TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ERDAL SARIKAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/37237)
|
|
Karar Tarihi: 17/3/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 29/4/2021-31469
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucu
|
:
|
Erdal SARIKAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Danış AKPOLAT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen
gösteriye kolluk güçlerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve
buna ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet
yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 9/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1980 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde
İstanbul'da yaşamakta ve bir giyim firmasında güvenlik görevlisi olarak
çalışmaktadır.
A. Genel Olarak
10. Başvurucu, ülke genelinde gerçekleşen ve Gezi
Parkı eylemleri olarak bilinen gösterilerin 11/6/2013 tarihinde yapılan
Taksim Meydanı'ndaki kısmına katılmıştır. Kardeşini almak için eylemlerin
yapıldığı yere gittiğini beyan eden başvurucu, Anayasa'nın 26. maddesinde
düzenlenen haktan yararlanarak kendini ifade etmek için gösterilerde yer
aldığını soruşturma aşamasında dile getirmiştir. Kolluk görevlilerinin
başvurucunun bulunduğu yerdeki gösteriye müdahale ettikleri esnada başvurucu,
gözüne isabet eden sert bir cisimle yaralanmıştır.
11. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014
tarihinde yayımlanan Gezi Parkı olayları raporuna göre kısaca (detaylı bilgi
için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §10) Gezi Parkı
eylemleri/olayları;
- İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda
yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013
tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış, haziran ve temmuz
aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri
yürüyüşleridir.
- İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile
6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde bu kapsamda 5.532 eylem/etkinlik
gerçekleştirilmiştir.
- Türk Tabipleri Birliği verilerine göre kamu
hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda
kurulan revirlere toplam 8.163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan
106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.
12. Başvurucunun katıldığı tarihte gerçekleşen gezi
eylemleriyle ilgili olarak kolluk memurları tarafından 11/6/2013 ve 12/6/2013
tarihli Olay Tutanakları düzenlenmiştir. 11/6/2013 tarihli Olay Tutanağı'nda
Taksim Meydanı'nda göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su kullanılması, 12/6/2013
tarihli Olay Tutanağı'nda ise tazyikli su kullanılması suretiyle gösterilere
müdahale edildiği, bu gösteriler nedeniyle hiç kimsenin gözaltına alınmadığı
belirtilmiştir.
B. Ceza
Soruşturması Süreci
13. Başvurucu, kolluk memurlarınca müdahale sırasında
gerekli olmadığı hâlde savunma/ZED tüfeği (gaz fişeği) veya plastik mermi
kullanılması nedeniyle gözünden yaralandığını ileri sürerek yaralanmasına
sebebiyet veren kolluk görevlileri hakkında 3/10/2013 tarihinde İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur.
14. Başsavcılık tarafından başvurucunun şikâyeti üzerine
2013/139143 Soruşturma numarasıyla soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma
22/10/2013 tarihinde benzer yakınmaları olan yüzlerce müştekinin şikâyetiyle
birlikte 2013/79334 numaralı soruşturma dosyasında birleştirilmiştir. Beş yüz
soruşturma dosyasının birleştirilmesiyle oluşan bu soruşturma, İstanbul'un
farklı yerlerinde ve farklı tarihlerde gerçekleşen Gezi olaylarıyla ilgili
olarak yürütülen ana soruşturmalardan biridir.
15. Başsavcılıkça olay yerini gösteren MOBESE ve diğer
kamera görüntülerinin toplanması, tanıkların tespit edilmesi ile şüpheli kolluk
görevlilerinin belirlenmesi 30/10/2013 tarihinde İstanbul Emniyet
Müdürlüğünden, kamera görüntüleri mevcut ise bu görüntülerin çıkarılarak
gönderilmesi 10/3/2014 tarihinde Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğünden
istenmiştir. Kolluk birimlerince Başsavcılık istemine cevap verilip
verilmediğine, verilmişse içeriğine dair UYAP'taki soruşturma dosyalarında
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
16. 12/3/2014 tarihinde başvurucunun şikâyetine yönelik
olarak yürütülen soruşturmaya, ana soruşturmadan ayrılarak 2014/35756
numarasıyla devam edilmiştir.
17. Başsavcılıkça başvurucunun 18/3/2014 tarihinde sözlü
ifadesi alınmıştır. Başvurucu kısaca sağ gözüne isabet eden gaz fişeği
kapsülüyle veya plastik mermiyle yaralandığını, kolluğa taş atmadığını,
anayasal hakkını kullandığını, kendisini yaralayan polis memurunu göremediğini,
yaralandığı sırada arkadaşını cep telefonuyla aradığını, arama kayıtları
çıkarılırsa yaralanma saatinin tam olarak tespit edilebileceğini, kayıtların
çıkarılmasına rızasının olduğunu, ayrıca vurulduğunda yanında kardeşi ile
arkadaşı Y.nin bulunduğunu, onların tanık olarak dinlenmesini istediğini ve
kendisini yaralayan kolluk görevlisinden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.
18. Yaralanma tarihine/saatine veya yerine ilişkin kesin
bilgi bulunmamakla birlikte başvurucu, Başsavcılığa verdiği ifadesinde 12/6/2013
tarihinde saat 01.00 ile 01.30 arasında yaralandığını iddia etmiş; daha sonra
-12/12/2019 tarihinde verdiği dilekçeyle- yaralanma saatinin 11/6/2013
tarihinde saat 23.30 ile 12/6/2013 tarihinde saat 02.30 arasında olduğunu
belirtmiştir. Yaralanma yerinin tam olarak neresi olduğunu da ifadesinde
açıklayamayan başvurucu, sadece yaklaşık olarak Talimhane Caddesi'nin Taksim
Meydanı'na çıkan kısmında toplanan kalabalıktan ayrılarak 10-20 metre
yürüdükten sonra yaralandığını dile getirmiş; daha sonra ibraz edeceği
dilekçeyle yaralanma yerini haritada işaretleyerek soruşturma makamlarına
ileteceğini vurgulamıştır. Başvurucu 12/12/2019 tarihli dilekçesinde yaralanma
yerinin Cumhuriyet Caddesi'nin Taksim Meydanı'na çıkılan yeri olduğunu dile
getirmiştir.
19. Başvurucu, vekili aracılığıyla sunduğu 24/10/2014
tarihli dilekçesiyle ana soruşturmada (2013/79334 numaralı) toplanan deliller
ile ilgili beyanda bulunmuş; MOBESE kameralarının tahrip edildiği Gezi olayları
soruşturmalarına yansımasına rağmen bu tahribatın kim tarafından yapıldığının
araştırılmadığını, görev yoğunluğundan dolayı listelerin düzenli tutulmadığının
ve kimlerin gaz fişeği kullandığının tespit edilemediğinin kolluk birimleri
tarafından bildirildiğini, listelerde belirtilen kolluk görevlilerinin en az
yarısının ifadesinin alınmadığını belirterek görüntülere yansıyan kolluk
memurlarının kimliklerinin tespit edilerek soruşturmaya dâhil edilmesini talep
etmiştir.
1. Sağlık
Raporları
20. Başvurucu; Başsavcılık ifadesinde ve sunduğu
dilekçelerde, yaralandıktan sonra çevrede bulunan kişilerin yardımıyla önce
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine, ardından Okmeydanı Eğitim
ve Araştırma Hastanesine götürülerek burada ilk ameliyatını olduğunu,
sonrasında Çapa Tıp Fakültesi Göz Kliniğinde iki kez ameliyat olduğunu
açıklamıştır.
21. Başsavcılıkça başvurucunun tedavi evrakı ile hakkında
düzenlenen sağlık raporları Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinden
11/11/2014 tarihinde, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinden
12/11/2014 tarihinde istenmiştir. Başvuru dosyasında veya UYAP'a kayıtlı
soruşturma dosyasında hastaneler tarafından gönderilen evrakların bulunmadığı,
buna karşın şikâyet dilekçesiyle birlikte ilgili evrakın bir kısmının başvurucu
tarafından Başsavcılığa sunulduğu görülmüştür.
i. Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinin
12/6/2013 tarihli ve 04.16 saatli raporunun "Olay Öyküsü"
kısmında başvurucunun polis müdahalesinde başına biber gazı kapsülü geldiğini
beyan ederek başvurduğu belirtilmiştir (Sunulan rapor tek sayfa olup başkaca
bilgi bulunmamaktadır.).
ii. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Servisi
tarafından düzenlenen 12/6/2013 tarihli ve 04.30 saatli genel adli muayene
raporunda, 12/6/2013 tarihinde saat 00.30 civarında, sağ gözüne biber gazı
fişeği çarpan başvurucunun Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesinden sevkinin yapıldığı, sağ grob perfasyonu tanısıyla acil
operasyon için hastaneye yatışının gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Aynı
Hastane tarafından düzenlenen 12/6/2013 tarihli geliş ve 13/6/2013 çıkış
tarihli epikriz raporunda başvurucunun genel anesteziyle ameliyat edildiği, sağ
gözün ekarte edilerek onarımının yapıldığı açıklanmıştır.
22. Hastaneler tarafından gönderilen evraklar,
Başsavcılıkça İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğüne (Adli Tıp Kurumu) 20/10/2015
tarihinde iletilerek başvurucunun yaralanmasının niteliğinin belirlenmesi talep
edilmiştir. Adli Tıp Kurumunca söz konusu evraklara atıf yapılarak düzenlenen
21/10/2015 tarihli rapor şöyledir:
"Şişli Etfal E.A. Hastanesinin
12.06.2013 tarih 242845 sayılı raporunda; polis müdahalesinde başına biber gazı
kapsülü gelmesi ifadesiyle geldiği, her iki gözde periorbital ekimoz olduğu,
kranial BT de intrakranial hadise düşünülmediği, orbita BT de glob perforasyonu
düşünüldüğü, göz bakısında, sağ skleral perforasyon olup sağda ışık hissinin
negatif olduğu, sağ orbita tabanında küçük fraktür hattı saptandığı, Okmeydanı
E.A. Hastanesinin 12.06.2013 geliş, 13.06.2013 çıkış tarihli epikriz raporunda,
genel anestezi altında ameliyat edildiği, sağ göz ekarte edilerek onarımının
yapıldığı, arızasının,
Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,
Basit bir tıbbi müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,
Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi
ORTA(2) derece olduğu,
Duyularından birinin fonksiyonun sürekli
kaybı niteliğinde olduğu"
2. Şüpheli
Kolluk Görevlilerinin Belirlenmesine İlişkin İşlemler
23. Başsavcılıkça temin edilen bazı kamera görüntüleri
2/12/2014 tarihinde bilirkişiye tevdi edilmiş, görüntülerde yer alan kolluk
görevlilerinin kask numaralarının tespit edilmesi istenmiştir. Görüntülerin
neleri içerdiği veya ne şekilde elde edildiği UYAP'taki soruşturma dosyasından
anlaşılamamaktadır. Ulusal Kriminal Büro, görüntüleri incelemek üzere
Başsavcılıkça bilirkişi olarak atanmıştır. Ulusal Kriminal Büro Amirliğinin
8/1/2014 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:
"Taksim bölgesinde yüzlerce çevik
ve onlarca Zetçinin o günün her saatinde muhtelif yerlerde görüldüğü, bunlardan
ise olaya müdahili olduğu değerlendirilenlerin, olaydan bilgisi olanın olay
yerinin müdürü sıfatıyla resmi görülen tek yıldızlı emniyet müdürü olduğunun
düşünüldüğü, [T- ...]
