TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAHYA KARSLI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/34534)
|
|
Karar Tarihi: 26/5/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Melek ŞAHAN
|
Başvurucu
|
:
|
Yahya KARSLI
|
Vekili
|
:
|
Av. Faruk MAHİROĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve
tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/9/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl yeniden uzatılmayarak
19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal
temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır
faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)
ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın
olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa
bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da
bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından
soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu-
üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu
iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı
ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
51, 350).
10. Başvurucu, en son Tufanbeyli hâkimi olarak görev
yapmıştır.
11.Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
(HSYK) 10/8/2016 tarihli kararıyla görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016
tarihli kararıyla da meslekten çıkarılmıştır.
12. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla
meslekten çıkarılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki
yazısı üzerine başvurucu, Kozan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan
bir soruşturma kapsamında 13/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
13. Başvurucu aynı tarihte Kozan Cumhuriyet
Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında
müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle liseyi bitirene kadar
dershaneye gitmediğini, üniversiteyi kazanamadığı için dershaneye gitmek
zorunda kaldığını, bulunduğu ilçede iki dershane olduğunu, diğerinin çok kötü
olması nedeniyle kayıt sırasında cemaat dershanesi olduğunu bilmediği Aksu
Dershanesini seçtiğini, iki sene bu dershaneye kendi evinden gelip gittiğini, bu
sırada cemaat yurtlarında kalmadığını, programlarına katılmadığını, hukuk
fakültesinde öğrenim görürken de kesinlikle FETÖ/PDY ile bağlantılı kişi,
kurum, yurt, ev ile hiçbir ilişkisinin olmadığını, örgütün sohbetlerine ve
toplantılarına gitmediğini belirtmiştir. Başvurucu; hâkimlik sınavlarına kendi
imkânlarıyla hazırlandığını, hazırlık ve mülakat sürecinde FETÖ/PDY ile
bağlantılı hiçbir kimseden yardım almadığını, hâkimlik staj döneminde de örgüt
üyesi kişilerle ilişkisinin olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, darbe
teşebbüsünden sonra HSYK tarafından meslekten uzaklaştırılmasının sebeplerinden
birinin 2014 yılında HSYK seçimleri döneminde izne ayrılması olduğunu ancak
bağımsız adaylar lehine herhangi bir seçim faaliyeti yürütmek için izin
almadığını, birlikte çalıştığı diğer arkadaşının izin dönüşünden sonra söz
konusu tarihte izin alabildiğini, annesine bakan ablasının ameliyat olması
nedeniyle yalnız yaşayan annesine bakmak zorunda olduğunu, seçim dönemiyle
ailevi zorunluluklarının denk geldiğini, seçim döneminde ailesinin yanında
olduğunu ve o yerde oy kullandığını, sandık mahallinde bulunmadığını,
müşahitlik yapmadığını veya kamera çekimi yapmadığını belirtmiştir. Başvurucu;
meslekten uzaklaştırılmasının diğer sebebinin ise 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde
aday olan Y.A. olduğunu, 2013 yılında Anayasa Mahkemesi raportörü olan
H.M.A.nın düzenlediği Maraşlılar yemeğinde Y.A. ile tanıştırıldığını, Y.A.nın
kendisine telefon numarasını verdiğini, kendisini HSYK seçimlerinden önceki
süreçte mesleki soru sormak için aradığını ve oradan hukukları olduğunu, HSYK
seçim döneminde de H.M.A.nın Y.A.nın ülkücü camiadan biri olduğunu söylemesi
üzerine "Ülkücü camiadan olduğu için oy veririm." dediğini,
seçim döneminde kendisinden fikir soran ve kendisinin fikir sorduğu kişilere de
bir tek Y.A.yı tanıdığını, ona kesin oy vereceğini, diğerlerini de duruma göre
değerlendireceğini, daha kim olduklarını bilmediğini söylediğini ifade
etmiştir. Başvurucu; liseyi bitirdikten sonra iki yıl bu örgütle bağlantılı
dershaneye gitmesi dışında hayatının hiçbir döneminde FETÖ/PDY ile
bağlantısının olmadığını ve yolunun kesişmediğini savunmuştur.
14. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye
olma suçundan tutuklanması istemiyle 13/8/2016 tarihinde Kozan Sulh Ceza Hâkimliğine
sevk etmiştir.
15. Başvurucunun sorgusu Kozan Sulh Ceza Hâkimliğinde
aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır
bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki ifadesinde önceki anlatımlarına ek olarak
Y.A.nın örgütle bağlantılı olduğunu öğrendikten sonra kendisini tanıştıran
H.M.A.yı arayarak bu şahsı kendisine yanlış tanıttığını, Y.A.ya ülkücü olduğu
için oy vereceğini söylediğini ve böyle bir düşünce ile oy verdiğini, bunun
haricinde bağımsız adaylardan A.N.E.ye, H.T.ye ve Yargıçlar ve Savcılar
Birliğinden (YARSAV) aday olan soyadını hatırlayamadığı M. ve L. isimli
hâkimlere oy verdiğini, bunun haricindeki oylarını da Yargıda Birlik Platformu
(YBP) adaylarına verdiğini belirterek suçlamaları kabul etmemiştir.
16. Hâkimlik, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye
olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"... üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma
suçunun vasıf ve mahiyeti, bu aşamada tutukluluk tedbirini haklı kılacak ve
atılı suçla ilgili kuvvetli suç şüphesini gösteren delillerin bulunuyor olması,
tutukluluk tedbirinin bu aşamada somut olayla ölçülü olması, tutukluluktan
beklenen faydanın adli kontrol hükümleri ile giderilemeyeceği, atılı suça
öngörülen ceza miktarı da dikkate alındığında şüphelinin kaçma, saklanma
ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması, atılı suçun CMK 100/3-a maddede sayılan
katalog suçlardan olması nedeniyle C.Başsavcılığının talebinin kabulü ile
şüphelinin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına... [karar verildi.]"
17. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ceyhan
Sulh Ceza Hâkimliğince1/9/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar
verilmiştir.
18. Soruşturma aşamasında 18/10/2016 tarihinde dinlenen
tanık E.Y.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Birlikte öğrenim gördüğümüz ve aynı dönemde staj
yaptığımız için Yahya'yı yakından tanıyorum. ... Bu süre zarfında FETÖ/PDY
yapılanması ile doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir irtibatına şahit
olmadım zira öğrenim gördüğümüz dönemde de sınıf mevcudumuzun az olması
sebebiyle kimlerin FETÖ/PDY yapılanması bünyesinde yer aldığını yakinen
biliyorduk. Yine Yahya'nın bu yapılanmanın düşünce yapısıyla da herhangi bir
şekilde örtüşür yanı olmadığı gibi zaman zaman bu yapı aleyhine söylemlerine de
şahit oldum. ...
HSYK seçimlerine 2-3 ay kala Yahya beni telefonla aradı.
Hal hatır sorduktan sonra seçimlerde bağımsız aday olan Ankara Hakimi Y.A.nın
hemşerisi olduğunu, seçimlerde ona oy vermemi istedi. Yine bağımsız adaylardan
İ.Ç. hakkında da iyi şeyler duyduğunu söyledi. Ben kendisine daha erken
olduğunu, Alaşehir savcısı olan M.A. ve A. Hoca'yla görüştükten sonra bakarız
diye söyledim. Akabinde 4-5 kere beni aradı. Aynı şekilde Y.A.ya oy istedi.
Kendisine A. Hocanın aradığını, M. Hoca'nın Yargıda Birlik Platformu (YBP)
listesinde aday olan İ.Ç.yi tanıdığını, kendisinin bu listeyi desteklediğini ve
listedeki adayların bağımsız aday olanlardan daha bağımsız olduğunu, bağımsız
adayların sıkıntılı olduğunu söylediğini kendisine belirterek M.A. ile konuşup
konuşmadığını söyledim. Bana konuştuğunu, yine M. Hoca'nın kendisiyle de
görüştüğünü ve YBPden aday olanlara oy vermesini istediğini söyledi. Yahya bana
aslında YBP listesinden aday olanlara oy vermeyeceğini, ancak M.Hoca'nın hatırı
için bu listeden bir kaç kişiye oy vereceğini söyledi. Yanlış hatırlamıyorsam
seçime bir hafta kala bir veya iki defa yine beni aradı, ancak ben açamadım.
