TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ERKAN TEKİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/38589)
|
|
Karar Tarihi: 18/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Pınar ARMAĞAN YILDIRIM
|
Başvurucular
|
:
|
1. Erkan TEKİN
|
|
|
2. Osman TÜRKYILMAZ
|
|
|
3. Şeyma CANGİN
|
|
|
4. Zehra BATĞI
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Can KARGIN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla
açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından
kaynaklı olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru
formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Komisyonlarca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul
edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. 2017/38589 numaralı bireysel başvuru ile farklı
tarihlerde yapılan 2017/39458, 2017/40297 ve 2017/40298 numaralı bireysel başvuruların
konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2017/38589 numaralı
bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden
yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
6. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında
(Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadırlar.
8. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek
4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan
İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma
süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının
ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine davalar açmıştır.
9. İlk derece mahkemeleri, yapmış olduğu yargılamalar
sonunda davaların reddine karar vermiştir. Mahkemeler; gerekçeli kararında
sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının vakıf statüsü, mevcut hukuki
yapısı, gelirleri ve konuya ilişkin yargı kararlarıyla birlikte
değerlendirildiğinde, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir
özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, kamu kurumu vasfında olmadığı, vakıf
çalışanlarının da fon personeli olarak telakki edilemeyeceği yönünden 6772
sayılı Kanun kapsamındaki kamu kurumlarından olmadığını açıklamışlardır.
10. Başvurucuların temyiz ve istinaf talepleri
reddedilerek kararlar kesinleşmiştir.
11. Nihai karalar tebliğ edilmiş, başvurucular süresinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
12. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Yasemin
Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-32.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
13. Mahkemenin 18/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
14. Başvurucular, Yargıtayın 7. ve 9. Hukuk Dairelerinin
benzer davalarda ilave tediye ödenmesi gerektiği yönünde kararlar verdiğini
bildirmişlerdir. Başvurucular; benzer uyuşmazlıkların farklı şekilde
sonuçlanmasının daha önceden bu uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapan
Yargıtay Daireleri arasındaki görüş ayrılığından kaynaklandığını, bu bağlamda
Yargıtayın 7. ve 9. Hukuk Dairelerinin kendisi ile aynı statüde bulunan
kişileri kamu işçisi olarak kabul edip ilave tediye alacağına hak kazandıkları
yönündeki kararlarına rağmen 22. Hukuk Dairesinin bu kişileri kamu işçisi
olarak kabul etmemesi nedeniyle ilave tediye alacağı isteklerinin reddine karar
verdiğini savunmuşlardır. Başvurucular, Yargıtay Daireleri arasındaki bu
içtihat farkı nedeniyle yargıya olan güvenin zedelendiğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
15. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
16. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucuların iddialarının özünün adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğu
ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
18. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Yasemin
Bodur başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır (Yasemin Bodur,
§§ 38-45).
19. Somut başvurunun konusu, benzer koşullarda çalışan
işçiler tarafından açılan davaların Yargıtay ve bölge adliye mahkemeleri hukuk
daireleri arasındaki görüş ayrılığı nedeniyle farklı sonuçlandığı ve bu hususun
hakkaniyete aykırı olduğu iddiasıdır.
20. Başvurucular; 29/5/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun 7. maddesi uyarınca muhtaç olan
vatandaşlar ile herhangi bir nedenle ülkede bulunan aynı durumdaki kişilere
yardım etmek, sosyal adaleti sağlayan tedbirler almak, sosyal yardımlaşma ve
dayanışmayı temin etmek amacı taşıyan Vakıfta hizmet sözleşmesine bağlı olarak
çalışmaktadır. Başvurucular; anılan Vakfın niteliği, kuruluş amacı ve yönetim
şekli itibarıyla kendilerinin kamu işçisi olduğunu ileri sürerek kamu
personeline belirli şartlar altında yapılan ilave tediyeden yararlanmak
amacıyla dava açmıştır.
