Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Tuğba TUNA IŞIK
|
Başvurucular
|
:
|
Abdullah KAYA ve diğerleri
(bkz. ekli tablo)
|
Başvucurular Vekili
|
:
|
Av. Rojbin TUĞAN KALKAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; yargı kararının yerine getirilmemesi
nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini için açılan tam yargı
davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının,
idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru
formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Komisyonlarca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul
edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B)
sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı
satırında yer alan 2017/26740 numaralı bireysel başvuru dosyası ile
birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek
görülmediğini belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular, Hakkâri'nin Çukurca ilçesi Uzundere
köyünde ikamet etmekte iken yaşanan terör olayları nedeniyle köylerini 1995
yılında terk ettiklerini belirtmektedir. Başvurucular bu sebeple uğradıkları
zararların 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan
Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun uyarınca karşılanması istemiyle
Hakkâri Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvurmuş,
başvurularının 2008 yılında reddi üzerine anılan işlemlerin iptali istemiyle
dava açmıştır.
8. Van (1., 2. ve 3.) İdare Mahkemelerinde (Mahkeme)
görülen davalarda Komisyon kararlarının iptaline karar verilmiştir. Mahkeme
gerekçesinde; 5233 sayılı Kanun'un uygulanmasını göstermek amacıyla 20/10/2004
tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden
Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Yönetmelik'in çıkarıldığı, buna göre
Komisyonun gerek görmesi hâlinde keşif yapabileceğinin öngörüldüğü ve keşif
yapılmasına karar verilmesi hâlinde keşfin nasıl yapılacağına ilişkin usulün
belirlendiği ifade edilmiştir. Keşiflerin güvenlik gerekçesi ile söz konusu
yerlere gidilemeyerek Komisyonda görevli teknik bilirkişi heyeti ile yeminli
köy bilirkişilerinin söylemleri ve dosya üzerinde yapılan tespitlere göre Keşif
Tutanağı düzenlenmesi suretiyle yapıldığı belirtilmiştir. Mahallinde keşif
yapılmak suretiyle tespit yolu seçildiği takdirde 5233 sayılı Kanun'da tarif
edilen usule uygun keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması, başvuruculara ait
taşınır ve taşınmazın bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, başvurucuların
mal varlığına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararın bu tespite göre
belirlenmesi ve ödenmesi gerektiği gerekçesiyle usulüne uygun keşif
yapılmaksızın eksik inceleme sonucu kurulan dava konusu işlemlerde hukuka
uyarlık olmadığı sonucuna varılmıştır.
9. Anılan kararlar 2010 ve 2011 yıllarında açılan
davalarda verilmiştir. Bazılarında kanun yoluna başvurulması üzerine,
bazılarında ise kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle kararlar çeşitli tarihlerde
kesinleşmiştir.
10. Başvurucular, İdare Mahkemeleri tarafından verilen
iptal kararlarının Hakkâri Valiliğine (İdare) tebliğ edilmesine rağmen İdarenin
aradan geçen zaman içinde iptal kararlarının gereğini yerine getirmediği
gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır.
Başvurucular dava dilekçelerinde; İdarenin iptal kararlarında belirtilen
gerekçe doğrultusunda talepleri yönünde işlem yapması gerekirken herhangi bir
işlem yapmadığını belirtmiştir. Bu durumun mal varlıklarına ulaşmalarına engel
olduğunu, mal varlıklarını koruyup ihya edememeleri sebebiyle maddi zararlara
uğradıklarını, ayrıca uzun, yıpratıcı ve belirsiz bekleme süreci nedeniyle
çevrelerinde maruz kaldıkları aşağılanma sebebiyle üzüntü yaşadıklarını, bu
nedenle manevi zarara da uğradıklarını ifade etmiştir. Yargı kararlarının
yerine getirilmediğinden bahisle oluştuğunu ileri sürdükleri 2.000 TL maddi ve
20.000 TL manevi zararın (her başvurucu için) Komisyona ilk başvurdukları
tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesini istemiştir.