Bunun üzerine seçim günü bana kendisinin oy vereceği listeyi mesajla attı. Aynı
mesajı M.A.ya da gönderdiğini mesajda belirtmişti. Listede FETÖ/PDY yapılanması
adına hareket eden 6 veya 7 tane bağımsız adayla birlikte 4 veya 5 tane YBP
üyesi de vardı. HSYK seçimleri sonrasında kendisiyle yaptığımız görüşmede YBP
adaylarının kazanmasını 'hayırlısı buymuş' şeklinde yorumladı. Sonrasında
kendisiyle telefonda görüşmelerimizde seçim konusuyla ilgili herhangi bir
konuşmamız olmadı. Kendisini ihraç ve tutuklamaya kadar götüren bu sürecin
sebebinin HSYK seçimlerinde yapılanmanın desteklediği Ankara Hakimi Y.A.nın
kazanması için seçim sürecinde rol üstlenmesi olduğunu düşünüyorum ancak sırf
bu nedenle örgütün içerisinde yer aldığını düşünmüyorum, eğer olsaydı kendisini
tanıdığım 9 yıllık süre zarfında bunu bilirdim. Yukarıda da ifade ettiğim üzere
Yahya'nın FETÖ/PDY yapılanması ile dolaylı veya doğrudan bir ilişkisinin
olmadığını söyleyebilirim ..."
19. Soruşturma aşamasında dinlenen bazı tanıkların
beyanının ilgili kısmı şöyledir:
- A.Ü. "Başvurucuyu öğrencisi olması nedeniyle
tanıdığını, hakimlik mülakatı için kendisine referans olduğunu, 2014 HSYK
seçimlerine kadar başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yakın
olduğuna dair herhangi bir bilgisinin veya görgüsünün olmadığını, başvurucuyu
2014 HSYK seçimleri için arayarak Yargıda Birlik adayları için destek
istediğini, ancak başvurucunun bağımsızlara da oy vereceğini içlerinde
tanıdıkları olduğunu söylediğini, sosyal medyada muhalif bir paylaşımını
gördüğünü" belirtmiştir.
- M.A. "Başvurucuyu fakülteden tanığını, adaylık
süresi içerisinde Akademi'de görüştüklerini, aynı ilde görev yapmaları
nedeniyle de dönem dönem görüştüklerini, bu zaman zarfında örgütle irtibatına
rastlamadığını, başvurucunun kendisine HSYK seçimleri öncesinde hemşehrisi olan
Y.A.ya destek verme hususunda telkinde bulunduğunu, seçim günü de sabah oy
vereceği kişilere dair bir listeyi kendisine mesajla gönderdiğini, bunların
arasında YBP adaylarının da bulunduğunu, başvurucunun örgüt üyesi olduğuna
ilişkin bilgisinin olmadığını, buna dair herhangi bir söylem veya eylemine de
şahit olmadığını" ifade etmiştir.
- M.S. "Başvurucunun fakülteden sınıf arkadaşı
olduğunu, aynı dönemde staj yapıp mesleğe birlikte başladıklarını, başvurucunun
bu süre zarfında örgütle bir irtibatının olmadığını, ancak kendisinden ve bir
kaç arkadaşından 2014 HSYK seçimleri öncesinde örgüt adına bağımsız aday olarak
hareket eden Y.A. için oy istediğini, başvurucunun bunu adı geçen kişiyle
hemşehrilik ilişkisi nedeniyle yaptığı kanaatinde olduğunu, zira başvurucunun
kendisine 'Y.A. seçilsin onun haricinde kimin seçildiğiyle
ilgilenmiyorum' şeklinde bir cümle kullandığını" ifade
etmiştir.
