TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ŞENOL ÖZDEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/14133)
Karar Tarihi: 11/5/2023
R.G. Tarih ve Sayı: 27/9/2023 - 32322
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
M. Emin KUZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Eren Can BENAKAY
Başvurucu
Şenol ÖZDEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tazminat davasının dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/5/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, yer altı işçisi olarak çalışmaktayken 25/11/2011 tarihinde iş kazası geçirmiş ve başvurucunun kazaya bağlı maluliyet oranı Yüksek Sağlık Kurulu tarafından %0 olarak tespit edilmiştir.
9. Başvurucu, maluliyet oranına 29/7/2013 tarihinde itiraz etmiştir.
10. Başvurucu, geçirdiği kazada işverenin kusurlu olduğu iddiasıyla -maddi tazminata ilişkin talep ve haklarını saklı tutarak- 100 TL maddi ve 900 TL manevi tazminata karar verilmesi talebiyle 21/2/2014 tarihinde işveren aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde, %0oranında maluliyete uğraması nedeniyle ciddi sağlık sorunları ile karşılaştığını, büyük üzüntü ve acı duyduğunu ifade etmiştir. Manevi zararının yanında iş kazası sonucu yaşadığı maluliyet nedeniyle kazanç kaybına da uğradığını söylemiştir. Maluliyetine sebep olan kazanın işverenin gerekli tedbirleri almaması nedeniyle gerçekleştiğini belirtmiştir.
11. Zonguldak 3. İş Mahkemesi 29/1/2015 tarihinde davayı kesin olarak kısmen kabul etmiştir. Mahkeme karar vermeden önce bilirkişilere başvurarak 13/6/2014,8/10/2014 ve 1/1/2015 tarihli raporları düzenlettirmiştir. 13/6/2014 tarihli raporda, iş güvenliği uzmanı tarafından kazanın oluş şekli değerlendirilerek davalı işverenin %50 kusurlu, başvurucunun %50 kusurlu olduğu tespit edilmiştir. 8/10/2014 tarihli raporda, yüksek maden mühendisi tarafından kazanın oluş şekli değerlendirilerek davalı işverenin %50 kusurlu, başvurucunun %50 kusurlu olduğu bir kez daha ifade edilmiştir. 1/1/2015 tarihli raporda ise başvurucuya ödenmesi gereken tazminat tutarı belirlenmiştir. Anılan raporlar doğrultusunda Mahkeme -başvurucunun maluliyet oranının %0 olduğunu da dikkate alarak- kazanın oluşumunda başvurucunun %50 kusurlu olması nedeniyle tazminat talebinin kısmen kabulüyle 80,92 TL maddi, 900 TL manevi tazminatın başvurucuya verilmesine kesin olarak karar vermiştir. Yargılama sürecinde başvurucunun maluliyet oranına ilişkin herhangi bir bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı gibi başvurucu da maluliyet oranına karşı Mahkeme nezdinde herhangi bir itirazda bulunmamıştır.
12. Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu 6/2/2015 tarihli kararıyla, maluliyet oranına yapılan itirazı (bkz. § 9) kabul ederek başvurucunun maluliyet oranını düzeltme kaydı ile %24 olarak belirlemiştir. Raporda; Yüksek Sağlık Kurulunun 12/7/2013 tarihli raporunda davacının %0 maluliyet oranının tespit edildiği, davacının itirazı üzerine 12/7/2013 tarihli raporun iptaline karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucunun maluliyetinin 25/11/2011 tarihinde geçirdiği iş kazasından dolayı düzeltme kaydıyla %24 olduğu ifade edilmiştir.
13. Başvurucu, yeni maluliyet oranına bağlı olarak 28/9/2015 tarihinde ikinci bir tazminat davası açmıştır. Haklarını saklı tutarak 100 TL maddi, 21.000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporunun alınmasının ardından talebini artırmıştır.
