TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT KÖSE BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/37375)
|
|
Karar Tarihi: 13/10/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
M.Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucu
|
:
|
Murat KÖSE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; gözaltında tutma koşulları ile gözaltı ve
tutuklama işlemleri sürecinde kelepçe kullanılması nedeniyle kötü muamele
yasağının, soruşturma kapsamında yapılan aramanın hukuka uygun olmaması
nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlâl edildiğine
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin
kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. 1980 doğumlu olan ve Ankara'da yaşayan başvurucu,
Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü
ertesinde ülke genelinde birçok yargı mensubu hakkında 16/7/2016 tarihinde
verilen gözaltına alma kararına istinaden Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel
Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle 19/7/2016 tarihinde evinde
ve işyerinde yapılan aramanın ardından gözaltına alınmış, 22/7/2016 tarihinde
tutuklanarak ceza infaz kurumuna gönderilmiştir.
10. Başvurucu gözaltına alınırken hakkında Ankara Gazi
Mustafa Kemal Devlet Hastanesi tarafından genel adli muayene raporu düzenlenmiştir.
19/7/2016 tarihli raporda başvurucunun her iki bileğinin ön ve arka yüzünde
kelepçe kullanımına bağlı hiperemi ve çizgisel izler bulunduğu tespit
edilmiştir.
11. Başvurucunun anlatımına göre evinde ve işyerinde
hukuka aykırı arama yapılmış, gerekli olmadığı hâlde elleri arkasında kalacak
şekilde kelepçe kullanılmış, buna bağlı olarak yaralanmıştır. İddiaya göre
başvurucu, kolluk merkezinde kelepçeli şekilde yarım saat bekletilmiş; adliyede
iş arkadaşları önünde teşhir edilmiş; ayrıca gözaltında kötü koşullarda
tutulmuştur.
12. Başvurucu 15/8/2016 tarihinde kolluk görevlilerinin
görevlerini kötüye kullandıklarını ileri sürerek Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur.
13. Soruşturma kapsamında il Emniyet Müdürlüğünden bilgi
istenmiştir. Emniyet Müdürlüğü cevabında, darbe teşebbüsü sırasında bombalı
saldırılardan dolayı Emniyet Müdürlüğü binasında ağır yıkım ve tahribat
oluştuğundan başvurucunun tutulduğu nezarethaneyi gösterir kamera
görüntülerinin bulunmadığı bildirilmiştir. Cevapta ayrıca çok sayıda şüpheli
gözaltına alındığından nezarethanelerin yetersiz kalması sebebiyle spor
salonları, halı sahalar vb. yerlerin gerekli güvenlik önlemleri alınarak
gözaltı merkezlerine dönüştürüldüğü, bu sebeple nezarethanelerde yoğunluk
yaşandığı, buna karşın gözaltına alınan kişilerin beslenmelerinin eksiksiz
olarak karşılandığı, yapılan işlemlerin hukuka uygun olduğu açıklanmıştır.
14. Savcılıkça 22/3/2017 tarihinde başvurucunun iddiaları
ile ilgili olarak dava açmaya yeterli delil bulunmadığı değerlendirilmiş,
kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
15. Başvurucunun Savcılık kararına yaptığı itiraz, Ankara
4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş; anılan
karar başvurucuya 3/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 93. maddesi şöyledir:
“Yakalanan veya tutuklanan kişilerin
nakli
Madde 93- (1) Yakalanan veya
tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da
kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz
ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.”
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
295. maddesi şöyledir:
“Muhafızın görevini kötüye kullanması
Madde 295 - (1) Gözaltına alınan,
tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli kişilerin, görevlerinin
gereklerine aykırı hareket etmeleri halinde, görevi kötüye kullanma suçuna
ilişkin hükümler uygulanır.
(2) Muhafaza veya nakli ile görevli
olan kimse, görevinin gereklerine aykırı olarak gözaltına alınan, tutuklu veya
hükümlünün bulunduğu yerden geçici bir süreyle uzaklaşmasına izin verirse; altı
aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Gözaltına alınan, tutuklu veya
hükümlünün bu fırsattan yararlanarak kaçması halinde, kaçmaya kasten imkan
sağlama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
B. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre
kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama
ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak
gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde
genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesinde
düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya,
B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99,
§ 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105,
108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§
73-75).