Kask numaralı 6246 grubunun birinci yaya kuvvetler ekibinden [... ]
sicil numaralı [E.T.nin] da görüntüsü ve birlikte bulunması nedeniyle
sanki Müdürün refakat polisi olduğu, olaydan sorumlu olan ZET'çileri mutlaka [E.T.nin]
da tanıdığı, [B-...] kasklı olay yeri ve ay anı ekibinden olan sicil no [...]
Robokopçu [M.K.nin] içinde olduğu 5 kişilik Zet timi olduğunun
değerlendirildiği, Olay yerindeki 4-5 ZET'çinin kendi ekibinde olması nedeniyle
tüm Zetçileri en iyi ve en yakın bilmesi gereken çevik kuvvet polisinin
[...] sicilli Robokopçu [M.K.] olduğunun değerlendirildiği, olay
noktasına başkaca görüntülerde, başkaca yapılan Zet ateşlemesine ve ateşine
rastlanmadığından mağdur Erdal Sarıkaya'nın vurulma olayının 11/06/2013'ü
12/06/2013'e bağlayan gece yarısının tam ortasında oluştuğu değerlendirildiği,
Erdal Sarıkaya'nın vuruluş anının ve vuranın birebir kameralarda görülmemesinin,
yüzlerce polis listesinden en fazla 5 personelle, bir müdür ve iki önemli görgü
tanığına indirgenebilmesinin ve bulguların değerlendirilmesi..."
24. Bilirkişi tarafından numaraları belirlenen kaskları
kullanan kolluk görevlilerinin kimliklerinin tespitine yönelik olarak 10/3/2015
tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden bilgi istenmiştir. Emniyet
Müdürlüğünce kask numaraları tespit edilen personelden olay günü görevli olup
ZED/savunma tüfeği kullanma yetkisi veya eğitimi bulunanların isim listesi
Başsavcılığa iletilmiş, bazı kask numaralarının (beş adet kask numarasının)
kayıtlı olmadığı bildirilmiştir. Emniyet Müdürlüğünün cevabında tarih
bulunmamakta olup cevabın UYAP'a kayıt tarihi 26/6/2015'tir.
25. Öte yandan Gezi eylemlerinde başvurucuyla aynı gün
yakın bölgede yaralanan A.A.nın kolluk görevlilerine ilişkin şikâyetine dair
yürütülen ceza soruşturması Gezi olaylarıyla ilgili 2013/79334 Sor. numaralı
ana soruşturmadan 8/11/2013 tarihinde ayrılmış, bir süre 2014/53879 Sor.
numaralı soruşturmada tek başına yürütüldükten sonra 10/3/2015 tarihinde
başvurucunun şikâyetinin araştırıldığı 2014/35756 Sor. numaralı soruşturmayla
birleştirilmiştir.
26. Birleşen 2014/53879 numaralı soruşturma dosyası
(A.A.nın şikâyetiyle ilgili yürütülen) kapsamında Başsavcılık tarafından olay
günü savunma tüfeği kullanmaya yetkili olan ve kimliği tespit edilen on altı
polis memurunun soruşturmalar birleştirilmeden önce 2014 yılı Haziran-Temmuz
ayları arasında -farklı tarihlerde- şüpheli olarak savunmaları alınmıştır.
Şüpheli polisler genel olarak suçlamaları kabul etmemiştir. Memurların bir
kısmı Gezi Parkı eylemlerinde görevli olduğunu ancak yaralama eylemlerinin
gerçekleştiği yerde bulunmadığını beyan etmiş, diğer bir kısmı ise olay yerinde
savunma tüfeği kullandığını ancak kimseyi yaralamadığını ifade etmiştir.
Başsavcılık ayrıca aynı soruşturmada 17/4/2014 tarihinde İstanbul Emniyet
Müdürlüğünden toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) veya kolluk araçlarında
çekilen görüntülerin bulunup bulunmadığının araştırılmasını istemiştir.
27. Başsavcılık, İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde
komiser olan ve olay yerinde görev alan K.K.nın tanık olarak 10/3/2015
tarihinde ifadesini almıştır. Tanığın ifadesi şöyledir:
"11/06/2013 günü sabah 05:00
sıralarında Beşiktaş Dolmabahçe stadı civarında konuşlanmıştık. Gece 23:00
sıralarına kadar o bölgede görev yaptık. Daha sonra Taksime çıktık. Ve Divan
Kavşağı yoluna da geçtiğimiz hatırlıyorum. Ancak Talimhaneye hiç geçmedik diye
hatırlıyorum. Divan Kavşağına geldiğimizde göstericiler tarafından barikatlar
kurulmuştu. Bizimde gruplar olarak müdahalemiz oldu. Bu sırada sorumluluğumda
bulunan zet silahı kullanmakla görevli personelimde kurallara uygun şekilde
gerek olduğunda zet silahını kullanmıştır. Hatırladığım kadarıyla 11 Haziran
günü gruplara yönelik olarak yapılan çalışmaların yoğun olduğu bir gündü.
birçok grup olay yerindeydi. Hemen hemen her yerde barikat kurulmuştu. Bu
barikatları ve göstericileri bertaraf etme amacıyla çok sayıda gruplar olarak
müdahalede bulunduk.
[M.C.Y.] grubumun zetçilerindendir. Hiçbir zetçi polisinin kurallara aykırı
olarak göstericileri doğrudan hedef alarak ateş ettiğini görmedim. Böyle bir
talimatımızda söz konusu olamaz."
28. Başvurucu ve diğer şikâyetçi A.A.nın ortak vekili
tarafından 5/4/2016 tarihinde Başsavcılığa sunulan dilekçeyle, Emniyet
Müdürlüğünün cevap yazısına göre liste şeklinde isimleri bildirilen
görevlilerin soruşturmaya dâhil edilmesi, numarası kayıtlı olmadığı bildirilen
kaskların nasıl mevcut olabildiğinin araştırılması, Çevik Kuvvet ekibine bağlı
olmadığı tespit edilen görevlilerin hangi birime bağlı olduğunun tespit
edilmesi talep edilmiştir.
3. Soruşturma
İzni İstenmesi Sürecine İlişkin İşlemler
29. Öte yandan Başsavcılık 20/10/2015 tarihinde başvurucu
ve A.A.nın şikâyetiyle ilgili olarak zor kullanma yetkisinin sınırının aşılması
suçunu işledikleri isnadıyla kask numaralarından kimlikleri tespit edilen on
altı kolluk görevlisi ile kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve
tüfeği kullanan görevli hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar
ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma
izni talep etmiştir.
30. İstanbul Valisi'nin 8/1/2016 tarihli oluruyla, on
altı polis memuru hakkında soruşturma izni verilip verilmeyeceğinin tespiti
amacıyla ön inceleme raporu hazırlaması için 2. Sınıf Emniyet Müdürü A.V. ön
incelemeci olarak görevlendirilmiştir. Ön inceleme raporunun ilgili kısmı
şöyledir:
"Gezi parkı eylemleri olarak
bilinen Türkiye genelinde ve İstanbulun birçok semtinde aynı anda birçok
protesto eyleminin yapıldığı, Taksim Meydanının ise İstanbuldaki olayların en
yoğun yaşandığı yerlerden olduğu, gaz fişeği kullanan polis memurlarının 2559
sayılı PVSK'nın 16. maddesi hükmü gereğince görevlerini yerine getirdikleri,
olay yerinde şartların oluşmasından dolayı görevli olan personelin kendilerine
2911 sayılı ve 2559 sayılı kanunların verdiği yetkiyi kullanarak kanunsuz eylem
ve yürüyüş yapan gruba yasal sınırlar içinde müdahalede bulundukları, eylemleri
önlemek amacıyla eylemcilere herhangi bir kısıt olmaksızın atılmış olan gaz
fişeğinin bahse konu yerde şahıs yada şahısların yaralanmasına sebebiyet verme
ihtimali olmakla birlikte şikayetçi şahısların görevli polis memurlarının atmış
olduğu gaz fişeği neticesinde yaralandığını, delillendirebilecek somut, teşhise
uygun isim, şahıs, şahit veya delil ortaya koyma imkanı olmadığı, bu nedenle
adı geçen görevlilerin kusurlu olduklarının tespit edilemediği
anlaşıldığı"
31. İstanbul Valisi tarafından 22/2/2016 tarihli ve
2016/123 sayılı kararla ön inceleme raporundaki tespitler doğrultusunda on
altı kolluk görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar
verilmiştir. Kararda, şikâyetçi olan kişilerin kasıt olmaksızın atılan gaz
fişeğiyle yaralanma ihtimalleri mevcut ise de kolluk görevlilerince atılmış gaz
fişeğiyle yaralandıklarına ilişkin somut delillerin ortaya konma ihtimalinin
bulunmaması nedeniyle on altı kolluk görevlisinin kusuru olmadığının
değerlendirildiği açıklanmıştır.
32. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara itiraz
edilmeyeceği Başsavcılık tarafından 10/5/2016 tarihinde Valiliğe
bildirilmiştir. Valilikçe, süresinde itiraz edilmemesinden dolayı on altı
kolluk görevlisi hakkındaki kararın 22/8/2016 tarihinde başvurucu açısından
kesinleştiği 11/10/2016 tarihinde Başsavcılığa bildirilmiştir.
33. Diğer müşteki A.A. ise soruşturma izni verilmemesi
kararına itiraz etmiştir. Müşteki A.A.nın yaralanması nedeniyle yürütülen
soruşturma, başvurucunun yaralanmasıyla ilgili yürütülen soruşturmadan
25/10/2016 tarihinde Başsavcılık tarafından ayrılmış ve yeni bir soruşturma
numarasıyla (2016/126756 numaralı) soruşturmaya ayrıca devam edilmiştir.
34. Bu arada Başsavcılıkça, sadece kimliği tespit edilen
on altı kolluk görevlisi hakkında değil aynı zamanda bilirkişi raporunda kask
numaraları belirtilen (beş adet kask numarası) ancak kimliği tespit
edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevliler hakkında da soruşturma
izni istendiğinin 26/8/2016 tarihinde Valiliğe hatırlatılması üzerine İstanbul
Valisi'nin 27/1/2017 tarihli oluruyla bu kez kimliği tespit edilemeyen gaz
bombası ve tüfeği kullanan görevliler hakkında ön inceleme raporu
hazırlaması için Komiser S.E. ön incelemeci olarak görevlendirilmiştir.
35. Ön inceleme raporunda bazı kask numaralarının Çevik
Kuvvet Şube Müdürlüğü kayıtlarında bulunmadığı, diğer bazı numaraların
kayıtlarının olduğu ancak 11/6/2013 ile 12/6/2013 tarihli günlük görev
listelerinde göz yaşartıcı gaz kullanan personelin girişi yapılmadığından bu
kaskları kullanan personelin kimlik tespitinin yapılamadığı, bu nedenle kimliği
belli olmayan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesine ve
disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığı yönünde görüş bildirilmiştir.
36. Ön inceleme raporundaki tespitler doğrultusunda
İstanbul Valisi tarafından 23/2/2017 tarihli -kararda sehven 23/2/2016 tarihi
yazılmıştır- ve 2017/64 sayılı kararla kimliği tespit edilemeyen gaz bombası
ve tüfeği kullanan görevliler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar
verilmiştir.
37. Başvurucu kimliği belli olmayan kolluk görevlileri
hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin bu karara itiraz etmiş;
başvurucunun itirazı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesi
(Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 11/5/2017 tarihinde kabul edilmiştir.
