TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KADİR TANRIKULU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/5916)
|
|
Karar Tarihi: 18/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Duygu KALUKÇU
|
Başvurucu
|
:
|
Kadir TANRIKULU
|
Vekili
|
:
|
Av. Hilal YILMAZ PUSAT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti
dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun
tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl
19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı
organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok
uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör
Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen
bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri
[GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa
bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da
bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından
soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu-
üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu
iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı
ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
51, 350).
10. Başvurucu en son Bakırköy Adliyesinde hâkim olarak
görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından
16/7/2016 tarihli karar ile açığa alınmış; 24/8/2016 tarihli karar ile
meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
11. Darbe teşebbüsü sonrasında Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 20/7/2016
tarihinde gözaltına alınmıştır.
12. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında
müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde özet olarak eğitim hayatı
ile meslek hayatının hiçbir döneminde örgüte müzahir ev ve yurtlarda
kalmadığını, HSYK seçimlerinde Yargıda Birlik Platformu ile Yargıçlar ve
Savcılar Birliği (YARSAV) adaylarına oy vermekle birlikte açıktan kimseyi
desteklemediğini, herhangi bir seçim çalışmasına yahut faaliyetine
katılmadığını beyan etmiştir.
13. Başvurucu, Başsavcılık tarafından silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Ankara 1. Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda yaptığı savunmasında
önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur.
14. Başvurucu, Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan
sorgusunun ardından 22/7/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma
suçunun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller,
HSYK 2. Dairesi'nin 16/7/2016 tarihindeki hakimlikten açığa alma kararı,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti'nin Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya
değiştirmeye teşebbüs eyleminin yakın ve somut bir tehdit olarak halen devam
ediyor olması, 20/07/2016 tarihi itibarıyla tüm ülke genelinde bu eylem
nedeniyle Olağanüstü Hal ilan edilmesi, şüphelilerin saklanma veya kaçma
şüphesini uyandıran somut olguların varlığı (aynı suç kapsamında soruşturulan
aynı statüdeki bir kısım şüphelilerin kaçmış olması) fiilin kanunda karşılığı
olan ceza miktarı, suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinde yer alan tutuklamaya ilişkin
şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK'nın 100. vd. maddeleri gereğince AYRI
AYRI TUTUKLANMASINA...[karar verildi]."
15. Başvurucu hakkında devam eden soruşturma sürecinde
Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/10/2016 tarihli kararı ile tutukluluğun
devamına hükmedilmiştir. Başvurucu, bu karara itiraz etmiş; Ankara 3. Sulh Ceza
Hâkimliği 9/1/2017 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir.
16. Başvurucu, anılan kararın 18/1/2017 tarihinde tebliğ
edildiğini beyan etmiştir.
17. Başvurucu 13/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
18. Soruşturma sürecinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından 22/6/2017 tarihli yazı ile tutukluluğun orantısız olması,
soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibarıyla başvurucunun
serbest bırakılması talep edilmiş; bu talebi değerlendiren Ankara 3. Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından aynı tarihte başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.
19. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2019 tarihli
iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede bu
suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:
- Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile
meslekten ihraç edilmiştir.
- Tanık olarak ifadesi alınan O.K., başvurucu ile ilgili
olarak "2014 yılı yaz Mart ayında Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcısı
olarak atandım, burada yaklaşık 2 yıl aşkın bir süre ile görev yaptım. Keskin
Hakimi olarak görev yaptığı belirtilen Kadir TANRIKULU ile seçim döneminde bir
münasebetimiz olmadığından ve evvelinde de kendisini tanımadığımdan hakkında
malumatım yoktur. O dönem Keskin Adliyesinde görev yapan isimlerini şu an
hatırlayamadığım meslektaşlarımızın, kadir tanrıkulu hakkında malumat sahibi
olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan kendilerinden bilgi alınabilir."
şeklinde beyanda bulunmuştur.
