TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET HANİFİ ŞELEM BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/24557)
|
|
Karar Tarihi: 19/10/2021
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Hanifi ŞELEM
|
Vekili
|
:
|
Av. Mesut ÖZER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, gerekçeli karar tebliğ edilmeden tefhim
dikkate alınarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, bir bankayla konut finansmanı sözleşmesi
yapmıştır. Başvurucunun borcunu ödemediği gerekçesiyle alacaklı banka
tarafından 29/9/2017 tarihinde başvurucu aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi
yoluyla takip başlatılmıştır.
9. İcra emri başvurucunun iki farklı adresine tebliğe
çıkarılmıştır. Başvurucuya ulaşılamadığı gerekçesiyle icra emri mahalle
muhtarına 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi
gereğince tebliğ edilmiş ve haber kâğıdı başvurucunun kapısına
yapıştırılmıştır. Başvurucunun ipotekli gayrimenkulünün kıymet takdir ve satış
ilanı da aynı adresine tebliğ edilmiştir. Başvurucunun ipotekli gayrimenkulü
15/1/2018 tarihli ihaleyle satılmıştır.
10. Başvurucu; kıymet takdiri raporunun usulüne uygun
tebliğ edilmediğini, taşınmaz satışı kıymet takdirinde taşınmaz değerinin çok
altında bedel belirlendiğini iddia ederek icra mahkemesinde ihalenin feshi
davası açmıştır.
11. Ankara 15. İcra Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafların
katıldığı 26/4/2018 tarihli duruşmada kısa kararla davanın reddine, ihale
bedeli üzerinden %20 para cezasının başvurucudan alınarak Hazineye gelir
kaydına karar vermiştir. Kısa kararda kararın taraflara tefhim veya
tebliğinden itibaren 10 günlük yasal süre içinde istinaf yolunun açık
olduğu belirtilmiştir.
12. Mahkeme 4/5/2018 tarihinde gerekçeli kararı
yazmıştır. Kararda, ihaleye ilişkin tebliğ işlemlerinde yasal eksiklik ve
usulsüzlük olmadığı, başvurucunun konut kredisi sözleşmesinde belirtilen
adresine tebligat yapıldığı ifade edilmiş; taşınmazın da kıymet takdiri
raporuna göre belirtilen değerin %50'sinden fazla değere satıldığı vurgulanarak
davanın reddine, ihale bedeli üzerinden %20 para cezasına hükmedilmesine karar
verilmiştir. Tarafların tefhim veya tebliğinden itibaren on günlük yasal süre
içinde istinaf yolunun açık olduğu kararda belirtilmiştir. Gerekçeli karar taraflara
tebliğ edilmemiştir.
13. Başvurucu 8/5/2018 tarihinde istinaf talebinde
bulunmuştur.
14. Mahkeme 9/5/2018 tarihli ek kararla 9/6/1932 tarihli
ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 365. maddesi gereğince aynı Kanun'un
363. maddesine dayanarak istinaf talebinin süre aşımından reddine karar
vermiştir. Karar gerekçesinde; ihalenin feshine ilişkin açılan davada 26/4/2018
tarihinde tarafların yüzüne karşı karar verildiği, istinaf başvurusunun en son
7/5/2018 tarihinde sona erdiği ancak başvurucunun 8/5/2018 tarihinde istinaf
başvurusunda bulunduğu belirtilmiştir. Ek karara ilişkin olarak on gün içinde
istinaf yoluna başvurulabileceğine kararda yer verilmiştir.
15. Başvurucu, gerekçeli kararın kendisine tebliğ
edilmediğini, Ulusal Yargı Ağı Sistemi (UYAP) üzerinden yaptıkları incelemede
gerekçeli kararın yazıldığını gördüklerini ve bunun üzerine istinaf talebinde
bulunduklarını ileri sürerek ek karara karşı da istinaf talebinde bulunmuş;
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi 3/7/2018 tarihli kararla2004
sayılı Kanun'un 365. maddesi ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 346. maddesi gereğince 9/5/2018 tarihli ek kararın usul
ve kanuna uygun olduğuna ve istinaf başvurusunun esastan reddine karar
vermiştir. Karar 27/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
17. 6100 sayılı Kanun'un 297. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir
ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
...
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile
taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve
süresini.
