TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BÜLENT BARMAKSIZ BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2018/1562)
|
|
Karar Tarihi: 15/12/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 19/1/2021-31369
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Sinan ARMAĞAN
|
Başvurucu
|
:
|
Bülent BARMAKSIZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Gülizar TUNCER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, bir gösteriye yapılan polis müdahalesi
neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin açılan ceza
soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 5/1/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Bir tekstil firması bünyesinde çalışan işçiler
4/5/2013 tarihinde işten çıkarılmalarını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndan
Galatasaray Lisesinin önüne kadar yürümek ve sonrasında basın açıklaması yapmak
istemiştir. Kolluk görevlilerine göre bu yürüyüşe yaklaşık seksen kişi
katılmıştır.
9. Yapılmak istenen yürüyüşe polis izin vermemiş ve
müdahalede bulunmuştur. Olayla ilgili olarak dördü emniyet müdürü on yedi
kolluk görevlisi tarafından aynı gün düzenlenen tutanak içeriğinin ilgili kısmı
şu şekildedir:
"...Alınan emniyet tedbirlerine
rağmen grup kortej oluşturarak 'Direne direne kazanacağız. Zafer direnen
emekçinin olacak.' şeklinde slogan atarak yürüyüşe geçip çevik kuvvet barikatı
önünde geldiğinde uyarı ve ikaza zaman bırakmadan alınan tedbiri aşmak için
barikata yüklenmeleri üzerine çevik kuvvet görevlilerince direnci kırmak için
artan oranda zor kullanılmıştır. Bu esnada kolluk görevlileri tarafından gruba
dağılması için 'Bekleme yapmayın, devam edin.' şeklinde uyarılar yapılmıştır.
Grup biraz geri çekildikten sonra tekrar toparlanarak 'Katil emniyet, katil
devlet hesap verecek.' şeklinde sloganlar atarak çevik kuvvet barikatına tekrar
yüklenerek grup içerisinden bazı şahısların emniyet görevlilerine tekme ve elle
saldırısı üzerine gruba tekrar grubun direncini kıracak ölçüde artan oranda güç
kullanılarak süpürme yöntemi ile Gümüşsuyu istikametine dağılmaları sağlanmıştır.
Olayda herhangi bir zarar ziyanın olmadığı ve göstericilerden herhangi bir
şahsın gözaltına alınmadığı tespit edilmiş olup..."
10. Başvurucu 10/5/2013 tarihinde avukatı aracılığıyla
kendisini yaralayan polis memurları, İl Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Bakanı
ve Başbakan hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık)
şikâyetçi olmuştur.
11. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde özetle işçilerin
basın açıklamasına destek olmak ve işçilerden birinin kızının yaralanmasını
protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndaki gösteriye katıldığını, basın
açıklaması başlamadan önce kolluk tarafından üzerine boyalı su sıkıldığını,
akabinde polisin cop ve çeşitli aletlerle kendisini darbettiğini, bu nedenle
vücudunun değişik yerlerinden yaralandığını belirtmiştir.
12. Aynı olayla ilgili iki kişi, 1/5/2013 ve 6/5/2013
tarihinde yaşanan farklı olaylarla ilgili olarak yine iki kişi olmak üzere
toplamda başvurucu dâhil beş kişinin 10/5/2013 tarihinde yaptığı şikâyetler
Başsavcılıkça aynı soruşturma kapsamında ele alınmıştır.
13. Başvurucunun sevk edildiği Adli Tıp Kurumu tarafından
başvurucu hakkında düzenlenen 10/5/2013 tarihli raporda "Yapılan
muayenesinde; sağ cruris üst arkada 10x8 cm, dışta 6x4 cm koyu kırmızı ekimoz,
sağ uyluk orta dışta 10x8 ve 4x3 cm koyu sarı açık yeşil ekimozlar, sol
skapular bölgede 2 ve 4 cm çaplı, sol kol üst arkada 10x6 cm koyu sarı açık
yeşil ekimoz olduğu görüldü." tespitlerine yer verilmiştir. Rapora
göre yaralanmanın başvurucu üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte değildir.
14. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde müşteki sıfatıyla
Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde; mühendis olarak
çalıştığını, tekstil işçilerinin basın açıklamasına katılmak için gösteriye
gittiğini, polisin Taksim Meydanı'na barikat kurarak yürüyüşü engellediğini,
sonrasında hiçbir uyarı yapmaksızın önce tazyikli su sıktığını, arkasından da
copla saldırdığını iddia etmiştir. Başvurucu olay nedeniyle aldığı yaraların
Adli Tıp raporuna yansıdığını, isimlerini bilmediği polislerden şikâyetçi
olduğunu belirtmiştir.
15. Başsavcılığın 21/5/2013 tarihli yazısına İl Emniyet
ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlükleri tarafından verilen cevaplarda başvurucu
hakkında 4/5/2013 tarihli olayla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmadığı
bildirilmiş ve olay yerini gösteren MOBESE kameralarının görüntüleri yazıya
eklenmiştir. Ayrıca yine Başsavcılığa verilen 21/12/2013 tarihli başka bir
cevap yazısında olay günü Taksim ve Galatasaray Meydanlarında yüz seksen
polisin görev yaptığı belirtilerek bu kişilerin isim listesi gönderilmiştir.
16. Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki şikâyet
yönünden soruşturma dosyası ayrılmış ve bu dosyayla ilgili olarak 4/6/2013
tarihinde işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
17. Yürütülen soruşturma kapsamında dört kadın polis
memurunun şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Dinlenen polis memurları
genel olarak ifadelerinde aynı ekipte görev yaptıklarını, müştekileri
tanımadıklarını, olaylar sırasında erkeklere kadın polislerin müdahale
etmediğini belirtmiştir.
18. Olay yerine ilişkin olarak emniyetin gönderdiği
MOBESE kayıtları bilirkişiye tevdi edilmek suretiyle bilirkişiden rapor
hazırlaması istenmiştir. Bilirkişinin inceleme yaptığı yedi DVD'nin soruşturma
kapsamındaki üç olayla ilgili görüntüler içerdiği anlaşılmaktadır. Hazırlanan
dört sayfalık raporda olaylara ilişkin beş fotoğraf karesine yer verilmiş ve
incelenen yedi DVD'yle ilgili olarak;
- İncelenen görüntülerde kalabalık grupların slogan
attığı, basın açıklaması yaptığı görülmekle birlikte bazı videolarda polis
amirleri olduğu düşünülen şahıslar tarafından grupların uyarıldığı, polisin
toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA), gaz tabancası ve kalkanları ile
gruplara müdahale ettiğinin görüldüğü,
- Dosya muhteviyatındaki ifadelerde bahsi geçen gaz
fişeği ile yaralama, gözaltına alınırken işkence ve darbetme olaylarına
rastlanmadığı,
- MOBESE kameralarının uzak oluşu, hareketli kameraların
çektiği görüntülerde ise meydanda bulunan şahısların büyük çoğunluğunda maske
bulunması nedeniyle dosya muhteviyatında nüfus cüzdan, fotokopileri bulunan
şahısların bu fotoğraflar üzerinden teşhis edilmesinin mümkün olmadığı
tespitlerinde bulunulmuştur.
19. Başsavcılıkça 24/10/2017 tarihinde dört kadın polis
memuru hakkında kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın ilgili
kısmı şöyledir:
"
...
01/05/2013, 04/05/2013 ve 06/05/2013
tarihli olaylara müdahale eden polis memurlarının görev listelerinin
incelenmesinde, görevli polis sayısının yüzlerce sayıda olduğu ve kamera
görüntülerinden müştekilerin yaralanmasına ait bir görüntü elde edilemediği
gibi müştekileri yaralayan polis memurlarının teşhisine yönelik başkaca bir
delil elde edilemediği, müştekilerin ifadelerinin içeriğinde şikayet edilen
polislerin teşhis edilmesi imkanını verecek bilgilerin bulunmadığını,
müştekilerin yaralanmasının yukarıda isimleri yazılı şüpheli polis memurları
tarafından gerçekleştirildiğine dair haklarında kamu davasını açmayı haklı
kılacak yeterli delil olmadığından şüpheliler kamu adına kovuşturmaya yer
olmadığına..."
