TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAVUZ GEÇİM BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/15011)
|
|
Karar Tarihi: 24/2/2021
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
Yavuz GEÇİM
|
Vekili
|
:
|
Av. Cengiz BAYENDER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutukluya babasının cenaze törenine katılması
ve taziyeleri kabul etmesi için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile
hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru
formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu,
anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan Silivri Kapalı Ceza
İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır.
9. Başvurucunun babası rahatsızlığı nedeniyle 23/1/2018
tarihinde özel bir hastaneye yatırılmıştır. Hastane tarafından başvurucunun
babasının hayati riski olduğuna ilişkin 23/3/2018 tarihli uzmanlık raporu düzenlenmiştir.
Bu raporu da ibraz eden başvurucu vekili, İstanbul 28. Ağır Ceza Mahkemesinden
başvurucunun babasını yoğun bakım ünitesinde ziyaret etmesi için 23/3/2018
tarihinde izin talep etmiştir. Mahkeme 29/3/2018 tarihli kararıyla, ilgili
mevzuat gereği talep hakkında İnfaz Kurumunun en üst amirinin önerisi ve
Cumhuriyet Başsavcılığının onayı gerektiğini belirtilerek talep ile ilgili
karar verilmesine yer olmadığına, talebin takdir ve ifası için İnfaz Kurumuna
gönderilmesine hükmetmiştir.
10. Bu arada başvurucu 30/3/2018 tarihinde İnfaz Kurumuna
başvurarak babasının sağlık durumu hakkında bilgi alabilmek için ailesiyle
telefonla görüşmek istemiştir. Başvurucu dilekçesinde; babasının hayati
tehlikesinin olduğunu ve durumu hakkında bilgi almak için ailesiyle telefonla
görüşmesinin sağlanmasını istediğini, iki dakikalık bir görüşmenin bile yeterli
olacağını, bu görüşmenin bir sonraki telefonla görüşme hakkına sayılabileceğini
ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu, bu talebi kabul edilmezse bir kurum
görevlisinin ailesini aramasını, babasının sağlık durumunun öğrenilerek
kendisine bilgi verilmesini talep etmiştir. İnfaz Kurumu yetkilileri, böyle bir
telefon görüşmesinin mevzuatta düzenlenmediği ancak telefonla görüşme hakkı
kapsamında belirlenen günde görüşme yapabileceği bilgisini başvurucuya sözlü
olarak bildirmiştir.
11. Başvurucunun babası 4/4/2018 tarihinde vefat
etmiştir. Başvurucunun eşi aynı gün İnfaz Kurumuna başvurarak İstanbul'un Fatih
ilçesinde 5/4/2018 tarihinde yapılacak cenaze törenine katılması ve taziyeleri
kabul etmesi için eşine izin verilmesini talep etmiştir. İnfaz Kurumu müdürünün
önerisi ile Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından güvenlik riskleri
yönünden yapılacak araştırma sonucunun olumlu olması şartıyla cenazeye katılma
ve taziye ziyareti için yol izni hariç 5 saat izin verilmesine karar
verilmiştir. Ancak yapılan araştırma sonucu güvenlik yönünden risk tespit
edildiği gerekçesiyle başvurucu cenazeye götürülmemiştir.
12. Karar başvurucuya 11/4/2018 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
13. Başvurucu 10/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
14. İnfaz Kurumunun başvurucuyla ilgili Anayasa
Mahkemesine gönderdiği yazı ve ekleri incelendiğinde; İstanbul 28. Ağır Ceza
Mahkemesinin başvurucunun hastanede babasını ziyaret etme talebine ilişkin
verdiği karar ve ekinde İnfaz Kurumuna gönderdiği belgelerin içinde
başvurucunun veya başvurucu yakınlarının hasta ziyareti ile ilgili olarak
kuruma bir başvurularının olmaması ve başvurucunun babasının sağlık durumuna
ilişkin sağlık kurulu raporunun bulunmaması nedeniyle İnfaz Kurumu tarafından
bir karar alınmadığı belirtilmiştir. Ayrıca sağlık kurulu raporu ile
belgelendirmesi hâlinde hasta ziyareti işlemlerine başlanabileceğinin başvurucu
vekiline bildirildiğine ilişkin 30/3/2018 tarihli tutanak ibraz edilmiştir.