11. İdare Mahkemeleri maddi tazminat taleplerini,
başvurucuların talebi hakkında ilgili mevzuat gereğince İdare tarafından
yeniden araştırma yapılıp terör nedeniyle zarara uğrayıp uğramadıklarının,
zarara uğramış iseler uğradıkları zararın miktarının başvurucuların
kusuru da gözetilmek suretiyle net olarak belirleneceği,
yapılacak araştırma neticesinde başvurucuların herhangi bir mal varlığı
bulunmadığı sonucunun da doğabileceği gerekçesiyle reddetmiştir. Manevi
tazminat talebi yönünden ise 1. ve 3. İdare Mahkemeleri tarafından
başvurucuların terör nedeniyle herhangi bir zararının oluşup oluşmadığı
hususunun mevzuatın öngördüğü yol ve yöntemler kullanılarak araştırılması
gerektiğinin mahkeme kararıyla ortaya konulması üzerine devletin etkin bir
araştırma yaparak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yönünde pozitif
yükümlülüğünün oluştuğu ancak bu yükümlülüğün uzun bir süre (dört yıl) yerine
getirilmemesi nedeniyle başvurucuların bu süre içinde manevi zarara uğradığının
kabulü gerektiği sonucuna ulaşılarak manevi tazminat taleplerinin kısmen
kabulüne karar verilmiştir. 2. İdare Mahkemesi ise manevi tazminat taleplerini,
iptal kararlarının gereklerinin İdare tarafından yerine getirilmemesinin
bölgedeki terör olaylarının devam etmesi, bölgenin geçici askerî güvenlik
bölgesi ilan edilmesi ve dağlık olması, bölgedeki kadastro çalışmalarının devam
etmesi gibi sebeplerden kaynaklandığı ve bu konudaki tazminat başvurularının
sonuçlandırılması hususunda davalı İdareye tanınan sürenin Bakanlar Kurulu
kararıyla her yıl itibarıyla 1 yıl uzatıldığını belirterek mahkeme kararlarının
üzerinden belirli bir süre geçmesine rağmen başvurucuların zararlarının
tespitine yönelik bir çalışma yapılmamış olmasının tazminat ödenmesini gerektirecek
nitelikte ve ağırlıkta olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir.
12. Anılan mahkeme kararlarının aleyhlerine ilişkin
kısımlarına taraflarca itiraz edilmesi üzerine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 2.
İdari Dava Dairesi (Bölge Mahkemesi) davalı İdarenin itiraz isteminin kabulü
ile davaların süre aşımından reddine karar vermiştir. Kararda öncelikle
başvuruya konu davalarda genel zamanaşımı süresinin kararın ilgiliye
tebliğinden itibaren 10 yıl olduğu, söz konusu süre içinde mahkeme kararı
lehine olan kişinin idareye başvurarak mahkeme kararının yerine getirilmesini
isteyebileceği belirtilmiştir. Mahkeme kararının uygulanması talebiyle idareye
başvuran ilgilinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 10. ve 7. maddelerinde düzenlenen dava açma süresi içinde davayı
açması gerektiği ifade edilmiştir. Bölge Mahkemesi devamında 2577 sayılı
Kanun'un 12. maddesindeki düzenlemeye de değinerek ilgililerin haklarını ihlal
eden bir işlem dolayısıyla doğrudan tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması hâlinde verilecek kararın tebliği ya da bir işlemin icrası
sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde
tam yargı davası açabileceklerini vurgulamıştır. Bölge Mahkemesi dava açma
sürelerine ilişkin genel çerçeveyi belirledikten sonra başvurucuların
zararlarının tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
başvuruların reddine ilişkin işlemlerin Mahkeme kararlarıyla iptal edilmesi
üzerine dava açma süresi olan altmış gün içinde tam yargı davalarının
açılmadığını, ayrıca genel zamanaşımı süresi içinde Mahkeme kararlarının
gereklerinin yerine getirilmesi istemiyle başvurucuların 2577 sayılı Kanun'un
10. maddesi kapsamında başvurularının da bulunmadığını belirtmiştir.
13. Başvurucular; haklarındaki iptal kararlarının aradan
geçen uzun zamanarağmen uygulanmadığını, genel zamanaşımı süresinde uygulanması
gerektiğini, davaların süresinde olduğunu belirterek karar düzeltme isteminde
bulunmuştur. Bölge Mahkemesi, karar düzeltme istemlerini reddetmiştir.
14. Başvurucular, başvurulara konu nihai kararların
tebliği üzerine muhtelif tarihlerde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
15. 2577 sayılı Kanun’un "İdari dava türleri ve
idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1.
İdari dava türleri
şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
16. 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi"kenar
başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Dava açma süresi, özel kanunlarında
ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve
vergi mahkemelerinde otuz gündür. "
17. 2577 sayılı Kanun'un "İdari makamların
sükutu" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
" 1. İlgililer, haklarında idari
davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara
başvurabilirler.