14. Zonguldak 2. İş Mahkemesi (Mahkeme) 24/3/2016 tarihinde 65.279,93 TL maddi ve 18.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
15. Davalı işveren 30/3/2016 tarihinde karara karşı temyiz yoluna başvurmuş; dilekçesinde, meydana gelen kazada kusurunun bulunmadığını ve hesaplanan tazminat oranının yanlış olduğunu ileri sürmüştür.
16. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi (Daire) 27/2/2017 tarihinde temyiz talebini kabul ederek mahkeme kararını bozmuştur. Kararda davacının 2014 yılında aynı davalı aleyhine, aynı iş kazasından dolayı açtığı davada davacının maluliyet oranının tartışılarak kesinleştiği, bu nedenle de %24 maluliyet nedeniyle açılan eldeki davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
17. Başvurucu 26/4/2017 tarihinde maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Dilekçesinde, %0 oranının yargılama sırasında tartışılmadığını, kaldı ki davalı tarafın da bu hususa yönelik temyiz iddiasının bulunmadığını belirtmiştir. Daire anılan talebi karar düzeltme talebi olarak kabul ederek 11/9/2017 tarihli kararıyla reddetmiştir.
18. Mahkeme, bozma kararına uyarak 23/5/2017 tarihinde kesin hüküm nedeniyle davayı reddetmiştir.
19. Başvurucu 3/7/2017 tarihinde karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Dilekçede %0 oranının idarece iptal edilerek maluliyetinin %24 olduğunun tespit edildiği, yeni davanın konusunun %24 oranındaki yeni maluliyet oranına ilişkin olduğu vurgulanarak %0 oranındaki maluliyet oranına dair yeni bir dava açılmış olsaydı kesin hüküm itirazı ile karşılanacağı ifade edilmiştir.
20. Daire 23/1/2018 tarihinde temyiz talebini reddetmiştir.
21. Nihai karar başvurucuya 11/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" kenar başlıklı 114. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1)Dava şartları şunlardır:
....
i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması."
23. 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı 115. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1)Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2)Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.
..."
24. 6100 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı 303. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1)Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
(2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, yaşadığı kaza sonrasında maluliyet oranının %0 olarak tespit edildiğini, orana Yüksek Sağlık Kurulu nezdinde yaptığı itiraz üzerine düzeltme kaydı ile oranın %24 olarak yeniden belirlendiğini ifade etmiştir. Yargılamada kesin hükmün söz konusu olabilmesi için %0 olarak yapılan tespite dayalı ikinci bir dava açılması gerektiği oysa düzeltme kaydı ile belirlenen yeni oran üzerinden yeni bir dava açıldığı, dolayısıyla ortada kesin hüküm bulunmadığı, yine reddedilen tutar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiği belirtilerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda tazminat davasının esası kesin hüküm bulunmasına bağlı olarak dava şartı yokluğundan incelenmediğinden başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
31. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
32. Somut olayda davanın esası incelenmeden dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
33. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
34. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
35. Başvuru konusu olayda tazminat davasının 6100 sayılı Kanun'un 114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi ile 115. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği reddedildiği anlaşılmıştır. Buna göre Mahkemece verilen ret kararı ile yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
36. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 53; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
37. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 48).
38. Türk hukukunda "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." hükmüyle kaynağı Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında bulunan kesin hüküm; mahkemelerce verilen, yasa yolları izlenerek ya da izlenmesi gerekli görülmeyerek sonuçlanan, uyulması ve yerine getirilmesi zorunlu, itirazı ve konusunun yeniden ele alınması olanaksız olan kararları ifade etmektedir. Anlaşmazlıkların sürüp gitmesini önleyerek kamu düzenine katkıda bulunma düşüncesine bağlanan kesin hüküm ilkesi, yürürlükteki kurallara göre çözümlenen bir konunun o konunun ilgilileri arasında -kanunun öngördüğü iade-i muhakeme gibi ayrık durum dışında- yeniden incelenmesine engeldir. Değişik kanunlarda yer alan bu hukuksal kurum, yargı alanında kararlılık sağlamak amacına bağlanmaktadır. Biçimsel ve nesnel anlamda tanımları yapılan bu kurumun ögeleri; yargı kararlarına tanınan bir nitelik olması, bu niteliğin yasalarla tanınması ve yargı kararına uyulması zorunluluğudur (AYM, E.1988/36, K.1989/24,2/6/1989).
39. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan derece mahkemesinin kesin hüküm nedeniyle dava şartının bulunmadığını belirterek davanın esasını incelememesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
iii. Ölçülülük
40. Davanın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığı ve başvurucuya ağır bir yük getirilip getirilmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
41. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
42. Somut olayda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri yönünden tartışılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde durulması gereken, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
43. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, § 52).
44. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli usul ve koşulların öngörülmesi, bu koşullar dava açmayı veya kanun yoluna başvurmayı imkânsızlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen usul ve koşullara ilişkin kuralların açıkça yanlış uygulanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
45. Kesin hükme saygı (res judicata) ve kesin hükmün bağlayıcı olması, hükmü veren mahkeme de dâhil diğer bütün mahkemelerin ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı olması anlamına gelir. Yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/1313, 26/2/2015, §§ 53, 54; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).
46. Adil yargılanma hakkı ile bağlantılı olan kesin hükme saygı ilkesi, kesinleşmiş bir mahkeme hükmüyle bireylere tanınan statüye (hak ve borçlara) hukuk düzenince istisnai durumlar dışında müdahale edilmemesini gerekli kılar. Bunun sonucu olarak mahkemeler aynı konuda aynı dava sebebine dayanarak aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdır. Kesin hükmün dokunulmazlığı ilkesi mutlak değildir. Bazı istisnai durumlarda kesin hükme müdahale edilmesine hukuk sistemleri cevaz verebilir. Nitekim usul hukukunda sınırlı hâllerde uygulanmak üzere buna yönelik bazı müesseseler (hükmün tavzihi, tashihi, tamamlanması, yargılamanın yenilenmesi, kanun yararına temyiz) öngörülmüştür. Bunun dışındaki müdahalelerin olağan yargısal süreçteki gibi deliller yeniden değerlendirilerek kesin hükmün esastan yeniden incelenmesi sonucunu doğurmaması gerekir (Mustafa Altın [GK], B. No: 2018/10018, 27/10/2021, § 63).
47. Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş mahkeme kararının yok hükmünde kabul edilerek icra edilmemesi meselesiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede kesin ve bağlayıcı olan mahkeme kararının taraflardan biri açısından işlevsiz hâle getirilmesinin adil yargılanma hakkını zedeleyeceğini ancak her somut olayın koşullarında değerlendirileceği üzere uyulması beklenen kesin hükmün de hukukun temel esaslarına, hakkaniyet ve adalet ilkelerine aykırı verilmemesi gerektiğini belirtmiştir (Remzi Saldıray, B. No: 2016/2377, 24/2/2021, § 44). Aksi durumda kesinleşmiş mahkeme kararlarının sürekli sorgulanarak hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri zedelenecek, bireylerin hukuk sistemine olan güvenleri sarsılabilecektir (Mustafa Altın,§ 64).