20. AİHM tutukluların nakledilmesi sırasında kelepçe
kullanımını incelediği Raninen/Finlandiya kararında, başvurucunun
kelepçeli bir şekilde nakledilmesi onun tutumundan kaynaklanan gerekli bir
tedbir olmasa hatta haksız bir tutma nedeniyle uygulansa dahi başvurucunun
olaydan birkaç ay sonra alınan sağlık raporlarında belirtilen ruhsal durumu ile
ilgili olumsuz gelişmeler ile kelepçeleme olayı arasında illiyet bağı
kuramadığını belirterek yapılan bu muamelenin başvurucunun ruhsal durumu
üzerindeki olumsuz etkisine ikna olmadığını açıklamış; olayda Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi için aranan asgari eşik
seviyesinin aşılmadığını değerlendirmiştir (Raninen/Finlandiya, §§
52-59).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 13/10/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele
Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Kelepçe
Kullanımı Nedeniyle Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
22. Başvurucu; kaçma şüphesi olmamasına rağmen ters
kelepçe kullanıldığını, kelepçenin sıkı olması nedeniyle bileklerine zarar
verdiğini, kızarıklığın iki gün sürdüğünü, evinde ve işyerinde arama
yapılırken, kolluk merkezinde, adliye koridorunda beklerken sağlık raporu
alınması ve diğer işlemler sırasında kelepçe kullanılmasının hukuka uygun
olmadığını, kelepçeli hâlde adliye personeli önünde teşhir edilip fotoğrafının
çekildiğini iddia ederek kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
23. Bakanlık görüşünde; başvurucunun bileğindeki
yaralanmanın kelepçe takılmasının sonucu oluştuğu, kelepçe tedbirinin kötü
muamele olarak değerlendirilebilmesi için gerekli olan asgari ağırlık
seviyesinin aşılmadığı, Savcılıkça tüm usul işlemlerinin yapılarak bir sonuca
ulaşıldığı belirtilmiştir.
b. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun kelepçe takılma işlemine ilişin
şikâyeti özü itibarıyla kötü muamele yasağı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
25. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
''Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz."
26. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
27. Diğer taraftan Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi herhangi bir sınırlama öngörmemekte;
işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile cezaların yasaklanmasının
mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti
Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını
tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı
şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına
ilişkin herhangi bir istisna öngörmemiştir (Turan Günana, B. No:
2013/3550, 19/11/2014, § 33).
28. Yukarıda ifade edilen tüm hususlara ilave olarak bir
muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi
için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olmasının gerektiğini ifade etmek
gerekir.Her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri
dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel
ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23).
29. Tutuklu veya hükümlülerin ceza infaz kurumu dışında
bulundukları süre boyunca kaçmalarının önlenmesi, kendilerine veya başkalarına
zarar verme tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kolluk görevlileri
tarafından kelepçe gibi bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların kullanılması
kural olarak Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun
oluşturmamaktadır. Ancak bu tür tedbirlerin alınıp uygulanmasında tutuklu veya
hükümlülerin fiziksel veyahut ruhsal durumları ile tedbirin olası olumsuz
etkilerinin birlikte dikkate alınarak bir sonuca ulaşılması gerekir (Ö.U.,
B. No: 2016/62587, 23/6/2020, § 32).
30. Elbette bu araçların kullanımında kamu makamlarının
takdir yetkisini alınan tedbirin amacını aşacak boyutta keyfî kullanmaları kötü
muamele kapsamında kalabilmektedir. Bu durumda öncelikle değerlendirilmesi
gereken husus, alınan tedbirin makul seviyede sayılıp sayılmayacağı ve
sonuçları bakımından hakkında tedbir uygulanan kişideki fiziksel ve ruhsal
etkilerinin kötü muamele sayılması için aranan eşiği aşıp aşmayacağıdır (Ö.U.,
§ 33).
31. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kelepçe kullanımına bağlı
olarak meydana gelen yaralanmayı kötü muamele yasağı kapsamında incelediği Süleyman
Savat (B. No: 2015/18154, 4/7/2019) başvurusunda; başvurucunun kaçma
tehlikesinin bulunduğunu, baş parmağındaki 3-4 cm'lik yaranın kolluğun kasıtlı
davranışı neticesinde oluştuğunun ortaya konulmadığını ve üçüncü kişilerin
görmesini sağlamak kastıyla teşhir edildiği iddiasının olmadığını
değerlendirerek kötü muamele yasağı bakımından aranan asgari eşiğin aşılmadığı
sonucuna ulaşmıştır.
