TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
FATMA ELALDIRSIN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/16483)
Karar Tarihi: 14/9/2021
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
M. Emin KUZ
Basri BAĞCI
Raportör
Ayhan KILIÇ
Başvurucu
Fatma ELALDIRSIN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, riskli yapı kapsamına alınan binanın yeniden inşasına rıza göstermeyen paydaşın hissesinin kamu otoritelerince açık artırmayla satılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/6/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1952 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.
10. Başvurucu, İstanbul ili Pendik ilçesi Batı Mahallesi'nde kâin 189 pafta 757 ada 143 parsel numaralı 623 m² yüz ölçümüne sahip taşınmazın 1/4 oranında (155,75 m²) paydaşıdır. Taşınmazın üzerinde iki katlı bir yapı bulunmaktadır. Başvurucu, bu yapının kendisiyle bir ilgisinin bulunmadığını belirtmektedir.
11. Söz konusu taşınmazın üzerinde bulunan yapı 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'un 6. maddesi uyarınca riskli yapı olarak belirlenmiştir. Başvurucu, beyanına göre tapu siciline "riskli yapı belirtmesi" şerhinin konulduğunu öğrenmesi üzerine 10/12/2015 tarihinde Pendik Belediyesi Başkanlığına (Belediye) müracaat ederek taşınmazın kendi hissesine isabet eden kısmı yönünden riskli yapı tespitinin kaldırılmasını talep etmiştir. Belediye tarafından başvurucuya gönderilen 14/12/2015 tarihli yazıda başvurucunun hissesine sehven düşülen şerhin kaldırılması için ilgili kuruma bildirim yapılacağı belirtilmiştir. Ancak taşınmazın riskli yapı statüsünde herhangi bir değişikliğin yapılmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun anılan binanın riskli yapı olarak tespit edilmesine ilişkin işleme karşı dava açtığına dair bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır.
12. Taşınmazın başvurucu dışındaki diğer paydaşları, taşınmaz üzerindeki binanın yıkılarak yeniden inşa edilmesini kararlaştırmıştır. Ancak başvurucu, davet edilmesine rağmen bu kararın alındığı toplantıya iştirak etmemiştir. Bunun üzerine diğer paydaşlar başvurucunun hissesinin 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca resen satılması için İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne (Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü) müracaat etmiştir. Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından başvurucunun hissesinin tahminî bedeli (2.750x155,75 m²) 428.312,50 TL olarak tespit edildikten sonra 22/3/2016 tarihinde saat 11.30'da açık artırmayla satış ihalesi yapılmıştır. Başvurucu ihaleye katılmamıştır. İhale neticesinde başvurucunun hissesi 428.312,50 TL bedelle paydaşlardan E.İ.ye satılmıştır.
13. Başvurucu 29/3/2016 tarihinde İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) kıymet takdiri, satış işleminin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde, hissenin rayiç bedelinin düşük belirlendiğine yönelik iddialar ileri sürülmüştür. Bu bağlamda nitelikleri itibarıyla daha iyi olmadığı öne sürülen emsal bir taşınmazın metrekare birim değerinin 3.860 TL olarak belirlendiği iddia edilmiş, ayrıca bölgedeki rayiç piyasa değerlerini gösteren bilgiler dava dilekçesine eklenmiştir. Dava dilekçesinde ayrıca taşınmaz üzerindeki yapının başvurucuyla bir ilgisinin bulunmadığı, bu nedenle taşınmazın tümünün riskli yapı olarak ilan edilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Dava dilekçesinde son olarak İstanbul Anadolu 5. Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan ortaklığın giderilmesi davasının derdest olduğu, bu dava sonuçlanmadan hissenin idare tarafından satılmasının hukuka uygun olmadığı ifade edilmiştir.