Kararda, 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesinde efrada karşı yapılan suimuameleler
(kötü muamele) ile ilgili olarak açılan soruşturmalarda anılan Kanun'un
hükümlerinin uygulanmayacağının düzenlendiği ve karara konu suç isnadının bu
kapsamda kaldığı dikkate alınarak soruşturmanın genel hükümlere göre
yürütülmesi gerektiği gerekçesiyle itirazın kabul edildiği açıklanmıştır.
38. Kimlikleri tespit edilen şüpheli on altı polis
memuru hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle Başsavcılıkça
2/5/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin ek karar verilmiştir.
Kararda müşteki olarak sadece başvurucu yer almaktadır. Kararın gerekçesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"...şikayete konu iddianın
soruşturmasının 4483 sayılı yasaya tabi olması nedeniyle Zor Kullanma Yetkisine
İlişkin Sınırı Aşılması suçundan Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından
şüpheliler hakkında 4483 sayılı yasa kapsamında soruşturma izni verilip
verilmemesi hususunda talep edildiği, talebimiz sonucu İstanbul Valiliği İl
Emniyet Müdürlüğü tarafından ön inceleme başlatıldığı, yapılan ön inceleme
sonucu ... şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesine dair karar
verildiği, ... karara karşı yasal süre içerisinde her hangi bir itiraz
olmadığından kararın kesinleştiği,
...
Şüpheliler hakkındaki incelemenin
sonucunda müsnet Zor Kullanma Yetkisine İlişkin Sınırı Aşılması, görevi kötüye
kullanma suçundan, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanmasına Dair Kanunun 4. maddesinin son fıkrası uyarınca soruşturma
yapılmasına yer olmamasına..."
39. Başsavcılıkça verilen kovuşturmama (ek) kararından
haberdar olmaksızın başvurucu soruşturmanın genişletilmesi talebiyle
1/6/2017 tarihinde Başsavcılığa dilekçe ibraz etmiştir. Başvurucunun dilekçesi
sehven ek karara itiraz dilekçesi olarak kabul edilerek değerlendirilmek üzere
İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğinin
2/6/2017 tarihli kararıyla, Başsavcılık ek kararının 15/4/2017 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmesine rağmen başvurucunun on beş günlük kanuni sürenin
dolmasından sonra 1/6/2017 tarihinde karara itiraz ettiği gerekçesine istinaden
itirazın süre aşımı nedeniyle reddedilmesine karar verilmiştir.
40. Başsavcılık diğer taraftan başvurucunun kimliği
tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevliler hakkında soruşturma
izni verilmemesine kararına itirazının Bölge İdare Mahkemesince kabulü
nedeniyle kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevli hakkında
devam eden soruşturmanın üç ayda bir bilgi verilmesi koşuluyla 11/7/2017
tarihinde daimî aramaya alınmasına karar vermiştir.
41. Başvurucu 14/7/2017 tarihinde Başsavcılığın on altı
kolluk görevlisi hakkında verdiği ek karara itiraz dilekçesi sunarak
2/5/2017 tarihinde verilen Başsavcılık kararını 15/4/2017 tarihinde tebliğ
almasının mümkün olmadığını belirtmiş ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin ek
kararı 13/7/2017 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucunun bu itirazı,
İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince süresinde kabul edilmiş, buna karşın "Başsavcılık
kararının usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle 11/9/2017 tarihinde
esas yönünden reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 12/10/2017
tarihinde tebliğ edilmiştir.
42. Başvurucu 9/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
4. Bireysel
Başvurudan Sonraki Soruşturma Süreci
43. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra
soruşturma süreciyle ilgili yaşanan gelişmeler kısaca şöyledir:
i. Aynı soruşturma dosyasındaki diğer şikâyetçi A.A.nın
İstanbul Valisi'nin 22/2/2016 tarihli ve 2016/123 sayılı on altı kolluk
görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi kararına itirazı, Bölge İdare
Mahkemesinin 5/7/2018 tarihli kararıyla soruşturmaya konu suç isnadının genel
soruşturma hükümleri çerçevesinde soruşturulması gerektiği gerekçesiyle kabul
edilmiştir. A.A.nın şikâyeti ile ilgili bu soruşturma 25/10/2016 tarihinden
beri ayrı yürütüldüğünden soruşturmanın akıbeti bilinmemektedir.
ii. Emniyet Müdürlüğü tarafından 24/7/2017, 22/1/2018 ve
Ağustos 2018 -müzekkerede tam tarih bulunmamaktadır- tarihlerinde başvurucunun
yaralanmasından sorumlu şahısların aranması çalışmalarının devam ettiği
bildirilmiştir.
iii. Başvurucu, soruşturmanın genişletilmesi talebini
içeren dilekçeyi 28/3/2018 tarihinde soruşturma makamına sunmuş; dilekçede,
kimliği belirlenemeyen ancak kask numaraları belirlenen görevlilerin başka
illerden gelme ihtimaline binaen araştırma yapılmasını, kimliği belirlenen on
altı görevlinin savunmalarının tespit edilmesini, olay günü olay yerinde
görevli diğer kolluk görevlilerinin beyanlarına başvurulmasını, görev
listelerinde belirtilmeyen ve savunma tüfeği kullanan görevlilerin
araştırılmasını, tüfeklerin tesliminden sonra zimmet belgelerinin imha edildiği
bildirildiğinden imha edenler hakkında soruşturma yapılmasını, tüm kamera
görüntülerinin toplanarak incelenmesini, olay günü kullanılan TOMA'ların hard
disklerinin temin edilerek incelenmesini talep etmiştir.
iv. Başsavcılık tarafından Emniyet Müdürlüğünden Gezi
Parkı eylemlerine ilişkin toplu görüntüler temin edilerek 4/6/2018 tarihinde
İstanbul Jandarma Kriminal Laboratuvarına gönderilmiş, başvurucunun ifade ve
dilekçelerinde belirttiği yaklaşık yaralanma yeri haritada işaretlenerek
12/6/2013 tarihi saat 01.00 ile 01.30 arasındaki görüntülerin incelenerek
başvurucunun yaralanma anına ilişkin görüntü mevcutsa araştırılarak gönderilmesi
istenmiştir. Laboratuvarın 13/9/2018 tarihli uzmanlık raporuna göre talep
edilen incelemenin teknik inceleme kapsamında sayılmadığından yapılamadığı,
ayrıca gönderilen kayıtlarda incelenmesi istenen tarih aralığına da
rastlanmadığından araştırmanın yapılamadığı bildirilmiştir.
v. Başsavcılık başvurucunun yaralanmasından sorumlu
olanların belirlenmesi amacıyla araştırma yapılmasını 19/10/2018 tarihinde İl
Emniyet Müdürlüğünden yeniden istemiştir. İl Emniyet Müdürlüğünün cevabında,
başvurucu ifadesinde Talimhane Caddesi yakınlarında yaralandığını iddia
ettiğinden olay günü Talimhane Caddesi ve çevresinde görevli olan kolluk
personelinin kimlik bilgileri liste hâlinde bildirilmiştir.
vi. Başvurucu, İstanbul Jandarma Kriminal Laboratuvarı
tarafından hazırlanan uzmanlık raporuna 5/11/2018 tarihinde itiraz etmiş; daha
önce Ulusal Kriminal Bürosu tarafından hazırlanan raporda görüntülerin
incelenebildiğini belirterek teknik donanıma sahip bilirkişi heyeti
oluşturulmak suretiyle kayıtların yeniden incelenmesini istemiş; bu defa
incelemeye esas olay saatinin 14.00-06.00 aralığı olarak belirlenmesini talep
etmiştir.
vii. Başvurucu 29/11/2018 tarihli dilekçesiyle açtığı tam
yargı davası içinAdli Tıp Kurumu tarafından 31/10/2018 tarihinde hazırlanan ve
başvurucunun sağ gözünde tam görme kaybının olduğunun tespit edildiği raporu
soruşturma dosyasına sunmuştur.
viii. Başvurucu; vekili aracılığıyla sunduğu 14/3/2019
havale tarihli dilekçesiyle soruşturmada ilerleme kaydedilebilmesi için kolluk
birimlerinden olay günü plastik mermi kullanan kolluk görevlilerinin
kimliklerinin tespit edilmesini, bu kişilerin cep telefonu HTS kayıtlarının
temin edilmesini, olay anındaki telsiz görüşme kayıtlarının istenmesini, mevcut
görüntülerin bağımsız bilirkişi olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesince
incelenmesinin istenmesini talep etmiştir.
ix. Başsavcılık tarafından 3/9/2019 tarihinde
soruşturmanın ikinci kez daimî aramaya alınmasına karar verilmiştir.
x. Başsavcılıkça başvurucunun yaralandığı yer ve saatte
yapılan telsiz konuşma içerikleri ilgili kolluk birimlerinden 21/10/2019
tarihinde istenmiş ancak konuşma içeriklerine ulaşılamadığı kolluk tarafından
bildirilmiştir.
xi. 12/12/2019 tarihinde başvurucu, kamera görüntülerinin
yeniden incelenmesini talep etmiş; yaralanma anının 11/6/2013 tarihi saat 11.30
ile 12/6/2013 tarihi saat 02.30 arasında olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun
talebi doğrultusunda Başsavcılıkça dosyaya bilirkişi atanmış, İstanbul Emniyet
Müdürlüğünden temin edilen Gezi Parkı eylemlerine ilişkin bir kısım kamera
kaydının incelenmesi suretiyle başvurucunun bulunduğu konuma ve yaralanma anına
ilişkin görüntü olup olmadığının araştırılarak yaralamaya neden olan polis
memurunun kimliğinin belirlenmesi talep edilmiştir.
xii. 23/3/2020 tarihli bilirkişi raporunda, MOBESE ve
olay yerinde bulunan işyeri kameralarından elde edilen altı kaydın incelenmesi
neticesinde başvurucunun yaralanma anını gösteren görüntü olmadığının tespit
edildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca kayıtların yer aldığı CD'lerin her
birinin üzerinde 6/7/2013 tarihinin yazılı olduğu ifade edilmiştir. Anılan
tarih olay tarihi olmamasına rağmen hangi sebeple CD'lerin üstünde bu tarihin
yazılı olduğu açıklanmadığından anlaşılamamıştır.
C. Tam Yargı
Davası Süreci
44. UYAP'ta yapılan araştırma neticesinde başvurucunun
18/7/2016 tarihinde İçişleri Bakanlığı aleyhine idarenin kusurlu eylemi
nedeniyle yaralandığını dile getirmek suretiyle maddi ve manevi tazminat
istemli tam yargı davası açtığı görülmüştür.
45. İstanbul 9. İdare Mahkemesi, anılan davanın 16/9/2019
tarihinde süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Dava istinaf incelemesi
aşamasında olup karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyasının incelenmesinden;
davacının 11.06.2013 tarihinde Taksim Geziparkında meydana gelen toplumsal
olaylar sırasında hiçbir şekilde emniyet kuvvetlerine eylemde bulunmamasına
rağmen emniyet güçlerinin kullandığı gaz kapsülünün gözüne isabet etmesi
nedeniyle yaralandığını belirterek idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğradığı
zararların tazmini için eldeki davayı ikame ettiği, davanın ilk önce 14.07.2014
tarihinde açıldığı ve Mahkememizin 2014/1370 Esasına kaydedildiği, yapılan
yargılama neticesinde Mahkememizin 24.11.2015 tarih ve 2014/1370 E. 2015/2082
K. sayılı kararıyla dava dilekçesinin İçişleri Bakanlığı ve İstanbul
Valiliği'ne (her ikisine ayrı ayrı) tevdiine karar verildiği, kararın temyiz
edilmediği ve karar doğrultusunda dava dilekçesinin 11.12.2015 tarihinde
İçişleri Bakanlığı'na, 15.12.2015 tarihinde İstanbul Valiliği vekiline,
10.12.2015 tarihinde de İstanbul Valiliği'ne tebliğ edildiği görülmektedir.