32. Somut olayda başvurucu, gözaltı ve tutuklama
işlemleri sürecinde kolluk merkezinde, adliyede ve araçla nakillerinin
gerçekleştirildiği esnada gerekmediği hâlde kendisine kelepçe takılması
nedeniyle yaralanmasından ve kelepçeli hâlde daha önce birlikte çalıştığı
kişilerin önünde teşhir edilmesinden şikâyet etmektedir.
33. Başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden birkaç gün
sonra aralarında çok sayıda kolluk ve yargı mensubunun da bulunduğu binlerce
kişiyle birlikte aynı zamanda gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Başvurucunun
gözaltında olduğu 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan
edilmiştir. Dolayısıyla çok sayıda kişinin gözaltı ve tutuklama işlemleri eş
zamanlı olarak geriye kalan kolluk ve yargı görevlileri eliyle yürütülmüştür.
34. Her ne kadar başvurucu kaçma şüphesi bulunmadığını ve
kolluğa direnmediğini belirterek kelepçe kullanılmasının gerekli olmadığını
iddia etmiş ise de yukarıda açıklandığı üzere binlerce kişinin gözaltı ve
tutuklama işlemlerinin güvenli yürütülmesi, nakillerinin sağlanabilmesi
amacıyla kolluk görevlilerinin sayısındaki azalma da dikkate alınarak
başvurucunun bedensel hareketlerini kısıtlamaya yönelik olarak kelepçe
kullanılması somut başvuru koşulları açısından makul tedbir kapsamında
sayılmaktadır. Ayrıca başvurucunun ellerinin önünde veya arkasında
kelepçelenmesi bedensel hareketlerinin kısıtlanması bakımından büyük fark
oluşturmamakla birlikte ellerinin arkasına alınarak kelepçe kullanılmasının da
tek başına başvurucunun onurunu zedeleyecek mahiyette olduğu değerlendirilemez.
35. Bu aşamadan sonra incelenmesi gereken husus kelepçe
kullanılmasının başvurucuda yarattığı fiziksel ve psikolojik sonuçlardır.
Başvurucunun her iki bileğinde kelepçe kullanımına bağlı kızarıklık ve çizgiler
olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu kızarıklığın iki gün sürdüğünü, kelepçenin
olması gerekenden daha sıkı kullanılması nedeniyle bileklerinin zarar gördüğünü
ileri sürmüş; buna karşın kolluk görevlilerinin başvurucuyu yaralama veya
aşağılama kastıyla hareket ettiklerini iddia etmemiştir. Elbette kolluk görevlerinin
kasıtları ortaya konulmasa dahi yapılan hukuki bir uygulamanın başvurucuda
yarattığı etki asgari eşiği aşarak kötü muamele kapsamında kalabilir. Ancak
başvuru konusu olayda kelepçenin kullanılma süresi ve şekli, başvurucunun
fiziksel özellikleri ve yaralanma biçimi dikkate alındığında kötü muamele
sayılması için aranan asgari eşiğin aşılmadığı değerlendirilmiştir.
36. Öte yandan somut uygulamanın kolluk memurları
tarafından teşhir edilme amacıyla yapıldığına yönelik bir olgu başvuru
dosyasına yansımamıştır. Bu durumda başvurucunun gözaltı ve tutuklama işlemleri
ile nakli sırasında kelepçe kullanılmasının ve bu şekilde görülmesinin kötü
muamele oluşturmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağına ilişkin
bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Gözaltında
Tutma Koşulları Nedeniyle Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun
İddiaları
38. Başvurucu; gözaltında hukuki düzenlemelere aykırı bir
şekilde kötü şartlarda tutulduğunu, beş kişi barındırılması gereken
nezarethanede yirmi kişi kaldıklarını, yerde uyumak zorunda kaldığını, beslenme
ihtiyaçlarının kısıtlı olarak giderildiğini, bu nedenle kötü muamele yasağının
ihlal edildiği ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
39. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği,
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu
şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu
makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
40. Kişinin tutuklanmasıyla birlikte ya da gözaltı
sürecinin sonunda salıverilmesiyle birlikte gözaltı sürecindeki tutma hâli sona
erer. Gözaltı sürecinden sonra kişinin tutuklanması ihlal iddiasına ilişkin
tutma hâlinin devam ettiğini göstermez. Zira kişi tutuklandıktan sonra ceza
infaz kurumuna gönderilmekte ve dolayısıyla tutma koşulları değişmektedir.
