TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
H.Ö. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/34332)
|
|
Karar Tarihi: 12/12/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 4/1/2019-30645
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
H.Ö.
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; ceza infaz kurumunda mektup ve faks gibi yazılı
haberleşme araçlarının kullanılmasının yasaklanması nedeniyle haberleşme
hürriyetinin, açık görüş hakkının sınırlandırılması nedeniyle de aile hayatına
saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/9/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016
tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine
karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde
sona ermiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin
gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.
10. Başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması
(FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle(kapatılan) Çorlu Sulh Ceza Hâkimliğinin
17/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Tekirdağ T Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumuna konulmuş, buradan sırasıyla Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumuna ve Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz
Kurumu) nakledilmiştir.
A. Hükümlü ve Tutukluların Mektup, Faks ve
Telgrafları Alma ve Gönderme Haklarının Kısıtlanmasına İlişkin Süreç
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet
Başsavcılığı) 12/8/2016 tarihli talimat yazısıyla FETÖ/PDY soruşturmaları
kapsamında ceza infaz kurumlarında tutuklu olarak bulunan şüphelilerin OHAL süresince
yazılı haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına karar verilmiştir.
Ceza infaz kurumu müdürlüklerine gönderildiği belirtilen yazı şöyledir:
"Cumhuriyet Başsavcılığımızca; 15/7/2016
tarihinde vuku bulan, FETÖ/PYD silahlı terör örgütü mensuplarının
gerçekleştirdiği, kısa adıyla darbeye teşebbüs suç ve eylemlerine ilişkin
yürütülen soruşturmalar kapsamında halen Silivri Kapalı Ceza Evlerinde tutuklu
bulunan şüphelilerin olağanüstü hal süresince 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 114. maddesi gereğince mektup ve faks
gibi haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına karar verilmiştir.
Verilen karar gereğince uygulama ve işlem
yapılması rica olunur."
12. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (İdare
ve Gözlem Kurulu) tarafından da Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu talimatı
doğrultusunda 30/11/2016 tarihli bir karar alınmıştır.
13. Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulunun anılan kararına karşı
Silivri 2. İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itirazda bulunmuştur.
Dilekçesinde başvurucu; kapsamı ve sınırları belirli olmayan, bireyselleştirme
yapılmadan verilen söz konusu tedbir kararının hukuka aykırı olduğunu ve bu
karar nedeniyle haberleşme hürriyetinin engellendiğini ileri sürmüştür.
14. Söz konusu itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 30/5/2017 tarihli
kararıyla esasa girilmeden reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; yazılı
haberleşme araçlarının yasaklanmasına ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığınca
verilen kararın denetlenmesinin İnfaz Hâkimliğinin görev ve yetki alanında
olmadığı, esas yönünden bir inceleme yapılamayacağı belirtilmiştir.
15. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule
ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza
Mahkemesi) 24/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar 18/8/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
17. İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/11/2017 tarihli ara
kararıyla başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.
18. Şüphelilerin yazılı haberleşme araçlarını kullanmalarının
yasaklanmasına ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu talimatı 27/2/2018
tarihli kararla kaldırılmıştır.
B. Açık Görüş Hakkının Sınırlandırılmasına
İlişkin Süreç
19. İdare ve Gözlem Kurulunun 28/11/2016 tarihli kararıyla
ilgili mevzuatta sayılan suçlardan hükümlü ve tutuklu olanların açık
görüşlerinin iki ayda bir kez yaptırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili
kısmı şöyledir:
"...18/8/2016 tarihli, 29805 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren "Hükümlü
ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik'in 1. maddesi ile ihdas olunan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret
Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in 5/1-e maddesindeki düzenleme 'Kurum mevcudu,
güvenliği ve düzeni dikkate alınmak suretiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve
Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3 713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan, hükümlü ve tutuklular için ceza
infaz kurumlarındaki açık görüşler idare ve gözlem kurulu kararıyla iki ayda
bir yaptırılabilir.' şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin verdiği yetkiye
istinaden; bu suçlardan tutuklu/hükümlü olanların açık görüşlerinin iki ayda
bir İdare ve Gözlem Kurulunun belirlediği gün ve saatte yaptırılmasına;
..."