Bunun yanında başvurucunun ailesiyle telefonla görüşme talebi hakkında, bu
şekilde telefonla görüşmeye yönelik mevzuatta bir düzenleme olmadığı, telefon
görüşme gününde telefon görüşmesi yapılabileceğinin başvurucuya bildirildiği
belirtilmiştir. Yazı ekinde sunulan Silivri Ceza İnfaz Kurumu Sevk Tabur
Komutanlığı tarafından düzenlenen güvenlik soruşturmasına ilişkin 5/4/2018
tarihli tutanakta; cenaze merasiminin yapılacağı caminin kalabalık bir meydanda
olması, sokakların dar, binaların iç içe olması nedeniyle başvurucunun
kaçabileceği şüphesinin bulunduğu ve cenaze olması gözetildiğinde alınacak
tedbirlerde olumsuzluk yaşanabileceğinin ifade edildiği görülmüştür.
IV. İLGİLİ
HUKUK
15. İlgili hukuk için bkz. Rasul Kocatürk [GK], B.
No: 2016/8080, 26/12/2019, §§ 13-25; Beşir Doğan, B. No: 2013/2335,
15/12/2015, §§ 12-16; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, §§
16-20.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 24/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
17. Başvurucu; kişinin aile bireylerinin sağlık durumları
hakkında bilgi alabilmesi, vefattan önce bu kişiyi son kez görüp onunla
vedalaşabilmesi ve cenaze törenine katılarak diğer aile bireyleri ile acılarını
paylaşabilmesinin özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının koruması altında
olduğunu vurgulamıştır. Sağlık durumunun ağır olduğu hastane raporuyla sabit
olmasına rağmen babasını ziyaret etme ve babasının sağlık durumunu öğrenmek
için telefonla görüşme talepleri hususunda idare tarafından durumun
hassasiyetine ve aciliyetine uygun karar verilmediğini, anılan talepleri
konusuz kalana yani babası vefat edene kadar ihmalkârlık gösterildiğini
belirtmiştir. Ayrıca cenazeye ve taziyeye katılma talebinin de yeterli gerekçe
gösterilmeden güvenlik nedeniyle engellendiğini, cenaze törenin yapılacağı
yerin güvenlik açısından riskli bölge sayılmasının mümkün olmadığını, bireysel
yarar ile güvenlik endişesi arasında adil bir denge kurulmadığını vurgulayarak
özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.
Reddedilen taleplerine ilişkin olarak idari ve yargısal yol mevcut olmadığından
doğrudan bireysel başvuruda bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca diğer
tutuklu ve hükümlülere cenazeye katılım izni verilirken kendisine tutuklanma
sebebinden dolayı farklı muamele yapılmasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu
belirtmiştir.
18. Bakanlık görüşünde, hükümlülerin yakınlarının ölümü
hâlinde güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması ve tehlikeli hükümlü olmaması
koşuluyla ilgili Cumhuriyet başsavcılığı tarafından cenazeye katılma izni
verilebildiği, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuya da
güvenlik açısından sakınca bulunmaması hâlinde cenaze katılma izni verildiği
ancak yapılan araştırma sonucunda güvenlik yönünden riskler bulunması sebebiyle
başvurucunun cenazeye katılımının sağlanamayacağına yönelik tutanak tanzim
edildiği vurgulanmıştır. Başvurucunun babasını hastanede ziyaret etme talebinin
reddiyle ilgili olarak ise 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 116. maddesinin (3) numaralı fıkrasına
göre sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmek koşuluyla Kanun'da sayılan
yakınlık derecesindeki kişileri ziyaret etmek için izin verilebileceği ancak
başvurucunun sağlık kurulu raporu değil durum bildirir hekim raporu sunduğu ve
başvurucunun gerekli koşulları yerine getirmediği ifade edilmiş; tüm bu
hususlar gözönüne alındığında idari ve yargısal makamlar tarafından
başvurucunun aile hayatına saygı hakkı ile kamu güvenliği arasında bir
değerlendirme yapılarak devletin takdir yetkisi kapsamında ulaşılmak istenen
amaçla orantılı bir denge kurulduğu değerlendirilmesine yer verilmiştir.