2. Altmış gün içinde bir cevap
verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten
itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi
mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap
kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi,
kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak,
bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması
veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra
yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış
gün içinde dava açabilirler. "
18. 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı
davaları" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"İlgililer haklarını ihlal eden bir
idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan
doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte
açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması
üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde
verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan
dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası
açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma
hakları saklıdır."
19. 2577 sayılı Kanun'un "Kararların
sonuçları" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Danıştay, bölge idare mahkemeleri,
idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin
kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya
eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden
başlayarak otuz günü geçemez.
...
Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare
ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem
tesis edilmeyen veya eylemde
bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi
ve manevi tazminat davası açılabilir.
...."
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
21. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara
bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil
olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan
usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten
kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
22. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları
birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı
kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek
tarzda katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir
uygulamaya tabi olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti,
B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51).
23. İlgili hukuk için bkz. E-Ba İnşaat Taahhüt
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2015/13921, 27/6/2018, §§ 33-37.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım
Talebi Yönünden
25. Başvurucular bireysel başvuru harç ve masraflarını
karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
26. Adli yardım talebinde bulunan başvurucuların başvuru
giderlerini karşılayabilecek ölçüde mal varlıklarının bulunmadığı ve
taleplerinin dayanaktan yoksun olmadığı anlaşılmış olup 12/1/2011 tarihli ve
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 334. maddesinin (1) numaralı fıkrası
uyarınca adli yardım taleplerinin kabulü ile yargılama giderlerini ödemekten
geçici olarak muaf tutulmalarına karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular, zararlarının tazmini talebiyle
başvurdukları idari ve yargısal süreçlerin çok uzun sürdüğünü belirterek makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
28. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli
ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli
ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
29. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların
uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra
edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel
başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
30. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§
27-36) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu
yolun etkililiğini tartışmıştır.
31. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk
bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§
35, 36).
32. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
33. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.
C. Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
34. Başvurucular lehlerine olan yargı kararlarının İdare
tarafından uygulanmadığını, hukuk devletinde yargı kararlarının uygulandığında
anlam kazanacağını, açtıkları tam yargı davasında ilgili mevzuatın yanlış
yorumlanarak davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini oysa benzer davaların
esasının incelendiğini belirtmektedir. Başvurucular ayrıca Danıştay İçtihadı
Birleştirme Kurulunun 25/12/1997 tarihli ve E.1996/2, K.1997/2 sayılı kararı
ile Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin
kararlarının gereklerine göre 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen sürede işlem tesis etmeyen idarelere karşı açılacak
tazminat davalarında, usul ve sürelerin belirlenmesi konusunda içtihat
birliğine gidilmesinin mümkün olmadığına karar verilmiş olmasının konunun ne
kadar tartışmalı olduğu ve somut olaya göre değerlendirme yapılması gerektiği hususunu
ortaya koyduğunu ifade etmektedir. Bölge Mahkemesinin ön karar alınması
gerektiğine dair yorumunun lehlerine kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmasına
karşın yeni bir başvuru ile külfet yüklediğini belirterek Anayasa'nın 2., 10.,
17., 36., 40., 138. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucuların şikâyeti, Mahkemenin dava açma süresine dair hukuk
kurallarını katı bir yorumla hatalı değerlendirdiği iddiasına ilişkin
olduğundan başvuru mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan
Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
38. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında;
herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal
sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence
altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36.
maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye
Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına
alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği
belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin
eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal
güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No:
2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ve buna ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadının da gözönünde bulundurulması gerekir
(Onurhan Solmaz, § 22).
39. Sözleşme, bir kişinin sahip olduğunu ileri
sürebileceği tüm hak ve yükümlülükler bakımından adil yargılanma hakkını
güvenceye almamaktadır. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve
yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının
karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu
konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği
gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için ya başvurucunun medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya
yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma
hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme'nin ortak
koruma alanı kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan
Solmaz, § 23).
40. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni
hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da
uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni
meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış
veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması
gerekir. Bu hakkın Anayasa'da doğrudan veya dolaylı olarak tanımlanan ve
güvence altına alınan bir hakka ilişkin olması zorunlu değildir. Bu bakımdan
kanunla kişilere tanınan ve savunulabilir bir temeli bulunan hak ve ayrıcalıklar
da -mahkemelerde ileri sürülebilmesi koşuluyla- Anayasa'nın 36. maddesi
bağlamında hak kavramına dâhildir (bazı farklarla birlikte bkz. Mehmet Güçlü
ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28).