14. Mahkeme 8/6/2016 tarihinde kıymet takdiri ve satış işlemi hakkında yürütmenin durdurulması kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun arazi üzerinde herhangi bir yapısının bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucu tarafından ortaklığın giderilmesi için adli yargıda dava açıldığına dikkat çekildikten sonra ortaklığın 6306 sayılı Kanun kapsamında giderilebilmesi için hisseli maliklerin hem araziye hem de yapıya paydaş olmaları gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemeye göre aksi yorumun kabulü hâlinde hisseli malik olunan bir arazide paydaşlardan birinin riskli yapı kapsamına alınabilecek bir yapı inşa etmek suretiyle 6306 sayılı Kanun kapsamında idari yoldan satış işlemleri başlatmak ve böylece yargısal süreci devre dışı bırakarak ortaklardan bir veya birkaçının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ve Anayasa'da güvence altına alınan mülkiyet hakları ihlal edilecektir. Mahkeme, ortaklardan yalnız birine ait olan riskli yapı esas alınarak 6306 sayılı Kanun kapsamında uygulama işlemlerine başlanamayacağı sonucuna ulaşmıştır.
15. Mahkeme 29/11/2016 tarihinde yürütmenin durdurulması kararındaki gerekçeyle idari işlemi iptal etmiştir.
16. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunu inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 24/4/2017 tarihinde mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin karar tarihinde yürürlükte bulunan versiyonuna yer verildikten sonra 6306 sayılı Kanun kapsamında riskli yapı olduğu tespit edilen taşınmazlarda yeniden bina yaptırılmasına veya payların satışına, yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verileceği hususunda tartışma bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, riskli yapının bulunduğu taşınmazın 1/4 oranında hissedarı olan ve çoğunluk kararına katılmayan başvurucunun hissesinin satılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda, başvurucunun kıymet takdirine yönelik iddialarıyla ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Gerekçeli kararda kararın "temyizi kabil olmamak üzere" verildiği ibaresi yer almaktadır.
17. Başvurucu, bu kararı temyiz ettiğine dair dilekçeyi Bölge İdare Mahkemesine sunmuştur. Ancak Bölge İdare Mahkemesi 3/8/2017 tarihinde kararın kesin olduğu gerekçesiyle temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı da yedi günlük yasal süresi içinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, karara karşı temyiz yolunun kanunen açık olduğunu vurguladıktan sonra dava dilekçesindeki iddiaları tekrarlamıştır. Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) temyiz isteminin esasını inceleyerek 29/3/2018 tarihinde Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 30/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 18/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Genel kurallar" kenar başlıklı 688. maddesi şöyledir:
"Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir.
Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır.
Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur. Pay devredilebilir, rehnedilebilir ve alacaklılar tarafından haczettirilebilir."
20. 4721 sayılı Kanun'un "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Olağanüstü yönetim işleri ve tasarruflar" kenar başlıklı 692. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması, oybirliğiyle aksi kararlaştırılmış olmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır."
21. 4721 sayılı Kanun'un "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Paylaşma istemi" kenar başlıklı 698. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Hukukî bir işlem gereğince veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı mülkiyeti devam ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını isteyebilir"
22. 4721 sayılı Kanun'un "Paylı mülkiyet"i düzenleyen kısmının "Paylaşma biçimi" kenar başlıklı 699. maddesi şöyledir:
"Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirilir.
Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar verir.
Bölme istemi durum ve koşullara uygun görülmezse ve özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa hükmolunur. Satışın paydaşlar arasında artırmayla yapılmasına karar verilmesi, bütün paydaşların rızasına bağlıdır."
23. 6306 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;
...
d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı,
ifade eder."
24. 6306 sayılı Kanun'un "Tespit, taşınmaz devri ve tescil" kenar başlıklı 3. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya İdareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek İdareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya İdarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır.
Riskli yapılar, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde Bakanlık veya İdare tarafından ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu kütüğüne işlenen belirtmeler hakkında, ilgili tapu müdürlüğünce ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verilir."
25. 6306 sayılı Kanun'un "Uygulama işlemleri" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir:
"(1) Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan taşınmazın niteliği, ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit ve ifraz işlemleri Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır."
26. 6306 sayılı Kanun'un "Uygulama işlemleri" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 14/4/2016 tarihli ve 6704 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle değişik hâli şöyledir:
"(1) Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Taşınmazların niteliği resen mevcut duruma göre tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Belirtilen haklar ve şerhler, tapuda; tevhit, ifraz, terk, tescil, kat irtifakı ve kat mülkiyeti tesisine ilişkin işlemlerin yapılmasına engel teşkil etmez ve bu işlemlerde muvafakat aranmaz. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit, ifraz, terk, ihdas ve tescil işlemleri muvafakat aranmaksızın Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etap veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde, yapılar yıktırılmadan önce, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine, yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek ve bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır. Açık artırma ile satışı yapılacak payların üzerindeki ipotek, ihtiyati haciz, haciz ve intifa hakkı gibi haklar, satış sonrasında satış bedeli üzerinde devam eder. Satış işlemi sonrasında tapu kaydındaki haklar ve şerhler Bakanlığın talebi üzerine tapu müdürlüğünce resen terkin edilir."