19. Başvurucu vekili; Bakanlık görüşüne karşı beyanında
başvurucunun mevzuat gereği tehlikeli suçlulardan olmadığını, annesinin
cenazesine tutuklu olduğu için katılamayan başvurucunun babasının cenazesine
katılmasına da somut dayanakları gösterilmeyen güvenlik risklerine dayanılarak
izin verilmediğini belirtmiştir. Cenaze töreninin yapılacağı yerde neden
güvenlik önleminin alınamayacağı, yarım saat sürecek bir törende ne gibi
güvenlik sorunlarının yaşanacağı belirtilmeyen, genel ifadelere dayalı güvenlik
soruşturması tutanağının kabul edilemeyeceğini ifade etmiş; başvurucunun son
görevini yerine getirmesinin engellendiğini, bu durumunun aile hayatına saygı
hakkına müdahale olarak kabul edilmesi gerektiğini, bireyin menfaatleri ile
kamunun menfaatleri arasında adil bir denge kurulmadığını vurgulamıştır. Ayrıca
başvurucu yoğun bakımda olan babasının devlet hastanesine nakli ile sağlık
kurulu raporu alınamayacağının açık olduğu hususunun da gözetilmesi gerektiğini
belirtmiştir.
B. Değerlendirme
20. Anayasa'nın "Özel hayatın gizliliği"
kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz”
21. Anayasa’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları”
kenar başlıklı 41. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve
eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile
özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile
uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.”
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun hastane ziyareti ve telefonla görüşme taleplerinin reddine
ilişkin şikâyetlerinin başvurucunun babasının vefatıyla sonuçlanan on dört
günlük süreyi kapsadığı dikkate alınarak başvurucunun şikâyetleri bir bütün
hâlinde kamu makamlarınca babasının cenaze törenine ve taziye kabulüne
katılmasına izin verilmemesine ilişkin iddialar bağlamında incelenmiştir. Buna
göre söz konusu şikâyet Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen özel hayata ve
aile hayatına saygı hakkını ilgilendirmekte olup bu çerçevede inceleme yapılmıştır
(Beşir Doğan, § 19; Ahmet Çilgin, § 23; Rasul Kocatürk, §
34).
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
23. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesi için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması gerekir.
24. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği,
Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu
şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
25. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz
edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia
eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş
olması; ayrıca bu yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve
başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece
kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir.
Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken
veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf
taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi
nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru
yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B.
No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).
26. İzin talebinin reddine ilişkin Başsavcılık kararına
karşı hükümlülerin 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun
4. ve 5. maddeleri uyarınca infaz hâkimliğine şikâyet yoluyla başvuruda
bulunmaları mümkündür. Şikâyet başvurularında infaz hâkimliğinin yetkisi; işlemin
iptaline, faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar vermekten
ibarettir.
27. Somut olayda başvurucuyla ilgili olarak güvenlik
araştırmasının olumlu çıkması şartıyla cenazeye katılma izninin Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından verildiği ancak güvenlik riskleri gerekçesiyle İnfaz
Kurumunun cenazeye ve taziye kabulüne katılmasını engellediğinde, İnfaz
Kurumunun cenazeye katılma talebinin reddine ilişkin işlemine karşı
başvurucunun teorik olarak infaz hâkimliğine şikâyet hakkına sahip olduğunda tereddüt
bulunmamaktadır. Ancak başvurucunun babasının kararın başvurucuya tebliğ
edildiği tarihten yedi gün önce defnedildiği gözetildiğinde infaz hâkimliğine
başvurmanın cenaze törenine katılımı sağlamayacağı açıktır. Ayrıca infaz
hâkimliğinin tazminata hükmetme yetkisinin bulunmadığı da dikkate alındığında
infaz hâkimliğine yapılacak şikâyetin başvurucu yönünden etkili bir sonuç
doğurmayacağı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. Resul
Kocatürk, § 37).