..."
18. 6100 sayılı Kanun'un 321. maddesi şöyledir:
"(1) Tahkikatın tamamlanmasından
sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini
bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca
süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme
ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir.
Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek
suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu
durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması
gerekir."
19. 6100 sayılı Kanun’un 342. maddesi şöyledir:
"(1) İstinaf yoluna başvurma,
dilekçeyle yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir.
(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki
hususlar bulunur:
a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki
sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.
b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin
adı, soyadı ve adresleri.
c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş
olduğu ve tarihi ile sayısı.
ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği
tarih.
d) Kararın özeti.
e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.
f) Talep sonucu.
g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci
yahut vekilinin imzası.
(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın
kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları
taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde
çerçevesinde gerekli inceleme yapılır."
20. 6100 sayılı Kanun’un 345. maddesi şöyledir:
"(1) İstinaf yoluna başvuru süresi
iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye
başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri
saklıdır.''
21. 6100 sayılı Kanun’un 346. maddesi şöyledir:
"(1) İstinaf dilekçesi, kanuni süre
geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren
mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre
yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye
tebliğ eder.
(2) Bu ret kararına karşı tebliği
tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf
yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı
veren mahkemece yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye
mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde
görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar."
22. 2004 sayılı Kanun’un 363. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"...İstinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden
itibaren on gündür."
23. 2004 sayılı Kanun’un 365. maddesi şöyledir:
"İstinaf yoluna başvurma, yasal
süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak
bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine
yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir.
İstinaf yoluna başvuran kişi ret
kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra,
karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye
mahkemesine gönderilir. Şu kadar ki bu hâlde satış dahil hiçbir icra işlemi
durmaz.
Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına
girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin
karara bağlar."
2. Yargı
Kararları
24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/3/2019 tarihli ve
E.2018/12-884, K.2019/363 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme
sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak
ele alınmıştır.
I-Bu ön sorunlardan ilki, mahkemece
verilen şikâyetin reddine dair kararın 27.04.2018 tarihli duruşmada şikâyetçi
vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmesi, gerekçeli kararın 31.05.2018 tarihinde
tebliğ edilmesi ve kararın 05.06.2018 tarihinde temyiz edilmesi karşısında,
şikâyetçi vekilinin temyizinin süresinde olup olmadığı hususudur.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu
(İİK)’nın 18. maddesinde icra mahkemesine arzedilen hususların ivedi işlerden
sayılacağı ve bu işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 01.10.2011
tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)
316/1. maddesi uyarınca kanunlarda açıkça belirtilen hâllerde, HMK’nın basit
yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağı düzenlemesi karşısında
icra mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
Basit yargılama usulüne tabi
yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı HMK'nın “Hüküm” başlıklı 321.
maddesinde aynen:
...
hükmü düzenlenmiştir.
321. maddedeki “hükme ilişkin tüm
hususlar” dan kastedilen HMK'nın 297. maddesindeki unsurlardır.
Buna göre; mahkeme, tahkikatın
tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona
erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece
kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
HMK'nın 321. maddesi atfı ile
uygulanmakta olan HMK'nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde
düzenlenmiştir. Buna göre mahkeme gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde
taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve
tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın
harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası
altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir.
Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde hâkim bu durumun
sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa
yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay
içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK'nın 321.
maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile
birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ
edilmesi gereklidir.
İİK’nın 02.03.2005 tarihli ve 5311
sayılı Kanunla değişmeden önceki 363. maddesine göre konkordato talebi üzerine
verilecek mühlete karşı alacaklılar tarafından vukubulan itirazla konkordato
talebinin muvafık olup olmadığına ve mühletin kaldırılmasına dair olan talebin
kabul veya reddine ilişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen
kararları tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz
edilebilecektir. Maddedeki “tefhim” kavramının "hükme ilişkin tüm
hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl" olarak anlaşılması
zorunludur. Bu nedenle yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa temyiz süresi
tefhim tarihinden itibaren, aksi hâlde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren
başlayacaktır.