27. 6306 sayılı Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan genel gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bilindiği üzere, Ülkemizin çok mühim bir kısmı, başta deprem olmak üzere tabiî afetlerin riski altındadır. Buna rağmen, mevcut yapıların büyük bir kısmının muhtemel afetlere karşı dayanıklı olmadıkları ve orta şiddetteki bir depremde bile ağır derecede hasar görüp yıkıldıkları, bundan dolayı sosyo-ekonomik problemlerin yaşandığı ve Devletin beklenmedik bir anda büyük malî külfetler ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. Onbinlerce insanın ölümüne ve çok yüksek malî kayıplara sebebiyet veren ve 1999 yılında Marmara Bölgesinde vuku bulan büyük deprem felâketleri, müteakip depremler ve en son olarak 2011 yılında Van’da meydana gelen deprem ile bu gerçek acı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ülkemizin bazı yerleri ve buralardaki yerleşim merkezleri hâlen çok yüksek deprem riski altındadır. Örneğin, İstanbul’un yakın bir zaman içinde çok şiddetli bir depremle karşı karşıya kalacağı, bu hususta ihtisas sahibi bilim adamlarınca ifade edilmektedir. Bazı yerleşim merkezlerinin jeolojik durumu ve zemin özellikleri ise, buralarda iskânın tehlikeler arz ettiğini ve afet riski altında bulunan bu yerleşim merkezlerinin bir an önce bulundukları yerlerde dönüştürülerek buralardaki iskânın yeniden düzenlenmesini ve hatta bunların başka yerlere nakledilmesini zarurî kılmaktadır.
Kanun sayesinde, başta deprem olmak üzere tabiî afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıpları önlenecek; mülkiyet haklarına saygı, sağlıklı ve düzenli yerleşme, daha az maliyet ile en fazla sosyal faydanın temin edilmesi, kaynakların plânlı, sağlıklı ve verimli kullanılması ilkelerinin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktır.
Özellikle belirtilmelidir ki afet riski altında olduğu kabûl edilen yerlerde deprem afeti meydana gelmeden önce buralardaki meskenlerin, işyerlerinin ve sanayi tesislerinin yeni alanlara nakledilmesi sayesinde, yerleşme ve yapı emniyeti temin edilecek ve muhtemel can ve mal kayıpları ile iktisadî ve sosyal diğer zararların en aza indirilmesi mümkün olacaktır. Ayrıca, hâlihazırda yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılaşmalar ortadan kaldırılabilecek, estetik yapılar inşa edilecek ve halkın daha sıhhatli ve emniyetli şartlar altında ikameti de temin edilecektir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 14/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucu, diğer paydaşların dayatmalarıyla taşınmazının iradesi dışında satılmış olmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmektedir. Başvurucu, ortaklığın giderilmesi davası devam ettiği hâlde taşınmazının piyasa şartlarının altında takdir edilen kıymet üzerinden satışından yakınmaktadır. Başvurucu, hissesinin malikler tarafından teklif edilen 483.750 TL'den daha düşük bir bedel olan 428.312,50 TL'ye satıldığını vurgulamaktadır. Başvurucu, binanın kendisine ait olmadığını belirtmekte ve dava devam ederken 6704 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle 6036 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle binada paydaş olunması şartının kaldırılmasından şikâyet etmektedir. Başvurucuya göre kanunlar geriye yürütülmüş ve kazanılmış hakkı ihlal edilmiştir. Toplamda 600.000 TL zarara uğratıldığını iddia eden başvurucu, resen satış işlemiyle E.İ.ye haksız kazanç sağlandığını ileri sürmüştür.
30. Bakanlık görüşünde, temyiz yolu kapalı olan karara karşı temyiz yolu tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun süresinde olmadığı belirtilmiştir.
