden yetersiz olacağı açıklanmadan tutuklandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
46. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
47. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
48. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Uygulanabilirlik Yönünden
49. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
50. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).
ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden
(1) Genel İlkeler
51. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
52. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
53. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
54. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesine göre de şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme yahut değiştirme, tanık, mağdur ya da başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
55. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas Aslan, § 72).
56. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123). Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser Yıldırım (2), § 124).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu 30/7/2016 tarihinde, İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
58. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
59. Başvurucu hakkındaki tutuklama kararında başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün medya yapılanması içinde yer alan medya organlarında görev yaptığı ve örgütün amaçları doğrultusunda faaliyet yürüttüğü belirtilmiştir (bkz. § 16).
60. Başvurucu hakkında hazırlanan iddianame ve mütalaada ise; başvurucunun FETÖ/PDY'nin medya yapılanması içinde yer alan medya organlarından Zaman gazetesi Ankara temsilcisi ve yöneticisi olarak görev yapmasına ve örgütün amaçları doğrultusunda faaliyet yürütmesine dayanılmıştır (bkz. §§ 22-25, 31). 15 Temmuz gecesi yapılan darbe girişimine zemin hazırlamak ve bunun için kamuoyunun algısını şekillendirmek amacıyla yazılar yazıldığı ve çeşitli faaliyetler yapıldığı belirtilmiştir.
61. Başvurucu FETÖ/PDY'nin yayın organı olduğu belirtilen Zaman gazetesinde yönetici/sorumlu bir statüde -Ankara temsilcisi ve yöneticisi olarak- çalışmaktadır. Bir kimsenin FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen bir kuruluşta çalışması tek başına kuvvetli suç belirtisi olarak görülemez. Ancak FETÖ/PDY'nin faaliyetleri bakımından büyük önem taşıyan okul, dershane, gazete vb. yerlerde yönetici konumunda görev almanın buralarda çalışmaktan ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir. Nitekim yapılanmanın illegal faaliyetlerinin -çoğu zaman- yasal kuruluşların faaliyetleri/bünyeleri içinde gizlendiği ve sürdürüldüğü ileri sürülmüştür.
62. FETÖ/PDY'nin önemli faaliyet alanlarından birinin medya olduğu ve Zaman gazetesinin de örgütün medyadaki en önemli kurumlarından biri olduğu birçok yargı kararında veya soruşturma belgesinde ifade edilmiştir. Soruşturma makamlarınca, FETÖ/PDY için bu kadar önemli bir medya organında yönetici/sorumlu düzeyinde görev almanın ve bu göreve gazeteye kayyım atandığı 3/3/2016 tarihine kadar devam etmenin kişi ile FETÖ/PDY arasında örgütsel bir ilişki olduğuna dair kuvvetli bir belirti olarak kabulünün temelsiz ve keyfî bir yaklaşım olduğunu söylemek mümkün değildir.
63. Soruşturma mercilerince yapılan tespite ve kendi savunmasına göre başvurucunun Zaman gazetesinde Ankara temsilcisi/yöneticisi olarak görev yaptığı, bu şekilde söz konusu gazetenin Ankara yöneticisi olarak sorumluluğunun bulunduğu anlaşılmıştır. Bu durumun soruşturma makamlarınca terörle bağlantılı bir suç işlendiğine dair belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfî olduğu söylenemez (benzer yöndeki kararlar için bkz. Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, §§ 45, 46, 47; Ali Şeker, B. No: 2016/68962, 20/9/2018, § 60).
64. Nitekim başvurucunun yukarıda belirtilen eylemleri nedeniyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/7/2018 tarihli kararıyla 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesi uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
65. Sonuç olarak başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli belirtilerin bulunmadığının kabulü mümkün değildir.
66. Başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar da dâhil olmak üzere somut olayın tüm özelliklerinin dikkate alınması gerekir.
67. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken kaçma şüphesinin varlığına, isnat edilen suçun katalog suçlar arasında olmasına, toplanma süreci devam eden delilleri etkileme imkânın bulunmasına ve adli kontrolün yetersiz kalacak olmasına dayanıldığı görülmektedir.
68. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör örgütü üyesi olma suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup (bkz. § 34) isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasındadır (bkz. § 34; Gülser Yıldırım (2), § 148).
69. Darbe teşebbüsü sonrasındaki koşullar dolayısıyla soruşturma konusu olaylara ilişkin delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir. Bu dönemde ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen suçlara göre çok daha fazladır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 271, 272;Selçuk Özdemir, §§ 78, 79).
70. Somut olayda İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken işlendiği iddia olunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunun niteliğine, kaçma şüphesinin varlığına, delillerin toplanma sürecinin devam etmesine, suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan katalog suçlar arasında olmasına ve adli kontrolün yetersiz kalacak olmasına dayanıldığı görülmektedir (bkz. § 17).
71. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerden yoksun olduğu söylenemez.
72. Son olarak başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım (2), § 151).
73. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran, § 64).
74. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suçun niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
75. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
76. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19. maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
3. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
77. Başvurucu; tutuklama ve tutukluluğun devamı kararları ile itiraz ve tahliye taleplerinin reddi kararlarının gerekçesiz olduğunu, tutukluluğun devamını haklı gösterecek makul bir sebep de bulunmadığını ve tutukluluğunun makul süreyi aştığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
78. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, §§ 16, 17).
79. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesince mahkûmiyet hükmü verilmiş ise -hüküm kesinleşmemiş olsa da- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Ahmet Kubilay Tezcan, B. No: 2014/3473, 25/1/2018, §§ 24-27; Ekrem Atıcı, B. No: 2014/15609, 8/3/2018, §§ 27-30).
80. Bireysel başvuruda bulunduktan sonra 6/7/2018 tarihinde mahkûmiyetine karar verilen (bkz. § 32) başvurucunun tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddiası, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Bu madde kapsamında açılacak dava sonucuna göre başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığının tespiti hâlinde görevli mahkemece başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolu; başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yoludur ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmamaktadır.
81. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Tutukluluk İncelemeleri Yapan Hâkimliklerin ve Mahkemelerin Doğal Hâkim, Tarafsız ve Bağımsız Hâkim İlkelerine Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
82. Başvurucu; tutukluluğa ilişkin karar veren Sulh Ceza Hâkimliklerinin ve Ağır Ceza Mahkemelerinin kanuni hâkim ilkesine aykırı olduğunu, tarafsız ve bağımsız mahkeme güvencesini sağlamadığını ileri sürmüştür.
83. Olağanüstü hâl ilanına konu olaylar kapsamında suçlanan başvurucunun tutuklanmasına karar verildiği tarihte olağanüstü hâl devam etmektedir. Bu itibarla başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasına karar veren yargı mercilerinin bağımsız ve tarafsız olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasına karar veren mercinin başta Anayasa'nın 19. maddesi olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı davranıp davranmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242).
84. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin kanuni hâkim güvencesini sağlamadığı, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadığı ve tutukluluğa itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle getirdiğine ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh ceza hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 64-78, 94-97).
85. Somut başvuruda aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
86. Başvurucu; İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmadığını, kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Somut olayda genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak ve HSYK tarafından yapılan atama sonucunda ilgili hâkimlerin anılan görevleri yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan, siyasi tartışmalarda ortaya konulan değerlendirme ve yorumlardan hareketle başvuruculara yönelik somut, ön yargılı bir işlem ve tutum gösterilmeksizin ilgili hâkimlerin siyasal veya kişisel nedenlerle bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün değildir. Öte yandan bu mahkemelerin ihtilafın doğmasından sonra kurulan mahkemeler olmayıp görev ve yetkileri daha önceden kanunla belirlenmiş mahkemeler olduğu dikkate alındığında başvurucunun iddiasının makul ve kabul edilebilir olmadığı, dolayısıyla bu iddia yönünden açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
87. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
88. Başvurucu; soruşturma dosyasında gizlilik kararı nedeniyle suçlamalara ilişkin delillere erişemediğini, atılı suçla ilgili fiillerin ve somut delillerin kendisine gösterilmediğini ve soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelere erişiminin engellendiğini belirterek savunma hakkının kısıtlandığını iddia etmiştir.
89. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
90. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
91. Somut olayda kısıtlama kararının ne zaman kaldırıldığı belli değil ise de 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca en geç iddianamenin kabul edildiği 24/4/2017 tarihinde kanun gereği kısıtlamanın sona erdiği değerlendirilmiştir.
92. Başvurucunun şikâyetlerine konu kısıtlama kararının, hakkında olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren darbe teşebbüsü kapsamında bir faaliyete katıldığı iddiasıyla yürütülen soruşturmada verilmiş olması nedeniyle bu kararın hukuki olup olmadığının, bir başka ifadeyle kararın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle kısıtlama kararının ve bu kararın uygulamasının Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecektir.
ii. Genel İlkeler
93. Anayasa Mahkemesi 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesine göre verilen kısıtlama kararlarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile özellikle tutuklu kişilerin tutukluluğa yönelik itirazda bulunma hakları üzerindeki etkisini birçok kararında incelemiş, anılan kararlarda inceleme yöntemine ilişkin ilkelerini belirtmiştir (Günay Dağ ve diğerleri, §§ 168-176; Hidayet Karaca, §§ 105-107; Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 46-48; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 248-257).
94. Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası; yakalanan veya tutuklanan kişiye yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl, toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir (Günay Dağ ve diğerleri, § 168).
95. Diğer taraftan Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca, hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada öngörülen bu usulde, adil yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de iddia edilen tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122, 123).
96. Özellikle üçüncü kişilerin temel haklarını korumak, kamu menfaatini gözetmek veya adli makamların soruşturma yaparken başvurdukları yöntemleri güvence altına almak gibi amaçlarla soruşturma aşamasında bazı delillere erişim yönünden kısıtlama getirilmesi gerekebilir. Bu nedenle soruşturma evresinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla müdafinin dosya inceleme yetkisinin kısıtlanmasının demokratik toplum düzeni bakımından gerekli olmadığı söylenemez. Ancak dosyaya erişim hakkına getirilecek kısıtlamanın kısıtlama kararıyla ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olması, savunma hakkının yeterince kullanılmasını engelleyecek nitelikte bulunmaması gerekmektedir (AYM, E.2014/195, K.2015/116, 23/12/2015, § 107).
97. Yakalanan bir kişiye yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri teknik olmayan, anlayabileceği basit bir dilde açıklanmalı; böylece kişi, uygun görürse hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası; yakalama veya tutuklama sırasında verilen bilgilerin yakalanan veya tutuklanan kişiye isnat edilen suçların tam bir listesini içermesini, bir başka deyişle hakkındaki suçlamalara esas tüm delillerin bildirilmesini ya da açıklanmasını gerektirmemektedir (Günay Dağ ve diğerleri, § 175).
98. İfadesi ya da savunması alınırken başvurucuya erişimi kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş ve başvurucunun tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden belgelere erişiminin olduğunun, içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip bulunduğunun ve bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme imkânını elde ettiğinin kabulü gerekmektedir. Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir (Hidayet Karaca, § 107).
iii. İlkelerin Olaya Uygulanması
99. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 10/4/2017 tarihli iddianameden anlaşıldığı üzere başvurucu hakkında yürütülen soruşturma dosyasına ilişkin olarak dosyayı incelemesinin veya belgelerden örnek almasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle müdafinin soruşturma dosyasını inceleme yetkisinin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Bununla birlikte İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği 24/4/2017 tarihi itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır.
100. Başvurucuya yöneltilen suçlamaya ilişkin olgular, temelde başvurucunun Kuruma kayyım atanma tarihi olan 2016 yılı Mart ayına kadar -yirmi yıldan fazlaca bir süre boyunca- 27/9/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Zaman gazetesinde çalışması, bu gazetede Ankara temsilcisi olarak yöneticilik yapması, örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetler yürütmesi ve yazılar yazmasıdır. Başvurucunun alınan ifadeleri incelendiğinde kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin olarak açıklamalarda bulunulduğu ve bu suçlamalara konu eylemlerle ilgili sorular yöneltildiği, başvurucunun da isnat edilen eylem ve suçlamalara karşı savunma yaptığı ve savunmasında suçlamayı kabul etmediği görülmektedir.
101. Diğer taraftan İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgu sırasında başvurucuya yüklenen suçun anlatıldığı ve bu sırada başvurucunun müdafiinin de hazır bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, suçlamalardan ve suçlamaların dayanaklarına ilişkin bilgi ve belgelerden haberdar olduktan sonra müdafiiyle birlikte hâkim önünde savunmasını sözlü olarak dile getirmiş; bu savunmasında da kolluktaki anlatımları doğrultusunda suçlamaları kabul etmemiş ve gazetecilik faaliyeti yaptığını beyan etmiştir.
102. Ayrıca başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (3) numaralı fıkrasına aykırı olarak, kuralda belirtilen biçimde ifadelerini içeren tutanaklar, bilirkişi raporları ve hazır bulunmaya yetkili olduğu diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklara erişiminin kısıtlandığı yönünde bir şikâyeti de bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun ve müdafiinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
103. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya veya müdafiine bildirilmiş ve başvurucuya bunlara karşı savunmasını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında yaklaşık dokuz ay süren soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlılık kararı nedeniyle başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının kabulü mümkün görülmemiştir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Deniz Özfırat, B. No: 2013/7929, 1/12/2015, § 91).
104. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kısıtlama kararı nedeniyle tutukluluğa itiraz bağlamında savunma hakkının kısıtlandığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
105. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi suretiyle yapılan müdahalenin Anayasa'da -özellikle 19. maddenin sekizinci fıkrasında- yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
106. Başvurucu, gözaltına alındığı ilk andan itibaren ifade ve sorgu esnasında kendi seçtiği bir avukat yardımından yararlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
107. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
108. Somut olayda bireysel başvuruda bulunulduğu tarihte dosyanın İstanbul Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesinde derdest olduğu anlaşılmıştır. Avukat yardımından yararlandırılmama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğinin yargılamanın bütünlüğü içinde incelenmesi gerekir. Dolayısıyla başvurucunun bu şikâyet yönünden hukuk sisteminde mevcut yargısal yollar tüketilmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
109. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
110. Başvurucu; mal varlığını suç işleyerek elde ettiğini gösteren bir kanıt olmamasına rağmen mal varlığına el konulduğunu, bu tedbirin sadece ağır ceza mahkemesince verilebileceğini, bu yetkinin kanun hükmünde kararnameyle sulh ceza hâkimliğine verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, bu şekilde mal varlığına el konulmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
111. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir" denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
112. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2013/8830, K.2013/18335 sayılı; 23/9/2013 tarihli ve E.2013/14435, K.2013/21106 sayılı, 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı ilamlarından da anlaşıldığı üzere 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde düzenlenen yol, bir yandan başvurucunun maruz kaldığı el koyma işleminin hukuka aykırılığının tespitini, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir, elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (Mehmet Ali Aslan, B. No: 2013/2429, 30/3/2016, § 28).
113. Somut olayda başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyeliği suçlamasıyla yürütülen ceza soruşturması kapsamında başvurucunun taşınır ve taşınmaz mal varlığına İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2016/454 D. İş sayılı ve 1/12/2016 tarihli kararıyla tedbir konulmuş ve söz konusu tedbir işlemi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 31/5/2017 tarihli kararı ile kaldırılmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolunda ileri sürmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
114. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mal varlığına tedbir konulmasına ilişkin şikâyetinin de, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
115. Başvurucu; gözaltı süresince insan onuruna aykırı ortamlarda tutulduğunu, en temel ihtiyaçlarını giderme konusunda kendisine zorluklar çıkarıldığını, kullanması gereken ilaçlarının dahi alınmasına izin verilmediğini belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
116. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, §§ 16, 17).
117. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde etkili bir soruşturma yapılması gerekmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya da elverişli olmalıdır (Tahir Canan, § 25).
118. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında; işkence veya kötü muameleyi gösteren, yeterli, kesin belirtiler mevcut olduğunda -kişilere müdahale üçüncü kişilerden gelmiş olsa dahi- şikâyet ya da ihbarda bulunulmadığında bile resen soruşturma açılmasının sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan, § 25).
119. Somut olayda gözaltı sürecindeki kötü muamele iddialarına ilişkin olarak başvurucu, genel olarak gözaltında iken kamu görevlileri tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığını ve insani olmayan gözaltı koşullarında kasti bir şekilde tutulduğunu ileri sürmektedir. Bu bölümdeki iddialar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun başvuru formunda, gözaltına alındığı andan itibaren kamu görevlilerinin kendisine kötü muamelede bulunduğundan şikâyetçi olduğu görülmektedir. Başvurucu, gözaltında tutma koşullarının yetersizliğinden bahsetmişse de bu kapsamda maruz kaldığını ileri sürdüğü kötü muamelenin kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden mi yoksa salt tutulma koşullarından mı kaynaklandığını açıkça belirtmemiştir. Dolayısıyla söz konusu iddiaların Anayasa Mahkemesince doğrudan incelenebilmesi için yeterli bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda somut olayın koşullarının başvurucunun anılan iddialarının kamu görevlilerinin kasıt ve/veya ihmalinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair adli ve/veya idari bir soruşturmayla ortaya konması gerekmektedir.
120. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetleri ile varsa bu konudaki kanıtlarını öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere iletmeden, hak ihlali iddialarını öncelikle bu makamların değerlendirmesini ve çözüme kavuşturmasını beklemeden, doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
121. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak idari ve/veya yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
E. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
122. Başvurucu, basın özgürlüğü kapsamındaki faaliyetleri nedeniyle hakkında tutuklama kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
123. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken öncelikle tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığını değerlendirmekte; daha sonra tutuklamanın hukukiliğine ya da tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 92-100; Hidayet Karaca, §§ 111-117; Mehmet Baransu (2), §§ 157-164; Günay Dağ ve diğerleri, §§ 191-203; Mehmet Haberal, §§ 105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, §§ 61-75; Faysal Sarıyıldız, B. No: 2014/9, 3/1/2014, §§ 61-75; İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014, §§ 60-74; Gülser Yıldırım, B. No: 2013/9894, 2/1/2014, §§ 60-74).
124. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu, ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 57-75). Bu kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca ifade özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.
125. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklanmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gözaltının hukuki olmaması ve gözaltı süresinin makul olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Sulh ceza hâkimliklerinin ve mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle tutuklamaya karşı itiraz hakkının etkin olarak kullanılamadığına yönelik olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 28/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.