20. Başvurucu; İdare ve Gözlem Kurulunun söz konusu kararına
karşı İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunarak ayda bir kez yaptırılan açık görüşün
iki ayda bir kez olacak şekilde sınırlandırılması nedeniyle maddi ve manevi
varlığının zayıflatıldığını, ailesiyle ilişki kurmasının engellendiğini ileri
sürmüştür.
21. Anılan itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 2/6/2017 tarihli kararıyla
reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, açık görüşün sınırlandırılmasına ilişkin
kararın mevzuata ve ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir.
22. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule
ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 22/6/2017 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
23. Nihai karar 4/8/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucu 6/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
25. Ceza İnfaz Kurumu tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen
3/7/2018 tarihli yazıda başvurucunun yakınlarıyla açık ve kapalı görüş yaptığı
tarihlere ilişkin bilgi verilmiştir. Buna göre başvurucu 30/9/2016 ile 6/4/2017
tarihleri arasında bulunduğu Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda
on dokuz kez kapalı ve üç kez açık, 6/4/2017-10/11/2017 tarihleri arasında
bulunduğu Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda ise on kez kapalı
ve altı kez açık görüş gerçekleştirmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Haberleşme Hürriyeti Yönünden
1. İlgili Mevzuat
26. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un
"Tutukluların hakları" kenar başlıklı 114. maddesinin (3)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Tutukluların yazılı
haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet
savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir."
27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı
141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Birinci fıkrada yazan hâller dışında,
suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya
diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının
verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak
Devlet aleyhine açılabilir."
28. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.
(2)
İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır
ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir
ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara
bağlanır."
2. İlgili Yargı Kararları
29. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 11/6/2018 tarihli ve
E.2018/2990, K.2018/6506 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"... yeterli uzmanlığı bulunmayan
bilirkişiye rapor düzenlettirerek, bu raporu esas alıp dava açan Cumhuriyet
savcısının eylemlerinden ötürü manevi tazminat isteminde bulunulduğu
görülmekle, belirtilen davanın 5271 sayılı CMK'ın
141/3 maddesinde düzenlenen hakim ve Cumhuriyet savcısının verdiği karara ve
yaptığı işleme dayanılarak açıldığı, 6545 sayılı Kanunun 70. maddesi ile ekli CMK'nın 141/3 maddesinde, 'Birinci fıkrada yazan hâller
dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız
fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet
savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat
davaları ancak Devlet aleyhine açılabileceği'nin
belirtildiği, aynı Kanun'un 86. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici
8. maddesinde ki 'Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması
ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle
hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen
derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay
incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili
ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza
Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine
yürütülmek suretiyle karara bağlanır.' şeklinde düzenleme dikkate alındığında, CMK'nın 141/3 maddesinde belirtilen hakim ve Cumhuriyet
savcılarının karar veya işlemlerine dayalı tazminat davalarının ağır ceza
mahkemelerinde karar bağlanacağı hususu gözetilmeden, davanın görev yönünden
reddine dair yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, ... sair yönleri
incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı ... bozulmasına ... karar verildi."
30. Yargıtay 12.
Ceza Dairesinin 28/5/2018 tarihli ve E.2017/8495, K.2018/5987 sayılı kararının
ilgili kısımları şöyledir:
"... tarihli duruşmada davacı vekili
tarafından, dinleme kararı veren hakim hakkında, kurul tarafından soruşturma
açıldığının iddia edilmesi karşısında, tazminat istemine dayanak soruşturma
dosyasında görev yapan Cumhuriyet savcıları ve hakimler hakkında yürütülen adli
ve idari soruşturma olup olmadığı, olması halinde sonucunun, Cumhuriyet
savcıları ve hakimlerin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk
hâllerinin bulunup bulunmadığı, CMK'nın 141/3.
maddesinde belirtilen halin davacı lehine oluşup oluşmadığının araştırılmaması
... Kanuna aykırı olup ... hükmün ... bozulmasına ... karar verildi."
B. Aile Hayatına Saygı Hakkı Yönünden
31. Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihadında mahpusların açık
görüş hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası
mevzuat ile konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına
yer vermiştir (Halil Berk, B. No:
2017/8758, 21/3/2018, §§ 18-37; M.Ö., B.
No: 2017/34584, 22/3/2018, §§
18-37).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 12/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
33. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeyemeyecek
durumda olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
34. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama
giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça
dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi
gerekir.