28. Başvurucu taziye kabulüne katılmayı da talep
etmiştir. Taziye kabulü ölenin yakınlarının bir araya gelmesine ve ölüm
nedeniyle duyulan acıyı paylaşarak hafifletmeye imkân sağlayan geleneksel bir
olgudur. Cenaze defnedildikten hemen sonra başlayan kabulün ne kadar süreceği
konusu yerel kültürle ilgili bir meseledir. Bu açıdan definden yedi gün sonra
başvurucuya cevap verilmiş olması sebebiyle taziye kabulü imkânının ortadan
kalkıp kalkmadığı konusunda değerlendirme yapması Anayasa Mahkemesinden
beklenmemelidir. Diğer taraftan infaz hâkimliğinin başvurucunun taziye kabulüne
katılmasını temin edecek bir karar vermeyeceğine veya şikâyeti kısa sürede
karara bağlamayacağına dair bir veri bulunmamaktadır. Bu nedenle somut olayda
infaz hâkimliğine şikâyet başvurusunun taziye talebi bakımından etkili bir yol
olmadığı söylenemez (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Rasul Kocatürk,
§ 37).
29. Bununla birlikte başvuru yollarının tüketilmesi, çok
katı olarak uygulanması gereken mutlak bir kural değildir. Teorik düzeyde var
olan bir başvuru yolunun tüketilmesinin somut olayın koşullarında başvurucuya
aşırı külfet yüklemesi hâlinde bu yolun tüketilmesinin gerekli olmadığına karar
verilebilir. Başvurucunun birbirinden bağımsız olmayan defin işlemine katılım
ile taziye kabulüne katılımı ayırarak birincisi için Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda, ikincisi için ise infaz hâkimliğine şikâyet başvurusunda
bulunmasının istenmesi başvurucuya aşırı külfet yüklenmesi anlamına gelecektir.
Bu nedenle somut olayın şartlarında taziye kabulüne katılma yönünden de infaz
hâkimliğine şikâyet yolunun tüketilmesinin zorunlu olmadığı değerlendirilmiştir
(benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Rasul Kocatürk, § 38).
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Müdahalenin
Varlığı
31. Somut olayda tutuklu olan başvurucunun, babasının
cenaze törenine ve taziye kabulüne katılma talebi reddedilmiştir. Dolayısıyla
anılan işlemin başvurucunun özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi
hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır (Rasul Kocatürk, §§ 40-42; Beşir
Doğan, § 30).
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
33. Yukarıda anılan müdahalenin ihlal oluşturup
oluşturmadığının belirlenmesinde Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut
başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili
maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşulları yönünden inceleme
yapılması gerekir.
i. Kanunilik
34. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında yapılan
değerlendirmeler neticesinde yakınlarının vefatı hâlinde hükümlülerin cenaze
törenine katılmalarına ve on güne kadar mazeret izni kullanmalarına imkân veren
mevzuat hükümlerinin kanunilik ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır
(Beşir Doğan, §§ 34, 35, Rasul Kocatürk, §§ 45, 46). Somut olayda
bu sonuçtan ayrılmayı gerektirecek bir iddia ve tespit bulunmamaktadır.
ii. Meşru Amaç
35. Anayasa Mahkemesi önceki kararında (Resul
Kocatürk, §§ 47-50) Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayata saygı hakkı
için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmediğini hatırlattıktan sonra tutuklu
ve hükümlülerin hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasında Anayasa'nın ilgili
maddelerinde öngörülen sınırlama sebeplerine ek olarak ceza infaz kurumunun
disiplinin ve güvenliğinin sağlanmasının da bir sınırlama sebebi teşkil
edebileceğini kabul etmiştir.
36. Somut olayda başvurucunun cenazeye götürülmemesi
güvenlik riski gerekçesine dayandırılmıştır. Anılan gerekçenin İnfaz Kurumunun
güvenliğini sağlamanın yanında kamu düzeni ve güvenliğini sağlama amacına
yönelik olduğu bu kapsamda başvurucunun özel ve aile hayatına yapılan müdahale
yönünden meşru bir amaç teşkil ettiği değerlendirilmiştir.
iii. Demokratik
Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
36. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan
müdahalenin, ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine de uygun olması
gerekir.
37. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Açıktır ki bu
başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek
üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük
ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmama biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki
kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Ferhat
Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45; Abuzer Uzun, B. No:
2016/61250, 13/6/2019, § 38).
38. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç
ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamasına işaret
etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun
menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer
bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret
etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin
diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran
açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi
yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir (Ferhat Üstündağ, § 48; Abuzer
Uzun, § 39).
39. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en
geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve
özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle
kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı
kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak
olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması
gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil koşulları,
nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların
tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Serap
Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 46; Abuzer Uzun, § 40).
40. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer
alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu
denge, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında da
dikkate alınmalıdır. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının sınırlanması
mümkün olmakla beraber sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı
arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek yarar ile
temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge
kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir
sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği, özel
hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin
temelini oluşturan meşru amaç karşısında bireye düşen fedakârlığın ağırlığının
dikkate alınması ve genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan
bireyin kaybı arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi
gerekmektedir (Beşir Doğan, § 40; Ahmet Çilgin, § 47).
41. Anayasa’nın 19. maddesi gereği hükümlü ve
tutukluların özel ve aile hayatına birtakım sınırlamaların getirilmiş olması,
hukuka uygun olarak ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir
sonucudur. Bu bağlamda idarenin tutuklu ve hükümlülerin özel ve aile hayatına
müdahale konusunda takdir yetkisinin daha geniş olduğu gözetilmelidir. Burada
mühim olan ceza infaz kurumunun güvenliğinin sağlanması amacı ile hükümlünün
özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı arasında adil bir dengenin
sağlanmış olmasıdır (Mehmet Koray Eryaşa, B. No: 2013/6693,16/4/2015, §
89; Ahmet Çilgin, § 32).
42. Ölüm, insan hayatında karşılaşılan acı olaylardan
biridir. Birçok kültürde ölen kimsenin tanıdıkları bir araya gelerek ölüm
nedeniyle duyulan acı ve üzüntüyü paylaşır. Ölenin geride kalan aile bireyleri
ziyaret edilerek kendilerine maddi ve manevi destekte bulunulur. Şüphesiz bu
acıyı ölüm anından itibaren en yoğun derecede yaşayan ve desteğe en çok ihtiyaç
duyanlar aile bireyleridir. Bu nedenle ölenin aile bireylerine taziye
ziyaretinde bulunulması, aile bireylerinin de taziyeleri kabulü kültürümüzde
önemli bir yer tutmaktadır. Kanun koyucu bu insani düşünceden ve kültürel
olgulardan hareketle 5275 sayılı Kanun'da yakınlarının ölümü hâlinde hükümlüye
mazeret izni verilmesini düzenlemiştir. Kanun'daki izin süreleri gözetildiğinde
kanun koyucunun iznin kapsamını sadece defin işlemi ile sınırlı tutmadığı,
definden sonra yapılan taziye ziyaretlerini kabul etmeye ve aile bireylerinin
bir arada kalarak birbirlerine destek olmalarına imkân tanımayı da amaçladığı
kabul edilmelidir. Buna göre cenazeye katılma talebinin taziye kabulüyle
birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu yorum aynı zamanda aile hayatına saygı
hakkının gereklerine de uygun olacaktır (Rasul Kocatürk, § 61)
43. Ülkemiz geleneklerinde cenazenin bekletilmeden
defnedildiği, akabinde birkaç gün süreyle taziye kabulünün yapıldığı bilinen
bir olgudur. Bu nedenle yakını ölen hükümlünün izin talebinin kamu makamlarınca
süratle harekete geçilerek ve koşullar da dikkate alınarak mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılması önem arz etmektedir. Ayrıca talebin karşılanmasında
kamu makamlarının kendilerinden beklenen özeni göstermeleri gerekmektedir.
Talebin karşılanması imkân dâhilinde görülmezse bu duruma ilişkin zorunluluk
hâllerinin ve güvenlik risklerinin somut olgu ve olaylara dayalı olarak
açıklanması gerekir (Rasul Kocatürk, § 62).