20. Başsavcılık tarafından aynı tarihte daimî arama
kararı verilmiştir. Kararda kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karardan
bahsedilerek tüm araştırmalara rağmen şüphelilerin tespit edilemediği dile
getirilmiştir. Başsavcılık; kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin çok sıkı bir
şekilde araştırılarak kimliklerinin belirlenmesini, yakalandıkları takdirde
Başsavcılıkta hazır edilmelerini, aksi hâlde zamanaşımı tarihine kadar sürekli
olarak araştırmaya devam edilmesini ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda
bir bilgi verilmesini İstanbul Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Kararda
olayın failleri olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri yazılıdır.
21. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
karşı yaptığı itiraz reddedilmiş, itirazın reddi kararı başvurucuya 8/12/2017
tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 5/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
23. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce 8/11/2017 tarihinde
üçer aylık araştırma kapsamında ilgili faillerin tespitinin henüz mümkün
olmadığı ve araştırmaların devam ettiği bildirilmiştir. UYAP'ta yapılan
sorgulamada söz konusu evrak dışında soruşturma makamları tarafından başkaca
bir araştırma yapıldığını gösterir belge bulunmamaktadır.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No:
2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172,
12/6/2018, §§ 23-27, 29-45.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele
Yasağı Yönünden
1. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu; katıldığı gösteriye yapılan müdahale
sırasında kolluk tarafından darbedildiğini ve sıkılan gazdan etkilendiğini,
şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada olay yerinde çok sayıda basın mensubu
olmasına rağmen olayı kaydeden diğer kameraların görüntülerinin araştırılıp
incelenmediğini, tanık anlatımlarına başvurulmadığını, sadece dört kadın
polisin ifadelerinin alınmasıyla yetinildiğini, farklı olaylara ilişkin
soruşturmaların da gereksiz yere birlikte ele alındığını belirtmiştir. Etkisiz
yürütülen soruşturma nedeniyle sorumluların cezasız kaldığını ifade eden
başvurucu, yapılan polis müdahalesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kovuşturmaya yer
olmadığına ilişkin karara yaptığı itirazın gerekçesiz şekilde reddedilmesi
sebebiyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
27. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet
yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz.”
28. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
… kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına alınan diğer
haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı
kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu yasak bağlamında yapılmıştır.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü
muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Anayasa'nın
17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel
ilkeler
31. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması
amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet
yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve
diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
32. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından
kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı
kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir.
Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini
belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma
bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden
olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir
derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan
ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme
altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının
unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 84).
33. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de
önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki
yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı
muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu
hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur
olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması şartı aranmaz.
Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma,
kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin
gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm
cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı,
çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında
eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, §
88).
34. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 81).
35. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın
5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması
beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut
iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar
değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
36. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın
somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin
süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık
durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç
dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun
olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83).
37. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi, bir
yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür
bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir.
Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce
başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak
Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk
ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).
38. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik
güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
39. Başvurucu, katıldığı gösteriye yapılan polis
müdahalesi sırasında yakın mesafeden gaz sıkıldığını ve darbedildiğini ileri
sürmüştür.
40. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı
varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde
kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama
sorununu ele almaktadır (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, §
45).
41. Olay günü başvurucunun hakkında düzenlenen adli
muayene raporunun (bkz. § 13) içeriğinin darp iddialarını destekler mahiyette
olduğu anlaşılmaktadır. Doktor raporunun varlığı karşısında başvurucunun
iddiasının makul ve güvenilir bir delile dayandığı kabul edilmelidir. Kaldı ki
Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı ve daimî arama kararlarında
başvurucunun kimliği belirlenemeyen kamu görevlileri tarafından yaralandığı
kabul edilmiştir. Dolayısıyla kamu makamları, güç kullanımının kaçınılmaz hâle
geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür.
