TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MURAT KÖSE BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/37375)
Karar Tarihi: 13/10/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
M.Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Raportör
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
Başvurucu
Murat KÖSE
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltında tutma koşulları ile gözaltı ve tutuklama işlemleri sürecinde kelepçe kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının, soruşturma kapsamında yapılan aramanın hukuka uygun olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlâl edildiğine ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. 1980 doğumlu olan ve Ankara'da yaşayan başvurucu, Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü ertesinde ülke genelinde birçok yargı mensubu hakkında 16/7/2016 tarihinde verilen gözaltına alma kararına istinaden Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle 19/7/2016 tarihinde evinde ve işyerinde yapılan aramanın ardından gözaltına alınmış, 22/7/2016 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna gönderilmiştir.
10. Başvurucu gözaltına alınırken hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi tarafından genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. 19/7/2016 tarihli raporda başvurucunun her iki bileğinin ön ve arka yüzünde kelepçe kullanımına bağlı hiperemi ve çizgisel izler bulunduğu tespit edilmiştir.
11. Başvurucunun anlatımına göre evinde ve işyerinde hukuka aykırı arama yapılmış, gerekli olmadığı hâlde elleri arkasında kalacak şekilde kelepçe kullanılmış, buna bağlı olarak yaralanmıştır. İddiaya göre başvurucu, kolluk merkezinde kelepçeli şekilde yarım saat bekletilmiş; adliyede iş arkadaşları önünde teşhir edilmiş; ayrıca gözaltında kötü koşullarda tutulmuştur.
12. Başvurucu 15/8/2016 tarihinde kolluk görevlilerinin görevlerini kötüye kullandıklarını ileri sürerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur.
13. Soruşturma kapsamında il Emniyet Müdürlüğünden bilgi istenmiştir. Emniyet Müdürlüğü cevabında, darbe teşebbüsü sırasında bombalı saldırılardan dolayı Emniyet Müdürlüğü binasında ağır yıkım ve tahribat oluştuğundan başvurucunun tutulduğu nezarethaneyi gösterir kamera görüntülerinin bulunmadığı bildirilmiştir. Cevapta ayrıca çok sayıda şüpheli gözaltına alındığından nezarethanelerin yetersiz kalması sebebiyle spor salonları, halı sahalar vb. yerlerin gerekli güvenlik önlemleri alınarak gözaltı merkezlerine dönüştürüldüğü, bu sebeple nezarethanelerde yoğunluk yaşandığı, buna karşın gözaltına alınan kişilerin beslenmelerinin eksiksiz olarak karşılandığı, yapılan işlemlerin hukuka uygun olduğu açıklanmıştır.
14. Savcılıkça 22/3/2017 tarihinde başvurucunun iddiaları ile ilgili olarak dava açmaya yeterli delil bulunmadığı değerlendirilmiş, kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
15. Başvurucunun Savcılık kararına yaptığı itiraz, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş; anılan karar başvurucuya 3/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 93. maddesi şöyledir:
“Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakli
Madde 93- (1) Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.”
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 295. maddesi şöyledir:
“Muhafızın görevini kötüye kullanması
Madde 295 - (1) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli kişilerin, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri halinde, görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(2) Muhafaza veya nakli ile görevli olan kimse, görevinin gereklerine aykırı olarak gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bulunduğu yerden geçici bir süreyle uzaklaşmasına izin verirse; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bu fırsattan yararlanarak kaçması halinde, kaçmaya kasten imkan sağlama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75).