...
Dolayısıyla, tebliğ edilen dava
dilekçeleri sonrasında idarelerce 09.02.2016, 13.02.2016 ve 08.02.2016
tarihlerinde zımnı red işlemleri gerçekleşmiş, bu tarihler itibariyle 60 günlük
dava açma süresi başlamış ve neticede de dava açma süreleri 11.04.2016,
15.04.2016 ve 10.04.2016 tarihlerinde sona ermiştir. En geniş yorumla davacının
dava açma süresi 15.04.2016 tarihine kadar devam etmiştir.
Bu durumda, davacının mercine tevdi
kararı sonrası, dava dilekçelerinin ilgili idarelere tebliğ edilmesine rağmen
cevap verilmemesi nedeniyle meydana gelen zımnı red işlemlerine karşı en geç
(60 gün + 60 gün) 15.04.2016 tarinine kadar dava açması gerekirken bu süre
geçirildikten çok sonra, (Mahkememizce sonradan dilekçe red kararı verilen)
19.07.2016 tarihli dilekçeyle açılan davanın süresinde olmadığı sonuç ve
kanaatine varılmıştır."
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Soruşturma
İzni Sürecine İlişkin
46. 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı
yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek
usulü düzenlemektir."
47. 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar
başlıklı 2. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243
ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154
üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve
kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz."
48. 4483 sayılı Kanun'un "Olayın yetkili mercie
iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler" kenar başlıklı
4. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin
herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu
öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan
delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya
şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın
evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler."
49. 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar
başlıklı 9. maddesi şöyledir:
"Yetkili merci, soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına,
hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa
şikâyetçiye bildirir.
Soruşturma izni verilmesine ilişkin
karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi;
soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı
veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin
kararının tebliğinden itibaren on gündür.
İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), (g)
(Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için
Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde
bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç
üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir."
50. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza
Kanunu'nun 245. maddesi şöyledir:
"Kuvvei cebriye imaline memur
olanlar ve bilümum zabıta ve ihzar memurları memuriyetlerini icrada ve
mafevkınde bulunan amirin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden
başka surette bir kimse hakkında sui muameleye veya cismen eza verecek hale
cür'et eder yahut ol kimseyi darp ve cerh eyler ise bir aydan üç seneye kadar
hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezalariyle cezalandırılır. Eğer
işlediği cürüm bu fiillerin fevkınde ise o cürümlere terettüp eden cezaya üçte
bir miktarı zammolunur."
51. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
Yürürlük ve Uygulama Şeklinde Hakkında Kanun'un "Yollamalar"
kenar başlıklı 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan
Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu
hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır."
52. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar
başlıklı 256. maddesi şöyledir:
"Zor kullanma yetkisine sahip kamu
görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği
ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin
hükümler uygulanır.
53. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama"
kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna
acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan
kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
...
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu
nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın,
verilecek ceza yarı oranında artırılır. "
54. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle
ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Kasten yaralama fiili,
mağdurun;
...
b) Duyularından veya organlarından
birinin işlevinin yitirilmesine,
...
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya
giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.
..."
55. Yargıtayın zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın
aşılması suçunun 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma iznine tabi olmayacağı
yönündeki kararı için bkz. Melih Dalbudak, B. No: 2016/16050, 13/2/2020,
§ 66.
2. Kolluk
Görevlilerinin (Polisin) Güç Kullanımına İlişkin
56. İlgili ulusal mevzuat için bkz. Özlem Kır, B.
No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-30.
B. Uluslararası
Hukuk
1. Soruşturma
İzni Sürecine İlişkin
57. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuruculara
karşı fiziki güç kullanan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni
verilmemesine ilişkin şikâyeti incelediği İşeri ve diğerleri/Türkiye (B.
No: 29283/07, 9/10/2012, § 42) kararında 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesi
uyarınca soruşturma konusu fiilin soruşturma izni gereken bir suç olmadığına
işaret edip daha önceki içtihatlarına da atıf yaparak idari makamlar tarafından
yürütülen soruşturmanın bağımsız bir makam tarafından yürütülen bir soruşturma
olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki bir başka karar
için bkz. Karahan/Türkiye, B. No: 11117/07, 25/3/2014, § 45).
2. Kolluk
Görevlilerinin Güç Kullanımına İlişkin
58. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme)
3. maddesi ile ilgili içtihatlarda kötü muamele yasağının demokratik
toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize
suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini
mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur
kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Sözleşme'nin 15.
maddesinde ifade edilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde
dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediğini içtihatlarında
da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, §
95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
59. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele
olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması
beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan
Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya
[BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık,
B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara
muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96,
21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, §
53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana
gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa,
§ 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.
60. AİHM'e göre gaz fişeğinin çan şeklinde (hafif
yukarıya doğru) atılması, -çarpması hâlinde kişilerin yaralanmasını veya
ölümüne sebebiyet vermesini engellediği ölçüde- uygun bir atış tarzı olarak
kabul edilebilecektir (Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, B. No:
44827/08, 16/7/2013, § 48).
61. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve
makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma
yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye,
B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik
için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık
olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını
gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73;
Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
62. AİHM, işkence veya kötü muameleyle suçlanılan
durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve
hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, affın veya genel affın mümkün
kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması
veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alması
durumunda meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet
Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, B.
No: 8354/04, 5/6/2012, § 34; benzer yöndeki Birleşmiş Milletler İşkenceyi
Önleme Komitesinin nihai ve tavsiye kararları için bkz. Türkiye,
27/5/2003, CAT/C/CR/30/5).
63. Ayrıca göz yaşartıcı gaz kullanımı ile ilgili
uluslararası belgeler ve AİHM'in göz yaşartıcı gaz kullanılması konusunda
dikkate aldığı ilkeler (Özlem Kır, aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararında
yer almaktadır.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
64. Mahkemenin 17/3/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
65. Başvurucu; Gezi Parkı eylemleri sırasında gaz kapsülü
veya plastik mermiyle yaralanması nedeniyle kolluk memurlarından şikâyetçi
olduğunu, talep edilen soruşturma izninin verilmemesi nedeniyle Başsavcılıkça
kovuşturma yapılmaması ek kararı verildiğini, soruşturmada kolluk birimlerinden
istenmesine rağmen delillerin toplanamaması sebebiyle soruşturmanın bağımsız
makamlarca yürütülmediğini, makul özenle ve hızlı bir şekilde etkili soruşturma
yapılmayıp kamera görüntülerinin zamanında temin edilmediğini belirterek yaşam
ve adil yargılanma ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
66. Bakanlık görüşünde; somut olayın kasıtlı bir eylemden
kaynaklanmadığı, Gezi Parkı eylemleri sırasında başvurucunun vücut bütünlüğüne
polis memurlarınca kasıtlı olarak zarar verildiğine dair Başsavcılıkça yapılan
bir tespitin bulunmadığı, şiddet olaylarının bastırılması amacıyla biber gazı
müdahalesi sırasında başvurucunun kafasına gaz kapsülünün kazara geldiği
hususunun soruşturma dosyasından anlaşıldığı belirtilmiştir. Bu bağlamda
bireysel başvurudan önce tüketilmesi gereken etkili yolun tam yargı davası olup
olmadığı konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğuna işaret
edildikten sonra anılan gösterilerde belli bir konuya dikkat çekme veya mesaj
verme amacının dışına çıkılarak gösterilerin şiddet olaylarına dönüştüğü
vurgulanmıştır. Sonuç olarak başvurucunun da katıldığı eylemlerin yasa dışı ve
barışçıl nitelikten çıkmış şiddet olayları olduğu, kolluk görevlilerinin olayın
durum ve gerekleriyle orantılı olacak şekilde müdahalede bulunduğu, dolayısıyla
kötü muamele yasağının ihlal edilmediği ifade edilmiştir.
67. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında; başvuru
formunda dile getirdiği hususları yineledikten sonra plastik mermi veya gaz
fişeğiyle yaralandığını, Başsavcılıkça bir kısım yazışma yapıldığını ancak bu
yazışmaların etkili soruşturma yürütülmesi bakımından yeterli olmadığını,
yazışmalardan sonuç elde edilemediğini belirtmiştir.
B. Değerlendirme
68. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevî
varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
69. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve
görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır."
70. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Adli Tıp Kurumu raporunda başvurucunun yaralanmasının hayati
tehlike yaratmadığının tespit edildiği nazara alındığında başvurucunun yaşam
hakkıyla bağlantı kurarak ileri sürdüğü iddialarının Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele (eziyet) yasağı kapsamında
olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır. Aynı zamanda
başvurucunun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarına yönelik olarak ileri
sürdüğü ihlal iddialarının eziyet yasağının usul yükümlülüğü çerçevesinde
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
71. Başvurucu, on altı kolluk görevlisi hakkında
soruşturma izini verilmemesi nedeniyle kovuşturma (soruşturma) yapılmaması ek
kararına itirazının reddi üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bir yandan
başvurucunun on altı kolluk görevlisi hakkındaki soruşturma izni verilmemesi
kararına itiraz etmemesi nedeniyle karar kesinleşmiş ve buna bağlı olarak
başvurucu, verilen Başsavcılık kararından şikâyet etmiştir. Diğer yandan kimliği
tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevli hakkındaki ceza
soruşturmasının devam ettiği anlaşılmıştır.
72. Bu durumda başvurunun kabul edilebilirlik kriterleri
yönünden başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği üzerinde durulmalıdır.
Başvuru yollarının tüketilmesi hususu ile başvurunun süresi birbiriyle doğrudan
bağlantılı olup bir bireysel başvuruda öncelikle etkili görülen yolun tüketilip
tüketilmediği değerlendirilmeli, ardından bu yolun tüketilmesinden itibaren
süresinde başvuru yapılıp yapılmadığı incelenmelidir.
73. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası gereği ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. Aynı Kanun’un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun başvuru yollarının
tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
74. Somut başvuruda başvuru yollarının tüketilmesiyle
ilgili değerlendirilmesi gereken ilk mesele etkili başvuru yolunun hangi yol
olduğu ve başvurucunun bu yolu tüketip tüketmediğidir.
75. Kamu görevlilerince gerçekleştirildiği iddia edilen
kötü muamele şikâyetlerinde etkili yargı yolu ceza soruşturması yoludur (Zeki
Güngör, B. No: 2013/8491, 31/3/2016).
76. Buna karşın söz konusu şikâyetlere yönelik bireysel
başvurularda, ceza soruşturması aşamasında izin istenmesi yöntemi benimsenmiş
ve izin verilmemesi nedeniyle soruşturma yapılmamış veya soruşturmaya devam
edilmemişse başvuru süresinin izin verilmemesi kararını itirazen değerlendiren
idari yargı makamlarının kararlarının öğrenilmesiyle başlayacağı kabul
edilmektedir (Günnur Coşkun B. No: 2012/836, 20/3/2014; Ayla Akat Ata
([GK], B. No: 2014/221, 30/11/2017; Semiha Usluduran, B. No: 2014/20337,
5/4/2018; M.P.B., B. No: 2015/19357, 11/12/2018). Dolayısıyla izin
prosedürünün işletildiği ceza soruşturmalarında idari yargı makamları kararları
nihai karar olarak kabul edilmekte, idari yargı yolu etkili yol olarak zımnen
benimsenmektedir.