42. Başvurucunun da katıldığı gösteride polislerce
barikat kurularak yürüyüşe izin verilmediği anlaşılmaktadır. Kolluk görevlileri
tarafından hazırlanan tutanakta yürüyüşe izin verilmemesi üzerine gösterici
grubun barikata yüklendiği, sonrasında polislerin güç kullandığı belirtilmiştir.
Tutanakta iki ayrı güç kullanımının öncesinde ilkinde göstericilerin sadece
barikatlara yüklendiği, ikincisinde ise içlerinden bazılarının tekme ve elle
kolluğa saldırdığı ifade edilmektedir.
43. Başvurucunun güç kullanımına sebep olacak eylemler
sergilediğine ilişkin kolluk tarafından yapılmış bir tespit veya soruşturma
dosyasında yer alan bir delil bulunmamaktadır. Emniyet Müdürlüklerinden gelen
yazı cevaplarında da başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı
ifade edilmiştir. Başsavcılık kararlarında da başvurucunun kendisine müdahale
edilmesini gerektirir davranışlar icra ettiğine işaret eden bir veriden
bahsedilmemiştir.
44. Soruşturma dosyasında yer alan deliller ve bu
tespitler karşısında katıldığı gösteride polis müdahalesiyle darbedildiği
anlaşılan başvurucunun kendi davranışlarından dolayı fiziksel güce
başvurulduğunu kabul etmenin mümkün olmaması karşısında güç kullanılmasının
kaçınılmaz hâle geldiğinin kamu makamlarınca kanıtlanamadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
45. Diğer taraftan olaydan altı gün sonra şikâyetçi olan
başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporunda gaz sıkılmasına bağlı fiziksel
bir bulguya veya hassasiyete yer verilmediği, ayrıca şikâyet dilekçesinde bu
hususa ilişkin bir anlatım bulunmadığı dikkate alındığında başvurucunun gaz
kullanımı konusundaki iddiasının esasına ilişkin bir değerlendirme
yapılabilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır.
46. Bu aşamadan sonra kolluk görevlileri tarafından
gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu
kapsamda başvurucunun vücudunun değişik yerlerinde birçok yaralanma meydana
gelmesi, Adli Tıp raporuna göre yaralanmanın etkisinin basit bir müdahaleyle
giderilemeyecek nitelikte olması hususları ve somut olay bir bütün olarak
değerlendirildiğinde eylemin eziyet şeklinde nitelendirilmesi mümkün
görülmüştür.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. Anayasa'nın
17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel
İlkeler
48. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları
olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında
meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 110).
49. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili
resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî
dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
50. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü
muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve
derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer olay ve olguları
ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı, soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını
temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması,
bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve
bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, §
116).
51. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının-
özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için
ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir.
Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda
yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde
genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak
sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü
hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem
Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019 §34).
52. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan
husus -sonuçta alınan kararın niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde
başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne
olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu
tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından
yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin
Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 86).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
53. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine
Başsavcılık tarafından soruşturma başlatılmış, sorumluların kimliklerinin
tespiti amacıyla olay günü görev yapan kolluk görevlilerinin isimleri tespit
edilmiştir. Buna göre Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği yazıda çok sayıda kişinin
isminin yer aldığı görülmektedir.
54. Soruşturmada isimleri belirlenen kolluk
görevlilerinden sadece dördü şüpheli sıfatıyla dinlenmiştir. Dinlenen polis
memurları ifadelerinde olayda yer almadıklarını söylemiştir.