20. AİHM tutukluların nakledilmesi sırasında kelepçe kullanımını incelediği Raninen/Finlandiya kararında, başvurucunun kelepçeli bir şekilde nakledilmesi onun tutumundan kaynaklanan gerekli bir tedbir olmasa hatta haksız bir tutma nedeniyle uygulansa dahi başvurucunun olaydan birkaç ay sonra alınan sağlık raporlarında belirtilen ruhsal durumu ile ilgili olumsuz gelişmeler ile kelepçeleme olayı arasında illiyet bağı kuramadığını belirterek yapılan bu muamelenin başvurucunun ruhsal durumu üzerindeki olumsuz etkisine ikna olmadığını açıklamış; olayda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi için aranan asgari eşik seviyesinin aşılmadığını değerlendirmiştir (Raninen/Finlandiya, §§ 52-59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 13/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Kelepçe Kullanımı Nedeniyle Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
22. Başvurucu; kaçma şüphesi olmamasına rağmen ters kelepçe kullanıldığını, kelepçenin sıkı olması nedeniyle bileklerine zarar verdiğini, kızarıklığın iki gün sürdüğünü, evinde ve işyerinde arama yapılırken, kolluk merkezinde, adliye koridorunda beklerken sağlık raporu alınması ve diğer işlemler sırasında kelepçe kullanılmasının hukuka uygun olmadığını, kelepçeli hâlde adliye personeli önünde teşhir edilip fotoğrafının çekildiğini iddia ederek kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Bakanlık görüşünde; başvurucunun bileğindeki yaralanmanın kelepçe takılmasının sonucu oluştuğu, kelepçe tedbirinin kötü muamele olarak değerlendirilebilmesi için gerekli olan asgari ağırlık seviyesinin aşılmadığı, Savcılıkça tüm usul işlemlerinin yapılarak bir sonuca ulaşıldığı belirtilmiştir.
b. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun kelepçe takılma işlemine ilişin şikâyeti özü itibarıyla kötü muamele yasağı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
25. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
''Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
26. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
27. Diğer taraftan Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi herhangi bir sınırlama öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
28. Yukarıda ifade edilen tüm hususlara ilave olarak bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olmasının gerektiğini ifade etmek gerekir.Her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23).
29. Tutuklu veya hükümlülerin ceza infaz kurumu dışında bulundukları süre boyunca kaçmalarının önlenmesi, kendilerine veya başkalarına zarar verme tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kolluk görevlileri tarafından kelepçe gibi bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların kullanılması kural olarak Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun oluşturmamaktadır. Ancak bu tür tedbirlerin alınıp uygulanmasında tutuklu veya hükümlülerin fiziksel veyahut ruhsal durumları ile tedbirin olası olumsuz etkilerinin birlikte dikkate alınarak bir sonuca ulaşılması gerekir (Ö.U., B. No: 2016/62587, 23/6/2020, § 32).
30. Elbette bu araçların kullanımında kamu makamlarının takdir yetkisini alınan tedbirin amacını aşacak boyutta keyfî kullanmaları kötü muamele kapsamında kalabilmektedir. Bu durumda öncelikle değerlendirilmesi gereken husus, alınan tedbirin makul seviyede sayılıp sayılmayacağı ve sonuçları bakımından hakkında tedbir uygulanan kişideki fiziksel ve ruhsal etkilerinin kötü muamele sayılması için aranan eşiği aşıp aşmayacağıdır (Ö.U., § 33).
31. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kelepçe kullanımına bağlı olarak meydana gelen yaralanmayı kötü muamele yasağı kapsamında incelediği Süleyman Savat (B. No: 2015/18154, 4/7/2019) başvurusunda; başvurucunun kaçma tehlikesinin bulunduğunu, baş parmağındaki 3-4 cm'lik yaranın kolluğun kasıtlı davranışı neticesinde oluştuğunun ortaya konulmadığını ve üçüncü kişilerin görmesini sağlamak kastıyla teşhir edildiği iddiasının olmadığını değerlendirerek kötü muamele yasağı bakımından aranan asgari eşiğin aşılmadığı sonucuna ulaşmıştır.
32. Somut olayda başvurucu, gözaltı ve tutuklama işlemleri sürecinde kolluk merkezinde, adliyede ve araçla nakillerinin gerçekleştirildiği esnada gerekmediği hâlde kendisine kelepçe takılması nedeniyle yaralanmasından ve kelepçeli hâlde daha önce birlikte çalıştığı kişilerin önünde teşhir edilmesinden şikâyet etmektedir.
33. Başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden birkaç gün sonra aralarında çok sayıda kolluk ve yargı mensubunun da bulunduğu binlerce kişiyle birlikte aynı zamanda gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Başvurucunun gözaltında olduğu 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Dolayısıyla çok sayıda kişinin gözaltı ve tutuklama işlemleri eş zamanlı olarak geriye kalan kolluk ve yargı görevlileri eliyle yürütülmüştür.
34. Her ne kadar başvurucu kaçma şüphesi bulunmadığını ve kolluğa direnmediğini belirterek kelepçe kullanılmasının gerekli olmadığını iddia etmiş ise de yukarıda açıklandığı üzere binlerce kişinin gözaltı ve tutuklama işlemlerinin güvenli yürütülmesi, nakillerinin sağlanabilmesi amacıyla kolluk görevlilerinin sayısındaki azalma da dikkate alınarak başvurucunun bedensel hareketlerini kısıtlamaya yönelik olarak kelepçe kullanılması somut başvuru koşulları açısından makul tedbir kapsamında sayılmaktadır. Ayrıca başvurucunun ellerinin önünde veya arkasında kelepçelenmesi bedensel hareketlerinin kısıtlanması bakımından büyük fark oluşturmamakla birlikte ellerinin arkasına alınarak kelepçe kullanılmasının da tek başına başvurucunun onurunu zedeleyecek mahiyette olduğu değerlendirilemez.
35. Bu aşamadan sonra incelenmesi gereken husus kelepçe kullanılmasının başvurucuda yarattığı fiziksel ve psikolojik sonuçlardır. Başvurucunun her iki bileğinde kelepçe kullanımına bağlı kızarıklık ve çizgiler olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu kızarıklığın iki gün sürdüğünü, kelepçenin olması gerekenden daha sıkı kullanılması nedeniyle bileklerinin zarar gördüğünü ileri sürmüş; buna karşın kolluk görevlilerinin başvurucuyu yaralama veya aşağılama kastıyla hareket ettiklerini iddia etmemiştir. Elbette kolluk görevlerinin kasıtları ortaya konulmasa dahi yapılan hukuki bir uygulamanın başvurucuda yarattığı etki asgari eşiği aşarak kötü muamele kapsamında kalabilir. Ancak başvuru konusu olayda kelepçenin kullanılma süresi ve şekli, başvurucunun fiziksel özellikleri ve yaralanma biçimi dikkate alındığında kötü muamele sayılması için aranan asgari eşiğin aşılmadığı değerlendirilmiştir.
36. Öte yandan somut uygulamanın kolluk memurları tarafından teşhir edilme amacıyla yapıldığına yönelik bir olgu başvuru dosyasına yansımamıştır. Bu durumda başvurucunun gözaltı ve tutuklama işlemleri ile nakli sırasında kelepçe kullanılmasının ve bu şekilde görülmesinin kötü muamele oluşturmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağına ilişkin bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Gözaltında Tutma Koşulları Nedeniyle Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu; gözaltında hukuki düzenlemelere aykırı bir şekilde kötü şartlarda tutulduğunu, beş kişi barındırılması gereken nezarethanede yirmi kişi kaldıklarını, yerde uyumak zorunda kaldığını, beslenme ihtiyaçlarının kısıtlı olarak giderildiğini, bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiği ileri sürmüştür.
39. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
40. Kişinin tutuklanmasıyla birlikte ya da gözaltı sürecinin sonunda salıverilmesiyle birlikte gözaltı sürecindeki tutma hâli sona erer. Gözaltı sürecinden sonra kişinin tutuklanması ihlal iddiasına ilişkin tutma hâlinin devam ettiğini göstermez. Zira kişi tutuklandıktan sonra ceza infaz kurumuna gönderilmekte ve dolayısıyla tutma koşulları değişmektedir. Ayrıca ceza infaz kurumundaki tutma hâlinde kişilerin tutma koşullarına ilişkin olarak infaz hâkimliklerine başvurma imkânı bulunmaktadır. Bu itibarla gözaltı süreci sona eren kişiler yönünden artık mevcut ihlali önleyici ya da tutma koşullarının geleceğe yönelik olarak düzeltilmesini temin edici hukuk yollarına başvurulması anlamını yitirmekte, bu durumda uğranılan zararları tazmin edici mekanizmaların varlığı yeterli hâle gelmektedir. Dolayısıyla gözaltı süreci sona erenlerin nezarethaneden ayrıldıkları tarihe kadar maruz kaldıkları tutma koşullarına ilişkin şikâyetleri bakımından etkili hukuk mekanizmasının tazminat yolu olduğu söylenebilir (Nebahat Baysal Gül, B. No: 2016/14634, 28/5/2019, § 23).
41. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından idari yargıda tam yargı davası açılabileceği belirtilmiştir. Buna göre idarenin işlem ve eylemlerinden kaynaklanan her türlü zararın idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilmesi mümkündür. Bu bağlamda idari yargıda açılacak tam yargı davasında idare mahkemesinin tutulma koşullarının ilgili ulusal ve uluslararası hukuka uygun olup olmadığını denetlemesi ve bu çerçevede tutulma koşullarının hukuka aykırı olduğunu tespit etmesi hâlinde -zararın ve bu zararla tutulma koşulları arasında illiyet bağının da bulunması kaydıyla- tazminata hükmetme yetkisini haiz olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır (Nebahat Baysal Gül, §§ 27, 28).
42. Bu durumda 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesi dikkate alındığında ulaşılabilir ve tutulma koşullarının standartlara uygun olmaması sebebiyle doğan maddi ve manevi zararların karşılanması bakımından başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesini haiz olduğu görülen tam yargı davası başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu, konutunda ve işyerinde yapılan arama ve elkoyma işlemlerinin hukuka uygun gerçekleştirilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
45. Anayasa Mahkemesi Hülya Kar (B. No: 2015/20360, 27/2/2019) kararında, koruma tedbirlerinin maddi hakları ihlal ettiği iddiaları yönünden bireysel başvuruda yapılması gereken denetimin sınırlarını çizmiştir. Koruma tedbirine karar veren makamların tedbir uygulanmasının gerekliliğine dair daha iyi değerlendirme yapabilecek konumda olmaları nedeniyle geniş takdir yetkisine sahip oldukları kabul edilmiştir. Bu doğrultuda ancak koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır sonuçlara yol açtığının veya keyfî uygulandığının ilk bakışta anlaşılacak kadar açık olduğu hâllerde esas yönünden daha ileri bir değerlendirme yapılması gerektiği kabul edilmiştir (Hülya Kar, §§ 21-46).
46. Somut olayda soruşturma mercilerince verilmiş arama kararına dayanılarak başvurucunun konutunda ve işyerinde arama yapılmıştır. Başvurucu, bu tedbir nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Söz konusu tedbirin suç delillerini elde etme amacıyla gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
47. Koruma tedbirine yönelik şikâyetlerde Anayasa Mahkemesi, kararın verildiği dönemin şartlarını dikkate alır. Başvuruya konu koruma tedbiri maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla ve suç şüphesi bulunan hâllerde uygulanmıştır. Söz konusu tedbir öngörülebilir ve kesin bir hukuki düzenlemeye dayanmakta olup başvurucuya itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme imkânı tanınmıştır. Bundan başka tedbir, süreklilik arz eder biçimde uygulanmamıştır. Koruma tedbirinin durumun gerektirdiğinden daha uzun sürdüğü veya hedeflenen amaca ulaşmak bakımından açıkça elverişsiz olduğu değerlendirilmemiştir.
48. Başvuru konusu koruma tedbirinin türü, süresi, uygulanma tarzı ve kişinin yaşamı üzerindeki etkileri birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu veya koruma tedbirinin keyfî uygulandığı değerlendirilmemiş; başvurucu da bireysel başvuru formunda aksini kanıtlayacak bir açıklamada bulunmamıştır.
49. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kelepçe kullanımına ilişkin olarak kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gözaltında tutma koşullarına ilişkin olarak kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 13/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.