- Tanık olarak ifadesi alınan Ş.Y.K., başvurucu ile
ilgili olarak "Kadir TANRIKULU'nu 2013-2015 yılları arasında
Kırıkkale İli keskin ilçesinde birlikte çalışmamız nedeniyle tanırım. Fetö/pdy
terör örgütü ile irtibat ve iltisakı noktasında herhangi bir eylem ve söylemini
görmedim. 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde Kadir TANRIKULU ortada kaldı,
herhangi bir aday için aktif aleyhe veya lehe çalışması olmadı. Bildiğim kadarı
ile kendisi evliydi. Eşi doktordu. Eşi Kırıkkale'de görev yaptığı için tanışma
fırsatımız olmadı. Hatırladığım kadarı ile çocuklarından biri fetö ile
irtibatlı bir anaokulunda eğitim öğretim görmekteydi." şeklinde
beyanda bulunmuştur.
20. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi 13/2/2019 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/58 sayılı dosya üzerinden
kovuşturma aşaması başlamıştır.
21. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
22. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No:
2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597,
31/10/2019, §§ 33-48; ilgili Yargıtay kararları için bkz. A.L., B. No:
2016/63999, 9/1/2020, §§ 33-35.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 18/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
24. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi olmaksızın ve
görevinden kaynaklanan güvencelere riayet edilmeksizin görevli olmayan bir
mahkeme tarafından tutuklandığını, olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığını,
tutuklamanın orantısız bir tedbir olduğunu ve adli kontrol tedbirinin neden
yetersiz kalacağının değerlendirilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkında verilen
tutuklama kararında ilgili makamların tutuklamaya ilişkin ilgili ve yeterli
gerekçe gösterdiği, bu gerekçeler kapsamında başvurucunun tutukluluğunun keyfî
olduğunun savunulamayacağı ifade edilmiştir.
26. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında; Bakanlık
görüşünün aksine dosyada tutuklanmasını gerektiren bir suç şüphesinin ve
tutuklama nedenin mevcut olmadığını, dolayısıyla tutuklanmasının hukuka aykırı
olduğunu iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
28. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
29. Başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa'nın
19. maddesinin üçüncü
fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik Yönünden
30. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik veya olağanüstü
hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla,
durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya
tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda
da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
31. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
32. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır.
Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan
olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No:
2016/49158, 26/7/2017, § 57).
33. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı
meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§
193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı
anlaşılan bu bölümdeki iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
3. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
35. Tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde dikkate
alınacak genel ilkeler için bkz. Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354,
4/4/2018, §§ 54-60; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, §§ 38-45.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
36. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
37. Başvurucu, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma
olan ve bir terör örgütü olduğu yargı organlarınca kabul edilen FETÖ/PDY
mensubu olduğu suçlamasıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır.
38. Diğer taraftan başvurucu 24/2/1983 tarihli ve 2802
sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda hâkimlerle ilgili olarak öngörülen usule
ilişkin güvencelerin hiçbirine riayet edilmeksizin, yetkili ve görevli olmayan
mahkemece tutuklandığını iddia etmektedir.
39. Anayasa Mahkemesi, Yıldırım Turan ([GK], B.
No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 102-147) kararında ilgili kanunlar
çerçevesinde konuyu etraflıca değerlendirmiş ve Yargıtay içtihatlarına da
değinerek terör örgütüne üye olma suçunun kişisel bir suç olduğunu, yüksek
mahkeme üyelerinden farklı olarak hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden ağır
ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli bulunmasa da kişisel suçlarına
ilişkin olarak soruşturma yürütülmesi için izin şartı bulunmadığını belirterek
vergi mahkemesi üyesi (hâkim) olan başvurucunun tutuklanmasının kanuni
dayanağının bulunduğu sonucuna varmıştır.