48. Bununla birlikte kesinleşmiş bir mahkeme kararına müdahaleyi gerekli kılan önemli ve zorlayıcı koşulların varlığının somut gerekçelerle ortaya konulması hâlinde, örneğin kararın hukukun temel ilkelerine açıkça aykırı verilmiş olması gibi hâllerde kesin hükme müdahale edilmesi için söz konusu istisnai koşulların uygulanabilmesine yönelik kanunla usule ilişkin müesseselerin oluşturulmasının da gerekli olduğu açıktır. Başka bir ifadeyle hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerinin bir gereği olarak kesin hükmün ortadan kaldırılmasının şartlarının ve usullerinin kanunda açıkça düzenlenmesi zorunludur. Bu bağlamda hangi süre içinde bu yola başvurulabileceği kanunda tereddüte mahal bırakmayacak bir şekilde gösterilmeli ve söz konusu süre, makulün ötesine geçmemelidir (Mustafa Altın,§ 65).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Başvuru konusu olayda, başvurucunun geçirdiği iş kazasına bağlı olarak maluliyet oranı Yüksek Sağlık Kurulu tarafından %0 olarak belirlendikten sonra başvurucu hem tazminat davası açmış hem de anılan Kurul nezdinde maluliyet oranına itiraz etmiştir. Tazminat davasında yargılama %0 maluliyet oranı esas alınarak karar verildikten sonra başvurucunun maluliyet oranına yaptığı itiraz anılan Kurul tarafından kabul edilerek oran %24 olarak yeniden belirlenmiştir. Başvurucu yeni maluliyet oranına göre yeni bir tazminat davası açmış ve başvurucunun talebi kabul edilerek bu orana göre kendisine tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay maluliyet oranının ilk açılan davada tartışılarak kesinleştiğini, yeni bir orana göre açılan davada söz konusu verilen kararın kesin hüküm teşkil edeceğini belirterek mahkeme kararını bozmuştur.
50. Yargıtay kararında da belirtildiği üzere kesin hükümden bahsedilebilmesi için önce açılan dava ile sonra açılan davanın konuları, sebepleri ve taraflarının aynı olması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda ise başvurucunun maluliyet oranı önce %0 olarak tespit edilmiştir. Başvurucu tarafından bu tespiti içeren rapora idare nezdinde itiraz edilmiş ve yapılan itiraz kabul edilerek %0 maluliyet oranını içeren rapor iptal edilmiştir. Başvurucunun maluliyet oranının %24 olarak yeniden belirlenmesi üzerine başvurucu ikinci bir dava açmıştır. Başvurucuya göre önce açtığı dava ile sonra açtığı davanın sebebi maluliyet oranlarının farklı olmasına bağlı olarak farklıdır. Yargıtay ise maluliyet oranının ilk açılan davada tartışılarak kesinleştiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte başvurucu, açtığı ilk davada Mahkemece maluliyet oranına ilişkin bir değerlendirme yapılmadığını, maluliyet oranının %0 olarak kabul edilerek kusur oranlarının tespitine dair raporlar alındığını ifade etmiştir. Bu çerçevede %0 maluliyet oranına dair itiraz süreci yargılama dışında cereyan etmiş, Mahkemede tartışma konusu olmamış, Mahkemece anılan idari itiraz sürecinin sonucu beklenmeden kesin karar verilmiştir. İkinci açılan davada ise-%0 maluliyet oranının tespitine dair raporun iptal edilmesi de gözönünde bulundurularak- Mahkeme %24 olan düzeltilmiş maluliyet oranını kabul etmiş ve ilk davada tespit edilen kusur oranı üzerinden başvurucunun hak ettiği tazminatı belirlemiştir. Başvurucunun açtığı ilk davada dayanılan ve davanın sebebini oluşturan rapor ile sonraki davada dayanılan rapor farklı olduğu gibi ilk açılan davada tartışma konusu yapılmaksızın karara dayanak alınan %0 oranındaki rapor kesin karardan sonra Yüksek Sağlık Kurulunca iptal etmiştir.