B. Haberleşme Hürriyetinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucu; mektup ve faks gibi haberleşme araçlarının
kullanımının yasaklanması yönünde alınan karar nedeniyle eşi ve çocuklarıyla
duygularını yazılı şekilde paylaşamadığını, maruz kaldığı ayrımcı ve ölçüsüz
uygulamaları medya organlarına iletemediğini, yaşadıklarını dışarıya
duyuramadığını belirtmiştir. Başvurucu, bir suç nedeniyle tutuklu olması
gerekçe gösterilerek hakkında herhangi bir disiplin cezası bulunmamasına rağmen
bu tür bir kısıtlamaya tabi tutulmasının haberleşme hürriyetinin ihlali
anlamına geldiğini ileri sürmüştür.
36. Bakanlık görüşünde, başvurucunun haberleşme hürriyetine
müdahalede bulunulmadığı ve iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu
belirtilmiştir. Görüşte; Anayasa Mahkemesi tarafından haberleşme hürriyetine
yönelik bir müdahalenin bulunduğu sonucuna varıldığı takdirde ise söz konusu
müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu, meşru amaç içerdiği ve 5275 sayılı
Kanun'daki yetkiye istinaden alınan geçici nitelikteki kısıtlama kararının
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmadığı
şeklinde değerlendirme yapılmasının uygun olacağı ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
37. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
38. Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması
yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla
mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da
etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış
olması gerekir (Ramazan Aras, B.
No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı
sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına
dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B.
No: 2016/36550, 19/7/2017, § 33).
39. Somut olayda başvurucunun haberleşme hürriyetinin ihlal
edildiğine ilişkin iddiasını yalnızca İnfaz Hâkimliği önünde ileri sürdüğü
görülmektedir. İnfaz Hâkimliği ise yazılı haberleşme araçlarının yasaklanmasına
ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kararın denetlenmesinin İnfaz
Hâkimliğinin görev ve yetki alanında olmadığı gerekçesiyle esas yönünden bir
inceleme yapmaksızın itirazın reddine karar vermiştir. Akabinde söz konusu
iddia, başvurucu tarafından başka herhangi bir merci önünde ileri sürülmeden
bireysel başvuru yoluyla doğrudan Anayasa Mahkemesinin önüne taşınmıştır.
Dolayısıyla yazılı haberleşmenin kısıtlanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin
ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden etkili bir olağan kanun yolunun var
olup olmadığı öncelikle belirlenmelidir.
40. Bu bağlamda somut olay yönünden etkili olduğu kabul edilecek
başvuru yolunun Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle haberleşme
hürriyetinin ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim
sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Haberleşme hürriyetine
yönelik müdahalenin devam ettiği durumlarda müdahalenin sona erdirilmesini
sağlamaya elverişli başvuru yollarının tüketilmesi gerektiği açıktır.
Soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından tutukluların yazılı
haberleşme araçlarını kullanmasını yasaklayan bir karar verildiği, bu kararın
yürürlükte olduğu durumlarda kararın kaldırılması ve bu suretle haberleşme
hürriyetine yönelik müdahalenin sona erdirilmesi talebiyle ilgililer tarafından
yetkili sulh ceza hâkimliğine itiraz yoluyla başvurulması bu kapsamda elverişli
bir başvuru yolu olarak değerlendirilebilecektir. Ancak somut olaydaki gibi
tutuklunun yazılı haberleşme araçlarını kullanmasını yasaklayan kararın
kaldırıldığı ve müdahalenin sona erdiği durumlarda artık haberleşmenin
yasaklanmasına dair tedbirin ortadan kaldırılmasına karar verilemeyeceğinden
uğranılan zararları tazmin etmeye uygun başvuru yollarının varlığı yeterli hâle
gelecektir. Bu anlamda, tutukluların haberleşme hürriyetlerini engelleyici
nitelikteki tedbirin sona erdiğinin tespit edilmesi hâlinde haberleşme
hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin olarak ileri sürülecek şikâyetler bakımından
etkili hukuk mekanizmasının tazminat yolu olduğu söylenebilir.
41. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (3) numaralı fıkrasında,
suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya
diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet
savcılarının verdiği kararlar veya yaptığı işlemler nedeniyle devlet aleyhine
tazminat davası açılabileceği öngörülmüştür. Anılan hüküm kapsamında Cumhuriyet
savcılarının yapmış oldukları işlemler nedeniyle zarar gördüğünü düşünen
mağdurlar yönünden bir başvuru mekanizmasının bulunduğu anlaşılmaktadır (M.Y., B. No: 2014/7149, 22/11/2017, § 50).