31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Dairenin temyiz isteminin esasını incelediğine dikkat çekerek başvurunun süresinde olduğunu savunmuştur. Başvurucu, esasa ilişkin olarak ise başvuru formundaki iddiaları tekrar etmiştir. Ek olarak taşınmaz için toplam 1.935.000 TL değer belirlendiğini, kendi hissesine (1/4) düşen tutarın 483.750 TL olması gerekirken 428.312,50 TL şeklinde hesaplandığını ve bunun bariz takdir hatası teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu yöndeki iddialarının Bölge İdare Mahkemesince dikkate alınmadığından ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verildiğinden yakınmıştır.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Bakanlık, temyiz yolu kapalı olan karara karşı temyiz yoluna başvurulduktan sonra yapılan başvurunun süresinde olmadığını ileri sürdüğünden öncelikle bu iddianın değerlendirilmesi gerekir.
34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruların yapılması gerekmektedir (Bilent Aktaş ve diğerleri, B. No: 2014/19389, 7/12/2016, § 11).
35. Etkili olmadığı açıkça belli olan yolların tüketilmesinden sonra bireysel başvuru yapılması hâlinde süre aşımı söz konusu olabilir. Buna karşılık etkili olup olmadığı ancak nitelikli bir hukuki tartışmadan sonra ortaya çıkan bir yolun tüketilmesinin ardından yapılan bireysel başvurunun esasının incelenmesi gerekir. Bu nedenle bir başvuru yolunun makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolu olup olmadığının her somut olayın özel şartları içinde denetlenmesi gerekmektedir (Murat Durmuş, B. No: 2015/13800, 9/6/2020, § 22).
36. Bölge İdare Mahkemesinin 24/4/2017 tarihli kararında kararın "temyizi kabil olmamak üzere" verildiği belirtilmiş ise de Daire başvurucunun temyiz talebinin esasını incelemiş ve temyiz talebini esastan reddetmiştir. Dolayısıyla temyiz yolunun somut olayda etkili bir biçimde işlediği görülmektedir. Bu itibarla temyiz yoluna başvurulmasından sonra ve temyiz merciinin verdiği kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde yapılan başvurunun süresinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle Bakanlığın itirazının reddi gerekir.
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
38. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
39. Somut olayda başvurucunun İstanbul ili Pendik ilçesi Batı Mahallesi'nde kâin 189 pafta 757 ada 143 parsel numaralı 623 m² yüz ölçümüne sahip taşınmazın 1/4 oranında paydaşı olduğu sabit olduğuna göre mülkün varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
40. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
41. Başvurucunun hissesinin rızası dışında satılması mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır. Satış işlemi sonucu başvurucunun taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını yitirdiği gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
42. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
43. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
44. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
45. Başvurucunun taşınmazı 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına dayanılarak satılmıştır. Anılan fıkranın satış tarihinde yürürlükte bulunan hâline göre üzerindeki binanın riskli olarak tespit edilmesi ve yıkılması nedeniyle arsa hâline gelen taşınmazların tevhit edilmesine, münferit olarak veya birleştirilerek yada imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır.
46. Başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazın üzerindeki iki katlı yapının riskli yapı olarak tespit edildiği noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucunun bu işleme karşı dava açtığına ilişkin herhangi bir bilgi bireysel başvuru dosyasında mevcut değildir. Diğer taraftan başvurucunun diğer hissedarların taşınmaz üzerinde yeniden bina inşa edilmesi yolundaki kararına katılmadığı ve diğer hissedarların pay itibarıyla üçte iki çoğunluğu sağladığı da açıktır. Bu durumda taşınmaz üzerinde yeniden bina inşa edilmesi kararına rıza göstermeyen başvurucunun hissesinin Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından satılmasının kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmıştır.