21. Başvurucular tarafından dosyaya eklenen karar
örneklerinden aynı işyerinde çalışan işçiler tarafından aynı nedene dayalı
olarak açılan davaların bir kısmı işçiler lehine sonuçlanmışken bir kısmının da
işçiler aleyhine sonuçlandığı saptanmıştır. Yine Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen belge ve bilgilerden ülkenin başka
yerlerinde faaliyette bulunan benzer vakıflarda çalışan personel tarafından
açılan davaların bu tür uyuşmazlıkların öteden beri temyiz mercii olan Yargıtay
9. Hukuk Dairesi ve sonradan bu görev verilen (kapatılan) Yargıtay 7. Hukuk Dairesi
tarafından kabul edildiği görülmüştür. Her iki Daire de niteliği itibarıyla
6772 sayılı Kanun kapsamında saydıkları vakıf çalışanlarının kamu işçisi
olduğunu ve şartları uygunsa idare tarafından ödenmesine karar verilen ilave
tediye alacağından yararlanacaklarına dair kararlar vermiştir. Buna karşılık
2011 yılında kurulan Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, anılan vakıfların özel hukuk
tüzel kişisi statüsüne sahip olduğunu ve dolayısıyla kamu personeli sıfatı
bulunmayan çalışanlarının ilave tediyeden yararlanmayacağını istikrarlı olarak
hüküm altına almıştır. Başvurucuların hizmet akdi ile çalıştıkları Vakfın
niteliğini de ele alan içtihadı birleştirme kararını değerlendiren Yargıtay
daireleri, önceki görüşleri doğrultusunda kararlar vermeye devam etmiştir (Yasemin
Bodur, bkz. §§ 20, 22).
22. 16/5/2018 tarihli ve 7144 sayılı Kanun'un 7.maddesi
ile 3294 sayılı Kanun'un 7. maddesine eklenen fıkrayı değerlendiren Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 30/5/2018 tarihli kararı sonrasında Yargıtay 22. Hukuk
Dairesi, yürürlüğe giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal
durumlara etkili olamamasının hukukun genel ilkelerinden kazanılmış hakların
korunması ilkesinin gereği olduğunu açıklayarak 7144 sayılı Kanun'un 7.
maddesinin yürürlük tarihinden önceki döneme ilişkin davalar bakımından sosyal
yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip, ayrı
işyeri niteliğinde ve bağımsız işveren olduğunun belirlendiği ve tarafları
bağlayıcı Yargıtay içtihadı birleştirme kararının bulunduğu gerekçesiyle ilave
tediye istemlerinin reddine karar vermiştir.
23. Yargıtay daireleri arasındaki derin ve süregelen
içtihat farkının istinaf denetimi yapan bölge adliye mahkemeleri hukuk
daireleri arasında da sürdürüldüğü saptanmıştır. Öte yandan Yargıtay, işveren
konumundaki vakıfların hukuki statüsünün belirlenmesi amacıyla içtihadı
birleştirme yoluna gitmiş ancak anılan kararda vakıfların özel hukuka tabi
tüzel kişi olduğu tespiti varsa da çalışan personelin ilave tediye alacağına
ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Nitekim Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, bu
belirlemenin kendi görüşü doğrultusunda olduğuna ilişkin açıklamalar yaparken
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ise içtihadı birleştirme kararının ilave tediye
alacağına ilişkin olarak olumsuz bir etkisinin olmadığı kanaatiyle görüşünde
herhangi bir değişiklik yapmamıştır.
24. Yargıtay daireleri ve bölge adliye mahkemeleri,
vermiş olduğu birbirine zıt kararlarda vardıkları sonuca hangi nedenle
ulaşıldığının başvurucular ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak
anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeler sunmaktadır.
25. Anayasa Mahkemesi Vakıf çalışanlarının ilave tediye
alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda yedi yıldan beri süren içtihat
farklılığının derinleşmiş ve sürekli bir nitelik kazandığını tespit etmiştir.