41. Bir hakkın bulunup bulunmadığının tespitinde hakkın
tanınması hususunda yetkili otoritelere takdir yetkisi verilip verilmediği de
büyük önem taşımaktadır. Bir hakkın kişiye tanınıp tanınmaması hususunda
yetkili otoritelere mutlak takdir yetkisi tanınmış ise Anayasa'nın 36. maddesi
bağlamında adil yargılanma hakkının kapsamına giren bir hakkın varlığından söz
edilemeyecektir. Buna karşılık ilgili hakkın bahşedilmesi hususunda kamu
otoritelerine tanınan takdir yetkisi mutlak nitelikte değilse hak sahibi
olduğunu iddia eden kişinin bu hakkı elde etmek için başlattığı uyuşmazlık sırf
takdir yetkisinin varlığına dayanarak adil yargılanma hakkının kapsamı dışında
tutulamaz. Öte yandan idarenin takdir yetkisinin geniş olduğu hâllerde de
idarenin takdirini kullanması sonucu yaptığı tasarrufun yargı mercilerince
iptal edilmesi mümkün ise hakkın varlığı kabul edilmelidir (Mehmet Güçlü ve
Ramazan Erdem, § 29).
42. Ayrıca bu hakka ilişkin olarak ilgili kişinin
menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Bu uyuşmazlık ihtilaf
konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir
nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, § 28).
43. Son olarak söz konusu hakkın medeni karakterli
olması gerekir. Kamu hukuku alanına ilişkin haklar adil yargılanma hakkının
kapsamına girmez.
44. 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında mahkeme kararlarının gereğinin yerine getirilmemesi durumunda idare
aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği düzenlenmiştir. Bu
durumda başvurucuların mahkeme kararlarının uygulanmaması üzerine açtıkları tam
yargı davasının başvuruculara mevzuatla tanınan bir hak olduğu anlaşılmaktadır.
45. Başvurucular Mahkeme tarafından verilmiş iptal
kararlarının icra edilmemesi nedeniyle maddi ve manevi zararlarının bulunduğu
gerekçesiyle tam yargı davası açmıştır. Diğer bir deyişle başvurucular
tarafından açılan tam yargı davalarının dayanağının iptal kararlarının icra
edilmemesi olduğu değerlendirildiğinde öncelikle icrası gereken bir kararın
bulunup bulunmadığının tespit edilmesi gerekmektedir.
46. Mahkemeler iptal kararlarının gerekçesinde (bkz. §
8), Komisyon tarafından keşif yapılması kararı alınmasına rağmen güvenlik
gerekçesiyle keşfin ilgili mevzuatta belirtilen şekilde yapılmadığını, usulüne
uygun keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak başvurucuların varsa uğradıkları
zararın belirlenmesi gerekmesine rağmen eksik inceleme sonucunda tesis edilen
işlemin hukuka uygun olmadığını belirtmiştir. Bu durumda iptal ile sonuçlanan
mahkeme kararları gereğince İdare tarafından keşif ve bilirkişi incelemesi
yapılarak yeniden bir değerlendirme yapılması gerektiğinden İdarece icrası
gereken bir kararın bulunduğu açıktır. Öte yandan somut olaydaki davanın
esasını, bu kararın icra edilip edilmediğinin tespiti oluşturmaktadır. Bu
yönüyle dava, başvurucunun lehine verilen mahkeme kararının icra edilmediğinin
tespiti hâlinde başvurucuya tazminat ödenmesini temin edebilecektir. Ayrıca
icrası gereken mahkeme kararı mülkiyet hakkına ilişkin bir uyuşmazlığı karara
bağladığından somut davaya konu hakkın medeni nitelikte olduğu
anlaşılmaktadır.
47. Sonuç olarak iptal kararlarının uygulanmaması
nedeniyle tam yargı davasına konu uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülük
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
b. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
49. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi
yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye
erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
50. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak
arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan
en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından
görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden
faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının
tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B.
No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
51. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
52. Somut olayda davanın süre aşımından reddedilerek
esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
53. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
54. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının
incelenmesi gerekir.
55. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin
ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60).
56. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî
manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun
adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere
müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan
düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına
bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün
bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali
Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
57. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının
da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve
diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı
olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken
derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu
hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği
sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz.
Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir
biçimde hatalı yorumladıkları ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin
kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay,
B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
58. Somut başvuruya konu olayda, başvurucuların terör
olayları sebebiyle ikamet ettikleri köyden ayrılmak zorunda kaldıkları için
zararlarının karşılanması talebiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
başvuruların Komisyon tarafından reddine karar verilmiştir. Başvurucuların
Komisyon kararının iptali talebiyle açtıkları davalarda İdare Mahkemeleri
tarafından davaya konu Komisyon kararları iptal edilmiştir. İdare Mahkemeleri
karar gerekçesinde, Komisyon tarafından keşif kararı üzerine yapılan keşiflerin
mevzuatta belirtilen şekillerde yapılmadığını belirtmiştir. Başvuruculara ait
taşınır ve taşınmazın bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, başvurucuların
mal varlığına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararın bu tespite göre
belirlenebilmesi için usulüne uygun keşif yapılması gerektiği ifade edilmiştir.
59. İdare Mahkemesi kararının başvurucuların doğrudan
5233 sayılı Kanun kapsamında zararlarının tespit edilmesi mahiyetinde bir karar
olmadığı anlaşılmaktadır. İptal kararına göre Komisyon tarafından
başvurucuların talepleri iptal gerekçesi doğrultusunda yeniden
değerlendirilecek, usulüne uygun keşif sonucunda varsa başvurucuların zararları
tespit edilecektir.
60. Başvurucular iptal kararı üzerinden yaklaşık dört yıl
geçmiş olmasına rağmen söz konusu kararın icra edilmediği gerekçesiyle maddi ve
manevi tazminat talepli tam yargı davaları açmıştır. Açılan tam yargı davaları
üzerine İdare Mahkemeleri davaların esasına girmek suretiyle karar vermişlerse
de itiraz başvurusu sonucunda Bölge Mahkemesi davaların süresinde açılmadığı
gerekçesiyle reddine karar vermiştir.
61. Bölge Mahkemesi davanın süresinde olmadığına ilişkin
gerekçesinde, öncelikle başvuruya konu mahkeme kararlarının uygulanmasına
ilişkin genel zamanaşımı süresinin on yıl olduğunu vurgulamış; mahkeme kararı
lehine olan kişinin kararın tebliğinden itibaren on yıl içinde mahkeme
kararının uygulanmasını talep edebileceğini belirtmiştir. Bölge Mahkemesi
kararında genel zamanaşımı süresi olarak belirlenen on yıllık sürenin somut
başvuru açısından tartışma konusu edilmediği görülmektedir. İtiraz gerekçesinde
mahkeme kararlarının genel zamanaşımı süresinde uygulanmasına yönelik somut
başvuru açısından önemli olan husus, mahkeme kararlarının uygulanmasının
temininde başvuruculara kararın uygulanması talebiyle idareye başvuruda bulunma
yükümlülüğünün bulunduğunun belirtilmiş olmasıdır. Bölge Mahkemesine göre
başvurucuların mahkeme kararlarının uygulanması talebiyle İdareye başvurduktan
sonra 2577 sayılı Kanun'un 7. ve 10. maddelerinde belirtilen sürelerde tam
yargı davalarını açmaları gerekmektedir.
62. Türk hukukunda genel icra sürecinden farklı olarak
idari mahkemelerce verilen kararların uygulanmasına ilişkin özel bir takip
süreci veya ayrı bir idari ya da yargısal mekanizma öngörülmemiştir. Anayasa'nın
138. maddesinin dördüncü fıkrası ile 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre idare, mahkeme kararlarını derhâl ve gecikmeksizin
uygulamak zorundadır. İdare; hiçbir durumda hakkında verilen kararları
değiştiremez, uygulanmasını geciktiremez, reddedemez veya bu amaçla yeni
kararlar yahut yeni idari tedbirler alarak ya da uygulanmasını bir idari
kurumun iznine bağlı kılarak bir kararın uygulanmasını dolaylı olarak
engelleyemez ve geciktiremez (Erol Aksoy (2) [GK], B. No: 2016/11026,
12/12/2019, § 52).
63. Anayasa'nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri,
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve
kişileri bağlayan temel hukuk kurallardır. Kamu makamlarının yargı kararlarına
uyma zorunluluğunun dayanağı ise Anayasa'nın emredici nitelikteki 138.
maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu bağlamda Anayasa'nın anılan hükümleri
uyarınca devletin yargı kararlarına uyulmasını sağlayacak tedbirleri sağlaması
ve gerekli mekanizmaları oluşturması zorunludur (Erol Aksoy (2), § 81).