47. Başvurucu, taşınmazın üzerindeki yapıyla bir ilgisinin bulunmaması sebebiyle kendi hissesinin riskli yapı olarak tespit edilmesinin hukuki temelinin bulunmadığını ileri sürmekte ise de taşınmazın müşterek mülkiyet hükümlerine tabi olduğu not edilmelidir. Müşterek mülkiyette her paydaş taşınmazın her zerresine hissesi oranında maliktir. Taşınmaz üzerindeki yapının paydaşlardan birinin kullanımında olması her paydaşın taşınmazın tamamına malik olduğu gerçeğini etkilememektedir. Kaldı ki başvurucunun rızası dışında taşınmazın bir bölümünde bina inşa edildiğine ilişkin bir iddiası bulunmamaktadır. Ayrıca yapı, başvurucunun rızası dışında inşa edilmiş olsa bile -taşınmazın tek bir parsel olduğu gözetildiğinde- bu durum taşınmazın tamamının riskli yapı olarak belirlenmesini kanuni temelden yoksun hâle getirmemektedir.
ii. Meşru Amaç
48. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
49. 6306 sayılı Kanun'da riskli alan kapsamında kalan veya riskli yapı ilan edilen taşınmazlarla ilgili olarak mülkiyet hakkına yönelik birçok kısıtlama getirildiği görülmektedir. Bu bağlamda riskli yapı olarak tespit edilen binaların yıktırılmasına, söz konusu binanın bulunduğu arsanın cins değişikliği, birleştirme, ifraz ve parselasyon işlemlerine tabi tutulmasına, malikin rızası dışında satışına yönelik olarak mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden birtakım uygulamaların gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.
50. 6306 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde deprem riski altındaki alanlar, afetler bakımından risk taşıdığı ilmî ve teknik araştırmalar ile belirlenmiş alanlar, jeolojik durumu ve zemin özellikleri itibarıyla iskânın tehlike arz ettiği alanlar ile yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarıyla da çirkin olan yapılaşmaların bulunduğu alanların riskli alanlar arasında sayıldığı gözlemlenmektedir. Genel gerekçeden 6306 sayılı Kanun’un genel amacının afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenileme olduğu anlaşılmaktadır (AYM, E.2012/87, K.2014/41, 27/2/2014). Dolayısıyla üzerindeki yapının riskli olduğu tespit edilen taşınmazın 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasında kamu yararına dönük meşru bir amacın bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
51. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
52. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
53. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasının yanında gerekli olması da gerekir. Gereklilik yukarıda da belirtildiği üzere hakka müdahale teşkil eden birden fazla araç arasından hakkı en az zedeleyen aracın seçilmesini ifade etmektedir. Hak ve özgürlüğü sınırlayan tedbirlerden hangisi diğerlerine nazaran hakkın norm alanına daha az müdahale edilmesi sonucunu doğuruyorsa o tedbirin tercih edilmesi gerekir. Bununla birlikte hakka müdahale oluşturacak aracın seçiminde kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir payının bulunduğu da kabul edilmelidir. Zira yetkili kamu makamları, öngörülen amaca ulaşılması bakımından hangi aracın etkili ve verimli sonuçlar doğuracağına ilişkin olarak isabetli karar verme noktasında daha iyi bir konumdadır. Özellikle alternatif aracın bulunmadığı veya mevcut alternatiflerin öngörülen meşru amaca ulaşılması bakımından etkili olmadığı ya da daha az etkili olduğu durumlarda kamu makamlarının araç seçimi hususundaki tercih yetkisinin gereklilik kriterini sağlamadığının söylenebilmesi için çok güçlü nedenlerin bulunması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 48).
54. Öte yandan mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., § 49).
55. Seçilen aracın ulaşılmak istenen amaçla kıyaslandığında bireye orantısız bir külfet yüklemiş olduğunun saptanması, ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için bazı hâllerde tek başına yeterli olmayabilir. Kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların var olup olmadığı da büyük önem taşımaktadır. Elverişli ve gerekli olduğu hükmüne varılan aracın seçilmiş olması nedeniyle kişiye yüklenen aşırı külfeti hafifleten hukuksal mekanizmalar mevcutsa bir ihlalin olmadığı sonucuna varılabilir (D.C., § 50).
56. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından ehemmiyet arz etmektedir (D.C., § 52; başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, §§ 74-89;buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 57-72).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Olayda başvurucunun hissedarı olduğu 623 m² büyüklüğündeki taşınmazın üzerinde bulunan yapının riskli olduğunun tespit edilmesi nedeniyle tüm taşınmaz, 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen binanın üzerinde bulunduğu arsanın bütünüyle riskli yapı kategorisine alınmasının başta deprem olmak üzere tabii afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıplarının önlenmesi amacına ulaşılmasına elverişli olduğu açıktır.