77. Anayasa Mahkemesinin bir önceki paragrafta değinilen
içtihadının temeli, soruşturma makamlarınca verilen kararların şikâyet veya
ihbar ile başlayan sürecin bitirilmesine yönelik olduğu ve bu bağlamda belirleyici
mahiyette olmadığı değerlendirmesine dayanmaktadır.
78. İçtihadın gelişimine bakılacak olursa soruşturma izni
verilmemesi hâlinde savcılıkça verilecek kararın niteliğinin Anayasa Mahkemesi
tarafından ilk defa irdelendiği 2014 tarihli Günnur Coşkun kararında,
soruşturma makamının incelememe/işleme koymama kararının bölge idare
mahkemesinin kararına "aykırılık içeremeyeceğine" değinilerek
bölge idare mahkemesi kararı nihai karar olarak kabul edilmiş ve somut
başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamı dışında
kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
79. Buna karşın Anayasa Mahkemesince daha sonra kolluk
görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralama meydana gelmesi iddiasıyla
yapılan Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş (B. No: 2013/7907, 21/4/2016)
başvurusunda başvuru yollarının tüketilmesi/süre yönünden yetki konusu kısmen
geniş yorumlanmıştır. Başvuru sebebini oluşturan kovuşturma yapılmaması
kararının asıl gerekçesi görevliler hakkında soruşturma izni verilmemesi
olmasına rağmen -bu arada ek gerekçe suç unsurunun oluşmamasıdır- bölge idare
mahkemesi kararından sonra değil ceza itiraz yolu tüketildikten sonra yapılan
başvurunun süresinde olduğu değerlendirilmiştir. Şüphesiz başvurucu lehine
yapılan bu değerlendirmenin tek başına Anayasa Mahkemenin içtihadını
değiştirdiği söylenemez.
80. Nitekim bu konunun açıkça ele alındığı 2017 tarihli Ayla
Akat Ata kararında Anayasa Mahkemesince Günnur Coşkun kararındaki
tespitler benimsenerek başvuru süresinin bölge idare mahkemesince verilen ret
kararının başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı
açıklanmak suretiyle başvurunun süresinde yapılmadığı değerlendirilmiştir.
Ayrıca kararda, şikâyet edilen suçun soruşturulmasının izne tabi olmadığı
iddiasının bireysel başvurunun ancak süresinde yapıldığı takdirde
incelenebileceği belirtilmiştir. Buna göre Anayasa Mahkemesi, soruşturulması
izne bağlı olan veya olmayan suçlar bakımından ayrım yapılmaksızın izin
prosedürünün işletildiği tüm hâllerde nihai kararların bölge idare
mahkemeleri/Danıştay tarafından verilen kesin nitelikteki ret kararları
olduğunu kabul etmiştir.
81. Anayasa Mahkemesinin Ayla Akat Ata içtihadıyla
bir suçun soruşturulmasının izne bağlı olmadığının sonradan anlaşılması veya
elde edilen yeni delille suçun nitelendirilmesinin değişmesi hâllerinde soruşturma
makamının resen hareket etme veya buna yönelik hukuki süreci başlatma
yetkisi değerlendirme dışı bırakılarak idari yargı makamı kararı/süreci bireysel
başvuru için etkili ve yeterli kabul edilmiştir.
82. Oysa ki Anayasa Mahkemesi 4483 sayılı Kanun'un 9.
maddesinin dördüncü fıkrasının “Verilen kararlar kesindir.” şeklindeki
ikinci cümlesinin iptali istemiyle açılan davada verdiği 27/12/2006 tarihli
kararında 4483 sayılı Kanun'un Danıştay ve bölge idare mahkemelerine verdiği
itirazı inceleme görevinin yargılama faaliyeti kapsamında olmadığını,
dolayısıyla bu incelemenin bir dava değil idari bir görev olduğunu
değerlendirmiştir (AYM, E.2006/163, K.2006/121, 27/12/2006). Diğer bir ifadeyle
Anayasa Mahkemesi itiraz üzerine verilen bu kararları yargı yolu kapalı
idari kararlar olarak yorumlamıştır.
83. İdarenin soruşturma izni verilmesi/verilmemesi
kararlarının denetimi neticesinde idari yargı makamlarınca verilen kararlar
elbette ceza soruşturmasının bir parçası olmakla birlikte bu kararların
soruşturmayı sonlandıran nihai karar olarak kabul edilmesi yukarıda açıklandığı
üzere savcılıkların resen hareket etme yetkileri ile bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla
Ayla Akat Ata içtihadının gözden geçirilmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
84. Savcılıklarca verilen kararların Danıştay veya bölge
idare mahkemelerinin kararlarına aykırılık teşkil edemeyeceğine yönelik
yorumun kötü muamele şikâyetleri yönünden etkili başvuru yolunun ceza
soruşturması olduğunu kabul eden Anayasa Mahkemesinin etkili soruşturma
yükümlülüğüne ilişkin genel bakış açısıyla uyuşmadığı ortadadır.
85. Diğer taraftan Danıştay veya bölge idare
mahkemelerince verilen ret kararlarının başvuruculara tebliğ edildiği ve bu
nedenle bireysel başvuru süresinin tebliğ tarihinden itibaren başladığı
durumlarda da bir kısım belirsizlik yaşandığı başvurulara yansımıştır.
Değinildiği üzere savcılıklarca genel soruşturma hükümlerine göre her zaman resen
soruşturma yapılma ihtimalinin olması nedeniyle başvuruculara tebliğ yapıldığı
tarihte henüz savcılıklarca verilmiş karar bulunmadığından başvurucularda
sürecin devam ettiği algısının oluşabildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca mevcut
içtihada göre bireysel başvuru süresi başladığı için başvuru yapan
başvurucular, devam eden savcılık soruşturması/sulh ceza mahkemelerindeki
itiraz sürecini takip etmemeleri nedeniyle başvuru yollarının tüketilmemesi
kararlarıyla karşılaşabilmektedir.
86. Zira kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni
verilmemesi nedeniyle bölge idare mahkemesi kararından itibaren süresinde kötü
muamele yasağına yönelik ihlal iddiasında bulunulan Hüseyin Demir (B.
No: 2014/5310, 21/2/2018) başvurusunda yapılan değerlendirme buna örnektir.
Kararda, izin prosedürü başlatılmış olmasına rağmen bireysel başvuru tarihinden
sonra savcılıkça genel hükümlere göre soruşturmanın tamamlanarak kovuşturma
yapılmaması kararı verilmesine karşın başvurucu tarafından sulh ceza
hâkimliğine itiraz yoluna gidilmediği için başvuru, başvuru yollarının
tüketilmemiş olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur.
87. Diğer bir ifadeyle içtihada göre tüketilmesi beklenen
yolun bölge idare mahkemesine itiraz süreci olmasına rağmen daha sonra
soruşturma makamınca genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü hâllerde
tüketilmesi beklenen yol bu kez sulh ceza hâkimliklerine itiraz yolu olarak
değişmektedir. Bu durumun başvurucularda bireysel başvuru açısından tüketilmesi
beklenen kanun yolunun hangisi olduğu bakımından tereddüt yarattığı
anlaşılabilir bir olgudur.
88. Bu aşamada sulh ceza hâkimliklerine itiraz yolunun
soruşturma izni verilmemesine dayanan kovuşturma yapılmaması kararları
bakımından etkili olup olmadığı elbette gündeme gelebilir. Soruşturma
makamlarınca uygulamada izin prosedürünün iki farklı yöntemle işletilmesi
nedeniyle itiraz sürecinin etkisinde farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki bir
taraftan bazı savcılıklarca soruşturma işlemi başlatılmaksızın izin
prosedürünün uygulanması nedeniyle izin verilmeme durumunda işlem/inceleme
yapılmasına yer olmadığına ve benzeri nitelikteki kararlar verilirken diğer
taraftan başka savcılıklarca soruşturma işleminin şeklen başlatılması
-soruşturma numarası verilerek kaydedilmesi- nedeniyle izin koşulunun
sağlanmaması durumunda kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararlarının
verildiği görülmektedir. Bunun sonucu olarak savcılıklarca verilen kovuşturma
yapılmaması (ek) kararları 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 172. ve 173. maddelerinde belirtilen nitelikteki kararlar olarak
kabul edilerek itiraz yoluna tâbi iken işlem yapılmaması ve benzeri nitelikteki
kararlar bu nitelikte görülmeyerek kesin olarak verilmektedir.
89. Kısacası karar gerekçesine bakılmaksızın savcılıkça
verilen kovuşturma yapılmaması kararlarının tümü itiraz yoluna tâbidir.
İtiraz kanun yolunun izin verilmemesi nedeniyle kamu görevlileri hakkında
kovuşturma yapılmamasına ilişkin verilen kararları ortadan kaldırabilecek
etkisi olduğundan etkili kanun yolu olduğu hususunun kabulü gerekir. Zira somut
olayda da soruşturma izni verilmemesi nedeniyle Başsavcılıkça verilen karar
Sulh Ceza Hâkimliğince esastan incelenerek bir sonuca ulaşılmıştır. Buna karşın
nitelikleri gereği itiraz yoluna tâbi olmadığı belirtilen kararlardan sonra
bireysel başvuruda bulunulması beklenmektedir. Aynı içeriğe sahip savcılık
kararlarından sonra yapılan bireysel başvurularda tüketilmesi beklenen yolların
uygulamadaki farklılıklar nedeniyle değişmesi başvuru sürecinin
belirsizleşmesine neden olmaktadır.
90. Bu doğrultuda kamu görevlileri hakkında izin
prosedürünün işletilip işletilmemesinden bağımsız olarak kötü muamele
şikâyetlerinde etkili yolun ceza yolu olduğu ana kuralından ayrılmaksızın -4483
sayılı Kanun'un uygulanmasından kaynaklanan bir kısım farklılıklar ve
gelişmeler de dikkate alınarak- Ayla Akat Ata içtihadıyla benimsenen
görüşün değiştirilmesinin zorunlu olduğu anlaşılmıştır. Bu bağlamda soruşturma
izni prosedürü işletilen soruşturmalarda da genel kuralda olduğu gibi etkili
yol kabul edilen savcılıklarca veya ceza mahkemelerince verilen kararlara karşı
olağan kanun yollarının tüketilmesinden itibaren bireysel başvuru süresinin
başlaması gerektiği değerlendirilmiştir.
91. Ayrıca bu noktada değinilmesi gereken bir başka
husus, başvurucuların soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz hakları
bulunmasının yanı sıra itiraz yolunun işletilmesinin aynı zamanda savcılıklara
tanınan yetki ve sorumluluk kapsamında olduğudur. Bu itibarla soruşturma
izni verilmemesi kararlarına başvurucular dışında savcılıklarca da itiraz
edilmemesi nedeniyle kararların kesinleşmesi ve sonuçta kamu görevlileri
hakkında soruşturma yapılamaması aslında savcılıkların özenle hareket etme
yükümlülüğü içinde değerlendirilecek bir meseledir. Neticede etkili soruşturma
yükümlülüğü kapsamında savcılıkların sorumluluğunda olan bu meselenin aynı
zamanda bireysel başvurunun ön şartı olarak kabul edilmesi etkili soruşturma
yükümlülüğüne ilişkin anayasal denetimi zayıflatacak mahiyettedir.