20. Başsavcılık 12/7/2017 tarihli iddianame ile
başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması
istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede
öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, sonrasında başvurucuya yönelik
suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık başvurucunun FETÖ/PDY
hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu
işlediğini iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle
şöyledir:
i. HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile
başvurucunun meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir.
ii. Tanık sıfatıyla anlatımlarda bulunan E.Y.nin (bkz. §
18) ifadelerindeki bazı hususlara yer verilmiştir.
iii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/26827
soruşturma sayılı dosyası üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında 2010
yılında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı'nda (KPSS) usulsüzlük dosyasının
şüpheli listesinde başvurucunun yer aldığı tespit edilmiştir.
21. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi 19/7/2017 tarihinde
iddianamenin kabulüne ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir. Mahkemenin E.2017/137 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması
başlamıştır.
22. Başvurucu, tutukluluğunun devamına ilişkin bu karara
itiraz etmiş; Gaziantep 1. Ağır Ceza Mahkemesi 4/8/2017 tarihinde itirazı kesin
olarak reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 28/8/2017 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
23. Başvurucu 13/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
24. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi 11/9/2017 tarihinde
yargılama yapma yetkisinin Adana Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle
yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın tevzi
edildiği Adana 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/172 sayılı dosyası üzerinden
yargılamaya devam edilmiştir.
25. Adana 13. Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2017 tarihli
tensip zaptıyla "soruşturma aşamasında dinlenen tanık beyanları, mevcut
delil durumu, tutuklulukta kaldığı süre ve dosya içerisindeki bilgi ve belgeler
nazara alındığında adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı" gerekçesiyle
başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu hakkında
yurt dışına çıkmama ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirlerinin
uygulanmasına hükmetmiştir.
26. Adana 13. Ağır Ceza Mahkemesi 29/1/2018 tarihinde
yetkili ve görevli mahkemenin Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi olduğu
gerekçesiyle yetkisizliğine, olumsuz yetki uyuşmazlığı çıkmış olması ve yetkili
mahkemenin belirlenmesi amacıyla dosyanın ilgili Yargıtay dairesine
gönderilmesine karar vermiştir.
27. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 13/3/2018 tarihli kararıyla
Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar
vermiş ve anılan karar üzerine yargılamaya Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2018/150 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir.
28. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 23/1/2020 tarihli
iddianame ile başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması
istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede,
alınan bilirkişi raporlarına göre başvurucunun 2010 yılı KPSS'nin genel
yetenek-genel kültür testlerinden toplamda 90 ve üzeri net yapan 81.706 adayın
içinde bulunduğu, ayrıca cevabı koyu olarak işaretlenerek sınavdan önce sızdırıldığı
belirtilen üç sorudan en az bir soruda yanlış seçeneğe giden 7.841 aday içinde
olduğu ve genel yetenek testinin 39. sorusunda diğer şüpheli adaylar ile
birlikte yanlış cevapta birleştiği belirtilmiştir. Adana Cumhuriyet
Başsavcılığı; bilirkişi raporunda başvurucunun durumunun kuvvetli şüpheli
olarak nitelendirildiği gerekçesiyle resmî belgede sahtecilik suçunun
işlendiğini, başvurucunun 2010 yılı KPSS kapsamında herhangi bir kuruma
yerleşmemesi nedeni ile kamu kurumu ve kuruluşları zararına dolandırıcılık
suçunun unsurlarının oluşmadığını iddia etmiştir.
29. Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2020 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Aynı Mahkemenin E.2020/26 sayılı dosyası
üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 25/2/2020 tarihinde E.2020/26 sayılı
dosyasının Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/150sayılı dosyası ile
birleştirilmesine ve bu dosyanın Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/150
esas sayılı dosyasına gönderilmesine karar verilmiştir.
30. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi, birleştirme
sonrası resmî belgede sahtecilik ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından
yapılan yargılama sonucunda 8/10/2020 tarihinde başvurucunun her iki suçtan da
beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanığın mahrem nitelikte olan örgüt çalışma ve staj
evlerinde kaldığına, örgütün gizli haberleşme programı olan bylocku
kullandığına, 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra örgütün sohbet ve
toplantılarına düzenli olarak katıldığına, sanığın görev yaptığı süre zarfında
örgütün emir ve talimatı doğrultusunda soruşturma ve yargılama yapıp karar
verdiğine ve 2014 HSYK seçiminde örgütün desteklediği sözde bağımsızlar adına
örgütsel saiklerle çalışmalar yürüttüğüne, kısacası; sanığın örgütün yapısında
bulunup hiyerarşisine dahil olduğuna ve örgütle organik bağ kurarak örgüt üyesi
olduğuna dair dosyada her türlü şüpheden uzak, inandırıcı, somut delillerin
bulunmadığı, yukarıda detaylı bir şekilde izah edilen gerekçelerle sanık
hakkında iddia olunan eylemlerin ve yapılan tespitlerin, mahkemece sanık
aleyhine silahlı terör örgütüne üyelik suçunun sübutu açısından her türlü
şüpheden uzak, somut delil olarak itibar edilmediği, şöyle ki; iddianameye konu
edilen somutlaştırılamayan ve doğrudan örgütsel eylem niteliğinde olmayan
iddiaların olması ve HSK tarafından 667 sayılı KHK 3/1 maddesi uyarınca
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibat veya iltisakı nedeniyle mesleğinden
çıkarılmış olması ile aynı irtibat veya iltisak nedeniyle 2802 sayılı yasanın
82. maddesi uyarınca hakkında soruşturma izni verilmiş olmasının sanığın
üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun oluşması için yeterli
nitelikte olmadığı, bu eylemlerin sanığın örgüt üyeliği için aranan süreklilik,
çeşitlilik ve yoğunluk arz eden ve sanığın organik bağ ile örgüte bağlı
olduğunu açıkça gösteren eylemlerden ve faaliyetlerden olmadığı, sanığın
örgütün hiyerarşisinde yer alarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren
eylemleri gerçekleştirmek suretiyle üzerine atılı suçu işlediğine dair her
türlü şüpheden uzak, kesin, somut ve inandırıcı delil elde edilemediği ve
yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı
...
sanığın 2010 KPSS sınavında sınav evrakları üzerinde
resmi belgede sahtecilik suçu işlediği hususunda yeterli delil bulunmadığı,
ilgili sınav sorularının sanık tarafından para karşılığı çalındığı ya da
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından kendisine verildiğine ve öncesinde
örgüt evlerinde çalınan sorulara hazırlanıldığı hususunda herhangi bir tanık
beyanının bulunmadığı, 2010 yılı KPSS puanı ile kamu kurumlarına atamasının
bulunmadığı ve başkaca bir bilgi belgenin olmadığı, bilirkişi raporunda sanığın
durumunun kuvvetli şüpheli olarak nitelendirilmiş ise de, yapılan yargılama
sonucunda mahkememizde oluşan şüphenin giderilmediği, oluşan şüphenin sanık
lehine değerlendirilmesinin gerektiği, resmi belgede sahtecilik suçundan
sanığın cezalandırılmasına yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı
kanaat oluşturacak delil bulunmadığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi (in dubio
pro reo) uyarınca yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı[na karar verildi]..."
31. Beraat kararına karşı başvurucu, gerekçenin suçun
işlenmediğinin sabit olması şeklinde değiştirilerek hükmün onanması; Cumhuriyet
savcısı ise kurulan hükmün kaldırılması talebiyle istinaf kanun yoluna
başvurmuştur.
32. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
33. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B.
No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No:
2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
34. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucu; somut bir delil olmaksızın gerekçesiz bir
kararla tutuklanmasına karar verildiğini, tutuklama kararında tutuklama
nedenlerinin bulunduğunun somut gerekçelerle açıklanmadığını, kaçma şüphesinin
olmadığını, tüm bu nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu, HSYK
seçimlerinde kullandığı oyun sorgulandığını belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Bakanlık görüşünde özetle öncelikle etkili bir
başvuru yolu olan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
141. maddesinde düzenlenen tazminat davası yolu tüketilmeden başvuru
yapıldığından bahisle başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi tarafından esastan
inceleme yapılacak olması durumunda ise somut olayda soruşturma makamlarınca
ileri sürülen olgularla kuvvetli suç şüphesinin ortaya konduğu, tutuklama
kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile
sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların içeriği birlikte
değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine
yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği
belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca soruşturma konusu suç için öngörülen
yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda başvurucu
hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun
savunulamayacağı ileri sürülmüştür. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate
alınarak başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfîliğin bulunmadığı
hususuna vurgu yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği ifade
edilmiştir.
37. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel
olarak başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
38. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
39. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler,
ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen
iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında, kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
41. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
42. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır.
Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan
olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No:
2016/49158, 26/7/2017, § 57).
43. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı
meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı
anlaşılan bu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamıştır.
3. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
45.Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen, B.
No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52; Zafer Özer, B. No: 2016/65239,
9/1/2020, §§ 38-45.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
46. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, FETÖ/PDY
mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü
üyesi olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca
tutuklanmıştır.
47. Diğer taraftan başvurucu, bir hâkim olarak
mesleğinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin tutuklandığını iddia
etmektedir.
48. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B.
No: 2017/10536, 4/6/2020) kararında ilgili Türk hukuk mevzuatı
çerçevesinde konuyu etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da
değinerek terör örgütüne üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, Yüksek
Mahkeme üyelerinden farklı olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır
ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına
ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek
vergi mahkemesi üyesi (hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının bulunduğu sonucuna varmıştır (ayrıntı için bkz. Yıldırım Turan, §§
108-159).
49. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun
hâkim olması nedeniyle Anayasa veya 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler
ve Savcılar Kanunu'ndan kaynaklanan güvenceler uygulanmaksızın, kanuna aykırı
olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
50. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
51. Kozan Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında,
başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna
genel olarak değinilmiş ancak herhangi bir olguya ilişkin başka açıklamaya yer
verilmemiştir (bkz. § 16).
52. İddianamede ise suçlamaya ilişkin olarak başvurucunun
meslekten çıkarılmasına ve bir tanığın başvurucuya ilişkin beyanlarına
dayanılmıştır(bkz. §§ 18-20). Dolayısıyla somut olayın koşullarında
başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının bu
olgular temelinde incelenmesi gerekmektedir.
53. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan
suçlamanın dayanaklarından biri başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasıdır.
Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten çıkarılmıştır.
54. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki
idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara
muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu
anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa
Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 70; Mustafa Açay, B. No:
2016/66638, 3/7/2019, § 54; E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali
Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104).
Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten çıkarma
tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve
değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair
kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir (aynı yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Zafer Özer, § 58).
55. Ayrıca soruşturma mercilerinin başvurucu hakkında
tanık E.Y.nin vermiş olduğu beyanlara dayandığı görülmektedir. Adı geçen tanık,
başvurucuyla aynı fakültede öğrenim görmüş ve darbe teşebbüssüne kadar sıklıkla
görüşmeye devam etmiş bir yargı mensubudur. Tanığın beyanları fakülte
yıllarına, mesleğe başlama aşamasına ve başvurucunun HSYK üye seçimleri
sürecindeki tutumlarına ilişkindir.
56. HSYK seçim sürecinde örgütsel ilişki çerçevesinde
adaylar lehine propaganda faaliyetinde bulunmanın veya seçim çalışmalarına
katılmanın yargı mensupları hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar bakımından