58. Müdahalenin gerekliliği noktasında başvurucunun mülkiyet hakkına daha az müdahale teşkil eden bir aracın bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Başvurucu kendi hissesinin 6306 sayılı Kanun'dan kaynaklı kısıtlamalara tabi tutulmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmektedir.
59. İhtilaf konusu taşınmaz müşterek mülkiyet hükümlerine tabi tek bir parselden oluşmaktadır. Müşterek mülkiyet ilişkisinin hukuki niteliği gözetildiğinde -birden fazla parsele bölünmedikçe- taşınmazın kısmi olarak 6306 sayılı Kanun'a tabi tutulması makul olmadığı gibi 6306 sayılı Kanun'da öngörülen amaca erişilmesini de imkânsız kılacaktır. Bu itibarla kamu makamlarının başvurucunun hissesinin riskli yapı şerhinin kapsamı dışında tutulması seçeneğini tercih etmeye zorlanmalarının mümkün olamayacağı kanaatine varılmıştır.
60. Taşınmazın birden fazla parsele bölünerek sadece riskli yapının isabet ettiği parçanın 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasının daha az kısıtlayıcı bir araç olacağı muhakkaktır. Ancak başvurucunun kamu makamları nezdinde bu yönde bir girişimde bulunduğu veya derece mahkemelerinde bir iddia öne sürdüğü görülmediği gibi -kamu makamlarının imar düzenlemeleri konusunda haiz olduğu takdir yetkisinin genişliği gözetildiğinde- kamu makamlarına bu şekilde bir külfet yüklenmesinin isabetli olmayacağı değerlendirilmiştir.
61. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin 6306 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (7) numaralı fıkrasını incelediği kararında Kanun’un uygulanması için belirlenen alanların sınırları içinde olup riskli yapılar dışında kalan diğer yapılardan uygulama bütünlüğü bakımından Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca gerekli görülen yapıların da kanun hükümlerine tabi olmasının mülkiyet hakkını ihlal etmediğine karar verdiği dikkate alınmalıdır (AYM, E.2012/87, K.2014/41, 27/2/2014). Anayasa Mahkemesinin riskli yapı olmayıp riskli alan içinde kalan diğer taşınmazlara ilişkin olarak yaptığı değerlendirmenin aynı parselin riskli binanın konumlanmadığı bölümleri için evleviyetle geçerli olması gerekir. Dolayısıyla uygulama bütünlüğünün sağlanması için parselin bütününün 6306 sayılı Kanun'daki kısıtlamalara tabi tutulmasının kamu makamlarının takdir yetkisinin kapsamında kaldığı kabul edilmiştir.
62. Bu bağlamda Bölge İdare Mahkemesi kararında 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 6704 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle değişik hâline dayanılarak değerlendirme yapılmış ise de müşterek mülkiyetin yukarıda temas edilen hukuksal mahiyeti gözetildiğinde bunun yapılacak anayasal değerlendirmeyi etkilemeyeceği anlaşılmıştır.
63. Öte yandan başvurucunun hissesinin rızası dışında satılmasının da gereklilik kriteri yönünden değerlendirilmesi gerekir. Öncelikle başvurucunun ortaklığın sonlandırılmasına yönelik bir şikâyetinin bulunmadığının altı çizilmelidir. Nitekim başvurucunun kendisi de İstanbul Anadolu 5. Sulh Hukuk Mahkemesinde ortaklığın giderilmesi davası açmıştır. Başvurucunun esas şikâyetinin hissesinin 6306 sayılı Kanun kapsamında satılmış olmasına yöneliktir. Başvurucuya göre bu Kanun çerçevesinde yapılan satış işlemi sonucu hissesi gerçek değerinin oldukça altında bir bedelle satılmıştır.