92. Bilhassa gerekmediği hâlde soruşturma izni prosedürünün
başlatıldığı durumlarda başvurucuların izin prosedürünü devam ettirme iradesini
göstermemeleri makul karşılanabilir. Bir suçun nitelendirilmesi ve buna bağlı
olarak soruşturulmasının izne tabi olup olmadığının belirlenmesi kural olarak
soruşturma makamlarına ait olmakla birlikte bu yetkinin anayasal hakları
etkisiz kılacak şekilde ve 4483 sayılı Kanun'a açıkça aykırı yorumlanarak
kullanılması hâlinde Anayasa Mahkemesi etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal
edildiği sonucuna ulaşabilir. Bu nedenle soruşturma izni verilmemesi
kararlarına başvurucular tarafından itiraz edilmemesi meselesi genellikle
Anayasa Mahkemesince başvuruların esas yönünden incelenmesi aşamasında
değerlendirilebilecek bir olgudur. Aynı düşünceyle somut olayda başvurucunun
soruşturma izni verilmemesine itiraz etmemesi hususu esas yönünden yapılan
inceleme kapsamında aşağıda değerlendirmiştir.
93. Başvuru yollarının tüketilmesi kriterinde somut
başvuru açısından irdelenmesi gereken ikinci mesele; başvurucunun Başsavcılığın
on altı kolluk görevlisi hakkında kovuşturma yapılmaması ek
kararından sonra bireysel başvuruda bulunmasıdır. Başsavcılıkça başvurucunun
yaralanmasından sorumlu olan kolluk memurunun kimliği henüz tespit edilemediği
için kimliği meçhul failin daimî olarak aranmasına karar verilmiştir. İnceleme
tarihi itibarıyla soruşturma devam etmektedir.
94. Bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddianın bulunması hâlinde
Anayasa’nın 17. maddesi -5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte
yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir
Canan, § 25). Ancak yürütülen bu soruşturma, belirli bir kişinin sorumlu
olup olmadığıyla sınırlı olmamalı; olayın tüm yönlerini ortaya koyacak kapsamda
ve nitelikte olmalıdır. Nitekim soruşturmanın etkili olup olmadığına ilişkin
değerlendirme -somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak- belirli
bir kişi hakkında verilen kararla sınırlı olarak değil yürütülen soruşturma bir
bütün olarak incelendikten sonra yapılabilecektir (Gülcan Keleş ve
diğerleri, B. No: 2014/797, 22/3/2017, § 30).
95. Bir ceza soruşturması veya yargılaması sürecinde
kovuşturmasızlık, beraat, mahkûmiyet veya hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararları ile farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunması
durumunda -bu aşamaların tek bir olay için farklı kişilerin sorumluluklarına
yönelik olduğu gözetildiğinde- soruşturmaların bir bütün olarak değerlendirilmesi
gerekebileceğinden (S.D. B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 69) hareket
eden Anayasa Mahkemesi, aynı olaya ilişkin sorumluluğu bulunduğu iddia edilen,
birden fazla kişi hakkında yürütülen adli süreçlerin bir kısmı devam ederken
bazı şüpheli/sanık bakımından sürecin sona ermesi üzerine yapılan bireysel
başvurularda somut olayın ve tüm adli sürecin bir bütün olarak
değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmediği
sonucuna ulaşmıştır (Bülent Kurt, B. No: 2013/7408, 20/1/2016, § 40; Bilal
Turan ve diğerleri (3), B. No: 2013/7418, 31/3/2016, § 72; Gülcan Keleş
ve diğerleri, §§ 30, 31).
96. Başvuru yollarının tüketilmesi meselesine ilişkin
anılan içtihadın ortaya çıkışında, ihlal iddiasına konu olaya dair sorumluluğu
bulunduğu iddia edilen kişilerden her birine atfedilebilecek kusur durumu ile
her bir kişi için adli süreçte elde edilecek delil durumunun farklı
değerlendirilebileceğinin ve soruşturmanın etkililiği araştırılırken olayın tüm
boyutlarıyla ele alınarak bir bütün olarak irdelenmesi gerekliliğinin gözönünde
bulundurulduğu anlaşılmaktadır (Dilek Genç ve diğerleri [GK], B.
No: 2014/3944, 1/2/2018, § 55).
97. Anayasa Mahkemesince birden fazla faille ilgili
yürütülen soruşturmaların etkililiği yönünden yapılan incelemelerde kural
olarak bütünsellik ilkesi gereği tüm aşamaların tamamlanmış olması
beklenmektedir. Bir başka ifadeyle şikâyet edilen bir olayın soruşturulmasına
ilişkin kısmi irdelemenin sağlıklı sonuca ulaşmaya imkân vermeyeceği
değerlendirilerek bazı failler hakkındaki adli sürecin kovuşturma yapılmaması,
mahkûmiyet, beraat ve benzeri kararlarla tamamlanmış olması başvuruların esas
yönünden incelenmesi için yeterli görülmemektedir. Neticede bir kısım fail
hakkında savcılıklarca yapılan soruşturma sonucunda kovuşturma yapılmaması
kararları verilmesinden sonra yapılan bireysel başvurular başvuru yollarının
tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır (bkz. § 95).
98. Genel kural soruşturmanın kısmi incelenmesini mümkün
kılmamakla birlikte özellikle kimlik tespiti yapılan şüpheli kamu görevlileri
hakkında kovuşturma yapılmaması ek kararıyla beraber başkaca şüpheli tespit
edilememesi nedeniyle kimliği belirsiz faillerin daimî olarak aranmasına karar
verildiği hâllerde Anayasa Mahkemesi genel kuraldan ayrılarak devam eden
soruşturmaları usul yükümlülüğü kapsamında inceleyebilmektedir (Hüseyin
Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015; Cihan MutluB. No: 2016/9422,
13/2/2020; Elif Güneş Yıldırım (2), B. No: 2016/15455, 1/7/2020).
99. Daimî arama kararı verilmesi veya başka nedenlerle
başvurucular soruşturmanın etkili yürütülmediğini ileri sürerek kötü muamele
yasağının ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerini makul süre içinde bireysel
başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşıyabilirse de söz konusu şikâyetlerin
esasının incelenmesi ancak başvurucuların soruşturmanın tamamında ilerleme
kaydedilmediğine yönelik bir iddiasının bulunması ve Anayasa
Mahkemesinin anılan soruşturmanın etkililiğini kaybettiği kanaatine
varmasıyla mümkün olabilmektedir.
100. Başvurucu, on altı kolluk görevlisi hakkında
kovuşturma yapılmaması kararı verilmesinden sonra bireysel başvuruda bulunarak
sorumlu olan bu kişilerin cezalandırılması gerektiği hâlde delillerin zamanında
toplanmaması nedeniyle haklarında ceza davası açılmadığından şikâyet etmektedir.
Bu durumda kısmi soruşturma işlemlerinden şikâyet eden başvurucunun
soruşturmanın genel olarak etkisizliğinden şikâyet ettiği sonucunun çıkarılması
ilk bakışta zor görünmektedir. Gerçekten başvurucunun bireysel başvuruda
bulunduktan sonra soruşturma aşamasındaki gelişmeler, başvurucunun
Başsavcılıktan talepleri ve bu talepler yönünde yapılan işlemler başvurucunun
soruşturmanın etkililiğine yönelik beklentisini devam ettirdiğini
düşündürmektedir.
101. Öte yandan gerekmediği hâlde 4483 sayılı Kanun
kapsamında izin prosedürünün işletilmesinden sonra izin verilmediği
gerekçesiyle bazı kamu görevlileri hakkında kovuşturma yapılmaması ek kararı
verilmesi hâlinde, ilgili kamu görevlilerine isnat edilen suçun soruşturmasının
hiç yapılmamış olmasının kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü
bakımından tek başına anayasal sorun yaratacağı açıktır. Bu durumda izin
verilmediği gerekçesiyle hakkında soruşturma yapılamayan bu kamu görevlileriyle
ilgili kötü muamele şikâyetlerini içeren başvuruların diğer kovuşturma
yapılmaması ek kararlarından -suçun oluşmaması, kovuşturma için yeterli
delil bulunmaması, cezasızlık nedeninin mevcut olması gibi- sonra yapılan
başvurulardan farklı olarak esasının incelenmesi suretiyle bir sonuca
ulaşılabileceği anlaşılmaktadır.
102. Aksi hâlde soruşturma engeli bulunmayan kamu
görevlilerinin soruşturulmayarak kamu makamlarınca kötü muamele şikâyetine konu
eylemlere müsamaha gösterildiği ve bu eylemlerinin cezasız bırakıldığı izlemini
oluşturma tehlikesi oluşacaktır. Dolayısıyla kamu görevlileri hakkında izin
verilmemesi nedeniyle kovuşturma (veya soruşturma) yapılmaması ek kararlarından
sonra yapılan başvurular incelenirken soruşturma tamamlanmamış olsa dahi
başvurucudan soruşturmanın tamamını tüketerek gelmesi beklenemeyeceği gibi bu
durumun başvurunun esasıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
103. Sonuç olarak başvuru yollarının tüketilmesi
kriteri ile ilgili yukarıda(§§74- 92 ve §§93-102) açıklanan her iki meselenin
de -somut olayda uygulanan soruşturma izni prosedürünün ancak gerekli olduğu
sonucuna ulaşılması durumunda bir önem kazanacağı nazara alındığında-
başvurunun esasının incelenmesine engel oluşturmadığı değerlendirilmiştir.
104. Buna göre, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Eziyet
Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
İlkeler
105. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları
olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında
meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve
diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).
106. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın
5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması
beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut
iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar
değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
107. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî
dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
108. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir
şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay
ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da
kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak,
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 116).
109. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının-
özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için
ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir.
Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda
yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde
genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak
sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü
hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem
Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 34).
110. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan
husus -sonuçta alınan kararın niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde
başvurucunun, genelde de toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan
bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür
eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından
yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin
Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 86).
111. Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa
etmeleri ve görevlerinin ifası ile ortaya çıkan birtakım durumlarla bağlantılı
olarak sık sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında olma riski ile
karşı karşıya olmaları nedeniyle haklarında adli soruşturma yürütülmesinin
belirli bir makamın iznine bağlanması hukuk devletinde makul görülebilir.
Nitekim Anayasa’nın 129. maddesinin altıncı fıkrasında, memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza
kovuşturması açılmasının -kanunla belirlenen istisnalar dışında- kanunun
gösterdiği idari mercinin iznine bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır (Hidayet
Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, §§ 106, 107).
112. Soruşturma izni prosedürünün amacı kamu
görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri ileri sürülen suçlardan dolayı
gereksiz ithamlarla karşılaşmamaları, bu şekilde her türlü endişeden uzak
tutulmaları suretiyle kamu hizmetlerinin aksamaması için iddia olunan suçlar
bakımından ceza soruşturmasına geçilmeden önce bir ön inceleme yapılmasıdır. Ön
inceleme, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri
iddia olunan bir suç konusunun soruşturulması kapsamında yetkili idari merciler
tarafından gerçekleştirilen ve sonucunda idari veya adli yönden işlem yapılması
için soruşturma açılmasına gerek olup olmadığı biçiminde bir karara varmak
üzere yürütülen idari bir incelemedir. Bu incelemede isnat edilen suç konusu
eylemin gerçekliği genel hatları ile kapsam ve niteliği, çerçevesi,
delillerinin neler olduğu gibi hususlar araştırılır (Dilek Genç ve diğerleri,
§ 77).