51. Kesin hükmün korunması önemli bir güvence olmakla birlikte mutlak olmayıp yukarıda da değinildiği üzere kesinleşmiş bir mahkeme kararına, müdahaleyi gerekli kılan önemli ve zorlayıcı koşulların varlığının somut gerekçelerle ortaya konulması hâlinde -öngörülebilir olmak kaydıyla- istisnai olarak müdahale edilebilmesi mümkündür. Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin korunması kimi durumlarda önemli ve zorlayıcı bir koşulun mevcut olduğunu gösterebilir. Bu çerçevede somut olayın koşulları incelendiğinde maluliyet oranına itiraz süreci ile tazminat davası süreçlerinin ayrı ayrı görüldüğüne işaret etmek gerekir. Buna göre maluliyet oranının belirlenmesi süreci idari bir kurum olan Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından yürütülmüş ve itiraz aşaması da bu süreçte sonuçlandırılmıştır. Başvurucunun açtığı tazminat davasında ise maluliyet oranına ilişkin itiraz süreci beklenmemiş, maluliyet oranı kesinleşmeden yargılama sona erdirilmiştir.
52. Bu durumda maluliyet oranının kesinleşmesi sürecinin gecikmesinde idarenin önemli oranda rolü olduğu hatırda tutulmalıdır. Ayrıca yinelemek gerekirse ilk davada derece mahkemelerinin de bu süreci beklemeden yargılamayı sona erdirdiği dikkate alınmalıdır. Başvurucu, başvuruya konu davada itiraz üzerine nihai olarak belirlenen maluliyet oranını davanın sebebi göstermiş ancak Yargıtayın bozma kararı üzerine Mahkeme davayı kesin hüküm sebebiyle reddetmiştir. Maluliyet oranındaki değişikliğin uyuşmazlığın sonucu ile doğrudan ilgili olduğu, bu süreçte yaşanan gecikmenin de başvurucuya yüklenemeyeceği dikkate alındığında tarafları ve konusu aynı olmakla birlikte davanın sebebinin de aynı olduğunun kabul edilerek usul kurallarının bu derece katı yorumlanması suretiyle davanın esasının incelenmemesi başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemiştir. Üstelik başvurucu, maluliyet oranına süresinde ve usulüne uygun olarak itiraz etmiş; haklı olduğu, Yüksek Sağlık Kurulunun ilk belirlemesinin hatalı olduğu sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. Söz konusu raporlardaki oranlar ise önemli ölçüde farklıdır. Buna göre ikinci rapordaki oranın fahiş sayılabilecek bir miktarda artmış olması dikkat çekici bulunmuştur. Dolayısıyla maluliyet oranının belirlenmesi ile tazminat davası süreçlerinin birbirleriyle bağlantısız olarak görülüp sonuçlandırılması olayın koşulları altında kamu gücünün kullanımına bir bütün olarak bakıldığında temel hak ve hürriyetlerin korunması anlamında önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır. Sürecin bu şekilde işlemesine başvurucunun yol açtığı veya katkıda bulunduğu da söylenemez.
53. Diğer bir deyişle mahkemelerin usul kurallarının uygulanmasıyla ilgili söz konusu yorumu -ilk davada yargılamanın maluliyet oranına ilişkin itiraz süreci beklenmeden sona erdiği ve söz konusu sürecin de bütünüyle idarenin gözetimi altında gecikmiş olduğu gözetildiğinde- başvurucunun mahkemeye erişimini neredeyse imkânsız hâle getirmiştir. Netice olarak başvurucu gerçek ve nihai bir maluliyet oranı üzerinden tazminat elde edebilme imkânından yoksun bırakılmıştır. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın kesin hükme bağlı olarak dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin orantısız olduğu sonucuna varılmıştır.
54. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
55. Varılan ihlal sonucu gözetilerek aleyhe vekâlet ücretine hükmedildiği şikâyeti yönünden bu aşamada bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
56. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
57. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58,59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66,67).
59. İncelenen başvuruda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
60. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesine bağlı olarak derece mahkemesince yeniden değerlendirme yapılacak olması nedeniyle aleyhe hükmedilen vekâlet ücretine yönelik ihlal iddiası hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talepleri kabul edilmemiştir.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç tutarının başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Zonguldak2. İş Mahkemesine (E.2017/356, K.2017/384 ) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç tutarından oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.