44. Tüm bu ilkeler dikkate alınarak başvuru konusu olay
bakımından müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun
olup olmadığı incelenirken derece mahkemelerinin kararlarında ortaya konulan
gerekçeler değerlendirilmeli ve müdahaleyi doğuran gerekçelerin inandırıcı bir
şekilde ortaya konulup konulmadığına ve müdahalenin ölçülülük ilkesine
uygun olup olmadığına bakılmalıdır (Beşir Doğan, § 44; Rasul
Kocatürk, § 57).
(2) Genel
İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
45. 5275 sayılı Kanun'un 94. maddesinde; yakınlarının
ölümü hâlinde (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde sayılanlara on güne kadar,
(2) numaralı fıkrasının (a) bendinde sayılanlara ise iki güne kadar cenazeye
katılmaları için mazeret izni verilebileceği düzenlenmiştir. Böylece
hükümlülere yakınlarının ölümü hâlinde cenazeye katılma, taziyeleri kabul etme
ve ailelerine destek olma imkânı tanınmıştır. Bu imkândan yararlanmak mutlak
olmayıp şartların bulunması hâline ve kamu makamlarının yapacakları değerlendirme
sonucu uygun bulmalarına bağlı kılınmıştır (Rasul Kocatürk, § 58).
46. Başvurucu öncelikle hastanede yoğun bakımda tedavi
gören babasını görmek ve sağlık durumu ile ilgili bilgi almak için İnfaz Kurumu
ve yargılamasının sürdüğü mahkemeye başvurmak suretiyle girişimlerde
bulunmuştur. Başvurucunun babasının hayati riskinin olduğu yönündeki üç kişilik
uzman raporunun ve hastane ziyareti izin talebinin mahkeme kanalıyla İnfaz
Kurumuna bildirildiği ancak İnfaz Kurumunun -kuruma hitaben ayrıca başvuru
yapılmadığından bahisle- talebi değerlendirmediği görülmüştür. Ayrıca
başvurucunun babasının sağlık durumunu öğrenmek için ailesiyle telefonla
görüşme talebi somut olayın koşulları ve aciliyeti gözetilmeden, daha önce
belirlenen haftalık telefonla görüşme gününde görüşme yapılabileceği
bildirilerek reddedilmiştir. Bu durumda babasının sağlık durumunu gösterir
uzman raporuna rağmen başvurucunun babasıyla son kez görüşme ve onun sağlık
durumuyla ilgili bilgi alma yönündeki ısrarlı taleplerini İnfaz Kurumunun
durumun aciliyetine ve ciddiyetine uygun değerlendirdiği dolayısıyla aile
hayatına saygı hakkı bağlamında özenli davrandığı söylenemez.
47. Öte yandan tüm girişimlerine rağmen sonuç alamayan
başvurucu, cenaze törenine katılmak ve taziyeleri kabul etmek için izin talep
etmiştir. Başvurucu, cenaze merasiminin yapılacağı yer ile ilgili güvenlik
risklerinin mevcut olduğu gerekçesiyle cenaze törenine götürülmemiş ancak
taziyeye katılma talebiyle ilgili güvenlik araştırması yapılmamış ve bir
gerekçe sunulmamıştır. Bununla birlikte Başsavcılık, başvurucu ile ilgili
öngörülen güvenlik risklerini ilişkilendirip açıklayabilmiş, başvurucunun
cenaze merasimine ve sonrasında taziyeye katılabilmesi için durumun
gerektirdiği özeni gösterdiğini, güvenliğin sağlanması için alternatif çözümler
denediğini ortaya koyabilmiş değildir.
48. Bu nedenle başvurucunun taleplerinin durumun
gerektirdiği hassasiyete ve özene uygun sonuçlandırıldığını, ayrıca Başsavcılık
kararında gösterilen gerekçenin başvurucunun çıkarları ile toplumun çıkarları
arasında adil denge kurulmasına yönelik ikna edici, ilgili ve yeterli unsurları
taşıdığı söylenemez. Başvurucunun babasını ziyaret ederek veya telefonla
görüşerek babasıyla vedalaşma, cenazeye ve taziye kabulüne katılarak ailesine
destek olma imkânından yoksun kalmasında kamu makamlarının somut olayın önemine
ve aciliyetine uygun karar almamasının ve güvenlikle ilgili gerekli
organizasyonu oluşturamamasının etkili olduğu gözetildiğinde özel hayata ve
aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesinde
güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Rıdvan GÜLEÇ ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 30.000
TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
54. İncelenen başvuruda başvurucunun taleplerinin İnfaz
Kurumu tarafından somut olayın koşulları gözetilerek karşılanmaması ve
Başsavcılık tarafından verilen kararın yeterli bir gerekçeye dayandırılmaması
nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin İnfaz Kurumu ve Başsavcılık kararlarından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
55. Cenaze töreni ve taziye kabulünün üzerinden geçen
zaman dilimi dikkate alındığında bu aşamada Başsavcılık tarafından yeniden bir
karar alınmasında yarar görülmemiştir.
56. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için özel hayata ve aile hayatına saygı
hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 8.100 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel
hayata ve aile hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNERıdvan GÜLEÇ ve Basri
BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 8.100 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Bakırköy Cumhuriyet
Başsavcılığına (E.2018/7102) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 24/2/2021tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucu tutuklu olarak bulunduğu ceza infaz kurumundan
23/03/2018 ilâ 05/04/2018 tarihleri arasında verdiği veya kendi adına verilen
dilekçelerle muhtelif taleplerde bulunmuştur.
İlk olarak 23/03/2018 tarihli dilekçe ile ağır hasta olan
babasını ziyaret için izin talep etmiştir. İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından; söz konusu talebin karşılanmasının ceza infaz kurumunun en üst
amiri tarafından öneride bulunulması ve Cumhuriyet Başsavcılığının onayı
gerektiğine işaret edilmek suretiyle konu ceza infaz kurumuna iletilmiştir.
Hastalık mazeret izni için 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunun 116/3. maddesi hükmü çerçevesinde gerekli olmasına rağmen
başvurucu tarafından sağlık kurulu raporu da ilgili makamlara tevdi
edilmemiştir.
Başvurucunun ikinci talebi 30/03/2018 tarihinde babasının
sağlık durumunu öğrenebilmek için telefonla görüşmesi yapmak veya bir kurum
görevlisinin kendi adına babasının durumunu öğrenmesi hususunda olmuştur.
Mevzuatta yeri bulunmadığı gerekçe gösterilerek bu talebi de sözlü olarak reddedilmiştir.
Başvurucunun üçüncü ve son talebi de 04/04/2018 tarihinde
vefat eden babasının cenaze merasimine ve taziyesine katılmaya ilişkin
olmuştur. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu talebi kabul etmek
suretiyle ilgiliye “güvenlik açısından bir sakınca bulunmaması koşuluyla” beş
saat süreyle cenazeye katılım izni vermiştir. Ancak kolluk tarafından cenaze
namazının kılınacağı mekanın konumu gerekçe gösterilmek suretiyle güvenlik
önlemi alınamayacağı ifade edildiğinden söz konusu iznin kullandırılması da
mümkün olmamıştır.
Çoğunluk tarafından, başvurucunun 23/03/2018 tarihinde
yaptığı ilk talebiyle başlayan ve babasının ölümü ile alakalı olarak yaptığı
05/04/2018 tarihli son talebine kadar ki tüm süreç bir bütün olarak
değerlendirilerek ihlal sonucuna ulaşılmıştır.
Konu irdelenirken olayın niteliği gereği başvuru
yollarının tüketilmesinin beklenemeyeceği yönünde bir kanaate dayanılmak
suretiyle kabul edilebilirlik kararı verilmiştir.
4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanununun 4 ve 5. maddeleri,
tutukluların dışarıyla olan ilişkileri konusunda verilecek kararlar ile
yapılacak işlem ve eylemleri değerlendirme noktasında infaz hakimini görevli
kılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, infaz hakimliğini etkin bir kanun yolu
olarak görmek suretiyle bireysel başvuru öncesi tüketilmesi gerektiğine işaret
etmektedir (Ahmet Hakan Akfırat 2013/7239 01/12/2015). İncelemeye konu bireysel
başvuruda ise çoğunluk, başvurucudan bunun beklenmesinin aşırı bir külfet
getireceğine işaret etmektedir.