Usul hukukunda yer almamakla birlikte
uygulamada tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden
sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunulmak suretiyle kararın temyiz edildiği
hâllerde kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine
dayanılması mümkün olduğundan gerekçeli kararın bu hâllerde de taraflara
tebliği gerekir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de başvurucuya
ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesini bilerek ve bu gerekçeye karşı
iddialarını sunacak şekilde temyiz başvuru yapma imkânı verilmeden ve gerekçeli
karar tebliğ edilmeden Yargıtayca temyiz aşamasında onama kararı verilmesini
hak ihlali olarak kabul etmiştir (Anayasa Mahkemesi, Vesim Parlak, B. No:
2012/1034, 20.03.2014).
Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında
da, ilk derece mahkemelerinin kısa kararını usul hükümlerine uygun olarak
tefhim etmesi, kanun yolu ve süresini doğru bir şekilde belirtmesi gerektiğine,
ayrıca gerekçesiz verilen kısa kararda, temyiz süresinin, gerekçeli kararın
tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve
mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğünün
bulunduğuna, başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde
ve kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam verilemeyeceğine,
başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünün zedelenemeyeceğine karar
vermiştir (Anayasa Mahkemesi, Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri
Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20.01.2016).
Somut olayda mahkemece direnme kararının
verildiği 27.04.2018 günlü oturumda davanın reddine karar verilmiştir. Kısa
kararda “…yapılan yargılama sonunda, davacı vekilinin yüzüne karşı, hükmün tüm
esaslı unsurları açıklanmadığından kararın taraflara tebliğinden -Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki kararlarına rağmen bazı
istinaf dairelerinin tefhim yapılmış ise; gerekçe olmasa da istinaf süresinin
tefhimden itibaren başlayacağına ilişkin görüşleri de dikkate alınarak süre
tutum dilekçesi verilmesi hususunda takdir taraflara ait olmak üzere- itibaren
10 gün içinde Yargıtay ilgili hukuk dairesine gönderilmek üzere temyiz yolu
açık olduğu” yazılmıştır.
Bunun üzerine mahkemece gerekçeli karar
şikâyetçi vekiline 31.05.2018 tarihinde tebliğ edilmiş, şikâyetçi vekili
tarafından 05.06.2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesi verilmiştir.
Yukarıda gösterilen kanuni düzenlemeler
ve oluşturularak tefhim edilen kısa kararın usulüne uygun bir hüküm fıkrası
sayılıp sayılmayacağı ve bunun açıklanmasının, temyiz süresini başlatacak
nitelikte bir “tefhim” olup olmadığı değerlendirildiğinde; mahkemece kısa
kararda hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmadığı,
kanun yolu ve süresinin doğru bir şekilde belirtilmediği, tarafları yanıltacak
şekilde ifadeler kullanıldığı, bu hâliyle usulüne uygun ve tam bir tefhimden
söz edilemeyeceği tartışmasızdır.
Hâl böyle olunca Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 297/2. maddesine uygun olmaksızın oluşturulan hüküm fıkrasının
tefhimi ile temyiz süresinin başlamayacağının kabulü gerekir."
25. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 5/2/2020 tarihli ve
E.2020/468, K.2020/538 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"01/10/2011 tarihinde yürürlüğe
giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre; kararın tefhimi için
hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu
nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli
kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda,
hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde
gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı
da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa
kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın
gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden
itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim
edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz
bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden
itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin
başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların
gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal” olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ
edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi
sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini
dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi
hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir."
B. Uluslararası Hukuk
26. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Groseri Gıda
ve İhtiyaç Maddeleri Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. (2), B. No: 2017/29997,
31/10/2018, §§ 25-32.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2021 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu; 6100 sayılı Kanun'un 297. maddesinde
mahkeme kararında hangi unsurların bulunacağının düzenlendiğini belirterek
tefhimle istinafa başvurma süresinin başlayabilmesi için hükme ilişkin tüm
hususların açıklanmış olması gerektiğini belirtmiştir. Somut olayda başvurucu;
İcra Mahkemesinin hüküm özetini 26/4/2018 tarihinde açıkladığını ancak kısa
kararın gerekçe içermediğini, 4/5/2018 tarihinde gerekçeli karar yazılmışsa da
kendisine tebliğ yapılmadan 8/5/2018 tarihinde kararın kesinleştirildiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu, gerekçeli karar tebliğ edilmeden istinaf
başvurusunun süreden reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve hak
arama özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucunun şikâyetinin özünün istinaf talebinin süreden reddedilmesine
yönelik olması dolayısıyla iddia, adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında
yer alan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
32. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme)
yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım
Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156,
20/4/2017,§ 34).
33. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791,
7/11/2013, § 52).
34. Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına
yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun
yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer
temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir
mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına
almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak
ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun
yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil
yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Hasan İşten,
B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37).
35. Somut olayda başvurucu tarafından ilk derece
mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunda ileri sürülen istinaf
nedenleri Mahkemece süre aşımı gerekçesiyle ek kararla reddedilmiş, Bölge
Adliye Mahkemesince de bu karar onanmıştır. Başvurucunun istinaf talepleri
incelenmediğinden mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu
görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
36. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
37. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
38. Bu sebeple müdahalenin, Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, haklı bir
sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
39. Başvurucunun ilk derece mahkemesi kararına karşı
yaptığı istinaf başvurusunun süre aşımı nedeniyle incelenmemesinin 6100 sayılı
Kanun'un 345. maddesi atfıyla 2004 sayılı Kanun'un 363. maddesine dayalı olduğu
görülmektedir. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
40. Yargı kararlarının tabi kılınacakları bir kanun yolu
incelemesi neticesinde ortadan kaldırılma ihtimalinin hukuk düzeni içinde
sürekli olarak gündemde tutulması hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle
bağdaşmaz. Yargılamaların sürüncemede kalmasını engellemek, uyuşmazlıkların
mümkün olan en kısa süre içinde nihai çözüme kavuşturulmasını, hukuk aleminde
etki ve sonuçlarını doğurması beklenen kesin hükmün bir an önce teminini
sağlamak düşüncesiyle yargı kararlarına karşı üst mahkemeler nezdinde yapılması
öngörülen kanun yolu başvuruları kanunlarla belli sürelere bağlanmıştır. Bu
itibarla kanun yoluna başvurma hakkının belli bir süre koşuluna bağlanması,
yukarıda belirtilen sakıncaları bertaraf ederek hukuki güvenlik ve istikrarın
sağlanması gibi önemli ve meşru bir amaca hizmet eder (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Ertuğrul Dalbaş, B. No: 2014/7805,
25/10/2017, § 59).
(3) Ölçülülük
41. İstinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle başvurucunun
mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığı ve başvurucuya
ağır bir yük getirip getirmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekir.
(a) Genel İlkeler
42. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve
orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani
aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817,
19/12/2013, § 38).
43. Somut olayda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri
yönünden tartışılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde
durulması gereken, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
44. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından
dava açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye
erişim hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir
ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak
derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın konusu ve
kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı gibi
hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen sürenin dava açmak için gerekli
araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım
alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda
ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673,
25/7/2017, § 65).
45. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
olarak derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini
somut olayın koşulları ışığında incelemektir. Bu itibarla derece mahkemelerinin
kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas aldıkları tarihi belirlerken
kullandıkları kriterler, somut olay yönünden bu kriterlerin kabul
edilebilirliğine ve uygulanabilirliğine dair yorum ve değerlendirmeleri
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Ertuğrul Dalbaş, § 62).
46. Öte yandan mahkemelerin, sürenin varlık sebebini
anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda
öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar
ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun
hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim
hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 67).
47. Yukarıda yer verilen Yargıtay içtihatlarında (bkz. §§
24, 25) da belirtildiği üzere 6100 sayılı Kanun'un 297. maddesinde sayılan
unsurları taşımayan hüküm geçerli olarak tefhim edilmiş bir hüküm olarak
sayılmamakta, dolayısıyla gerekçeli karar tebliğ edilmeden kanun yoluna
başvurma süresi başlamamaktadır.