Dairelerin ve buna bağlı olarak alt dereceli mahkemelerin vardıkları sonucun
davaların somut özelliğinden kaynaklanmaması ve hukuki belirsizliğe yol açan bu
durumun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli
bir mekanizma bulunmasına rağmen bunun işletilmemesi neticesinde uyuşmazlığın
çözümünde görev alan Daire ve Kurula göre farklı ve birbiriyle çelişkili
kararlar ortaya çıkmıştır. Başka bir anlatımla derin ve süregelen farklılıkları
ortadan kaldırmaya elverişli bir mekanizma niteliğindeki içtihadın
birleştirilmesi yolunun işletilmemesi nedeniyle varılan sonucun başvurucu için
öngörülemez olduğu ve bu hususun hükümden bağımsız olarak yargılamanın
hakkaniyetini zedelediği belirtilerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmiştir (Yasemin Bodur, §§ 46-53).
26. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir
bir durum bulunmamaktadır.
27. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
29. Başvurucular; ihlalin tespiti ve yargılamanın
yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
30. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasına göre esas inceleme kapsamında bir temel hakkın ihlal edilip
edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı
Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde
gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili
temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında ihlalin
nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmesi de
gerekir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 54).
31. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §
55).
32. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine
hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek
işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili
mercilere gönderir (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, §
57).
33. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi
gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya
yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun
giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan,
§ 57).
34. İhlalin derece mahkemelerinin ilgili kanunu
yorumlamasından kaynaklandığı bazı hâllerde tazminata hükmedilmesi ihlalin
bütün sonuçlarıyla giderilmesi için yeterlidir. Ancak bireysel başvurunun
amacına uygun olarak benzer ihlallere yol açan yorumun aynı yargı kolundaki en
üst yargı mercii tarafından ele alınarak uygulamadaki içtihat dağınıklığına
engel olacak nitelikte birtakım tedbirlerin alınması da gerekmektedir.
35. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut olayda ihlalin
aynı hukuki nedene dayalı olarak benzer konumdaki kişiler tarafından açılan
davalarda aradan geçen uzun zamana rağmen bölge adliye mahkemeleri hukuk
daireleri arasındaki görüş farkının ortadan kaldırılıp uygulama birliğinin
sağlanmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ihlal,
başvurucunun aynı anda iki farklı yorumu yürürlükte bulunan ve bu nedenle
belirlilik kriterini taşımayan bir hukuk kuralına tabi tutulmasından
kaynaklanmaktadır.
36. Anayasa Mahkemesince yapılan ihlal tespitinin derece
mahkemesi kararının sonucuna yönelik olmadığının ve derece mahkemesince varılan
sonuçtan bağımsız olduğunun altı çizilmelidir. Hâl böyle olunca ihlalin
giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
Aksi durum yani ihlalin giderim şekli olarak yargılamanın yenilenmesine
hükmedilmesi, bu yorumlardan birine üstünlük tanınarak taraflardan biri lehine
tercihte bulunulması anlamına gelebilecektir. Bu da var olan ihlali
gidermeyeceği gibi derece mahkemesinde görülen uyuşmazlığın diğer tarafı aleyhine
yeni ihlallerin doğmasına yol açabilecektir. Dolayısıyla somut olayda,
yargılamanın yenilenmesi ihlalin sonuçlarını ortadan kaldıracak nitelikte bir
yol olarak kabul edilemeyeceğinden başvurucuların manevi tazminat talep
etmedikleri de dikkate alınarak yalnızca ihlalin tespitine karar verilmesi
gerekir.
37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harcın
başvuruculara ayrı ayrı; 3.000 TL vekâlet ücretinin müştereken ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması yönünden içtihadı
birleştirme kararına gerek bulunup bulunmadığı hususunda bilgi edinilmesi ve
takdiri için Yargıtay Birinci Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harcın
başvuruculara AYRI AYRI; 3.000 TL vekâlet ücretinin MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 18/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.