Başvurucunun; cenaze merasimine katılım dışındaki
talepleri (ağır hasta olan yakınını ziyaret etmek, telefonla görüştürülmek veya
bilgi almak, ölen yakınının taziyesine katılmak) nitelikleri gereği 4675 sayılı
İnfaz Hakimliği Kanununun 4 ve 5. maddeleri gereğince infaz hâkimi nezdinde
şikâyet konusu yapılabilecek ve sonuç alınabilecek hususlardır. Buna rağmen
başvurucu talep ettiği izinlerin hiçbiri açısından bu yolun tüketilmesine
teveccüh etmemiştir.
Bu bağlamda cenaze merasimine katılım hususu dışındaki
diğer talepler açısından etkin bir başvuru yolu olan infaz hakimliğine şikâyet
yolunun tüketilmesi gerekliliğinin gözardı edilmesi kabul edilebilirlik
açısından bir noksanlıktır.
Hasta babasını ziyaret etme isteği makam itibariyle ceza
infaz kurumu ve Cumhuriyet Başsavcılığı üzerinden talep edilip karara
bağlanılması gereken bir konu olmasına rağmen talep hatalı olarak ağır ceza
mahkemesine nezdinde dile getirilmiştir. Bu talep ağır ceza mahkemesi
tarafından yetkili makama resen iletilmiştir.
Hasta ziyaret talebi noktasında sağlık kurulu raporunun
sunulması yasal bir gereklilik olmasına rağmen bunun ikmali noktasında da
hiçbir girişimde bulunulmamıştır. 5275 sayılı Kanunun 116/3. maddesinde ve
Hükümlü ve Tutukluların Yakınlarının Ölümü veya Hastalığı Nedeniyle
Verilebilecek Mazeret İzinlerine Dair Yönetmelik içeriğinde bu raporun devlet
hastanelerince düzenleneceği yönünde bir hüküm bulunmamasına rağmen hastanın
özel hastanede bulunması ve devlet hastanesine sevk imkânı olmadığı gerekçe
gösterilerek bu gerekliliğin yerine getirilmesinden imtina edilmiştir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi zaman itibariyle en kısa
sürede karar verilmesi gereken talep cenaze merasimine katılmaya ilişkin istek
olmakla birlikte, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı bu talebin kabulü noktasında
irade ortaya koymasına rağmen iznin gereği güvenlik gerekçesiyle yerine
getirilememiştir. Güvenlik sorununa rağmen istemin yerine getirilmesini
beklemek ilgili makamlara gereğinden fazla sorumluluk yüklemek manasına
gelebilecektir.
Cenaze merasimine katılma imkânı verilmemesine rağmen
ilgilinin taziyeye iştirakinin sağlanması gerekliliği de çoğunluk tarafından
ayrı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Çoğunluk bu noktaya ilişkin
değerlendirmesini yaparken bu hususun infaz hakimliği nezdinde değerlendirilme
imkânı bulunduğunu açık bir şekilde kabul etmektedir (28. prg.).
Ayrıca konunun bir bütün olarak değerlendirilmesi
nedeniyle hangi unsur veya unsurların ikmal edilmesi halinde ihlal sonucunun
doğmayacağı çoğunluk görüşünden anlaşılamamaktadır. Her biri ayrı bir
değerlendirme konusu olan ve yerine getirilme şartları farklılık gösteren
izinlerin tamamının yerine getirilmesi gibi bir gerekliliğe yol açma ihtimali
bulunan bu inceleme yönteminin kurumlara ağır bir yük oluşturma ihtimali
bulunmaktadır.
Açıklanan bu gerekçeler doğrultusunda, cenaze merasimine
katılım izni talebi dışındaki hususlar açısından başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle müracaat kabul edilemez niteliktedir.
Çok kısa sürede karar verilip infaz edilmesi gereken
cenaze merasimine katılım izni konusunda başvuru yollarının tüketilmesinin
beklenmemesi makuldür.
Ancak cenazeye katılım izninin kullanılamaması açısından
gösterilen “güvenliğin sağlanamayacağı” yönündeki gerekçenin geçersizliğini
ortaya koyan kabul edilebilir bir sebebin de bulunmaması nedeniyle hak
ihlalinin oluşmadığını değerlendirdiğimizden çoğunluğun aksi yönündeki görüşüne
iştirak edilmemiştir.
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Basri BAĞCI
|