48. Nitekim Anayasa Mahkemesi Vesim Parlak (B. No:
2012/1034, 20/3/2014) başvurusunda bu konuya dikkat çekmiştir. Başvuruya konu
olayda iş mahkemesi kısa kararını tarafların da bulunduğu ilk duruşmada
açıklamış fakat karar gerekçesini açıklamamıştır. Başvurucu, süre tutum
dilekçesiyle temyiz talebinde bulunmuştur ancak gerekçeli karar tebliğ
edilmeden Yargıtay, iş mahkemesi kararını onamıştır. Gerekçeli kararın
başvurucuya tebliğ edilmeden onanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinin ileri sürüldüğü bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi özetle kanun
yoluna başvurma süresi tefhim tarihinden itibaren başlatılacaksa taraflara
tefhim edilen kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin
kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır. Bu durumun
tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmasında en önemli faktör olduğu da
kararda belirtmiştir (Vesim Parlak, §§ 33, 34).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Başvurucu 8/5/2018 tarihli dilekçesinde ayrıntılı bir
şekilde itirazlarını dile getirerek istinaf başvurusunda bulunmuştur. İcra
Mahkemesi, 2004 sayılı Kanun'un 365. maddesi gereğince istinaf kanun yoluna
ilişkin süre yönünden inceleme yapmış ve aynı Kanun'un 363. maddesine dayanarak
başvurucunun talebini tefhim tarihine göre süresinde ileri sürmediğini
belirterek reddetmiştir (bkz. § 14).
50. Somut olayda istinaf süresinin yukarıda yer verilen
Kanun hükmüne göre tefhim veya tebliğden itibaren on gün olduğunda tereddüt
bulunmamaktadır. Sorun, sürenin hangi durumda tefhim ya da tebliğden
başlatılacağından kaynaklanmaktadır. Bahsi geçen Yargıtay içtihatlarında (bkz.
§§ 24, 25) da belirtildiği üzere 6100 sayılı Kanun'un 297. maddesinde sayılan
unsurları taşımayan hüküm geçerli şekilde tefhim edilmiş bir hüküm olarak
sayılmamakta, dolayısıyla gerekçeli karar tebliğ edilmeden kanun yoluna
başvurma süresi başlamamaktadır. Bu durum kanun yollarına başvurunun
etkililiğinin sağlanması yönünden de gereklidir (bkz. § 48). Somut olayda ise
İcra Mahkemesi kısa ve gerekçeli kararında başvurucuya istinaf başvuru
süresinin hangi tarihten itibaren başlayacağına ilişkin bir açıklama yapmadan
genel ifadeyle tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren başvuruda
bulunulabileceğine yer vermiştir.
51. Yukarıda belirtilen tespitler ışığında somut olay
değerlendirildiğinde kısa kararda istinaf süresinin başlangıcına ilişkin olarak
"hem tefhim hem de tebliğ" ibaresinin yer alması sürenin
başlangıcıyla ilgili yanılgıya neden olmuştur. Bununla birlikte başvurucunun
kısa kararla birlikte kararın gerekçesini öğrenemediği, gerekçeli kararın da
başvurucuya tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. Dolayısıyla karar gerekçesini
bilmeyen başvurucudan kısa kararın tefhiminden itibaren istinaf kanun yoluna
başvurmasını beklemenin başvurucuya ağır bir külfet yüklediği anlaşılmıştır. Bu
durumda kanun yolu mercilerinin somut olayın koşullarında istinaf süresini, ilk
derece mahkemesi tarafından karar gerekçesi açıklanmadan tefhim tarihinden
itibaren başlatmasına ilişkin yorumlarının öngörülemez nitelikte olduğu,
başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla
orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
53. Başvurucu, yanlış karar nedeniyle tek mal varlığı
olan evini kaybettiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
54. Başvurucunun şikâyetine konu dava yönünden yukarıda
açıklanan gerekçeyle adil yargılanma hakkı bağlamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden bu aşamada mülkiyet hakkı
yönünden bir değerlendirme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
56. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
57. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
58. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
59. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66,67).
60. Başvurucunun istinaf isteğinin süreden reddine karar
verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Mahkemenin ek
kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
61. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple mahkemeye erişim
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla kararın bir
örneğinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesine gönderilmesini
sağlamak üzere Ankara 15. İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
62. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından başvurucunun
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
incelenmesine GEREK BULUNMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
amacıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesine ulaştırılmak üzere
Ankara 15. İcra Hukuk Mahkemesine (E.2018/66, K.2018/285) GÖNDERİLMESİNE,
E. Yeniden yargılama kararı verildiğinden başvurucunun
tazminat talebinin REDDİNE,
F. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 19/10/2021tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.