64. İdare, başvurucunun herhangi bir idari veya yargısal
yola başvurmasına gerek olmadan yargı kararının uygulanması kapsamında en
tatmin edici alternatif çözümü belirleyerek uygulamakla yükümlüdür (Erol
Aksoy (2), § 82).
65. Somut başvuruya konu olayda, Bölge Mahkemesinin
başvurucuların mahkeme kararlarının uygulanmaması üzerine açtıkları tam yargı
davalarında dava açma süresinin başlayabilmesinin başvurucuların mahkeme
kararlarının uygulanması talebiyle idareye başvurması şartına bağladığı
görülmektedir. Mahkeme kararlarının uygulanmaması üzerine açılacak tazminat
davalarının düzenlendiği 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinde dava açılması için
idareye başvuru şartı bulunmamaktadır. Diğer yandan İdare, uygulanmayan iptal
kararlarının tarafıdır ve İdarenin söz konusu karardan haberdar olmadığı
söylenemez. İdarenin mahkeme kararını uygulaması için bireylerin mahkeme
kararının uygulanmasını istemesi gerektiğine ilişkin kanuni bir düzenleme
bulunmadığı gibi mahkeme kararlarının derhâl uygulanmasına yönelik bu
yükümlülük somut olayda Anayasa'ya göre İdarenindir. Bölge Mahkemesinin Anayasa
ile İdareye verilen bu yükümlülüğün gerçekleşebilmesinin -hiçbir kanuni temeli
olmaksızın- başvurucuların idareye başvurma şartına bağladığı görülmüştür. Kaldı
ki Komisyon işlemlerini iptal eden yargı kararlarının başvurucuların talebinin
Komisyon tarafından incelenerek yeniden bir işlem tesis etmesini gerektiren
nitelikte olduğu açıktır.
66. Bölge Mahkemesi, davanın süresinde açılmadığına
ilişkin gerekçesinde ikinci olarak 2577 sayılı Kanun'un 12. maddesine
dayanmıştır. Söz konusu madde, ilgililerin haklarını ihlal eden işlemler
üzerine açacakları tam yargı ve/veya iptal davalarını düzenlemektedir. Anılan
maddeye göre tesis edilen idari işlem üzerine ilgililer isterlerse doğrudan
sadece tam yargı davası veya sadece iptal davası açabilecekleri gibi iptal
davası ile birlikte tam yargı davası da açabileceklerdir. Aynı maddede
ilgililerin sadece iptal davasını açtıkları takdirde, iptale yönelik kesin
kararın tebliği üzerine de dava açma süresi içinde tam yargı davası
açabilecekleri düzenlenmiştir. Bölge Mahkemesi, iptale ilişkin mahkeme
kararlarının başvuruculara tebliği üzerine dava açma süresi olan altmış gün
içinde davanın açılmadığını belirterek davanın süresinde olmadığını
vurgulamıştır.
67. Başvuruya konu davalar, iptale konu idari işlem
sebebiyle talep edilen tam yargı davası olmayıp davaya konu idari işlemin iptal
edilmesine rağmen kararın uygulanmaması sebebiyle açılmış tam yargı
davalarıdır. Söz konusu 12. maddenin idari işlemin tesisi sebebiyle açılacak
tam yargı davalarına ilişkin süreyi düzenlediği oysa başvurucuların tam yargı
davalarını mahkeme kararlarının uygulanmaması sebebiyle 2577 sayılı Kanun'un
28. maddesi kapsamında açtıkları görülmektedir. Bu durumda somut başvuruya konu
olayda Bölge Mahkemesinin açılan tam yargı davalarını 2577 sayılı Kanun'un 12.
maddesinde belirtilen sürede açılmadığı gerekçesiyle reddetmesinin kanuni
dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
68. Yukarıda açıklanan gerekçelerle başvurucuların
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
70. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına
hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve uğradıkları 100.000 TL manevi zararın
tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
73. İhlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda
Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder.
Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı
olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve
bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama
kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı
olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda
herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın
kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini
beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama
kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve
diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
74. İncelenen başvuruda başvurucuların açtıkları tam
yargı davalarının süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi
nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Dolayısıyla ihlalin Bölge Mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
75. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
76. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
77. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama
giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin kabulüne,
B. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere ekli tablonun (D) sütununda belirtilen ilgili mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 16/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.