113. Gerek idari nitelikteki ön incelemenin gerekse
soruşturma izni verilmemesi işlemine karşı yapılan itirazları değerlendiren
idari yargı organlarınca yapılacak inceleme ve değerlendirmelerin soruşturma
izni prosedürünün ceza yargılamasının işleyişini geciktirecek ve soruşturmanın
etkili şekilde yürütülmesine engel olacak şekilde uygulanmasına ya da kamu
görevlilerinin ceza soruşturmasından muaf tutulduğu izlenimi oluşturmasına izin
vermeyecek şekilde yapılmasına özen gösterilmesi gerekmektedir (Dilek Genç
ve diğerleri, § 78).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
114. Başvurucu, kolluk görevlilerinin müdahale ettiği
gösterinin yapıldığı yerde gözüne isabet eden bir cisimle yaralanmış ve aynı
gün aldığı sağlık raporlarını daha sonra Başsavcılığa sunarak yaralanmasına
sebep olan görevlilerden şikâyetçi olmuştur. Bu durumda başvurucunun kolluk
görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralandığı hususunda savunulabilir
iddiasının bulunduğu anlaşıldığından Başsavcılığın etkili soruşturma yükümlülüğünün
başladığı kabul edilmektedir.
115. Yapılan ceza soruşturması olaydan yaklaşık dört ay
sonra başvurucunun şikâyetiyle başlamıştır. Olayın ardından başvurucunun
yaralanmasıyla ilgili adli raporlar düzenlenmiş ise de resen ve derhâl ceza
soruşturması başlatıldığına ilişkin bilgi başvuru dosyasına yansımamıştır.
116. Başvurucunun şikâyetiyle başlayan soruşturma
kapsamında başvurucunun yaralanma saati ve yerinin tam olarak tespit
edilmesiyle ilgili talepte bulunmasına rağmen bir kısım delilin toplanmadığı
görülmüştür. Bu bağlamda yaralanma anında başvurucunun cep telefonuyla
görüştüğünü ifade ederek olay anında tam olarak nerede olduğunun arama
kayıtlarından tespit edilmesini, ayrıca yanında bulunan kardeşi ve arkadaşının
tanık olarak dinlenilmesini talep etmesine rağmen bu yönde bir araştırma
yapılmadığı anlaşılmıştır. Yaralanma saati ve yerinin zamanında tam olarak
tespit edilememesi olaydan sorumlu kişilerin belirlenememesine ve sonuç olarak
olayın aydınlatılması ihtimalinin zayıflamasına neden olup soruşturmayı
doğrudan etkilemiştir.
117. Bununla birlikte Başsavcılık tarafından başvurucunun
yaralanmasından sorumlu olan görevlilerin tespiti amacıyla geniş çaplı
gerçekleşen eylemlerin görüntüleri bilirkişi vasıtasıyla incelenmiş, ardından
ilgili kolluk birimleriyle yazışma yapılarak olay günü görevli ve savunma/ZED
tüfeği kullanma yetkisi olan görevliler arasından kask numaraları tespit edilen
on altı görevlinin kimliği belirlenmiştir. Başsavcılıkça kimlikleri belirlenen on
altı kolluk görevlisi ile kimliği belirlenemeyen gaz bombası/tüfeği
kullanan görevliler hakkında soruşturma izni talep edilmiştir. İl valisi
tarafından görevlendirilen iki farklı kolluk amirinin ön inceleme raporundaki
tespitler doğrultusunda hem on altı kolluk görevlisi hakkında hem de kimliği
belirlenemeyen görevli hakkında farklı tarihlerde soruşturma izni verilmemesine
yönelik iki ayrı karar verilmiştir.
118. Söz konusu kararlardan kimliği meçhul görevli
hakkında verilen karar başvurucunun itirazı üzerine Bölge İdare Mahkemesince
incelenmiştir. İsnat olunan suçun soruşturulmasının izne tabi olmadığı Bölge
İdare Mahkemesi tarafından değerlendirilerek soruşturmanın genel hükümlere göre
yürütülmesi gerektiği belirtilmiştir. İzin verilmeme kararı Bölge İdare
Mahkemesi kararıyla kaldırıldığından Başsavcılıkça bu kişi/kişiler yönünden
soruşturmaya devam edilmiş ancak sorumluluğu bulunan kişinin kimliği
belirlenemediği için daimî olarak aranmasına karar verilmiştir. Bu aşamadan
sonra başvurucunun talebi doğrultusunda bir kısım kamera görüntüsü daha
incelenmişse de failin kimliğini tespit etmeye yarayan herhangi bir bilgiye
ulaşılamamıştır. Gelinen aşamada fail veya failler soruşturma makamlarınca yedi
yıldır belirlenememiştir. İnceleme tarihi itibarıyla soruşturmanın bu kapsamda
devam etmekte olduğu tespit edilmiştir.
119. Diğer taraftan on altı kolluk görevlisi hakkında
verilen karara itiraz edilmediği için soruşturma izni verilmemesi kararı
kesinleşmiş, bu karar doğrultusunda Başsavcılıkça şüpheli polisler hakkında
kovuşturma yapılmamasına yönelik ek karar verilmiştir. Başvurucu, Başsavcılığın
ek kararına itiraz etmiş ise de itirazı reddedilerek karar kesinleşmiştir.
Başvurucunun şikâyet dilekçesi soruşturmaya kaydedildiği ve buna ilişkin bir
kısım soruşturma işlemi yapıldığı için soruşturmanın kapatılmasına yönelik kovuşturmaya
yer olmadığına ilişkin ek karar, hukuki anlamda aslında soruşturma
yapılmaması kararıdır. Dolayısıyla kimliği belirlenen on altı kolluk
görevlisi hakkında izin olmaması nedeniyle soruşturma yapılamamıştır.
120. Bu durumda başvurucunun gaz fişeğiyle yaralandığı
kanısıyla yapılan soruşturmada savunma tüfeği kullanma yetkisi olup olay
yerinde görevli olan kolluk görevlilerinden kimliği belirlenenler
hakkında izin olmaması nedeniyle soruşturma yapılmamışken kimliği
belirlenemeyenler hakkında isnat edilen suçun soruşturulmasının izne tabi
olmaması nedeniyle resen soruşturmaya devam ediliyor oluşu zaten başlı başına
izin prosedürünün hatalı işletildiğinin göstergesidir.
121. Anayasa'nın 129. maddesinde memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza
kovuşturması açılması izin şartına bağlanmış, izin prosedürünün işletilmemesi
gereken hâllerin kanunla düzenleneceğine yer verilmiştir. Anayasa'nın 129.
maddesinde işaret edildiği üzere düzenlenen 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesinde
kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçların soruşturulması
için izin alınması gerektiği belirtildikten sonra bir kısım suç kapsam dışı
tutulmuştur.
122. Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi çerçevesinde Anayasa
kurallarının bir arada ve hukukun genel ilkeleri gözönünde tutularak
uygulanması zorunlu olduğundan etkili soruşturma yükümlülüğünü ve kamu
görevlilerinin soruşturulmasının izin şartına bağlı olmasını düzenleyen
kurallar bütününün birbiriyle uyumlu bir şekilde yorumlanması gereklidir.
Bununla birlikte soruşturulması izin şartına bağlı olmayan suçlarda izin
mekanizmasının işletilmesi soruşturmanın etkililiği bakımından sorun
oluşturabilir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 108).
123. Belirtmek gerekir ki bir olaya karıştığı ileri
sürülen kişilerin hangi suçlardan soruşturmaya ve kovuşturmaya tabi
tutulacaklarını belirleyecek olanlar, elbette olayı ilk elden inceleyen
soruşturma ve yargılama makamlarıdır. Bireylere ait cezai sorumlulukların
kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların incelenmesi kural olarak
Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp suçluların tespiti ve
cezalandırılması soruşturma makamları ile derece mahkemelerinin görev ve
yetkisindedir (Sadıka Şeker, B. No: 2013/1948, 23/1/2014, § 49).
124. Ancak soruşturma iznine tabi olmayan suçlar
bakımından izin yönteminin benimsenmesi nedeniyle şüpheli kamu görevlileri
hakkında soruşturma yapılmaması veya soruşturmanın gereksiz uzaması faillerin
eylemlerinin cezasız bırakılmasına yol açması ve sonuçta bu tür eylemlere
müsamaha gösterildiği izlemini yaratması bakımından kötü muamele yasağının
etkili soruşturma yükümlülüğü yönüyle ihlal edilmesi sonucunu doğurur.
125. Anayasa Mahkemesinin kolluk görevlisinin güç kullanımı
neticesinde meydana gelen yaralamalarla ilgili kötü muamele -ve bazen yaşam
hakkı- şikâyetlerinin incelendiği önceki kararlarında, 4483 sayılı Kanun
hükümleri çerçevesinde ilgili görevliler hakkında yürütülen ve soruşturma izni
verilmemesi ile sonuçlanan ön inceleme prosedürüne atıf yapılırken soruşturma
konusu suçların resen kovuşturulması gereken suçlar olup olmadığının savcılık
kararlarında tartışılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının usul yönüyle ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır (birçok karar arasından bkz. Hidayet Enmek ve
Eyüpsabri Tinaş; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015;
Selçuk Yıldız. B. No: 2014/10382, 15/2/2017; Adalet Sevin, B. No:
2016/3693, 20/11/2019; Melih Dalbudak).
126. Somut olayda kolluk görevlilerinin güç kullanması
neticesinde yaralandığını iddia eden başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak
Başsavcılıkça verilen kararda isnat edilen suçun resen soruşturulması gereken
suçlar kapsamında olup olmadığı tartışılmamıştır. Dahası başvurucunun yaralanma
şikâyeti kolluğun güç kullanımına dayandığından Başsavcılıkça isnat edilen
suçun "zor kullanma yetkisinin sınırının aşılması" olarak
nitelendirilerek soruşturma izni istendiği dikkate alındığında söz konusu suçun
4483 sayılı Kanun'un 2. maddesinin son fıkrası kapsamında açıkça düzenlenmesi
nedeniyle bu fıkranın eklendiği 2/1/2003 tarihinden itibaren soruşturulmasının
izne tâbi olmadığı anlaşılmaktadır.
127. Bu durumda incelenen soruşturmada gerekmediği hâlde
izin prosedürünün işletildiği ve sonuçta olayla ilgili kimliği belirlenmiş
şüpheli polisler hakkında soruşturma yapılmadığı tespit edilmiştir. Soruşturma
makamınca izne tâbi olmayan suçların soruşturulması için izin prosedürünün
işletilmesi ve bu nedenle sorumluluğu bulunan kişiler hakkında soruşturma yapılmaması
başlı başına kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal eder.
Bu nedenle bu tür soruşturmalarda kamu makamlarınca izin prosedürü başlatılmış
ise de gerekli olmayan bu yolun tamamlanmasının başvurucudan beklenmesi makul
olmadığından başvurucunun soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz
etmemesinin somut başvurunun esas yönden incelenmesi bakımından engel
oluşturmadığı değerlendirilmiştir.
128. Diğer taraftan gerekli olmayan iznin verilmemesi
nedeniyle bir kısım kamu görevlisi hakkında soruşturma veya kovuşturma
yapılmamasına yönelik ek karar verilmesi durumunda bu karara karşı ihlal
iddialarını sunması için yine başvurucunun soruşturmanın tamamlanmasını
beklemesi anlamlı değildir. Bu hâlde verilen bu ek kararlar soruşturmanın bütününün
etkililiğini zedeleyebilecek mahiyette olduğundan başvurucunun söz konusu ek
kararlardan sonra başvurması somut başvuru açısından olağandır.