64. Yukarıda ifade edildiği gibi 6306 sayılı Kanun'da öngörülen kısıtlamaların temel amacı riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenileme faaliyetlerinin yapılmasıdır (bkz. § 50). 6306 sayılı Kanun'un 6. maddesi iyileştirme, tasfiye ve yenileme uygulamalarının öncelikle maliklerince yapılmasını öngörmüştür. Ancak maliklerin tümünün taşınmazın değerlendirilme yöntemi -yeniden bina yapılıp yapılmayacağı konusu- hakkında hemfikir olmaması ihtimalini de gözeten kanun koyucu değerlendirme yöntemine rıza göstermeyen ve azınlıkta kalan paydaşların rızasına mutlak üstünlük tanımamış, kanunun öngördüğü amaç çerçevesinde uygulama yapılmasının akamete uğramasını önlemek adına paydaşların hisse itibarıyla üçte iki çoğunluğunun kararını yeterli görmüştür. Riskli yapıların bulunduğu alanların yenilenmesinin ve iyileştirilmesinin mal ve can güvenliği yönünden sağladığı kamusal menfaat gözetildiğinde hissedarların üçte biri veya daha az kısmının değerlendirme yöntemi konusundaki olumsuz iradelerine geçerlilik tanınmamasının ve rıza göstermeyen paydaşların hisselerinin satılmasının öngörülmesinin kamu makamlarının takdir yetkisi dâhilinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
65. Son olarak müdahalenin orantılı olup olmadığının incelenmesi gerekir. Bu kapsamda ilk olarak vurgulanacak husus hissesi satılan paydaşın bedelsiz olarak mülkünden yoksun kalmadığıdır. Değerlendirme yöntemine rıza göstermeyen paydaşın hissesinin satılması ona oldukça ağır bir külfet yüklemektedir. Ancak bu külfet hissenin rayiç bedelinin paydaşa ödenmesi suretiyle telafi edilmektedir. Bu bağlamda değerleme ve satış işleminin satış talep eden paydaşlar tarafından değil Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünce yapılması önemli bir güvence teşkil etmektedir. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığının değerleme ve satış işlemine karşı idari yargıda dava yolu açık olup taşınmazın rayiç bedelinin düşük belirlendiği iddialarının yargı mercilerince denetlenmesi mümkündür. Tüm bunlar gözetildiğinde hissesi satılan malikin menfaatlerinin de yeterince hesaba katıldığı ve ona yüklenen külfeti dengeleyecek mekanizmaların yasal düzeyde mevcut olduğu kanaatine varılmıştır.
66. Yasal düzeyde yeterli görülen usul güvencelerinin fiilen sağlanıp sağlanmadığının da irdelenmesi gereklidir. Somut olayda başvurucunun hissesinin rayiç bedeli Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından 428.312,50 TL olarak tespit edilmiş, bu bedel üzerinden başvurucunun hissesi paydaşlardan biri olan E.İ.ye satılmış, satış bedeli başvurucuya ödenmiştir. Başvurucu; derece mahkemesindeki dava dilekçesinde, hissesinin rayiç bedelinin düşük belirlendiğine yönelik iddialar ileri sürmüştür. Bu bağlamda nitelikleri itibarıyla daha iyi olmadığı öne sürülen emsal bir taşınmazın metrekare birim değerinin 3.860 TL olarak belirlendiği iddia edilmiş ve ayrıca bölgedeki rayiç piyasa değerlerini gösteren bilgiler de dava dilekçesine eklenmiştir. Buna karşılık Bölge İdare Mahkemesinin başvurucunun rayiç bedelin düşük belirlendiği iddiasıyla ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapmadığı görülmektedir. Bölge İdare Mahkemesi riskli yapı tespitinin tüm taşınmaza sâri kılınmasının hukuka uygun olduğunu tespit etmiş ancak davanın değer takdiriyle ilgili kısmına yönelik olarak bir irdeleme yapmamıştır.
67. Başvurucunun hissesinin iradesi dışında satılması suretiyle başvurucuya yüklenen külfetin dengelenmesinde taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi önem taşımaktadır. Bu itibarla başvurucunun değer takdirine ve satış bedeline yönelik itirazlarının incelenmemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin dengelenmesi amacıyla getirilen güvencelerin somut olayda sağlanmaması sonucunu doğurmuştur. Anayasa'nın 35. maddesinin bir gereği olan usul güvencelerinin somut olayda temin edilmemesi, başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı karşısında dengelenmesini engellemiştir.
68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
69. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
70. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini, yeniden yargılama yapılmasına ve 600.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
73. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
74. İncelenen başvuruda, başvurucunun hissesinin değerinin takdirine ilişkin iddialarının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
75. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
76. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine (E.2016/599, K.2016/2210) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.