55. Başsavcılık, ifadesi alınan dört polis memuru
hakkında olay yerinde çok sayıda polisin görev yaptığı, başvurucunun da
aralarında olduğu şikâyetçilerin yaralanmasına ilişkin görüntü kaydı elde
edilemediği, olayın faili olan polis memurlarının teşhisine imkân veren delil
bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiş;
sonrasında bu karara atıf yaparak soruşturmayı üçer aylık sürelerle gözden
geçirilmek üzere daimî aramaya almıştır. Daimî arama kararı verilen 2017
tarihinden başvurunun incelenme tarihine kadar soruşturmada hiçbir işlem
yapılmamıştır.
56. Başvurucu, kolluğun gösteriye müdahalesi sırasında
yaralanmıştır. Başsavcılık tarafından sorumluların kimliklerinin belirlenmesi
amacıyla sadece dört polis memurunun savunması alınmış, başkaca hiçbir polis
memuru tanık sıfatıyla dahi ifade vermemiştir.
57. Toplumsal bir olaya yapılan müdahale sırasında olay
yerinde görüntü kaydı yapan çok sayıda kamu görevlisi veya sivil kişi ile
işyeri güvenlik kamerası bulunması güçlü bir olasılık iken Başsavcılık sadece
MOBESE kayıtlarıyla sınırlı bir inceleme yapmıştır. Öte yandan görüntülere
ilişkin bilirkişi raporunda gösteri alanında bulunan kişilerin maskeli olması
nedeniyle şikâyetçilere ait dosyadaki fotoğraflarla görüntülerdeki kişilerin
eşleştirilebilmesinin mümkün olmadığı belirtilmesine rağmen başvurucuya söz
konusu görüntüler izlettirilip yaralanmasına sebep olan eylemler ile eylemleri
gerçekleştiren kolluk görevlilerini tespit etmesi imkânı sağlanmamıştır.
58. Başsavcılık tarafından dört yılı aşkın süredir sorumluların
tespitinin yapılamamış olduğu, yaklaşık son üç yıldır soruşturmanın daimî
aramada beklediği, bu süre içinde olayın faillerinin tespitine ilişkin esaslı
bir işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme
kaydedilmediği kanaatine varılmıştır.
59. Eziyet boyutuna varan yaralamaya sebep olan kolluk
görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları
tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesi, buna mukabil soruşturmada
daimî arama kararı verilmesi nedeniyle soruşturmanın özenli ve süratli
yürütülmesi yükümlülüğünün yerine getirilmediği değerlendirilmiştir. Farklı
tarihli olaylara ilişkin soruşturmaların -şikâyet tarihlerinin aynı olması
dışında aralarında bir irtibat bulunmamasına rağmen- birlikte yürütülmesinin
soruşturmadaki özensizliğe sebep olan faktörlerden biri olduğu da ayrıca
vurgulanmalıdır.
60. Dolayısıyla maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için
gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Başsavcılıkça
yapılan soruşturmada Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan eziyet yasağı açısından gerekli özenin gösterilmediği
anlaşılmıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucu, hiçbir uyarı yapılmaksızın kolluk
tarafından aşırı güç kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
63. Somut olayda kolluk görevlilerinin göstericilerin
yürüyüşüne izin vermemesi, sonrasında ise güç kullanarak gösteriyi dağıtmasının
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu görülmekle
birlikte somut başvurudaki asıl meselenin kolluk görevlilerinin göstericileri
dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin tespit
edilmesi olduğu değerlendirilmiştir. Kaldı ki soruşturma dosyasındaki birtakım
eksikliklerin gösterinin seyrini ve müdahalelerin gerçekleşme koşullarını
incelemeyi engellediği görülmektedir.
64. Bu durumda kötü muamele yasağına ilişkin olarak
yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
bulunmadığı kanaatine varılmıştır (örnek bir karar için bkz. Alper Can Aykaç
ve diğerleri, B. No: 2015/16563, 23/6/2020, §§ 83-85).
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
66. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
67. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ( [GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale
neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
69. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak
amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir
giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal
kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin
yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin
sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
70. Başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kovuşturmaya yer olmadığı
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
71. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
72. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul
boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 65.000 TL ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
73. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin
boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (İhlal kararı 2013/68242
numaralı soruşturma dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 65.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.