129. Neticede gerekli olmadığı hâlde soruşturma izni
prosedürü işletilmesi nedeniyle şüpheli polisler hakkında soruşturma
yapılmamasından dolayı artık başvurucunun soruşturma izni verilmemesi kararına
itiraz etmemesi veya bir kısım kolluk görevlisi hakkındaki ek karardan sonra
soruşturma sürecinin tamamlanmasını beklememesinin başvuru koşulları açısından
sorun yaratmadığı anlaşılmıştır.
130. Öte yandan 2013 yılında meydana gelen olay hâli
hazırda aydınlatılmamış, soruşturma yaklaşık sekiz yılda tamamlanamamıştır.
Dolayısıyla Başsavcılıkça resen ve derhâl hareket etme yükümlülüğüne aykırı
hareket edilerek maddi gerçeğin araştırılması bakımından gereken özenin
gösterilmediği, kaybolması muhtemel delillerin zaman kaybedilmeksizin
toplanmadığı ve sorumluların tespit edilmediği, ayrıca makul süratle
soruşturmanın tamamlanmadığı dikkate alındığında kötü muamele (eziyet) yasağı
kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır.
131. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Eziyet
Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
ilkeler
132. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması
amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet
yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 80).
133. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi
üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade
edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen
ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin
işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
kavramlarından hangisiyle nitelendirileceğine karar vermek için aralarındaki
ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara
neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir
derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan
ifadelerin 5237 sayılı Kanununda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet
ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam
taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
134. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin
maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence
olarak belirlenmesi mümkündür. Muamelelerin ağırlığının yanı sıra özellikle
bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle
kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt
unsurunun bulunduğu anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
135. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de
önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki
yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı
muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu
hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur
olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması şartı aranmaz.
Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma,
kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin
gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm
cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı,
çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 88).
136. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 81).
137. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması
gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate
alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve
ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır.
Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana
gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 83).
138. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik
güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).
139. Anayasa Mahkemesi kolluk görevlilerinin toplumsal
olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, kullanılması ulusal ve
uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde
öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında
asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararlarında, bu
gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna
vurgu yapmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi bu kararında kolluk görevlilerini
aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit
edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir
yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor
raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini
aşmadığı sonucuna varmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).
140. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, göz yaşartıcı gaz
silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin
ölümlere ya da somut olayda olduğu gibi yaralanmalara yol açma riski bulunması
nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul ettiği ilkelerin -uygun
düştüğü ölçüde- bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak
dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir. Bu kapsamda gaz silahı kullanımı
konusunda kolluk görevlilerini yetkilendiren, kullanım yöntemini yeterli ve
etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı
kullanımına engel olacak, kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak
güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, §§ 59,
60).
141. Bu nedenle doğrudan silah kullanımı sonucu meydana
gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir
çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde
gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konulması gerekmektedir.
Bu çerçevede kolluk görevlilerinin eylemlerinin yanında kendilerine uygun
talimatın verilip verilmediğinin, gaz fişeği atışı için kullanılan silahlar
konusunda bu kişilerin yeterli eğitim alıp almadığının ve olası riskleri
önlemek adına tedbir almakta ihmalleri bulunup bulunmadığının da incelenmesi
gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).
142. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi bir başka kararında
toplumsal bir olayda müdahaleyi gerektiren duruma sebep olan kişilerden olmayan
başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli
tedbirleri almadığı ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz
fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu kanaatine
vararak Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Özlem
Kır, § 80).
143. Anayasa Mahkemesi Erdal İmrek (B. No:
2015/4206, 17/7/2019) kararında, gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi
altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte
kolluk güçleri tarafından kordon altına alınan sokakta yirmi gazeteci arasında
bulunan başvurucunun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde
yaralanmasının nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme
yükümlülüğünün devlete ait olduğunu ortaya koymuş ve makul açıklamanın
yapılmadığı sonucuna ulaşarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının
ihlal edildiğine karar vermiştir.
144. Anayasa Mahkemesi aynı yaklaşımla Erdoğan Akdoğdu
(B. No: 2017/17795, 16/9/2020) kararında, toplantı esnasında kolluk tarafından
güç kullanımı sonucunda yaralandığı kabul edilen başvurucuya uygulanan gücün
kaçınılmaz hâle geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü
kamu makamlarına ait olmasına rağmen kamu makamlarının ispat yükümlülüğünü
yerine getirmediği gerekçesiyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının maddi boyutu yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
145. Somut olayda kolluk görevlilerinin yapılan gösteriye
müdahalesi sırasında gösteri yerinde bulunan başvurucu, gözüne bir cisim isabet
etmesi neticesinde ağır derecede yaralanmıştır. Başvurucu, kolluk
görevlilerince göz yaşartıcı gaz kullanımı sırasında gaz fişeği kapsülünün
isabet etmesi sonucu yaralandığını ileri sürmüş; daha sonra yaralanmasına
sebebiyet veren cismin plastik mermi olabileceğini iddia etmiştir. Olayın
ardından başvurucu hakkında alınan sağlık raporunda başvurucunun başına biber
gazı kapsülü gelmesi şikâyetiyle hastaneye başvurduğu belirtilmiştir.
146. Başvurucunun şikâyeti üzerine kolluk görevlileri
hakkında başlatılan soruşturma kapsamında Başsavcılık, kimliği belirlenen
kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle soruşturma
yapılmamasıyla birlikte başvurucunun yaralanmasından sorumlu olan ve kimliği
belirlenemeyen gaz bombası/tüfeği kullanan görevlinin daimî olarak
aranmasına karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucunun kolluk görevlilerinin güç
kullanımı sonucu yaralandığı iddiasının aksi kamu ve/veya soruşturma
makamlarınca ortaya konulmamıştır. Başvuru dosyasına yansıyan bilgiler
çerçevesinde Anayasa Mahkemesince de farklı sonuca ulaşmayı gerektiren bir olgu
tespit edilmemiştir. Bu durumda başvurucunun kolluk görevlilerinin güç
kullanımı sonucu yaralandığının kabulü gerekir.
147. Bu aşamadan sonra, güç kullanımının kaçınılmaz hâle
geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü kamu
makamlarına aittir. Somut olayda başvurucunun bizzat şiddete başvurduğu veya
kolluk güçlerine direndiğine dair tutanak veya görüntü bulunmamaktadır.
Başvurucu hakkında bu toplantı nedeniyle alınmış cezai bir önlem veya
soruşturma yapıldığı bilgisi de mevcut değildir. Ayrıca başvurucunun kendi
tutumundan dolayı fiziksel güce başvurulduğunu düşünmeye sevk edecek bir delil
soruşturma veya başvuru dosyasına yansımamıştır. Dolayısıyla başvurucuya
yönelik güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiği kolluk birimlerince
ispatlanamamıştır.
148. Dahası başvurucunun yaralanmasına sebebiyet veren
cismin niteliği idari veya soruşturma makamlarınca netleştirilmemiştir.
Başvurucunun gaz fişeği veya plastik mermiyle yaralandığı iddiası karşısında
Savcılıkça olayın fail veya faillerinin belirlenmeye çalışılması, olay günü
savunma/ZED tüfeği (gaz fişeği) kullanma ihtimali bulunan kolluk memurları
kapsamıyla sınırlı yapılmıştır. Sonuç olarak başvurucuya yönelik kullanılan güç
ayrıntılarıyla tespit edilememiş ise de soruşturma makamlarının başvurucunun
özellikle gaz fişeğiyle yaralandığı kanısıyla hareket ettiği gözlemlenmiştir.
149. Kaldı ki başvurucunun katıldığı geniş çaplı
gösteriye kolluk görevlilerinin müdahalesi esnasında zaman zaman bazı yerlerde
göz yaşartıcı gaz kullanıldığı başvuru dosyasına yansımıştır. Soruşturma ve
kolluk makamlarınca da kabul edilen bu durumun varlığıyla birlikte başvurucunun
sağ gözüne isabet eden cisim nedeniyle sürekli biçimde duyu kaybı oluşacak
şekilde yaralanmasının ağırlığı da dikkate alındığında başvurucunun gaz
fişeğiyle yaralandığı iddiası temelsiz değildir.
150. Ancak olay günü gaz silahı kullanan kolluk
görevlilerinin bu konuda bir eğitim alıp almadığı, operasyonun planlama ve
kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu
hususları ile kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli
ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı
kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak
güvenceleri içerip içermediği -Savcılık dosyasındaki eksiklikler nedeniyle- bu aşamada
incelenememiştir (aynı yöndeki karar için bkz. Özlem Kır, § 69). Bu
nedenle somut olay bakımından kötü muamele/eziyet yasağının maddi boyutunun
ihlal edildiği iddiasına ilişkin inceleme, sadece olay sırasında gaz fişeğini
kullandığı iddia edilen kolluk görevlilerinin eylemleriyle sınırlı olarak
yapılmıştır.
151. Bununla birlikte başvuru konusu olayın Gezi Parkı
eylemlerinin bir parçası olmasından ötürü olaylara geniş çapta bir katılımın
olduğu ve bu nedenle belli oranda kargaşa ortamının doğabileceği kabul
edilmektedir. Kargaşa ortamlarında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme
ve müdahaleyi gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden
mümkün olduğunca etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri
bulunmaktadır. Somut olayda kolluğun yakalamaya veya etkisiz hâle getirmeye
çalışırken başvurucuyu yaraladığı yönünde bir bulguya rastlanmamıştır.
Dolayısıyla kargaşa ortamına yol açtığı ileri sürülmeyen başvurucunun başından
(gözünden) yaralanması olayında kolluğun gerekli tedbirleri almadığı ve
kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına
sebep olduğu değerlendirilmiştir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Cihan
Mutlu, §§ 58, 59; Elif Güneş Yıldırım (2), §§ 72, 73).
152. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve özellikleri,
başvurucunun yaralanmasının niteliği ile başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel
ve ruhsal etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından
gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine ulaştığı ve olayda
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık
eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.
153. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından
gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Olayın koşulları
bir bütün olarak değerlendirildiğinde özellikle başvurucuda yarattığı etki
nazara alındığında yaralama eyleminin eziyet olarak nitelendirilmesi
mümkündür.
154. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
155. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
156. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesine karar verilmesi
talebinde bulunmuştur.
157. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
158. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
159. Başvuruda, kolluk güçleri tarafından gerekli
olmadığı hâlde güç kullanılması nedeniyle eziyet yasağının maddi boyutuyla,
buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle de eziyet yasağının usul
boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Eziyet yasağının maddi boyutuna
yönelik ihlalin kolluk görevlilerinin eyleminden, usul boyutuna yönelik ihlalin
ise öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığının kararlarından (kovuşturmama ek kararı
ve bununla bağlantılı daimi arama kararı) kaynaklandığı anlaşılmıştır.
160. Bu durumda eziyet yasağının usul boyutuna yönelik
ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında
hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma, ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken
iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna
ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun bir
soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden
soruşturma yapılmak üzere ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
161. Başvurucunun tazminat talebi bulunmadığından ayrıca
tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
162. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç
ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutu itibarıyla İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağı ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 17/3/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.