40. Somut olayda anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir
durum söz konusu değildir. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun
kanuna aykırı olarak tutuklandığı iddiası yerinde değildir. Bu itibarla
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
41. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
42. Başvurucu hakkındaki tutuklama ve tutukluluğa
itirazın reddi kararlarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
olguların bulunduğu genel olarak belirtilmiş fakat bunlara ilişkin bir
açıklamaya yer verilmemiştir. Bununla birlikte başvurucunun HSYK tarafından
açığa alınmasına değinildiği görülmektedir.
43. Bununla birlikte başvuruya konu soruşturma dosyasında
başvurucu hakkında iki adet tanık beyanının bulunduğu anlaşılmıştır. Nitekim
iddianamede de başvurucunun meslekten ihraç edilmiş olmasının yanı sıra bahsi
geçen tanıkların beyanlarına yer verilmiştir (bkz. § 19).
44. Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda
görevden uzaklaştırma veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarma şeklindeki
idari kararların niteliğini dikkate alarak bu kararların verilmesinin karara
muhatap olan kişilerin suç işlediklerine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu
anlamına gelmediği sonucuna varmıştır (diğerleri arasından bkz. Mustafa
Baldır, § 70; Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, § 54;
E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 57; Ali Aktaş, B. No:
2016/14178, 17/7/2019, § 53; Mustafa Özterzi, § 104; Zafer Özer, § 58).
Bu itibarla başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma veya meslekten çıkarma
tedbirlerine ilişkin kararlarda başvurucuyla ilgili kişisel bir tespit ve
değerlendirme bulunmadığından bunların -tek başına- suç işlendiğine dair
kuvvetli bir belirti olarak kabulü mümkün değildir.
45. Somut olayda ayrıca başvurucu hakkındaki tanık
beyanlarının da kuvvetli suç belirtisi yönünden değerlendirilmesi
gerekmektedir.
46. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibat veya iltisakını
doğrudan ve somut olgularla ortaya koyan herhangi bir tanık beyanına
rastlanmadığı gibi dinlenen tanıklardan Ş.Y.K. ile O.K. ifadelerinde;
başvurucunun FETÖ/PDY'ye aidiyet, iltisak veya bu örgütle irtibatına şahit
olmadıklarını belirtmelerinin yanı sıra 2014 HSYK seçimlerinde de herhangi bir
faaliyette bulunmadığını, taraf tutmadığını beyan etmiştir (bkz. § 19).
47. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit
ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda, suç işlendiğine dair kuvvetli
belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
48. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
49. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
50. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü
dönemlerde Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını
ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
51. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma
makamlarının suç işlendiğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu
itibarla olağanüstü hâl döneminde Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin
kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinin
başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru
kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yönde bkz. Şahin Alpay [GK], B.
No: 2016/16092, 11/1/2018, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
52. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
5. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar
başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
54. Başvurucu, 10.000.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin
nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa
Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da
işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
57. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. 22/6/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiş ve
başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.
58. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 4. Ağır Ceza
Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 18/11/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 22.07.2016 tarihinde tutuklanan ve
13.02.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı
tutulma durumu, 22.06.2017 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye
edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına
bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan,
bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek
olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar
tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir
ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi)
bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel
başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve
giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama
yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve
manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde
düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına
karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına
atıf yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın
141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu
iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin
iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında
açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren
emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola
işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını
yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut
hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında
olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin,
tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin
verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun
yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla
birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında
beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı
olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da
tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet
sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada
tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız
bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer
Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine
Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun
hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada
mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor
olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet
kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın
hukukiliği incelenmektedir.11
Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi
tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa
Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada
beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka
aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden
tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet
Özdemir12
başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka
uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası
olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka
davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek
zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat
mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup
olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın
kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat
mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma
aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği
tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza
mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek
kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle
olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği
tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit
edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk
iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun
devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi
yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama
nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz,
a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin
var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden
kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.1 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat
mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa,
diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi
faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki
olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri
kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği
itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil,
141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi
de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma
gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için
tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında
gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı
görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke
genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki
on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok
sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet
dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.