yürütülen soruşturmalarda önemli bir olgu olarak değerlendirilmesi söz konusu
olabilir (Zafer Özer, §§ 60, 61). Bununla birlikte tanık beyanlarında
başvurucunun örgütsel bir ilişki içinde olduğu veya bu yönde bir eylem ve
faaliyetin içinde yer aldığına ya da örgüt lehine propaganda niteliğinde seçim
çalışmalarına destek verdiğine dair bir anlatım mevcut değildir. Soruşturma
aşamasında ifade veren ve kovuşturma aşamasında da ifadelerini tekrarlayan
tanıklar başvurucunun blok olarak örgüt lehine oy kullanmadığını, bağımsız
adayların bir kısmına oy verdiği gibi bir kısım YBP adayına da oy verdiğini,
başvurucunun bağımsız adayın memleketlisi olduğu gerekçesiyle seçim sürecinde
kendilerinden oy vermelerini istediğini, başvurucunun bu tutumunun FETÖ/PDY
lehine bir tavır olmadığını ve uzun yıllardır tanıdıkları başvurucunun örgüt
içinde yer almadığını düşündüklerini beyan etmişlerdir. Bu durumda tanık
anlatımlarının örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak
kabulü mümkün değildir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ö.Ç.,
B. No: 2016/58614,12/1/2021, §§ 54-56).
57. Diğer taraftan soruşturma makamının başvurucu
hakkında resmî belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla devam eden
soruşturmaya dayandığı görülmektedir. Anılan soruşturmada başvurucuya girdiği
bir sınavda (KPSS/genel yetenek-genel kültür) 90 üzeri net yaptığı ve diğer
şüphelilerle aynı soruya aynı yanlış cevabı verdiği iddiasıyla suç isnat
edilmiştir. Soruşturma kapsamında başvurucunun örgütsel bir ilişki içinde
olduğuna, doğru veya yanlış yaptığı soruların örgüt tarafından kendisine
verildiğine veya para karşılığı aldığına, sorulara hazırlanılan ortamlarda
bulunduğuna ilişkin delil ve anlatım mevcut değildir. Bu nedenle anılan hususun
başvurucu ile FETÖ/PDY ile bağlantılı bir suç işlediğine dair kuvvetli suç
belirtisi olarak değerlendirilebilecek bir nitelik taşımadığı kanaatine
varılmıştır.
58. Sonuç olarak tutuklama kararı, soruşturma ve
kovuşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut
olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulamadığı
sonucuna varılmıştır.
59. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
60. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
61. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü
dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup
olmadığının incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
62. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini
sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya
konulması gelmektedir. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama
tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu
doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü
yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair
belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir
olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §
109; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).
63. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma
makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu
itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin
kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15.
maddesinin başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi
meşru kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Turhan
Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 88; Şahin Alpay, § 110; Mehmet
Hasan Altan (2), § 157).
64. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
65. Öte yandan başvurucu tutukluluğun makul süreyi aştığını
ve matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürmüşse de
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle hak
ihlali kararı verildiğinden bu iddianın ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
67. Başvurucu, tahliyesine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
68. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
69. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
70. Somut başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması
nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Kovuşturma sürecinde 24/10/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine
karar verilmiştir ve tutukluluk hâli sona ermiştir.
71. Öte yandan somut olayda başvurucu ihlalin tespit
edilmesi ve tahliye edilmesi dışında tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu
nedenle başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar verilmemiştir.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA ,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için Gaziantep 10. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2018/150) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 13.08.2016tarihinde tutuklanan ve 13.09.2017
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 24.10.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla
bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit
edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak
arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan
veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her
türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır.
Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi)
öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun
tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde
düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına
karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına
atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın
141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu
iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen
kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru,
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa
Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu
iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini
tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini
belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin
iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında
açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren
emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola
işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat
davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali
yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi
aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında
mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun
yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları
da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile
hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir
bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da
tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet
sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada
tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından
bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır.
(Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa
Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93).
Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu
davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam
ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de,
mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da
tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11
Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi
tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa
Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada
beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka
aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden
tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet
Özdemir12
başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka
uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında
kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup
da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla
olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması
nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın
esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat
mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup
olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın
kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat
mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma
aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği
tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza
mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek
kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle
olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği
tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit
edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk
iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun
devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi
yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama
nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz,
a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama
nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği
şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini
inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nın 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat
mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa,
diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi
faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki
olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri kararında
benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını
reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin
etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz
önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur.
141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da
bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında
gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı
görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke
genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki
on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok
sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet
dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
İrfan FİDAN
|