Ayrıca ceza infaz kurumundaki tutma hâlinde kişilerin tutma koşullarına ilişkin
olarak infaz hâkimliklerine başvurma imkânı bulunmaktadır. Bu itibarla gözaltı
süreci sona eren kişiler yönünden artık mevcut ihlali önleyici ya da tutma
koşullarının geleceğe yönelik olarak düzeltilmesini temin edici hukuk yollarına
başvurulması anlamını yitirmekte, bu durumda uğranılan zararları tazmin edici
mekanizmaların varlığı yeterli hâle gelmektedir. Dolayısıyla gözaltı süreci
sona erenlerin nezarethaneden ayrıldıkları tarihe kadar maruz kaldıkları tutma
koşullarına ilişkin şikâyetleri bakımından etkili hukuk mekanizmasının tazminat
yolu olduğu söylenebilir (Nebahat Baysal Gül, B. No: 2016/14634,
28/5/2019, § 23).
41. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından idari yargıda tam yargı davası açılabileceği
belirtilmiştir. Buna göre idarenin işlem ve eylemlerinden kaynaklanan her türlü
zararın idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilmesi mümkündür.
Bu bağlamda idari yargıda açılacak tam yargı davasında idare mahkemesinin
tutulma koşullarının ilgili ulusal ve uluslararası hukuka uygun olup olmadığını
denetlemesi ve bu çerçevede tutulma koşullarının hukuka aykırı olduğunu tespit
etmesi hâlinde -zararın ve bu zararla tutulma koşulları arasında illiyet
bağının da bulunması kaydıyla- tazminata hükmetme yetkisini haiz olduğu
hususunda tereddüt bulunmamaktadır (Nebahat Baysal Gül, §§ 27, 28).
42. Bu durumda 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesi dikkate
alındığında ulaşılabilir ve tutulma koşullarının standartlara uygun olmaması
sebebiyle doğan maddi ve manevi zararların karşılanması bakımından başarı şansı
sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesini haiz olduğu görülen tam yargı
davası başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel
başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Özel Hayata
ve Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
44. Başvurucu, konutunda ve işyerinde yapılan arama ve
elkoyma işlemlerinin hukuka uygun gerçekleştirilmemesi nedeniyle özel hayata ve
aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
45. Anayasa Mahkemesi Hülya Kar (B. No: 2015/20360,
27/2/2019) kararında, koruma tedbirlerinin maddi hakları ihlal ettiği iddiaları
yönünden bireysel başvuruda yapılması gereken denetimin sınırlarını çizmiştir.
Koruma tedbirine karar veren makamların tedbir uygulanmasının gerekliliğine
dair daha iyi değerlendirme yapabilecek konumda olmaları nedeniyle geniş takdir
yetkisine sahip oldukları kabul edilmiştir. Bu doğrultuda ancak koruma tedbiri
nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır sonuçlara yol açtığının
veya keyfî uygulandığının ilk bakışta anlaşılacak kadar açık olduğu hâllerde
esas yönünden daha ileri bir değerlendirme yapılması gerektiği kabul edilmiştir
(Hülya Kar, §§ 21-46).
46. Somut olayda soruşturma mercilerince verilmiş arama
kararına dayanılarak başvurucunun konutunda ve işyerinde arama yapılmıştır.
Başvurucu, bu tedbir nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının
ihlal edildiğini iddia etmektedir. Söz konusu tedbirin suç delillerini elde
etme amacıyla gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
47. Koruma tedbirine yönelik şikâyetlerde Anayasa
Mahkemesi, kararın verildiği dönemin şartlarını dikkate alır. Başvuruya konu
koruma tedbiri maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla ve suç
şüphesi bulunan hâllerde uygulanmıştır. Söz konusu tedbir öngörülebilir ve kesin
bir hukuki düzenlemeye dayanmakta olup başvurucuya itirazlarını sorumlu
makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme imkânı tanınmıştır. Bundan
başka tedbir, süreklilik arz eder biçimde uygulanmamıştır. Koruma tedbirinin
durumun gerektirdiğinden daha uzun sürdüğü veya hedeflenen amaca ulaşmak
bakımından açıkça elverişsiz olduğu değerlendirilmemiştir.
48. Başvuru konusu koruma tedbirinin türü, süresi,
uygulanma tarzı ve kişinin yaşamı üzerindeki etkileri birlikte
değerlendirildiğinde başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır
olduğu veya koruma tedbirinin keyfî uygulandığı değerlendirilmemiş; başvurucu
da bireysel başvuru formunda aksini kanıtlayacak bir açıklamada bulunmamıştır.
49. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kelepçe kullanımına ilişkin olarak kötü muamele
yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gözaltında tutma koşullarına ilişkin olarak kötü
muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun
yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 13/10/2020 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.