Nitekim Yargıtayın da bu doğrultuda
değerlendirmelerde bulunduğu görülmektedir (bkz. §§ 29, 30).
42. Somut olayda, Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma
kapsamında verilen, tutuklu bulunan
şüphelilerin olağanüstü hal süresince yazılı haberleşmelerinin yasaklanmasına
ilişkin talimatın 27/2/2018 tarihinde kaldırıldığı görülmektedir.
Söz konusu talimatın başvurucu hakkında da tahliye edildiği 10/11/2017 tarihine
kadar uygulandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla haberleşme hürriyetine yönelik
olarak uygulanan ve sonradan kaldırılan söz konusu tedbirin hukuka uygun olup
olmadığı 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında
açılacak söz konusu davada incelenebilecek ve bir hukuka aykırılık tespit
edildiğinde başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Somut olay
bağlamında bu hususlar dikkate alındığında 5275 sayılı Kanun'un 141. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat davası açma yolunun tüketilmesi
gereken etkili bir hukuk yolu olarak kabul edilmemesi için bir nedenin olmadığı
ve makul bir başarı sunma kapasitesinin bulunduğu değerlendirilmektedir. Sonuç
olarak belirtilen olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun
incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik
niteliği ile bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu süre boyunca açık görüş hakkının
iki ayda bir olacak şekilde haksız yere sınırlandırıldığını belirterek aile
hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
45. Anayasa Mahkemesi tutuklu olarak bulunulan süre boyunca açık
görüş hakkının haksız şekilde sınırlandırıldığı iddiasına ilişkin olarak bu
sınırlamanın aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturduğunu, kanuni
dayanağı olan bu müdahalenin meşru amacının bulunduğunu tespit etmiş ve 15
Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsünden sonra ortaya çıkan OHAL koşulları ile
tutuklu sayısı hızla artış göstermesine rağmen personel sayısının azalması
nedeniyle ceza infaz kurumlarında güvenlik önlemlerinin artırılması hususunda
oluşan acil ihtiyaç ve isnat edilen suçların ağırlığı gözönüne
alınarak tutuklular hakkında getirilen birtakım sınırlamaların demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşuluna aykırılık oluşturmadığını
belirterek her somut vaka özelinde sınırlamanın ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığının incelenmesi
gerektiği sonucuna varmıştır (Halil Berk,
§§ 48-56; M.Ö., §§ 49-57).
46. 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in 5.
maddesinde 18/8/2016 tarihinde yapılan değişiklikle, terör suçlarından tutuklu
ve hükümlü olanların iki ayda bir açık görüş hakkından yararlandırılabileceği
düzenlenmiştir. Haftada bir kez kapalı görüş yapma hakkı yönünden ise görüş
sıklığını sınırlandıran bir değişiklik yapılmamıştır. Somut olayda başvurucunun
Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunduğu süre boyunca belirtilen sıklıkta
yakınlarıyla açık ve/veya kapalı görüş hakkından yararlandırılmadığına ilişkin
bir iddiası bulunmamaktadır. En geç iki ayda bir kez açık görüş hakkından,
haftada bir kez de kapalı görüş hakkından yararlandırıldığı anlaşılan
başvurucunun bu görüşlerde aile fertleriyle doğrudan temasını sürdürme
imkânından mahrum bırakılmadığı anlaşılmaktadır (bkz. § 25).
47. Tüm bu hususlar gözönüne
alındığında OHAL koşullarının gerektirdiği kamu düzeninin korunması ihtiyacı ve
Ceza İnfaz Kurumu güvenliğini sağlama amacı doğrultusunda -isnat edilen suçun
ağırlığı da dikkate alınarak- başvurucunun aile fertleriyle olan ilişkisinin
sürdürülmesini engellemeyen açık görüş hakkının sınırlandırılması şeklindeki
söz konusu müdahalede kamu makamları tarafından güdülen meşru amaç ile
başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulduğu, demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun olan müdahalenin ulaşılmak istenen amaçla
ölçülü olduğu değerlendirilmektedir. Sonuç olarak başvuru konusu olayda açık ve
görünür bir ihlal bulunmamaktadır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
C. 1. Haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 12/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.